SIĞA
Alm. Kapazität (f), Fassungsvermögen (n), Fr. Capacité (f), İng. Capacity. Bir iletkenin veya kondansatörün elektrik yükü alma kâbiliyeti. Kapasite de denilmektedir. Bir iletkene Q yükü verildiğinde iletken V potansiyel kazanırsa bu iletkenin sığası, Q yükünün V potansiyeline oranıdır (C= Q/V). Sığa, bu formülden, birim potansiyele düşen elektrik yükü olarak da târif edilebilir.
Küre şeklindeki bir iletkenin sığası ortamın dielektrik katsayısı (Є) ile kürenin R yarıçapının çarpımına eşittir (C= Є.R). C.G.S. sisteminde Є =1 olduğu için kürenin yarıçapı sığasına eşittir (C=R).
Bir kondansatörün sığası, bir kondansatör üzerinde bulunan yük, armatürleri (iletkenleri) arasına uygulanan potansiyel farkına bölünerek hesaplanır. Düzlem kondansatörde birbirine paralel iki iletken levha (armatür) ve aralarında bir yalıtkan (dielektrik) madde vardır. A yüzeyli ve yalıtkan kalınlığı d olan kondansatörün sığası,
Є.A
C = ――
4p.d
dir. Є burada ortamın dielektrik katsayısıdır.
Sığa birimleri: C.G.S. sisteminde elektrostatik sığa birimi (cm) veya stat farad’dır.
Düzlem kondansatörde A: cm2, d: cm alınırsa, C: cm çıkar.
M.K.S. sisteminde ise A: m2, d: m alınır ve C: farad çıkar. Bir kondansatörün iki armatürü arasına bir voltluk bir gerilim uygulandığında bu kondansatör bir Coulomb’luk elektrik yüküyle yükleniyorsa sığası 1 faraddır. 1 Farad= 9.1011 cm [stat farad].
(Bkz. Amber Ağacı)
Alm.Star (m), Fr. Etourneau (m), İng. Starling. Familyası: Sığırcıkgiller (Sturnidae). Yaşadığı yerler: Asya, Avrupa ve Afrika’nın yerlileridir. Şimdi hemen hemen dünyânın her bölgesinde bulunur. Özellikleri: Serçeden iri, uzun gagalı, kara tüylü kuşlar. Sürüler hâlinde gezer. Böcek, tahıl, meyve yer. Çeşitleri: 120 kadar türü vardır. Âdi sığırcık, pembe sığırcık, mino, kurtkıyan meşhurlarıdır.
Sığırcıkgiller familyasından, serçeden iri, uzun gagalı, sürü ile gezen, ötücü bir kuş. Asya, Avrupa ve Afrika’dan bütün dünyâya yayılmışlardır. Boyları 18-43 cm arasında değişen yüzden fazla türü vardır.
Yurdumuzda görülen âdi sığırcık (S. vulgaris) 21 cm’dir. Siyah tüyleri erguvan ve yeşil parıltılıdır. Uzun ve sivri kanatlarıyla iyi uçar. Besin aramak için yerde sıçrayarak gezer. Böcek, salyangoz, tahıl ve meyve yer. Solucan bulmak için gagalarıyla toprakta, delikler açar. Tarlalarda, park ve ormanlarda ağaçlara veya tabii kovuklara yuva yapar. Uzun gagalarıyla öldürdükleri kuşların yuvalarına da yerleşirler. Gürültücü kuşlardır. Şehirlerin içlerine kadar girer, binâların çıkıntılarına tünerler. İnsana rahatça alışır, hayvan seslerini taklit ederler. Yaşadıkları yere göre göçmen, gezgin ve kalıcı olanları vardır. Kışın İstanbul ve çevresinde çok görülürler. Açık mavi renkli 3-5 yumurta yumurtlarlar. Erkek ve dişi sırayla kuluçkaya yatar. Çekirgeyle beslenenlerin dışında çoğu meyvelere ziyan yaptıklarından çiftçiler tarafından sevilmez. Semiz oldukları zaman etleri oldukça lezzetlidir. Çekirge kuşu da denir.
(Bkz. Hodan)
Alm. Wollkraut (n), Fr. Moléne (f) bouillon blanc, İng. Mullein. Familyası: Yüksükotugiller (Scrophulariaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Bütün Anadolu.
Haziran-ağustos aylarında parlak sarı renkli çiçekler açan 20 ilâ 150 cm boylarında iki yıllık otsu bir bitki. Daha çok ekilmemiş yerlerde ve yol kenarlarında bulunur. Gövdeleri dik bâzan dallanmış ve yünümsü tüylerle kaplıdır. Yapraklar gövdenin alt kısımlarında rozet hâlinde dizilmiş olup, yünümsü tüylüdür. Gövdedeki yapraklar ise sapsızdır. Çiçekler gövdenin ucunda sık veya seyrek, az veya çok uzun bir salkım durumda toplanmışlardır. Çiçeklerin çanak ve taç yaprakları beşer parçalıdır. Meyveler yuvarlakça olup, çok tohumludur.
Kullanıldığı yerler: Çiçekleri müsilaj, uçucu yağ ve glikozitler taşır. Balgam söktürücü ve göğüs yumuşatıcı olarak kullanılır. Bâzı sığır kuyruğu türlerinin tohumları Saponin taşıdıklarından dolayı balıklar için zehirli olup, balık avlamada kullanılır. Bitkinin yaprakları da terletici, balgam söktürücü, idrar arttırıcı ve kabız edici olarak kullanılır.
Türkiye, sığır kuyruğu türleri bakımından çok zengin olup, takriben 200 kadar tür bulunmaktadır.
