SAVCI

Alm. Staatsanwalt (m), Fr. Procureur (m), İng. Attorney general, public prosecutor. Adâlet Bakanlığının kontrolü altında, cezâ mahkemelerinde amme (kamu) dâvâsını açan, hukuk ve idâre mahkemelerinde amme (kamu) menfaatini temsil eden, cezâların yerine getirilmesini teminle vazifeli kılınan, yargı kuvveti karşısında devleti temsil eden kânûnî şartlara sâhip memur; müdde-i umûmî.

Modern savcılık teşkilâtının kurulması, 1879 yılından sonra, Fransa’nın öncülüğünde gerçekleşmiştir. İslâm Hukûkunun uygulandığıOsmanlı Devletinde savcılık yoktu. İslâm Hukûkunda suçluyu tâkip etme, mahkemede hakkını savunma, şikâyet, suçtan zarar görenin görevidir. Ancak mağdurun hakkına kavuşması, suçlunun bir an önce cezâlandırılması için devletçe her türlü tedbir alınırdı. Ülkemizde modern anlamda savcılık, Savcılık Usûl-i Muhâkemât-ı Cezâiye Kânunu Muvakkatı ile girmiştir (1879). 1982 Anayasasından önceki kânunlarda da savcılık müessesesine yer verilmektedir. Savcıya, cumhûriyet adına görev yaptığını belirtmek üzere “Cumhûriyet Savcısı” adı verilmektedir. Eskiden Savcı yerine Müdde-i Umûmî ifâdesi kullanılırdı. Danıştayda savcılık işini yapanlara “Kânun Sözcüsü” denilirken, şimdi onlara da “Danıştay savcısı” denilmektedir.

Savcının vazife ve selâhiyeti, Cezâ Muhakemeleri Usûlü Kânunu’nda ve başka kânunlarda düzenlenmiştir.

Savcının görevleri: 1) Araştırma ve kovuşturma görevi, 2) Âmme dâvâsını açma ve yürütme, 3) Emniyet tedbirlerine başvurabilme (yakalama, arama, elkoyma gibi), 4) Kânun yoluna başvurma (temyiz etme gibi), 5) Cezâların infâzını sağlama, 6) Tebliği gereken kararları ve çağrı belgelerini tebliğ etme, 7) İsim, yazı düzeltme dâvâları gibi bâzı hukuk dâvâlarıyla ilgili görevler. Savcıların her türlü özlük hakları, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından yapılır. Savcı, yürütme organı içerisindedir. Adâlet Bakanı, savcının üstüdür; ona emir verebilir. Yaptığı iş yargı olmadığından savcı, hâkim gibi bağımsız değildir. Kolluk görevlileri adlî işlerde savcının emrinde olup, onun yardımcılarıdır.

SAY, Jean-Baptiste

Mahreçler Kânunu ile tanınan, liberal ekole mensup Fransız iktisatçısı. 5 Ocak 1767’de Fransa’nın Lyon şehrinde doğdu. Gençken geçim sıkıntısı sebebiyle İngiltere’ye çalışmaya gitti. Fransız İhtilâlinin patlak vermesiyle 1789’da tekrar ülkesine döndü. Gazeteci olarak, elindeki bütün imkânlarını Adam Smith’in klasik ekonomi tezini müdâfaa etmeye kullandı. 1816’dan sonra çeşitli enstitülerde siyasî ekonomi profesörlüğü yaptı. 16 Ekim 1832’de Paris’te öldü.

Mahreçler Kânunu: Gerçekte mallar, mallarla değiştirilir. Para, malların alışverişlerini kolaylaştıran bir araçtır. Bir mal üretildiğinde, başka malları satın almak için kullanılacak gelir doğmuş olur. Bu sebepledir ki, ekonomide aşırı üretim söz konusu olmaz. Her malın üretimi, üretilen öbür mallar için bir pazar doğurur. Mahreçler Kânunu, kısaca şu şekilde formülize edilebilir: “Her arz kendi talebini doğurur.”

Say, geçici olarak aşırı üretimi kabul eder. Bu durumda üretimin talebi aşan kısmı satılmaz ve o malın fiyatı düşer. Dolayısıyla kâr istenilenin altına iner ve malın üretimi kısılır. Yâni pazar mekanizmasının iyi işlemesiyle arz, kendini talebe uydurur. Ekonomi her zaman kendiliğinden tam istihdamda dengededir. Say, bu teorisiyle, klasik ekolün en önemli kişisi oldu.

SAYAÇ

Alm. (Elektrizitäts-) Zähler (m), (Gas-) Uhr (f), (Wasser-) Messer (m), Fr. Compteur (m), İng. Meter. Counter. Elektrik enerjisi, sıvı ve gaz hacmi, zaman ve mesâfe ölçen cihazlara verilen genel isim. Muhtelif maksatlar için kullanılan sayaçlar vardır.

Araba park sayacı: Araba veya vâsıtaların caddeleri işgal etmesi yeni bir hâdise değildir. Park etme sürelerini sınırlandırmak maksadıyla, Romalılar zamânında dahi, devlet emirler çıkarmıştır. Park sayacı 1935 senesinde Oklohoma şehrinde Carl Magce tarafından keşfedilmiştir. 1951 senesinde New York’a, 1957 senesindeyse Londra’ya monte edildi. Daha sonra çok yaygınlaştı. Türkiye’de de tatbik edilmeye başlanıldı.

Park sayacı normal saat düzenine sâhip olup, para atıldığında ayarlanan süre kadar çalışmak üzere saat kilidi açılır. Metre göstergesinde sayacın kaç dakika çalışacağı görülür.

Taksimetre sayacı: Taksilerde hem gidilen mesâfe, hem de geçen süreyi tespit ederek ücret hesaplamasını otomatik olarak yapan taksimetre sayaçları bulunur. Kilometre telinden alınan dönme hareketi, sayaç dişli donanımını çevirir. Sayaç içinde ayrıca bir de saat vardır. Kilometre teli ile saat şaft dönüşü mukâyese edilerek, en hızlı dönen sayaç, sayıcısını çevirir. Sayıcı hesaplanmış olarak ücreti gösterir. Mekanik sayaçlar yanında elektronik sayaçlar da yapılmıştır.

