SELMÂN-I FÂRİSÎ

Resûlullah efendimizin arkadaşlarının ileri gelenlerinden. Silsile-i aliyye adıyla bilinen velîler silsilesinin ikinci halkasını teşkil eder. Aslen İranlı olup, İsfehan yakınlarında Cey köyünde doğdu. Önce mecûsî, daha sonra Hıristiyan, sonra da Müslüman oldu. Mabeh bin Buzahşah olan ismini, Resûlullah efendimiz, Selmân olarak değiştirdiler. “Fârisî (İranlı)” nisbesiyle birlikte Selman-ı Fârisî adıyla anıldı. Selmânü’l-Hayr lakabı ve Ebû Abdullah künyesiyle tanındı. 655 (H.35) senesinde vefât etti. Yaşı hakkında çeşitli rivâyetler vardır.

Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh), Cey köyünün en zengini olan Buzahşah bin Mursilan’ın biricik çocuğuydu. Ona çok düşkün olan babası, kendisini evden dışarı salmazdı. Oğluna, kendi mecûsî inançlarını eksiksiz öğretip, evde devamlı yanan bir ateşe secde ile ibâdetini yaptırırdı. Selmân-ı Fârisî gençlik çağına gelince, arâziyi tanıyıp, sâhip oldukları malları görmesi için babası tarafından dışarı çıkarıldı. Arâzilerinin yakınındaki kilisedeki râhiplerin ibâdeti dikkatini çekti. Onların görünmeyen bir Allah’a ibâdet etmelerinin, ateşe tapmaktan daha üstün olduğunu anladı. Tarlalara gitmeyi bırakıp orada râhipleri seyirle meşgûl oldu. Râhiplerden bu dînin aslının Şam’da olduğunu ve bir müddet sonra oraya bir kervan gideceğini öğrendi. Eve geç kalınca, babası onun Hıristiyanlığa olan meylini öğrenip elini kolunu bağlayarak eve hapsetti. Fakat o, dâvâsından vazgeçmeyip râhiplerin bahsettiği kervanın hareket gününde evden kaçarak Şam’a gitti. Orada Hıristiyanların en büyük âliminden Hıristiyanlığı öğrendi ve kilisede hizmet etmeye başladı. Fakat bu kimse insanların emniyetini istismar ediyor, fakirler için getirilen sadakaları kendisi için biriktiriyordu. Ölünce yedi küp altın ve gümüş biriktirmiş olduğu görüldü. Onun yerine ilim ve zühd sâhibi bir râhib geçti. Uzun yıllar onun hizmetinde bulunan Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh, onun ölüm hastalığında; “Ey benim efendim!Uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Çünkü siz Allahü teâlânın emirlerine itâat ediyorsunuz ve men ettiklerinden kaçıyorsunuz. Siz vefât ettiğiniz zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sordu. “Oğlum! Şam’da insanları ıslâh edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsâd eder. Fakat Musul’da bir zât vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim.” dedi. O zât vefât edince Şam’dan Musul’a gitti ve târif edilen zâtı buldu. Başından geçenleri anlattı. Onun hizmetine girdi. Bu âlim de diğeri gibi çok kıymetli, zâhid, âbid bir kimseydi. Vefât zamânı yaklaşınca, aynı soruları ona da sordu. Nusaybin’de bir zâtı tavsiye etti. O vefât ettikten sonra derhal Nusaybin’e gitti. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğini söyledi. Bir müddet de onun hizmetinde bulundu. Bu zât da, vefât etmek üzere iken,  Amuriye’de bulunan başka bir kimseyi târif etti. Vefâtından sonra Selmân-ı Fârisî oraya gitti. Uzun bir zaman da onun yanında kaldı. Vefâtı yaklaşınca kendisini birine havâle etmesini ricâ etti. “Vallâhi şimdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat âhir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O, Araplar arasından çıkar, vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşir. Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır.” diyerek Resûlullah efendimizin husûsiyetlerini saydı.

Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh, Amuriye’deki hocası vefât edince, bir iş bulup çalıştı. Arabistan’a gitmek için hazırlık yaptı. Sâhibi olduğu koyun vs. gibi hayvanları vererek bir kervanla Arabistan’a doğru yola çıktı. Fakat kervancılar, ihânet ederek onu Vadiyü’l-Kura’da bir Yahûdîye köle olarak sattılar. Hurma bahçelerinin mevcudiyetinden âhir zaman Peygamberinin geleceği yerin burası olduğunu zannettiyse de, içi ısınmadı. Bilâhare Yahûdî, onu amcasının oğluna sattı. Yeni sâhibi Yahûdîyle Medîne’ye gitti. Bu şehri sanki önceden görmüş gibiydi. Kalbi ısındı. Âhir zaman Peygamberinin gelmesini beklemeye başladı.

