SAKARYA IRMAĞI
Kuzeybatı Anadolu bölgesinin en önemli nehri. İstiklâl Harbinde, civârında geçen muhârebelerle daha çok tanınan Sakarya, 824 km uzunluğundadır. Yağış alanı 57.000 km2 olup, Eskişehir, Ankara, Bilecik, Sakarya illerini içine alır. Eskişehir’in çifteler ilçesinin Sakar Başı mevkiinden kaynak hâlinde doğan ırmak, Karasu ilçesinin batısında Karadeniz’e dökülür. Doğuş yerinden doğuya doğru aktıktan sonra Eskişehir, Ankara illeri sınırı yakınında kuzeye doğru döner. Sündiken Dağları kuzeyine kadar bu yönde akar ve batıdan gelen Porsuk Çayı ve doğudan gelen Ankara Çayı ile birleşir. Daha pekçok dereleri aldıktan sonra Beypazarı’nın güneyinden batıya döner. Bilecik tarafında kuzeye yönelir, derin boğazlardan geçerek Adapazarı Ovasına uzanır. Göksu, Karasu ve Mudurnu Çayını da aldıktan sonra Karadeniz’e dökülür.
Nehrin ve kollarının bulunduğu arâzi fazla yağışlardaki taşmalarla büyük zararlar görürken, sayıları on civârında olan barajlarla, geniş ölçüde bunun önüne geçilmiştir. Sarıyer ve Gökçekaya barajları önemli olanlardır. Ayrıca kolu olan Porsuk Çayı üzerinde Porsuk Barajı vardır.
(Bkz. İstiklâl Harbi)
Alm. Chios, Fr. Chio, İng. Chios. Akdeniz’de, Anadolu’nun batısında bir Yunan adası. Yunanca ismi Khios’tur. Kuzeyden güneye 45 km uzunluğunda, doğudan batıya 22 km genişliğindedir. Çevresindeki adalarla merkezi Sakız şehri olan idârî bir bölüm meydana getirir.
Yunan mitolojisinde Ada’dan Homeros’un vatanı diye bahsedilir. Anadolu’ya yakınlığı ve Doğu Ege’ye hâkimliği yüzünden bölgeye göz dikenler için dâimâ mühim bir hedef olmuştur. Çeşitli târihlerde Persler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar ve Cenevizliler tarafından işgâl edildi. Ada, Çaka Bey tarafından alınmasıyla Selçuklu idâresine girdi. Ancak bu durum uzun sürmedi ve Sakız 1304’te tekrar Cenevizlilere bırakıldı. Cenevizli Zaccaria Sülâlesinin elinde 1566’ya kadar kalan ve kısa süreli işgâllere uğrayan Sakız, bu târihte kesin olarak Osmanlıların eline geçti. Midilli, Rodos kadar olmasa da Doğu Akdeniz’de Türk hâkimiyeti tesis olununcaya kadar mühim bir karakol vazîfesi yaptı. Aynı zamanda Hollanda, Rusya, İngiltere gibi uzak yerlerle alış-veriş yapılan bir tarım merkezi oldu. Balkanlarda ve Osmanlılara âit bölgelerde birçok devletin bağımsızlığını kazanmasıyla, Sakız da otonom bir statüye kavuştu.
Yunanlı âsilerin kışkırtmasıyla adada büyük çaplı bir isyan çıktı. Asırlar boyunca kendilerini âdil bir biçimde idâre eden Osmanlılara saldıran Sakız isyancıları çok sayıda Müslüman ahâliyi ve askeri öldürdüler. Bunun üzerine Ada’ya sevk edilen birlikler, ancak uzun bir müddet sonra hâdiseyi kontrol altına alabildiler.
1912’de Birinci Balkan Savaşı başlayınca Yunanistan Sakız’ı ele geçirdi. Ada, Birinci Dünyâ Savaşı sırasında da bu devlette kaldı. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Yunanistan’ın Almanlara teslim olmasının akabinde Alman ve İtalyan askerleri ada’ya girdiler. 1944’te ise Yunan-İngiliz ortak kuvvetleri, Sakız’ı geri alarak Yunanistan’a bıraktılar.
Orta yükseklikte denilebilecek kadar engebeli olan Ada’da yüksek tepeler kuzey ve kuzeydoğuda toplanmıştır. En yüksek nokta kuzeyde bulunan, 1297 metre yüksekliğindeki Pelinnainon Tepesidir. Denize açılan güneybatı ve doğu bölgelerini ise her türlü ürünün yetişmesine müsâit verimli topraklar kaplar.
