SENATO

Alm. Senat (m), Fr. Sénat (m), İng. Senate. Yasama organını meydana getiren iki meclisten biri. İlk çağlarda danışma, bâzı hallerde yasama ve yönetim vazîfesi gören siyâsî meclis. Senatörlerin toplandıkları yer. Eski çağlarda, bâzı devletlerdeki en yüksek mahkeme, üniversitenin en yetkili organı.

Senatoya benzer asiller, ihtiyarlar meclisine ilk olarak Atinalılarda rastlanır. Atinalıların “Aeropagus”ları Roma senatosunun öncüsü olarak kabul edilebilir.

Eski Roma’da senato: Devletin temel organlarındandı. Ancak asiller senatör olabilir ve Danışma Meclisi vazifesi görürlerdi. İdâri ve bâzan yasama görevleri de olurdu. İktidar boşalınca kralın yerini doldururlardı. Oturumlar, halk meclislerinden ayrı ve “curia” denilen özel yerlerinde yapılırdı.

İmparatorluk dönemiyle birlikte Roma’da senatonun nüfûzu çok azaldı. İmparator ile senato arasında yetki mücâdelesi eksik olmazdı. Kurumlar ve imparatorluk coğrafyasındaki büyük değişmeler, senatonun rolünü tamâmen sona erdirdi. Senato Bizans’a Roma’dan geçmiştir.

Türkiye’de Senato: Gerek İslâmiyetten önceki, gerekse sonraki Türk devletlerinde, bugünkü mânâdaki senato değilse de, komutan, idâreci, âlim ve yaşlılardan kurulan Danışma Meclisi niteliğinde meclisler var olmuştur. 1876 târihli ilk Türk Anayasası’nın 60. maddesiyle Meclis-i Âyan adlı ilk senato kurulmuştur.

Senatörler, pâdişâh tarafından kayd-ı hayat (ömür boyu) şartıyle, memleketin seçkin şahsiyetleri arasından seçilirdi.

1876 Anayasasıyla kurulan meclis, Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi) ve Meclis-i Âyan (Senato)dan meydana gelirdi. Abdülhamîd Han, 18 Şubat 1876’da Millet meclisini, o günkü şartlar sebebiyle feshetti. Fakat senatoya dokunmadı. 1908’de ikinci meclis açıldığında bu senatörlerden üçü yaşıyordu. Bunlar yeni mecliste görevlerine devam ettiler. 1876 Anayasasında senatoya yer verilmesinin sebebi, Osmanlı Devletinin değişik milletleri bünyesinde barındırmasından dolayı, bu milletlerden meydana gelen Millet Meclisinin devletin menfeatine uygun karar veremiyeceği endişesiydi. Senatonun bu meclise fren vazifesi yapması düşünülmüştü. Yaşanan olaylar, bu düşüncenin haklılığını göstermiştir.

1921 ve 1924 Anayasalarında senatoya yer verilmemiştir. 1961 Anayasasında, milletin seçtiği MilletMeclisinin gücünü terâzilemek için muhtar (özerk) üniversite, dernek, sendikalar ve Danıştayın yanında ikinci bir meclis (senato) getirilmiştir.

Cumhûriyet Senatosu: 1961 Anayasasına göre, yasama organını meydana getiren iki meclisten biri olup, genel oyla seçilen 150 üye, Cumhurbaşkanınca seçilen on beş üye ve tabiî üyelerden kurulan yasama organı.

150 üye, genel oyla, milletvekili seçilmesi esâsına göre 6 yıl için seçilirdi. Tabiî üyeler 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra kurulan, Millî BirlikKomitesinin hayattaki üyeleri ve eski Cumhurbaşkanlarıdır. Genel oyla senatör olabilmek için, milletvekili olabilme şartlarının yanında, 40 yaşını doldurmuş olmak ve yüksek tahsil aranırdı.

Cumhûriyet Senatosu, gensoru dışındaki denetim yollarını kullanabilir ve bütün yasama faaliyetlerine katılabilirdi. Kânunlar Millet Meclisinde görüşüldükten sonra, senatoda görüşülürdü.

Cumhûriyet Senatosu Başkanı, Cumhurbaşkanına, yurtdışı seyâhatı, hastalık, ölüm, istifâ veya başka bir sebeple makamın boşalması durumunda vekâlet ederdi.

Kânunların akışını yavaşlattığı, aynı görünüşte bir yapıya sâhip olduğu, millî bünyemize pek uymadığı için 1982 Anayasasıyla senato kaldırılmış ve yasama yetkisini, Millet Meclisi kendinde toplamıştır.

Senatör: Cumhûriyet Senatosu üyesi. Senatoda, genel seçimle seçilen tabiî üye olan veCumhurbaşkanınca seçilen (kontenjan senatörü) olmak üzere üç çeşit senatör vardı.

Cumhûriyet Senatosu Başkanları

Suat Hayri Ürgüplü

28 Ekim 1961-1 Kasım 1963

Enver Aka

1 Kasım 1963-1 Kasım 1965

İ.Şevki Atasagun

2 Aralık 1965-19 Kasım1970

Tekin Arıburun

19 Kasım 1970-14 Haziran 1977

Sırrı Atalay

16 Haziran 1977-6 Kasım 1979

İhsan Sabri Çağlayangil

6 Kasım 1979-12 Eylül 1980

Amerika Birleşik Devletlerinde Senato: Bu devlette yasama, kongrenin, yâni Senato ve Temsilciler Meclisinin elindedir. Eyâletlerin her biri senatoya iki senatör gönderir. Senatörler 6 yıl için seçilir. Senatör seçilebilmek için otuz yaşını doldurmak ve seçilmesinden en az dokuz yıl önce Amerikan vatandaşı sayılmak gerekir. Bu tasarının kânun olabilmesi hem senato, hem de Temsilciler Meclisi tarafından tasdik edilmesi lâzımdır.

Devlet Başkanı, kongre tarafından onaylanmış bir kânun tasarısını veto ederse, tasarının kânunlaşabilmesi için kongrenin her iki kanadında, üçte iki çoğunlukla yeniden tasdik edilmesi gerekir. Bu şekilde kabul edilen tasarı Başkan tarafından tekrar veto edilemez.

SENCER

Büyük  Selçuklu Sultânı. Melikşah’ın oğludur. Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar’da doğdu. Küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmiş, devlet idâresinde tecrübe kazanmış ve ağabeyi Sultan Berkyaruk’a devlet işlerinde yardımcı olmuştur.

