SİKLOTRON
Alm. Zyklotron (n), Fr. Cyclotron (m), İng. Cyclotron. Helyum çekirdeği veya proton gibi ağırca yüklü tânecikleri, aşırı büyük gerilimler gerektirmeden yüksek hızlara çıkarmakta kullanılan, manyetik rezonanslı hızlandırıcı cihaz. 1931’de Lawrence ve Livingston tarafından geliştirilmiştir. Bu cihaz sâyesinde hızlandırılan yüksek enerjili tânecikler, atom çekirdeğini parçalayarak yapısını incelemek veya değiştirmek için kullanılır.
Siklotronda D harfine benzedikleri için “de” denilen iki elektrod bulunur. Bunlar bir çapı boyunca ikiye bölünmüş yassı bir silindirik kutunun iki parçası şeklindedirler. Birkaç metre çapında olan bu elektrotlar havası boşaltılmış, bir dış kabın içinde birbirinden tamâmen yalıtılmış bir halde bulunurlar. Bütün sistem şiddetli bir manyetik alanın içinde bulunacak şekilde, büyük bir elektromıknatısın kutupları arasındadır.
De elektrotlarına, bunların arasındaki boşlukta hızla değişen bir alan meydana getirecek şekilde, yüksek frekanslı değişken gerilim uygulanır. Elektromıknatısın meydana getirdiği manyetik alan bu elektrikî alana diktir.
Hızlandırılacak olan yüklü tânecikler “de”ler arasında siklotron aralığında serbest bırakılır. Aralıktaki elektrikî alan, tâneciği hızlandırarak “de”lerden birine doğru fırlatır. “de”ye belirli bir hızla, manyetik alana dik olarak giren tânecik “de”nin içinde dâirevî bir yörünge tâkip eder ve dönüp tekrar aralığa gelir. Tânecik tam aralığa geldiği anda “de”ler arasındaki elektrikî alan yön değiştirecek olursa, hareket yönünde uygulanan ikinci bir itme dolayısıyla yeniden hızlandırılır. Böylece tânecik yarım dâire çizip aralığa her gelişinde elektrikî alanın yönü değiştirilerek yeni bir itmeye tâbi tutulursa gittikçe daha fazla hız kazanır.
Çapı birkaç metre olan siklotronlar gerçekleştirilmiştir. Bu durumda düzgün bir manyetik alan elde etmek için kullanılan, elektromıknatıs da uygun büyüklükte tutulmalıdır. Ağırlığı binlerce tonu bulan böyle bir cihazla, tânecikler kullanarak 100 MeV (milyon elektron volt) dolaylarında enerji elde etmek mümkündür.
Alm. Waffe (f), Fr. Arme (f), İng. Weapon, arm. İnsan ve hayvanlara karşı savunma ve taarruz için kullanılan araç. İnsanlar savaşmak ve avlanmak için kendi organlarını yeterli görmeyip, ilk zamanlardan beri yardımcı âletler kullandı. Kesici, vurucu, neticede çeşitli şekillerde tahrip edici özellikleri olan ve dünyânın değişik yerlerinde değişik isim ve tipleri bulunan silâhlar, basit şekillerden başlayarak günümüze kadar büyük gelişmeler kaydetmiştir. Barutun bulunuşuyla ateşli silâhlar, teknolojik gelişmelere paralel olarak kimyevî, biyolojik, meteorolojik, aküstik, kozmik, nükleer ve soğuk harp silâhları gibi çeşitli boyutlar kazandı.
Ateşsiz silâhlar: En basit ateşsiz silâh, taş ve sopadır. Zamanla silâhın tahrip gücünü arttırmak için, keskin ve sivri uçlu âletler yapılarak gürz, bıçak, kılıç, mızrak, kargı, ok, cirit, bumerang, kalkan, zırh, mancınık, koçbaşı, hançer, balta, kama ve bunlara benzer pekçok çeşitte silâh geliştirildi. Bunların savaşta en yaygın olanı kılıçtı. Meç, şimşir, gaddare, yatağan gibi çeşitleri vardı. Ateşli silâhların bulunuşuna kadar yaygın olarak kullanılan diğer bir silâh oktu. Mancınık, gülleleri ve büyük okları fırlatmaya yarayan bir âletten çok bir mekanizmaydı. Günümüzde hâlâ kullanılmakta olan kasatura, tüfeğin ucuna takılan dürtücü ve kesici ateşsiz bir silâhtır. Koçbaşı, ucunda demir bir koçbaşı bulunan asılı bir kirişten ibârettir. Kale kapılarını yıkmak için kullanılır. (Bkz. Kılıç, Kargı, Ok, Cirit Oyunu, Bumerang, Kalkan, Zırh, Mancınık, Hançer)
Ateşli silâhlar: Doğu ülkelerinde bulunan barutun, Ortadoğu ve Avrupa’ya geçmesiyle ateşli silâhlarda da önemli gelişmeler oldu. Suriye’den Bizans’a geçen bir ateşli silâh şaşkınlıkla karşılandı. Çok eskiden beri Asya’da Türkler ve Çinliler tarafından kullanılan barut sonradan roket, top ve tüfek gibi silâhlarda kullanılmaya başlandı. Selçuklu ve Osmanlılar döneminde bu tür silâhlarda büyük gelişmeler kaydedildi. Kosova Meydan Muhârebesinde ve özellikle Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından, İstanbul’un fethinde toptan büyük ölçüde faydalanıldı. Yavuz Sultan Selim Han zamânında, tüfek orduda yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Top namlularına ilk yivi veren de Yavuz Sultan Selim Handır. O zamanlar top tekniği Avrupalılardan çok üstündü.