Ada ekonomik bakımdan kendisini besleyebilecek durumdadır. En çok tahıl, zeytinyağı, tütün, turunçgiller ve direklik keresteler gelir getirmektedir. Antimon, kalamin ise çok çıkarılan mâdenlerdir. Türkiye’nin batı kıyılarında olduğu gibi Sakız Adasında da süngercilik oldukça gelişmiştir.
(Bkz. Mezdeki Sakızı)
(Bkz. Karbonhidrat, Şeker)
Alm. Elster (f), Fr. Pie (f), İng. Magpie. Familyası: Kargagiller (Corvidae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’nın ağaçlık bölgelerinde. Özellikleri: Siyah-beyaz tüylü, uzun kuyruklu ötücü bir kuş. Bitkisel ve hayvansal besinlerle geçinir. Çeşitleri: Âdi saksağan, yeşil saksağan, mâvi kanatlı saksağan, sarı gagalı mâvi saksağan meşhurlarıdır.
Kargagiller familyasından, Eski ve Yeni Dünyânın fundalık ve bahçelerinde yaşayan uzun kuyruklu bir kuş. Boyu 40-45 cm kadardır. Kuyruğu 25 cm’yi bulur. Yerde sıçrayarak gezer. Uzun kuyruğunu dikerek sağa sola sallar. Tohum, meyve ve hayvânî besinler yer. Çığırtkan bir sesi vardır. Küçük kuşların yumurta ve yavrularını çalar, yuvalarını bozar. Meyvelere zarar vermekle beraber böcek ve tarla fârelerini de avlar.
Hırsız bir kuş olarak şöhret yapmıştır. Boncuk, elmas gibi parlak eşyâları kaparak yuvasına götürür. Emniyetli çalılıklar arasında veya yüksek ağaçlarda yuva yapar. Yuvanın üstünü dikenlerden bir çatı ile örter. Yumurtladığı 4-5 yumurtanın üzerine yalnız dişi kuluçkaya yatar. Arkadaş canlısıdır. Yavru iken kolayca evcilleştirilebilir. Islık çalması ve birkaç kelimeyi taklit etmesi öğretilebilir.
Alm. Sachsen (pl.), Fr. Saxons (pl.), İng. Saxons. Avrupa kıtasının eski kavimlerinden. Germen asıllı olup, Almanya’nın Saksonya eyâletine ad vermeleriyle hatırlanır. Ren ile Elbe nehirleri arasında, M.Ö. 3. yüzyıldan beri bulundukları bilinmektedir. Mîlâttan sonraki ilk yüzyıllarda bölge dışına taşarak, Britanya Adasına, yâni İngiltere’ye gittiler. Britanya Adasının her tarafına yayıldılar; güney ve güneydoğu kısmına hâkim olup sömürge hâline getirdiler. Denizlerde korsanlık yaptılar. Sekizinci yüzyılda dörde bölünüp, parçalandılar.
Saksonlar, putperest paganlığa inandıklarından, Hıristiyan Franklarla mücâdele ettiler. Franklarla mücâdele sonunda tesirlerinde kalarak Hıristiyanlaşmaya başladılar. Sekizinci yüzyılın sonunda Frankların zorlamalarıyla Hıristiyanlaştılar. Hıristiyanlığı kabul etmeyenler göçe tâbi tutuldu. Zamanla diğer Germen kavimleriyle kaynaşarak Almanya’nın kuruluşunda bulundular.
Saksonlar; soylular (edelinge), hürler (frilinge), yarı hür (lete, lazzi) ve serf denilen kölelerden meydana gelen dört sınıftı. Saksonların yurdu mânâsında, Almanya’da Saksonya eyâleti vardı.
Alm. Salami (f), Fr. Salami (m), İng. Salami. Sığır veya dana etinin kıyılarak içine bâzı baharatlar ve nişastanın katılmasıyla elde edilen emülsiyon tipi bir et mâmülü.
Ette bulunan lenf bezleri, sinirler ve yağlar ayıklanır. Sonra el büyüklüğünde doğranır. Buna nitrat (nitrit), toz şeker karışımı serpilir. Bu karışım kıyma makinasında çekilerek 3-5°C’de 24 saat 5renk teşekkülü için) bekletilir. İkinci defâ kıyma makinasından biber, zencefil, kişniş, vb. baharat katılır. Baharat çeşidi arzuya göre değişir Karıştırma işleminden sonra cutter denilen yoğurma makinalarına alınır. İçi yoğurulur. Bu sırada cıvıklaşması ve sıcaklığı kontrol gâyesiyle buzlu su da ilâve edilebilir. Yoğurmadan maksat iyi bir emülsiyon hazırlamaktır. Emülsiyonun iyi olması için, yoğurma işleminin sonlarına doğru karışıma soya unu, patates nişastası, süt tozu vb. maddeler de ilâve edilir. Emülsiyon hazırlandıktan sonra makinayla sığır kalın barsağına, sığır körbarsağına veya sentetik kılıflarına doldurulur. Kılıf veya barsakların uçları bağlandıktan sona tütsülenmek üzere dumanlama fırınlarına verilir. Tütsüleme işleminden sonra salam içi sıcaklığı 77°C olacak şekilde suda pişirilir. Bu halde hazırlanmış salam ve sosislerde bol miktarda yoğunlaşmış protein, B vitamini, mineral ve % 60-65 nispetinde su bulunur.