Yakıt sayacı: Petrol istasyonlarında satılan yakıtın, hassas bir şekilde hacmini ve bu hacme göre fiatını hesaplayarak gösteren bir pompa düzenidir. Basit bir yakıt sayacının, ana depodan pompası ile çekilen yakıtla, fiyatı hesaplayan kompüter kısmı vardır. Pompa dişli tüp olup, elektrik motoru ile döndürülür. Pompa sistemi, yakıtı süzmek için filitre de bulundurur. Yakıt içindeki hava kabarcıkları, hava ayırıcı bölmelerde alınır. Yakıt sayaç içinden geçerken metrenin kanatlarına çarparak döndürür. Bu dönme hareketi hem yakıt hacmini hem de fiatını hesaplamada, mekanik dişli donanımlarında kullanılır. Dönme hareketini elektrik sinyallerine çevirmek sûretiyle, dişli donanımlar yerine elektronik devreler de kullanılabilir. Petrol istasyonlarında bulunan yakıt sayaçları, elle çalıştırılabileceği gibi, para atıldığında kilit mekanizması açılarak otomatik olarak da çalıştırılabilir.

Elektrik sayacı: Harcanan elektrik enerjisinin miktarını gösteren ölçü âletidir. (Bkz. Elektrik sayacı)

Sıvı gaz sayacı: Hacim olarak harcanan gaz miktarı gaz sayaçları ile ölçülür. Uygulanma yerine göre çeşitli sayaçlar vardır. Çok miktarda gaz geçen borularda ölçme, akışmetre türü sayaçlarla yapılır. Sayaç içinde bulunan kanatçıklara, gaz geçerken çarparak mile dönme hareketi verdirir. Milin dönüşü geçen gaz miktarını, hacim olarak gösterecek şekilde ayarlanmış dişli mekanizmalarını hareket ettirir.

Gaz geçiş miktarını ölçmek için, diğer bir metod ise iki odacık arasındaki basınç farkına göre çalışan sayaç kullanılmaktadır. Sayaç giriş ve çıkışında bulunan iki küçük odacık birbirinden diyaframı ya gerer veya gevşetir. Odacıkların hacmi bilindiği için diyafram hareketinden akış hızının ne kadar olduğu göstergede görülür.

Bunlardan başka sayaç çeşitleri de vardır; su sayaçları, kilometre sayaçları, turnike sayaçları bunlardandır.

SAYI SİSTEMLERİ

Alm. Zahlsysteme, Fr. Les systemes de nambre, İng. Systems of numbers. Bir saymada ve ölçmede kullanılan işâretler.

Sayılar ilk defâ Âdem aleyhisselâm tarafından kullanılmıştır. Çünkü Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indirildikten sonra kendisine kitap gelip, fizik, kimyâ, tıp, eczâcılık ve matematik bilgileri öğretilmişti. Âdem aleyhisselâmdan sonra insanlara hesap ilmini İdris aleyhisselâm öğretti. Bu bigiler daha sonraları nesilden nesile aktarıldı.

Sayılar hakkında günümüze kadar ulaşabilen bâzı bilgiler Mısırlılardan ve Babillilerden alınmıştır. Mısırlılar sayılarla yaptıkları işlemleri taş ve papirüs, Babilliler ise kil plaklar üzerine kayıt ettiklerinden dayanıklı olmuştur.

Mısırlılar, sayıları hiyeroglif denilen resimlerle gösteriyorlardı. Bu gösteriş şeklinden dolayı hem büyük sayıları yazmak çok zor, hem de işlem yapmaya müsait değildi.

Daha sonra sayılara Yunanlılarda rastlanmıştır. Bunların başlangıcı Euclid (Oklid) tarafından yazılan Elemanlar kitabı olmuştur. Yunanlılar, sayılara Mısırlılar ve Babillilerden farklı yeni bir şey ekleyememişlerdir. Romalılar, Roma rakamlarını ortaya koyarak ve çıkarma metodunu kullanarak sayıları biraz daha basit yazmışlardır. Bunlar şu şekilde ifâde ediliyordu:

I (1), II (2), III (3), IV (4), V (5), VI (6), VII (7), VIII (8), IX (9), X (10), L (50), C (100), D (500), M (1000).

M.S. 3. yüzyılda Avrupa’nın karanlık bir devre girmesiyle, bu sahada yapılan çalışmalar da kaybolup gitmiştir. Bu duruma sebep Hıristiyanlık, Mûsevîlik dinlerinin bozulup, bunlarda söz sâhibi olan kişilerin yanlış görüşlerinden dolayı, insanların koyu bir taassuba düşmeleriydi. Avrupa bu durumdayken sayılar ve sayı sistemleri en büyük gelişmesini, Müslüman Araplar zamânında gösterdi. Günümüzde kullanılan rakamlar, Araplardan alınmadır. Bu rakamlarla dört işlem yapmak kolaydır. Roma rakamlarıyla pratik bir işlem yapmak imkânsızdır.

Mekke’de doğan İslâm güneşinin, her yönden karanlık bir döneme düşen dünyâyı aydınlatmaya başlaması, insanların her yönden kurtulmasına sebep olmuştur. İslâmiyetin emirlerinden biri olan ilim öğrenmek ve öğretmek, Müslümanlar tarafından büyük bir gayretle yerine getirilmiştir. İslâm âlimleri ilk olarak, kendilerinden önceki bütün sayı ve sayı sistemlerini incelemişler ve bunları kitaplara geçirerek kaybolmaktan kurtarmışlardır.

780-850 yılları arasında yaşamış olan Mûsâ el-Harezmî rakamlara “0” (sıfır) ilâve ederek bugün kullandığımız sayıları meydana getirmiştir. Kitab el-Cebr ve’l-Mukâbele adlı kitabında en son sayı sistemlerini ortaya koymuştur.

Evet, sıfırın bulunuşu matematikte yeni bir devir açıyordu. İşte cebir ve geometrinin birden bire parlaması bir Müslüman âlimin sıfırı bulmasıyla başladı. Artık cebirin kullanışını trigonometri, dolayısıyla sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant gibi keşifler tâkip etti. İkinci ve üçüncü dereceden denklemler çözülmeye başlandı. Bu şekildeki çalışmalar, dünyâ medeniyetinin temelini atarken, astronomi, kimyâ ve fizik gibi ilimlerin de gelişmesine yardımcı oluyordu. Çünkü Akdeniz alanının hesaplanmasında, dünyâ çevresinin ölçülmesinde, kıble tâyininde, ramazanda da hilâlin görünüşünde ve takvimlerin hazırlanmasındaki çalışmalar yardımcı oluyordu. Bu bakımdan bilhassa matematik Müslümanların arasında ilk öğrenilen ilim dalları arasına girdi.

Ebû Kâmil Şücâ (?-951) kök, kare, bir ve iki bilinmeyenli denklem sistemini kurup geliştirmiştir. El Birûnî, bugünkü modern matematiğin temeli olan sayıları ikililer şeklinde gösterme şeklini ilk defâ ortaya koymuştur.

