SERVİ-SELVİ (Cupressus sempervirens)

Alm. Zypresse (f), Fr. Cyprés (m), İng. Cypress. Familyası: Servigiller (Cupressaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Batı, Güney Anadolu.

Nisan-mayıs aylarında kozalaklar hâlinde, çiçek durumları meydana getiren, yaprak dökmeyen, 15-25 m boylarında tek evcikli bir ağaç. Gövdeleri dik, silindirik çok ve sık dallı, dallar yatay veya yukarı doğrudur. İğne yaprakları pullar şeklinde olup, sapsızdır. Erkek ve dişi çiçekler kozalaklar meydana getirirler. Bilhassa dişi çiçeklerin kozalak pulları olgunlaştıkça odunlaşır ve bilinen servi kozalağını meydana getirir. Servi kuvvetli toprağı sever ve hızla büyür.

Kullanıldığı yerler: Yaprak ve genç dallardan distilasyonla uçucu yağ elde edilir. Kozalaklar tanence zengindir. Servinin uçucu yağı boğmacaya karşı eskiden kullanılırdı. Kabız edici, ateş düşürücü, terletici, idrar arttırıcı özellikleri vardır. Basura ve kokulu ayak terlemelerine karşı kullanılır. Eskiden beri de çocukların gece altlarını ıslatmalarına karşı kullanılmaktadır. Kokulu kerestesinden ev eşyâsı olarak faydalanılır. Memleketimizde iki çeşidi vardır. a) Ehrami servi, b) Dallı servi.

SERYUM

Alm. Zer (-ium) (n), Fr. Cérium (m), İng. Cerium. Periyodik cetvelde nâdir toprak elementleri (lantanitler) grubunda bulunan. Ce sembolüyle gösterilen metalik bir element.

Özellikleri: Atom numarası 58, atom ağırlığı 140,12’dir. Kütle numaraları 136,138,140 ve 142 olan dört izotopu bilinmektedir. Kaynama noktası 3461°C, erime noktası 795°C, yoğunluğu 6,67 g/cm3tür. Seryum 3+ ve 4+ oksidasyon sayılarını alabilir. Saf seryum gri parlak olduğu halde havada süratle donuklaşır. Seryum-4 bileşikleri zayıf bir baz olan CeO2 bileşiğinden türerler. Seryum -4 bileşiklerinin çoğu sarı ilâ kırmızı renktedir. CeO2 beyaz renkli olup sülfat asidinde çözünür. Saf seryum kalay gibi yumuşak olup, kolayca işlenir. Güçlü redüksiyon (indirgeme) vâsıtasıdır. Su ile soğukta yavaş sıcakta hızla reaksiyon verir.

Tabiatta bulunuşu: Seryum, 1803’te J. Berzelius ve Wilhelm tarafından keşfedildi. Tabiatta en bol bulunan nâdir toprak elementlerindendir. Birçok mineraller seryum ihtivâ ederse de, ticârî önemi olan seryum mineralleri monazit kumu, bestansit ve serit mineralleridir. Minerallerinde diğer nâdir toprak elementleri de bulunur.

Seryumu diğer nâdir toprak metallerinden ayırmak için seryum (4+) değerlikli hâle yükseltgenir. Çünkü seryum (3+) değerlikli haldeyken, diğer aynı grubun metallerinden zor ayrılır. Seryum -4 tuzları pH= 2,7 de çökerken, diğer 3+ değerlikli metallerin tuzları pH= 6,3-8,2 arasında çöker.

Kullanıldığı alanlar: Seryum ve bileşiklerinin pekçok kullanım alanı vardır. Seryum alaşımlarının en önemlisi % 50 oranında seryum ihtivâ eden mişmetaldir.

Bu metal çakmaktaşı olarak, ayrıca çeşitli alaşımlarda yükseltgenmeyi önleyici ve vakum tüplerinde oksijen giderici getter olarak kullanılır. Jet motorlarında kullanılan, yüksek sıcaklığa dayanıklı alaşımlar % 3 oranında seryum ihtivâ ederler. Metal olarak, sinema, televizyon ve benzeri sanâyilerde aydınlatma maksadıyla kullanılan karbonla doyurulmuş ark lambalarında da kullanılır. Seryumun 4+ değerlikli tuzlarından analitik kimyâda demir gibi oksitlenebilen maddeleri tâyin etmede, oksitleyici ajan olarak istifâde edilir. Ayrıca seryum dioksitten optik sanâyiinde camın ince perdahlanmasında; cam üretiminde renk giderici olarak; porselen kaplamalarda saydamsızlık verici olarak faydalanılır.

Seryum nitrat ise akkor gaz lambalarının gömleklerinde kullanılır; öbür seryum tuzlarından da fotoğraf ve dokuma sanâyilerinde faydalanılır.

SES

Alm. Klang, Laut, Ton, Schall (m), Fr. Son (m), İng. Sound. Esnek bir ortamda mekanik titreşimler hâlinde yayılan boyuna dalgalar. Esnek madde ortamı katı, sıvı veya gaz olabilir. Ses ancak madde ortamında yayılabilir. Elektromanyetik dalgalar gibi boşlukta yayılamazlar. Madde ortamında atom veya moleküllerin boyuna titreşimleri, küresel olarak yayılınca ses meydana gelir.

Sesin havada yayılması şöyle olmaktadır: Bir ses kaynağının titreşimleri hava moleküllerine çarpınca, molekülleri titreştirir. Bu titreşimler de yanlarındaki hava moleküllerini titreştirerek, ses dalgaları yayılır. Ses iletilirken, hava moleküllerinin kendisi gitmez, titreşimi iletmiş olur. Elektrik telleri ve elektromanyetik dalgalarla haberleşmede iletilen ses değil, titreşimi ses kaynağının titreşimine benziyen elektromanyetik titreşimlerdir. Bu sebeple ses yayın cihazlarının hoparlörlerinden yayılan ses, esas ses kaynağından yayılan ses olmayıp, titreşimleri bu sese benzeyen başka bir sestir.

Sesin bir ortamda yayılma hızı, ortamın sâbit hacimdeki ve sâbit basınçtaki öz ısılarına, sıcaklığına ve yoğunluğuna bağlıdır.