Salamın birçok çeşidi vardır. En meşhurları: Montadella salamı, fıstıklı salam, dilli salam, Macar salamı, halk salamı vs.dir.
(Bkz. Hıyar)
Yirminci asırda yetişmiş Portekiz devlet adamlarının en ileri geleni. 1932’den 1968’e kadar Portekiz başbakanı olarak görev yaptı. Köylü bir âiledendir. 28 Nisan 1889 günü dünyâya geldi. Papaz Okulunda öğrenim yaparken gördüğü tezatlar Salazar’ın genç yaşlarda Hıristiyanlığı reddetmesine sebep oldu. 1910 senesinde girdiği Hukuk Okulunu 1914 senesinde çok üstün başarıyla bitirdi. Aynı okulda ekonomi kürsüsünde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
28 Mayıs 1926 günü askerî darbeyle liberal hükümet yıkılıp, yerine askerî diktatörlük kurulunca Mâliye Bakanlığına getirildi. İşine karışılmasına dayanamayıp istifâ etti. 1928 senesinde Autonis Oscar de Fragoso Carmone başkanlığındaki kabineye aynı görevle katıldı. 1932 senesine kadar Salazar’ın gücü memleket çapında kendini hissettirir oldu. Askerî idâreyi, halk devrimiyle devirerek 1933’te sosyal adâlet prensibine dayalı anayasa ile devleti idâre etmeye başladı. Salazar, idâre şeklini Faşist örneklerden seçerdi. Başbakanlık döneminde birkaç bakanlığı kendi alarak yürüttü. Demiryolları, deniz ticâret filosu gibi daha birçok hizmetler ve diğer ekonomik köklü çözümlerle Portekiz’in dünyâ üzerindeki îtibârını arttırdı.
Salazar, basit ve sâde bir hayât sürdü. Hiç evlenmedi. İki odalı bir evde ömrünü geçirdi. 1968 senesinde geçirdiği beyin travmasıyla görevinden çekilerek yerini Marcello Caetano’ya bıraktı. Lizbon’da 1970 yılında öldü.
Alm. Tomatensauce (f), Fr. Sauce tomate (f), İng. Tomato paste; tomato sauce. Özellikle domatesin ve olgunlaşmış kırmızı biberin çeşitli metodlarla koyulaştırılmış özü. Yemeklere lezzet ve kıvam vermek, yemeklerin gıdâ değerini arttırmak için kullanılır. Salça yapımında kullanılacak domates, ince kabuklu, etli, oldukça kırmızı, olgun olmalıdır. Domates suyu asidik olduğundan bakır ve demire tesir ederek zehirlenmeye sebep olur. Bu bakımdan salça yapımında bu hususa dikkat edilmelidir. Salça güneşte ve kaynatarak yapılmaktadır.
Güneşte salça yapımı: Olgun domatesler yıkanır. Dilimlenir, hafifçe tuzlanıp küp ve fıçılara doldurularak, üzerleri örtülür. Arada sırada karıştırılarak bir iki gün bu halde bırakılır. Kevgirden geçirilerek kabuk ve çekirdeklerinden ayrılır. Süzülmüş domates ezmesi, geniş tepsilere dökülerek üzerine bir tülbent örtülür. Ara sıra tahta kaşıkla karıştırılır. Tuz katılır ve güneşte iyice koyulaştıktan sonra çömleklere veya cam kavanozlara doldurulur.
Kaynatarak salça yapımı: Suyu sızdırılan domates ezmesi, kalaylı kazanlara konur. Ateşte pişirilerek yoğurt kıvamına gelinceye kadar pişirmeye devam edilir. Tahta kaşıkla devamlı karıştırılır. Hazırlanan salça, saklanacağı kaplara konur. Üzerine zeytinyağı dökülür. Böylece küf zararından korunmuş olur.