Alm. Büffeln (m), Fr. Buffles (m.pl.), İng. Buffalos. Familyası: Boynuzlugiller (Bovidae). Yaşadığı yerler: Dünyânın hemen hemen her tarafında. Özellikleri: Geviş getiren, ot yiyen hayvanlar, üst çenelerinde kesici diş bulunmaz. Et, süt, deri, gübre ve gücünden faydalanılır. Ömrü: 20-25 yıl. Çeşitleri: Evcil boğa, Tibet sığırı, Misk sığırı, Hint mandası gibi türleri mevcuttur.
Memeli hayvanların çift parmaklılar (Artiodactyla) takımının, boynuzlugiller (Bovidae) familyasına giren bir alt familyası. Çoğunlukla evcil olan, kaba ve hantal yapılı, kuyrukları püsküllü, boynuzlu büyükbaş hayvanlardır. Mîdeleri dört gözlü olup geviş getirirler. Üst çenelerinde kesici dişleri bulunmaz. Otları alt çenelerinin dişleriyle keserler. Boynuzları dâimîdir. Kırıldığında bir daha yeniden sürmez. Boğa (Bos taurus), Tibet sığırı (B. grunniens), Hint mandası (Buffelus bubalus), Misk sığırı (Ovinus moschatus), Banteng (Bibos banteng), Yaban sığırı (B. gaurus) iyi bilinen türleridir.
Sığır kelimesi, halk arasında geniş mânâda geviş getiren, etinden, sütünden ve hizmet hayvanı olarak faydalanılan “büyükbaş” evcil hayvanlar için kullanılır. Dar mânâda ise, evcilleştirilen ve etinden, sütünden veya gücünden faydalanılan ve birçok soyu üretilen “evcil boğa” (Bos taurus)dır. Sığırın doğumundan altı aylığa kadar olan erkek ve dişi yavrularına buzağı; altı aylıktan bir yıllığa kadar olanlarına dana; bir yaşını geçen dişisine düve, erkeğine boğa; inenmişe (burulmuşuna) tosun; yavrulayan dişiye inek; işe koşulan tosuna öküz denir.
Boğa damızlık olarak, öküz ise iş ve besi hayvanı olarak kullanılır. Ortalama 800 kg gelebilen öküz, 4500 kg’lık yükü rahatça çekebilir. Traktörün giremediği yerlerde zirâatın temel direğidir. Sığırların eti ve sütü insan için en iyi bir besin kaynağı olduğu gibi derisinden de gön ve kösele yapılır. Boynuz ve kemikleri sanâyide, gübresi tarlalarda kullanılır. Yayıldıkları mer’ayı at, keçi ve koyun gibi kuvvetten düşürmez, düzenli otlayarak bilakis ıslahına sebep olurlar. Tibet’te olan hörgüçlü ve bol kıllısına “Yak” veya “Tibet öküzü” denir. Süt ve eti için ıslah edilmiş birçok sığır soyu vardır. (Bkz. İnek)
Alm.Belagerungszustand (m), Fr. Etat (m) de Siége, İng. Martial law. Savaş, savaşı gerektirecek durum, ayaklanma, vatanın ve milletin bölünmezliğini tehlikeye düşüren hareketlerin yaygınlaşması gibi anayasada belirtilen, Bakanlar Kurulunun yurdun bir veya birkaç yerinde uygulamaya karar verdiği, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasını geçici bir süre için sınırlayan veya tehir eden ve mülkî idâre ve zâbıtanın yerine askerî bir idâre ve zâbıtayı getiren idâre şekli; örfî idâre.
Sıkıyönetim, demokrasinin verdiği hürriyetin demokrasi aleyhine kullanılmasına mâni olmak için çıkan bir idâre tarzıdır. Demokrasinin yeniden sıhhat bulması için, demokrasinin getirdiği serbestliklerin bir kısmı demokrasi sıhhata kavuşuncaya kadar sınırlanır. Sıkıyönetim, tabiî âfet, salgın hastalık, ağır ekonomik bunalımlar ve sıkıyönetimi gerektiren hallerin daha hafifinin meydana gelmesi durumlarında îlân edilen “Olağanüstü Hal”den farklıdır. Sıkıyönetimde yetki askerî makamlarda, olağanüstü halde ise mülkî makamlardadır. Olağanüstü halde sıkıyönetim mahkemeleri yoktur.
Sıkıyönetim, sâdece maddî düzen ve güvenin sağlanması ile ilgili olduğundan; ülkenin her yerinde değil, yalnız kamu düzeni bozulan bir veya birkaç bölgesinde îlân edilir. Gerekirse tamâmında da îlân edilebilir. Anayasa sınırları içinde ve önceden tespit edilen kurallara göre uygulanan hukûkî bir rejimdir. Bu yüzden, hukuk devleti ilkeleriyle uyuşmayan “polis devleti” ile hiçbir benzerliği yoktur. Sıkıyönetimle ilgili herşey kânunla düzenlenmiş, keyfiliğe yer bırakılmamıştır. Sıkıyönetimin bütün işleri yargı denetimine tâbidir. Fakat alınacak tedbir ve kararlarda, sıkıyönetim komutanına geniş takdir yetkisi tanınmıştır.
Türk kamu Hukûkuna Sıkıyönetim, 1876 Anayasası ile girmiştir. Cumhûriyet döneminde, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında sıkıyönetimin hangi hallerde ve nasıl uygulanacağı belirtilmiştir.
Sıkıyönetim, 1982 Anayasasının 122. maddesine göre 1402 sayılı Sıkıyönetim Kânunuyla düzenlenmiştir. 1982 Anayasası, 1961 Anayasasına göre sıkıyönetimin yetkisini arttırmıştır. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kânunu’nun bâzı maddeleri 1982 Anayasası’nın emirleri doğrultusunda, 1982 târihli, 2766 sayılı kânun ve 1983 târihli, 2836 sayılı kânunla değiştirilmiştir.