Bâzı ortamlar için sesin yaklaşık yayılma hızları, sâniyede metre olarak şöyledir:

Kuru havada

340

Hidrojen gazında

1307

Suda

1500

Camda ve çelikte

5000

Sesin fizyolojik özellikleri:

1. Yükseklik: Sesin frekansıdır. İnsan kulağı frekansı yaklaşık 20 ile 20.000 hz. olan sesleri işitebilir. Sesin frekansına bağlı olarak yüksekliği târif edilir. İnce seslerin frekansları büyük, kalın seslerin ise frekansları küçük değerlerdedir. Frekansları, 20’den küçük olan seslere “İnfrasonik”, 20.000’den büyük olanlara ise “Ultrasonik” denir. Sesin frekansı kaynağın hareketine bağlı olarak kayma gösterir. (Bkz. Doppler Olayı)

2. Şiddet: Ses dalgalarının bir santimetrekarelik yüzeydeki güçlerine denir. Birimi watt/cm2dir. Ses şiddeti, dalganın frekansına ve dalga genliğinin karesine bağlıdır. Şiddet sebebiyle ses kuvvetli veya zayıf olarak duyulur. İnsan kulağı 1016 watt/cm2 ile 104 watt/cm2 şiddet değerleri arasındaki sesleri duyabilir.

Duyma şiddeti desibel birimiyle bilinir. Duyulan ses şiddeti alt limite giderken, duyma şiddeti de sıfır desibele gider. Duyulan ses şiddeti üst limite giderken, duyma şiddeti 120 desibele gider. Yâni duyma şiddeti, duyulan sesin şiddetinin logaritması ile orantılıdır. Normal insan sesinin duyma şiddeti 70 desibel civârındadır.

İşitmenin alt limitinde kulak zarının titreşim hareketinin genliği yaklaşık 3,6.10-10 cm’dir. Bu mesâfe, bir hidrojen atomunun çapının ancak binde 36’sıdır. Yâni, kulak zarı en güçsüz sesi işitirken akıllara durgunluk verecek kadar küçük bir genlikle titreşmektedir. Bu ise kulağın ne kadar hassas yaratıldığını göstermektedir. Ses şiddeti kaynaktan uzaklaştıkça azalır, düşer.

3. Tını ve harmonikler: Ses kaynakları, genellikle ana ses denilen (en kalın) sesle birlikte, frekansları ana sesin frekansının tam katları olan tâli sesler çıkarırlar. Bu tâli seslere ana sesin harmonikleri denir. Bu sesler etrâfa ana sesle birleşmiş olarak yayılırlar. Tını, bir sesin kulağa tesiridir. Farklı kaynaklardan çıkan sesler aynı yükseklik ve şiddette olsalar da tınıları farklıdır.

Ses kaynakları: Gerilmiş teller, metal levhalar veya deri, insan boğazında olduğu gibi etten ses telleri ve kararlı dalga meydana getirebilecek şekilde oyulmuş hava boruları ses kaynaklarıdır. Bu kaynaklar titreştiğinde etraflarında bulunan hava moleküllerini de titreştirirler. Gerilmiş deri, meselâ davulun verdiği seste büyük frekanslı sesler ana sesin harmonikleri değildir.

Ses dalgaları da kırılma, yansıma ve girişim özelliklerini gösterirler. Kırılma olayı ortam değişikliğiyle olur. Havanın sıcaklık, yoğunluk durumuna göre sesin yayılma hızı değişir. Soğuk havada ses hızı azalır. Ses sıcak havadan soğuk havaya geçerken yayılma doğrultusunu değiştirir. Yayılan ses dalgaları duvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere çarpınca doğrultularını değiştirirler. Bu olay yansımadır. Yansıma olayında sesin özellikleri değişmez. Yansımış dalgalar tekrar geriye dönerse ikinci bir ses meydana gelir. Bu sese yankı denir. Yankı ilk sesten yaklaşık 0,1 sn’den daha az bir zamanda gelirse kulak bu sesi, ikinci sesin devamı gibi işitir, buna çınlama denir. İlk ses ile yankı arasındaki zaman farkından yansıtıcı engelin uzaklığı hesap edilebilir. Gemicilikte deniz derinlikleri bu yolla ölçülmektedir. Yarasalar da etraflarındaki engelleri ses dalgaları ile fark ederler.

Yansıtıcı yüzeylerde aynı zamanda yutulma da olur. Yutulma veya yansıma maksada göre yüzeyin yapısındaki değişiklikle ayarlanabilir. Câmilerde, konferans salonlarında bu işle ilgili hesaplamalar yapılır. Mantar kumaş gibi gözenekli yüzeylerde yutulma fazla olmaktadır. (Bkz. Akustik)

Ses dalgaları girişimle birbirini kuvvetlendirip, zayıflatabilirler. Girişim yapan dalgalar arasındaki yol farkının, dalga boyunun yarısına eşit olması şartını sağlayan yerlerde yok edici girişim olur, böyle yerlerde ses işitilmez.

Vuru (Batman) olayı: Genlikleri hemen hemen eşit ve frekansları biraz farklı olan iki kaynağın verdiği ses dalgalarının üst üste binmesi neticesinde, frekansı iki frekansın farkına eşit olan ses yükselmeleri meydana gelmesidir. Vuru olayında ses periyodik olarak azalıp, çoğalır.

Şok dalgaları: Hareketli ses kaynağının hızı, sesin yayılma hızını geçince, ses, patlama sesi olarak duyulur. Bu durumda dalga ışın gibi konik bir alana yayılır ve şok dalgaları olarak isimlendirilir. Böyle durumlarda sesin yayılma hızının kaynağın yayılma hızına oranına Mach sayısı denir.

Ultrasonik, frekansı 20.000 değerinin üstünde olan sestir.

SES KISIKLIĞI

Alm. Heiserkeit (f), Fr. Voix (f), rauque; enrouement (m), İng. Hoarseness, huskiness. Sesin kalitesinin kaba ve sert, perdesinin ise normal bir insanınkinden düşük olması hâli. Ses kısıklığı başlı başına bir hastalık değildir. Boğaz hastalıklarına âit en önemli belirtilerden birisidir, çünkü müzmin ses kısıklığı hâli gırtlak veya başka yerdeki ciddî bir hastalığın erken habercisi olabilir.