Bir gün kendisini satın alan Yahûdînin bahçesinde bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordu. Sâhibi, yanında biriyle konuşuyordu. Bir ara; “Evs ve Hazrec kabîleleri helâk olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor” dediler. Bu sözleri işitince kendinden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordu. Hemen aşağı inip, o şahsa; “Ne diyorsun?” dedi. Sâhibi bir tokat vurdu ve; “Neyine lâzım ki soruyorsun, sen işine bak!” dedi. Akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kubâ’ya vardı. Resûlullah’ın yanına girip; “Sen sâlih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim.” dedi. Resûlullah efendimiz yanında bulunan Eshâba; “Geliniz, hurmayı yiyiniz.” buyurunca, yediler. Kendisi aslâ yemedi. İçinden; “İşte birinci alâmet budur. Sadaka kabûl etmiyor” dedi. Eve dönüp, bir miktar hurma daha alıp, Resûlullah’a; “Bu, hediyedir.” diyerek takdim etti. Bu defâ yanındaki Eshâbla birlikte yediler, “İşte ikinci alâmet budur.” dedi. Götürdüğü hurma yirmi beş tâne kadardı. Hâlbuki, yenen hurma çekirdekleri bini buluyordu. Resûlullah efendimizin mûcizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendine; “Bir alâmetini daha gördüm.” dedi. Resûlullah’ın yanına ikinci defâ varışında bir cenâze defnediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiği için yanına yaklaştı. Peygamber efendimiz onun murâdını anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübârek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez varıp öptü ve ağladı. O anda Kelime-i şehâdeti söyleyerek Müslüman oldu. Sonra da Resûlullah’a uzun yıllardan beri başından geçen hâdiseleri bir bir anlattı. Hâline taaccüp edip, bunu Eshâb-ı kirâma da anlatmasını emir buyurdu. Eshâb-ı kirâm toplanınca, başından geçenleri onlara da anlattı.

Selmân-ı Fârisî, îmân ettiği zaman Arap lisânını bilmediği için tercüman istemişti. Gelen Yahûdî tercüman, Selmân-ı Fârisî’nin (radıyallahü anh) Peygamber efendimizi medh etmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnâda Cebrâil aleyhisselâm gelip, hazret-i Selmân’ın sözlerini doğru olarak Resûlullah’a bildirdi. Durumu Yahûdî anlayınca, Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.

Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) Müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devâm etti. Peygamberimizin; “Kendini kölelikten kurtar yâ Selmân!” buyurması üzerine, sâhibine gidip, âzâd olmak istediğini söyledi. Buna zorla râzı olan Yahûdî, üç yüz hurma fidanı dikerek, yetiştirip hurma verir hâle gelmesi ve kırk rukye altın vermesi şartıyla kabul etti. Bunu Resûlullah’a haber verdi. Resûlullah efendimiz Eshâbına; “Kardeşinize yardım ediniz.” buyurdu. Onun için üç yüz hurma fidanı topladılar. Resûlullah efendimiz; “Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca, bana haber ver.” buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince, Resûlullah efendimiz teşrîf edip, kendi eliyle fidanları dikti. Bir tânesini de hazret-i Ömer dikmişti. Ömer’in (radıyallahü anh) diktiği hâriç hepsi, Allahü teâlânın izniyle, o sene hurma verdi. Resûlullah efendimiz, o bir tâneyi de söküp, kendi mübârek eliyle yeniden dikti ve diktiği anda hurma verdi. Fakat kırkk rukye altını bulamamışlardı. Resûlullah efendimiz gazâların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın getirmişti. “Selmân-ı Fârisî adlı mükâtib köle (efendisiyle hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan köle) nerededir?” diye sordu. Selmân-ı Fârisî gelince, Resûlullah efendimiz, altını verip; “Bu altını al! Borcunu öde.” buyurdu. “Yâ Resûlallah! Bu altın, yahûdînin istediği ağırlıkta değil.” diye arzedince, alıp, mübârek dilinin üzerine sürdü; “Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu edâ eder.” buyurdu. Selmân-ı Fârisî, o altını tartınca, tam istenilen ağırlıkta geldi. Götürüp sâhibine verdi ve kölelikten kurtuldu.

Medîneli olmadığı için, Resûlullah efendimiz onu, hazret-i Ebû Derdâ ile kardeş yaptı. Hendek Savaşından îtibâren bütün gazâlara katıldı. Daha öncekilere, köle olduğu için katılamamıştı. Bedr ve Uhud Savaşından sonra, Medîne üzerine üçüncü defâ yürüyen müşriklere karşı nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişâre ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücûm ettiği Hendek Savaşında Selmân-ı Fârisî, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize hendek kazmak sûretiyle, savunma yapmayı teklif etti. Onun teklifi kabul edilip, hendek kazıldığı için bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Selmân-ı Fârisî, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yemân, Nu’mân bin Mukarrin ile Ensâr’dan altı kişinin bulunduğu bir grupla berâber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zâttı. Hendek kazma işinde gâyet mâhir ve becerikliydi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Câbir bin Abdullah radıyallahü anh; “Selmân’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri, vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur. Hazret-i Selmân’ın çalışmasına Kays bin Sa’sâ’nın gözü değmiş ve Selmân radıyallahü anh birden bire yere yıkılmıştı. Eshâb-ı kirâm hemen Resûlullah’a koşmuş ve ne yapmaları lâzım geldiğini sormuşlardı. Peygamber efendimiz; “Kays bin Sa’sâ’ya gidin. Selmân için bir kabta abdest alsın. Abdest suyu ile Selmân yıkansın. Su kabı, Selmân’ın arkasından baş aşağı çevrilsin” buyurmuştur. Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizin buyurduğu gibi yapınca, Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh bulunduğu hâlden kurtulmuş, kendine gelmiş ve açılmıştı. Peygamberimiz, Hendek Savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı, Selmân-ı Fârisî’ye, Selmân-ül-Hayr, “Hayırlı Selmân” buyurdu.

Selmân-ı Fârisî Müslüman olup, kölelikten kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için, ince hurma dallarından sepet örüp satardı. Kazancının bir kısmını da fakirlere sadaka verirdi. Resûlullah efendimizin yakınlarından olup, bâzı geceler huzûrunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı. Kalbinde Allah ve Resûlullah aşkından başka zerre kadar bir şey bulunmayan Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh, dünyâ malı olarak kendisine gelen her şeyi Allah rızâsı için dağıtırdı. Elinde mal bulundurmazdı. Resûlullah efendimize en yakın olanlardandı. Hazret-i Âişe buyuruyor ki: “Selmân-ı Fârisî geceleri uzun zaman Resûlullahla berâber kalır ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resûlullah’ın yanında bizden fazla kalırdı. Peygamberimiz; “Allahü teâlâ bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi ve bu dört kişiyi sevmemi emretti. Bunlar; Ali, Ebû Zerr-i Gıfârî, Mikdâd ve Selmân-ı Fârisî” buyurdular.