1982 Anayasası’nın 122’nci maddesi, Sıkıyönetim ve Seferberlik başlığını taşır ve şöyle der:
“Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal îlânını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hâli, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya cumhûriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı aşmamak üzere, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim îlân edilebilir. Bu karar derhal Resmî Gazete’de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı hâlinde değilse, hemen toplantıya çağrılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekli gördüğü taktirde, Sıkıyönetim süresini kısaltabilir, uzatabilir veya sıkıyönetimi kaldırabilir.
Sıkıyönetim süresinde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, sıkıyönetimin gerekli kıldığı konularda kânun hükmünde kararnâme çıkarabilir.
Bu kararnâmeler, Resmî Gazete’de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Bunların meclisçe onaylanmasına ilişkin süre ve usûl içtüzükte belirlenir.
Sıkıyönetimin her defâsında dört ayı aşmamak üzere uzatılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bağlıdır. Savaş hallerinde bu dört aylık süre aranmaz.
Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği, idâre ile olan ilişkileri, hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya durdurulacağı ve savaş veya savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi hâlinde, vatandaşlar için getirilecek yükümlülükler kânunla düzenlenir.
Sıkıyönetim Komutanları, Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak görev yaparlar.”
Sıkıyönetim Komutanlığı: Sıkıyönetim îlân edildiği bölgede, kânun hükümlerini uygulamak için, en az kolordu veya eşit kıta komutanlığı görevi yapmış veya hâlen yapmakta olan bir komutan; Genelkurmay Başkanlığının teklifi, Millî Savunma Bakanının uygun bulması, Başbakanın imzâlaması ve Cumhurbaşkanının onayladığı bir kararnâmeyle Sıkıyönetim Komutanı olarak tâyin edilir. Görev ve yetki yönünden Genelkurmay Başkanı ve Başbakana karşı sorumludur. Sıkıyönetim Komutanına, bölge ve olay durumuna göre yeteri kadar yardımcı verilir. Bunlara Sıkıyönetim Komutan Yardımcıları denir.
Sıkıyönetim Komutanı, kendi görev bölgesindeki genel güvenlik ve kamu düzeni için olağanüstü bâzı tedbirler alma yetkisine sâhiptir. Mesken, dernek, siyâsî parti, kulüp, sendika binâları; işyeri, tüzel kişi olan kurum ve kuruluşları; kapalı ve açık yerleri; mektup, telgraf, telefon gibi haberleşme araçlarını; kişilerin üzerini, herhangi bir talep veya izne gerek duymadan arayabilir. Delil niteliğinde olan eşyâya el koyabilir. Radyo, televizyon, gazete, kitap, dergi, film, broşür, afiş vs. üzerine sansür koyabilir. Matbaaları kapatabilir. Şüpheli ve zararlı görülenleri, bâzı suçla sabıkalı bulunanları sıkıyönetim bölgesi dışına çıkarabilir.
Grev ve lokavtı yasaklayabilir veya izne bağlayabilir. Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşünü yasaklayabilir. Dernek ve kuruluşların çalışmalarını durdurabilir. İzne bağlayabilir. Zarurî ihtiyaç maddelerinin îmâlini, depolanmasını, naklini kontrol edebilir. Kahvehâne, gazino, sinema vs. gibi eğlence yerlerini denetler, gerekirse kapatabilir. Kara, deniz ve hava trafiğini düzenleyici tedbirler alabilir. Bölgeye giriş çıkışı sınırlandırabilir. Gerekirse sokağa çıkma yasağı da koyabilir.
1402 sayılı kânunun 1982 Anayasası’nın kabülünden sonra değiştirilen maddeleriyle komutana gerekli gördüğü memurları görevden elçektirme yetkisi verilmiştir. Bu değişiklikler, Sıkıyönetim Komutanının yetkilerini arttırmıştır.
Sıkıyönetim Mahkemeleri: Sıkıyönetim bölgesinde görevlendirilen askerî mahkemelerdir. Bu mahkemelerde, Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı tarafından seçilen yeterli sayıda, adlî müşâvir, askerî hâkim, askerî savcı ve bunların yardımcıları görevlendirilir. Sıkıyönetim askerî mahkemeleri göreve başlayıncaya kadar, suç işlenen yerlerde bulunan askerî savcılar ve bunlar yoksa cumhûriyet savcıları, sıkıyönetim askerî mahkemesi savcılarının görevini de yaparlar. Türk Cezâ Kânunu’nda yazılı devletin şahsına karşı işlenen suçlar, kamu düzenini bozan yangın çıkarma, ulaşımı engelleme, yağma, yol kesme suçları, silahlı kuvvetler aleyhine işlenen suçlar, sıkıyönetim yasaklarına uymamaktan doğan suçlar gibi kânunda belirtilen suçlara bu mahkemelerde bakılır. Bu gibi suçlara el koyan yetkili makamlar, hazırlık soruşturması evrakını hemen, sıkıyönetim komutanına gönderir. Komutan da evrâkı ya komutanlık nezdindeki sıkıyönetim savcılığına veya genel hükümler çerçevesinde işlem yapılmak üzere ilgili makama gönderir. Sanıkların mahkemelere sevk ve tutuklanmalarına komutan yetkilidir. Karar verilinceye kadar sanıklar göz altında tutulur (en fazla 45 gün).
Sıkıyönetim mensuplarının işlediği suçlara da sıkıyönetim mahkemelerinde bakılır.