Anlatılan salça yapma usûlleri anânevî salça yapma usûlleridir. Günümüzde, modern fabrikalarda vakum kazanlarında, el değmeden salça yapılmaktadır. Yıkanıp doğranan domatesler, sıcak veya soğuk parçalanmaya tâbi tutulurlar. Bu emzimatik bir parçalanma hâdisesi olup, domates kabuklarındaki renk maddelerinin salçaya sirâyeti sağlanır. Enzimatik parçalanması tamamlanmış domates ezmesi, palperlerden geçirilerek bir nevi öğütmeye tâbi tutulur. Kabuk ve çekirdekleri ayrılarak vakum kazanlarına verilir. Vakum kazanlarında, yüksek basınç altında, düşük sıcaklıkta, kısa zamanda istenen yoğunlukta salça elde etmek mümkün olur.
Salça, double ve triple olarak elde edilir. Bunlar kullanılma gâyelerine göre ayarlanmış salça konsantrasyonlarıdır. Sanâyi tipi salçalar, genellikle tuzsuz olup hermetikli kaplarda saklanır.
Salçaya çeşitli baharat, tuz, şeker, yumurta katılmak sûretiyle soslar yapılmaktadır. Soslar, salata ve bâzı yemeklerin süslenmesinde kullanıldığı gibi ekmeğe sürerek de yenebilir.
Alm. Aggresivitael, Fr. Agressivite, İng. Aggressiveness. Kişinin kendisini veya başkasını yok etmeye yönelik tepkilerinin tamâmı.
Şiddet hareketleri, amygdale çekirdeğinin eksitasyonu ile ortaya çıkmaktadır. Ama bu çekirdeğin farklı reaksiyon göstermesindeki sır hâlâ çözülememiştir.
Vahşî hayvanlar, sâdece kendi hayatlarını sürdürmek için öteki hayvanları öldürdükleri hâlde, bâzı insanlar, zevk için “öldürmek” veya en azından benzerlerine saldırmak isterler. Bütün canlılar arasında sebepsiz saldırıda bulunan sâdece insandır.
Bu dehşet verici davranışı açıklamak için çeşitli teoriler ileri sürülmüştür. Freud ve Lorenz, bu davranışın doğuştan var olan ve bir bölüm insanda bir “hareketliliğe itme”, başka bir bölümünde ise, ilkel bir içgüdü olarak kendini gösterdiğini kabul ederler. Bâzı bilim adamları dışa bağlı sebeplerle, insandaki reaksiyonların çarpışma ve durdurma şeklinde açığa çıktığını söyler. Bir kısmı ise, bu “şiddet” hâli, daha önceden “kazanılmış” ve hâfızaya “depo edilmiş” bir davranış biçimidir.
Psikologlar, durumu çeşitli testlerle inceleyip sonuca varmak isterler. Sosyologlar olayı sosyal çevre faktörlerinin (yönetme arzusu, televizyon, gürültü gibi) insanları cinâyete ve saldırganlığa ittiğini ispatlamağa çalışırlar.
Saldırganlıkta önemli nokta şudur: Toplum hayâtına ters (disosyal) davranışlar, psikopatolojik bir teşhisi ifâde eder ve bu yüzden de kesin bâzı belirtilere ihtiyaç gösterir. Bu alanda ilk belirti şudur: Davranış anomalileri sık sık görülebilir, müzmin (kronik) bir biçimde ortaya çıktığı gibi, hastalık süresince de çeşitli periyodlarda görülebilir. Bu periyodlar dışında hasta tamâmen normal bir davranış tablosu verir. İkinci belirti: Olayın uyuşturucu kullanımı ve alkolle doğrudan bir ilişkisinin olmadığıdır. Üçüncü belirti: Hasta, başkaca nörolojik ve psikiyatrik bir bozukluk göstermez. Diğer bir belirti: Hastanın çeşitli yaşlardaki davranış tablosunda ve karakter çizgilerinde aşağıda yazılı özelliklerden en az üçü görülür:
16 yaşından önce: Okuldan ve dersten kaçma eğilimi, sürekli yalan söyleme alışkanlığı, erken gelişmiş ve saldırgan bir cinsellik, alkollü içkilere zamansız eğilim, yakıp yıkmak, hırsızlık gibi küçük suç içgüdüsü, âile hayâtı kurallarına karşı gelmek, okulda başarısızlık ve sınıfta kalma gibi kendi genel zekâ seviyesine ters düşen sonuçlar, kendine bir “meşgûliyet bulma” ve sürekli çalışma yetersizliği, iş bulma imkânı olduğu hallerde bile çalışmamaya eğilim, eğlenmek de dâhil, bâzı konularla ilgi merkezi bulma zorluğu.