Gırtlağa âit her türlü anormal durum, ses tellerinin birbirine yaklaşması, gerilmesi veya titreşimine sebep olan herhangi bir hastalık ses kısıklığına yol açabilir.

Ses kısıklığına yol açan sebepleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Ses tellerinin tümörleri, iltihâbî olarak şişmesi, tellerin birbirine yaklaşmasına yol açan salgılar veya tellerin tek başına gerilmesi ses kısıklığı yapabilir.

Gırtlağın, sık görülen iyi huylu tümörleri; papillomlar, polipler, hematomlardır. Sık görülen habis tümörü, yassı hücreli kanserdir. Tedâvi için bu tümörlerin çıkarılması gereklidir.

İltihâbî şişme’ye bağlı olan ses kısıklıkları, en sık soğuk algınlığının bir parçası olarak akut larenjit, grip, boğmaca gibi hastalıklarda meydana gelir. İltihâbi şişmelerde ses istirahate alınır. Buhar ve nemli hava faydalıdır.

Sümüksü bezlerin faaliyetinin arttığı müzmin larenjit gibi hâdiselerde meydana gelen yapışkan salgılar da, ses kısıklığına yol açar.

2. Ses tellerini birbirine yaklaştıran veya geren kasların felci’nde ses kısıklığı görülür. Felcin tek taraflı veya çift taraflı olmasına göre ses kısıklığı değişik oranda görülür.

3. Ses telleri üzerindeki bir hastalık veya cerrâhi müdâhale sonucunda telin kenarında meydana gelen nedbeleşme ses kısıklığı yapar. Bu tip nedbelerin tedâvisi zor, hatta mümkün değildir.

4. Ses tellerinin yapıştığı kıkırdakların eklemlerindeki hareket azlığı da ses kısıklığı yapar.

5. Yemek borusunda yutak poşu denilen ceplerin meydana gelmesi durumunda da ses kısıklığı görülür.

6. Gırtlakta şişmeye sebep olan miksödem, böbrek veya kalp hastalığına bağlı ödem, ürtiker, angionörötik ödem gibi genel durumlarda da ses kısıklığı meydana gelir.

Ses kısıklığına sebep olan hastalığın doğru olarak teşhis edilebilmesi için, hastadan dikkatli bir hikâye alınmalıdır. Hastalığın süresi, burun ve akciğere âit belirtilerin olup olmadığı sorulmalıdır. Daha sonra indirekt laringoskopiyle hasta muâyene edilmelidir. Üç haftayı geçen ses kısıklığı, özellikle gırtlak kanseri yönünden, daha ileri tekniklerle araştırılmalı ve teşhise göre tedâvi yapılmalıdır.

SEVDE BİNTİ ZEM’A

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin muhterem hanımlarından. Nesebi; Sevde binti Zem’a bin Kays bin Abdişems’tir. Annesi, Şemnûn binti Kays ibni Zeyd ibni Amr ibni Âmiriye’dir. Doğum târihi belli değildir. Vefâtı hazret-i Ömer’in halîfeliğinin son yıllarına rastlamaktadır.

Sevde radıyallahü anhâ, ilk defâ amcasının oğlu Sekrân ibni Âmir ile evlenmişti. İslâmiyetin geldiği ilk yıllarda, kocası Sekran ibni Amr ile îmân ederek Müslüman oldular. Bu sırada Mekkeli müşriklerin Müslümanlara yaptıkları dayanılmaz ezâ ve cefâlar, akıllara durgunluk verecek derecedeydi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz Müslümanların Habeşistan’a hicretine izin verdiler. Hazret-i Sevde, kocası Sekrân radıyallahü anh ile İkinci Habeşistan Hicretine katıldı. Kocası Sekrân bin Âmir Habeşistan’da vefat etti.

Hazret-i Sevde, bu sırada 50 yaşlarındaydı. Bunun îmânındaki sadâkatı, bütün zorluklara rağmen İslâm dîninden dönmemesi, bu yolda başını ortaya koyması, sevgili Peygamberimiz üzerinde çok derin bir tesir bırakmıştı. Hazret-i Sevde kocasının vefâtına çok üzüldü, sanki kolu kanadı kırılmış gibiydi. Hiçbir sahâbenin üzülmesine ve kalbinin kırılmasına dayanamayan sevgili Peygamberimiz, yaşlı ve dul olan Sevde’ye bir müddet sonra evlilik teklif etti. O da bunu sevinerek kabul etti. Böylece üzüntüsü ve kederi gitmiş, yaratılmışların en şereflisine eş olma saâdetine ermişti.

Sevde radıyallahü anhâ vâlidemiz, îmân edip Müslüman olduğu zaman, babası Zem’a ile kardeşi Abdullah henüz İslâm dînini kabûl etmemişlerdi. Onun İslâmiyetten aldığı güzel ahlâk, edeb ve terbiyesi; çevresi üzerinde büyük tesir yapmıştı. Onlara İslâmiyetin üstünlük ve büyüklüğünü hareket ve sözleriyle anlatırdı. Hazret-i Sevde vâlidemizin sevgili Peygamberimizle evlenmesini duyan kardeşi Abdullah çok üzüldü. Saçını başını yoldu. Eline yüzüne üzüntüsünden toprak serpti. Müslüman olduktan sonra bu yaptıklarına pişmanlığını:

“Kardeşim Sevde’nin Resûlullah’a nikâhlandığını duyunca, saçımı yolduğum, başım ve yüzüme topraklar serptiğim zamanki kadar gülünç ve aşağı duruma düştüğümü hiç hatırlamıyorum.” şeklinde anlatmıştır.

Sevde radıyallahü anhâ vâlidemizin îman bütünlüğü, çevresinde bulunan kardeşleri ve yeğenlerine çok tesir etmişti. Onların İslâmiyeti kabul etmelerine sebep olmuştu.