Hazret-i Ebû Bekr devrinde, Medîne’den ve hazret-i Ebû Bekr’in sohbetlerinden bir an ayrılmayan Selmân radıyallahü anh, hazret-i Ömer zamânında İran fethine katıldı. İslâm ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde Selmân-ı Fârisî’nin çok büyük hizmetleri oldu. İranlı olduğundan, onlar hakkında pekçok mâlûmât sâhibiydi. İranlıları kendi lisanlarıyla dîne dâvet ediyor, onlara İslâmiyeti anlatıyordu. İranlılar savaşlarda fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamâna kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selmân, fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslâm askerlerine gösterdi. İran’ın Medâyin şehri alınınca, hazret-i Ömer onu şehre vâli tâyin etti. İlmi, basîreti, vazifesindeki adâleti ve nezâketiyle Medâyin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslâmiyet orada sür’atle yayıldı.

Çok sâde bir hayât süren Selmân-ı Fârisî, hazret-i Osman devrinde hastalandı. Kendisini ziyârete gelen Sa’d bin Ebî Vakkâs’a artık dünyâdan ayrılacağını ve bütün servetinin bir kâse (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibâret olduğunu söyledi. Eshâb-ı kirâmdan ziyârete gelenler nasîhat isteyince, onlara hasta olduğu hâlde devamlı nasîhatte bulundu. 655 (H.35)te Medâyin’de vefât etti. Kabri Medâyin yakınlarında, Selmân-ı Pâk denilen yerdedir. Türbe ve câmisi, Osmanlı sultânı ve Bağdat fâtihi, Dördüncü Murâd Hân tarafından yeniden inşâ edilmiştir.

Selmân-ı Fârisî, Peygamber efendimizden altmış civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunlardan otuz kadarında, Buhârî ve Müslim ittifâk edip, kitaplarına almışlardır.

İlim öğrenmeyi çok seven Selmân-ı Fârisî, Resûlullah efendimizden sonra hazret-i Ebû Bekr’in sohbetlerini hiç kaçırmadı. Onun feyz ve bereketlerine ziyâdesiyle kavuştu. Onun ilminin durumunu çok iyi bilen hazret-i Ali; “Ona öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Ondaki ilme erişilmez” ve “O, dibi bulunmaz bir deryâdır” buyurmuştur.

Öğrendiklerini öğretmek için, büyük gayret sarfeden Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh çok âlim yetiştirdi. Ebû Saîd el-Hudrî, İbn-i Abbâs, Evs bin Mâlik onun talebeleri arasındaydı. Ebû Hüreyre ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Tâbiînin büyüklerinden ve o zaman Medîne’de Fukahâ-i seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr de, Selmân-ı Fârisî’nin talebelerinden olup, ders ve sohbetlerinde kemâle gelmiş ve Silsile-i aliyye büyüklerinin dördüncü halkasını teşkil etmiştir.

Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:

Ey Selmân, hastanın duâsı kabûl olunur. Duâ et ve anlıyarak duâ yap! Sen duâ et, ben de âmin diyeyim.

Ey Selmân! Kur’ân-ı kerîmi çok oku!

Cennet üç kişiye müştaktır (aşırı istekle onları beklemektedir). Aliyyü’l-Mürtezâ, Ammâr bin Yâsir ve Selmân-ı Fârisî.

Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh bir gün yanında misâfiri olduğu halde, Medâyin’den çıktı. Yolda karınları acıktı. Yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selmân-ı Fârisî radıyallahü anh, bir geyikle bir kuşu yanına çağırınca, ikisi de geldi. Onlara; “Bu kimse benim misâfirimdir. Sizi ona ikrâm etmek istiyorum.” buyurdu. Geyik ve kuş hiç îtirâz etmediler. Onları kesip yediler. O zât bu işe çok şaştı ve; “Ey efendim! Geyik ve kuşu çağırdığınızda hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim.” dedi. Selmân radıyallahü anh o zaman; “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü teâlâya itâat eder ve hiç günâh işlemezse, her şey ona itâat eder.” buyurdu.

SELOFAN

Alm. Cellophan (n), Fr. Cellophane (f), İng. Cellophane. Odun hamurundan elde edilen ve yiyeceklerin paketlenmesinde geniş çapta kullanılan şeffaf, sağlam ve esnek olan bir film. Esas îtibâriyle saf selülozun bir şeklidir. 1908 yılında Fransız bir kimyâcı tarafından geliştirilmiştir. İsmi de “selüloz” ile Yunanca saydam mânâsına gelen “diaphanes” kelimelerinden türetilmiştir. Selofan, kuru gazları, gres ve ağır yağları, bakterileri geçirmeyen özellikleriyle bilhassa kolay bulunan yiyeceklerin paketlenmesinde kullanılır.

Selofan üretiminde; odun hamuru önce sodyum hidroksitle muâmele edilir ve ince kıyılıp dinlendirildikten sonra karbon sülfürle reaksiyona sokulur. Bu reaksiyon serisinden sonra bir selüloz türevi olan sodyum selüloz ksantat teşekkül eder. Bu ürün de seyreltik sodyum hidroksit çözeltisiyle muâmele edilerek “viskoz” adı verilen kalın, ağdalı bir çözelti elde edilir. Viskoz dinlendirildikten sonra, ince uzun yarıklarla sülfürik asit ve sodyum sülfat karışımı bir banyodan geçirilir. Bu banyo ile viskoz, bir film hâline gelir; karbon sülfürle muamele edilerek hidrojen sülfür ayrılır ve selüloz da rejenere olur.

