SEÇİM
Alm. Wählen (n), Wahl (f), Fr. Election (f), İng. Election, polls. Kendilerine memuriyet, temsil yetkisi veya bir vekâlet verilecek, kânunî şartlara uygun kişilerin, bir kısım veya bütün vatandaşlar tarafından tercih ve tespit edilmesi işlemi; intihab. Toplu bir irâdenin birden fazla aday arasında tercihte bulunması. Tâyin etme, atama işleminin zıddı. Milletvekili, herhangi bir meclis veya encümen üyelerinin, dernek yöneticileri vs.’nin seçimi. Demokratik ülkelerde çeşitli seçim sistemleri, değişik usûllerle uygulanmaktadır.
Seçim yasakları: Seçim sırasında, kânûnen yapılması yasaklanan fiil ve işlemler.
Seçim suçları: Seçimlerin kânunlara uygun bir şekilde yapılmasını engelleyici suçlar. Hileli faaliyetler, cebir ve şiddet kullanılması, tehdit, kurulların yasaklarına aykırı hareket, görevlilerin görevi kötüye kullanmaları vs.
Seçmen: Seçime, oy vermek sûretiyle iştirak eden veya seçme hakkına sâhip olan kimse. Seçmen olabilmek için, yaş sınırının altında olmamak ve kânûnen yasaklı bulunmamak lâzımdır.
Seçim ehliyeti: Seçmek ve seçilmek ehliyeti, hakkı olup, seçimin cinsine göre kânun ve nizamnâmelerle husûsî hükümlere bağlanmıştır.
Ön seçim: Siyâsî partilerin gerek meclis adayları, gerekse mahallî idâre adaylarını tespit ettikleri seçim.
Ara seçim: Boşalan milletvekilliği, belediye başkanlığı ve muhtarlık vs. için, normal dönemler arasında yapılan seçim.
Kısmî seçim: Cumhûriyet senatosu veya meclisin münâvebeyle, nöbetleşerek yenilenen bir bölümü için yapılan seçim.
Mahallî seçim: Mahallî idare yöneticisi; belediye başkanı, belediye meclisi, il genel meclisi üyeleri, muhtar ve ihtiyar heyeti üyeleri için yapılan seçimdir.
Genel seçim: Bir ülke parlamentosunun yenilenmesi, dolayısıyla gerektiğinde iktidarın değişmesini sağlıyan seçimdir.
Seçim devresi: Seçim dönemi. Herhangi bir görev veya hizmet için seçilen kimselerin veya bu kimselerin meydana getirdiği meclis veya heyetlerin, vazifelerinin devam edeceği belli müddet. Türkiye’de millet meclisi ve belediye seçimleri 5 (beş) yılda bir yapılır.
Seçim giderleri: Seçimlerle ilgili işler için gereken araç, gereç ve personel giderlerinin tamâmı.
Seçim dâiresi (çevresi): Milletvekili, belediye ve il genel meclisi üyelerinin seçildikleri bölge, çevre. Türkiye’de her il bir seçim çevresidir.
Seçim bölgesi: Seçim bakımından her muhtarlığa bağlı bulunan bölge. Mahalle ve köyler birer seçim bölgesidir.
Seçim kurulları: Seçim işlerini yürüten kurullardır. Merkezde Yüksek Seçim Kurulu, her ilde İl Seçim Kurulu, her ilçede İlçe Seçim Kurulu, her sandık bölgesinde ise bir Sandık Seçim Kurulu bulunur.
Seçim sandığı: Seçimlerde kullanılan oyların atılmış olduğu ağzı kapalı-mühürlü sandık.
Seçimin yenilenmesi: Kânun ve yasaklara aykırı olarak, kurallar çiğnenerek yapılan bir seçimin, sakatlık yüzünden iptâliyle yeniden yapılması.
Seçim mazbatası: Seçim sonucunda, seçilen kimselere, seçilmekle kazandıkları sıfatın geçerli olduğunu gösteren ve bir sûreti kendilerine verilen belge.
Seçim tutanağı: Seçim sonuçlarının resmen tespit edilerek, imzâlandığı tutanak.
Seçimin kullanma alanları çok çeşitlidir. Parlamento üyeleri seçimi, il genel meclisi üyeleri, belediye başkan ve meclis üyeleri, mahallî ve köy muhtar - idâre heyetlerinin seçimi, siyâsî partiler, dernekler, meslek kuruluşları, sendikalar, bâzı yargı organları vs. seçimleri. Bu seçimlerin bâzısı anayasada vardır. Üniversite yönetimi ve meslek odaları seçimi, kendi üyeleri arasında yapılır. Yargı organlarının seçim usulleri daha değişiktir.
Seçilenlerin bâzısı kamu görevlisi veya memur statüsündedir. Bâzıları ise (şirket, dernek idârecileri) özel hukuka tâbidir.
Tek dereceli veya çok dereceli seçim: Tek dereceli seçimde, seçmen doğrudan doğruya yöneticilik için aday olanlara oyunu kullanır. Çok dereceli seçimde ise, seçmen, yöneticileri tâyin veya seçecek olan temsilci seçmeni seçer. Tek dereceli seçim demokrasiye en uygun seçimdir. Vasıtalı, yâni çok dereceli seçim, kamuoyunu dengelemek ve daha seçkin kimselerin seçilmesi gibi faydalar sağlarsa da; mahallî ve siyasî imtiyazlı bir zümrenin seçilmesine imkan verir. Bu yüzden demokrasiye pek uygun değildir.
Seçim sistemleri: 1) Çoğunluk sistemi, 2) Nisbî temsil sistemi, 3) Baraj sistemi.