Sencer, gerek ağabeyi Berkyaruk’un, gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar’ın saltanatları zamânında devlet hizmetinde bulunarak millî birliğin teminine elinden gelen yardımı yaptı. Doğuda ortaya çıkan isyânları bastırdı. Bu esnâda gösterdiği başarılar sebebiyle Horasan melikliğine tâyin edilen Sencer, taht mücâdeleleri dolayısıyla Selçuklu Devletinin içinde bulunduğu durumdan istifâde ederek, Selçuklu topraklarına saldıran Şarkî Karahanlı Hükümdârı Kadir Hanın saldırılarını bertaraf etti (Haziran 1102). Gazneliler Devletini tâbi duruma soktu. Gazne’de hutbe, sıra ile; halîfe, sultan, sonra Melik Sencer ve nihâyet Gazne sultânı Behramşah adına okundu (1118).

Sencer, ağabeyi Berkyaruk’un vefâtından sonra sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile de samîmî ve gösterişsiz münâsebetlerini devam ettirdi. O, doğu bölgelerinde siyâsetini icrâ ederken, Sultan Muhammed batı ile ilgileniyordu. Yâni Sultanla müstakbel sultan birbirini tamamlıyorlardı.

Babası Melikşâh’ın siyâsetini tâkip eden Sencer, Horasan’dan îtibâren, devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurdu. Böylece Selçuklu Devleti, doğudan emin olarak batıda mücâdelelerine devâm etti.

Muhammed Tapar’ın ölümü üzerine (18 Nisan 1118), henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmûd, devlet erkânı tarafından, Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkarıldı. Diğer taraftan Sencer de Horasan’da kendisini sultan îlân etti (14 Haziran 1118) ve sultanlığını halîfeye tasdik ettirdi. Sencer’in tek başına Büyük Selçuklu Sultânı olabilmesi için, tahta çıkarılan Mahmûd’un bertaraf edilmesi lâzımdı. 14 Ağustos 1119’da Save’de amca-yeğen arasında yapılan savaş, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelenince Sencer, Büyük Selçuklu sultânı oldu. Devletin merkezi, Irak-ı Acem’denHorasan’a nakledildi.

Mahmûd’la yapılan anlaşmaya göre, Rey, Sencer’de kalmak üzere, imparatorluğun batı tarafları Mahmûd’a verilecekti. Ancak Mahmûd hem sultan ünvânını koruyacak, hem de Sencer’e tâbi olacaktı. Böylece Irak Selçukluları Devleti kurulmuş oldu. (Bkz. Irak Selçukluları)

Sencer, 1113’te Semerkant’a, 1114’te Gazne ve Gurlular üzerine sefer yaparak bölgede hâkimiyetini tesis etti. Ayrıca Irak, Âzerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Afganistan, Kaşgar ve Mâverâünnehr’de hakimiyet kurdu. Uzun zaman saltanat mücâdeleleri geçiren devleti yeniden tanzim etti. Âdeta devleti yeniden kuran Sencer, idâreci kadroyu da yeniden tâyin etti. Irak-ı Acem’in yarısı ile Gilân bölgesini Şehzâde Tuğrul’a; Fars eyâletiyle, İsfehan ve Huzistan’ın yarısını ise Selçuk Şâha verdi. Kendisi de Sultan-ül-a’zam ünvânını aldı. Diğerleri ona tâbi oldular.

Bu birlik bir müddet böyle devâm etti. Fakat Halife Müsterşît ile bir ittifak kuran Mahmûd, amcasına isyân hazırlıklarına başladı. Bunu haber alan Sencer, Mahmûd’un üzerine yürüdü. 26 Mayıs 1132’de yapılan Dînever Savaşı Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelendi. Sencer, yanında getirdiği diğer yeğeni (Mahmûd’un küçük kardeşi) Tuğrul’u, Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve ona bâzı tenbihlerde bulunarak geri döndü.

Daha sonra Karahanlıların isyânını bastıran Sencer, 1136’da Gazneliler ve 1141’de Harezm’in isyânını bastırdı. 1141’de gayri müslim Karahitayların, Karahanlılara hücûmuna mâni olmak isterken Semerkant yakınlarındaki Katavan sahrasında Karahitaylara mağlup olması, uzun süren saltanatının dönüm noktası oldu ve onu son derece telâşa düşürdü. Belh’i kaybetti.

Sencer’in bu mağlûbiyeti, gerek Müslüman gerekse Hıristiyan dünyâsında büyük akisler yaptı. Mağlûbiyeti fırsat bilen Harezmşâh Atsız, Horasan ve Sencer’in pâyitahtı Merv’i istilâ etti ve hazîneleri alıp götürdü. Sencer’in Harezm’e sefer yapacağını öğrenen Atsız, ona karşı meydan muhârebesi vermeyi göze alamadı, tekrar itâatini arz edince affedilerek hazîneleri iâde etti. Bu uzlaşma hiçbir şeyi halletmedi ve Sencer, Atsız’ı iknâ etmek üzere meşhûr şâir Edib Sâbir’i elçi gönderdi. Atsız, tertip ettiği bir sûikastle Edib Sâbir’i öldürtünce, Sencer üçüncü defâ Harezm’e sefer yapmaya mecbur oldu (1147). Sencer, pâyitaht kapılarına dayanınca, Atsız af dilemek üzere elçi gönderdi. Sultan yine affetti.

Bu esnâda Sencer’in kumandanlarından Kumac, bağımsızlık îlân eden Gur Sultânı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz’a yenilmişti. Sultan Sencer, Gurlulara karşı sefer hazırlıkları yaparken, Gurlular Gaznelilerle savaşa tutuştu. Netîcede Gazneliler kat’î mağlûbiyete uğradı ve Behramşâh Hindistan’a kaçtı. Gaznelilerin pâyitahtı, Gur hükümdârı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz tarafından yerle bir edildiği sırada, Sultan Sencer de, Gurlulara haddini bildirmek için yola çıkmıştı. Haziran 1152’de yapılan savaşta Gurlular mağlup ve hükümdârları da esir edildi. Gur idâresi tekrar Alâeddîn Cihansuz’a verildi. Sencer, Katavan sahrasındaki yenilgiden beri, ilk defâ büyük bir zafer kazanmış ve tekrar îtibârını yükseltmişti.

