SITMA

Alm. Malaria (f), Fr. Malaria (f), İng. Malaria. Hastalık yapıcı bir grup parazit olan, plazmodiumların, anofel sivrisineklerinin dişileriyle insanlara bulaşan had, ateşli bir hastalık. Hastalığın en bâriz belirtisi olan, titremeyle yükselen ateş plazmodiumun çeşidine göre değişik fâsılalarla olur. Teşhisi kolay, tedâvisi ve korunması mümkün olan sıtma hastalığı çok eski zamanlardan beri bilinmektedir.

Hastalığı ilk defâ bildirenler Eski Mısırlılardır. M.Ö. 460-370 yıllarında Hippocrates de bataklık bölgelerde, tekrarlayan ateş ve dalak büyüklüğüyle seyreden bir hastalığın mevcudiyetini fark etmiş ve dört ayrı şekilde olabileceğini bildirmiştir. Torti (1753), ateşli hastalıklar için yazmış olduğu kitabında ilk defa “Malaria” adını kullanarak diğer hastalıklardan ayrı olarak ele aldı. 1894’te Manson, sıtmanın sivrisineklerle bulaştığını buldu. Eskiçağlarda kitleler hâlinde ölüme sebep olan sıtma, bugün de bu tehlikesini muhâfaza etmektedir.

Rusya’da Birinci Dünyâ Savaşından sonra beş milyon sıtmalı vardı ve bunların 60.000’i öldü. 1934’te Seylan’da üç milyon sıtmalının 100.000’i hayâtını kaybetti. Amerika’da ilk salgın 1938’de Brezilya’da vukû buldu ve 100.000 hastanın 14.000’i öldü. Salgın, 1942’de Nil Vâdisine kaydı ve Mısır’da 12.000 kişiyi öldürdü. Daha sonra Etyopya’da 15.000 ölü bıraktı. Savaşları ve tabiî âfetleri tâkiben Karayiblerde büyük hasar yapan salgın, 1963’te Haiti’de 75.000 kişinin ölümüne sebep oldu.

Yeryüzünde belirli bölgelerde sık bulunan hastalık 45 derece kuzey, 40 derece güney enlemleri arasında fazladır. Tropik ve subtropik bölgelerin hastalığıdır. Afrika’da ölen her yüz çocuktan onunun sebebi olan sıtma, Türkiye’de de önemli bir sağlık problemi olup, devamlı mücâdele edilmektedir.

Plazmodiler amibe benzeyen, mikroskopta görülebilen tek hücreli parazitlerdir. Çoğalmaları iki safhada olur. Birincisi, cinsî üreme safhasıdır ve sivrisineklerde vukû bulur. İkincisi, cinsî olmayan çoğalma safhasıdır ki, insan alyuvarlarında olur.

Enfeksiyonun kaynağı genellikle hasta bir şahıs veya belirtisiz bir taşıyıcıdır. Sıtma, sivrisineklerle bulaştığı gibi, hastalıklı kan nakilleriyle veya bulaşık şırıngalarla da geçebilir.

Plazmodiumların dört tipi vardır: Plazmodium vivax denilen tipi, tersiyana sıtmasını yapar. Ateş 48 saatte bir yükselir. Asya’da, Avrupa’da ve Akdeniz ülkelerinde bulunur. Afrikalılar buna karşı dirençlidirler.

Plazmodium malaria, quartana sıtmasını yapar, 72 saatte bir ateş yükselir. Az rastlanır. Hindistan, Asya ve tropikal Afrika’da karşılaşılır.

Plazmodium ovale az bulunur. 48 saatte bir ateş yapar. Bilhassa Batı Afrika’da vardır.

Plazmodium falciparum, tropikal bölgelerde, Güneydoğu Asya’da çok görülen bu tip, en şiddetli seyreden sıtma şeklini yapar. Ateşler daha uzun sürer. Nöbetler ortalama günaşırı gelir.

Sıtmanın özelliği belirtilerin nöbetler hâlinde gelmesidir. Nöbet başlamadan birkaç gün önce halsizlik, neşesizlik, iştahsızlık, başağrısı, sırt ve bacak ağrıları olur. Nöbet, şiddetli titremeyle yükselen ateşle başlar, terlemeyle sona erer. Fakat ateşsiz vakalar da olabilir. Tersiyana ve quartanada titreme çok fazladır. Hastanın bütün vücûdu sarsılır, çeneleri birbirine çarpar. Nabız hızlanır, başağrısı, sinirlilik, kollarda ve bacaklarda ağrılar olur.

Uzun süren durumlarda karaciğer ve dalak büyür, sarılık ve kansızlık gelişebilir. Solunum şikâyetleri ve hatta zâtürre olabilir. Menenjit, şuur bulanıklığı, çeşitli felçler meydana gelebilir. Enterit sıcak iklimlerde sık olur. Dalak kendiliğinden yırtılabilir, iç kanama olabilir.

Tedâvisi: Sıtmalı hasta devamlı yatakta bulundurulmalıdır. Kuvvetli besinler verilir. İlâç olarak ilk kullanılan kınakına kabuklarıdır. Bunları ilk kullananlar Güney Amerika’da Peruvia Indianlarıdır. Bunu ilk bildiren 1683’te Kontes dre Chinchone’dir. 1820’de bundan kinin elde edilmesi cihetine gidildi. İlk yapılan mepakrin idi, fakat yan tesirleri sebebiyle pek kullanılmadı. Daha sonra kinolon grubu ilâçlar geliştirildi ki, bunlardan klorokin hâlâ kullanılmaktadır.