1. Çoğunluk sistemi: Demokratik parlamenter rejimlere en uygun seçim sistemidir. Kuvvetli iktidarların doğması ve bir partinin tek başına iktidara gelmesine yol açar. Umûmiyetle iki partili sistemleri doğurur. Kolay ve basit bir sistemdir. Oyların çoğunluğunu alan aday kazanmış olur. Liste varsa, liste kazanmış olur: a) Nisbî çoğunluk, b) Mutlak çoğunluk, c) Barajlı çoğunluk olmak üzere üç çoğunluk sistemi vardır.
a) Nisbî çoğunluk: En çok sayıda oy alan liste veya aday kazanmış îlân edilir. Meselâ, A,B,C partilerinin listeleri 25.000, 22.000 ve 15.000 oy alsın. En çok oy alan liste veya aday kazanmış olur. İngiltere’de uygulanır. Partilerin çokluğu hâlinde en çok oy alamamış olan parti, mecliste çoğunluğu alabilir. Türkiye’de 1950-60 arası uygulanan nisbî çoğunluk sistemiyle toplam oyları muhâlefet partileri oylarından az olan bir parti, büyük bir çoğunlukla iktidar olmuştu. (1957 seçimlerinde oyların % 48’ini alan D.P. 424; oyların % 52’sini alan muhâlefet partileri ise toplam 186 milletvekili çıkarmışlardır.)
b) Mutlak çoğunluk: Bu sistemde, kullanılan oyların yarıdan fazlasını alan aday veya aday listesi seçimi kazanmış olur. Meselâ, kullanılan oyların toplamı: 42.000 olsun. Kazanabilmek için 21.001 oy almak gerekir. Mutlâk çoğunluğu almak çok zordur. Bazı ülkelerde birinci seçimde uygulanır. Kazanan olmazsa ikinci seçim yapılır.
c) Belli yüzde çoğunluğu sistemi: Buna “n” çoğunluk da denir. Kazanabilmek için aday veya aday listesinin; kullanılan oyların belli bir yüzdesinin çoğunluğunu alması gerekir. Meselâ, oyların % 40’ının, % 50’sinin, % 80’inin alınması hâlinde kazanılmış olacağı gibi.
2. Nisbî temsil sistemi: Seçmenlerin düşüncelerine daha uygun temsil edilmelerini sağlar. Değişik fikir ve siyasî görüşler parlamentoya girer. Azınlıkların veya bâzı düşünce taraftarlarının, meclislerde temsîli ancak bu sistemle mümkün olur. Bu sistemle ülkedeki parti sayıları çoğalır. Ancak çoğunluk sağlamak zor olduğundan; kuvvetli ve tek partiye dayanan hükümetler kurulması da güçleşir. Seçilenler genellikle tabandan ve seçmenden uzaklaşır. Hükümet buhranlarına ve istikrarsız iktidarlara çok rastlanır. Devlet idaresi ve bürokrasi, koalisyon hükümetleri ve iktidarların parçalanmasından çok zarar görür. Türkiye bilhassa 1973-1980 devrinde bu sıkıntıları yaşamıştır.
Seçim birimi: O ülkede veya bölgede ortalama kaç geçerli oya bir milletvekili düştüğünü gösteren rakamdır. Meselâ, seçim birimi: 30.000 oy olsun. O ildeki 3 partidan A partisi: 150.000, B partisi: 90.000, C partisi: 30.000 ve D partisi: 20.000 oy alsın. Bu durumda (A= 5), (B= 3) ve (C= 1) milletvekili çıkaracak (D) partisi ise milletvekili çıkaramayacaktır. Buna “Barajlı D’hont” nisbî temsil sistemi denir. Türkiye’de 1961’den sonra en çok uygulanan sistem budur. Ancak 1965’te “Millî bakiye sistemi” adı verilen ve alınan oy sayısının, parlamentoda tam orantılı şekilde temsilini sağlayan, bir seçim sistemi tatbik edilmiştir. Buna göre millî çerçeveli, ülke çapında yapılan bir genel seçimde; her parti tek bir millî aday listesi sunar. Sandalyeler de, millî seçim birimine göre dağıtılır. Boş sandalyeler ise, en fazla oy artığı bulunan listelere ilâve edilir.
Meselâ:
Liste |
Alınan Oy Sayısı |
Nüfûsa Göre Sandalye Sayısı |
Bakiye Oy |
Verilen Sandalye |
A |
4.580.000 |
114 |
20 |
– |
B |
3.231.000 |
80 |
31 |
1 |
C |
2.300.000 |
57 |
20 |
– |
D |
1.592.000 |
39 |
32 |
1 |
E |
332.000 |
8 |
12 |
– |
Kullanılan oy toplamı: 12.035.000
Sandalye sayısı: 300
Seçim birimi: 41.166
Türkiye’de seçim siyâsî bakımdan, 1876 Birinci Meşrûtiyet Anayasasıyla ilk defâ uygulandı. Buna göre, her il bir seçim çevresi ve seçimler gizli olacaktı. Muvakkat Tâlimat adlı geçici bir tâlimatla(5 Kasım 1876’da) ilk Milletvekili Genel Seçimi 1877 yılında yapılmıştır. Seçim kânunu hazırlanıncaya kadar Muvakkat Tâlimatla seçimler olacaktı. Servet ilkesine göre, aday olabilmek için Türkiye’de az-çok bir emlâk sâhibi olmak gerekiyordu. İstanbul ve çevresi dışında kalan yerlerin milletvekillerini, o yerlerin idâre meclisi üyeleri gizli oyla seçtiler. İstanbul ve çevresi ise 20 seçim çevresine ayrıldı. Eşraf ve erkândan birer seçim kurulu kuruldu. Seçim çevresi halkından 25 yaşını bitiren, emlâk sâhipleri iki vekil seçti. 40 kişi olan bu vekillerse İstanbul milletvekillerini seçtiler. Birinci Meşrûtiyetin tek seçimi bu oldu.
1908’de İntihâb-ı Mebusân seçim kânunu çıktı. Buna göre, iki dereceli, servet ve çoğunluk esâsı getirildi. İlk defâ siyâsî partiler bu seçimde mücâdeleye girdi. İstiklâl Harbi sırasında ilki, (23 Nisan 1920 toplantısı için) 19 Mart 1920’de; ikincisi ise 1923’te yapılan iki seçim vardır. Servet esası kalkmış ve seçmen yaşı 18’e inmişti. 1927, 1931, 1935, 1939, 1943, 1946, 1950, 1954 ve 1957 seçimleri yapıldı. İlk dördü İntihâb-ı Mebusân Kânununa göredir. 5 Aralık 1934’te 2598 sayılı kânunla kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verildi. Seçmen yaşı 22 oldu.