Fakat bu defâ Oğuzlarla Selçuklu emirleri arasındaki ayrılık büyüdü ve bir kısım emîrlerin ısrârı üzerine, Oğuzlarla Belh vilâyeti içinde savaşa mecbur oldu (Mart ve Nisan 1153). Savaş, Selçuklu ordusunun mağlup olmasıyla sonuçlandı. Sultan esir düştü. Tâbi bulundukları Selçuklu Devletinin büyük sultânını esir alan Oğuzlar, beklemedikleri bu netîceden sonra birden bire kendilerini devletin başında buldular. Esir Sultan’ı Tahta oturtuyor, gereken saygıyı gösteriyor; Fakat gece de demir bir kafese koyuyorlardı. Her ne kadar Sencer aralarında esir sıfatıyla bulunmuşsa da, kendilerinden birini sultan yapmayarak, esir hükümdârı tahta oturtup saygı göstermeleri; Oğuzların Büyük Selçuklu Devletini devam ettirmek istediklerini gösteriyordu. Fakat Büyük Sultan, Oğuzların elinde esâret altında hükümdâr olmaktansa tahtı terk etmeyi tercih etti. Merv hânkâhına kapandı. Yine esâret devâm ediyordu. Üç yıl süren esirlik hayâtında çok sıkıntılar çekti. Kumandanlarından Kumac’ın torunu Mu’eyyed Ayaba tarafından, Oğuz muhâfızları kandırılarak Nisan 1156’da kurtarıldı.

Ancak kurtuluşundan bir yıl sonra 29 Nisan 1157 senesinde vefât ederek Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi. Vefâtında 91 yaşındaydı.

Kırk yıl süren saltanatı boyunca Sencer, doğu ve batı olmak üzere iki cepheli bir siyâset tâkip etmiştir. Fakat siyâsetinin ağırlık noktasını hep doğu teşkil etmiştir. Önce batıyı tanzime uğraşan Sencer, burada bir türlü istediğini yapamamıştır. Çünkü hâdiseler onu doğuya çekerken, batı tamâmen ihmâl edilmiştir. En ufak bir bahâneyle hep doğuya hareket eden Sultan’ın bunda ne kadar haklı olduğunu, Katavan Savaşı ve Oğuz isyânının doğuda patlak vermesi göstermiştir.

Sencer zamânında halk refah içindeydi. Mevcut nizamı bozmak ve Ehl-i sünneti zayıflatmak için ortaya çıkan Bâtınîlik ve İsmâilîlik cereyânı, devlet tarafından alınan bütün tedbirlere rağmen, câhiller arasında yayılmaya devâm etmiş, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Sûriye’ye, diğer taraftan devletin belkemiği olan Horasan’a doğru yayılmıştı. Her tarafta bir tedhiş hareketi almış başını gidiyordu. Fakat Sultan, saltanat mücâdeleleri, iç karışıklıklar ve doğudan gelen saldırılar sebebiyle onlarla yeteri kadar ilgilenemedi.

Sencer devrinin en büyük âlimi İmâm-ı Gazâlî hazretleridir.

Babası Melikşâh devrinde de bulunmuş olan İmam-ı Gazâlî hazretleriyleSencer’in münâsebetleri meşhurdur. Ahmed Nâmık-i Câmî rahmetullahi aleyhle de münâsebeti olan Sencer, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi. Bunun netîcesi olarak, uzun süren saltanatı zamânında Sultanın teveccühüne mazhar olan pekçok âlim, sanatkâr, tabip yetişmiştir. Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanan Sultan Sencer, onların nasîhatlerini can kulağıyla dinler, hatâ yaptığında îkâz etmelerini ricâ ederdi. Kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler adâleti yerine getirirdi.

Sultan Sencer’in teşvikleriyle Horasan, bütün İslâm dünyâsına ve bu arada Anadolu’ya devamlı şekilde din ve ilim adamı sevk eden bir merkez olmuştu. Sencer zamânında Selçuklu devlet teşkilâtı da en sağlam hâlini almıştı.

Sencer, daha sağlığında, babası Melikşâh kadar büyük bir hükümdâr sayılmıştır. Ölümünden sonra da kaynaklarda yine Melikşâh ile birlikte örnek hükümdâr olarak gösterilmiştir.

Hadîs-i şerîf rivâyet edebilecek kadar ileri derecede ilim sâhibi olup, hadis âlimleri arasında sayılmıştır. Farsça şiirler yazdığı da bilinmektedir.

Daha hayattayken Merv’de yaptırdığı türbesi büyük bir sanat eseri olup, devrinin medeniyeti hakkında fikir vermeye yeter.

SENDİKA

Alm. Gewerkschaft, Berufsgenossenschaft (f), Fr. Syndicat (m), İng. Trade union. İşçi veya işverenlerin müşterek, iktisâdî, sosyal ve kültürel faydalarını korumak ve geliştirmek için serbestçe, kânunlara uygun olarak kurulan ve faaliyette bulunan, bağımsız özel hukukla kurulu, tüzel kişiliğe sâhip meslekî teşekküller.

Târihi gelişmesi: Bugünkü mânâda sendikalaşma hareketleri, 18. yüzyılın sonunda, sanâyileşmeye başlayan Avrupa devletlerinde başlamıştır. Özellikle İngiltere’deki kapitalist ekonomik uygulama; işçilerin dayanışma teşkil edecek hareketlerden uzak kalmalarına, ücretle çalışanların derin bir sefâlete düşmelerine ve gün geçtikçe bu sefâletin daha da artmasına sebep olmuştur. İşçilerin daha iyi şartlarda yaşamasını temin edecek her hareket, ferdin akit yapma hürriyetine karşı gayri meşrû bir müdâhale teşebbüsü olarak görülmüştür. Ağır maddî baskı altında kalan işçilerin, düştükleri sefâletten kurtulma çâreleri aramaları, onları ortak hareket etmeye yöneltmiştir. İlk hareketler, Fransa’da kalfa ve çıraklar hareketi olarak 1520’lerde başlayarak 1799 yılına kadar aralıklı ve sık olarak devâm ettiği görülmüştür. Sosyalist ve komünist fikirlere sâhip olanlar ise, sendikaların, işçilerin ücretleriyle uğraşmalarını uygun bulmamışlar, siyâsî fikirlerinin yerleşmesi yolunda bir vâsıta olarak görmüşlerdi.

Osmanlı Devletinde ve önceki İslâm devletlerinde, işçi-işveren münâsebetleri hiçbir zaman problemli olarak kendini göstermemiştir. Devlet nizâmının değişmez ilâhî hukuk kâidelerine bağlı kalması ve genel ahlâk anlayışı dolayısıyle işçi teşekküllerinin kurulması ve işçilerin işverenler tarafından sömürülmesi de sözkonusu olmamıştır. Aksine, İslâm kültürünün içinde tabiî bir şekilde teşekkül eden Âhî teşkilâtları; çırak, kalfa ve usta münâsebetlerini bir hiyerarşi içinde düzenlemiş; sanat ve meslekte ihtisaslaşmayı, ticârî ahlâkî en üst seviyeye çıkartmış; böylece birçok sosyal ve içtimâî meseleleri bir arada yürütmüştür.