Bu ilâçlar baskılayıcı ve tedâvi edici olarak iki şekilde kullanılır. Primetamin, proquanil, klorakin baskılayıcılardandır. Düzenli şekilde alındıklarında parazitin insanda gelişip, çoğalmasını önler. Sıtmalı bölgeye seyâhat edeceklerin bir hafta önceden bunlardan birini kullanmaları tavsiye edilir. Tedâvi ediciler arasında klorokin, primakin ve kinin sayılabilir. Klorokin en etkilisidir. Alyuvarlar içindekilere etki etmesine rağmen karaciğerdeki sporozoitlere etki etmez. Cinsi üremeyi önler. Dokulardaki parazitlere primakin daha etkilidir. Bu ilâçlar uygun kombinasyonlarda ve özel ekipler tarafından hastalara bizzat uygulanmaktadır.

Korunma: Sıtmayla mücâdelede en önemli hususlardan birisi sivrisineklerle mücâdeledir. Bunun için de en kıymetli yol anofel türlerini yok etmektir. Bu hususta dünyâda geniş çaplı ilk çalışma yirminci asrın başlarında Küba ve Panama bölgesinde başlatılmıştır. Bu eradikasyon (kökünü kazıma) neticesinde Küba’da 1899’da binde 999 olan hasta oranı 1908’de binde 19’a düşürülmüştür. 1939’da DDT’nin kullanılmağa başlanması başarıyı daha da arttırdı. 1946 yılında Dünyâ Sağlık Teşkilâtı sıtma eradikasyonunu geniş çaplı olarak ele almıştır.

DDT (Dichloro-diphenyl-trichloroethane) petrol içinde % 5 emülsiyon şeklinde evlere, ahırlara, kümeslere, püskürtülür. Yiyecekler, içecekler korunmalıdır. Bâzı tip anofeller DDT’ye karşı direnç kazanmışlardır. Bu yüzden yeni maddeler araştırılmaktadır. Bunlarla beraber bütün su birikintilerinin, bataklıkların kurutulması, nehirlerin, akarsuların düzenlenmesi gerekmektedir.

Ülkemizde sıtma eradikasyon çalışmaları 1926’dan bu yana ciddî sûrette ele alınmış ve başarı elde edilmiştir. Bu konuda 4871 sayılı kânun, çalışmaları disiplin altına almıştır. Sıtma, ihbarı mecbûri bir hastalıktır. Sıtma mücâdelesini, Sıtma Savaş Dispanserleri’nde özel eğitim görmüş ekipler ücretsiz olarak yürütmektedir.

1957’den sonra Dünyâ Sağlık Örgütünün plânlı çalışmaları ve dünyâ genelinde girişilen sıtma savaşı, dünyâda yaygın olarak seyreden bu hastalığı, hastalığa yakalananların sayısını, ölüm oranını gün geçtikçe azaltmaktadır. Türkiye’de sıtmayla savaş SSYB’ye bağlı Sıtma Savaş ve Eradikasyon Teşkilatı tarafından yürütülmektedir.

Bu ciddî çalışmaların netîcesi olarak 1970 yılında sıtma sayısı 1293 vak’aya kadar düşmüştür. Fakat “Sıtmayı ortadan kaldırdık” fikriyle çalışmaların bir ara duraklamasıyla, 1977’den sonra enfeksiyon sayısı birden artmış ve 28.849 kişi hastalanmıştır. Bu arada DDT’ye karşı direnç kazanan anofeller, hastalığı hızla yaymışlar, 1978’de 101.742 kişi hastalanmıştır. Bu târihten sonra sıkı bir aşılama kampanyası başlatıldı. Hastalık tamâmen yok edilemedi fakat hızlı yayılması önlendi. 1981’de ise bu rakam 53.403’tür. Türkiye’de daha çok Güneydoğu Anadolu, Çukurova Bölgesinde görülmektedir.

SITMA AĞACI

(Bkz. Ökaliptus)

SITMA OTU

(Bkz. Dövenotu)

SIVACI KUŞU (Sitta europea)

Alm. Kleiber (m), Fr. Sittèle (f), İng. Nuthatch. Familyası: Sıvacıkuşugiller (Sittidae). Yaşadığı yerler: Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın ormanlık bölgelerinde. Özellikleri: 16 cm boyunda ötücü kuşlar. Ağaç veya kaya kovuklarına yuva yapar. Yuva girişini çamurla sıvayarak küçültür. Çeşitleri: 18 türü bilinir. Mavi sıvacı kuşu, beyaz göğüslü sıvacı kuşu, kırmızı göğüslü sıvacı kuşu, cüce sıvacı kuşu meşhurlarıdır.

Sıvacıkuşugiller âilesinden, Avrupa, Asya ve K. Amerika ormanlarında yaşayan küçük ötücü bir kuş. Uzun olan parmak ve tırnaklarıyla ağaç gövdelerinde aşağı yukarı kolayca koşar. Kuyrukları kısadır. Ağaç kakanlar gibi kuyruklarından destek almazlar. Dik bir zeminde baş aşağı rahatça inebilir. Yuvalarını ağaçların veya kayaların dik kısımlarına açtıkları oyuklara yaparlar. Yuva ağzını çamurla sıvayarak küçük bir giriş deliği bırakırlar. Böylece yırtıcı kuşların yuvalarına girmelerini önlerler. Ağaçlarda gezinerek böcek, tırtıl ve tohum yerler. Fındık gibi meyvelerin kabuklarını sert ve keskin gagalarıyla rahatça kırarlar.

Amerika’da yaşayan kırmızı göğüslü sıvacı kuşu (S.canadensis) yuvasının ağzını çam sakızı ile sıvar. Çoğunlukla 4-6 adet kırmızı benekli beyaz yumurta yapar. Yalnız dişi kuluçkaya yatar. Kuluçka süresi 13-18 gün kadardır. Erkek, dişi ve yavruları dışardan getirdiği yiyeceklerle besler. Yavrular bir ay içinde yuvayı terk ederler.