18 yaşından sonra: Kendine bir “meşguliyet bulma” ve sürekli çalışma yetersizliği, iş bulma imkânı olduğu hallerde bile çalışmamağa eğilim, eğlenmek de dâhil, bâzı konularla ilgi merkezi bulma zorluğu.
Olgunluk çağında: İş hayâtında büyük bir sebatsızlık, duygusal hayatta “şıpsevdilik” (en aşağı iki boşanma ve ayrılık), dövüşmeye karşı eğilim, açık bir alkol tutkusu, borçlanma ve dolandırıcılık, Tutuklulukla sonuçlanan iki veya üç suç işlemek (disosyal davranış).
Eshâb-ı kirâm iken, zengin olup mürted olan Ensardandı. Asıl adı Sa’lebe bin Ebî Hâtib idi. Hazret-i Osman zamânında öldü. Malının çok olması için Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) duâ istedi. Resûlullah efendimiz; “Kanâat et!” buyurdu. Duâ için tekrar tekrar ısrar etti. Peygamber efendimiz istediği duâyı buyurunca, malı, hayvanları çoğaldı. Onlarla uğraşıp namaza gelmez oldu. Resûlullah’ın gönderdiği zekât toplama memurlarına zekât vermedi. Hakkında Tevbe sûresinin yetmiş altıncı âyeti nâzil oldu. Bunu işitince, sadakasını getirip yalvardı ise de, kabul buyurulmadı. “Sa’lebe’ye yazıklar olsun!”hadîs-i şerîfine hedef olmak felâketine uğradı. Ubeydullah bin Cahş gibi o da mürted oldu.
Eshâb-ı kirâmdan olup, Bedir Gazâsında bulunan Sa’lebe başkadır. Onun adı Sa’lebe bin Ebî Hatıb’dır.
Alm. Salep (m), Fr. Salep (m), İng. Salep. Familyası: Salepgiller (Orchidaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Çoğunlukla Batı, Güneybatı, Güney ve Kuzey Anadolu olmakla beraber Anadolu’nun birçok yerinde yetişir.
Orchis, Ophyris, Serapias, Platanthera, Dactylorhiza vs. cinslerine âit türlerin yumrularına verilen ad. Bu bitkilerin toprak altında iki yumrusu bulunur. Bunlardan biri ana yumrudur ve o senenin gövdesini verir. Diğeriyse gençtir (hemşire veya kardeş yumru) ve gelecek yılın yumrusunu verir. Salep elde edilen türlerin hepsi yumruludur. Salep daha çok kireçli toprakları sever. Ormanlık bölgelerde yetişen saleplerin yumrusu iri olur. Çayırlarda yetişen saleplerin yumrusu ise daha zayıftır. Anadolu’da salep genellikle Orchis ve Ophyrus türlerinden elde edilir.
Salep eldesi: Bitki çiçekteyken, toprak altındaki yumruları toplanır. Yalnız yan yumru alınır, gövdeyi taşıyan ana yumru genellikle alınmaz. Fakat her ikisi de kulanılabilir. Yumrular kremsi, yumurta şeklinde veya çatalsıdır. Toplanan yumrular suyla yıkanarak temizlenir, ipe dizilir ve su veya sütle kaynatılır, sonra açık havada kurutulur. Kurutulan yumrular dövülerek toz edilir. Elde edilen bu toz kullanılacak hâle gelmiş olan salebi verir.
Kullanıldığı yerler: Bileşiminde nişasta, şekerler, musilaj ve azotlu maddeler vardır. Bilhassa çocuklarda ishal kesici, kuvvet verici ve gıdâ olarak kullanılır. Barsak nezlesinde soğuk algınlıklarında ve öksürüğe karşı halk arasında çok kullanılmaktadır.
Alm. Orchidazeen, Knabenkrautgewâchse (pl.), Fr. Orchidées. Orchidacées (ph.), İng. Orchidaceae. Ilıman ve sıcak bölgelerde yetişen fakat genellikle tropik bölgelerde çok bulunan, çok yıllık otsu bitkiler. Bir kısmı toprakta yaşar. Bunların toprak altında yumru veya rizomları vardır. Bu tipler, daha çok ılıman bölgelerde bulunur. Bir kısmı ise tropik bölgelerde, ağaçların üzerinde yaşar, yâni epifittirler. Bunların gövdeleri yalancı bir soğan şeklinde şişkin olup, sarkık hava kökleri vardır. Bâzılarının gövdeleri tırmanıcı, bir kısmı ise klorofilsiz bitkilerdir.