Ebü’l-Vefâ ve muasırı (aynı zamanda yaşayan) İbn-i Lebbân yazdıkları eserlerinde altılı sistemin özelliklerini ele almışlar ve ilgili bilgileri açıklamışlardır. El-Kâşî, yazdığı eserde meşhur p (pi) sayısını ondalık sistemde 16 hâneye kadar ve altılı sistemde 9 hâneye kadar hesap etmiştir. Gıyâseddîn Cemşid el-Kâşî (?-1429) ise, ondalık kesri keşfederek, ondalık sayı sistemlerini ortaya koymuştur.

On yedinci yüzyılın başlamasıyla sayı sistemlerinin muhtevâsı da gelişmiş pekçok yeni dallar araştırmaya açılmıştır. Jahonnes, Kepler, Blaise Pascal, Gerard, Desapguen, PereDes Carton gibi bilim adamları bugünkü modern sayı sistemlerini geliştirmişlerdir.

TABİÎ (DOĞAL) SAYILAR

Diferansiyel ve integral hesabın temelini teşkil eden tabiî (doğal) sayı denilen ve 0, 1, 2, 3, ... şeklinde gösterilen sayılar bir sayma ve sıralama ihtiyâcı olarak ortaya çıkmıştır. Tabiî sayıların teşkil ettiği küme 0,1,2,3,4, ... şeklinde gösterilir.

Tabiî sayılar kümesinden sıfırı çıkartırsak geriye kalan sayılara sayma sayıları denir ve S= 1, 2, 3, 4.... şeklinde gösterilir. Günlük hayatta en çok kullanılan sayılardır: Kitap sayfa numaraları, bir otelin kat numaraları, bir salonun koltuk numaralarını göstermek için bu sayılar kullanılır. Bu şekilde sıralama göstermek için kullanılan sayılar kümesine “Ordinal” sayılar denir. Sayma sayıları aynı zamanda “Ne kadar?” sorusuna cevap olarak üç tâne, beş tâne gibi ifâdeleri söylemek için kullanılır. Böyle sayılara “Kordinal” sayılar denir. Bir kümenin elemanları sayılabilirse, kümeye sonlu ve sonlu bir kordinal sayıya sâhiptir denir. Meselâ, bir aydaki gün sayısı ne kadar çok olursa olsun, bir yıldaki dakika sayısı hep sonludur.

Kümenin elemanları sayılamıyorsa, küme sonsuz ve sonsuz bir kordinal sayıya sâhiptir denir. Meselâ, tabiî sayılar kümesi, sayma sayıları kümesi gibi.

Sayı Doğrusu: Matematikte sayı doğrusunun başlangıç noktası sıfırdır.

Sayı doğrusu üzerinde 0 (sıfır) ın sağında yer alan sayılara pozitif  (işâreti artı), solunda yer alan sayılara negatif (işâreti eksi) sayılar denir.

Her sayı, ekseni üzerinde temsil edilen noktanın koordinatıdır; tersine eksen üzerindeki her nokta, sayıların koordinatlarının grafiğidir. Koordinatların ordinal özelliği noktaların sıralanışıyla aynıdır. Pozitif sayıların koordinatlarının kordinal özelliği, her noktanın ekseni başlangıç noktasından uzaklığının kaç birim olduğunu gösterir. Negatif sayıların başlangıç noktasına olan uzaklığı koordinatının mutlak değeri alınarak bulunur.

(-4) noktanın başlangıç noktalarına olan uzaklığı |-4|= 4 br. olarak bulunur.

Sayı doğrusu üzerinde her noktaya bir sayı karşılık gelir.

Tam sayılar: Birden başlayıp sonsuza kadar uzanan tam sayılara pozitif tam sayılar, -1’den başlayıp sonsuza kadar uzanan tam sayılara negatif tam sayılar denir. Pozitif tam sayılar ve negatif tam sayılara sıfırı ilâve edersek tam sayılar meydana gelir. Bu sayıların meydana getirdiği kümeye tam sayılar kümesi denir.

Z= .... -4, -3, -2, -1, 0, 1, 2, 3, 4, 5... şeklinde gösterilir.

Rasyonel sayılar: p ve q tam sayılar kümesinin birer elemanı ve qš 0 olmak üzere p/q şeklinde yazılabilen herhangi bir sayıya rasyonel sayı, bu sayıların meydana getirdiği kümeye rasyonel sayılar kümesi denir.

R= ... -3, -5/2, -2, -3/2, ... -1, 0, 1/2, 1, 3/2... şeklinde gösterilir.

Her tabiî ve tam sayı aynı zamanda birer rasyonel sayıdır.

İrrasyonel sayılar (Rasyonel olmayan): Bütün ölçmeler, birimler veya birimlerin kesirli kısımları ile yapılır. Dolayısıyla her ölçme, bir rasyonel sayı olarak ifâde edilebilir. Bununla berâber her uzaklık ölçümü bir rasyonel sayı ile gösterilse bile, rasyonel sayılarla ifâde edilemeyen uzunluklar da vardır. Meselâ, bir karenin kenarının uzunluğu 1 birim ise, köşegen uzunluğu ÷2 birimdir. ÷2 sayısı ise rasyonel sayı olarak ifâde edilmez. Bir çemberin çevresi ve çapı başka bir misal teşkil eder. Eğer bir çemberin çapının uzunluğu 3 birim ise, çevre uzunluğu 3p birim, eğer çap d birim ise çevre uzunluğu (pd) birimdir. Fakat p sayısı rasyonel sayı olarak ifâde edilemez.

÷2, ÷3, p gibi sayılara irrasyonel sayılar ve bu sayıların meydana getirdiği kümeye irrasyonel sayılar kümesi denir.

Sayılar bütün uzaklıklarda temsil edilebilir ve bütün reel sayılar göz önüne alınarak elde edilen bir doğru üzerindeki bütün noktaların koordinatları olarak işe yararlar. Bütün noktaların koordinatlarından meydana gelen doğruya sayı doğrusu denir. Bir sayı doğrusunun noktalarıyla reel sayılar arasında bire bir eşleme vardır.

Kompleks sayılar: x2-2= 0 denkleminin çözüm kümesi {-2, 2 } dır.

x2+2= 0 denklemini hiçbir reel sayı gerçeklemez.

x2+2= 0

x2=√-2

X= - i 2 i2

z= a+ib kompleks sayıların genel ifâdesidir. İki kısımdan meydana gelir: 1) Reel kısım, 2) Sanal kısım.

Asal sayılar: Kendisinden ve 1’den başka çarpanı olmayan pozitif sayıya asal sayı denir. Asal sayılar:

2, 3, 5, 7, 11, 13, 17, 19, 23, 29,... sayılarından ibârettir.