Sıvacı kuşların çoğu arkadaş canlısı olup, tiz sesler çıkararak ormanlarda uçuşurlar. En iyi bilineni Avrupa ve Asya’nın kuzey ormanlarında yaşayan mavi sıvacı (S. europea) kuşudur. Sırtı gri mavi, kanatları kahverengi, karın altı boz sarısıdır. Ağaç kovuklarına yuva yapar ve girişini çamurla sıvar.

SİBERNETİK

Alm. Kybernetik (f), Fr. Cybernétique (f), İng. Cybernetics. Makina ve canlılarda, kontrol ve haberleşmenin şartlarını ve kânunlarını tespit eden bir ilim dalı. Yaşayan organizmalarla ve makinalarda kontrol ve haberleşme ile alâkalı ilimlerin karmaşıklığını ifâde etmek için kullanılmıştır. Kökü, eski Yunanca “Kubernetes” ve Lâtince “Gobernare”den gelmektedir. Her iki kelime de “sevk ve idâre” anlamına gelir. İlk defâ Amerikalı ilim adamı Norbert Wiener (1948) tarafından kullanılmıştır.

Târihi: Çeşitli sahalarda çalışan ilim adamları, aynı olaylar karşısında farklı isimler kullanmaktaydılar. İlimde aşırı ihtisaslaşma dolayısıyla, ilim adamları birbirinin dilinden anlamaz hâle gelmişlerdi. Bu durumdan yakınan bâzı ilim adamları özellikle Matematikçi Norbert Wiener ve Biyolog Arturo Resenblueth, ilim adamları arasında ortak noktaları bulup, çıkarmaya başladılar.

Bu sıralarda İkinci Dünyâ Savaşı başladı. Hedefini kendi kendine bulan, bir uçaksavar topunun yapılmasının mümkün olup olmadığı husûsunda yapılan araştırmalar, evvelce felsefenin işgâl ettiği yere tâlip bir “disiplin ilmi” olan “Sibernetik”in ortaya çıkmasına sebep oldu.

Sibernetik, canlılarla kendi kendini düzenleyen makinalar arasındaki çalışma benzerliklerini araştırır. Sibernetikte makina durum değiştirme, yâni transformasyon kâbiliyetinde olan her türlü dinamik sistem anlamına gelir. Transformasyon bir halden diğer bir hâle geçiştir. Gerek makinaların gerekse canlıların bütün faaliyetleri birer transformasyondan ibârettir.

Organize bir sistemdeki transformasyona sebep olan her türlü tesire informasyon denir. Bu sistemlerin kendilerinden ve dış ortamdaki değişikliklerden haberdar olmaları için, informasyon, yâni bilgi almaları gerekir. Organize sistemler aldıkları bu bilgi sonucunda çeşitli durum değişikliklerinden geçerek bir denge durumuna varmaya çalışırlar. Buna “homeostasis” adı verilir.

Organize sistemlerin elde ettikleri sonuçlar onlar için tekrar bir bilgidir. İşte, yapılan işin sisteme tekrar bağlanmasına geri-besleme (feed-back) denir. Kendi kendini ayarlayan bütün sistemlerde, meselâ vücud harâretini, sâbit tutan canlılarda, kan şekerinin belli sınırlar içinde tespit edilmesini sağlayan mekanizmada, göz bebeğinin ışığın şiddetine göre büyüyüp küçülmesi gibi olaylarda geri beslemeler söz konusudur.

İlk sibernetik âlimi Cizreli Ebü’l-İz el-Cezerî’dir. 1969 yılında İbrâhim Hakkı Konyalı tarafından, Kara-Amid Dergisinde (cilt 2, sayı 2) yayınlanan bir makaleden sonra, Türkiye’de tanınan bu âlim sekiz asır önce Türk saraylarının makinalaşmasını sağlamıştır. Diyarbakır’da hüküm süren Artuk Türkleri arasında yetişen Ebü’l-İz otomatik makinalar hakkında kitap yazmıştır. Kitabın orijinal ismi Kitâb-ül-Câmi-i Beyn-el-İlm-i vel-Amel en-Nafî-i fî Sınat-il-Hiyel’dir.

Topkapı Sarayı Üçüncü Ahmed Kütüphânesinde de bir nüshası bulunan bu eşsiz kitabı hangi sebeple yazdığını Ebü’l-İz şöyle açıklamaktadır:

“Ben bu kitabı, Artukoğullarından Diyarbakır hükümdarı Ebü’l-Feth Mahmûd ibni Karaaslan adına yazdım. Bu değerli hükümdarın babasına ve kardeşine 25 yıl hizmet ettim. Birgün, yaptığım makinalardan birini göstermiştim. O, bu işimi büyük bir ilgiyle tetkik etti. Bana; “Dünyâda eşi bulunmayan bir şey yaptın. Emeğin boşa gitmeyecektir. Bana bütün yaptıklarını gösteren bir kitap yaz!” dedi. Ben de bu kitabı yazarak, kendisine sundum. Kitabımı bir önsöz, 50 şekil ve 6 kısım üzerine kurdum.”

Bu kıymetli eserde Ebü’l-İz sekiz asır önce “Sibernetik’te denge durumu” veya “Elektronikteki ayarlama sistemleri” gibi, birçok ilgi çekici konuyu ele almıştır.

Her millet, Sibernetik târihinde kendi yetiştirdikleri bilginlerle övünmüşlerdir. Fransızlar bu konuda ünlü matematikçi Paskal ve ünlü düşünür Descartes ile öğünmektedirler. İngilizler ise aynı konuya bilgisayar biliminin babası sayılan Charles Babbage’in öncülük ettiğini ileri sürmektedirler. Almanlar ise Leibniz’i bu konuda en büyük önder olarak tanırlar.