Türkiye’de sendikalaşma faaliyetleri: Türkiye’de sendikalaşmaya doğru ilk faaliyetler, 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. O yıllarda özellikle savaş sanâyii, tekstil, gıdâ, kâğıt ve matbaacılık iş kollarında teşkilâtlanmaya başlayan işçiler, 1871 yılında Ameleperver Cemiyetini kurmuşlardır. Bu sıralarda ücret artışı sağlamak gâyesiyle bâzı grev hareketlerinin olduğu görülmüştür. 1895 târihinde Tophâne fabrika işçileri, ikinci büyük işçi teşkilâtını kurmuştur.

1876 Kânûn-i Esâsî’de yapılan değişikliklerle, çalışma hayâtına âit bâzı düzenlemeler getirilmiştir. 1908 Meşrûtiyetin îlânından sonra kabul edilen toplantı ve dernek kurma haklarının arasında, işçi teşkilâtlarının 1908 yaz aylarında grev yapmaya kalkıştıkları, ancak Balkan ve Birinci Dünyâ Savaşları sebebiyle bu hareketlere son verildiği görülmüştür.

Kurtuluş Savaşından sonra, İstanbul’da toplanan işçi liderleri 20 iş kolu etrafında birleştirmeyi kararlaştırarak, 1922’de ilk amele birliklerini faaliyete geçirdiler. Bunlar arasında, İstanbul İşçileri Amele Birliği, Zonguldak Amele Birliği ve Balya Amele Birliği en önemlileriydi. Zonguldak Amele Birliği, halen 50 bin üyesiyle faaliyetini sürdürmektedir.

1946 yılında işçi teşkilâtları kurulmaya başladı. 1947-1961 yılları arasında hızlı bir sendikalaşma hareketi olmuştur. 1946’da İşçi Derneği, 1952’de dokuz sendikanın birleşmesiyle Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Türk-İş kurulmuştur. Türk-İş; Genel Kurul tarafından seçilen 38 yönetim kurulu ve 5 icrâ kurulu üyesi tarafından yönetilmektedir. İcrâ kurulu, genel başkan, genel sekreter, genel mâlî sekreter, genel eğitim sekreteri ve genel teşkilâtlandırma sekreterinden meydana gelmektedir. Türk-İş, milletlerarası kuruluşlar olan Hür Dünyâ İşçileri Sendikaları Konfederasyonu (KFTU), Hür Dünyâ Asya Sendikaları birliği (ARO), İktisâdî ve Kalkınma Teşkilâtı Sendikal Danışma Komitesi (OECI-TUAK)ne üye bulunmaktadır. 1950’de 88 olan sendika sayısı 1957’de 440’a yükselmiştir. Bu dönemde, sendikaların grev yapmaları, tahdit altında bulunması ve mâlî yönden güçsüz olmaları sebebiyle, 1961 senesine kadar bir varlık gösterememişlerdir.

1961 Anayasası ile önceden izin almaksızın, sendika ve sendika birliklerinin kurulmasına, üye olma ve üyelikten serbestçe ayrılmasına dâir hükümler getirilmiş, 1963 senesinde 274 sayılı Sendikalar Kânunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kânunları çıkartılmıştır.

1967’de Türk-İş’e bağlı bâzı sendikalar ayrılarak, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i kurmuşlardır. Bu sendikaların başında; Mâden-İş, Türkiye Basın-İş ve Türkiye Gıdâ-İş Sendikaları gelmekteydi. DİSK’in faâliyetleri 12 Eylül 1980’de askerî yönetimin işbaşına gelmesiyle birlikte durduruldu. DİSK yöneticileri tutuklandı ve haklarında TCK’nin 146. maddesini ihlâlden dâvâ açıldı. Askerî Mahkeme, 23 Aralık 1986’da DİSK yöneticileriyle, bağlı sendikaların yöneticilerini çeşitli hapis cezâlarına çarptırdı; konfederasyonu ve bağlı sendikaları kapatma karârı aldı. Adı geçen bu sendikaya (DİSK’e) tekrar faaliyet göstermesi için 1991’de izin verildi. Yine Türk-İş’ten ayrılan bâzı sendikalar, daha küçük çapta Milliyetçi İşçi Sendikaları MİSK ile Hak-İş konfederasyonlarını kurmuşlardır.

Türkiye Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş), 22 Ekim 1976 târihinde Öz Yapı-Sen, Öz Süt-Kur, Öz Demir-İş, Öz Yol-İş, Öz Dokuma-İş, Öz Gıdâ-İş ve Öz Metal-İş sendikalarının kurucu üye olarak katılmasıyla kurulmuştur.

274 Sayılı Sendikalar Kânununun düzenleme şekli ve bâzı mevzûattaki boşluklar, gelişigüzel sendikaların kurulmasına sebebiyet vermiş; aşırı sol ideolojiye sâhip kimselerin yönettiği sendikalarla, başka “bağımsız” adı altında kurulmuş birçok sendika; işçi haklarını aramadan ziyâde, devletin sanâyiini çökertmek, fabrikaları kapatmak, işçileri sokağa dökmek, yokluk ve sefâleti arttırarak fikir ve düzenleri için ihtilâle hazırlamak siyâsetini tâkip ederek sendikalaşmayı bir siyâsî vâsıta olarak kullanmışlardır. Sendikal faaliyetlerin sonucu, kamu ve özel sektöre âit birçok işyerinde grevler başladı. Grevlerin başladığı fabrika ve işyerlerinde millî servete zarar verecek kırıp dökme ve yakmalar oldu. Milyarlarca lira maddî zarar ortaya çıktı.

1963-80 yılları arasında kamu ve özel sektörde 1655 grev olmuş ve 415.440 kişi greve katılmıştır. Bunların toplam işgünü kaybı ise 20.643.885’dir.

12 Eylül 1980 askerî müdâhalesinden sonra bâzı sendikaların kapatılması veya faaliyetinin durdurulması neticesinde grev ve greve katılan işçi sayısı yok denecek kadar azaldı. Bu sebeple ülkemiz ekonomi ve iktisâdî yönden biraz kendini toparladı. Son senelerde ise yine sendikalar bir siyâsî vâsıta olarak kullanılmaya başladı, işçiler sokağa döküldü (1994). Grev ve greve katılmalar artmaya başladı.