SAYIŞTAY

Alm. Oberster Rechnungshof (m), Fr. Cour des comptes (f), İng. The Exchequer and Audit Department. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına genel ve katma bütçeli dâirelerin gelir ve giderleriyle, onların mallarını denetlemek ve sorumluluklarını hesap ve işlemlerini muhâkeme yoluyla, kesin hükme bağlamakla ve kânunlarla verilen diğer işleri yapmakla görevli, merkezî bir idârî karar ve yargı organı olan anayasa kuruluşu. Sayıştayın eski adı Dîvân-ı Muhâsebâttır.

Sayıştaya benzer görev yapan kuruluşların târihi çok eskidir. Devletle birlikte varlık kazanmışlardır. Devletin görevlerini yerine getirirken büyük harcamalar yapması, onu yapılan harcamaları denetlemeye mecbur etmiştir. Böylece sayıştaya benzer müesseseler doğmuştur.

Osmanlı Devletinde bu işe çok önem verilmiştir. Osmanlılarda bütün para işleri defterlere kayıt edilerek yapılırdı. Bu defterler vâsıtasıyle harcamaların, sayıştay vazîfesi gören kuruluşlarca denetlenmesi mümkün olurdu. Gelir ve giderlerin sıkıca tâkibi ve kontrolü sâyesindedir ki, dünyânın en muazzam devleti ve ordusu asırlarca ayakta durmuştur. Osmanlılarda, denetleme müessesesinin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu vazîfeyi yerine getiren “Muhâsebe-i Evvel”e (Baş Muhâsebe), Fâtih Kânunnâmesi’nde rastlanmaktadır.

Baş muhâsebe, Defterdarlığın (Mâliye Bakanlığının) işlemlerini denetlerdi. Baş Defterdarın (MâliyeBakanının), hazîne aleyhine emirlerini redde yetkiliydi.

Baş muhâsebeci, devletin en değerli mâliyecilerinden birincisidir. Bu makâma, ancak meslekten olanlar gelebilirdi. Defterdar siyâsi bir şahsiyet, baş muhâsebeciyse teknokrattı (İnsan unsurunu her zaman göz önünde bulundurmayan devlet adamı veya memur). Bu müessesenin kayıtlarının mükemmelliği, intizâmı dünyâdaki bütün devletlerce o zaman bilinmiyordu. Baş muhâsebeci, gerçek bir sayıştay başkanıydı. Mâliye müsteşarı olarak da kabul edilebilir. Baş muhâsebeci devrinin en tanınmış, en nâmuslu mâliyecileri arasından seçilirdi. Bu kuruluş, hem devletin merkezinde, hem de eyâletlerle teşkilâtlanmıştı. Yalnız Baş Muhâsebe ve Anadolu Muhâsebesi denilen en mühim iki dâirede 250’şer memur çalışıyordu.

Baş Muhâsebe kuruluşundan, 3 Zilhicce 1281 (1866) târihinde Dîvân-ı Muhâsebât Nizamnâmesi ile Dîvân-ı Muhâsebât (Sayıştay) doğmuştur. 1876 târihli Kânun-i Esâsî’nin (Anayasa) 105’inci maddesinde Sayıştay, hem idârî kararlar hem de yargıyla ilgili hükümler verir. Ancak bir Anayasa kuruluşu olduğu için, idârî kararlardan ve yargı hükümlerinden dolayı, Danıştayın denetimine tâbi değildir. Sayıştayın, kuruluşunu, işleyişini denetim usûllerini, mensuplarıyla ilgili hükümlerini 21 Şubat 1967 târih ve 832 sayılı kânun düzenlemiştir.

Sayıştayın kuruluşu, iki yönlü (idârî ve yargı) görevlerine göre düzenlenmiştir. Dâireler, Dâireler Kurulu, Temyiz Kurulu ve Genel Kurul idârî ve yargı işlerine bakar. Memurlar Seçim ve Disiplin Kurulu ve Yüksek Disiplin Kurulu ise Sayıştayın iç düzeniyle ilgili kurullardır.

1982 Anayasasında Sayıştay, yargı bölümünde ve 160’ıncı maddede düzenlenmiştir. Buna rağmen yüksek mahkeme sayılmamaktadır. Bu Anayasa, Sayıştayın kararlarına karşı başka yargı organına başvuruyu önlemiş ve kararlarının kesin olduğunu bildirmiştir. Sayıştayın idârî görevleri; vize, tescil, uygunluk bildirimi ve görüş bildirmedir. Anayasaya göre Sayıştayın başkan ve üyeleri azledilemezler, kendi istekleri olmadıkça emekliye ayrılamazlar.

Sayıştay dâirelerinde yürütülen yargılama işleri, saymanların hesapları konusundaki raporlar üstünde bir hesap yargılaması şeklinde olur. Çeşitli belgeler incelenip değerlendirilerek, yapılan harcamaların kânuna ve usûle uygunluğu tespit edilir. Savaş, yangın gibi sebeplerle belge ve kayıtların bulunmasına ve gönderilmesine imkân bulunmadığını, idâre kurulları tutanakla tasdik ederse, sayman eldeki delillerle yetinerek yargılanır. Hesapların yargılanması sonunda beraat, zimmet veya tazmin karârı verilir.

Sayıştayın yargı kararları üzerine, temyiz, karar düzeltmesi ve yargılamanın iâdesi yollarına başvurulabilir. Ancak bu başvuru, sayıştayın içindeki, görevli kendi organlarına olabilir. Sayıştay dışındaki başka bir yargı organına olamaz.

Sayıştayın kesin hükümleri hakkında, ilgililer yazılı bildirim târihinden îtibâren 15 gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi talebinde bulunabilirler. Vergi ve benzeri mâlî yükümlülükler ve ödemeler hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararları esas alınır.

Yabancı ülkelerde de bizdeki Sayıştay müessesesinin fonksiyonunu yerine getiren kuruluşlar mevcuttur.

SAZAN (Cyprinus carpio)

Alm. Karpfen (m), Fr. Carpe (f), İng. Carp. Familyası: Sazangiller (Cyprinidae). Yaşadığı yerler: Tatlı su balığıdır. Göl ve yavaş akan derelerde bulunur. Özellikleri: Uzun gövdeli, solucan, böcek larvaları ve bitkilerle beslenen bir dip balığıdır. 1,5 metre boyunda, 35 kg ağırlıkta olanları vardır. Ömrü: 40-50 yıl. Çeşitleri: Aynalı sazan, âdi sazan, pullu sazan, çıplak sazan gibi çeşitleri vardır.