Elde edilen film; yıkama, kimyâsal olarak saflaştırma, yumuşaklık veya plastiklik kazandırma maksadıyla bir seri tanktan geçirilir. Yumuşatılmış nemli film, kontrollü olarak kurutulur. Sonunda, selofan özel olarak hazırlanmış kaplama vernikleri tatbikle rutûbete karşı dayanıklı hâle getirilir. 1920’li yıllarda nitroselüloz verniği kullanılırdı. Fakat şimdi polivinilidin klorür kullanılmakta olup, bu şekilde hem daha güzel görünüşlü, hem de rutûbete karşı daha dayanıklı selofan üretilmektedir.

SELÜLOZ

Alm. Zellulose (f), Zellstoff (m), Fr. Cellulose (f), İng. Cellulose. Kara bitkilerindeki hücre çeperlerinin esas maddesi. Pamuk ipliklerinin % 90’dan fazlası, odunun kabaca % 50’si, samanın % 30’u selülozdur. Bâzı plâstik ve kumaşların üretiminde de kullanılmakla berâber, selülozun en büyük kullanma sahası kâğıt sanâyiidir.

Yapısı: Selülozun yapılan analizinde % 44 karbon, % 6,2 hidrojen ve % 49 oksijen ihtivâ ettiği görülür. Bu bileşim C6H10O5 bileşimine karşılık gelir. Saf selüloz hidroliz edildiğinde takribi % 95 verimle D-glikoza (C6H12O6) dönüşür. Bu ve benzeri çalışmalardan selülozun yapı biriminin bir anhidro-glikoza karşılık olduğu görülür. Yâni selülozun yapı taşı, bir D-glikoz molekülünün bir su molekülü eksiğine karşılıktır. Bu anhidro-glikoz birimleri, defâlarca tekrarlanarak bir zincir molekül meydana getirirler. Bu birimlerin tekrarlanma sayısı, odunda 600’den 1000’e, pamuk ipliklerinde ise 3500’e kadar değer alır. Her bir anhidro-glikoz biriminin üç tâne hidroksil (OH) grubu vardır. Bu gruplar ticârî değeri olan ürünlerin (selüloz nitrat, selüloz asetat ve etil selüloz gibi) türetilmesine imkân sağlar.

Fiziksel ve kimyâsal özellikleri: Selüloz su ve benzen, alkol, aseton, kloroform gibi organik çözücülerde çözünmez. Odun selülozunun % 85’i, % 75,5’lik sodyum hidroksit çözeltisinde çözülmez. Buna keyfî olarak “alfa selüloz” ismi verilmiş olup, bu kısım rejenere selüloz ve çeşitli selüloz türevlerinin üretiminde geniş çapta kullanılır. Selülozun seyreltik sodyum hidroksitle muamelesinden merserize pamuk elde edilir.

Selüloz, schweitzer çözeltisi adı verilen, bakır-II-hidroksit ve derişik amonyum hidroksit karışımında çözünür. Çözelti, ince deliklerden bir asit banyosundan geçirildiğinde rejenere selüloz elde edilir. Rejenere selüloz piyâsada viskoz rayonu ismini alır. (Bkz. Selofan)

Selüloz türevleri:

Etil selüloz: Selülozun bir eter türevi olup, selüloz liflerinin sodyum hidroksit ve etil klorürle muâmelesinden elde edilir. Etil selüloz plâstikleri, geniş bir sıcaklık aralığına karşı dayanıklılık gösterir. Kezâ bu plâstiklerin suya, kuvvetli bazlara, yağlara karşı dayanıklılığı fazla olup, yüzeyleri de parlaktır. Bâzı otomobil aksamlarında ve ambalajlamada kullanılırlar.

Selüloz asetat: Selülozdan elde edilen termoplastik bir reçinedir. Selüloz asetat, 60-97°C arasında yumuşayan, 260°C’de eriyen kokusuz, beyaz renkli bir toz veya lapa şeklindedir. Odun veya pamuk selülozunun sülfürik asit mevcudiyetinde, asetik asit ve asetik anhidritle muâmelesinden elde edilir. Meydana gelen ürün kısmen hidroliz edilir. Son halde selülozdaki her bir glikoz birimi ortalama 2-2,5 asetat grubu ihtivâ eder. Selüloz asetat; reçineli verniklerin, sun’î deri, piyâsada asetat ismi verilen şeffaf kâğıtların ve bâzı plâstiklerin üretiminde ve muhâfaza kaplamacılığında kullanılır. Selüloz asetat bir plâstik olarak kullanılacağında, plâstikleştiricilerle ve boyar maddelerle birleştirilir. Bu plâstikler oldukça sağlam olup, kolay alev almazlar. Oyuncaklarda, çatal, bıçak, âlet saplarında, radyo vb. âletlerde kullanılır.

Selüloz asetat lifleri ipeğe benzeyen, sağlam, kolay boyanan ve giyimi iyi olan ürünlerin imâlâtında kullanılır. Bu lifler, selüloz asetatın asetondaki çözeltisini ince yarıklardan, bir sıcak hava akımında geçirilmesiyle elde edilir. Böylece aseton buharlaşarak lifleri terkeder. Selüloz asetat filmi elde edileceği zaman, çözelti bir tabaka hâlinde yaydırılır. Çözücü uçtuğunda geriye selüloz asetat filmi kalır. Selüloz asetat filmleri de, fotoğraf filmlerinde, ses kayıtları için manyetik teyplerde, paketlemede vs. kullanılır.