Halbuki Ebü’l-İz bundan sekiz asır önce Otomatik Kontrol Bilimini kurmuş ve sistemler arasında denge durumları sağlamıştır. Genellikle hidro-mekanik güçten faydalanılmış, şamandıra ve palangalar arasında karşılıklı tesirde bulunma yoluyla çok ilgi çekici otomatik kontrol mekanizmaları geliştirmiştir.

Ebü’l-İz’in otomatik makinalar kitabındaki düzenlerden birisi otomatik abdest alma makinası’dır. Hükümdar Mahmud için geliştirilen bu düzende, abdest suyu otomatik olarak dökülmekte ve aynı şekilde durmaktadır. Ebü’l-İz’in kitabında, “Sultan Mahmûd’un hizmetçilerin abdest suyu dökmelerinden hoşlanmadığı için” kendisinin bu işi yapmak üzere makina adamlar ve makina tavus kuşları yaptığı, sultanın bu robotların döktüğü sudan abdest aldığını yazmaktadır.

Böyle bir kimse Türkiye’de pek az tanınmışken, hattâ kitabı Türkçeye bile tercüme edilmemişken, yabancılar bu kitabı bulmuş, incelemiş Donald Hill, “Al-Jaz’ari’s Book of Ingenious Mechanical Devices” Mekanik Hareketler Mühendisliği Bilgisi adıyla İngilizceye çevirmiştir. Donald Hill’in kitabı hakkında bilgi veren bir kaynak Ebü’l-İz için, “...On ikinci yüzyıl Müslüman mühendisliğinin doruğuna erişmiş kişi.” sözünü etmektedir.

Sibernetik konusunda çeşitli üniversite ve tıp fakültelerinde çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar sonunda, artık sibernetik ilim çevrelerinin olduğu kadar halkın da ilgilendiği bir ilim dalı hâline gelmiştir. Meselâ, günümüzde bilgisayar işlemleriyle beynin çalışmaları arasındaki ilgi her kesimin yakından bilgi sâhibi olduğu bir konu hâline gelmiştir.

SÎBEVEYH

Dilbilgisi âlimi. İsmi Amr, lakabı Sîbeveyh, meşhur künyesi Ebû Bişr olup, ayrıca Ebû Osman, Ebü’l-Hüseyin veya Ebü’l-Hasan’dır. Daha çok Sîbeveyh lakabıyla tanınır. Nesebi Ebû Bişr Amr bin Osman el-Kanber’dir. İran’ın Şîrâz yakınlarındaki Beydâ’da ve bir rivâyete göre de Ahvâz’da doğdu. Doğumuna 767 (H. 150), vefâtına da 809 (H.194) târihleri rivâyet edilir. Kabri Şîrâz’dadır.

İlim tahsili için Basra’ya gelen Sîbeveyh; hadis ve fıkıh ilmini öğrenmeye başladı. İlk hocaları Îsâ bin Ömer Sekafî, Hammâd bin Seleme ve Ebû Zeyd el-Ensârî’dir. Muhaddis, yâni hadis âlimi Hammad bin Seleme’nin huzûrunda hadîs-i şerîf okurken, bir kelimede hatâ yaptı. Çok utanıp, üzüldü ve önce nahv, yâni dilbilgisi ilmini öğrenmek lüzûmunu hissetti. Nahv öğrenmeye karar verip, nahvcı Halil bin Ahmed’in derslerine devam etmeye başladı.

Bu tahsili on beş sene kadar sürdü. Ayrıca Yûnus bin Habîb’den nahv, Ebü’l-Hattâb el-Ahfes, Nezr bin Şümeyl el-Mâzinî ve Müerric bin Amr es-Sedûsî’den lügat (sözlük) dersi aldı. Muhaddis Ali bin Nasr el-Cehzemî’den de okudu. Basra’da devrin en meşhûr nahv ve lügat âlimlerinden ders alması ve kâbiliyeti onu nahv ilminde söz sâhibi yaptı. Ders vermeye başladı. Ondan Ebü’l-Hasan el-Ahfaş ve Kurtub lakabını verdiği Muhammed bin el-Mustansir ders aldı.

Sîbeveyh, hayâtının sonlarına doğru Basra’dan Abbâsî Devletinin merkezi olan Bağdat’a gitti. Bağdat’ta Zenbûrî denen nahv ile ilgili meselelerdeki ihtilâflar üzerine, nahv ve lügat âlimi Kurrâ-i seb’a, yâni yedi meşhûr hâfızdan biri olan Ali bin Hamza Kisâî ile ilmî münâzarada bulundular.

Sîbeveyh, Bağdat’taki münâzaranın netîcesine çok üzülüp, Basra’ya sonra da memleketi İran’a döndü. İran’da vefât edip, Şîrâz’a defnedildi.

El-Kitâb, nahv üzerine yazılıp, zamânımıza kadar gelen ilk büyük eserdir. Birçok nahvci tarafından okunup, okutulmuş ve uzun zaman şerh, izah, sâdeleştirme, ikmâl ve tenkit şeklinde mürâcaat eseri oldu. El-Kitâb hakkında eserler yazılarak zamânımıza kadar muhâfaza edilip, üç defâ yayınlandı. Almanca’ya da tercüme edildi.

SİBİRYA

Rusya Federasyonunun, Ural Dağlarından Pasifik Okyanusuna kadar uzanan topraklarına verilen isim. Sibirya, Kazakistan Cumhûriyeti ve Orta Asya’yı meydana getiren diğer cumhûriyetleri de ihtivâ eder. Yaklaşık olarak 13 milyon km2 lik bir yüzölçüme sâhiptir. Sibirya bölgesinde 30 milyon insan yaşar. Kuzeyinde, Kuzey Buz Denizi, doğusunda Pasifik Okyanusu, güneyinde Kazakistan, Moğolistan ve Mançurya ve batısında Ural Dağları bulunur.