1942 târihli Mebus Seçimi Kânunu da, iki dereceli sistemi kabul ediyordu. İlk defâ 1946 târihinde, Milletvekili Seçimi Kânunu ile tek dereceli sistem getirildi. Ancak, bu kânun da açık oy, gizli tasnife dayandığı için sağlıklı ve dürüst bir seçimden bahsetmek imkânsızdı.
Türkiye’de, gerçek millî irâdeyi, dürüst bir şekilde yansıtabilecek ve çok partili hayâta yol açabilecek ilk seçim kânunu, 16 Şubat 1950 târihli ve 5545 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kânunu’dur. Bu kânuna göre, 14 Mayıs 1950’deki seçimle tek parti iktidarından, çoğulcu demokrasiye geçildi. 1954 ve 1957 seçimleri de aynı şekilde ve çoğunluk sistemine göre yapıldı. Kuvvetli ve millet çoğunluğuna dayanan iktidarlar işbaşına geldi. 1961 Anayasası, seçme ve seçilme hakkı ve bunların teminat altına alınması için temel ilkeleri koydu. Türkiye târihinde ilk defâ seçimlerin, serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy (gizli oy), açık tasnif ve döküm esâsına göre yapılacağı belirlendi.
Çoğunluk sisteminden farklı bir sistem de seçim kânunlarıyla getirildi. 1961 seçiminde, Cumhûriyet Senatosu seçimi çoğunluk sistemine, milletvekilleri seçiminde nisbî temsil usûlüne yer verildi. 1965’te, her iki meclis seçimlerinde de, bir nisbî temsil çeşidi olan Millî Bakiye sistemi getirildi.
3. Barajlı seçim sistemi: 1969 seçimlerinde Barajlı D’hont şekline göre seçimlere bir baraj sistemi getirildi. Buna göre bir seçim çevresindeki geçerli oyların toplamı, o ilin milletvekili sayısına bölünüyor, böylece de çıkan seçim (baraj) sayısından az oy alan siyâsî partilere veya bağımsız adaylara milletvekilliği verilmiyordu. Açıkta kalan milletvekili varsa, baraj altında oy alan parti ve adaylar düşünülmeden “D’hont” sistemine göre paylaştırmak îcâb ederdi. Hiçbir parti ve aday seçim sayısına ulaşmazsa, çıkacak milletvekilleri“D’hont” sistemine göre tespit ediliyordu. Bu sisteme “Barajlı D’hont” adı verildi. Bu sistemi Anayasa mahkemesi iptal etti. Bu şekilde, yargı organı, yasama organına müdâhale ediyor ve çoğunlukla tek bir partinin iktidar olmasını engellemeye çalışıyordu.
1982 Anayasası ve akabinde çıkarılan Siyâsî Partiler ve Seçim Kânunu ile demokrasi rayına daha sağlam bir şekilde oturtuluyordu. Koalisyon ve güçsüz iktidarların memlekette anarşiyi önleyip, kalkınmayı gerçekleştirmesi imkânsızdı. Cumhûriyet Senatosu (tabiî senatörü, kontenjan ve seçimle geleni de olmak üzere) kaldırıldı. Millet meclisi üye sayısı ise 400’e indirildi. Fakat 1987’de yapılan değişiklikle tekrar 450’ye çıkarıldı. Türkiye genelinde partilere yüzde on barajı ve ayrıca, seçim çevresi barajı konuldu. Buna göre, bir seçim çevresinde, kullanılan geçerli oyların toplamının, o çevreden çıkacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan az oy alan siyâsi partilere ve bağımsız adaylara milletvekili tahsis edilmez. Yâni bu yüzdenin altındaki bir parti o bölgede veya ilde milletvekili çıkaramıyor.
1987 genel seçimleri öncesinde çıkarılan bir kânunla, bir çeşit Dar Bölge Sistemine geçildi. Buna göre, her ilin nüfûsuna göre tespit edilen milletvekili sayısı 6’yı geçerse, o il birden fazla seçim çevresine ayrılıyor. 6 milletvekili çıkaracak olan bölgelerde partiler birer kontenjan adayı gösteriyor. Bu sayı, toplam milletvekili sayısının % 10’u olan 45’e ulaşmazsa diğer bölgelerden dolduruluyor. Bir seçim bölgesinde en çok oyu alan partinin kontenjan adayı kazanmış oluyor. Geri kalan milletvekilleri; 5 çıkaracak olan bölgelerde % 20’yi, 4 çıkaracak yerlerde % 25’i, 3 çıkaracak yerlerde % 33’ü, 2 çıkaracak yerlerde % 50’yi geçen partiler arasında paylaştırılıyor.
1991 seçimlerinden önce çıkarılan bir kânunla, 2 ve 3 milletvekili çıkaracak olan yerlerde % 25 barajı kabul edildi. Ayrıca, bir seçmen, oy verdiği partiden yalnız bir adaya tercih işâreti koyabiliyordu. Bu tercih işâretleri toplamı, o partinin, o bölgeden aldığı oyların % 15’ini geçerse, o aday birinci sıraya geçmiş oluyordu.
Bu şekilde kuvvetli ve tek partili iktidarlar dönemi başlatılmak istendi.
Mahallî İdârelerde İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi seçimlerinde istikrarı sağlamak için 1984 târihli 2972 sayılı kânunla seçimde Baraj Usûlü kabul edilmiştir. Buna göre, bir seçim çevresinde kullanılan geçerli oy toplamının onda birine tekâbül eden sayı bütün partilerin ve bağımsız adayların aldıkları oy sayısından çıkarılır. Bu çıkarmadan sonra geriye kalan oy, oyu kalmayan siyâsi partiler ve bağımsız adaylar üye tahsisinde hesâba katılmaz.
Milletvekili seçiminin başlangıç târihini ve oy verme gününü kânun tespit eder. Seçimlerle ilgili işlemlere, seçmen kütüklerinin yazılması ile başlanır. Her seçim bölgesi için bir seçmen kütüğü düzenlenir. Ancak, bu düzenlemeden sonraki altı ay içinde ikinci bir seçim olursa, yeni bir kütük düzenlenmez. Seçmen kütüklerine yazılı olmayan oy kullanamaz. Oturduğu yere en yakın seçim bölgesi ve sandığında oy kullanma hakkı vardır. Birden çok seçmen kütüğüne yazılmak ve birden çok oy vermek yasaktır.