Selüloz Nitrat: Selülozun nitrat asidiyle reaksiyonundan meydana gelen yanabilen bir madde. Nitro selüloz olarak da bilinir. Patlayıcı maddelerde ve koruyucu filmlerde kullanılır.

Selüloz nitrat, imâlâtında, pamuk iplikleri veya yumuşak odun selülozu, nitrat asidi, sulfat asidi ve sudan ibâret bir karışıma katılır. Birkaç dakika sonra artık asit santrifüjle alınır, selüloz nitrat kaynar suda 24 saat kadar bekletilerek kalan asidin de giderilmesi sağlanır. En sonunda alkolle hafifçe yıkanır.

SELÜLOZ ASETAT

(Bkz. Selüloz)

SELÜLOZ NİTRAT

(Bkz. Selüloz)

SEMAFOR

Alm. Semaphor (m), Fr. Sémaphore (m), İng. Semaphore. Bayrak, el-kol hareketleri veya ışıkla yapılan işâret haberleşmesi. Târihte bâzı devletlerin kısa mesâfeler arasında, bez ve meşâle sallayarak haberleştikleri bilinmektedir. Romalılar ise daha önce kullanılan şekli devam ettirmekle birlikte, işâretleri göndermek için yüksek kuleler de kullandılar. 1600’lerde teleskopun keşfi, işâretleşilen yerler arası mesâfenin oldukça artmasına imkân tanıdı. Robert Hook, 17. asrın sonlarında teleskop kullanarak, haberleşmeye yarayan basit bir sistem kurmayı plânladıysa da bunu ancak bir asır sonra, 1794’te ClaudeChappe gerçekleştirebildi.

Chappe’ın semaforu, Paris ve Lille arasında, 230 km’lik bir mesâfede doğru olarak uzun fâsılalarla, dizilmiş kuleler vâsıtasıyla çalışıyordu. Bu tür semafor haberleşmesi, haberleşme sahasında ilk ciddî hızlanmadır. İngiliz demiryollarında çalışan Hutton Greyary ise semoforda son değişikliği yapan kişi oldu.

Hareket ettirilebilir mekânik kollar, çubuklar ve tren yollarında kullanılan işâret vericiler, modern tür semafor uygulamasıdır. Gemiler veya gemilerle kara arasındaki semafor haberleşmesi iki elinde yarısı kırmızı, yarısı sarı birer bayrak tutan ve bunları Semafor Alfabesi’ne göre sallayan bir denizci tarafından yapılır. Bayrakların her hareketi, alfabenin bir harfine, bir numaraya veya dikkat belirten bir işârete karşılıktır.

Günümüzde telsiz, bu haberleşme türünün ehemmiyetini kaybettirmekle berâber, telsizin arızalanması veya herhangi başka bir sebeple kullanılmaması hâlinde semafor hâlâ başvurulacak tek çâredir.

SEMAÎ

(Bkz. Edebî Akımlar)

SEMAVER

Alm. Samowor (m), Fr. Samovar (m), İng. Samovar. Su ısıtmaya ve çay demlemeye yarayan, genellikle bakır, pirinç veya saçtan mâmül musluklu kap. Semaver kelimesi Rusça “kendi kendine kaynayabilen” mânâsına gelir.

Semaverin anavatanı Rusya’dır. Rusya’da asırlarca kullanılmış ve günümüzde de kullanılmakta olan bir âlettir. Osmanlılar devrinde çay, uzun süre kahvelerde semaverlerle pişirilmiş, halk arasında da çok tutulmuştur.

Semaver esas olarak ortasında bir boru bulunan, silindir biçimli bir kaptır. Altında da bir ızgara bulunur. Semaverle çay demlemek için, önce kaba su doldurulur ve kor hâlindeki kömürler borudan içeri bırakılır. Su kaynadıktan sonra, demliğe bu sudan ilâve edilir. Daha sonra ateş azaltılır veya tamâmen söndürülür.

Yurdumuzun doğu kısımlarında hâlâ yaygın olarak kullanılan semaverlerin, bugün daha çok elektriklileri tercih edilmektedir.

Semaver Kasidesi

Semaveri kurdum düze

Gelin kardeşler hep bize

Hak yetişsin imdadımıza

 

         Yan semaver dön semaver

         Limon şeker çay semaver

 

Semaverin suyu çiçek

Gelin kardeşler çay içek

Çaysız meclislerden geçek

 

         Yan semaver dön semaver

         Limon şeker çay semaver

 

Semaverin suyu kaynar

Bardaklar hep elde oynar

Âşıklar dünyâyı neyler

 

         Yan semaver dön semaver

         Limon şeker çay semaver

 

Semaverin boynu uzun

Bardaklar hep dizin dizin

Büyüğümüz bize verir izin

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

 

Semaveri alıştırdım

Maşa ile karıştırdım

Dergâh dergâh dolaştırdım

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

 

Semaverin musluğu var

Çoban gibi ıslığı var

Dervişlerle dostluğu var

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

 

Semaverin hocası var

Kafkasya’da nicesi var

Buhara’da yücesi var

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

 

Semaverin suyu inler

Anlar mısın neler söyler

Daim Hakkı zikreyler

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

 

Çayda devâ çayda şifâ

Çayda vefâ çayda sefâ

Bunu bilmez ehli hevâ

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

 

Kibir ile nefis kabarır

Kin ile kalb kararır

Hakiki rehber aranır

 

         Çay içelim çay içelim

         Nefs ü hevâdan geçelim

SEMBOL

Alm. Symbol (n), Formel (f), Zeichen (n), Fr. Symbole (m), İng. Symbol. Bir gâyeyi, bir fikri ifâde eden ve ortak bir anlamı olan harf, kelime, bitki ve şekil. Matematik ilminde bâzı varlıkları belirtmek için kullanılan harflerle kimyâda elementlerin kısa bir şekilde tanıtılması gâyesiyle, kabul edilen harf topluluklarına da “sembol” ismi verilmektedir. Sembol, remiz, alem, misal ve timsâl mânâsına da gelmektedir. İnsanların duyu organları yoluyla anlamaları zor olan bâzı şeyleri, hatıra getiren her türlü gözle görülen şeyler de bu mânâda kullanılmaktadır. Bayrağı gördüğümüz zaman vatanı, minâreyi gördüğümüz zaman câmiyi hatırlamamız gibi.