Yapraklar tabanda gövdeyi sarıcı, üsttekiler ise almaşlıdır. Çiçekler salkım veya başak şeklinde toplanmışlardır. Çiçekleri açtığı zaman, çiçek kendi ekseni üzerinde 180 derece döner ve ovaryum burkulur. Bu özellik bu familya için karakteristiktir. Çiçek örtüsü altı parçalıdır ve parçalar iki halka üzerinde sıralanmışlardır. İç halkadaki orta taç yaprağı dudak şeklini almış olup, genellikle mahmuzludur.
Bu familya, 450 cinsi ve 15.000 kadar türü ihtivâ eder. Türkiye’de 20 cins ve 60 civârında türü vardır. Kıymetli ve güzel süs bitkileri ihtivâ ettikleri gibi, tedâvide ve gıdâ olarak kullanılanları da vardır. Meselâ; Salep, vanilya, katleya vs. bu familya bitkileridir.
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma sevgi, bağlılık ve saygıyı göstermek için yapılan duâlar. Salevât, Arapça “Salât” kelimesinin çoğuludur. Salât; müminlerin duâ etmesi, meleklerin istiğfâr etmesi, Allahü teâlânın merhamet etmesi, acıması demektir. Kur’ân-ı kerîmde namaza da “salât” denilmektedir. Salât, lügatta “duâ, tebrik, tâzim” mânâlarınadır.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde Ahzâb sûresi 56. âyetinde meâlen; “Muhakkak ki, Allahü teâlâ ve melekleri peygamberleri üzerinde salâtta bulunurlar. Ey îmân edenler, siz de salât edin ve tam bir teslimiyetle de selâm verin!” buyurmaktadır. Peygamberimize selâm vermek, Allahü teâlâdan O’na, ehline ve Eshâbına dünyâ ve âhiret sıkıntılarından, zorluklarından, meşakkatlarından, tabiatlarına aykırı olduğu için istemedikleri şeylerin hepsinden, selâmete kavuşmalarına duâ ve niyaz etmektir.
Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) salevât-ı şerîfe okumak üstün bir vazîfe, kıymetli bir ibâdettir. Bütün yaratılmışların en üstünü, en şereflisi olan Muhammed aleyhisselâmı övmek, O’na hürmet ve tâzimde bulunmak ve O’nu vesîle ederek Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmak dînimizde çok makbul bir ibâdettir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde O’nu övüyor, kendisinin habîbi, sevgilisi olduğunu bildiriyor ve her şeyi O’nun yüzüsuyu hürmetine yarattığını haber veriyor. Böyle bir sevgiliye salât ve selâm getirmenin ibâdet olduğunu da yine kendisi bildirmektedir. Bunun için bütün müminlere, Peygamberimize salât ve selâm okunması emredilmiştir.
Allahü teâlânın, peygamberine salâtı, O’nun meleklerin yanında şânını ve şerefini yükseltmek, meleklerin salâtı ise Peygambere duâ etmektir. Salât, Peygamberlerden başkası hakkında rahmettir. Peygamberler içinse, şerefinin yükselmesi ve daha fazla ikrâm olunmasıdır.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
Her kim günde yüz defâ, salevât-ı şerîfe okursa, kıyâmet gününde güneşin sıcaklığından kurtulup, arşın gölgesi altında benimle berâberdir. Ve her kim benim için bir salevât-ı şerîfe getirirse, rahmet melekleri onun günahlarının affedilmesi için duâ ve istiğfâr ederler.
Bana salevât okumayan, Cennetin yolunu bulamaz.
Bana salevât okuyun. Çünkü salevât, günahlar için mağfirettir.
Bir kimse bana bir salevât okursa, Allahü teâlâ ona on rahmet verir, on hatâsını affeder.
Sizin en iyiniz, bana en çok salevât getireninizdir.
Bir kimse bana salât ve selâm getirdiği zaman, Allahü teâlâ, rûhumu iâde eder ve ben onun selâmını alırım.
Yer yüzünde seyâhat eden melekler, ümmetimin selâmını bana tebliğ ederler.
Salevât-ı şerîfe okumaya besmele ile başlamak sünnettir. Her Müslümanın ömründe bir kere salevât okuması farzdır. Bunun zamânı yoktur. Bâzı yerlerde ve zamanlarda salevât okumak müstehab olup, çok sevaptır. Peygamberimizin isminin her söylenilişinde ve yazılışında okunması ve yazılması, Cumâ gecesi ve gündüzünde ve namazlarda, duâlarda okunması böyledir.