Seçim kurulları: Türkiye’de seçim işleri, seçim kurulları tarafından yapılır. Bağımsız yargı denetimi seçimlerde esastır.
Yüksek Seçim Kurulu: Ankara’da bulunur. Seçimlerin başlangıcından sonuna kadar düzen içinde geçmesini sağlar.
Seçimlerin dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma seçim süresince ve seçimden sonra seçimlerle ilgili bütün şikayet, itiraz ve yolsuzlukları inceler, kesin karara bağlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin seçim tutanaklarını kabul eder. Yedi asil, dört yedek üyeden meydana gelen bir kuruldur. Bu üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay genel kurullarınca kendi üyeleri arasında gizli oyla seçilir. Bunlar aralarından gizli oyla ve salt çoğunlukla bir başkan ve bir başkan vekili seçerler. İki Yargıtay ve iki Danıştay üyesi kura ile yedek üyeliğe ayrılır. Başkan ve başkan vekili ad çekmeye dâhil değildir.
İl seçim kurulu: İl seçim çevresinde kânunla tespit edilen vazifeleri görür. Seçimleri düzenle yürütür. İl merkezindeki derecesi en yüksek hâkim, başkandır. Diğer iki yüksek dereceli hâkim de üye olur. Yargı organında iki hâkim de yedek üyedir.
İlçe seçim kurulu: Her ilçe çevresinde, kânunun verdiği görevleri yapar. Seçimi düzenle yaptırır. İlçenin en yüksek dereceli hâkiminin başkanlığı ile diğer altı üyeden meydana gelir. Dördü siyâsî partilerden ikisi de öğretmenlerdendir. İki öğretmen yedek üyesi de vardır.
Sandık kurulu: Sandık çevresinde seçimi yapan ve İlçe Seçim Kurulu tarafından kurulan bir başkan ve dört üyeden meydana gelir.
Seçim sonuçları hakkında şikâyet ve itirazlar kânunla tespit edilmiş olup, kurullara aşağıdan yukarı doğru yapılır.
Alm. Perlmutt (-er f) (n), Fr. Nacre (f), İng. Mother-of péarl, nacre. İstiridye ve midye gibi deniz veya tatlı su yumuşakçalarının kabuklarının içini astarlayan, parlak ve çoğunlukla beyaz renkli olan iç kısım.
Sedef, yumuşakçaların vücûdunu saran ve manto denilen zarın kabuk salgısıdır. Bol miktarda kalker ihtivâ eder. İnci de, sedef yapısında olup bileşiminde % 92 kalsiyum karbonat mevcuttur.
Düğme yapımında, süslemede ve kakma yapmada kullanılır. Sert bir madde olup, beyaz kısmı ışığı çözümler. Bu da gökkuşağındaki renklerin sedef üzerinde görülmesine sebep olur. Amerika’da tatlı su nehirlerinden çıkarılan midye kabukları, ince özel testerelerle kesilerek, sedef plâklar elde edilir. Bâzan binlerce ton kabuk bu maksat için kullanılır. Mississippi Nehrinin midye kabuklarından kıymetli sedef düğmeler yapılır. Bâzı bölgelerde salyangoz kabuklarından da istifâde edilir. Bir kısım karındanayaklılar (Gastropoda) beyaz veya kırmızı, bir kısmı da parlak yeşil veya sarımtrak yeşil sedef ihtivâ ederler. Deniz kulağının (Holiotis) türlerinde pembeden mora kadar çeşitli renkte sedeflere rastlanır.
Sedef eski çağlardan beri süslemecilikte kullanılmıştır. Özellikle Doğu ve Türk sanatında sedefçilik alanında çok güzel eserler meydana getirilmiştir. Sedef kakmacılığı zamanla başlıbaşına bir sanat olmuştur. Sanatkârlar, marangozlar, kutu, kapı, pencere süslemesinde sedefi kullanırlar. Ayrıca Kur’ân-ı kerîm mahfazası, rahle, tüfek, tabanca, ağızlık gibi eşyâların süslenmesinde fazlaca kullanılmıştır.
Sedefin iki çeşidi vardır: 1) Düz beyaz sedef, 2) Menevişli sedef.
Sedefin, sedefçilikte kullanılmasında başlıca üç metod vardır: 1) Gömme işçiliği, 2) Mozaik işçiliği, 3) Yapıştırma işçiliği.
Alm. Schuppenflechte, Psoriasis (f), Fr. Psoriasis (m), İng. Psoriasis. Tıp dilindeki ismi psöriazis olan ve müzmin, nükslerle seyreden, kırmızı zemin üzerinde kepeklenmelerle giden bir deri hastalığı. Sebebi tam olarak bilinmeyen bu hastalıkta, % 60 nispetinde irsî geçiş tespit edilmiştir. Bu hastalıkta derinin üst tabakasındaki yenilenme hücreleri normalden 5 ilâ 7 kat daha kısa zamanda satha çıkmakta ve kepeklenme ile dökülmektedir. Sıklıkla saçlı deri, diz ve dirseklerde görülmekle birlikte kalçalarda, tırnaklarda veya sâdece el ve ayaklarda da olabilir. Stres, sıkıntı hastalığı teşvik eder. Bâzı hastalarda eklem iltihabı da hastalığın bir parçası olabilir.
Hastalıklı cildin bâzı özellikleri teşhiste yardımcıdır. Bu hastalıkta kepekler kazındığında kumaşa damlamış mum gibi dökülür. Daha fazla kazınırsa, nokta nokta kanamalar olur. Ayrıca vücudun herhangi bir sûrette zedelenen yerlerinde, 3-8 gün içinde yeni kepeklenmeler meydana gelir. Klinik görünüşüyle kesin teşhis konamayan vak’alarda, ciltten alınacak bir biyopsinin mikroskop altında incelenmesiyle teşhis konabilir.
Hastalık müzmin olduğu için tedâviyle kontrol ve gerileme sağlanabilir, ancak tam tedâvi olmayabilir. Tedâvi şekilleri hastanın yaşı, hastalıklı bölgelerin yeri, yaygınlığı vb. durumlara göre değişir. Hastalığın oldukça sınırlı olduğu hallerde, salisilik asitli, katranlı pomatlarla kepekler kaldırılır ve akabinde kortikosteroidli ilâçlar sürülür. İlâçların etkisini arttırmak için bölge naylonla sarılır. İlâçların yan etkisini azaltmak içinse tatbikata üç-dört günde bir ara verilir.