İlk sembolik işâretler M.Ö. yaşamış eski Mısır ve Mezopotamyalılarda görülmektedir. Roma dünyâsı da sembolik işâretlere çok yer verirdi. Hattâ târihte Roma sembolleri, tartışma konusu bile olmuştur. Bâzı târihçiler, eskiden sembollerin daha çok süslemecilikte kullanıldığını belirtmişlerdir. Bugün de süslemenin ana fikri sembole dayanmaktadır.

Sembolik işâretler, bâzı ilimlerde dilden daha çok kendini göstermiştir. Meselâ, kimyâ ilminde durum böyledir. İşlemler tamâmen harf semboller ile izah edilmektedir. H2O görüldüğünde hemen “su” hatırlanması gibi.

SEMBOLİZM

(Bkz. Edebî Akımlar)

SEMENDER (Salamandra)

Alm. Salamander, Fr. Salamandre, İng. Salamander. Familyası: Semendergiller (Salamandridae). Yaşadığı yerler: Çoğunun erginleri karada, larvaları suda barınır. Alp semenderi devamlı karada yaşar. Özellikleri: Şeklen kertenkeleye benzer, fakat derileri çıplak ve yumuşaktır. Boyları 5 cm’den 1,5 metreye kadar olabilir. Kurtçuk ve böcek larvalarını avlayarak geçinir. Ömrü: Büyük Japon semenderi (Andrias japonicus) 50 yıldan fazla yaşar. Çeşitleri: Yüzlerce türü vardır.

Amfibyumlar (iki yaşayışlılar) sınıfının semendergiller (Salamandridae) familyasından kertenkeleye benzer hayvanlara verilen genel ad. Hepsinin kuyruğu vardır. Dünyânın birçok yerinde rastlanır. Nehirlerde, göllerde, yeraltı sularında, taş ve yosunlar arasında ve rutûbetli yerlerde yaşar. Şekilleri kertenkeleye benzerse de, tamâmen kertenkelelerden farklıdır. Yumuşak derileri pulsuzdur ve parmaklarında tırnak bulunmaz. Kertenkelelerin ise derileri pullu ve parmakları tırnaklıdır. Normal olarak semenderlerin ön ayaklarında dört, arka ayaklarında beş parmak bulunur. Ayaksız türleri de vardır.

Semenderlerde deri solunumu güçlüdür. Nemli derilerinin altları kılcal damar bakımından zengindir. Oksijeni derileriyle doğrudan doğruya alabilirler. Çoğunlukla tatlı sularda yumurtlarlar. Çıkan larvalar belli bir dönem solungaç solunumu yapar, sonra akciğer solunumuna geçerek karaya çıkarlar. Üreme dönemlerinde yumurtlamak için tekrar suya dönerler. Bâzı türleriyse devamlı suda yaşarlar. Alp semenderi gibi yüksek kısımlarda bulunanlar, devamlı karada yaşarlar. Böyle kara hayâtına uyanların larva dönemi ana karnında geçirilir. Ergine benzer yavrular doğururlar. Semenderlerin gerek larvaları, gerekse erginlerinde dâima diş bulunur. Kuyruk veya ayakları koptuğu takdirde yenisi sürer.

Avustralya’da semender bulunmaz. Parlak nemli derilerinde mukus bezleri vardır. Bâzılarında deri tarafından zehir salgılanır. Bu özellik onların düşmanları tarafından yenmesini önler. Akciğerli semenderlerin, akciğerleri pek iyi gelişmemiştir. Deri solunumu akciğerlere yardımcıdır. Bâzı çeşitlerde akciğerler yok gibidir. Ağız mukozası ve dış derileri ile solunurlar. Ağız ve yutakları kılcal damarlarla zenginleştiğinden, oksijen osmozla (geçişmeyle) rahatça kana geçer.

Boyları 5 cm’den 1,5 metreye kadar değişen yüzlerce semender türü vardır. Büyük boylu olanlardan biri, Amerikan nehirlerinin çamurlu diplerinde yaşayan, saçak solungaçlı “su köpeği” (water dog) veya “çamur enceği” (mud puppy) adıyla bilinen çamur semenderi(Necturus) 60 cm boyundadır. Ergin olunca da solungaçlarını muhâfaza eder. Bâzan gece avlanan balıkçıların oltalarına takılarak saf balıkçıları ürkütür. Zehirli derisi zararsızdır.

Gündüzleri sudaki kayaların altında saklanarak veya akarsuyun dip çamurlarına gömülerek dinlenir. Geceleriyse karides, solucan ve böcek larvaları bulmak için çıkar. Avını yakalayınca kuvvetlice ısırarak yutar. Bir çift koyu kırmızı, saçaklı solungaçları başının dibinde ön bacaklarının önünde yer alır. Suda yavaşça ileri geri dalgalanırlar. Çin ve Japonya’nın dağ akarsularında yaşayan “Japon dev semenderi” 1.5 metre boyuna ulaşır.