Sevde vâlidemiz, Peygamber efendimize karşı çok itâatkârdı. O’na karşı edeb ve terbiyesinde hiç kusur etmez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her yerde berâber olmayı ve O’na hizmetle şereflenmeyi canla başla isterdi. Çok latîfeciydi. Birçok kere Peygamberimizi latîfeleriyle sevindirmiş ve duâsını almıştır.

Hazret-i Sevde vâlidemiz, Peygamberimizle birlikte diğer hanımları gibi sırası geldiğinde savaşlara iştirâk ederdi. Uhud Savaşına katılarak, orada birçok Müslümanın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmet etmişti. Peygamberimizle Vedâ Haccında bulunmuş, vefâtından sonra bir daha hac ve umreye gitmemiştir. Hazret-i Ömer’in halifeliğinin son yıllarında vefât etti.

Sevde radıyallahü anhâ vâlidemiz, alçak gönüllülüğü, cömertliği, bol sadaka dağıtmasıyla tanınırdı. Kendisine gelen bütün hediyeleri fakirlere verir, onların sevinmesinden çok zevk duyardı.

Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler dört-beş tâneyi geçmemektedir.

SEVR ANTLAŞMASI

Alm. Friedensvertrag (m), Von Sévres, Fr.  Traité (m) de Sévres, İng. The Sévres Treaty. Birinci DünyâHarbi sonrasındaki antlaşmalardan. Osmanlı Devletiyle İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında 10 Ağustos 1920 târihinde Fransa’nın başşehri Paris’in Sevres kasabasında imzâlandı. Osmanlı Sultanı Vahideddîn Han (1918-1922) ileİngiliz, Fransız ve İtalyan parlamentoları tarafından tasdik edilmediğinden hükümsüz kalmıştır. Yunanistan tek taraflı kabul edip, yürürlüğe koymak istediyse de, ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’den EgeDenizine dökülünce, arzusundan vazgeçmek zorunda kaldı.

Sevr Antlaşması, 10 Nisan 1915 târihinde Londra’daRusya-İngiltere-Fransa Gizli antlaşmasına göre,Türkiye’nin paylaşılması esâsına dayanıyordu (Bkz. İstiklâl Harbi). Fakat, Sevr’de, Bolşevik İhtilâli, iç harp ve çarlığı destekleyen Avrupalı kuvvetlerle uğraşan Sovyet Rusya dışarıda bırakıldı. Sovyet Rusya dışarıda bırakılınca, önceki gizli antlaşmalarda Rusya’nın payına düşen topraklar yeniden paylaşıldı. Londra Antlaşmasında Rusya’ya verilen Türk Boğazlarının, Sevr öncesi tertiplerle İngiltere, Fransa ve İtalya kontrolünde tutulması kararlaştırıldı. İtilâf devletlerinin hazırladıkları antlaşma metnini Paris’te 11 Mayıs 1920 târihinde Osmanlı Devleti temsilcisi eski sadrâzam A.Tevfik Paşa okuyunca “İstiklâlimize aykırıdır!” diyerek imzâlamadı. Tevfik Paşa, antlaşma metnine îtiraz cevâbı yazıp, İstanbul’a döndü.

Osmanlı mebuslarının, İstanbul’un işgâlinden sonra bir kısmı yakalanıp, Malta’ya sürüldü, bir kısmı da Anadolu’da Millî Mücâdeleye katıldığından antlaşma metni Mebuslar Meclisinden geçemiyordu. Sultan Vahideddîn Han, antlaşma metnini Türk İstiklâline aykırı bulduğundan, Mebuslar Meclisinden geçmediğini dünyâ kamuoyuna îlân edip, bütün baskılara rağmen tasdik etmedi. Yunanistan Meclisi, Sevr Antlaşmasını tasdik edip, yürürlüğe koymaya kalkıştı. Bunun üzerine beşinci defâ sadrâzamlığa getirilen Dâmâd Ferid Paşa; âyândan Hadi Paşa, Filozof Rıza Tevfik ve Bern elçisi R. Halisbeylerle Paris’e gidip, Sevr Antlaşmasını imzâladı. Ancak bu antlaşma Osmanlı Sultanı Vahideddîn Han ile İngiliz-Fransız-İtalyan parlâmentolarınca tasdik edilmedi.

Dört yüz otuz üç madde ve on iki bölümden meydana gelen ve hiçbir zaman geçerli sayılmayan antlaşmanın hükümleri şunlardı:

1) İstanbul ile Boğazların veMarmara’nın Anadolu kıyılarının tahkim edilmemesi ve buraların Karma Boğazlar Komisyonunca kontrolü; 2) Suriye ve Lübnan’ın Fransızlara; Arabistan, Yemen, Irak, Filistin’in İngiltere’ye; yine Mısır, Sudan ve Kıbrıs’ın İngiliz idâresine; Fas ve Tunus’un Fransa’ya bırakılması; 3) İzmir/Aydın vilâyetiyle Çatalca’dan batıya Doğu Trakya ve İmroz/Gökçeada ile Bozcaada dâhil Yunanlılara; 4) Rize, Trabzon, Gümüşhane,Artvin, Kars, Ağrı,Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Erzincan ve Erzurum’un Ermeniler’e; 5) Muğla ve Antalya’nın İtalya’ya verilip; Konya, Göller Bölgesi, Afyon ve Bursa’ya kadarki yerlerde de himâye hakkı tanınması; 6) Kapitülasyonların her devlete tanınması; 7) Osmanlı devlet borçlarının ödenmesi.

SEYÂHAT

(Bkz. Edebî Türler)

SEYŞELLER

DEVLETİN ADI

Seyşeller Cumhûriyeti

NÜFÛSU

71.000

BAŞŞEHRİ

Victoria

YÜZÖLÇÜMÜ

453 km2

RESMÎ DİLİ

İngilizce, Fransızca, Créole

DÎNİ

Katolik, Protestan, İslâmiyet, Hindu

PARA BİRİMİ

Rupee

Hint Okyanusunda, Oğlak Dönencesiyle Ekvator arasında yer alan ve yaklaşık 960 km’lik mesâfeye yayılmış 92 ada ve adacıktan teşekkül etmiş bağımsız bir Takımadalar Cumhûriyeti.