Sazangiller familyasından, uzun ve iri gövdeli bir tatlı su balığı. Anayurdu Asya’dır. On ikinci yüzyıldan sonra, Avrupa ve Amerika’nın tatlı sularında üretilmiştir. Sun’î balıkçılıkta önemli yer tutar. Göl ve yavaş akan derelerin dip sularında yaşar. Solucan, böcek larvaları ve bitkilerle beslenir. Çoğunlukla boyları 1 metreden fazla olur. Ağırlığı 25 kg’dan fazla olanları da vardır. Her ısıdaki suya uyum sağlar. 3-30°C arasındaki sularda rastlanır. Aşırı soğuklarda toplu halde çamura gömülerek kış uykusuna yatarlar. Kışın ölmeden donabilirler. Su akıntısına karşı yüzebilirler. Kuyruğunu çeneleri arasına sıkıştırır, bıraktığında zemberek gibi boşanarak 3-5 metre sıçrayarak çağlayanları aşabilirler.

Pullu ve pulsuz birçok çeşidi vardır. Pullu türleri iri pulludur. Renk ve biçimleri yaşadıkları ortama göre değişir. Genellikle sırtı koyu yeşil, yanları ve karın altı yeşilimtrak kahverengidir. Küçük ağızlı kalın ve oynak dudaklıdır. Üst çenelerinden dört bıyık sarkar. Ağız dişleri yoktur. Yutak (farinks) dişleriyle besinlerini öğütürler. Bıyıkları dokunma organı olarak görev yapar.

Dipleri karıştırır, suyu bulandırırlar. Çevik ve hareketli balıklardır. Sürüyle dolaşırlar. Eti fazla kılçıklıdır. İrileri iyi pişirildiğinde eti beğenilir. Nisan-haziran arasında yumurtlarlar. Yumurtaları bitkilere yapışır. Bir dişi, bir defâda yarım milyon yumurta bırakabilir. Yumurtaların çoğu diğer balıklar tarafından tüketilir. Ortam ısısına bağlı olarak en geç bir hafta içinde yumurtalar açılır. Üç yılda erginleşirler. Sazanların 100 yıl kadar yaşadığı söylenirse de, ömürleri normal olarak 40-50 yıl kadardır. Balıkçılar bunları harekete geçirmek için gürültülü sesler çıkarırlar. Ağla bol miktarda avlanırlar. Terkos gölünde 30 kg gelenleri vardır.

SCHACHT, Dr. Hialmar

Alman mâliyecisi. 1877 senesinde Almanya’nın Tingleff şehrinde dünyâya geldi. Babası toptancı bir tüccardı. Öğreniminin bir kısmını babasıyla birlikte gittiği ABD’de yaptı. Dr. Schacht, yüksek öğrenimini politik ve ekonomik dallarda yapmış, sonra banka istatistikleri üzerine çalışmıştır.

1903 senesinde işe girdiği Oresdner Bankın 1915 senesinde genel müdürü oldu. Birinci Dünyâ Savaşı esnâsında Alman işgâli altındaki Belçika’da mâlî müşâvirlik yaptı. Burada bir devletin mâliyesinin nasıl düzene sokulacağı husûsunda tecrübesi arttı. Savaştan sonra Reichbank yönetim kurulu başkanı oldu. Almanya’nın savaş tazminâtlarının indirilmesinde, çok büyük rolü oldu. Ayrıca Almanya’ya Dawes ve Young plânları ile iktisadî yatırımların arttırılmasında çalışmalar yaptı.

Hitler Almanyasında da, Reichbank müdürlüğü yaptı. Bankanın bütün parasını Hitlerin emrine vermişti. Hitler, Dr. Schacht’i İktisat Bakanlığına getirdi. Almanya’daki yabancı sermâyeye el koyarak ticâret dengesi kurdu. Kısa vâdeli bonolar, senetler çıkarmak sûretiyle ekonomiye canlılık getirdi. Dr. Schacht, bu başarılı çalışmaları ile “Sihirbaz maliyeci” ismini aldı. Enflasyon konusunda Hitler’le çelişkiye düşünce aktif görevden çekildi. Rejime muhâlefetten 1944 senesinde tutuklandı. İkinci Dünyâ Savaşından sonra, Almanya’nın silâhlanmasına hizmet etmiş olmak iddiasıyla Nünberg Savaş Suçluları Mahkemesinde yargılandı ve beraat etti.

Dr. Schacht daha sonra Suriye, Endonezya, İran ve Mısır hükümetlerinde mâliye müşâviri olarak çalıştıktan sonra, 1970 senesinde Monako’da öldü.

SCHILLER, Johann Christoph Friedrich

Dramatik eserler yazan, Alman şâir ve ediplerinden. Kendi hayâtını ve işini, kötü ve ters durumlara, insan rûhunun nasıl muzaffer olabileceğine örneklemesiyle bilinir. 1805 senesinde arkadaşı olan Wilhelm von Humboldt’a yazdığı bir mektupta; “Materyalist dünyâya bir şekil vereceğimize, o bize şekil verdi.” demiştir.

Schiller 10 Kasım 1759 günü Marbach’da dünyâya geldi. Babası subay olan Schiller, 13 yaşında Württemberg Dükü Karl Eugen’in kontrolunda askerî akademide eğitime gönderildi. Burada tıp eğitimi yaptıktan sonra, Stuttgart alayında tabip subay olarak düşük bir maaşla göreve başladı.

Schiller yazdığı şiirleri, 1782 senesinde Şiir Antolojisi’nde yayınladı. İlk yazdığı tiyatro oyunu Haydutlar (Die Râuber)ı borç para alarak bastırmıştı. Schiller’in ikinci yazdığı tiyatro oyunu Fiesco tutunamadı. Fazla parası olmadığı için kendisine dâimâ bir koruyucu arıyordu. 1784 senesinde üçüncü tiyatro oyunu olan trajedi türü Hile ve Aşk (Kabale und Liebe)ı yayınladı. Bu oyun Mannheim tiyatrosunda oynandı ve çok beğenildi.

Schiller, 1787 senesinde, Almanya’nın edebiyat merkezi olan Weimar’a gitti. Orada C.M. Wieland, J.G. Herder veGoethe ile karşılaştı. Goethe, Schiller’deki üstün şahsiyeti fark etti. Schilleri, Jena Üniversitesi târih kürsüsüne, profesörlüğe tavsiye etti. Schiller burada Felemenk’in Çöküş Târihi, Otuz Yıl Savaş Târihi adlı târih kitaplarını yayınladı. Bunu en büyük dram olan Wallenstein tâkip etti.