Mexico şehri yakınlarındaki tatlı su göllerinde, solungaçlarıyla devamlı solunum yapan bir semender yaşar. Meksikalılar ona “Axolotl” adını verirler. Çoğunlukla koyu kahverengidir. Bâzan albino (renksiz) da olabilir. O bütün hayâtı boyunca larva olarak kalır. Çünkü bulunduğu ortam iyotça fakirdir. Larval dönemde olduğu halde yumurtlayarak üreyebilir. İyot eksikliği onların metamorfozunu, başkalaşımını engeller. Fakat süreleri dolduğu zaman cinsel olgunluğa erişirler. Axolotl larval dönemde cinsel olgunluğa erişen yumurta ve sperm üreten nâdir örneklerden biridir.

Amerika’nın birçok yerindeyse akciğer solunumu yapan, bir başka semender yaşar. Koyu kahverengi sırtında parlak sarı lekeler bulunduğundan, “kaplan semender” adını alır. Zoologlar, Axolotl ile kaplan semenderi; uzun yıllar ayrı türler olarak kabul ettiler. Sonraki araştırmalar genç Axolotların tiroit bezi özüle beslendikleri vakit kaplan semendere dönüştüklerini gösterdi. İki hayvan aynı türdür. Axolotl, kaplan semenderin erginleşmemiş şeklidir. Bâzı bölgelerde tiroit eksikliğinden dolayı larva solungaçlarını akciğerlere dönüştüremez. Larvanın gıdâsına eklenen tiroit özü ve genler metamorfozun larva şeklinden kaplan semendere tamamlanmasını sağlar.

Hiç ergine dönüşmeyen başka semenderler de vardır. Bunlardan Amerika sularında yaşayan “deniz kızı semenderi”(Siren) 90 cm uzunluktadır ve art ayakları yoktur. Solungaç solunumu yapar.

Avrupa’nın esrârengiz “mağara semenderi” (Proteus) tamâmen karanlık yeraltı sularında yaşar. İyot enjekte edilse bile yine larva olarak kalır. Eski göllerin mağara sularında yaşar. Larva hâlinde erginleşerek ürer. Beyazımsı veya sarımtrak vücutludur. Solungaçları kırmızı kan rengindedir. Boyu en çok 25 cm olur. Solucan, su pireleri ve küçük balıklarla beslenir. Erginleşince gözleri örtülerek kaybolur. Çok gelişmiş koku alma duyusu vardır. Fen adamları onun canlı bir fosil olduğunu söylerler.

Amerika’nın doğu kesimlerinde yaşayan “benekli semender” yaklaşık 10 cm boyundadır. “Newt” olarak da bilinir. Genellikle mayısta sudaki yumurtalardan çıkan larvalar yeşil renkli ve sarı çizgilidir. 2-3 ay sonra solungaçlarını kaybederek sudan ayrılır. Akciğerli kara hayâtı dönemine başlar. Üç yıl kadar kara hayâtı yaşar. Bu zamanda sırtları kırmızıdır ve siyah halkalı kırmızı lekeler taşır. Üçüncü yılın sonunda yeniden renk değiştirerek karnı sarıya, sırtı koyu yeşile döner. Sırtında kırmızı lekeler yine vardır. Ancak önceki dönemde yuvarlak olan kuyruğu genişleyerek yüzgeç hâlini alır. Böylece ergin hâle gelen havyan tekrar suya geri döner ve su hayâtına yeniden başlar. Bu devre kesin biçimde suya dönüştür. Su altında derisiyle, su yüzündeyse akciğerleriyle solur.

Bâzı semenderlerin erkekleri, üreme döneminde daha canlı renklere bürünür ve sırtları boyunca tarağa benzeyen bir saçak meydana gelir. Dişiler bundan mahrumdur. Kütükler arasında barınan semenderlere halk arasında “ateş semenderi” de denir. Kütük ateşe atıldığında, içinde bulunan semender can havliyle dışarı fırlar. Bu durum semenderin ateşten çıktığı intibâını verir. Avrupa ateş semenderi suda hantaldır ve muhtemelen boğulabilir. Bunun için yumurtalarını sığ sulara döker.

SEMERKAND

Özbekistan’da Semerkand idârî biriminin merkezi olan şehir. Nüfûsu 600.000 civârındadır. Orta Asya’nın en eski şehirlerinden biridir. M.Ö. 4. asırda Sogdiane’nin başşehriydi ve Marahanda ismiyle anılıyordu. Târihinin ilk dönemlerinden îtibâren değişik medeniyetlerin hâkimiyetinde kaldı. Sırasıyla Büyük İskender, Orta Asya Türkleri, Araplar, İran Sâmânîleri ve çeşitli Türk boylarının idâresi altında bulundu. 1220’de Harezmşah idâresi altındayken Moğol Hükümdârı Cengiz Han tarafından yıkıldı. Moğol istilâsına karşı verilen mücâdelelerin ardından 1365’te Tîmûr Hanın kurduğu imparatorluğun başşehri oldu. Bibi Hanım Câmii ve külliyesi gibi pekçok kıymetli eser yaptıran Tîmûr Han şehri Orta Asya’nın en mühim ekonomik ve kültürel merkezi hâline getirdi. 1500’de Özbekler tarafından fethedilen ve Buhara Hanlığına bağlanan şehir 18. asra doğru kıymetini kaybetmeye başladı. 1887’de Rus Çarlığına bağlı bir il merkezi oldu. Rus Çarlığı döneminde bir demiryolu kavşağı durumuna geldi. 1924’ten 1930’a kadar Sovyet Sosyalist Cumhûriyetinin başşehriydi. 1930’da Semerkand idârî biriminin merkezi oldu.