Sıkıyönetim Komutanlığı emrine uymama suçları ayrıca cezalandırılır. Sıkıyönetim mahkemelerince verilen hürriyeti bağlayıcı cezâlar, para cezasına çevrilemez. Bâzı resmî ve sivil yüksek makam sâhiplerinin (general, müsteşar, anayasa mahkemesi üyesi vs. gibi) kavuşturmaları yetkili kurul ve makamlarının izni ile olabilir. Kânunların izne tâbi tutmadığı suçlular hakkında, sıkıyönetim komutanlığı da izin almadan kovuşturma yapabilir.
Sıkıyönetim mahkemelerinin temyiz yeri Askerî Yargıtay olup, sıkıyönetimden gelen dosyalara öncelikle bakmak mecbûriyetindedir.
Türkiye’de Îlân Edilen Sıkıyönetimler
-Doğu’da Şeyh Said ayaklanması üzerine (Muş, Bingöl, Elazığ- Siirt, Diyarbakır, Mardin, Tunceli, Urfa, Bitlis, Van, Hakkâri, Malatya, Erzurum illerinde) 24.2.1925-23.12.1927.
-Kubilay olayı üzerine (Menemen, Manisa ve Balıkesir’de) 1.1.1931-9.3.1931.
-İkinci Dünya Savaşı üzerine (İstanbul, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli’nde) 20.11.1940-23.12.1947
-6/7 Eylül olayları üzerine (İstanbul, Ankara ve İzmir’de) 7.9.1955-7.6.1956
-1960 öğrenci olayları 27 Mayıs hareketi üzerine (İstanbul ve Ankara’da) 28.4.1960-1.12.1961
-20/21 Mayıs olayları üzerine (İstanbul, Ankara ve İzmir’de) 21.5.1963-20.7.1964
-15/16 Haziran işçi olayları üzerine (İstanbul, Kocaeli merkez ve Gebze’de) 16.6.1970-16.9.1970
-12 Mart hareketinin ardından (İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, İzmir, Eskişehir, Ankara, Adana, Hatay, Diyarbakır ve Siirt illerinde) 26.4.1971-26.9.1973
-Kıbrıs Harekâtı üzerine (İstanbul, Ankara, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Antalya, Muğla, Adana, İçel ve Hatay illerinde) 20.7.1974-2.9.1975
-Irak iç savaşı sebebiyle (Diyarbakır, Hakkâri, Mardin ve Siirt illerinde) (TBMM onaylamadı) 27.3.1975-27.3.1975
-Yaygın şiddet hareketleri üzerine (Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kahramanmaraş, Kars, Malatya, Sivas, Urfa, Adıyaman, Hakkâri, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Tunceli, İzmir, Hatay, Ağrı illerinde) 26.12.1978-12.9.1980
-12 Eylül hareketi üzerine (bütün yurtta) 12.9.1980-19.7.1987
(Bkz. Akraba)
Alm. Braunwurz (f), Fr. Scrofulaire (f), İng. Figwort. Familyası: Yüksükotugiller (Scrophulariaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.
30-100 cm boylarında, mayıs-temmuz ayları arasında sarımsı-yeşil veya kahverengi çiçekler açan, otsu bitkiler. Yapraklar karşılıklıdır. Çiçekler küçük ve küre şeklinde olup, iki dudaklıdır.
Kullanıldığı yerler: Bitki bâsur memelerine ve deri hastalıklarına karşı kullanılır. Yara iyi edici özelliğe sâhiptir.
Cehennem üzerine kurulmuş bir köprü. Âhirette, mahşer yerindeki hesaptan sonra, bütün insanlar Sırat Köprüsüne gönderilecektir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mükellef (sorumlu) olan bütün insanlar, sıratın üzerinden geçecektir. Sırat, lügatta “yol, geçilecek yer, köprü” mânâlarındadır.
Sırat Köprüsü deyince, bildiğimiz köprüler gibi sanmamalıdır. Nitekim, sınıf geçmek için, imtihan köprüsünden geçilir denir. Her talebe imtihan köprüsünden geçer. Hepsi buradan geçtiği için, köprü denir. Halbuki imtihanın, köprüye benziyen hiçbir tarafı yoktur. İmtihan köprüsünden geçenler olduğu gibi, geçemeyip yuvarlananlar da olur. Fakat bu, köprüden denize yuvarlanmağa benzemez. İmtihan köprüsünün nasıl olduğunu, buradan geçenler bilir. Sırat Köprüsünden de herkes geçecek, bâzıları da geçemeyip, Cehennem’e yuvarlanacaktır. Fakat, bu köprü ve buradan geçmek ve Cehennem’e düşmek, dünyâ köprüleri gibi ve imtihan köprüsü gibi değildir. Bunlara hiç benzemez.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Sırat’ı anlatırken, kıldan ince, kılıçtan keskin, ateşten yakıcı olduğunu, uzunluğunun âhiret senesiyle binlerce sene mesâfe olup, iyi kullar ve sâlihlerin oradan Cennet’e doğru geçip gideceklerini, kâfir ve fâcirlerin düşeceklerini beyan etmiştir.
Sırat üzerinden herkes ilimde ve ameldeki derecesine göre geçer. Cennetlik olanlar kolayca geçer. Bâzısı şimşek gibi geçer. Peygamberler ve ilmiyle amel eden âlimler böyledir. Bir kısım insanlar rüzgar gibi geçerler. Şehitler ve sâlihler bunlardandır. Bâzısı koşan at gibi geçer; âhiret işlerine, dünyâ işinden daha çok önem verenler, âhireti dünyâya tercih edenler bunlardandır. Kimi yürür at gibi geçer. Takvâsı az olanlar bunlardandır. Kimi de günahları sırtına yüklenmiş olduğu halde emekleyerek geçer. Bâzısının ayağı tutmaz, düşer. Kâfirlerse grup grup Cehenneme, azab çekecekleri yerlere düşerler.