Salevât-ı şerîfe okunacak yerlerin bâzıları şöyledir:
1. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) salât-ü selâm getirilmeden yapılan duâ ve kılınan namaz, Allahü teâlânın yanında makbul sayılmaz. Hadîs-i şerîflerde:
Sizden biriniz namaz kıldığı vakit Allah’a hamd ve senâ ile (Ettehıyyatü.... diye) başlasın. Sonra Peygambere salât ve selâm getirsin! Bundan sonra dilediği duâyı okusun!...
Benim üzerime salevât getirmeyenin namazı kabul olmaz.
“Bana getirilen iki salevât arasında duâ yapanın duâsı reddolunmaz.” buyuruldu. Duânın başında, ortasında ve sonunda salevât okumak, duânın kabûlüne sebep olur. Hadîs-i şerîfte; “Duânın evvelinde, ortasında ve sonunda bana salât ve selâm getirmek sûretiyle beni yâd ediniz!” buyruldu ve yine; “Her duâ, gökte takılıp kalmıştır. Bana salât ve selâm getirildiği zaman, o duâ Allah’a yükselir.” buyruldu.
2. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin isminin söylendiği, işitildiği, yazıldığı yerlerde, ezân ve ikâmet okununca salevât okumak, Peygamberimize gösterilen hürmet ve sevginin şiârıdır, alâmetidir. Hadîs-i şerîfte:
“Yanında ismim anılıp da, üzerime salevât-ı şerîfe getirmeyenlere yazıklar olsun.” ve; “Bir kimse yazdığı bir şeyde, bana da salevât yazarsa, o kitapta benim ismim kaldığı müddetçe, melekler onun için istiğfâr eder.” buyruldu.
3. Cumâ günü, Peygamberimize çok salevât getirilmesi emredilmiştir. Hadîs-i şerîfte:
“Cumâ günleri bana kim çok salevât okursa, Hak teâlâ onun yüz ihtiyâcını giderir. Bunların yetmişi âhirete, otuzu dünyâya âittir. Hak teâlâ bir melek gönderir. O salevâtı, bana tabaklar içinde getirir. Bir de beyaz bir sayfa vardır. Bana o kimsenin ismini, falan oğlu falan diye söylerler ve o sayfaya yazarlar. Kıyâmete kadar yanımda durur.” buyruldu.
4. Namazlardaki oturuşlarda, teşehhüdden sonra salât ve selâm getirilir. Hadîs-i şerîfte:
“Sizden biriniz namaz kıldığı zaman şöyle desin: Ettehıyyatü lillahi vessalevâtü vettayyibât, Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtüh. Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn. Zîra siz bunu söylediğiniz zaman, yerde ve gökte bulunan her sâlih kula isâbet eder.” buyruldu.
5. İki Müslüman karşılaşınca, birbirleriyle selamlaştıktan sonra, müsâfeha ederken salevât-ı şerîfe okumaları çok sevap olur, günahlarının affedilmesine sebep olur. Hadîs-i şerîfte:
“İki Müslüman karşılaşınca, müsâfeha edip (el sıkışıp) bana salevât verirlerse, ikisinin de önce ve sonraki günahları, ayrıldıkları anda affolur.” buyruldu.
İbâdet olarak okunması bildirilen salevât-ı şerîfeleri İslâm âlimleri, bu hususta yazdığı kitaplarında toplamışlardır. Bu kitaplardan ikisi pek meşhurdur. Birisi, Delâil-i Hayrat kitabıdır, diğeri de Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Câliyetül-Ekdâr kitabıdır. Câliyetül-Ekdâr’da, Bedir Gazâsına katılan 313 sahâbinin isimleri yazılıdır. Okuyanların kederlerini, üzüntülerini giderir. Haftada bir kere okumak çok iyidir.
Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) okunacak salevât-ı şerîfeleri bizzat kendisi öğretmiştir. Bunlardan bâzıları ve en meşhurları şunlardır:
“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed.”
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhime, inneke hamîdün mecîd”.
“Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhime inneke hamîdün mecîd”.
Alm. Epidemie, Seuche (h), Fr. Epidémie (f), İng. Epidemic. Bulaşıcı bir hastalığın bir yörede, bir ülkede veya bütün dünyâda birden ortaya çıktıktan sonra, süratle yayılarak çok sayıda kişiyi hastalandırmasına verilen ad. Salgınlar âniden patlak verirler, kısa sürede çok sıyada insanı hastalandırırlar ve sonra giderek azalırlar.
Küçük çaptaki salgınlara “endemi”, daha büyük çaplı salgınlara (bir ülkeyi etkileyecek şekilde) “epidemi”, dünyânın büyük bir bölümünü etkileyen salgınlara ise“pandemi” adı verilir. Salgın hastalıklarla ilgilenen ilim dalına “Epidemiyoloji” denir.