Bu arada ağır vakalarda, 1974’ten beri PUVA (Psöralen, Ultra Viole-A) tedâvisi başarıyla kullanılmaktadır. Ağızdan alınan 8-Methoxy Psöralen’den iki saat sonra özel cihazla vücuda özellikle uzun dalgalı olmak üzere ultraviole şuâsı tatbik edilir. Genellikle haftada 2 ilâ 4 seansla, 3-6 haftada yüz güldürücü neticeler alınmaktadır. Bunu tâkiben haftada bir veya daha az sıklıkta idâme tedâvisine geçilir. Ancak PUVA tedâvisinin uzun vâdedeki yan etkileri, tedâvinin yeniliği yüzünden tam bilinememektedir. Deride dejeneresyon ve kansere, gözde katarakta yol açabilir.
Sedef hastalığını bâzı kaplıcalarda da iyileştirmek mümkündür. Meselâ, Kangal Balık ve Yılanlı kaplıcalar bu hastalık için tedâvide kullanılır. Fakat en tehlikesiz ve çeşitli hastalıklara da faydası olan deniz ve güneş banyoları Sedef Hastalığı tedâvisi için en uygun tedâvi usûlüdür.
Sultanahmed Câmiinin mîmârı. Kânûnî Sultan Süleyman’ın saltanatının son senelerinde, Rumeli’nden devşirilerek İstanbul’a getirildi. Beş sene Acemi Ocağında kaldıktan sonra, Kânûnî Sultan Süleyman Türbesi bahçe bekçiliği vazifesi verildi. Bu vazifesi esnâsında mühendis mektebi talebelerinin derslerini dikkatle tâkip etmesi, hocaların gözünden kaçmadı. İmtihana tâbi tutularak derslere devamı uygun görüldü. Üstün kâbiliyeti sâyesinde kısa zamanda talebeler arasında kendini gösterdi. Burada yirmi sene Mîmar Sinân, Mîmar Dâvûd, Mîmar Dalgıç Ahmed Ağalardan mîmarlık ve sedefkârlık dersleri aldı. Sedef işlerindeki fevkalâde mahâreti sedefkârlık halifesi olmasına sebep oldu. Mîmar Sinân’ın tavsiyesiyle Sultan Üçüncü Murâd’a sedef işlemeli bir rahle hediye ederek, pâdişâhın takdirini kazandı. KendisineTopkapı Sarayı Kapıcılığı verildi. Bu vazifeyle berâber derslere de devam ederdi.
“Kapıcılık” vazifesindeyken, Mısır’a, Arabistan’a gitti. Buralardaki seyâhatlerinde İslâm sanatının en mükemmel eserlerini tetkik etme fırsatını buldu. İstanbul’a döndükten sonra Rumeli’ndeki kaleleri teftiş vazifesi verildi. Osmanlı Devletinin Avrupa kıtasındaki bütün kalelerini dolaştı. İntibâlarını Sultan Üçüncü Murâd Hana arz etti. Daha sonra İstanbul Kadılığı Muhzırbaşılığına getirildi. Kapıkulu süvârileri arasına katılan MehmedAğa, Hüsrev Paşanın hizmetine girerek, onun müsellimi olarak doğu ve Şam bölgelerindeki sanat eserlerini tetkik imkânını buldu.
1597’de şehrin su yolları nâzırlığına getirildi. Sekiz yıl çalıştığı bu vazifesinde, çok başarılı hizmetlerde bulundu. Bu hususta ihtisas sâhibi oldu. Su Nazırlığı, Mimarbaşılıktan önceki son vazifesiydi.
11 Ekim 1605 günü Dalgıç Ahmed Ağadan boş kalan Hâssa Mîmarbaşılığına getirildi. O sırada Sultan Birinci Ahmed Han Osmanlı pâdişâhıydı. Mîmarbaşılıkta ilk vazifesi Peygamberimizin Kabr-i şerîfinin tâmirâtıydı. 1612 senesinde İstanbul’a döndü.
Sultan Birinci Ahmed Han, muhteşem bir câmi yaptırmağa karar verdi ve bu işle Mehmed Ağayı vazifelendirdi. Yer olarak da Bizanslıların hipodrom dedikleri mahal seçildi. İstimlâklar tamamlandıktan sonra 9 Kasım 1609’da temel atıldı. Temele ilk kazmayı Pâdişâh vurdu ve; “Yâ Rab! Ahmed kulunun hizmetidir, kabul-ı dergâh eyle!” diye duâ etti. Temel atma merâsimi münâsebetiyle fakirlere sadaka dağıtıldı, devlet ileri gelenlerine hil’atlar giydirildi.
Câminin inşaasına büyük dikkat ve îtinâ sarf eden Mehmed Ağa, Câmiden başka İstanbul’da birçok yapının inşaasını da devam ettirmekteydi. Sultanahmed Câmiini yedi yılda bitirdi. Câminin çinilerinde mâvi rengin hakim olması sebebiyle, Avrupalılar tarafından bu câmiye Blue Mosque denir. Câminin bitmesinden kısa bir müddet sonra 1618 yılında vefât eden Mehmed Ağanın hayâtını yazan Cafer Çelebi; Risale-i Mîmâriye (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesindedir) ondan mütevâzi, kendini övmeyi sevmeyen ve o derece de mahâretli, sanatkâr birisi diye bahseder.
Osmanlı Devletinde yetişen, nâdide sanatkârlardan biri olan Mehmed Ağa, yaptığı eserlerinde, mîmârimizde yavaş yavaş başlayan Barok tarzından hiç etkilenmeden bize has eserler meydana getirdi. Mehmed Ağa, on iki câmi ve mescit, sekiz türbe, iki medrese, iki hamam, üç saray ve köşk, bir köprü, yüzden fazla çeşme, on bir sebil ve bir kervansaray inşâ ederek, Osmanlı mîmârisine yeni şâheserler kazandırdı.
(Bkz. Nautilus)
Alm. Gartenraute (f), Fr. Rue (f), İng. Rue. Familyası: Sedefotugiller (Rutaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yabânî olarak yetişmez. Bahçelerde yetiştirilir.