Sırat Köprüsünde yedi yerde sual sorulur. Bu suale cevap veren geçer, veremeyene azap olunur. Bu suallerden birincisi îmândan, ikincisi namazdan, üçüncüsü, oruçtan dördüncüsü hacdan, beşincisi zekattan, altıncısı, kul hakkından, yedincisi gusulden, istincadan ve abdestten’dir. Yine sırat üzerinde insana ömrünü ve gençliğini nerede harcadığından ve bütün işlerinden sual olunacağı da bildirilmiştir. Bütün saadetlerin, rahatlıkların başı kâmil îmân sâhibi olmaktır. Herkesin kalbini yanlış îtikatlardan, şüphelerden kurtarmaya çalışması lâzımdır. Bir kimse doğru îmâna kavuşur ve ahlâkı güzel ve işleri iyi olursa, yüksek ruhlara, yâni peygamberlere ve evliyâya ve meleklere benzer ve onlara yaklaşır. Maddenin çekimi kânunu gibi, onlar tarafına çekilir. Dağ kadar büyük mıknatısın veya yüksek gerilimli elektromanyetik alanın bir iğneyi çekmesi gibi, onu yüksekliklere çekerler. Sırat Köprüsünü şimşek gibi sür’atli geçer. Cennet bahçelerinde, kendine münâsip olan, rûhuna layık olan nîmetler içinde, sonsuz rahat edenlerden olur.
Peygamber efendimiz hadîs-i şerîflerde buyurdu ki:
Nice kullar sırattan geçtiğini bilemeyip, meleklere, sırat ve Cehennem nerede kaldı. Biz oradan geçtik mi derler. Melekler; siz Cehennem üstündeki sırattan geçtiniz. Fakat Cehennem ateşi nûrunuzdan çekilmiş, örtülmüştü derler.
Cehennem ateşi müminlere der ki; ey mümin üzerimden çabuk geç, senin nûrun ateşimi söndürüyor.
Konya’da Anadolu Selçuklu Devleti zamânında yapılan bir medrese. Sultan Gıyâseddîn Keyhüsrev zamânında devlet adamı Bedreddîn Müslih tarafından 1243’te yaptırılmıştır. Medresenin mîmarı, ana eyvan kemerinin sağ tarafında bulunan bir kitâbeye göre Tuslu Mehmed Efendidir.
Sırçalı Medrese, Konya’nın Gâzi Alemşah Mahallesinde Sâhip Ata Câmiine giden yolun sağındadır. Yapının içi çinilerle bezelidir. Halk arasında “çini” kelimesi yerine daha çok “sırça” denildiğinden bu adı almıştır. Konya ve Anadolu’nun önemli medreselerinden olan Sırçalı Medrese, açık medreseler grubu içinde iki eyvanlı ve iki katlı bir medresedir. Önemli yerleri kesme taş, diğer kısımlarında ise değişik malzeme ve moloz taş kullanılmıştır. Kitâbesinde belirtildiği gibi fıkıh, tefsir, hadis başta olmak üzere din ilimleri okutulmak için yapılmıştır.
Doğu-batı istikâmetinde uzanan medresenin dikdörtgen biçimindeki ön cephesi kesme taştandır. Ön tarafa çıkıntı yapan taçkapı çeşitli geometrik süslerle bezenmiştir. Giriş kapısından sonra beşik tonozlu eyvan gelir. Eyvanın sağ tarafında türbe, solunda ise medrese odası yer alır. Türbe Bedreddin Müslih’e âittir. Eyvandan Medrese avlusuna geçilir. Avluyu üç yerden çeviren revaklar ve bunların arkasında kalan Medrese hücreleri bugün yıkık vaziyettedir. Avlunun revaksız kısmında ana eyvan yer alır. Ana eyvanın sağında ve solunda kubbeli iki oda vardır. Bunlar kışlık dershâne olarak kullanılırdı. Ana eyvan, yapının en gösterişli ve süslü yeri olup, günümüze oldukça sağlam olarak ulaşmıştır.
Çeşitli değişikliklerle 1924 senesine kadar medrese olarak kullanılan yapının günümüzde birçok kısımları yıkılmış içini süsleyen ünlü çini mozaiklerinden büyük kısmı bozulmuş vaziyettedir. Son yıllarda ayakta kalan kısımları biraz onarılmışsa da esaslı şekilde tâmir görmemiştir. Çini ve mozaik bakımından Anadolu Selçuklu çini sanatının en değerli örnekleri arasında yer almasına rağmen ilgisizlikten ikinci katın hemen hemen hepsi, birinci katın da medrese odaları önlerdeki revaklar dahil büyük kısmı yıkılmıştır.
(Bkz. Atletizm)
Alm. Serbe (m), Serbin (f), Fr. Serbes (m.pl.), İng. The Serbian People.Balkan kavimlerinden. Bir Slav boyu olan Sırplar, Slav dillerinin güney grubuna giren Sırp-Hırvat dili konuşurlar. Sırpçaya mahsus sesleri belirtmek için kabartılmış Kiril alfabesi kullanılır. Hıristiyan olup, Ortodoks mezhebine mensupturlar.
Sırplar, Avrupa’daki büyük kavimler göçünde Slavlarla birlikte, önce Rusya ovalarına daha sonra Lehistan’a, 7. yüzyıl içinde de Moravya’ya yerleştiler. Moravya’dan Slavenler ve Hırvatlarla berâber Balkan Yarımadasına geldiler.
Bizanslıların kuzeybatı hudutlarına yerleşerek Avar taarruzlarına karşı Doğu Roma İmparatorluğunu müdâfaa ettiler. Bizansın tabiiyeti altında yaşıyan Sırplar, “zupan” askeri reisler tarafından idâre edilen küçük prenslikler hâlinde teşkilâtlanmışlardı. Bâzan bu zupanlardan biri otoritesini öteki zupanlara da kabul ettirerek büyük zupan durumuna geliyordu.
