ROOSEVELT, Theodore

Amerika Birleşik Devletlerinin yirmi altıncı başkanı. Dinamik, ateşli milliyetçiliği yanında çok sevilen, açık kalpli bir karakter yapısına sâhipti. Kuzey Yarımkürede, bilhassa Avrupa ve Uzak Doğuda ABD’nin koruma etkisini büyük ölçüde genişletmiştir. Amerika’da modern ekonomi ve teknolojinin başlamasında büyük rolü vardır. İşçi sendikalarının büyümesi, millî enerji ve tabiî kaynakların iyi bir şekilde korunması için büyük gayretler sarf etti. Yazar olarak da Batının Kazanılması adlı dört ciltlik târih kitabını yazmıştır.

Theodore Roosevelt, 27 ekim 1858 günü New York’un kozmopolit mahallelerinden birinde dünyâya geldi. Babası Hollanda göçmeni, annesi İngiliz asıllıydı. Genç yaşlarda spora, târihe ve askerî konulara meraklıydı. Harward Kolejini 1880 senesinde bitirdi. 1881’de New York Eyâlet Meclisine Cumhûriyetçi Üye olarak girdi. Yasama döneminin sona ermesinden sonra Dakota’daki çiftliğine çekilerek iki yıl orada yaşadı. Yeniden siyâsete döndükten sonra 1889-1895 yılları arasında Kamu Hizmetleri Komisyonu Üyeliğinde bulundu. 1895-97 arasında New York şehri Polis Memurları Kurulunun başkanlığını yaptı. 1897 senesinde Başkan William Mc Kinley, Roosevelt’i Deniz Kuvvetleri Bakan Yardımcılığına getirdi. Küba’nın bağımsızlığını kazanmasında İspanya’ya karşı savaşta rol aldı. Arupa devletlerinin, ABD’nin yanıbaşındaki küçük devletlerin iç işlerine karışmasına tahammül edemiyordu. 1898 senesindeyse Gönüllü Süvârî Birliğinde albay rütbesiyle Parto Rico’ya gitti. Orada Kettle Hill denilen yerde San Juan Savaşını kazanınca ismi bütün Amerika’da duyuldu. O yaz New York vâlisi oldu. Bu görevi yaparken arkadaşı olan Senatör Henry Cabot Lodge tarafından zorla seçimlere iştirak ettirildi ve Başkan Yardımcılığına seçildi. Böylece başkan Mc Kinley’in yardımcısı oldu. 14 Eylül 1901’de Mc Kinley Bufallo, New York’ta suikast sonucu öldürülünce 42 yaşında Başkanlık koltuğuna oturdu.

Roosevelt, kendisini işçi köylü olarak kabul ederek, bu sahaya hizmet götürmeye çalıştı. Büyük iş sahaları kurarak buraları sağlam kâidelerle idâre edilmek üzere organize ettirdi. 1903 senesinde tren yolu taşımacılığı ve uzun süren kömür işletmelerindeki grevlerin kaldırılması konularında sert tedbirler aldı.

Roosevelt, donanmaya özel ilgi gösterip, zamânında ABD donanmasını dünyânın en güçlü donanması hâline getirdi. 1903 senesinde Panama Kanalını açtırarak Amerika’nın iki sâhilini kısa yoldan birbirine bağlamaya muvaffak oldu. Panama hükûmetini devirip Yeni Panama Devletini kurdurarak, Amerika’nın gelecekte kanal üzerinde denetim kurmasını sağladı.

Roosevelt, 1904 senesinde ikinci defâ başkanlığa seçildi. Bu dönemde mücâdele ettiği konulardan biri de ırk ayırımı oldu. Zencilere de medenî haklar verilmesi için gayret sarf etti ve yanına aldığı zenci idârecilerle birlikte çalıştı. 1906 senesinde çıkan büyük zenci isyânı ile bu düşünceleri yarıda kaldı.

Roosevelt, 1905 senesinde Rus-Japon Savaşına arabuluculuk yaparak son verdirdiği için Nobel barış mükâfatı ile taltif edildi. 1912’de tekrar seçimlere katıldı. Bu arada Milwankee’de suikastle ölümden kılpayı kurtuldu. Bu seçimi Demokratlar kazandı.

Birinci Dünyâ Savaşı çıktığında ABD’nin de savaşa İngiltere ve Fransa yanında katılması için konuşmalar yapıyordu. Bu politikayla girdiği 1916 seçimlerini de büyük bir yenilgiyle kaybetti. 6 Ocak 1919 senesinde çeşitli hastalıklar sebebiyle hastâneye kaldırılan Roosevelt, daha sonra evinde öldü.

ROTARY KULÜP (Rotary International)

ABD’nin Şikago (Chicago) şehrinde avukat Paul P. Harris adlı bir mason tarafından 1905 senesinde hizmet kulübü görünümünde kurulmuş olan mason kulübü. Toplantıları, üyelerin bürolarında sırayla yapıldığı için İngilizcede “dönüşümlü” anlamına gelen Rotary adı verilmiştir. “Rotary International” adıyla da bilinir. Rotaryen adı verilen kulüp üyeleri yakalarına yuvarlak yaldızlı bir rozet takarlar. Rotaryenler her hafta bir yerde yemekte toplanırlar. Toplantılara devam etmeyenler üyelikten çıkarılır. Rotaryenler ilk tanıştıkları kimselere masonlukla ilgileri olduğundan bahsetmezler.