Haziran-eylül ayları arasında sarı renkli çiçekler açan, kuvvetli kokulu, 40-100 cm boylarında otsu bitkiler. Gövdeleri dik ve alt kısımda dallanmış, yapraklar saplı, mavimsi yeşil renkli, oval şekilli, tüysüz ve dişli kenarlıdır. Yaprakların üstlerinde küçük parlak noktacıklar hâlinde salgı bezleri bulunur. Çiçekler şemsiye gibi durumlar yapmışlardır. Meyveleri yuvarlak, tohumlar siyahımsıdır. Sedefotu kumlu ve sıcak yerleri sever. Daha çok bahçelerde yetiştirilir.
Kullanıldığı yerler: Yapraklarında reçineli maddeler, uçucu yağlar ve glikozitler vardır. Yapraklardan ve tohumlardan hazırlanan preparatlar az miktarlarda alınırsa terletici, kurt düşürücü, yatıştırıcı ve antispazmodik etkiye sâhiptir. Yüksek dozlarda zehir etkisi yapar.
Alm. Geschwindigkeit (f), Der Blulsenkung, Fr. Vitesse (f) de Sédimentation, İng. Sedimentation speed. Pıhtılaşması önlenmiş kanda alyuvarların (kırmızı kürelerin) dibe çökme hızı. Birçok hastalığın teşhisinde, sedimentasyon hızının ölçülmesi oldukça faydalı olmaktadır. Yapılması da oldukça kolay olan bir laboratuvar metodudur. Yapılışı şöyledir:
İki cc’lik bir enjektöre 0,4 cc, % 3,8’lik sodyum sitrat solüsyonu alınır. Sedimentasyonu yapılacak hastanın damarından alınan kandan aynı enjektöre, 2 cc’ye tamamlayacak şekilde 1,6 cc kan çekilir. Birkaç defâ hafifçe çalkalanır. Sonra bu kan, Westergreen pipetinin (200 mm boyunda ve 2,5 mm çapında özel bir tüp) sıfır işâretine kadar çekilir ve özel yerine yerleştirilir. Yarım saat, 1 saat, 2 saat sonra alyuvarların çökme hızı, tüpün üzerinden okunur.
Sedimentasyonun normal değerleri kadınlarda saatte 0-11 mm, erkeklerde ise 0-6 mm’dir. Gebelikte sedimentasyon hızının artışı sözkonusudur, fakat bu artış normal bir hâdisedir.
Sedimentasyon hızının arttığı haller şunlardır: Bütün iltihâbî olaylar (meselâ diş apsesi), enfeksiyon hastalıkları (zatürre, hepâtit vb.) romatizmal hastalıklar (meselâ romatizmal ateş), kanserler, bâzı kan hastalıkları (meselâ anemiler), kalp krizi ve bâzı ilâçların kullanımı (meselâ gebeliği önleyici haplar).
Sedimentasyonun azaldığı haller: Kalp yetmezliği, karaciğer yetmezliği, alyuvarların sayıca arttığı haller ve bâzı ilâçların (meselâ kortizon) kullanımı.
Sedimantasyon hızının yüksek olması mutlaka bir hastalık olduğunu göstermez. Çünkü bâzı kimselerde her türlü araştırma yapıldığı halde tesâdüfen bulunan bir sedimentasyon yüksekliği dışında şikâyet, hastalık vs. bulunamamıştır. Aynı şekilde sedimentasyon hızı daha az yükselir veya yükselmeyebilir. Bu laboratuvar metodunu tek başına bir teşhis unsuru olarak değerlendirmemelidir.
Daha iyisi, teşhis konulmuş ve sedimentasyon hızı da yüksek bulunmuş hastada eğer bu durumun o hastalığa bağlı olduğu ispatlanamamışsa tedâvi sonu meydana gelen değişikliklerin tâkibinde bu durum kullanılmaktadır. Muayyen aralarla yapılan kontrollerde sedimentasyon normale dönüyorsa demek ki, yapılan tedâviden istifâde ediyor denilebilir.
(Bkz. Katran Ağacı)
Osmanlı Devletinde yabancı ülkelere gönderilmiş olan sefirlerin (elçilerin), İstanbul’dan hareket etmelerinden başlayarak, gittikleri yerlerde gördükleri olayları, yaptıkları diplomatik görüşmeleri, gezip gördükleri yerlerin idârî, sosyal, askerî, ilmî ve kültürel hayatları hakkında bir takım önemli bilgileri toplayarak pâdişâha veya sadrâzama takdim ettikleri rapor, yazılı belge.
Osmanlıların yabancı ülkelere elçiler göndermeleri, kuruluş devrinden îtibâren başlamıştır. Ancak sefirlerin sefâret sırasında dolaştıkları yerleri ve buralarda gördükleri şeyleri ve yaptıkları işleri, pâdişâha arz etmek için sefâretnâmeler hazırlamaları 17. yüzyıl sonlarından îtibâren olmuştur. Sefâretnâmeler bizzat sefirin (elçinin) kendisi tarafından hazırlandığı gibi, maiyetinde bulunanlardan biri tarafından da hazırlanabiliyordu. Sefâretnâmeler nesir olarak hazırlandığı gibi manzum olarak da yazılabiliyordu.
Yabancı ülkelerle siyâsî ve kültürel münâsebetlerin mâhiyetini ortaya koyan en eski belgeler olan Sefâretnâmeler, bu devletlerin sosyal ve ekonomik durumlarını, teşrifat (protokol) usullerini, hayat biçimlerini, Osmanlıların onlara karşı tutum ve düşüncelerini de yansıtmaktadırlar. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendinin Paris Sefâretnâmesi, Sefâretnâmelerin en tanınmış örneklerindendir. Mehmed Efendinin Paris ve Fransa hakkında verdiği bilgiler Sultan Üçüncü Ahmed Hanın dikkatini çektiği için, Avrupaî tarzda bâzı yeniliklerde bulunma ihtiyâcı duymuştur. Matbaayı ve onun temin ettiği faydayı yakından gören Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Türkiye’de matbaacılığın kuruluşunda büyük hizmeti olmuştur.