Zamanla büyük değişikliğe uğrayan ateşli silâhlar, mermi veya roket atan tabanca, tüfek, top, havan gibi çeşitli adlar altında, değişik vasıflara sâhip birçok çeşitlere ayrıldı. Bunların herbirinin kullanılma gâyesine göre özellikleri vardır. Ayrıca bunların makineli, yarı otomatik tipleri gelişti.
Güdümlü mermiler, deniz hedeflerine karşı kullanılan torpidolar, çeşitli tipteki bombalar, roketler ve mayınlar da ateşli silâhlar grubuna dâhil edilebilir. Kara, deniz ve hava birliklerince kullanılan bu silâhların bâzısı taarruz, bâzısı savunma, bâzısı da hem taarruz hem de savunma gâyesi güder. Meselâ uçaklarda taarruz için kullanılan makineli tüfek, top, roket, güdümlü mermi ve çeşitli bombalar bulunabildiği gibi uçaklara karşı savunmada kullanılan güdümlü uçaksavar silâhları da vardır. Yine zırhlı bir savaş aracı olan tankta kullanılan makineli tüfek, top, roket, alev makineleri, sis ve gaz makineleri yanında tanklara karşı kullanılan tanksavar topları, roketleri, bombaları, füzeleri bu silâhların değişik gâyelerde kullanılmasına misaldir. (Bkz. Top, Tüfek, Roket, Tabanca, Havantopu, Mermi, Bomba, Mayın, Füze, Torpido)
Kimyevî silâhlar: Kimyevî maddelerin yakıcı, öldürücü, tahrip edici ve sis hâlinde gizleme özelliğinden faydalanılan silâhlardır. Uçaklardan püskürtülerek, bombalarla, gaz havanlarıyla vb. değişik yollarla havaya karıştırılan savaş gazları, hedefteki canlılarda öldürme ve benzeri tahribatlar yapar. Gizlemede kullanılan sis silâhları, zehirleyici bir özelliği olmamasına rağmen yangın maddeleri, yandığı yerde zararlara yol açar. Bu maddelerin hedefe saçılmasında değişik usûller kullanılır. (Bkz. Kimyâsal Silâhlar)
Biyolojik silâhlar: Düşmanı tahrip edici biyolojik maddelerdir. Çok tehlikeli bir silâhtır. Düşman mıntıkasına atılan mikroplarla çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına dayanan bu silâhın yapımı kolay, fakat karşı tedbirleri çok zordur. Bu sebeple 1947’de milletlerarası alınan bir kararla bu silâhların yasaklanması üzerine çalışmalar yapılmaktadır. (Bkz. Biyolojik Savaş)
Nükleer silâhlar: Atom çekirdeğinin parçalanması (fisyon) veya küçük atomların birleşmesi(füzyon) neticesinde meydana gelen büyük miktardaki enerjiden, faydalanılarak yapılan atom ve hidrojen bombası gibi silâhlardır. Bu silâhların yakıcı, yıkıcı, ışık ve radyasyon gibi dört türlü tesiri vardır. En önemlisi radyasyondur. Alfa, beta, gamma radyasyonu olmak üzere üç türlü olan bu tesirin en tehlikelisi ise gamma ışınlarıdır. Patlama noktasından bir kilometre mesâfede öldürmeye, bunun dışındaki mesâfelerde ise çeşitli hastalıklara sebep olur. Bu silâhlar, uçaklar tarafından veya pilotsuz uçaklarla, nükleer başlıklı füzelerle ve nükleer toplarla atılabilir (Bkz. Atom Bombası, Hidrojen Bombası, Nötron Bombası).
Diğer silâhlar: Her ne kadar bir silâh olmamakla birlikte, üzerlerinde çeşitli silâhlar taşıyan ve birer savaş aracı olan uçakları, gemileri, denizaltıları, uçak gemilerini, tankları da komplike ve dolaylı bir silâh olarak kabul etmek mümkündür. Barış zamanlarında politik ve istihbarat faaliyetleriyle kültürel ve sosyal yapı üzerinde tahribat yapmak için kullanılan usuller ve yapılan işler de bir silâhtır. Savunmada bir vâsıta olarak kullanılan radar, sonar gibi sistemler, lazer ve uzay araçları da birer silâh grubu teşkil ederler. (Bkz. Uçak, Gemi, Denizaltı, Uçak Gemisi, Tank, Radar)
Alm. Streitkräftel (Heer Marine, Luftwaffe), Fr. Les forces armèes, İng. The armed forces. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine bağlı birliklerin, ayrıca bunları tamamlayan yurtiçi savunma birliklerinin (Jandarma vb.) genel ifâdesidir. Bir devletin silahlı kuvvetlerinin bütünü. Günlük konuşmalarda kullanılan “Ordu” kelimesi Silahlı Kuvvetler mânâsına kullanılmaktadır.
Târih boyunca, devletlerin kuruluş gâyelerine göre Silahlı Kuvvetleri, orduları büyük değişiklikler göstermişlerdir. İlk ordunun ne zaman teşekkül ettiğine dâir elde kesin bilgiler yoktur. Mısır ve Mezopotamya’da mîlâttan çok önceleri kurulan şehir devletlerinin ilk orduyu teşkil ettikleri tahmin edilmektedir. Sümerlerin ilk düzenli orduya sâhip olmaları M.Ö. 4000 yıllarına rastlar. Hammurabi Kânunları’nda M.Ö.2000 yılı başlarındaki Babil’deki ordu teşkilâtı hakkında bilgi vardır. Hititlerde, Mısırlılarda Asurlar ve İranlılarda o günkü şartlara göre mükemmel teşkilâtlanmış ordular vardı. Atinalıların, Ispartalıların, Kartacalıların ve Romalıların ordu teşkilâtları değişik olmuş her ülke kendine has ordular teşekkül ettirerek hâkimiyetlerinin devamını sağlamışlardır.