Din, millet ve vatan kavramlarını ortadan kaldırmak için çalışan, “Dindarlara ve mâbetlere galebe çalmak kâfî değildir. Asıl maksadımız dinleri yok etmektir. Dinin yerini farmasonluk, mâbetlerin yerini de mason locaları alacaktır”(Beynelmilel Mason Kongresi zabıtları s.860) diyen masonlar, fikirlerini yayabilmek için çeşitli gizli yollara başvurmaktadırlar. Ticâret ve sanat hayâtında ve serbest mesleklerde, doğruluk, dürüstlük, güven ve dayanışma idealini hâkim kılmak, iş ve meslek adamlarından meydana gelen, dünyâ çapında bir dernek kurmak, insanlar arasında dostluğu geliştirmek gibi maksatlar arkasına gizlenerek Rotary kulüpler açmaktadırlar. İnsanlara görünüşte hoş gelen bu gâyeler için kurulduğu belirtilen Rotary kulüpleri gerçekte masonluğun yayılması, milletlerin sâhip oldukları millî ve mânevî değerleri yok etmek için çalışmaktadırlar. Kendi ülkeleri dışında mezuniyet sonrası öğrenim görmek veya çalışmak isteyen kimselere burslar vererek, bu öğrencileri kendi idealleri doğrultusunda yetiştirmektedirler. Böylece doğrudan idâre edemedikleri milletleri ve toplumları, yetiştirdikleri bu kimseler eliyle dolaylı olarak idâre etmektedirler.

“Gerek onu teşkil eden muhit îtibâriyle, gerekse onun masrafını temin eden elemanları îtibâriyle masonluk zenginlerin cemiyetidir” (Revue Maçonique s.207) “Hiçbir siyâsî ve kültürel kânun yoktur ki masonlar tarafından tanzim edilmiş olmasın”(Nansi Üniversitesi Bülteni)“Asker rûhunu mahvediniz. Masonluğun ideali orduda disiplini yok etmek ve dâimî ordu yerine milis ikâme etmektir” (Gabr Saullacroix, Fransız Locası Maşrıkı Azamı) “Hür Masonlar, Yahûdîlerin dünyâ hâkimiyeti plânını esas tutarak çalışırlar”(Farmasonluk Târihi s.8) gibi sözlerle asıl maksatları ortaya çıkan masonlar, kurdukları Rotary kulüpleri vâsıtasıyla ülkelerin idârî, askerî, siyâsî ve ekonomik gelişmelerini kontrol altında tutmaya çalışırlar.

Rotary kulüplerine üye olan kimseler, masonluğun bir hayır ve yardımlaşma kurumu olduğunu, kendilerinin hayırsever kimseler olduklarını, masonluğun gücünün abartıldığını, kendilerinin güçsüz ve etkisiz olduklarını söylerler. Kulüplerini kendi hâline toplanmış bir arkadaş grubu gibi göstermeye çalışırlar.

Bugün dünyânın 150 ülkesinde teşkilatlanmış olan Rotary kulüplerinin genel merkezi ABD’de Illinois’daki Evanston şehrindedir. Türkiye’de de şubeleri bulunan Rotary kulüpleri bilhassa ekonomi ve sanâyi kesimi üzerinde etkili olmaktadır.

ROUSSEAU, Jean Jacques

Fransız edip ve filozofu. 1550’de Fransa’dan İsviçre’ye göç etmiş, protestan bir âiledendir. 1712 yılında İsviçre’nin Cenevre şehrinde doğdu ve 1778’de öldü. Aksi huylu, fakir bir saatçının oğlu olup, annesi doğumu esnâsında öldü. Babasının kendisiyle ilgilenmemesi sebebiyle çocukluğu ile gençliği fakir, sefil ve serseri bir hayat içinde geçti. İyi bir tahsil görmedi. On altı yaşına kadar çeşitli kimselerin himâyesinde yaşaması, istikrarsız bir karakter sâhibi olmasına yol açtı. Her türlü işte çalıştı. 1741’de Paris’e yerleşti.

Paris’te Fransız İhtilâlini hazırlayan ansiklopedistlerin öncülerinden Diderot ile tanıştı. Diderot ondan müzikle ilgili bahisleri yazmasını istedi. Bununla alâkalı olarak yazdıklarını daha sonra “Dictionnaire de La Musique” (Müzik Lügatı) kitabında topladı.

Rousseau, Dijon Akademisinin açtığı yarışmada; “İlimlerin ve sanatların ilerlemesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş midir?” sorusuna cevap olarak İlimler ve Sanatlar Üzerine Nutuk (Discours) eserini yazdı. Eserinde bu soruya “hayır!” cevabını veriyordu. Kitabı onun şöhrete kavuşmasına sebep oldu. Fakat şöhreti bozuk yaşayışına tesir etmedi.