Osmanlılar yalnız Avrupa’ya değil, Şarka ve İslâm memleketlerine de sefir göndermişler, onlar da diğer sefirler gibi Sefâretnâmeler hazırlamışlardır. Sefâretnâmelerin bir kısmı vak’anüvisler tarafından târihlere geçirilmiş, bir kısmı ise sonradan ayrıca yayınlanmıştır.
Sefâretnâmeler yabancı ülkelerdeki ilmî ve teknik gelişmeleri yansıtarak, ülkemizde de birçok ilmî, idârî ve teknik yeniliklere sebep olduğu gibi, bu ülkelerin sosyal, ahlâkî ve kültürel özelliklerinden bahsettiği için de ülkemizde başka ülkeleri taklit etme özentisi başgöstermiştir. Bu özentinin neticesinde garblılaşma (batılılaşma) adıyla ahlâkî ve kültürel yozlaşma meydana gelmiş, kendi millî ve mânevî değerlerimizden uzaklaşmalar olmuştur.
Adet olarak kırktan fazla olan Sefâretnâmeleri konuları bakımından ikiye ayırmak mümkündür:
Birinci kısımdakiler; sefirlerin (elçilerin) doğrudan doğruya vazifeleriyle ilgili sefâretnâmelerdir.
İkinci kısımdakiler ise; sefirlerin gezip gördükleri yerlerin idârî, sosyal, ahlâkî, askerî, kültürel ve teknik hayatları hakkında önemli bilgiler veren sefâretnâmelerdir.
Elde bulunan ilk yazılı sefâretnâme Kara Mehmed Çelebi’nin 1655 târihli Viyana Sefâretnâmesi, son sefâretnâme ise Abdürrezzak Bahir Efendinin 1845 yılında kaleme aldığı, Paris-Londra Sefâretnâmesi’dir. Hazırlandıkları devrin çeşitli özelliklerini günümüze yansıtan meşhur sefâretnâmelerden bâzıları ise şunlardır: Zülfikar Paşanın Mükaleme Takriri (1688-1692), İbrâhim Paşanın Viyana Sefâretnâmesi (1719), Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendinin Fransa Sefâretnâmesi(1720), Ahmed Dürrî Efendinin İran Sefâretnâmesi (1721), Nişli Mehmed Ağanın Rusya Sefâretnâmesi (1722-23), Mehmed Efendinin Lehistan Sefâretnâmesi (1730), Mehmed SaidPaşanın Mehmet SaidEfendi Takrîri (1732-1733), Sâlim Efendinin Hindistan Seyâhatnâmesi (1744-1749), Mustafa Nazif Efendinin İranSefâretnâmesi (1746), Hattî Mustafa Efendinin Nemçe Sefâretnâmesi (1748), Ahmed Resmî Efendinin Prusya Sefâretnâmesi (1763-1764), Seyyid İsmâil Efendinin Fas Sefâret Takrîri (1785-1786), Alemdâr Mehmed Ağanın Buhara Sefâretnâmesi (1787-1791),Vasıf Efendinin İspanyaSefâretnâmesi(1787-1788), Yusuf Agâh Efendinin Havâdisnâme-i İngiltere’si (1793-1796), Mehmed Sâdık Rıfat Paşanın İtalya Seyahatnâmesi (1838).
Alm. Mobilmachung, Mobilisierung (f), Fr. Mobilisation (f), İng. Mobilization; State of war. Memleketin, maddî ve mânevî bütün güçlerinin (askerî, siyâsî, ekonomik ve psikolojik güç) topyekün savaş ihtiyaçlarını karşılayacak ve savaşın devamını sağlayacak seviyeye getirilmesi; diğer bir deyimle maddî mânevî bütün kuvvet ve kaynakların, savaş isteklerine göre yöneltilerek barış durumundan sefer durumuna geçirilmesidir. Buna topyekün seferberlik de denir. Sefer kelimesi lügatta “yolculuk, savaşa gitme”; seferberlik ise “yolculuğa, savaşa hazır hâle gelme” anlamlarına gelir.
Yirminci asrın başlarından îtibâren, teknolojideki gelişmelere uygun olarak yapılan silâh ve araçlar, ilim ve teknikteki ilerlemeler savaşların karekterini değiştirdi.Savaşlar, sâdece silâhlı kuvvetler arasında yapılmaktan çıkarak, bütün milleti ilgilendiren, tesiri altına alan, topyekün savaşlar durumuna geldi. Bu topyekün savaşa karşı da, milletçe karşı koymak için yapılan topyekün hazırlıklara seferberlik adı verildi. Seferberliğin plân ve programları barıştayken yapılarak, zaman zaman yapılan fiilî tatbikatlarla uygulamaları kontrol edilir. Seferberlik Dâiresi, Asker AlmaDâiresi, Askerlik Şûbeleri, Mahallî ve Mülkî Âmirler müştereken çalışarak seferberlik plânlarını yaparlar.
Savaşta silâhlı kuvvetlerin personel sayısı artacağından onların yiyecek, giyecek, silah, donanım, araç ve gereç ihtiyaçları çoğalacaktır. Mühimmat, akaryakıt ve malzeme sarfı çok fazlalaşacaktır. İnsan ve diğer ihtiyaç maddelerinin de devamlı kaybı göz önüne alınırsa seferberliğin önemi çok iyi anlaşılır. Seferberlik hazırlığının plânlı ve barış zamânında yapılmasının savaşın kazanılmasında tesiri dünyâ harplerinde açık olarak görülmüştür.
Seferberliğin îlân edilmesi için, bir devletin diğer devlet veya devletlerle savaş ihtimâlinin kaçınılmaz olması, ayrıca iç bünyedeki karışıklıkların normal şartlarla karşılanmadığı bir ortamın meydana gelmesi gerekir. Bu durumda Genelkurmay Başkanının mütâlaası alınarak, Bakanlar Kurulunca seferberlik uygulamasına karar verilir. Verilen seferberlik kararı Cumhurbaşkanının onayından sonra yürürlüğe girer. Kaldırılması da başkomutan veya Genelkurmay Başkanının mütâlaası alındıktan sonra Bakanlar Kurulunun kararıyla olur. Seferberlik îlânıyla barış zamânında tespit edilen plân gereğince taşınır veya taşınmaz mallardan ihtiyaç duyulanlar silâhlı kuvvetlerin emrine verilir.