Günümüzde sendikaların faâliyetleri: 1982 Anayasası ile, işçilerin ve işverenlerin önceden izin almaksızın sendika kurma, sendikaya üye olma ve ayrılma hakları tanınmış; geçmiş yıllardaki tecrübelerden de istifâde edilerek, anayasayla bâzı temel esaslar kabul edilmiştir. Buna göre, işçi ve işverenlerin aynı zamanda birden fazla sendikaya üye olamayacakları, sendika ve üst kuruluşlarda yönetici olabilmek için en az on yıl bilfiil işçi olarak çalışmış olması, sendikaların siyâsî faaliyet gösteremiyecekleri, siyâsî partilerden destek göremeyecekleri gibi destek de olamıyacakları, işyerinde sendikal faaliyet göstermenin çalışmamayı haklı gösteremeyeceği, gelirlerini gâyeleri dışında kullanamayacağı gibi hükümler getirilmiştir.

Anayasaya bağlı olarak, 1983 yılında yürürlüğe konulan 2821 sayılı Sendikalar Kânunu ile yeni düzenlemelere gidilmiştir. Yeni kânuna göre, Sendika Federasyonları kaldırılmış, sâdece değişik iş kollarından en az beş sendikanın bir araya gelmesiyle kurulan ve tüzel kişiliğe sâhip organların seçimi kontrol altına alınmış; sendikaların gösterdiği faaliyetlerin kontrolu için sendikaların denetlenmesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca belirli esaslara bağlanmıştır.

İşveren sendikaları: Dünyânın hemen her tarafında, işçi sendikalarını tâkip eden dönemlerde, işveren sendikalarının kurulduğu görülmektedir. Türkiye’de işveren sendikaları 5018 sayılı Sendikalar Kânunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra, kurulmaya başlamıştır. 1949’da Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası, daha sonra Mâdenî Eşyâ İşverenleri Sendikası, kurulan ilk işveren sendikalarıdır. 1961’den sonra işveren sendikalarında hızlı bir artış görülmüştür. Kısa zamanda kurulan yedi işveren sendikası, daha sonra toplanarak İşverenler Sendikası Birliği’ni meydana getirmişlerdir. Bu birlik, 1962’de yaptığı ikinci olağan kongresinde tüzük tâdiliyle ismini Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TİSK olarak değiştirmiş olup, hâlen Milletlerarası İşverenler Teşkilâtı IOE’ye üyedir.

TİSK’in kuruluş gâyeleri arasında, işverenlerin ve üye işveren kuruluşlarının hak ve menfaatlarını korumak ve temsil etmek, müsbet işçi-işveren münâsebetleri kurarak ve geliştirerek çalışma barışına katkıda bulunmak ve sağlam temeller üzerinde kurulmasında yardımcı olmak olarak ifâde edilmiştir.

Sarı sendika: İşveren tarafından kurulmuş, göstermelik işçi sendikasına denir. İşyerlerine dışardan normal kânûnî faaliyet göstererek girmek isteyen bir sendikanın girmemesi için işverenlerin, organize ettiği ve el altından yürüttüğü faaliyetler sonucunda kurulan bu tip sendika, işverenlerin uygun gördüğü bâzı hak ve menfaatları kabul ederek işçiler adına sözleşme imzâlar. Daha çok eski 274 sayılı Sendikalar Kânûnu’nun yürürlükte olduğu zamanlarda rastlanılan bu tip sarı sendikaların kurulmasına, 2821 sayılı yeni Sendikalar Kânûnu ile gerekli engelleyici hükümler konulmuştur.

Belli başlı işçi sendikaları şunlardır: Ağaç-İş, Basın-İş, Çimse-İş, Deri-İş, Dokgemi-İş, Hava-İş, Haber-İş, Kauçuk-İş, Koop-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Sağlık-İş, Selüloz-İş, Su-İş, Şeker-İş, Tarım-İş, Tekgıda-İş, Teksif, Tezbüro-İş, Türk Harp-İş, Türk Metal-İş, Toreyiş, Tümtis, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Türkiye Müzisyenler Sendikası (TMS).

Belli başlı işveren sendikaları şunlardır: T. Armatörleri İşverenleri Sendikası, T. Cam Sanâyii İşverenleri Sendikası, Çimento Müstahsilleri İşverenleri Sendikası, T. Deri Sanâyi İşverenleri Sendikası, T. Gemi Sâhipleri veDonatanları Sendikası, T. Gıdâ Sanâyii İşverenleri Sendikası, T. İnşaat ve Tesisat Müteahhitleri İşveren Sendikası, T. Kimyâ Sanâyii İşverenleri Sendikası, T. Mâden İşverenleri Sendikası, T. Mâdenî Eşyâ Sanâyicileri Sendikası, T. Selüloz, Kâğıt ve Kâğıt Mâmülleri Sanâyii İşvereleri Sendikası, T. Şeker Sanâyii İşverenleri Sendikası, T. Tekstil Sanâyii İşverenleri Sendikası, T. Toprak Seramik ve Çimento Sanâyii İşverenleri Sendikası.

SENED-İ İTTİFAK

İkinci Mahmûd Han devrinde 1808’de âyân ile hükûmet arasında yapılan sözleşme. On sekizinci asra girerken askerî teşkilâtın bozulması netîcesinde, devletin merkezî otoritesi zayıflamıştı. Devlet, mültezimlerin reâyâyı ezmeleri sonunda, vergi toplama işini mahallî eşrâfa devretme siyâsetini gütmüş, bu da âyân denilen güçlü ve nüfuslu bir zümrenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Yerli halk arasından veya dışardan gelip halka söz geçirebilecek durumdaki kimselerden meydana gelen âyânların nüfûzları zamanla daha da arttı. Yeniçeri ve tımar sisteminin bozulması sebebiyle, ihtiyâç duyduğu askeri temin edemeyen devlet de, âyânların nüfûzundan istifâde yoluna gitti.

1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında hükûmet, kazâ merkezlerinde idâreyi ele geçirmiş olan âyân ve mütegallibeye baş vurarak para ve asker teminine çalıştı. Bu durum, âyânlar üzerindeki hükûmet kontrolünün kalkmasına sebep oldu ve taşrada idâreye tamâmen hâkim oldular.