On ikinci yüzyıl başlarından îtibâren güçlenmeye başlayan Stefan Nemanya, 1159’da büyük zupan oldu. Sırpları teşkilâtlandırıp, Balkanlardaki hâkimiyetlerini kuvvetlendirdi. Stefan, Sırbistan’a iki yüz yıl kadar hâkim olan Nemanyiç Hânedânını kurdu.
On dördüncü yüzyılda, Hıristiyan devletlerin Osmanlılara karşı başlattığı seferlere katıldılar. Diğer Haçlı kavim ve devletleri gibi Sırplar da, 1364’te Sırpsındığı Harbi’nde Osmanlılara yenildiler. 1371 Semahi Meydan Muhârebesi’nde Bizans’a yardım için gelen Sırp orduları da Çirmen’de tekrar Osmanlılara yenildiler. Nemanyiç Hânedânından sonra Kuzey Sırbistan’a hâkim olan Sırp Knezi Lâzer Grebliyanoviç, 1372’de Osmanlı tâbiyetine girdi.
1389’da Birinci Kosova Harbi’nde Haçlı ittifakına dâhil oldularsa da, Osmanlılara yenildiler. Harp sonrasında muhârebe meydanını gezen Osmanlı Sultanı Murâd-ı Hüdâvendigâr’ı Sırplı bir yaralı, şehit etti. Birinci Kosova Harbi sonrasında Sırbistan ve Sırplar Osmanlı tâbiyeti altına alındı.
1389’dan sonra, Sırplılar Osmanlı sarayına kız verip, devlet kadrolarında vazîfe aldılar. Sırp Kralı Brankoviç, İkinci Murâd Hana kızını verip, Osmanlı tâbiyetine girerek, seferlerde ordusuyla berâber hizmet etmeye başladı. Buna rağmen Brankoviç, merkezi Semendire’yi tahkim etmeye başlayınca, tedbir alındı. Niyeti sezilip, 1439’da Semendire Osmanlılar tarafından fethedildi.
1459’da Sırbistan, Osmanlı vilâyeti hâline getirilip, Sırplılar bütünüyle itâat altına alındı. Osmanlı idâresinde huzûr, sükûn, rahatlık ve bolluk içinde bir hayat süren Sırplar, medenîleşerek, İslâm dînini kabul etmeye başladılar. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı hâkimiyetinde yaşadılar.
Ancak bu yüzyılın başından îtibâren Rusya’nın Slavlık ve Ortodoksluk propagandasıyla Sırplar arasında isyân fikirleri yayıldı. 13 Aralık 1806 târihinde Kara Yorgi liderliğinde ilk Sırp İsyânı meydana geldi. Sırplar Belgrad’a hâkim olunca, Müslümanları katledip, evleri yağma ettiler. Sırp isyânı, Sultan İkinci Mahmûd Han (1807-1839) zamânında 3 Ekim 1813 târihinde bastırıldı. Kara Yorgi kaçıp, Belgrad ve Semendire tekrar Osmanlı hâkimiyetine geçti. Rus propagandasına aldanan âsî Sırplar arasındaki isyân fikri bütünüyle söndürülemedi. 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında imzâlanan 14 Eylül 1829 Edirne Antlaşmasıyla Sırpların çoğunlukta bulunduğu Sırbistan’a muhtâriyet verildi. 29 Ağustos 1830 târihinde Osmanlılar, Hatt-ı şerîf ile Sırbistan’ın muhtâriyetini tanıyıp, Osmanlı dostu Miloş Obrenoviç, irsî Sırp prensi tâyin edildi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında yapılan 3 Mart 1878 Yeşilköy Antlaşmasıyla Sırplar istiklâl kazandılar. Birinci Cihân Harbi 1914-1918), Sırpların Avusturya velîahtını öldürmesiyle çıktı. Birinci Dünyâ Savaşının sonunda Sırp, Hırvat ve Sloven krallığı kuruldu. İkinci Dünyâ Savaşının sonuna kadar bu krallığın bir parçası olan Sırp toprakları üzerinde 1945’te Sırbistan Cumhûriyeti kuruldu. Bu cumhûriyet Yugoslavya’yı meydana getiren altı halk cumhûriyetinden biri oldu.
Yugoslavya’da 1980 senesinde Tito’nun ölümüne kadar durulmuş olan etnik ve dînî çatışmalar yeniden alevlendi. Sovyetler Birliği ve doğu bloku ülkelerinde başgösteren reform süreci, Yugoslavya’da da büyük değişikliklere sebep oldu. 1991’de Anayasanın öngördüğü şekilde devlet başkanlığının, federasyonu meydana getiren Hırvatistan’a geçmesi lâzımken, Sırbistan’ın eski Yugoslavya’nın mîrasçısı olarak tek başına ülkeye sâhip çıkması tam bir iç savaşa sebep oldu. Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık kararı Sırbistan yönetimi tarafından kabul edilmedi. Kanlı çarpışmalar AT ve Almanya’nın yoğun baskıları neticesinde sona erdirildi. 1992 senesinde Bosna-Hersek’in bağımsızlığını îlân etmesi üzerine Sırp milisler Bosna-Hersek’e saldırdılar. Bölgede insânî yardım ulaştırmak için bulunan BMaskerleri Sırpların yaptığı birçok katliama göz yumdular. Sırpların Müslümanlara karşı yaptıkları zulüm, işkence ve katliam bütün şiddetiyle devam etmektedir (Ocak 1994).