Orduların gelişmeleri; devletlerin ekonomik sistemlerine, halkın sosyal yapısına ve târihine bağlı olmuştur. Orduya duyulan sarsılmaz îtimâd, onun, bağrından çıktığı halkın sosyal yapısına olan bağlılığıyla ölçülür.
Devletler arasındaki anlaşmazlıkların çözüm şekli devamlı olarak orduların ağırlıklarını ortaya koyması ile netîcelenmiştir. Günümüzde de modern orduların teşekkülü, devletlerin siyâsi, ekonomik, teknoloji alanlarındaki gücüne bağlıdır. Her türlü harp vâsıtalarının yapıldığı 20. yüzyıl sonlarında; modern silahlarla donatılmış milletlerin orduları o devleti siyâset alanında söz sâhibi yapmakta, ideallerinin yerine getirilmesinde esas unsuru teşkil etmektedir. (Bkz. Türk Silahlı Kuvvetleri, Ordu)
Alm. Silikate, Fr. Silicates, İng. Silicates. Yerde ve diğer gezegenlerde yaygın olarak rastlanan silisyum-oksijen bileşikleri.
Yerkabuğunun yaklaşık % 95’ini oluşturan silikatlar korkayaçların büyük bölümünün temel bileşenleridirler. Altı yüz kadar silikat minerali bilinmektedir. Bunların arasında yalnızca feldispatlar, amfiboller, piroksenler, mikalar, olivinler, fedispatoitler ve zeolitler kayaçların oluşumunda önem taşır.
Bütün silikat minerallerinin temel yapısal birimi, merkezinde bir silisyum atomu, köşelerinde ise silisyum atomuna bağlanmış dört oksijen atomu bulunan düzgün bir dörtyüzlüdür. (Bkz. Feldispat, Amfibol, Piroksen, Mika)
Suda çözünmeyen silikatların çoğundan cam eşyâ ve emâye, çanak, çömlek, porselen ve başka seramik malzemelerin üretiminde faydalanılır. Su camı olarak bilinen sodyum silikatlar sabun yapımında, ahşap malzemenin çürümesini önlemede, yumurtaların saklanmasında, çimento olarak ve boyalarda kullanılır.
Alm. Silikon (n), Fr. Silicone (m), İng. Silicone. Silisyum, oksijen ve muhtelif hidrokarbonlar ihtivâ eden, çok sayıdaki sentetik (sun’î) polimerlerden biri. Silisyum, elektron yapısı dolayısı ile devri sistemdeki yeri îtibârıyla kimyâsal özellik bakımından karbona benzer. Bu yüzden çok çeşitli bileşikler verebilir. Bu bileşiklerine silisyumdan dolayı silikon adı verilir. Bu bileşiklerde silisyum, oksijen köprüleriyle birbirlerine bağlanmaktadır. Ayrıca silisyuma halojen, alkil veya aril grupları da bağlanarak, halkalı yâhut zincir yapıda bileşikler meydana gelebilmektedir. Meselâ, metilklorür (CH3Cl), bakırın katalitik etkisi altında 300°C’de silisyum ile reaksiyona girerse dimetil diklorsilan elde edilir:
CH3
|
(Cl-Si-Cl)
|
CH3
Bu madde de, su ile reaksiyona girdiği zaman;
CH3
|
HO-Si-OH
|
CH3
aramaddesini meydana getirir ki, bunun da polimerize edilmesinde, dimetil silikon polimeri:
CH3
|
[-Si-O-]
|
CH3
meydana gelir. Bu polimer en basit silikonlardan biridir.
Silikonların molekül ağırlığı ve yapı bakımından çok çeşitleri vardır. Basit silikonlar ince ve şeffaf sıvılar olduğu hâlde, uzun zincir ve dallanmış yapıdaki silikonlar oldukça viskos (ağdalı) tur. Kısa zincirli ve küçük moleküllü silikonlar kaydırıcı yağlar olarak kullanılır. Daha uzun zincirli olanlar kauçuk özelliğindedir. Kauçuk özelliğinde olan silikonların molekül yapıları oldukça karmaşıktır.
Kullanılışı: Silikonların çok çeşitleri yapılabilmektedir. En çok kullanılan silikonlar dimetil silikonlardır. Yine dimetil ve difenil türevlerinin kopolimerleri de çok kullanılanlardandır. Genellikle silikonlar ısıya, neme karşı dirençli olup, diğer kimyâsal maddelerle reaksiyona girmez. Silikonlar fevkalâde elektrik izolatörüdür (yalıtkanıdırlar). Sıcaklığın çok fazla değişiklik gösterdiği ortamlarda yağlayıcı olarak kullanılırlar. Yine moleküldeki hidrokarbon gruplarına bağlı olarak silikon, yağ, gres, soğutucu, köpük önleyici, metalleri neme karşı koruyucu, kauçuk, reçine ve sırlayıcı olarak kullanılır. Fizyolojik olarak da inert olan silikonlar tıpta protez maddesi olarak çok büyük önem taşırlar. Silikon kauçukları düşük sıcaklıklarda esnekliğini koruması bakımından önemlidirler.
(Bkz. Silis)
Alm. Zylinder (m); Rolle, Walze (f), Fr. Cylindre (m), İng. Cylinder; roller (for road-making). Geometrik bir cisim. Bir dikdörtgenin bir kenarı etrâfında döndürülmesiyle elde edilir. Bu silindire dik veya dönel silindir denir. Alt ve üst tabanı dâiredir. Soba borusu dik silindire bir örnektir.