Schillerin en önemli eserleri arasında Macbeth ve 1804 senesinde yazdığı, Wilhelm Tell’i zikretmek mümkündür. Schiller 9 Mayıs 1805 senesinde Weimar’de öldü.

SCOTT, Robert Falcon

İngiliz denizcisi ve kâşifi. Güney kutbuna Roald Amundsen’den bir ay sonra 17 Ocak 1912 günü ulaşan ikinci kişidir. Scott, 6 Haziran 1868 günü Davenport yakınlarında dünyâya geldi. Tahsilini tamamladıktan sonra bahriye subayı olarak İngiliz donanmasının muhtelif gemilerinde görev yapmaya başladı. 1900 senesinde, Antarktika kıtasında araştırmalar yapması için, Discovery gemisinin komutanı olarak görevlendirildi. 1904 senesine kadar, yaptığı çalışmalarla iyi bir komutan, idâreci ve ilmî araştırıcı olduğunu kabul ettirdi. 1909 senesine kadar, Victorious Essex ve Bulwark gibi donanmanın büyük gemilerinde albay rütbesiyle görevine devam etti. 1909 senesinde güney kutbuna ulaşması için Discovery’de ikinci defâ komutanlık yaptı. Güney kutbuna vardığında kendisinden önce ulaşıldığını gördü. Hava şartları çok zor olduğu için dönüşte iki araştırmacı ile birlikte, 29 Mart 1912 günü donarak öldüler. Sekiz ay sonra öldükleri yer bulunabildi.

SEBE DEVLETİ

Yemen’in doğusunda, M.Ö. 8 ve 2. yüzyıllar arasında hüküm süren bir devlet. Başşehirleri Ma’rib bölgesinde Sebe şehriydi. Bilhassa Ma’rib Seddinin inşâsından sonra bölge refâha kavuştu. Her taraf bahçelere ve yeşilliklere büründü. Bölge halkı, zirâat ve ticâretle meşgul oldu.

Sebe halkı, melikeleri Belkıs zamânında Süleymân aleyhisselâma tâbi oldular (Bkz. Belkıs). Zamanla azgınlaşan insanlar, verilen (nîmetlere şükretmeyip, kendilerine gönderilen peygamberlerle (aleyhimüsselâm) alay ettiler. Zenginliklerinin kaynağı olan Ma’rib Seddi, köstebekler tarafından delinince, her tarafı su kapladı. Bağlar bahçeler harâb olup, güzel kokulu ağaçların yerini çalılıklar kapladı. Bölgedeki şehirler harâb olup, insanlar değişik bölgelere göç ettiler.

Bölge M.Ö. 115 yılında Himyerîler Devletinin hâkimiyetine geçti. (Bkz. Himyerîler)

SEBİLHÂNE

Selçuklular ve Osmanlılar zamânında işlek yollar üzerinde gelip geçenlerin, su ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için inşâ edilen binâlar. Sebiller de her zaman su bulunur ve içindeki görevli vâsıtasıyla her isteyene Allah rızâsı için bedâva su verilirdi.

“Su medeniyeti” olarak da isimlendirebileceğimiz, Müslüman-Türk medeniyeti mîmârîsinde, sebiller vâsıtasıyla dînimizce çok sevap olan su dağıtma işi yerine getirilirdi. Genellikle câmi, türbe, mescit gibi umûma açık binâların bir parçası olarak pâdişâh, harem mensupları, devlet büyükleri veya mâlî durumu elverişli olanlar tarafından inşâ edilirdi. Sebillerde, bayram ve kandillerde buzlu şerbet dağıtılırdı.

Anadolu’da ilk sebil, Selçuklular zamânında inşâ edilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra, şehre 130 tâne sebil yaptırılmıştır. İstanbul’da zamânımıza kadar ulaşabilen en eski sebil, Şeyhülislâm Efdalzâde Hamideddîn Efendinin Fâtih-Malta semtindeki sebilidir (1503). Bugün balık deposu olarak kullanılmaktadır.

Sebiller, inşâ tarzlarına göre başlıca dört grupta toplanabilir: Köşe sebilleri, cephe sebilleri, âbidevî sebiller, pencere tarzındaki sebiller.

1. Köşe sebilleri: En basit ve eski sebil şeklidir. İşlek caddelerde, kaldırıma taşkın bir tarzda köşe başlarına inşâ edilirdi. Bu tarz ilk defâ Süleymâniye külliyesinde Mîmar Sinân Türbesine tatbik edilmiştir. Bu grup sebillere İstanbul’daki diğer örnekler şunlardır: Hüsrev Kethüda Sebili (Vefâ), Gazanfer Ağa Sebili (Saraçhâne), Dilsiztavşan Ağa Sebili (Yerebatan), Seyyid Hasan Paşa (Beyazıt).

2. Cephe sebilleri: Genellikle büyük binâların cephelerine inşâ edilmişlerdir. Barok tarzında olan bu sebillere; Hacı Emin Ağa (Dolmabahçe), Koca Yusuf Paşa (Kabataş) ve Mihrişah Sultan (Eyüp) sebilleri en güzel örneklerdir.

3. Âbidevi sebiller: Büyük ölçülerde inşâ edilen bu çeşit sebiller, aynı zamanda yaptıranın şanını yüceltmek gâyesini güderler. Bu sebillere en iyi örnek, Sâliha Vâlide Sultan sebilidir (Azapkapı).

4. Pencere tarzı sebiller: Çok basit yapılardır. Bir duvara açılan bir veya birkaç pencereden ibâret olurlar. Sultanahmed Câmii, Ragıppaşa Kütüphânesi ve Kocamustafapaşa Câmii sebilleri bu gruba girerler.

Sebillerin inşâ tarzları zamanın zevkine göre değişse bile, temelde bulunan bâzı unsurlar hiçbir zaman değişmemiştir. Genelde yerden bir metre yüksekliğe kadar mermer kaplı olur, bunun üzerinde mermer sütûnlar arasında tunç veya demir döküm şebeke parmaklık bulunurdu. Parmaklıkların alt kısımlarında bir zincirle parmaklığa bağlı su tası bulunurdu. Dâire veya yarım dâire olan sebillerin üzeri saçaklı kubbeyle örtülürdü.

Başta İstanbul olmak üzere Bursa, Edirne, İzmit, Konya, Kayseri ve Anadolu’nun pekçok yerinde ve diğer İslâm memleketlerinde insanların istifâdeleri için yaptırılmış binlerce sebil vardır.