Sibirya esas olarak üç bölgeye ayrılır; Batı Sibirya, Doğu Sibirya ve Rusya Uzak Doğusu.

1. Batı Sibirya: Urallar ile Yenisey Nehri arasında yer alan Batı Sibirya bölgesi, ilk yerleşim alanıdır. Nüfûsun çoğunluğunun yaşadığı ve Sibirya arâzisi içinde en gelişmiş olan kısımdır.

Fizîkî yapı: Yarı çorak Kazakistan bölgesinde Kutup Denizine doğru uzanan büyük alçak yayla, Batı Sibirya’nın en tabiî fizikî özelliğidir. Bu yayla 2,5 milyon km2lik yüzölçümüyle dünyânın en büyük yaylalarından biridir. Umûmiyetle düz bir arâzidir. Kıyıdan 1600 km kadar içeride bulunan Omsk şehri deniz seviyesinden sâdece 82 m kadar yüksektedir. Fakat bu düzlük güneydoğuda Altay Dağları tarafından bozulur. Rusya Federasyonu sınırındaki bu dağların en yüksek noktası Beluka Tepesi, yaklaşık 4620 m’dir.

İklim: Genel olarak kara iklimi hüküm sürer. Kışları çok soğuk geçer. Yaz ve kış günleri arasındaki sıcaklık farklılığı oldukça yüksektir. Ortalama ocak ayı sıcaklığı Tomsk’da -21°C kadardır. Tomsk şehrinde kar yaklaşık 6 ay toprakta kalır.

Tabiî kaynaklar: Batı Sibirya’nın topoğrafik birliği toprak ve bitki örtüsü bakımından bozuktur. En kuzey tundra onun altında kozalaklı ağaçlardan meydana gelmiş ormanlar bulunur. Bu ormanlara tayga denir ve Batı Sibirya Yaylasının üçte ikisini teşkil eder. Batı Sibirya’nın güneyi, Altay Dağlarına kadar çeşitli türlerde steplerle örtülüdür. Altay Dağları Ob Nehrine ve onun kolu Irtysh’e kaynaklık yapar. Bu iki nehir Kuznetsk Havzasını meydana getirirler. Bu bölge Rusya’nın kömür kaynağı ve Sibirya’nın endüstri açısından kalbidir.

Nüfus, sosyal ve siyâsî hayat: Nüfusun büyük bir bölümü ağaçlıklı step bölgelerinde yaşar. Ruslar, Ukraynalılar, Finliler ve Türkler nüfusu meydana getiren etnik gruplardır. Türkler, Altay Dağları bölgesinde yaşayıp, avcılık ve çobancılıkla geçinirler.

İdârî olarak bir memlekete (Krai) ve 5 bölgeye (Oblast) ayrılmıştır. Bu altı idârî merkez şunlardır: Tyumen, Omsk, Nobosibirsk, Tomsk ve Kemerova bölgeleriyle Altay Karai.

Ekonomi: Batı Sibirya ekonomisi, tarım ve endüstriye dayanır. Kuznetsk Havzası kömür, demir filizi, petrol, tabiî gaz ve kereste açısından zengindir. Dolayısıyla demir ve çelik endüstrisi gelişmiştir. Yılda yaklaşık 100.000.000 ton kömür çıkarılır.

Tarım ürünleri arasında buğday başta gelir. Bundan başka yulaf, patates, şekerkamışı ve ayçiçeği yetiştirilir. Altay bölgesi, sığır ve koyun yetiştiriciliği bakımından çok önemlidir. Süt endüstrisi buralarda gelişmiş durumdadır.

Bölgenin demiryolları güneyde yer alır. Trans Sibirya demiryolu ana hattır. Bunun güneyinde Güney Sibirya demiryolu ve bu ikisi arasında, Orta Sibirya demiryolu bulunur. Ob ve Irtysh nehirlerinin buzlu sularının eridiği 6 aylık dönemde su ulaşımına müsâittir.

2. Doğu Sibirya:

Fizikî Yapı: Doğu Sibirya, batıdan doğuya 3000 km ve kuzeyden güneye 2500 km uzunluğundadır. Arâzinin % 75’i dağlık ve yüksek yaylalıktır. Yüzölçümü 4.125.000 km2dir.

İklim: Doğu Sibirya iklimi daha sert ve kuraktır. Sıcaklık çoğu zaman ortalama -40°C kadardır. Yılda 180 günü aşan dondurucu bir hava mevcuttur.

Tabiî kaynaklar: Doğu Sibirya’nın bir kısmı donmuş topraklarla, büyük bir bölümü tundralar ve taygalarla kaplıdır. Kereste hacmi yüksek bir bölgedir. Sibirya’nın en büyük su yollarından biri olan Yenisey Irmağının havzası, Doğu Sibirya içindedir. Su ulaşımına imkân verir. Aynı zamanda ülkenin su gücünün % 40’a yakın bir bölümü burada olduğundan hidroelektrik güç potansiyeli yüksektir. Mineral kaynakları bakımından çok zengindir. Batı Sibirya’nın iki misli kömür çıkarılır. Demir, altın, mika, kurşun, çinko, bakır, grafit, alüminyum ve elmas diğer önemli mâdenleridir.

Nüfus, sosyal ve siyâsî hayat: Nüfûsu en az olan bölgedir. Nüfûsun çoğunluğu yine tarım ve endüstriyle uğraşır. Trans-Sibirya demiryolu boyunca Ruslar yerleşmiştir. Ukraynalılar, Buryatlar (Moğol ırkından) ve Türkler diğer etnik gruplardır. Az sayıda Finliler de mevcuttur.