Matematikte silindirin genel tanımı şöyledir: Düzlemsel bir eğriyle bu eğrinin düzleminde bulunmayan bir doğru verildiğinde, dâimâ bu doğruya paralel kalmak şartıyla eğriye dayanarak hareket eden bir doğrunun taradığı yüzeye silindirik yüzey denir. Bu silindirik yüzeyle, bu yüzeyi kesen paralel iki düzlemin sınırladığı cisme silindir denir. Silindir yüzeyini meydana getiren doğrulardan herbirine anadoğru denir.
Silindire, taban eğrisine göre isim verilir. Eğri dâire ise dâirevî silindir, elips ise eliptik silindir denir. Silindirik yüzey için taban eğrisinin kapalı olması gerekmez. Parabolik silindir, hiperbolik silindir, birer silindirik yüzeydir. Dairevî silindirin ana doğrusu tabana dik değilse böyle silindire eğik silindir denir.
Taban yarıçapı “r”, yüksekliği “h” olan bir dik silindirin alan ve hacim formülleri şöyledir:
Yan alan: Y=2rhp
r2pİki taban alanı: 2G=2
r (h+r)pr2=2prh+2pBütün alanı: S=Y+2G=2
r2. hpHacmi: V=
Bayındırlıkta: Bir şasiye monte edilmiş, tekerlek vazîfesi gören bir veya birkaç büyük mâdenî silindirden meydana gelen ve toprağı, şoseleri kaplayan malzemeyi sıkıştırmak ve ezmek için kullanılan, dökme demirden yapılmış büyük ağırlığa, şeklinden dolayı silindir adı verilir.
Otomobilde, tekstil ve kâğıt sanâyiinde çeşitli silindirler kullanılmaktadır.
Alm. Kieselerde (f), Fr. Silice (f), İng. Silica. Silisyum dioksit (SiO2) olarak da bilinen ve tabiatta bol miktarda, serbest kuvars hâlinde veya silikatlarla birleşmiş olarak bulunan bir bileşik. Silis renksiz, tatsız ve fizyolojik olarak inert bir maddedir. Suda, birçok asit veya alkalide çözünmez. Ancak hidrojen florürde ve çok yavaş olarak sıcak fosforik asitte çözünür.
Silis kristalleri sert ve saydam olup yaklaşık 1600°C’de erir. Silis tabiatta çeşitli kristal yapıya sâhip olarak bulunur. Meselâ kuarts, hekzagonal; kristobalit, tetragonal ve tridimit, triklinik hâldedir. Silis bâzı metal oksitlerle birleşerek kıymetli taşları meydana getirir. Silis; cam, su camı, seramik, sır, ateşe dayanıklı malzemeler, pota, zımpara, beton, harç, silisyum karbür ve diğer silisyum bileşiklerinin yapımında kullanılır. Toz hâlindeki silis, eczâcılıkta, kozmatikte, kâğıt sanâyiinde reçineden plâsik yapımında, ısı izolasyonunda dolgu maddesi olarak kullanılır.
Silikoz: Ekseriyâ mâden ve taş ocaklarında çalışan işçilerle, çömlekçilerde görülen ve silis tozlarının teneffüs edilmesiyle ortaya çıkan bir akciğer hastalığıdır. Çalışılan yerdeki toz yoğunluğuna göre 3-5 yılda veya 20 yıl kadar bir zaman sonra belirtileri ortaya çıkar. Çapı yaklaşık 5 mikrondan az olan silis tânecikleri akciğerlerde bronşiyollere kadar varır. Burada hava keseciklerinde makrofazlar tarafından tutulur. Daha sonra makrofazların parçalanması ve enzimlerin açığa çıkmasıyla akciğer dokusunda yumrular oluşur. Böylece akciğerlerin esnekliği azalır ve teneffüs güçlüğü ortaya çıkar. Başlıca belirtiler öksürük, kanlı balgam ve teneffüs güçlüğüdür.
Alm. Entfeuchter, Fr. Silicagel, İng. Silicagel. Silisin (SiO2) oldukça gözenekli, kristâl yapılı olmayan biçimi. Silika jeli de denir. Su camı çözeltisi asitle muâmele edilirse su ihtivâ eden bir jel meydana gelir. Jeldeki su dikkatlice buharlaştırıldığında gözenekli bir kütle olan silis jeli elde edilir.
Gazların ve sıvıların neminin tutulmasında, sıvıların koyulaştırılmasında, boyaların ve ince sun’î katmanların yüzeyinin matlaştırılmasında ve daha birçok alanda kullanılır. Ayrıca, gözenekli özelliğiyle gaz maskelerinde, kimyâsal analizler için kromatografilerde vs. kullanılır.
(Bkz. Silisyum)
Alm. Silizium (n), Fr. Silicium (m), İng. Silicon. Si sembolüyle gösterilen, ametal karakterli kimyâsal bir element. Yıldız ve meteorlarda da çok bulunan silisyum, dünyâ kabuğunun yüzde 27,6 sı gibi büyük bir kısmını meydana getirir. Dünyâda bulunan elementler içinde oksijenden sonra ikinci sırayı alır. Hayvan iskeletlerinde, bitki dokularında, denizlerde yaşayan diatomların hücrelerinin duvar yapılarında da bulunur. Normal olarak tabiatta serbest halde bulunmaz. Fakat hemen hemen bütün kayaçlarda, kum, kil ve topraklarda ya silis (SiO2) hâlinde veya oksijen ve alüminyum, mağnezyum, kalsiyum, demir, sodyum, potasyum gibi başka elementlerle oluşturduğu silikatlar hâlinde bulunur. İlk olarak 1826 senesinde İsveçli kimyâger Jakop Berzelius tarafından element olduğu fark edildi.