(Bkz. Hacı İlbeyi)
Evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarından. İsmi, Sırrî bin Muğlis es-Sekatî olup, künyesi Ebü’l-Hasan’dır. Bağdat’ta doğdu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 865 (H.251) senesi Ramazân-ı şerîf ayında Bağdat’ta vefât etti. Kabri, evliyânın ve sâlih kimselerin bulunduğu Şûnizî Kabristanına defnedildi.
Evliyânın üstünlerinden Mâruf-i Kerhî’den ilim ve feyz aldı. Hüşeym bin Beşîr, Ebû Bekr bin Iyâş, Ali bin Garâb, Yahyâ bin Yemân, Yezîd bin Hârûn ve birçok âlimden ilim öğrendi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin dayısı ve hocasıdır. Tasavvuf ilminde çok yükseldi. Bilhassa Bağdat halkı ondan çok istifâde etti. Tasavvufta ve takvâda asrının bir tânesiydi. Hâris-i Muhâsibî ve Bişr-i Hafî’nin akranıdır. Zühd ve edepte pekçok hârikulâde hâl ve hareketleri, tasavvufa dâir sözleri meşhurdur. Bir yere gittiğinde, havada uçan kuşlar açık bir lisanla ona selâm verirlerdi. Kırk defâ yürüyerek hacca gitmişti.
İlk zamanlar Bağdat’ta oturdu. Dükkanı vardı. Helâl kazanmak için ticâretle meşgul olurdu. Ticârette de çok ihsan sâhibiydi. Müşteri fazlaya almak istese dahi fazla kâr istemezdi. Alış-verişlerinde yüzde beşten fazla kâr almazdı. Bir keresinde altmış altın değerinde bâdemiçi aldı. Bâdemiçi fiyatları ansızın yükseldi. Tellala bâdemleri satmasını söyledi. Tellal; “Kaça satayım?” diye sorunca; “Altmış üç altına sat.” dedi. Tellal; “Sen ne diyorsun. Bugün bu bâdemleri doksan altına alıyorlar.” dedi. “Ben yüzde beşten fazla kâr almamağa karar verdim. Karârımı değiştirmem.” buyurdu. Tellal da; “Ben de senin malını aşağı fiata satamam.” dedi ve satmadı. O da yüksek fiyatla satmağa râzı olmadı. Bâdemler satılamadı kaldı. Dükkânında çoğu zaman perdeyi çeker arkasında namaz kılardı.
Kendisine, “Evliyânın büyüklerini ve bu yolu nasıl tanıdınız?” diye sorulduğunda şöyle anlatırdı:
“Birgün dükkânıma Habib-i Acemî uğramıştı. Fakirlere verilmek üzere kendisine bâzı şeyler verdim. Bana; “Allahü teâlâ sana hayır ile mükâfat versin.” diye duâ etti. O gün kalbim dünyâya karşı soğudu. Ertesi gün yanındaki çocuğa bir elbise verilmesini emir buyurdular. Ben de derhal verdim. Bunun üzerine bana “Allahü teâlâ dünyâyı kalbine sevdirmesin ve seni bu meşgûliyetten kurtarsın.” diye duâ etti. Bir anda insanı Allah’tan uzaklaştıran dünyâdan kurtuldum”
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki:
“Ben ibâdet ve tâatta Sırrî-yi Sekatî’den daha kâmil bir kimse görmedim. Doksan altı yıllık ömründe ölüm hastalığının dışında, sırtını yere koyup uyumadı. Kendisi hiç günah işlemediği halde, tevâzu göstererek, “Günahlarımdan dolayı, yüzümün kara olmasından çok korktuğumdan günde birkaç defâ aynaya bakarım. Bütün insanların kalplerindeki üzüntü bende olsa da onlar dertsiz olsalar.” buyurdu.
Yine Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullahi aleyh anlatır: Dört dirhemim vardı. Hocam Sırrî-yi Sekatî’nin yanına gittim. Bu dört dirhemi size getirdim, dedim. “Oğlum, gözün aydın olsun, sen kurtulmuşlardansın. Dört dirheme ihtiyacım vardı. “Yâ Rabbî, katında kurtulmuş olan birisinin eli ile bunları bana gönder.” diye duâ etmiştim. Sen getirdin.” buyurdu.
Bir gün Sırrî-yi Sekatî’ye dükkânının bulunduğu çarşı yandı dediler. Sirrî-yi Sekatî hazretleri; “Elhamdülillah ki dünyâ malından kurtuldum” (Yâni, kendisine mülkü veren Allahü teâlâ olup, yine alan da Allahü teâlâ olduğundan kalbine zerre kadar bir üzüntü gelmedi) buyurdu. Daha sonra, kendi dükkânının kurtulduğunu haber verdiklerinde dükkânları yanan kimseler için çok üzüldü, dükkândaki malların tamâmını fakirlere dağıttı.
Cüneyd-i Bağdâdî, yedi yaşındayken mektepten döndüğünde babasını ağlıyor gördü. Sebebini sorduğunda babası: “Bugün zekât olarak birkaç gümüşü dayın Sırrî-yi Sekatî’ye alması için göndermiştim, almamış. Demek ki, kıymetli ömrümü Allah adamlarının, beğenip, almadığı gümüşler için geçirdiğime ağlıyorum” dedi. Cüneyd; “Babacığım, onları bana ver, ben götüreyim.” dedi. Sonra dayısına gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı sorunca; “Ben Cüneyd’im, kapıyı aç ve babamın zekât olarak gönderdiği bu gümüşleri al!” dedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri, “Almam.” dedi. Cüneyd; “Adâletiyle babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!” dedi ve; “Allahü teâlâ babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabul edip etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi.” dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî’nin çok hoşuna gitti ve; “Oğlum gümüşleri kabul etmeden önce seni kabul ettim.” dedi. Kapıyı açtı parayı aldı.