Sultan Üçüncü Selim Han, Rusçuk Âyânı Alemdâr Mustafa Paşa gibi devlete faydalı olanlara rütbeler verdi. Nizam-ı cedîdi tasvip etmeyen yeniçerilerin, Sultan Üçüncü Selim Hanı tahttan indirmeleri üzerine, Alemdâr Mustafa Paşa, onu tekrar tahta, geçirmek için hazırlıklara başladı. 28 Temmuz 1808’de Bâbıâlî’yi basıp sadâret mührünü ele geçirdi. Fakat bu arada Sultan Üçüncü Selim Han şehit edildi. Alemdâr Mustafa Paşa da, şehzâde Mahmûd’u sultan îlân etti. Yeniçeri ocağının kaldırılması ve devlete çeki-düzen verilmesi için çalışmalara başladı. Rumeli ve Anadolu’daki âyânlar çağrılarak meşveret-i âmme adı verilen büyük bir toplantı yapıldı. Yeniçeri ocağının düzeltilmesi ve düzenli şekilde eğitilmesi için karar alındı. Alemdâr Mustafa Paşa, kalabalık sayıda askeriyle İstanbul’a gelmiş olan âyânlarla, devlet arasındaki ihtilâf ve mücâdelenin kaldırılarak, devletin zâfiyetinin önlenebileceğini düşünüyordu. Yapılan görüşmeler sonunda aşağıdaki hususları ihtivâ eden sened-i ittifâk imzâlandı.

1 ve 4. maddede, âyân ve eyâlet vâlileri pâdişâha bağlılıklarını belirtiyor, sadrâzamı onun mutlak temsilcisi olarak kabul etmeye devam ediyordu.

2. maddeye göre; devletin geleceği ordunun gücüne bağlı olduğu için, âyânlar eyâletlerde asker toplanmasına yardımcı olacaklar, ordu, nizâm-ı cedîd sistemine göre teşkilâtlanacaktı.

3. maddeye göre; Osmanlı vergi düzeni ülkenin tamâmında, bütün eyâletlerde uygulanacak, pâdişâha âit gelirlere âyânlar el koyamayacaklardı.

5. maddeye göre; âyânlar, kendi eyâletlerinde âdil bir idâre kuracaklardı. Birbirlerinin topraklarına ve haklarına taarruz etmeyecekler, birbirlerine kefil olacaklardı.

6. maddeye göre; devlet merkezinde çıkacak herhangi bir kargaşalık ânında, pâdişâhtan izin almak için vakit harcamadan İstanbul’a yürüyeceklerdi.

7. maddeye göre; vergi miktarları âyân ve hükûmetin görüşmeleri sonunda belirlenecekti.

Bu vesîkanın altındaki ekte ise, özetle şöyle deniliyordu: Yapılacak işlerde bu şartların esas tutulması gerektiğinden, zamanla değişmesini önlemek üzere, bundan sonra sadrâzam ve şeyhülislâm olacaklar, bu makâma geçtikleri zaman bu senedi imzâlayacaklar ve harfi harfine uygulanmasına çalışacaklardır. Bu senedin bir sûreti beylikçi kaleminde, bir sûreti pâdişâhın yanında bulunacak ve gereken kimselere oradan kopyeleri verilecek, pâdişâh, kendisi bu şartların uygulanmasına nezâret edecekti.

Devletin âyâna ipotek edildiği, pâdişâhın yetkilerinin kısıtlandığı bu senedi imzâ edenler arasında, bir tarafta en yüksek derecedeki ulemâ (şeyhülislâm, nakîb-ül-eşraf ve kazaskerler), devlet ricâli (yeniçeri ağası, sipâhîler ağası) öbür tarafta o zaman pâyitahtta hazır bulunan belli başlı âyânlar (Cebbârzâde, Karaosmanoğlu, Sirozlu İsmâil Bey ve Çirmen mutasarrıfı) vardı.

Pâdişâhın tuğrası konulan bu sened, pâdişâhın âyânlara taahhüdleri şeklindeydi. İş başına gelen her sadrâzamın bu senede yeminle bağlı olması, yalnız pâdişâha karşı değil, âyânlara karşı da sorumlu olması durumunu çıkarıyordu. Vergiler bile, vükelâ ile âyânlar arasında kararlaştırılacaktı. Bütün bu sebepler, pâdişâh ve saray çevresinin sened-i ittifaka muhâlefetini îcâb ettiriyordu. İdâreye tam hâkim olan Alemdâr’ın korkusundan kimse ses çıkaramıyordu.

Alemdâr Mustafa Paşa, birkaç aylık iktidârında sekbân-ı cedîd adıyla bir askerî teşkilât kurdu. Yeniçeri ocağının hoşuna gitmeyecek bâzı ıslâhâtlara girişti. Kendisinin bâzı hareketleri ve yeniçerilerin hoşuna gitmeyen işleri isyâna sebep oldu. İsyânda Alemdâr öldü. Islâhâtları netîce vermedi. Âyânlar arasında birlik kalmayıp kısa zamanda dağılmaları üzerine sened-i ittifak hükümsüz kaldı. Âyanların ileri gelenleri zamanla ortadan kaldırıldı. Sultan İkinci Mahmûd Hanın dirâyetli idâresi netîcesinde merkezî otorite sağlandı.

Sened-i ittifâkla, 1839’da Mustafa Reşîd Paşa tarafından îlân edilen Tanzîmât fermânı arasında bâzı benzerlikler vardır. Bunların en bârizi, her ikisinin de devleti ipotek altına almasıdır. Sened-i ittifak, devleti âyânlara bağlı kılarken, Tanzîmât fermânı yabancı devletlere ipotek etmiştir.

SENEGAL

DEVLETİN ADI

Senegal Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Dakar

NÜFÛSU

7.691.000

YÜZÖLÇÜMÜ

197.000 km2

RESMİ DİLİ

Fransızca

DÎNİ

İslâm

PARA BİRİMİ

CFA Frankı

Batı Afrika’da Atlantik kıyısında 12°19’ -16°42’ kuzey enlemleri ve 11°22’-17°32’ batı boylamları arasında yeralan ve kuzeyinde Moritanya, doğusunda Mali, güneyinde Gine ve Portekiz Ginesi ve batısında Atlantik Okyanusu ile çevrili bağımsız bir devlet.