Özellikleri: Peryodik tabloda IV A grubunda yer alır. Atom numarası 14, atom ağırlığı 28,086 olup kristal haldeyken siyahtan griye değişen renge sâhip sert ve kırılgan bir yapıdadır. Yoğunluğu 2,33 g/cm3 ve Mohs skalasına göre sertliği 7’dir. Silisyum 1410°C’de erir ve 2355°C’de kaynar. Elektriği iletme özelliği zayıf olup, ısıyla genleşme derecesi de azdır. Silisyumun birçok fiziksel ve kimyâsal özelliği karbonunkine; yapısı elmasınkine benzer.
Si-28, Si-29 ve Si-30 olmak üzere üç kararlı izotopu ve dört radyoaktif izotopu bilinmektedir. Elektron düzeni 1s2 2s2 2p6 3s2 3p2 şeklinde olup bileşiklerinde 4+ değerlikli olabilir. Kimyâsal yönden aktif bir element değildir.
Kullanılma alanları: Silisyumun elektrik sanâyiinde önemi büyüktür. Saf silisyum, bor, galyum, fosfor ve arsenik ile doyurularak transistör, diyod ve diğer yarı iletkenlerin îmâlinde kullanılır. Metalurjide indirgeyici, çelik, pirinç ve bronz üretiminde alaşım elemanı olarak istifâde edilir. % 15 silisyum ihtivâ eden çelik alaşımı, aside dayanıklı kapların îmâlinde kullanılır. Endüstriyel öneme sâhip silikonlar; silisyum, oksijen, karbon ve hidrojenden sentetik olarak üretilen organosilisyum oksitlerdir. Yüksek sıcaklıklara dayanıklı ve inert olduklarından yağlayıcılarda, hidrolik sıvılarında, su geçirmeyen malzemelerde, vernik ve emâyelerde kullanılırlar.
Silisik asit: Silisyumun önemli bileşiklerinden biri. Kimyâsal formülü Si (OH)4 olup, moleküllerin birbirleriyle kolayca kondenzasyon tepkimesine girmesi neticesinde, su açığa çıkar ve zincir yapısında polimerler veya üç boyutlu örgüler teşekkül eder. Silisik asit, alkoller veya silisyum tetraklorür ile meydana getirdiği esterler kararlı sıvılardır. Isıyla bozunmazlar; ısı transfer vâsıtası olarak, hidrolik sıvıları ve yağlayıcı olarak kullanılırlar.
(Bkz. Karborondum)
Alm. Silo, Gärfutterbehälter (m), Fr. Silo (m), İng. Silo. Zirâî mahsullerin daha sonra kullanmak üzere saklandığı beton, çelik, ahşap veya kargir, toprak altında veya toprak üstünde inşâ edilmiş depolar. Tahılların toplandığı silolar, taşıma ve yükleme kolaylığı bakımından genellikle liman ile demiryolları yakınlarında ve ulaştırma şebekesi üzerinde bulunur. Yer altında veya yer üstünde uygun bir materyalden (saçtan veya betondan) yapılırlar. Tahıl siloları sıcaklığı ve rutubeti ayarlanabilen silolardır.
Kök ve yumru siloları; dâimî ve geçici olmak üzere iki tiptir. Dâimî silolar taştan veya betondan yapılır. Havalandırma için yeterince hava deliği bırakılır. Geçici silolar; tarlada zemini sağlam bir yere ürünler yığılarak silolanır.
Pancar küspesi siloları; şeker fabrikalarının artığı olan, küspenin hayvan yiyeceği olarak uzun zaman kullanılmasını mümkün kılan silolardır. Bu siloların özelliği, küspenin hava almasını engelleyerek ekşimesini önlemesidir.
Yeşil ot siloları (slaj siloları); tâze, biçilmiş yeşil otların preslenerek balyalanması, bilâhare mayalanması sonucu elde edilen slajın saklanmasında kullanılan silolardır.
Türkiye’de silo yapımı 19. yüzyılın ikinci yarısında, ahşap silolarla başladı. Daha sonra tuğla ve beton silolar yapılmaya başlandı. 1950’lerden sonra çelik siloların yapımına geçildi. Türkiye’de silolar daha ziyâde, Toprak Mahsulleri Ofisi eliyle yapılmaktadır. Bunun yanında az da olsa özel sektöre âit silolara da rastlanmaktadır.
Büyük stokların ve ürünü uzun zaman bekletmenin lâzım olduğu yerlerde ısı ve rutubeti az geçirmesinden dolayı, beton silolar tercih edilir.
Alm. Symmetrie (f), Ebenmass (n), Fr. Symétrie (f), İng. Symmetry. Birden çok eleman arasındaki ebat, şekil ve pozisyon bakımından benzerlik, ahenk. Simetri insanlığın tabiatında mevcuttur. İyi-kötü, güzel-çirkin, derin-sığ gibi özellikler simetrinin tabiî bir görüntüsüdür. Benzer şekilde insan vücudunun sağ ve sol organları vücudu ikiye ayıran düzleme göre simetriktir. Simetri, esas olarak şekil ve pozisyon benzerliğine dayanan geometrik simetriyi ifâde eder.
Geometrik simetri ya bir noktaya, bir doğruya, bir düzleme veya radyal bir doğruya göre olur. Bir doğru üzerindeki, bir noktaya eşit uzaklıktaki iki nokta, bu noktaya göre simetriktirler. Bu iki noktanın bir doğruya(eksene) veya düzleme göre simetrik olmaları için, doğruları birleştiren doğru parçasının simetri ekseni veya simetri düzlemine dik olması ve noktaların bu eksen veya düzleme uzaklıkları eşit olması gerekir. Simetrik noktalar bir düzlemsel şekil veya uzayda bir cisim de olabilir. Bu durumda cisim veya şeklin benzer noktalarının, noktalar için târif edilen simetriklik özelliklerine sâhip olması gerekir. Bu tür simetriye, bir cismin aynadaki görüntüsü ve kendisi arasındaki simetriye benzediğinden yansıma simetrisi denir. Çünkü aynadaki görüntünün ayna düzlemine uzaklığı cismin uzaklığı kadardır. Meselâ I, M, T harfleri tam ortalarından dik olarak geçen düzleme göre simetriktirler. E harfi ise tam ortasından yatay olarak geçen düzleme göre simetriktir. Oysa R harfinin hiçbir simetri ekseni veya düzlemi yoktur.