SEBZE

Alm. Gemüse (n), Fr. Légumes (m.pl.) (verts), İng. Vegetables; green plants. Yiyecek olarak kullanılan yeşil bitki ve bunların tâneleri. Zerzevat (sebze-vât: sebzeler) kelimesi de aynı mânâya gelir. Sebze ve zerzevat kelimeleri Farsçadan alınmıştır. Farsça “sebz” yeşil anlamına gelen bir kelimedir. Türkçeye “sebze” olarak geçmiştir.

Sebzecilik çok dikkat ve bilgi isteyen bir zirâat dalıdır. İyi bir sebze elde etmek için toprağın cinsi çok önemlidir. Toprak, çok killi, çok kumlu ve çoraksı olmamalıdır. Bunun için toprağın tahlil ettirilmesi ideal bir yoldur. Sebze ekilecek topraklar “krizme” denilen usulle iyice işlenmeli, sonra bellenerek taş ve diğer yabancı maddeler ayıklanmalıdır. Sebze yetiştirilecek toprak % 40 kum, % 40 kil ve % 20 humus ihtivâ etmelidir.

Sebzeler özelliklerine göre şu şekilde sınıflandırılırlar: 1) Yapraklarından faydalanılan sebzeler (ıspanak, marul, ebegümeci, roka, tere vs.). 2) Sap ve gövdelerinden faydalanılan sebzeler (dereotu, pırasa, kuşkonmaz vs.). 3) Çiçeklerinden faydalanılan sebzeler (enginar, karnıbahar vs.). 4) Köklerinden faydalanılan sebzeler (patates, havuç, soğan, sarmısak, yer elması vs.). 5) Meyvelerinden faydalanılan sebzeler (bamya, biber, domates, patlıcan vs.). 6) Tohumlarından faydalanılan sebzeler (mercimek, bezelye, nohut, börülce, fasulye, bakla vs.). Bu bölümdeki sebzeler baklagillere dâhildir. Sebze olarak tâzeyken kullanılabilir.

Sebzeler üç şekilde tüketilmektedir: 1) Çiğ olarak, 2) Pişirilmiş olarak, 3) Hem çiğ ve hem de pişirilmiş olarak.

Sağlık bakımından sebze yemek çok faydalıdır. Çünkü sebzeler, vücûdun ihtiyâcı olan demir ve kalsiyum mineralleri ile A,B,C,K vitaminleri bakımından çok zengindir. “C” vitamini ihtivâ eden sebzeler pişirilmeden ve sıcakla muâmele edilmeden yenmelidir. Çünkü “C” vitamini çok az sıcaklıkta bile hemen yok olabilir.

Yeme usul ve kâideleri bilinmeyen sebzeler, insanlara fayda vereceği yerde zararı dokunmaktadır. Bunun için de her sebzenin kendine mahsus yeme usulleri vardır. Meselâ, hıyarı tuz ile yemek, tuzsuz yemekten daha faydalıdır. Patlıcan ve semizotu, hadîs-i şerîflerde methedilmiştir. Patlıcanın zeytinyağlı olarak pişirilip yenmesi daha faydalıdır. Sebzelerden kerevizin unutkanlığı giderdiği, idrar söktürdüğü, kan yaptığı, karaciğeri temizlediği; enginarın safra taşını erittiği, kanı temizlediği, damar sertliğine iyi geldiği ter kokusunu giderdiği, tıp bilginleri tarafından ifâde edilmektedir.

Bâzı sebzelerse; insanları hastalıklara karşı bir kalkan gibi korumaktadır. Yabancı bir memlekete varıldığı zaman oranın hava değişiminden ve diğer bâzı mikrobik faaliyetlerinden etkilenmemek için, ilk önce bir miktar soğanın yenilmesi sıhhatın korunması bakımından faydalıdır. Soğan mikroplara karşı insan vücûdunun direncini arttırır. Soğandan sonra kereviz ve sedefotu yemek ise onun kokusunu gidermektedir.

Sebzelerin beslenmedeki rolü, kalori temininden çok vitamin ve mâdensel maddelerin sağlanmasıdır. Yalnız baklagiller familyası bitkilerinin tohumları nişasta ve protein ihtivâ ettiklerinden kalori bakımından zengindir. Bundan dolayı baklagiller, sebze bitkilerinden çok tahıl bitkilerine yakındır. Bâzen sebze ve meyve sınırı da kesin değildir. Meselâ hıyar, sebze ile meyve arasında geçit teşkil eder. Kavun ve karpuz da aynı şekilde sebze veya meyve olarak söylenebilmektedir. Bu iki grup arasındaki en önemli fark, meyvelerin, sebzelere göre şekerli maddeleri ve organik asitleri daha fazla oranda ihtivâ etmeleridir. Sebzelerde bol miktarda selüloz bulunduğundan, sindirim kanallarında rahatlama meydana getirir ve kabızlığı önler. Kabızlık görülenlerin bol miktarda sulu sebze yemeleri çok faydalıdır.

Böbrek hastaları, kalp hastaları ve şişman kimselerde tatbik edilen tuzsuz yemek rejiminde de çok miktarda sebze bulunmaktadır. Tansiyonu yüksek olanlara suyu, tuzu ve kalorisi az olan sebzeler tavsiye edilmektedir. Kansızlığa yakalananlara da demiri bol sebzeler verilir. Mîde ülserinde sebze çorbaları içmek faydalı olur.

Sebzeler pişirilirken, çok pişmemesine dikkat etmelidir. Çok pişen sebzelerde vitaminler bozulur ve kaybolur. Bunun için sebzelerin pişirildiği kaplar çabuk ısı ileten, buharı dışarı çok az sızdıran özellikte olmalıdır. Çelik tencereler bu iş için en uygun olanıdır.

Bütün yemekler arasında sebze yemek faydalıdır. Bilhassa yetişkinler günde 300-400 gr sebze yemelidir. Bunun yanında sebzelerin kaynatılmasıyla elde edilen sebze suları da çok faydalıdır.

Memleketimizde en çok yetiştirilen ve tüketilen sebzeler şunlardır: Domates, biber, patlıcan, patates, fasulye, bezelye, nohut, bakla, kabak, hıyar, soğan, sarmısak, yeşil salata, marul, maydanoz, havuç, kereviz, turp vs.

SECCÂDE

Alm. Gebetsteppich (m), Fr. Tapis (m) de priére, İng. Prayer rug. Üzerinde secdeye varılan, yâni namaz kılmakta kullanılan küçük halı, kilim cinsinden sergi. Seccâde, Arapça “secde” kelimesinden türemiştir. Lügatte çok secde yapan veya secde yapılan yer mânâsınadır.

Müslümanların namaz kılmak için yere serdikleri, yolculukta yanlarında bulundurdukları halı, kilim cinsinden veya hayvan postundan yapılmış sergi; ayrıca iş yerlerinde bulundurdukları tahtadan, hasırdan yapılmış namazlıklara da bu isim verilir.