Siyâsî olarak, Doğu Sibirya 6 büyük bölgeye ayrılır: Bunlar Krasnoyarsk Krai (memleketi), Tuva Otonom Cumhûriyeti, Irkutsk Oblast (bölgesi), Buryat Otonom Cumhûriyeti, Chita Oblast (bölgesi) ve Evenki Millî Sahası (Okrug).

Ekonomi: Ekonomi büyük ölçüde endüstriye ve hidroelektrik santrallara bağlıdır. Irkutsk, Bratsk ve Krasnoyarsk santrallarından elde edilen gelirler endüstri alanına kaydırılır. Doğu Sibirya, Rusya’nın en önemli alüminyum üretici bölgesidir. Altın, nikel, kalay, tungsten, lityum ve berilyum endüstride kullanılan diğer mâdenlerdir.

Tarım ürünleri içinde daha çok buğday ve yulaf yetiştirilir. Hayvancılık gittikçe gelişmektedir. Avcılık, balıkçılık ve ormancılık diğer önemli gelir kaynaklarıdır.

Trans-Sibirya demiryolu hattı bu bölgenin de ana hattıdır. Bundan başka Ulan-Ude, Taishet-Ust-Kut ve Çin demiryolları da mevcuttur. Rusya-Çin demiryolu yaklaşık olarak 1160 km uzunluğundadır.

3. Rusya Uzak Doğusu: Rusya Uzak Doğu bölgesi Pasifik kıyısında, kuzeyde Bering Boğazı ve güneyde Kore arasında yer alır. Yaklaşık olarak 4000 km uzunluğundadır. Yüzölçümü 6.2 milyon km2 kadardır. Pasifik Okyanusu, Bering, Oknotsk ve Japon denizleriyle kıtaya girme yapmıştır. Kıyı bölgeler kıyıya paralel olarak dağlıktır. Bölge yedi karakteristik bölgeye ayrılabilir: Mavitime, Amur, Okhotsk, Kamçatka Yarımadası, Chukchi Yarımadası, Sakhalin Adası ve Lena Nehri Havzası.

İklim: Rusya Uzak Doğusu çoğunlukla muson ikliminin tesiri altındadır. Doğu Sibirya kaynaklı kış musonları soğuk ve kuru, denizden gelen yaz musonları ise nemli bir hava getirir. Chukchi Yarımadası ise tipik bir kutup iklimine sâhiptir. Bölgeden soğuk Kamçatka okyanus akıntısı geçmektedir.

Tabiî kaynaklar: Rusya Uzak Doğusunun kuzey kesimleri tundralarla kaplıdır. Diğer alanların çoğunluğu ormanlarla örtülüdür. Kuzeyde kozalaklı ağaçlar da bulunur. Güney bölgelerde geniş yapraklı ağaçlar daha çoktur. Sovyet Uzak Doğu bölgesindeki bu ormanlarda çok çeşitli türdeki hayvanlar yetişir. Yeraltı kaynakları bakımından çok zengin bir bölgedir. Bureya Havzası ve Vladi Vostok bölgeleri kömür yataklarına sâhiptir. Ayrıca kalay, demir, bakır, kurşun ve çinko da çıkarılır.

Nüfus, sosyal ve siyâsî hayat: Nüfûsun % 90’dan fazlası Rus ve Ukraynalıdır. Az sayıda yerli kabileler mevcuttur. 400.000 kadar Yakut Türkleri bu bölgededir. İdârî bakımdan yediye ayrılır. Kabarovsk Krai, Maritime Krai, Amur Oblast, Sakhalin Oblast, Kamçatka Oblast, Magadan Oblast ve Yakut Otonom Cumhûriyeti.

Ekonomi: Kendi kendini idâre eden bir ekonomik yapıya sâhiptir. Mâden ve îmâlât endüstrisi önemlidir. Altın, balık ve kürk en önemli ihraç ürünleridir. Yakut bölgesinde zengin elmas yatakları vardır. Tarım ürünleri ancak kendi ihtiyaçlarını karşılar. Başlıca ürünler: Buğday, arpa, yulaf, pirinç ve fasülyedir.

SİERRA LEONE

DEVLETİN ADI

Sierra Leone

BAŞŞEHRİ

Freetown

NÜFÛSU

4.373.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

71.740 km2

RESMÎ DİLİ

İngilizce

DÎNİ

Putperestlik, İslâm, Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ

Leone

Kuzeyde ve güneyde Gine, güneyde Liberya ile komşu olan Batı Afrika kıyısında bir cumhûriyet. 1961’de bağımsızlığına kavuşan Sierra Leone, 6° 55’ ve 10° kuzey enlemleriyle 10° 14’ ve 13° 37’ batı boylamları arasında yer alır.