Bâzı şekillerin yansıma simetrisi olmayabilir, fakat bir eksen etrâfında döndürüldüğünde yarım veya tam devir sonra tekrar orijinal şeklini alır. Meselâ S harfi tam ortasından geçen yatay ve düşey eksenler etrafında bulunduğu düzlemde yarım devir, yâni 180 derece döndürülürse tekrar aynı şeklini alır. Devir tamamlanınca tekrar ilk şeklini alır. Yâni bir devirde iki defâ esas şeklini alır. Bu dönme eksenine bu sebeple iki katlı simetri ekseni denir.
H harfinin de buna benzer hem iki katlı simetri ekseni, hem de düşey ve yatay simetri düzlemi vardır. Birçok geometrik şeklin de simetri elemanı diye adlandırılan birden fazla simetri düzlemi ve simetri ekseni vardır.
Meselâ küpün üç tâne dört katlı, dört tâne üç katlı, altı tâne iki katlı simetri ekseni ve dokuz tane de simetri düzlemi vardır. Koninin ekseni sonsuz katlı bir dönme simetri eksenidir. Bu eksenden geçen her düzlem de simetri düzlemidir. Silindirde koniye ilâveten silindir eksenine tam orta kısmından dik olan bir simetri düzlemi ve bu düzlemde bulunan ve silindir eksenini kesen doğrulardan ibâret olan sonsuz sayıda iki katlı dönme simetri ekseni vardır. Kürede ise merkezden geçen bütün doğrular dönme simetri ekseni, bütün düzlemler ise yansıma simetri düzlemidir.
Düzgün sekiz yüzlü, elipsoid ve diğer bütün geometrik şekillerin kendilerine has simetri eksenleri ve düzlemleri vardır. Dönme simetrisi basit döndürme hareketiyle elde edilmekte, yansıma simetrisiyse optik yansıma kâidelerine göre incelenmektedir. Beş köşeli bir yıldız ekseni etrafında bir dönüş yaptırıldığında beş defâ aynı orijinal şeklini alır. Yâni beş katlı bir dönme simetri ekseni vardır. Bunun yanında beş tâne de yansıma simetri düzlemi vardır.
Matematikçiler tarafından döndürme, yansıtma ve öteleme gibi bir işlem neticesinde değişmeme olarak kabul edilen geometrik simetri yanında biyoloji, kimyâ gibi sahalarda fonksiyonel ve daha pekçok bakımdan simetriden bahsetmek mümkündür.
Alm. Alchimie (f), Fr. Alchimie (f), İng. Alchemy. Topraktan gümüş ve altın yapmayı gâye edinen bir büyü çeşidi. İbrânice’de “sim ye” şeklinde ve Allah’ın ismi mânâsında olan bu kelime, Arapça’ya simyâ olarak geçmiş olup, sihir ve büyücülükle uğraşanların ilmine denir. Sihir yapanların, yâni büyücülerin kullandığı terkipleri, maddeleri, yağları ve sıvıları bildiren bir ilim dalıdır. Simyâ ilmiyle uğraşanların sihri, bugünkü hipnotizma gibidir. İbn-i Haldun, kitabında simyânın sihrin üçüncü sınıfı olduğunu söyler. Simyâcılar, harflerin gizli kuvvetlerinin olduğunu bildirirler. Bir varlığın özünü anlamak için bâzı harf ve sayıları bilmek gerektiğini savunurlar.
Ortaçağlarda hurûfilik vs. gibi bâzı bozuk îtikâtlı gruplar, simyâ ile uğraşmışlardır. Bu ilimden, yâni hipnotizmadan faydalanarak kendilerini evliyâ gibi gösterip, temiz Müslümanları, içine çekmeye ve maksatları uğrunda kullanmaya çalışmışlardır. Ancak hakîkî İslâm âlimleri bunların bozukluklarını ortaya koyduklarından taraftarları pek fazla olmamıştır.
Kimyâ ilmi ile simyâ ilmi, bilgisi az olanlar ve maksatlı kimseler tarafından çok defâ birbirine karıştırılmaktadır. Halbuki kimyâ ilmi simya ilminden çok farklıdır. İslâm dünyâsında birçok büyük kimyâger yetişmiş ve kimyâ ilmine âit kıymetli eserler yazılmıştır. Batıdaki kimyâ bilginleri asırlar boyunca bu eserleri okuyarak yetişmişlerdir. Ancak misyoner zihniyetiyle yazılan batı menşeli bâzı eserlerde hem Hıristiyanlığın propagandasını yapmak, hem de batı gençliğinin Müslümanları ve İslâmiyeti tanıyıp öğrenmelerine mâni olmak için Müslüman kimyâcılar, simyâcı olarak tanıtılmaktadır. Müslüman kimyâcıların kitaplarını, okuyan batılı fen bilginleriyse, hakîkatı görmekte ve eserlerinde yazmaktadırlar. Meselâ İbn-i Hayyan (Paris 1928) adlı yayınında, Müslüman fen âlimlerinden Câbir’in, 8. yüzyılda yaşadığını, İmâm-ı Câfer-i Sâdık’ın talebesi olduğunu, modern kimyânın kurucularından sayılmasının gerektiğini, kendisinin Boyle ve Lavoisier ile kıyaslanabilecek değerde bulunduğunu belirtmektedir. Kimyâ kelimesinin aslı İbrânice olup, “Kim ye” şeklindedir. Allah’tan bir âyet mânâsındadır. İslâm âlimleri kimyâyı “Mâden cevherlerinin özelliklerini, yapılarını değiştirip, yeni ve başka bir özellik yapma yollarını anlatan ilim” şeklinde târif etmişlerdir.