Târihi

Senegal’in ilk târihi hakkında elde mevcut bilgiler çok az olup, kesin değildir. Bunun için Senegal târihini, 11. yüzyılda Müslümanlıkla şereflenen, Senegal Nehri orta bölümlerinde kurulmuş, Tekrur Krallığı ile başlatmak uygundur. On beşinci yüzyıl başlarında ilk olarak, Avrupalılardan Portekizliler ülkeye ulaştılar. Daha sonra 17. yüzyılda, Fransızlar bölgeyi kontrolları altına aldılar. Bir müddet Fransız Batı Afrikası olarak kaldı. 1960 yılında bağımsız oldu. Bundan sonra Fransa’nın nüfûzu altında demokratik hayâta girdi.Progressiste Sénégalaise Birliği Başkanı olan, Léopold Senghor ülkenin ilk devlet başkanı oldu. 1963’te bir ihtilâl teşebbüsü atlatıldı. 1968 yılında işçilerle anlaşmazlıklar çıktı. Başbakan Andou, 1981 yılında Başkan Abdou Senghor’un emekliye ayrılmasından sonra devlet başkanı oldu. 1988’de olağan üstü hal îlân ederek başkanlığa devam etti. 1982 yılında Gambia ile ortak bir federasyon kuruldu. Bu federasyonda ülkeler bağımsızlıklarını koruyor ve yalnız savunma ve mâlî hususlarda birleşiyorlardı. Bu birlik daha sonra çıkan anlaşmazlıklar yüzünden 1989 Eylülünde bozuldu. Hükûmet, ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyen iç ve dış karışıklıkların üstesinden gelme yolunda büyük atılımlar gerçekleştirdi. 8 Nisan 1991’de Başkan Abdou başbakanlığa Habib Thiam’ı getirdi. 1993’te yapılan seçimlerde Abdou tekrar başkanlığa seçildi.

Fizikî Yapı

Senegal yaklaşık olarak 197.000 km2lik bir yüzölçüme sâhiptir. Bağımsız Gambia Cumhûriyeti, Gambi Nehri boyunca Senegal topraklarıyla çevrilmiş olup, onun güney parçası olan Casamance bölgesinin çoğunu diğer topraklarından ayırır. Gambia ülke içerisine 320 km kadar girmiştir.

Ülkenin çoğu dalgalı arâzi olup, ortalama 200 m civârında yüksekliğe sâhiptir. Güneydoğuda yer alan Fouta Djallon Dağları eteklerinde ise, yükseklik yaklaşık 500 m kadardır ve ülkenin en yüksek yeri bu dağlardır.

Senegambia bölgesi, Atlantiğe dökülen dört nehir tarafından kesilmiştir. Senegal, Saloum, Casamance ve Gambia nehirleri. Senegal Nehri ülkenin kuzey sınırlarını teşkil eder ve ülkenin en uzun nehridir.

Ülkenin batı kıyıları rüzgârlarla aşınmış olup, sâhil şeridi kısmen bataklık arâzidir. Verde Burnu, okyanusa doğru girmiş olup, tepelik ve kayalık bölgedir. Onun geri kalan kısmı ise yarı çöl bir haldedir.

İklim

Senegal, yağışların miktarları göz önünde tutulursa üç ayrı bitki örtüsüne sâhip üç bölgeye ayrılır; Sahelian, Sudanik ve Casamance bölgeleri.

Sehelian bölgesi, ortalama 350 mm kadar yağış alır. Bölge kaba otlar, dikenli çalılıklar ve akasya fundalıklarıyla kaplıdır. Bunun güneyindeki Sudanik bölge ise yaklaşık 900 mm yağış alır. Burada bitki örtüsü daha kalın ve daha çoktur. Genellikle ipek-pamuk ve baobab ağaçları sayıca fazladır ve akasya fundalıkları daha iridir. Casamance bölgesinde ise yağışlar, yaklaşık olarak 900 ilâ 1500 mm arasında değişir. Ülkenin güneybatısı bataklık ve yer yer tropikal ormanlarla kaplıdır. Ormanlık olmayan kısımlar ise yeşillik arâzidir ve bol yağış alır. Verde Burnu ise, kısmen yarıçöl ve kısmen kayalık ve tepelik bir bölgedir. Kıyı şeridiyse umûmiyetle çamurlu arâzi olup, tropikal mangrov ormanlarıyla örtülüdür.

Senegal’in iklimi bâzı tezatlıklar arz eder. Kıyılar ve özellikle Dakar’ın kuzey kesimleri, deniz meltemlerine açık olup, tatlı bir iklime sâhiptir. Bölgede ocak ayı, sıcaklık ortalaması yaklaşık 23°C civarındadır. Kuzeye gidildikçe Büyük Sahra’ya yaklaşılacağından sıcaklık birden artar. Casamance’nin güneyinde, kıyı rüzgârlarından dolayı nem oranı yüksektir.

Ülkede belirgin bir kuru ve bir de rutûbetli iki dönem mevcuttur. Rutûbetli mevsim Sahelian bölgesinde daha çok görülür ve hazirandan ekime kadar sürer. Sudanik bölgesindeyse mayıstan ekime ve Casamance’de mayıstan kasıma kadar rutûbetli mevsim hüküm sürer.

Tabiî Kaynakları

Senegal çevresine hayat ve canlılık getiren Senegal, Saloum, Casamance ve Gambia nehirlerinin suladığı dört ayrı bölge, çeşitli bitki örtülerine sâhiptir. Kıyılarda tropikalmangrov ormanları, Sudanik bölgesinde ipek ve baobab ağaçları ve akasya fundalıkları mevcuttur.

Ülkede pek fazla vahşi hayvan bulunmaz. Evcil hayvanlardan daha çok sığır, koyun ve keçi yetiştirilir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Yaklaşık 7.400.000 civârında bir nüfûsa sâhiptir. Nüfus yoğunluğu kilometrekareye 38 kişi kadardır. Yıllık ortalama nüfus artışı % 2,9 dolayındadır. Nüfûsun ekserisi şehirlerde yaşar ve yaklaşık % 10’una yakın bir bölümü başşehir Dakar’dadır. Ülkenin diğer büyük şehirleri şunlardır: Kaolack, Thiéc, Rufisque, St. Louis.

Senegal karışık bir etnik yapıya sâhip olup, büyüklü küçüklü birçok gruplardan teşekkül etmiştir. Nüfûsun % 37’sini Volof, % 18’ini Serer, % 17’sini Peul, % 9’unu Diola ve % 9’unu Mandingolar meydana getirir. Geri kalan % 10’luk kısmı ise birçok küçük etnik gruptur.