Seferberlik iki şekilde olabilir:
1. Uygulama alanı bakımından:
a) Genel seferberlik: Bütün yurt düzeyinde uygulanır.
b) Kısmî (Bölgesel) seferberlik: Yurdun herhangi bir bölgesinde uygulanır.
2. Kapsam bakımından:
a) Millî seferberlik: Silahlı Kuvvetler dışında kalan bütün kamu ve özel kuruluşlar ile yurttaşları kapsar.
b) Silahlı Kuvvetler seferberliği: Silahlı Kuvvetlerin barış durumundan sefer durumuna geçirilmesidir.
Bu ise iki bölümde yapılır:
(1) Personel seferberliği,
(2) Lojistik seferberliği.
Birinci Dünyâ Harbinden önce seferberlik îlân edilerek, gerekli bütün hazırlık ve tedbirler uygulamaya konuldu. Halkımız arasında, dört yıl süren bu harbe “Seferberlik” adı verildi. Eli silah tutanların askere alındığı Birinci Dünyâ Harbinde Osmanlı ordusu, yedi cephede şan ve şerefle çarpıştı. Harbin getirdiği bütün sıkıntılara milletçe karşı koyarak, yedi düvelin önünde kahramanca vatanını müdâfaa etti. İstiklâl Harbiyle de memleketini düşmanlardan kurtardı. İkinci Dünyâ Harbinde de seferberlik uygulanmışsa da savaşa girilmemesine rağmen getirdiği sıkıntılar, tedbirlerin yerinde ve zamânında alınmamasından dolayı, çok fazla olmuştur. Günümüzde seferberlik süresi çok kısalmış olup, 12 ile 24 saat içerisinde bir ülke seferberliğini tamamlayabilmektedir.
Seferber olma süresi: Birlik ve kurumların % 100 kadro seviyesine (seferî kadro seviyesine) erişecekleri ve teşkilatlanmalarını tamamlayacakları süreyi gösterir. Bu süre harekat plânlarına ve lojistik imkânlara göre tespit edilir. Bu süreler, Genelkurmay Başkanlığınca yönergesinde belirtilir.
Sefer görev emri: Sefer tertibine dâhil edilen personelin, seferberlik duyurusunda nereye gideceğini, ne kadar zaman içinde birliğine katılacağını ve katılacağı birliğin kapalı adını bildiren ve kendisine barışta açıklanan bir belgedir. Bir sûreti dâimâ personelin yanında bulunur.
Seferber personeli: Bir birliği, seferî kadro seviyesine veya müsâade edilen kuvvete çıkarmak için sefer tertibine dâhil edilmiş yedek personeldir.
Seferberlik deneme tatbikatı ve eğitimi tâzeleme çağrısı: Seferberlik usullerinin denenmesi ve yedek personel eğitiminin tâzelenme ve yenilenmesi için yapılan çağrıdır. Genelkurmay Başkanlığının önerisi ve Bakanlar Kurulunun onayı alınır.
Silahlı kuvvetler personel seferberliği: Silahlı Kuvvetlerin şimdiki ortalama mevcutlarının seferî kadro seviyesine yükseltilmesi, seferde kurulacak birlik ve kurumların kurulması, kadro seviyelerine eriştirilmesi ve seferî kadro seviyelerinin korunması için hazırlanan personel bütünleme plânlarına göre zâyiatı tamamlamak üzere, barışta yapılan hazırlıkların, seferberlik duyurusunda uygulanmasıdır.
Silah altıdâvetiyeleri: Seferberlik deneme tatbikatı ve yedek personel tâzeleme eğitimi için, yedek personelin (subay, astsubay, erbaş ve er) tatbikâta katılmalarını sağlayan dâvetiyelerdir.
Silah altıdâvetiyesi: Personelin yedek eğitimi görmesi için katılacağı birliğin seferberlik numarası ile bildirilen kapalı adını, gideceği yeri ve tatbikâtın süresiyle ilgili bilgileri kapsar.
Yola çıkma, yolculuk hâli; misâfirlik. Sefer, “bir yere gitmek için yola çıkmak”tır; lügatta ise: “Yolculuk, savaş, askerin savaşta veya savaşa hazır bulunması durumu, savaşa gitme ve defâ, kerre, kez” mânâlarına gelir. Sefer, Arapça bir kelime olup, “Seferber ve seferberlik” de bundan türetilmiştir. Seferber, “savaşa hazırlanan asker”; seferberlik de, “sefere, savaşa hazırlık” mânâlarınadır.
Seferî veya misâfir olmak demek, “yolcu olmak” demektir. Hanefî mezhebinde bir kimse, onbeş günden fazla kalmamak niyetiyle yüz sekiz (108) kilometre ve daha fazla uzak bir yere giderse misâfir olur.
Bir kimse, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkınca misâfir olur. Bu yol seri bir vâsıta ile gidilince de seferî olunur. Üç günlük yere gitmeyi niyet etmeden yola çıksa, bütün dünyâyı dolaşsa bile misâfir olmaz. Düşmanı arayan askerlerin hâli böyledir. Fakat geri dönüşte misâfir olur. Üç günlük yere gitmek niyetiyle yola çıkan kimse, vatan edindiği yerin kenar evlerinden ayrıldığı zaman misâfirdir.
Yolculukta namaz: Misâfir, dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılar. Mukîm olan (misâfir olmayan) imama uyarsa, yine dört rekât kılar. Misâfir, imam olursa, ikinci rekatın sonunda selâm verir. Sonra cemâat, namazlarını tamamlamak için ikişer rekat daha kılar.
İslâm dîni, seferî halde bulunan kimselere diğer bâzı ibâdetlerinde de kolaylıklar bildirmiştir. Meselâ, seferî olan kimse, mest üzerine üç gün, üç gece, yâni 72 saat mesh edebilir. Orucunu bozabilir. Yolcu rahat ise, orucunu bozmaması daha iyidir. Kurban kesmesi vâcip değildir. Yolculukta at, deve, merkep ve diğer vâsıta üstünde nâfile namaz kılmaya müsâade edilmiş, zarûret olmadan bunların üstünde farz ve vâcip kılmaya izin verilmemiştir. Kıbleye karşı durabilirse kılınır. Zarûretin neler olduğu fıkıh kitaplarında geniş olarak anlatılmaktadır.