İmâm Fahreddîn-i Râzi, kimyâ ilminin mümkün olduğunu Mebâhis-i Maşrıkıyye ve Mulahhas adlı kitaplarda ispatlamıştır. Bu kitaplarında Fahreddîn-i Râzi “Mâden filizlerinin hepsinin arasında, bir cinsten (atomlardan teşekkül etme bakımından) bir çeşit ortaklık vardır. Birinden diğerine (bir bileşikten diğer bir bileşiğe) geçmek mümkündür. Tabiatlarında imkânsız ve olmaz diye bir şey yoktur.” demektedir.
Câbir, maddelerin transmutasyonuna inanıyor ve bir cismi kendisini ihtivâ etmeyen bir başka cisimden elde etmek mümkün değildir, diyordu. Kitaplarında kavurmadan, sublimleştirmeden, aktarmadan, eritme ve damıtma vb. metodlardan bahsetmektedir. Ayrıca transmutasyon veya bâzı reaksiyonlar için etken (katalizör) olarak tuzlardan, şaplardan, asitlerden, camdan, borakstan, kuvvetli sirkeden ve ateşten istifâde etmek hakkında, doğru ve ciddi bilgiler yazmaktadır. 866 yılında doğan Türk Dr. Ebû Bekr Râzi, İslâmın yetiştirdiği büyük kimyâcılardan biridir. Batıda Rhazes ismiyle bilinen Râzi’nin Kitabü’l Medhal et-Tâlim (İlme Giriş Kitabı), Kitabü’ş-Şevâhid (Şâhitler Kitabı), Kitabü’l Esrâr (Sırlar Kitabı) ve Kitâbü’s-Sırr el-Esrâr (Sırların Sırrı Kitabı) gibi kimyâ kitapları vardır. Kimyâyı tıbba uygulamış ve Câbir’den üstâdım(hocam) diyerek bahseder.
Alm. Zahnbrassen (m), Fr. Sargue vulgaire (f), İng. Dente. Familyası: İzmaritgiller (Sparidae). Yaşadığı yerler: Marmara, Ege ve Akdeniz’de sürüler hâlinde. Özellikleri: Boyu 50-70 cm kadar olan pembe renkli bir deniz balığı. Yazın kıyılara yanaşır, kışın derinlere iner. Eti makbuldür. Çeşitleri: Yerli denizlerimizde tek türdür.
Kemikli-balıklar (Teleostei) takımının izmaritgiller familyasından, mercan balığına benzer bir tür. Marmara ve Akdeniz’de yaşar. Sırtı pembe olup mâvi ve mor halkalar taşır. Yanları kurşunî, karın kısmı beyazdır. İri parlak pulludur. Boyu 120 cm ve ağırlığı 15-20 kg’a ulaşanları vardır. Çoğu 70 cm’yi aşmaz. 3-5 tânesi bir kg kadar gelir. Seğirtme oltaların ucuna barbunya, uskumru veya karides takılarak avlanır. Daha çok baharda avlanmakla berâber her mevsim tutulabilir. Sürüler meydana getirir. Yazın kıyılara yaklaşarak mart ve nisanda yumurtlar. Kışın daha derinlere iner. Taşlı ve kayalık dipleri sever. Su altı mağaralarına da girerek gizlenir. Konik biçimli keskin dişleriyle küçük bir istakozu rahatça parçalar. Küçük balık ve kabuklu hayvanlarla beslenir. Eti makbuldür.
Alm. Sennakassie (f), Fr. Séné (m), İng. Senna. Familyası: Baklagiller (Leguminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Tabiî olarak yetişmez.
Afrika, Hindistan ve Arabistan’ın yarı çöl ve dağlık bölgelerinde yetişen, 50-150 cm boylarında, sarı renkli çiçekler açan çalı tipinde ağaççıklar. Yapraklar yaprakçık şeklinde ikiye parçalanmıştır. Sinamekinin en çok C. acutifolia ve C. angustifolia türleri bilinmekte ve kullanılmaktadır. C.fistulosa türü ise ceviz ağacına benzeyen büyük ağaçlardır. Meyveleri fasulye meyvesi gibi esmer, yeşilimsi veya siyahımsı renklidir. İçlerinde 6-10 kadar tohum bulunur.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin yaprak ve meyveleri antresan türevleri taşır. Bundan dolayı da müshil etkilidirler. Etkileri kalın barsak üzerinedir. Toz hâlinde 0,5-1 gr (günde 2-3 defâ) veya 5-10 gr sinameki yaprağı üç su bardağı su ile kaynatılarak iki defâ içilir. Memleketimizde çok kullanılan müshil ilâcıdır.
Yalancı sinameki (Colutea arborescens) nin de yaprakları müshil etkiye sâhiptir. İçimi zordur. Tohumları zehirlidir.