Târihi

Sierra Leone topraklarına ilk giren Avrupalılar, Portekizliler oldu. On beşinci yüzyılda ticâret için kıyıdaki dağları aşarak iç kesime kadar gittiler. Fakat yerleşme merkezi kurmadılar. On altıncı yüzyılda Avrupalılar ülkeden köle satın almaya başladılar. Üç asır boyunca ülke insanları esir ticâretiyle mücâdele ettiler. 1787 yılında İngilizler Hıristiyanlığı ve kendi kültürlerini yaymak için 2000 azad edilmiş Afrikalıyı Freetown şehrine yerleştirdiler. Yerleşme merkezi 1808’de İngiltere’nin bir sömürgesi hâline getirildi. 1896’da İngiltere Sierra Leone’nun iç kesimini himâyesine aldı. 1924’te ilk olarak sömürgede yaşayanlara Yasama Konseyinde üç temsilci seçme hakkı tanındı. 1951’de İngiltere sömürge ve himâyeye aldığı topraklarda iktidarı çoğunluk partisine veren anayasa düzenledi. Bu anayasa bağımsızlığa doğru adım atılmasına imkân verdi. 27 Nisan 1961’de Sierra Leone bağımsızlığını îlân etti. 19 Nisan 1971’de, girişilen askerî bir darbeden sonra, Sierra Leone Cumhûriyet oldu. 1978’deki referandumla tek partili devlet sistemine geçildi. Tek parti yönetimi altında yaşanan ekonomik bunalım ve muhâlefetin çok partili sisteme dönüş yolundaki baskıları neticesinde hazırlanan yeni anayasa 1991 Ağustosunda halk oylamasıyla kabul edildi. Ayrıca 1992’de seçimlere gitmek için geçici bir hükümet kuruldu. Fakat Liberya’daki iç savaştan kaçanların başlattığı kanlı çatışmalar, demokrasiye geçişi uzattı. Nisan 1992’de 30 subayın düzenlediği darbenin ardından Başkan Tümgeneral Joseph Saidu Girne’ye kaçmak mecburiyetinde kaldı. Devlet on sekiz kişilik bir devlet konseyi tarafından idâre edilmektedir. İç karışıklıklar hâlâ sürmektedir (1993).

Fizikî Yapı

71.140 km2lik bir yüzölçüme sâhip olan Sierra Leone’nin, Atlas Okyanusunda 340 km’lik bir kıyıya sâhiptir. Ülke topraklarına Sherbro, Banana ve Turtle adaları gibi kıyının yakınındaki adalar da dâhildir.

Kıyı, genellikle mangrov bataklıklarından meydana gelmiştir. Bunu içeriye doğru 100 km kadar uzanan bir ova tâkip eder. Kuzeyde ve doğuda yüksekliği ortalama olarak 300 ilâ 600 m değişen yayla bölgesi bulunur. Yayla üzerinde yüksekliği 1800 m’yi aşan birçok tepeler mevcuttur. Sierra Leone’nun en yüksek noktası olan Bintamini Tepesi (1948 m) Loma Dağları üzerindedir.

Sierra Leone’dan on ikiden fazla nehir, Atlas Okyanusuna dökülür. Nehirler denize döküldükleri yerlerde büyük ölçüde bataklıklar meydana getirirler. Ülkenin başlıca nehirleri, kuzeyde Great Scarcies ve Little Scarcies, güneyde Sewa ve Moa nehirleridir.

İklim

Ülkede tropikal bir iklim hüküm sürer. Yıllık sıcaklık ortalaması 26°C civârındadır. Nemlilik genellikle yüksek olup, kıyıda yağış fazladır. Bilhassa Sierra Leone Yarımadasında yıllık yağış ortalaması 5000 mm’yi aşar Freetown’da yıllık yağış 3000 mm civârındadır. Kuzeydoğuda ise daha azdır. Yağışın üçte ikisinden fazlası haziran ve eylül ayları arasında düşer.

Tabiî Kaynaklar

Sierra Leone’nun büyük kısmı, Batı Afrika cengeli (sık orman) içinde kalır, güneyde çalılık ve palmiye ağaçlı geniş arâziler bulunur. Kuzeydeki yüksek ve kurak arâzilerde, sığır yetiştirilmesine imkân veren otlaklar bulunur. Ülkede önemli ölçüde elmas ve demir mâdeni bulunur. Ayrıca bir miktar boksit ve titanyum dioksit de çıkarılmaktadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

3.957.000 nüfuslu Sierra Leone’da 18 değişik etnik grup bulunmaktadır. Bunların en önemlileri esas îtibâriyle, güneyde yaşayan Mende ve kuzeyde yaşayan Temnedir. Bu iki etnik grup nüfûsun % 60’ını meydana getirir. Diğer önemli gruplar Limba, Kon, Koranko, Sherbro, Susu, Loko, Mandingo ve Fulanidir. Azad edilmiş Afrikalıların soyundan gelenler şehir ve civarlarında yaşamaya devam etmektedir.

Ülke nüfûsunun büyük çoğunluğu köylerde yaşamaktadır. En büyük şehir 500.000 nüfuslu başşehir Freetown’dır. Diğer önemli şehirler Bo, Kenema ve Makeni’dir.

Sierra Leone halkının büyük çoğunluğu (% 54) putperesttir. Geri kalan % 40’ı Müslüman, % 6’sı Hıristiyandır. İngilizce, ülkenin resmî dilidir. Güneydeki halk büyük ölçüde Mende dilini konuşur. Kuzeyde ise çoğunlukla Temne dili kullanılır. Eğitim düşük seviyede olup, okuma-yazma oranı % 15’tir. Devletin ve özel kuruluşların okulları bulunmaktadır. Bir üniversiteyle iki yüksek okul vardır.

Siyâsî Hayat

Sierra Leone’da tek partili cumhûriyet sistemi bulunmaktadır. Ülke üç eyâlet ve Freetown şehrini ihtivâ eden bir idârî bölgeye ayrılmıştır. Sierra Leone, İngiliz Milletler Topluluğunun (Commenwealth of Nations) bir üyesidir. Afrika Birliği Teşkilâtı içerisinde bloksuzluk siyâseti tâkip etmektedir.

Ekonomi

Sierra Leone’da çalışan nüfûsun % 75’i tarımla uğraşır. Tarım ürünleri brüt millî hâsılanın üçte birini sağlar. Ülkede yetiştirilen belli başlı bitkiler kakao, kahve, hurma, pirinç ve zencefildir. Bu bitkiler pirinç hâriç, ihraç edilmektedir.