Târih boyunca çeşitli salgın hastalıklar insanoğlunun korkulu rüyâsı olmuş ve milyonlarca insan, salgınlar esnâsında ölmüştür. Birçok savaşta ordular, düşmanlarına değil de salgın hastalıklara mağlup olmuşlardır. Târih boyunca en mühim salgınlara yol açan hastalıklar; çiçek, vebâ, kolera, tifüs, tifo ve griptir.
1926 ile 1930 yılları arasında Hindistan’da 979.738 kişi çiçeğe yakalanmış ve bunların % 40 kadarı ölmüştür. On dördüncü asırda Çin’den kalkan vebâ salgını bütün Asya’yı kaplayıp, 25 milyon insanı öldürmüştür. 1846’da Hindistan’dan başlayan kolera salgını bütün dünyâda milyonlarca insanı öldürdükten sonra 1856’da sona ermiştir. Yurdumuzda da 1970 Ekim ayında, İstanbul Sağmalcılar’da bir kolera salgını olmuş ve 1160 kişi hastalanmıştır.
Tifüs de önemli salgınlar yapmıştır. Napoleon’u Moskova önlerinden çeviren, ordusunu mağlup ve perişan eden tifüstür. Amerika’da 1577’de başlayan tifüs salgını 2 milyon yerliyi öldürmüştür. 1918-1922 yılları arasında Rusya’da 30 milyondan fazla kişi tifüse yakalanmış ve bunlardan 3 milyondan fazlası ölmüştür. 1918 senesinde, İspanya’dan kaynaklanan grip salgını kısa sürede Avrupa’yı kaplamış, 1919’da Amerika’ya da geçerek dünyâda 20 milyon insanın hayâtına kıydıktan sonra şiddetini kaybetmiştir.
Salgın hastalıkların çoğunluğu su ve besinlerle ağız yolundan girer, bir kısmı da solunum yolu ile bulaşır. Meselâ, şehir su şebekesine kaçak yapan bir lağım suyunun mevcudiyetinde binlerce kişinin kısa sürede tifoya veya koleraya yakalanması mümkündür.
Salgın hastalıkların ortaya çıkmasını önlemek, halk sağlığı açısından son derece mühimdir. Bu konuda alınacak tedbirler şöyle sıralanabilir: Mevcut hastaların erkenden teşhis ve tedâvisi; hastalık taşıyıcılarının tespit ve tedâvisi; hastalıkların naklinde rol alan karasinek, bit gibi aracılarla mücâdele edilmesi; suların dezenfeksiyonuna çok önem verilmesi; yerleşim merkezlerinde altyapı tesislerinin gerçekleştirilmesi; gıdâların kontrolü; aşılama hizmetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesi ve halkın sağlık eğitimine tâbi tutulması sayılabilir.
Dünyâdaki En Önemli Salgınlar
Yıl |
Yer |
Türü |
Etkileri |
558 |
Avrupa, Asya, Afrika |
Vebâ ve Çiçek |
Milyonlarca ölü |
740-744 |
Bizans |
Vebâ |
200.000 ölü. |
1340 |
Asya ve Avrupa |
Vebâ |
25 milyon ölü |
1407 |
İngiltere |
Vebâ |
30.000 ölü |
1528 |
İtalya |
Tifüs |
21.000 ölü. |
1560 |
Brezilya |
Çiçek |
Birkaç milyon ölü |
1625 |
Londra |
Vebâ |
35.000 ölü |
1665 |
Londra |
Vebâ |
70.000 ölü |
1672 |
Fransa |
Vebâ |
60.000 ölü |
1826-37 |
Avrupa |
Kolera Bir yıla |
900.000 ölü |
1840-62 |
Dünyâ çapında |
Kolera |
Milyonlarca ölü |
1863 |
İngiltere |
Kızıl |
30.000 ölü |
1883-94 |
Dünyâ çapında |
Kolera |
Milyonlarca ölü |
1889-90 |
Dünyâ çapında |
Grip |
Dünyâ nüfûsunun % 40’ını etkiledi |
1900 |
Çin ve Hindistan |
Vebâ |
3 milyon ölü |
1907 |
Hindistan |
Vebâ |
1.3 milyon ölü |
1917-21 |
Rusya |
Tifüs |
2,5-3 milyon ölü |
1920’ler |
Hindistan |
Vebâ |
2 milyon ölü |
1921 |
Hindistan |
Kolera |
500.000 ölü |
1924 |
Hindistan |
Kolera |
300.000 ölü |
1926-30 |
Hindistan |
Çiçek |
423.000 ölü |
1935 |
Uganda |
Vebâ |
2.000 ölü |