Osmanlı sadrâzamlarından. Merinalı kaptanlardan meşhur Viskond Çağala’nın oğludur. On iki yaşındayken babası Kaptan Çağala ile Merina’dan İspanya’ya giderken Türk leventleri tarafından yakalanarak (1561) Sultan Süleyman’a (Kânûnî) takdim edildi. Yûsuf Sinan adı verilerek saraya alındı ve Türk-İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. Sarayda silahtar ve kapıcıbaşı olarak görev yaptıktan sonra 1573’te Yeniçeri Ağalığına getirildi. Önce, Van ve ardından 1583’te vezirlikle Revan Beylerbeyi oldu. 1585’te Özdemiroğlu Osman Paşanın ölümü üzerine İran Serdarlığına getirildi. Bu sırada Tebriz ve Tiflis’i kuşatmadan kurtardı. 1586’da Bağdat Beylerbeyi olan Sinan Paşa, Temmuz 1591’de Uluç Hasan Paşanın vefâtı üzerine Kaptan-ı deryâ oldu. 1595’e kadar bu hizmette kaldıktan sonra kubbe vezirliğine getirildi.
Sultan Üçüncü Mehmed Hanın Eğri Seferine üçüncü vezir olarak katıldı. Haçova Meydan Muhârebesinde ordunun sağ kol kumandanı olup yaptığı taarruzlarla yarım saatte düşmanın yirmi bin kişilik kuvvetini imhâ etti. Böylece kaybedilmiş gibi görünen muhârebenin kazanılmasında büyük rol oynadı. Bu başarısından dolayı Hoca Sâdeddîn Efendiyle Kapıağası Gazanfer Ağanın tavsiyeleriyle İbrâhim Paşanın yerine vezir-i âzam oldu. Savaştan sonra askeri yoklatarak muhârebe meydanından kaçmış olan timar ve zeamet sâhipleriyle kapıkulu ocaklarından otuz bin kişinin dirliklerini kesmesi ve Kırım’da Gâzi Giray’ı azletmesi huzursuzluklara yol açtı. Bu sebeple sadârete gelişinden kırk beş gün sonra azledildi.
Azledilmesinden sonra bir müddet Akşehir’de oturan Sinan Paşa; 1598’de Şam Beylerbeyliğine, 1599’da ikinci defâ Kaptan-ı deryâlığa tâyin edildi. 1604 İran Serdarlığı muvaffakiyetsizlikle neticelendi. Bu sebeple kaptan paşalıktan azledilerek yerine Derviş Paşa getirildi. 1606’da Diyarbakır’da kederinden vefât etti.
Çağalazâde Sinân Paşa son İran Seferindeki mağlûbiyeti hâriç kendisine verilen işlerde hep muvaffak oldu. Toplam on sene süren kaptan paşalığında tecrübeli denizcilerle görüşerek iş görmüş ve muvaffak olmuştur. Gayretli ve cesur bir devlet adamıydı. İstanbul’da iki ve Beşiktaş’ta bir mescitle bir medrese ve mektebi vardı. İstanbul’daki Cağaloğlu semtinin adı bu zâttan gelmektedir.
Yavuz Sultan Selim Hanın vezir-i âzamlarından. Şecâatı ve cesâretiyle kendini tanıtarak, Bosna Sancakbeyliğine kadar yükseldi. Çaldıran Savaşından önce Anadolu Beylerbeyliğine getirilerek, İran Seferi sırasında önemli hizmetleri görüldü. Ordu-yı Humâyûnun Sivas’tan îtibâren öncülüğünü yaptı ve Çaldıran Muhârebesinde, Osmanlı ordusunun sağ kanadına kumandanlıkta bulundu. Aldığı tedbir ve uyguladığı taktikle zaferin kazanılmasında önemli rolü oldu. Çaldıran dönüşü Ordu-yı Hümâyûn Amasya’da kışlarken, Rumeli Beylerbeyliğine getirildi.
Ertesi sene Dulkadıroğlu Alâüddevle üzerindeki zaferi üzerine, 18 Haziran 1515’te vezir-i âzamlığa getirildi. Şah İsmâil’in Çaldıran hezimetinden sonraki siyâsî faaliyetlerinde, Memlûk Sultanı ile anlaşması, İranlıların Mardin civârında bir Osmanlı karakolunu basmaları üzerine, Sinân Paşa, Diyarbekir ucuna gönderildi. Kayseri’de kuvvetlerini toplayan Sinân Paşa, Diyarbekir’e ulaşmak için Memlûk sınır beylerinden geçiş izni istedi. Beyler ters cevap verdikleri gibi Memlûk Sultanı da Osmanlılar İran ile uğraşırken onları arkadan vurmak için Haleb’e geldi. Durum Sultan Selim Hana duyurulunca, seferin yönü değiştirilerek, Memlûklar üzerine gidilmeye karar verildi. Sultan Selim Han, görülmemiş bir süratle hareket ederek ordunun başına geçti. 24 Ağustos 1516’da Memlûklarla yapılan Mercidabık Savaşında zaferin kazanılmasında, Sinân Paşanın büyük hizmetleri görüldü.
Sinân Paşa, Ridaniye Meydan Muhârebesinde Yavuz Sultan Selim Hanın Memlûk kuvvetlerinin gerisine sarkması üzerine, ordu merkezinde yer aldı. Tomanbay’ın Yavuz’u öldürmek kaydıyla iki yüz seçme süvarisiyle otağa saldırdığı sırada vukû bulan göğüs göğüse çarpışmalar sırasında şehit oldu. 23 Ocak 1517’de Hazinedar Ali Ağa, Antep Kölemen Muhâfızı Yûnus Bey, Ramazanoğlu Mahmûd Beyle birlikte Şeyh Timurtaş zâviyesine gömüldü.
Yavuz Sultan Selim Han tarafından çok sevilen ve iltifatlarına mazhar olan Sinân Paşa, yiğitliği, cesâreti, kahramanlığıyla Osmanlı devlet adamları arasında önemli bir yer işgâl eder. Şehâdetine çok üzülen Sultan Selim Han “Gerçi Mısır’ı aldık ama Sinân’ı kaybettik.” demiştir.