Târihi

Adaların, 1505 yılında Portekizliler tarafından bulunduğu zannedilmektedir. 1768’de Fransızlar tarafından işgâl edildi. 1794’te İngiltere yönetimi altına girdi. 1810’daMoritus’a bağlı bir İngiliz kolonisiydi. 1814’te Paris Antlaşmasıyla tam olarak İngiltere’ye verildi. 1903’te İngiltereKrallığına bağlı bir koloni hâline geldi. 1976 yılında bağımsızlığını elde etti. Bir yıl sonra askerî bir darbe yapıldı ve France Albert René, yönetimi ele geçirdi. 1979’da îlân edilen yeni anayasa ile tek partili bir devlet oldu. France Albert René 1989 seçimlerini de kazanarak üçüncü defâ başkan oldu. 1977’deki darbeden sonraki ilk çok partili seçim 23-26 Temmuz 1992’de yapıldı. Seçimin amacı anayasa taslağını hazırlamakla vazifeli 23 kişilik bir komisyonun üyelerini tespit etmek içindi. Anayasa teklifi 15 Kasım 1992’de halk oylamasına sunuldu ise de % 60 barajını aşamadığı için kabul edilmedi.

Fizikî Yapı

Mevkii îtibâriyle Hint Okyanusunda ve Madagaskar’ın 1200 km kadar kuzeydoğusunda ve Zengibar’ın yaklaşık 1600 km doğusundadır. Yüzölçümü yaklaşık 493 km2dir. Bu yüzölçüme 92 ada ve adacık, mercan ve granit ada ve kayalıkları dâhildir. Bu adaların en büyüğü 142 km2lik Mahé Adasıdır. Diğer önemli adalar; Praslin, La Digue, Silhouette, Destroches ve Aldabra’dır.

Adalar, granit ve genellikle volkanik türde olup, dağlık bir arâziye sâhiptir. En yüksek nokta Mahé Adasındaki Morne Seychellors Tepesi olup, yaklaşık 900 m’dir.

İklim ve Tabiî Kaynakları

Takımadalar ekvatora çok yakın olmasına rağmen, iklim, güneydoğu alizeler sebebiyle ılımandır. Hazirandan kasım ayına kadar bu ılık iklim devam eder. Mahé Adasında sıcaklık aşağı yukarı 24°C ilâ 29°C arasında değişir. Başşehir Victoria ve çevresine düşen yıllık yağış miktarı yaklaşık 2300 mm kadardır. Bu rakam yüksek bölgelere gelince artar ve hemen hemen 3550 mm’ye kadar ulaşır. Ülkede genellikle kaplumbağa, guano ve kıyılarda da köpekbalığı yetişir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Ülkenin nüfûsu yaklaşık 71.000’dir. Nüfus yoğunluğu 157’dir. Yıllık nüfus artışı % 2 dolayındadır. Nüfûsun % 60’tan fazlası gençtir ve şehirlerde yaşayanlar aşağı yukarı % 37 civârındadır. Nüfûsun etnik yapısını Creoller meydana getirir. Creoller, Fransız asıllı olup, Louisiana’da ve İspanyol asıllı olup, Karaip Adalarında doğmuş ve buralarda yaşamış kimseler demektir. Bunlar esas îtibâriyle Fransız, İspanyol, Asyalı ve Afrikalı insanların birbirleriyle kaynaşması netîcesi meydana gelen melez insanlardır. Halkın çoğu katoliktir. Ayrıca bir miktar Müslüman, Protestan ve Hindu da mevcuttur.

İngilizce ve Fransızca resmî dillerdir. Bunun yanısıra Fransızcanın değişik bir şekli olan Créole dili de yaygındır. Başşehri Victoria’dır. Okuma-yazma oranı % 60 civârındadır.

Siyâsî Hayat

Tek partili yönetim sistemine dayalı bir Cumhûriyettir. 1979 anayasasına göre, ülke tek parti diktatörlüğünde sosyalist bir devlettir. Devlet başkanı 1977’de işbaşına gelen başkan France Albert René’dir (1993).

Ekonomi

Ülke ekonomisi esas olarak tarım ve turizme dayanır. Ayrıca tüketim malları ihrâcâtı da önemli bir gelir kaynağıdır. Ülkede yetişen başlıca tarım ürünleri; muz, tatlı patates, manyok ve bunun ürünü nişasta, kokonat ve vanilyadır.

Ülkenin en önemli endüstrisi gıdâ endüstrisidir. Ayrıca deniz ürünleri önemli bir gelir kaynağıdır. İşçi gücünün % 19’u tarımda, % 20’si mâdencilik ve inşaatçılıkta, % 14’ü kamu sektöründe ve sosyal hizmetlerde, % 11’i de lokanta ve hotel işletmeciliğinde istihdam edilir.

İthâlat ve ihrâcatını daha çok İngiltere, Fransa, Güney Afrika, Kuzey Yemen ve Pakistan ile yapar. Başlıca ihraç ürünleri şunlardır: Kurutulmuş hindistancevizi içi, tarçın, sabun ve parfüm yağı, vanilya ve balık. Diğer önemli gelir getiren kaynaklar ise guano, kaplumbağa kabuğu, köpekbalığı yüzgeci ve balık ürünleridir.

Ulaşım sistemi yeterli olup, ülkenin en gelişmiş şehri ve limanı başşehri Victoria’dır.

SEYDİ ALİ REİS

Türk denizcisi ve ilim adamı. 1498 yılında doğdu.Sinoplu bir âileden gelmedir. Babası Hüseyin Reis Galata’daki Bahriye Dârü’s-Sına’asında kethüda idi. Kendisi de bu mesleğe girerek tersâne kâtipliği yaptı. Denizci olduğu kadar, müsbet ilimlere de ilgi duydu ve kendisini yetiştirdi.