Seccâde, Müslümanların bütün sanat kollarında en güzel misâllerini verdikleri dönemlerde, dokuma sanatında önemli bir yer tutmuştur. Bilhassa 15. yüzyıldan sonra, paha biçilmez güzellikte seccâdeler dokunmuştur. Dünyânın en eski üç seccâdesi hâlen İstanbul Türk veİslâm Eserleri Müzesinde saklanmakta olup, Konya Alâeddin Câmiinden getirilmiştir.

Seccâde sanatı, Türk, İran ve Hint dokuma sanatında ayrı ayrı karakter göstermiştir. Bunun yanında belli dönemlerde ve belli bölgelerde dokunan seccâdeler arasında ortak özelliklere rastlamak mümkündür. Bunlar Uşak bölgesi seccâdeleri, Konya ve Bergama bölgeleri seccâdeleri, Kula seccâdeleri, Kırşehir, Gördes, Lâdik bölgeleri seccâdeleri gibi. Doğuda Siirt ve Van bölgesinde yapılan kıl seccâdeler de meşhurdur. Anadolu dışındaİran, Kafkas, Semerkand, Buhara, Afganistan ve Belucistan seccâde yapılan önemli yerlerdir.

İslâmiyette esas olan temizliktir. Kalben temiz, bedenen temiz bir Müslüman, ibâdetini istediği temiz bir yerde yapabilir. Namazı seccâde üzerinde kılmak mecburiyeti de yoktur. Yüzyıllardır namaza ayrı bir hürmet gösteren atalarımız, temizliği kat’î olarak bilinen seccâdeler üzerinde namazlarını kılmayı âdet hâline getirmişlerdir. Binbir emek ve göz nuru ile dokunan ve işlenen seccâdeler hâlen Anadolu’daki genç kızların sandıklarına koydukları ilk çeyizleridir. Yine eskiden dâmâda hazırlanan bohçanın ilk konan eşyâsıdır.

Seccâdeler namaz kılanın dikkatini dağıtmaması, kalbini meşgûl etmemesi için çok süslü yapılmazlar. Yere serildikleri için üstlerine âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf, kâbe ve câmi resimleri konmaz. Muteber din kitapları bunların uygun olmadıklarını, böyle yapılmasına izin verilmediğini bildirmektedir.

SECDE

Namazda alnı ve burnu yere koymak. Secde, Allahü teâlâya karşı kulluğu arz etmenin, tevâzu ve saygının son derecesidir. İnsanın küçüklüğünü ve muhtâc bir varlık olduğunu göstermesidir.

Secde, Allahü teâlâya ibâdet için yapılır. Âdem aleyhisselâma rûh verilip canlanınca, Allahü teâlânın emri üzerine melekler ona secde etmişlerdir. Rivâyete göre bu secde eğilmek sûretiyle yapılmıştır. Meleklerin Âdem aleyhisselâma karşı olan bu secdesi, namazda Allahü teâlânın emriyle Kâbeye yönelip secde etmek gibidir. İblîs, Âdem aleyhisselâma karşı secde etmemiş, üstünlük iddiâsında bulunduğu için, ilâhî huzûrdan kovulmuştur. Âdem aleyhisselâmdan, İbrâhim aleyhisselâma kadar selâmlaşma, insanların birbirlerine secde etmesiyle, eğilmesiyle oldu. Daha sonraları boyuna sarılmakla ve Muhammed aleyhisselâm zamânında da el ile müsâfeha sünnet olmuştur.

Secde, İslâmiyette namazın farzlarından biridir. Namazda, secde, rükûdan sonra alın ve burun, iki el, dizler ve ayak parmakları yere konarak yapılır. Namazın her rekâtı için iki secde vardır. Namazın farzlarından birisinin geciktirilmesi, vâciblerinden birisinin unutulması veya geciktirilmesi hâlinde namaz sonunda fazladan iki secde yapılır. Buna secde-i sehv adı verilir. Kur’ân-ı kerîmdeki secde âyetlerinin okunması veya işitilmesi hâlinde tilâvet secdesi yapmak vâcibdir.

Kur’ân-ı kerîmde on dört yerde secde âyeti vardır. Bunlardan birini okuyanın veya işitenin, mânâsını anlamasa da bir secde yapması vâcibdir. Tilâvet secdesi yapmak için abdestli olarak kıbleye karşı ayakta durup, niyet edilir ve elleri kulaklara kaldırmadan “Allahü ekber” diyerek secdeye yatılır. Üç kerre secde tesbihi, yâni “Sübhâne rabbiyel a’lâ” denir. Sonra “Allahü ekber” deyip ayağa kalkılır. Böylece secde-i tilâvet tamamlanır. Dağlardan, çöllerden ve başka yerlerden aksedip, yansıyıp geri gelen sadâyı sesi işitenlerin ve kuştan işitenlerin secde etmesi lâzım değildir. Sesin insan sesi olması şarttır.

Hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için Allahü teâlâya kalpten yalvararak on dört secde âyetini, ezberden, ayakta okuyup, herbirinden sonra, hemen yatıp secde edilirse, Allahü teâlânın o kimseyi o dert ve belâdan koruyacağı bildirilmiştir. Son secdeden kalkınca ayakta eller uzatılır. Kendinin ve bütün Müslümanların belâlardan sıkıntılardan kurtulmaları korunmaları için duâ edilir.

Özrü olup, namazda secde için eğilemeyen kimseler, yerden yirmi beş santimetreden daha yüksek bir şey üzerine secde etmezler. Secde için rükûdan daha fazla eğilmek lâzımdır. Secde yalnız Allah için yapılır. Kâbeye karşı yapılır. Kâbe için yapılmaz.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bir gün bir yere gidiyordu. Bir köylü rast gelip; “Mûcize gösterirsen îmân ederim!” dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Karşıki ağaca git de ki: Allah’ın peygamberi seni çağırıyor.” Köylü böyle söyleyince, ağaç yerinden ayrılıp, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne geldi. Köylü bu hâli görünce hemen Müslüman oldu; “Yâ Resûlallah! İzin verirsen sana secde edeceğim!” dedi. Peygamber efendimiz; “Allahü teâlâdan başkasına secde edilmez.” buyurdu.

Bir nîmete ulaşılması veya bir musîbetin kalkması gibi sebeplerle yapılan secdeye de şükür secdesi denir. Şükür secdesi, tilâvet secdesi gibidir. Allahü teâlâ için şükür secdesi yapmak müstehaptır. Secdede önce “elhamdülillah” sonra secde tesbihi (sübhâne rabbiyel a’lâ) denir.