Voloflar nüfûsun çoğunluğunu teşkil ederler ve genellikle yerfıstığı üretimiyle uğraşırlar. Tekrur Krallığı soyundan gelen Peulların diğer adı Fulanilerdir ve göçebe hayâtı yaşarlar. Casamance çevresinde yaşayan Diolalar, Berberî kökenlidirler. Serer ve Mandingolar ise çiftçilikle uğraşırlar.

Nüfûsun % 95’ine yakın bir bölümü Müslümandır. Ayrıca bir miktar Hıristiyan da vardır. Serer ve Diola kabileleri hâricindeki grupların büyük bir bölümü, 19. yüzyıl sonlarına doğru İslâmiyetle şereflenmişlerdir.

Ülkenin resmî dili Fransızcadır. Uzun süre Fransız baskısı ve nüfûzu altında kaldığından, Fransızca yaygındır. Ayrıca her kabilenin kendi yerli dili mevcuttur. Bunlardan Volof, Fulani ve Mandingo dilleri biraz daha fazla konuşulur.

Okuma-yazma oranı düşük olup, % 10 civarındadır. Genç nüfûsun % 65’ine yakın bir bölümü okula gitmektedir. Öğretim dili ve modeli Fransızca ve Fransız modelidir. Yüksek öğrenim vardır. Dakar Üniversitesinde 2000 yerli ve 2000 yabancı uyruklu öğrenci öğrenim görür.

Siyâsî Hayat

Senegal Cumhûriyeti başkanlık sistemine dayanır. 1978 yılından bu yana demokratik çok partili hükümet tipine geçilmiştir. Ülkenin ilk başkanı, ülkenin uzun yıllar liderliğini yapmış olan Léopold Senhor’dur. Hükümeti başbakan ve onun başkanlığındaki bakanlar kurulu teşkil eder. 20 Eylül 1991’de kabul edilen anayasa ile Devlet Başkanı yedi senede bir halk tarafından seçilir. En fazla iki dönem görev yapabilir. Senegal idârî olarak 8 bölgeye ayrılmıştır. Yasama organı olan Millî Meclis 120 üyeden meydana gelir ve üyeler beş yılda bir seçilir. Seçmen yaşı on sekizdir.

Ekonomi

Senegal ekonomisi genellikle tarıma dayanır. En çok yerfıstığı yetiştirilir ve bunun ekonomiye büyük faydası dokunur. Yalnız son zamanlarda bu üretim azalmıştır. İşçi gücünün % 70’ine yakın bir bölümü tarım alanındadır. Diğer önemli tarım ürünleri; darı, pirinç ve süpürge darısıdır. Hayvancılık pek gelişmemiştir. Genellikle sığır, keçi ve koyun yetiştirilir. Ülke topraklarının % 15’ine yakın bir kısmı ekime elverişlidir.

Senegal hemen hemen önceki Fransız Batı Afrika topraklarının en çok endüstrileşmiş ülkesidir. Buna rağmen endüstri ve sanâyi ekonomide pek büyük bir rol oynamaz. Gıdâ ve balıkçılık sanâyii mevcuttur. Ülkede çıkarılan en önemli tek mineral fosfattır.

Senegal’in para birimi CFA “Afrika Para Cemiyeti” (Mali Topluluğu) Franktır. İthâlâtının büyük bir bölümünü Fransa’dan ve bir miktar da ABD’den yapar. Kendi ürettiği malları ise daha çok Fransa ve İngiltere’ye ihrâc eder.

Dışarıya genellikle yerfıstığı ve ürünleri ile fosfat satar ve dışardan daha çok motorlu taşıt, pirinç, şeker, makina ve tekstil ürünleri alır.

Senegal, çok iyi geliştirilmiş bir ulaştırma sistemine sâhiptir. Karayollarının uzunluğu yaklaşık 15.000 km civârındadır. Bu yolların ancak % 30’u asfaltlanmıştır. Şehirler düzgün bir demiryoluyla birbirine irtibatlıdır. Hemen her şehirde havalimanı mevcut olup, düzenli bir iç hat sistemi vardır.

SENTEZ (Kimyâ)

Alm. Synthese (f), Fr. Synthese (f), İng. Synthesis. Basit kimyâsal maddelerden kompleks bileşiklerin türetilmesi. Günlük hayatta kullanılan birçok madde sentez yoluyla elde edilir. Her ne kadar anorganik maddelerin sentezleri de sınaî önem taşıyorsa da sentezde en büyük pay organik maddelerin sentezindedir.

Anorganik kimyâda önemli sınâî sentezler olarak, sülfürik asit, nitrik asit, hidroklorik asit ve amonyak gazının sentezleri sayılabilir. Organik kimyâ sahasındaki sentezlerle de parfümler, ilâçlar, boyar maddeler, reçineler vs. ürünler elde edilmektedir. Sentez metodları özellikle organik kimyâ alanında 1828 yılından sonra büyük gelişmeler kaydetmiştir. Alizarin, indigo ve idantren boyalarının sentezleriyle endüstriyel sentezler önem kazanmaya başlamış ve bugüne kadar milyonlarca bileşik, sentez yoluyla elde edilmiştir.

Kimyâsal sentezlerin amacı, başlıca üç ana hedefe yöneliktir: Belli bir ürün için sanâyinin talebini karşılamak; kompleks yapılı tabiî organik bileşiklerin yapılarını aydınlatmak ve tabiî halde bulunmayan yeni kimyâsal bileşikler üretmek. Sanâyinin ihtiyacını karşılamak için yapılan sentezlere sayısız misâller vermek mümkün olmakla berâber sun’î gübrelerin hammaddelerinden olan amonyağın, azot ve hidrojenin senteziyle elde edilmesidir. Bugün sanâyide elyaf, plastik, ilâç, boyarmadde ve sabun olarak kullanılan pekçok kimyâsal madde sentez yoluyla türetilmektedir.

Diğer taraftan canlılarda bulunan birçok karmaşık tabiî bileşiğin, meselâ alkaloit ve proteinlerin kimyâsal yapıları, ancak bu tabiî maddelerin sentez yoluyla üretilmesinden sonra aydınlatılabilmiştir.

Belirli bir maddenin, kimyâsal ve fiziksel özelliklerine dayanılarak, bir molekül yapısı tasarlanabilirse, bu yapıya uygun olarak sentezle hazırlanan bileşik, söz konusu tabiî maddeyle aynı olduğunda, tasarlanan yapının doğruluğu tespit edilmiş olur.

Tabiî halde bulunmayan özel yapıdaki bir maddenin sentez yoluyla elde edilmesi ve özelliklerinin incelenmesi de kimyasal yapı ve reaksiyon teorilerinin denenmesine imkân sağlar.