Tersânede reis olarak çalıştı. 1522 Rodos Fethinden îtibâren, Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki bütün faaliyetlerine katıldı. Hayreddin Paşa ile Preveze Savaşında Sinan Paşa ile Trablus Fethinde bulundu. Azepler kâtibi, tersâne kethüdâsı ve hassa donanma reisi, yâni Osmanlı merkez filosu kumandanı oldu. Piri Reis’in, Umman Seferinden başarısız dönüşü üzerine, Kânûnî Sultan Süleyman Han tarafından, Mısır donanması kumandanlığına getirildi. Seydi Ali Reis, 1554 yılı başında Basra’ya gelip, donanmayı teslim aldı. Hürmüz Boğazından çıkıp Hind Denizine açıldı. Aynı yılın Ağustos ayında Hurfakan önünde bir Portekiz filosu ile karşılaştı. Zâyiat verdirerek çekilmeye mecbur etti. Kalkat yakınlarında ikinci bir Portekiz filosunun hücumuna uğradı. Düşmana epey zarar verdirmekle berâber, kendisi de kuvvet kaybettiği için, o sırada kopan şiddetli fırtınanın da tesiriyle savaşı bırakıp, Umman Denizine yelken açtırdı.

Umman açıklarında, Fil kasırgası denilen müthiş bir fırtınaya tutulan Seydi Ali Reisin gemileri Hindistan’a kadar sürüklendi. Bu arada büyük zâyiata uğrayan Ali Reis, Demen Kalesi önüne gelip, kalenin hâkimiEsed Handan iltica hakkı istedi. Esed Han tarafından iyi karşılanan Seydi Ali Reis, batan gemilerin toplarını ona emânet bırakıp Surat’a hareket etti. Surat Hâkimi Hüdavend Hanla iyi münâsebetler kurdu. Onun Bruc üzerine yaptığı sefere de katıldı. Portekizlilerden yol bulup, Mısır’a ulaşmak ümidi kaybolunca Seydi Ali Reisin gemiciler üzerindeki otoritesi de sarsıldı. Gemicilerin bir kısmı Esed Hanın, ekseriyeti de Hüdavend Hanın hizmetine geçince, Ali Reis memlekete kara yolundan dönmekten başka çâre göremedi.

Gemileri, silâh ve techizâtı Hüdavend Hana satarak, bedellerinin İstanbul’a gönderilmesi şartıyla senet alıp, kendisine bağlı kalan 50 kadar levent ve yeniçeriyle, 1554 Kasımında Ahmedâbad’a doğru yola çıktı. Gücerât Hâkimi Ahmed Han tarafından iyi bir şekilde karşılanan Ali Reis, onun yüksek ücretli, parlak vazîfe tekliflerini reddederek Lahor’a hareket etti. Geçiş izni almak için Delhi’ye Timurlu imparatoru Hümayun Şahın huzuruna çıktı. Burada da iyi karşılandı. Vazîfe teklifini kabul etmedi. 1556 Şubatında Kâbil’e doğru yola çıktı. Semerkant’a oradan Buhara’ya geldi. Bu arada Özbeklerin hücumuna uğradı. Kendisi yaralandı. Bir arkadaşı da öldürüldü. Bu yersiz hâdiseden özür dileyen Buhara Hanı, Burhan Hanın yanında 15 gün misâfir kaldıktan sonra, Horasan üzerinden Meşhed’e vardı. Meşhed Vâlisi, bu silâhlı Osmanlı müfrezesinin Anadolu’dan Özbek Sultanı Barak Hana gönderilen uzman askerler olabileceği kanaatiyle tevkif ederek, Kazvin’e gönderdi. Daha bir sürü meraklı ve heyecanlı, alâka çekici hâdiselerden sonra İstanbul’a döndü. Böylece Surat’tan hareketinden iki sene üç ay sonra bu maceralı seyahati tamamlamış oldu.

Bir an evvel Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkarak, Süveyş filosunun kaybından duyduğu suçluluğu affettirmek isteyen Seydi Ali Reis, Pâdişâhın Edirne’de olduğunu öğrenince oraya hareket etti. Huzûra kabul edilerek, görüştüğü 18 Müslüman hâkim veya hükümdarın Sultan Süleyman’a yazdıkları mektupları takdim etti. Pâdişâhın affına ve iltifatlarına mazhar oldu. 80 akçe gündelikle dergâh-ı âlî müteferrikalığına tâyin edildi. Birikmiş olan dört yıllık ulufesi de ödendi. 1563 Ocak ayında vefât etti.

Kısaca açıklanan bu ünlü seyahatiyle kendini tanıtan Seydi Ali Reis, aynı zamanda şâir, edip ve âlim bir kimseydi. Cömert tabiatlı ve derviş  yaratılışlıydı. Zengin bir kütüphânesi de vardı. Şiirlerinde Kâtibî mahlasını kullandı. Tezkirelerde Kâtib-i Râmî adıyla tanıtılır.

Başlıca eserleri:

Mir’at-ı Kâinât: Denizcilik ve astronomi konusunda bilgi verir.

Kitâbü’l-Muhit (El-Muhit fî İlmi’l-Eflâk ve’l-Buhûr): Yön tâyini, zaman hesabı, güneş ve ay seneleri, pusula, denizcilik bakımından mühim yıldızların, limanlarla adaların tanıtılması, rüzgâr ve deniz yolları hakkında önemli bilgiler verir. Dış dünyâda çok tanınan bu eser Almanca, İtalyanca ve İngilizceye tercüme edildi.

Mir’atü’l-Memâlik: Maceralı seyahatini anlatır. Türk edebiyatının şâheserlerinden olan bu eser, aynı zamanda hâtırât mahiyetindedir. Türkçe metni 1913’te yayınlandı. Bu mühim eser Almanca, İngilizce, Fransızca, Rumca, Özbekçe ve Rusçaya da tercüme edilmiştir.

SEYFE GÖLÜ

Kırşehir’in doğusunda olup, deniz seviyesinden 1100 metre yükseklikte bir göl. İç Anadolu’nun tektonik menşeli bu küçük gölü, dar kapalı bir havzanın batı kısmında bulunmaktadır. Seyfe Gölü sığ olup, yüzölçümü 34 km2dir. Bölge su bakımından fakir olduğundan göl ancak yağışlı mevsimlerde toplanan derelerle beslenir. Suyu çok tuzludur. Gölün büyük bir kısmı yaz aylarında tuzlu bataklık hâline gelir. Bu durumdan istifâdeyle tuz elde edilir. Gölün güney kıyısında bir tuzla vardır.