Buyurdu ki:
“En büyük kuvvet, nefsini yenebilmektir.”
“Nefsini terbiye edemeyen, başkasını hiç terbiye edemez.”
“Kendisine, Allah’ın sevgili kulusun denince, hoşlanan kimse, nefsinin esiri olduğunu bilsin.”
Şu üç şey Allahü teâlânın gazabına sebep olur. Çok oyun oynayıp, vakti boşa harcamak; insanlarla alay etmek; gıybet etmek.”
“İnsanın nefsini bilmemesi ve halkın aybını görmesi kadar, amelleri boşa çıkaran, kalpleri bozan, kulu en çabuk şekilde helâke götüren, devamlı hüzne boğan, cezâyı çabuklaştıran, riyâyı sevdiren, baş olma hevesine kaptıran ve ucba götüreni görmedim.”
“İyi huy, halkı incitmemek ve onlardan gelen sıkıntılara katlanmaktır.”
“Zan ve şüphe ile hiçbir din kardeşinden alâkayı kesme.”
“Günahları terk üç sebeptendir: Cehennem korkusundan, Cennet arzusundan veya Allahü teâlâdan hayâ etmekten.”
“Dînini şehvetlerine tercih etmedikçe kul kâmil olamaz.”
“İki huy vardır ki, kulu Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Biri farz ibâdetleri vaktinde yapmayıp, nâfilelerle uğraşmak. Diğeri de kalbin uymadığı duygularla yapılan amel”.
“Dil kalbin tercümanıdır. Yüz kalbin aynasıdır, kalpte ne varsa yüzde o peydâ olur.”
“Mârifet, Allahü teâlâyı tanımak için kalbi O’nun sevgisinden başka her türlü şeyden temizlemektir.”
“Bir kimse kendi aybını bırakıp, başkalarının aybını ararsa, bu, o kimsenin felâketine alâmettir.”
Alm. Hyäne (f),Fr. Hyène (f), İng. Hyena. Familyası: Sırtlangiller (Hyaenidae). Yaşadığı yerler: Eski Dünyâ’nın sıcak bölgelerinde. Özellikleri: Çoğunlukla leş yiyen, gececi memeliler. Kuvvetli dişleriyle en iri kemikleri bile öğütürler. Ömrü: 25 yıl kadar. Çeşitleri: Üç türü vardır: Çizgili sırtlan (H. hyaena), boz sırtlan (H.brunnea), benekli sırtlan (H.crocuta).
Sırtlangiller familyasından, Avrupa, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yaşayan bel kemiği eğimli, çok güçlü çeneli etçil bir memeli. Gündüzleri toprak altı inlerinde veya mağaralarda barınır, gece ortaya çıkar. Çizgili sırtlan, boz sırtlan ve benekli sırtlan olmak üzere üç türü vardır. Sırtlanların başları iri, boyunları kalın, ön bacakları uzundur. Çok güçlü, fakat ürkek hayvanlardır. Tehlike ânında ölü taklidi yapar, uygun anda kaçarlar. Leş yiyicilik ve oburlukları meşhurdur. Aslan, pars gibi yırtıcıların artık avlarını yer, mezar yağmacılığı da yaparlar. Benekli sırtlanın dışındakiler, yalnız dolaşmayı tercih ederler. Koku alma, görme ve işitme duyuları hassastır. Sırtlanlar sanıldığı gibi yalnız leşle beslenmez. Antilop, zebra ve çiftlik hayvanlarına da saldırırlar. Ön ayakları uzun olduğundan sırtları kambur gibi görünür.
İri kulaklı ve güçlü çeneli hayvanlardır. Sığırların kalça kemiklerini bile parçalayıp sindirirler. Dışkıları kemik parçacıkları ihtivâ ettiğinden zamanla fosilleşir. Hayvan leşlerini yiyerek tükettikleri için sıhhiye görevi yapar, şap hastalığının yayılmasını önlerler. Kolayca evcilleşebilirler. Kuyruk altı bezlerinden pis bir koku saldıkları için sevilmezler. Eski Mısırlılar tasma takarak köpek gibi yanlarında gezdirirlerdi.
Sırtlanların en irileri benekli sırtlandır. Saldırgan ve yağmacıdır. Çok aç olduğunda yaşlı aslan ve gergedanlara bile saldırmaktan çekinmez. Afrika’da Büyük Sahra’nın güneyinde hemen hemen her yerde rastlanır. Kestane renkli postu siyah beneklidir. Uzunluğu 1,5 metre, yüksekliği 90 cm ve ağırlığı 80 kg kadardır. Grup hâlinde avlanmayı severler. Av buldukları zaman kahkahaya benzer sesler çıkardıklarından bunlara “gülen sırtlan” da denir. Hem erkek hem dişilerinin üreme organlarının dış görünüşleri birbirine benzediğinden uzun zaman çift eşeyli oldukları zannedildi. İç üreme organlarında yapılan incelemeler ise bunların tek eşeyli olduğunu ortaya koydu.
Çizgili sırtlanlar, Kuzey Afrika ve Asya’da yaşar. Uzunlukları 105 cm, ağırlıkları 40 kg kadardır. Çoğunlukla leş yiyerek beslenirler. Benekli sırtlan Afrika’nın kumsal kıyılarında dolaşarak denizden gelen leşlerle beslenir. Her iki tür de yalnızlığı sever.
Gebelik dönemleri üç ay kadardır. Çoğunlukla bir veya iki yavru doğururlar. Ömürleri genellikle 25 yıla ulaşır. Yurdumuzun güney bölgelerinde yalnız çizgili sırtlana rastlanır.