Ticârî ekonomi büyük ölçüde mâdenî zenginliklerin işletilmesine bağlıdır. İhrâcâtın yaklaşık % 60’ını elmas mâdeni teşkil eder. Demir cevheri ikinci önemli ihraç malıdır. Ayrıca bir miktar boksit ve titanyum dioksit mâdenciliği de gelişmiştir.

Sierra Leone; karayollarını uzatmakta ve iyileştirmektedir. Karayollarının uzunluğu 14.500 km’dir. Yetersiz ölçüdeki bir demiryolu başşehir Freetown’ı Makeni ve Pendembu’ya bağlamaktadır. Demir cevheri özel bir demiryolu ile Pepel Limanındaki gemilere yüklenir. Ülkenin milletlerarası havaalanı Lungide’dir. Freetown buraya, geniş Rokel Nehri ağzı üzerinden feribotla bağlanır. Ülkede her ne kadar pekçok nehir varsa da ulaşımda faydalanılamamaktadır. Aksine nehirler yanlara doğru yapılan ulaşımı büyük ölçüde engellemektedir.

Batı Afrika kıyısındaki en güzel tabiî limanlarından biri Freetown’dadır. Denizyolları şehri, İngiltere, Avrupa, Japonya ve Amerika limanlarına bağlar. Sierra Leone, malların çoğunu İngiltere’ye ihraç eder. Yaklaşık ithâlâtın % 30’unu da bu ülkeden yapar. Japonya, ABD ve Avrupa ülkeleri ticâret yaptığı diğer önemli ülkelerdir. Afrika ülkeleriyle pek az ticâret yapar.

SİGARA

Alm. Zigarette (f), Fr. Cigarette (f), İng. Cigarette. Kâğıda yuvarlak şekilde sarılmak sûretiyle hazırlanmış, taşınması ve kullanılması kolay, ince kıyımlı ve yumuşak içimli tütün. Sigaranın ortaya çıkması tütünün çeşitli şekillerde içilmesinden sonra olmuştur. Önceleri tütünün sebze yapraklarına sarılmasıyla yapılan sigara, Fransa’da Seville dilencilerinin izmaritlerin tütününü kâğıtlara sararak içmesiyle yeni bir şekil almıştır. İnce özel kâğıtlar îmâl edildikten sonra, tütün elle bu kâğıtlara sarılmaya başlandı. Sigarayı elle sarmak zor olduğu için zamanla sigara makinası üzerinde çalışmalar olmuş, 1861 ve 1875 yıllarında sigara îmâl eden makinalar yapılmıştır. Daha sonra fabrikalar kurulmuştur. Sigaranın kalitesini arttırmak yönünden paketleme ve filitreleme usûllerinde yenilikler getirilmiştir.

Toplandıktan sonra kurutulan tütünler, üç sene kadar depolarda kendi hâline bırakılır. Sonra sigara fabrikalarında tütün tozundan arıtılarak özel nemlendirme odalarında işleme tâbi tutulur. Seri hâlde nemlendirme ve kurutma devam eder. Daha sonra tamburlar içinde döndürülerek yapılacak sigaranın türüne göre, çeşitli kalitedeki tütünler harmanlanır. Bu karışık tütün tekrar özel nemlendirme odalarında bekletilir. Bu tütün döner bıçaklarla çok ince bir şekilde kıyılır. Kıyıldıktan birkaç gün sonra, silindir tüp hâline getirilmiş kâğıtlar içine otomatik olarak doldurulur. İki sigara önce filitreye tutturulur, sonra ikiye bölünür. Standard bir sigara makinası dakikada ortalama 1200 sigara hazırlayabilir. Bu makinalarda sigaraların yirmişerli paketli selofanlı hâle gelmesi çok kısa sürede olur. Her sigarada tütünün gevşekliği ışınla kontrol edilerek, bütün sigaraların eşit olması sağlanır.

Sigaranın asıl kısmı tütün olduğu için, dumanı nikotin ve katran ihtivâ eder (Bkz. Tütün). Sigaranın katranını azaltmak için evvelâ kaliteli tütün seçilir. Îmâlat esnâsında ise uzun ince ve filitreli olarak yapılır. Sigaranın yanan ucu ile ağız arasındaki mesâfe ne kadar çoksa vücuda o kadar az nikotin gider. Kuru tütünler yaşlardan fazla; hızlı çekenler yavaş çekenlerden fazla; ciğere çekenler dudak tiryakilerinden fazla nikotin alırlar.

Türkiye’de sigara üretimi Tekel idâresi ve özel şirketler tarafından sürdürülmektedir. Tütün cinsine göre muhtelif isimler altında sigaralar vardır. Maltepe, Samsun, Silahlı Kuvvetler, Meltem, Bafra, Tokat, Bitlis, Yeni Harman, Tekel 2000 en çok satılan sigara türleridir.

Sigara içilip içilmemesi Avrupa, Amerika ve bütün memleketlerde, çeşitli açılardan ele alınarak incelenmektedir. Amerika’da sigara içenlerin çoğunluğunun orta tabaka altındaki şahıslar olduğu istatistik kayıtlarla tespit edilmiştir. Amerika ve Avrupa şehirlerinde otobüs, tren ve uçaklarda sigara içenlerle içmeyenler ayrı yerlerde oturmakta, bunu sağlamak için kolay görülebilecek yerlere îkaz yazıları ve resimleri konulmaktadır. Sigara sarfiyatını azaltmak için ekonomik, eğitim ve sınırlama şeklinde tedbirler alınmaktadır.

Osmanlılarda içilmeye başlandığı 17. asır başlarından günümüze kadar, tıbbî zararları yanında dînî hükmünün ne olduğu hakkında pekçok şeyler söylenmiştir. İslâm âlimlerinden haram, mekruh, mübah diyenler olmuştur.