SEYFEDDÎN-İ FÂRÛKÎ

Evliyânın büyüklerinden. İnsanların îtikâd, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenmelerini ve öğrendikleri bilgilerle amel etmelerini sağlayan ve onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen İslâm âlimlerinin yirmi beşincisidir. İkinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu, Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî’nin beşinci oğludur. Muhyissünne, yâni “sünneti diriltip yayan” ismiyle şöhret buldu. 1639 yılında Serhent’te doğdu; 1696’da burada vefât etti.

Uzun boylu, esmer, heybetli, gözleri büyükçe ve sakalının iki tarafı seyrekçeydi. İlim, irfân kaynağı ve kerâmetler sâhibi Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, küçük yaşından îtibâren ilme yönelip ders okuyabilecek yaşa geldiğinde, Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sonra amcası Muhammed Sa’îd’den aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Zamânının bir tânesi ve mârifet deryâsı olan babası Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî’nin teveccühü ve sohbetleriyle, Nakşibendiyye yolunun usûl ve âdâbı üzere tasavvuf yolunda ilerleyip, az zamanda Vilâyet-i Hâssa-i Muhammediyye’ye kavuştu. Birçok haller ve kerâmetler sâhibi oldu.

Zâhiren ve bâtınen olgunlaştıktan sonra, yüksek babasının emriyle insanlara, Allahü teâlânın dînini, sevgili Peygamberimizin güzel ahlâkını anlatmak ve vaktin sultânı Âlemgîr Şahın dînî terbiyesiyle vazifelendirilip Delhi’ye gitti.

Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerinin himmet ve bereketiyle, Hindistan’ın her tarafında İslâmiyet yayılıp Müslümanlar kuvvetlendi. Bid’at sâhipleri ve kâfirler perişân olup, hiçbir yerde kabûl görmediler.

Delhi’deki sohbet meclisleri çok bereketli ve kalabalık olurdu. Kâfirler, fâcirler, fâsıklar bile bu meclise gelip, yüksek huzûruyla şereflenince, hidâyete kavuşup eski günahlarına tövbe ve istiğfâr ederek dönerlerdi. Onun sohbeti bereketiyle, binlerce kişi hidâyete ve kemâle kavuşup, yüksek derecelere ulaşmıştı. Dergâhına her gün binlerce insan gelip, feyz alırdı.

Muhammed Seyfeddîn hazretleri bin dört yüz velî yetiştirdi. Böylece, insanların hidâyete kavuşmalarına vesîle oldu. Seyyid Muhammed Bedevânî, yetiştirdiği talebelerinin en büyüğü ve kâmilidir.

Sekiz oğlu vardı. Üçü kendi huzûrunda kemâle geldi. Beşi henüz küçüktü. Büyük olan oğulları Şeyh Muhammed Âzam, Şeyh Muhammed Hüseyin ve Şeyh Muhammed Şuayb’dır. Diğer oğulları; Muhammed Mûsâ, Muhammed Îsâ, Muhammed Kelimetullah, Muhammed Osman ve Abdürrahmân’dır. Altı kızı vardı. Bunlar; Cennet, Habîbe, Sâire, Şehrî, Refîunnisâ ve Zehrâ’dır.

Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, 1696 senesinde Serhent’te vefât etti. Babasının medfûn bulunduğu türbenin birkaç yüz metre güneyindeki türbeye defnedildi.

Oğlu Muhammed Âzam’ın toplayıp kitap hâline getirdiği Mektûbât-ı Seyfiyye adlı eseri, yüz doksan mektuptan meydana gelmiştir. 1913 senesinde Hindistan’ın Haydarâbât şehrinde basılmıştır.

Buyurdu ki: “Açlık ve mücâhede, hârika ve kerâmeti arttırır. Evliyânın sohbeti kalbe zikri yerleştirir. Sünnete tâbi olmayı kolaylaştırır. Yetecek kadar yiyiniz. Zîrâ yolumuzun büyükleri, bu yolu vukûf-ı kalbiye, yâni kalbe âit şeyleri bilmeye devâm ve sohbet üzerine kurmuşlardır. Zühd ve şiddetli mücâhedenin (nefsin istemediği şeyleri yapmak) netîcesi, kerâmet ve tasavvuftan ibârettir. Biz bunları işten bile saymayız. Bizim maksadımız, ancak zikre devâm, Allahü teâlânın yasaklarından kaçınıp emirlerine uymak, Resûlullah efendimizin sünnet-i şerîfine tâbi olmak ve daha çok feyz ve bereketlere kavuşmaktır.”

SEYRÂNÎ

Halk şâiri. 1807’de Kayseri’ye bağlı Develi-Everek’te doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Medresede birkaç yıl okudu, genç yaşında şiir söylemeye başladı. Tanzimat yıllarında İstanbul’da bulunduktan sonra memleketi olan Everek’te, 1866 senesinde öldü. Mezarı oradadır. Söylediği hicivler yüzünden tâkibâta uğradığı için memleketine döndü, yoksulluk içinde yaşadı. Bektâşî idi.

Seyrânî, divan şiirini de bilir; aruzla şiirler yazmaya meraklıdır. Fakat asıl gücünü koşmalarında ve nefeslerinde göstermiştir.

Dostlarından, sevgilisinden, bahtından ve her şeyden yakınır. Seyrânî’nin oldukça kararsız, içkiye çok düşkün, derbeder bir hayâtı vardır. Tanzimatın getirdiği yenilik ve değişmelerin bir kısmını hicvetmiştir.

Koşmalarında, divan etkisinden sıyrılarak, halk deyimleri, deyişleri ve atasözlerini kullandı.

KOŞMA

Nice defterlerden ismim sildirdin

Gelmedi hiç senden ses, kara bahtım

Bahtım gemisine yelken yok, bildin

Durma lodos gibi es, kara bahtım

 

Âlem yıkıcıdır, yoktur yapıcı

Kimi cellât olmuş kimi kapıcı

Evvel giymez iken mesti, papucu

Verdirir çarığı mes, kara bahtım

 

Ağır meclislerde sıkılmaz iken

Mengeneye versen bükülmez iken

Seyrânî, arslana yıkılmaz iken

Dedirdin tilkiye pes kara bahtım

SEYRÜSEFER

Alm. Verkehr (m), Fr. Trafic (m); Circulation (f), İng. Traffic. Bir gemi veya uçak, bir yerden başka bir yere giderken pozisyon (dünyâ üzerindeki bir referans noktasına göre bulunulan yer) ve yön tâyini. Seyir olarak da bilinir. Yön ve yer bulma ihtiyacı duyulduğundan beri, çok değişik âletler ve usûller kullanılarak pekçok sistem geliştirildi.