Semerkand, Çin ve Hindistan’dan gelen ticâret yollarının kavşağında olduğu içintârihi boyunca ticârî kıymeti devam etti. On yedinci ve on sekizinci asırlarda bir durgunluk dönemi yaşandıysa da 1896’da demiryolunun gelişiyle eski önemini yine kazandı.

Günümüzde sanâyisi büyük ölçüde ipek eğirme ve dokuma, çırçırcılık, meyve konserveciliği, giyim eşyâsı ve sigara üretimi gibi tarıma dayalı kolları içine alır. Ayrıca otomotiv sektörü ve sinema cihazları îmâlâtı da önem kazanmıştır. Şehirde tarım, tıp, ticâret yüksek okulları ve bir de üniversite vardır.

SEMİRAMİS

Zamânında şöhreti her yere yayılan ve ölümünden sonra da efsâneleştirilen Asur Kraliçesi. Ününden dolayı kendisinden sonra gelenlerin Batı Asya’da rastlanılan her eseri ona atfetmeleri, mâl etmeleri hakîkî hüviyetinin tespitini uzun müddet imkânsız hâle getirmiştir.

Efsâneye göre Semiramis, ilk Asur kralı Ninus’tan dul kaldıktan sonra, oğulları adına ülkeyi idâreye başladı. Bâbil’i baştanbaşa îmâr etti. Doğunun büyük bölümünü ele geçirdi. Oğlu Üçüncü Adad Nirari’nin (M.Ö. 810-806) tahtı ele geçirmesinden sonra Semiramis’in hayâtı hakkında bilgiler bulunamadı.

SEMİZOTU (Portulaca oleracea)

Alm. Portulak (m), Fr. Pourpier (m), İng. Purslane. Familyası: Semizotugiller (Portulacaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Bütün Anadolu’da yaygın olarak yetişir.

Çok yaygın ve yabânî olarak bağ ve bahçelerde yetişen, bir yıllık otsu bir bitki. Zirâî önemi pek yoktur. Semizotunun vatanı Asya’dır. Gövdeleri toprak üstünde yatık, yaprakları sapsız ve etli olup, çiçekler sarımsı renklidir. Meyveleri çok tohumludur. Tohumdan yetiştirilebilir.

Kullanıldığı yerler: Yeşil yaprakları ve körpe dalları sebze olarak yenir. Mayhoş bir tadı vardır. Besleyici bir sebzedir. Hadîs-i şerîfle medh olundu.

SEMİZOTUGİLLER (Portulacaceae)

Çoğunlukla sıcak bölgelere yayılmış, bir veya çok yıllık otsu veya çalı şeklindeki bitkiler. Yaprakları basit ve etlidir. Çiçekler beyazımsı sarı renklerdedir. Memleketimizde iki cinsi ve üç türü yetişir.

SEMÛD KAVMİ

Kur’ân-ı kerîmde, îmân etmedikleri ve bunun netîcesinde helâk oldukları bildirilen kavim. Semûd, Nûh aleyhisselâmın oğlu Sâm’ın neslinden olup, berâberindekilerle Şam ile Hicâz arasındaki Hicr mevkiinde yaşamışlardır. Semûd kavmi, Kur’ân-ı kerîmde Eshâb-ül-Hicr şeklinde zikredilmiş olup, Âd kavminin devâmı olması ve onların yurtlarına yerleşmeleri sebebiyle de Âd-ı Sânî (İkinci Âd) diye anılmıştır.

Allahü teâlâ, Âd kavmi gibi Semûd kavmine de bol nîmetler ve çok uzun ömür verdi. Kayalara oydukları meskenler ince ve sanatlı, evleri tam teşkilâtlıydı. Önceleri şükrederlerdi; sonraları zevke ve safâya daldılar. Reisleri başta olmak üzere, zulüm ve haksızlığa dayalı çetelerle karışıklıklar çıkarmışlar, putları ilah edinmişlerdir. Allahü teâlâ, sapık Semûd kavmini îmâna dâvet için kendi içlerinden Sâlih aleyhisselâmı peygamber olarak göndermiştir. Sâlih aleyhisselâm, birçok mûcizeyle kavmini Allahü teâlâya îmâna çağırdı. Mûcizelerinden biri kayadan kızıl tüylü doğurmak üzere olan dişi bir devenin çıkması olmuştur. Semûdluların, mûcizeleri inkâr edip, küfürde ısrâr etmeleri üzerine, Allahü teâlâ, Sâlih aleyhisselâm ve îmân edenler dışında bütün Semûd kavmini Cebrâil aleyhisselâmın sayhâsı (çok şiddetli gürültü) ile ödleri patlamak sûretiyle helâk etmiştir.

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen bu hâli şöyle bildirmiştir:

Onları (Semûd kavmini) sabah vaktinde Cebrâil’in (aleyhisselâm) şiddetli sayhâsı yakaladı. Hepsi helâk oldular. Kazanabildikleri (işledikleri) o şeyler (sağlam evler, mal ve nüfûsça çoğalmış olmaları) onlardan azâbı def etmedi (geri çeviremedi). (Hicr sûresi: 83-84)

İbn-i Abbâs’tan (radıyallahü anh) rivayet edildiğine göre, sayha ile helak olan ümmet ikidir. Birincisi Sâlih aleyhisselâmın, ikincisi Şuayb aleyhisselâmın ümmetidir. Sâlih aleyhisselâmın ümmetine sayhâsı memleketlerinin altından; Şuayb aleyhisselâmınkine ise üstünden gelmiştir.

Sâlih aleyhisselâm kavminin helâkinden sonra kendisine inananlarla birlikte Mekke’ye veya Şam taraflarına gitmiş, Remle kasabasına yerleşmiştir. Hadramut beldesine gittiklerine dâir rivâyetler de vardır. (Bkz. Sâlih Aleyhisselâm)