Yön tâyininde ilk olarak bugün bile kullanılan kutup yıldızı’ndan faydalanıldı. Bazı gemiciler, kuş taşırlardı. Belli bir süre seyahatten sonra serbest bırakılan bir kuş, ilk hareket edilen yere doğru uçarken gemi de rotasını ayarlardı. Kuşun belli bir süre havada dolaştıktan sonra, gemiye geri dönmesi civarda kara parçasının olmadığına delâlet ederdi. İleri tarafa uçan kuş ise en yakın kara parçasının o yönde olduğuna işâret ederdi.

Müslümanlar tarafından Avrupa’ya tanıtılan pusulanın geliştirilmesiyle denizcilikte yön bulmak kolaylaştı. Dünyânın manyetik tesiriyle pusula ibresi dâima kuzeyi göstermekteydi. Fakat pusulada tespit edilen bu manyetik kuzey, dünyânın coğrafik kuzeyiyle aynı değildi ve değişik yerlerde farklı manyetik kuzeyler elde edilmekteydi. Ayrıca manyetik kuzey zamanla yerini değiştirmekteydi. Pusulanın gemilerdeki metallerden etkilenmesi ayrı bir problemdi. Daha sonra manyetik hiçbir madde kullanmadan yapılan ve jiroskopik özelliğe dayanan Jiroskoplu Pusula’ların bulunmasıyla bu problemler ortadan kalktı. Bugün bütün gemi ve uçaklarda bu tip pusulalar kullanılır.

Eski çağlarda gemilerin hızını ölçmek için, geminin arkasından üzerinde düğümler bulunan halatlar salınırdı. Belli bir süre içinde deniz yüzüne yayılan halat boğumları sayılarak hız hesaplanırdı. Artık gemi hızını ölçmek için kullanılan ve parakete denen âletlerde modern sistemlerden faydalanılır. Geminin hareket yönü ve hızından faydalanarak geminin yerini bulmak için ise parakete hesabı denilen işlem yapılır. Yapılan işlemin kontrol edilmesi için bâzı referans noktalarından faydalanılır.

Teknikteki gelişmeler seyrüsefer sahasında da pekçok yenilikler getirdi. Yön, hız, mesâfe, yer bulmada ses ve radyo dalgalarının kullanılmasıyla SONAR, LORAN, DECCA, OMEGA gibi sistemler gelişti. Çalışması ses dalgalarına dayanan SONAR dışındaki üç sistemin çalışması, hemen hemen aynı prensibe dayanır. Radyo dalgaları yayan çeşitli radyo istasyonlarından gelen sinyallere göre yer tesbiti yapılır. Ayrıca Doppler olayına dayanan ve hatta günümüzde sun’î peyklerden faydalanan sistemler de vardır.

İkinci DünyaSavaşıyla süratle gelişen elektronik teknolojisi, deniz seyrüsefer cihazlarına paralel olarak, havacılıkta da aynı gâyeli mükemmel sistemlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Helikopter ve kısa menzilli uçaklar için DECCA ve OMEGA; uzun menzilli uçaklar için LORAN (Longe Range Air Navigation) sistemleri uygundur. Ayrıca Doppler olayına göre hız ve mesâfe ölçmede kullanılan sistem de uzun menziller için uygun olmasına rağmen, bunların yerine büyük yolcu ve savaş uçaklarında daha pahalı ve komplike olan INS gibi sistemler kullanılır. INS (İnertial Navigation System) sistemi, bütün sefer boyunca rota, hız, ivme gibi bilgilerin değerlendirilmesi neticesinde yer, pozisyon bulmaya dayanır. Diğer sistemler yerdeki radyo istasyonlarına ihtiyaç duyduğu halde, INS sisteminde herhangi bir dış yardımcıya ihtiyaç yoktur. Bu sistem, atalet esaslarına dayanan jiroskopik bir sistemdir. Jiroskop platformuna yerleştirilen ivme ölçeklerle, hız ve yön değişiklikleri belirlenip, bir bilgisayarda değerlendirilerek bulunulan yer, pilot kabinindeki ekranda görünür.

Hava seyrüseferinde kullanılan diğer sistemler; yön bulmaya yarayanADF (Automatic Direction Finder) ve VOR (Very High Freguency omni Directional Range) sistemi, mesâfe ölçmeye yarayan DME (Distance measuring Equipement) veya askerî sahadaki adıylaTACAN ve de kapalı havalarda dahi uçağın piste inmesini sağlayan âletle, iniş sistemi ILS (Instrument Landing System)dir.

Sefer sırasında, bulut gibi kötü hava şartlarının etkisinden kaçmak gâyesiyle meteorolojik değişikliklere göre uyarı yapan meteoroloji  radarları, diğer bir seyrüsefer cihazıdır. Uçakların havada seyrederken çarpışmalarını önlemek için, hava koridoru denen, hava yolları radarlarıyle devamlı kontrol altında tutulur. Uçakların bu koridorlarda ve belirli yüksekliklerde uçması sağlanır.

Uzay araçlarının uzaydaki seyahatları önceden tespit edilen plânlara göredir. Atmosfer dışında kötü tesirler yapan tabiî şartlar olmadığından, bu plânlar aynen gerçekleşir. Çeşitli yön ve hız değişiklikleri roket motorlarının çalıştırılması sûretiyle yapılır. Uzay araçlarının bulundukları yerler, yıldızlara ve dünyâdaki radarlardan gönderilen sinyallere göre tespit edilir. Günümüzde seyrüsefer sistemlerinin çoğu bilgisayarla denetlenir. Bu durumlarda konum belirlemede, uzaya yerleştirilen uydulardan da faydalanılmaktadır.