İnsan hakları, insan eşitliği ve demokrasi konusundaki yazılarıyla devrinde ve devrinden sonraki dünyâ felsefe târihinde büyük bir tesiri oldu. Kânunların bilfiil halk tarafından yapılmasını savunarak “Halk Egemenliği” ve günümüzde İsviçre’den başka bir yerde uygulanmayan “doğrudan Demokratik Temsil” prensiplerini ortaya attı. Krallık rejimini ve Aristokrasiyi en büyük hedef olarak görerek aleyhteki yazı ve propagandaları ile 1789 Fransız İhtilâlini fikren hazırlayanlar arasında mühim bir yer aldı.

1762 yılında yazdığı Emile isimli eseri Rousseau’nun hapishâneye girmesine sebep oldu. Hikâye tekniğiyle yazdığı bu kitabında, çocuk terbiyesini anlatmaktaydı. Psikoloji ve pedagoji ilmine ters düşen esasları ihtivâ eden bu eserinde, çocuk terbiyesinde Robinson Crusoe misâlini vererek ailenin ve sosyal çevrenin tesirinden uzak, öğretmensiz, tabiatın kucağında ve her şeyi kendi denemeleriyle öğrenmek esasına dayalı bir eğitimi savunuyordu. Daha sonra Paris’ten Prusya’ya ve oradan da İngiltere’ye kaçtı. Bir müddet sonra geri döndüğü Paris’te İtiraflar (Les Confessions) isimli eserini yazmaya başladı ve 1770’de tamamladı. Hayâtının en gizli taraflarını ve çeşitli kadınlarla olan gayri meşrû münâsebetlerini anlatan bu kitabı sebebiyle başı yine derde girdi.

Rousseau, en mühim eserlerinden birisi olan Sosyal Mukâvele (Le Contrat Social) isimli kitabında bâzı romantik duygularından bahsetmekte olup, ilmî bir eser değildir. Edebiyatın, medeniyet ve kültürün, özel mülkiyetin, teknolojinin ve tefekkürün insanlar arasında farklılaşmaya yol açıp, aslında iyi olan insanı bozduğunu söyleyerek her türlü maddî ve manevî kıymetlere, değer ölçülerine karşı çıkmaktadır. Rousseau’ya göre “Tefekkür hâli tabiata aykırı olup, mütekâmil insan soysuzlaşmış hayvandır.” Yine aynı eserinde ileri sürdüğü “genel irâde” kavramı da anlaşılmaz bir ifâde olup, demokrasilerden dikta rejimlerine kadar her idâre tarafından meşruiyetin kaynağı olarak yorumlanabilmektedir.

Rousseau, edebiyatta romantizm akımının öncülerindendir. Bu akımın târihindeki her adımda, ona rastlamak mümkündür. 1761’de yazdığı İlkel Duygular (Nouvelle Héloise) isimli kitabı; beşerî aşk duyguları, tabiat sevgisi, şahsî ve hayalî unsurlarla romantizmi hazırlayan eserlerinden biridir.

1778’de ölen J.J. Rousseau, önce İle des Peupliers Adasına gömüldü. Daha sonra 1794 yılında kemikleri Paris’teki meşhur Fransız şahsiyetlerinin gömülü olduğu Pantheon’a getirildi.

ROZET

Alm. Rosette (f), Fr. Rosette (f), İng. Rosette. Genelde okul, dernek vb. müesseselerin sembolü olarak yakaya takılan değişik şekillerde yapılmış metal veya plastik işâretler. Su boruları ile ucuna takılan musluk arasındaki çirkin görünüşü kapamak için krom veya nikelden yapılan ortası delik dâire şeklinde sac parçalarına da rozet ismi verilir. Kapı kolu ve anahtar yerlerini örten kol aynasının kullanılmadığı durumlarda kullanılan mâden parçalarına, merkezde bulunan bir yıldızın etrâfında değişik şekiller meydana getiren yıldız kümelerine de rozet denmektedir.

Rozet; Almanca, İngilizce ve Fransızcada aynı mânâya gelen beynelmilel bir kelimedir. Reklam aracı olarak da kullanılmaktadır. Bilhassa batıda bu durumu çok yaygındır.

Rozet, okul, parti, dernek vb. müesseselerin kendilerine mensup kişiler arasında bir tanışma ve tanıtma vâsıtası olmaktadır. Böyle müesseselerin kendilerine mahsus “amblem”leri vardır. Bu amblemlerin küçültülmüş şekilleri “rozet” hâlinde kendi üyelerinin yakalarına takılmaktadır. Üye olmayanlar takamazlar.

Rozetin değişik şekilleri vardır. Bunlar, kâğıttan, renkli kurdaleden, kartondan, mâdenden yapılmaktadır. Bu maddelerden yapılan rozetleri erkekler ceket veya buna benzer giydikleri eşyâların sol yakasına; kadınlar ise rozeti, çengelle sol göğüs kısımlarına takarlar. Genelde rozet takma usulü budur.

Yardım toplama işleriyle uğraşan dernek ve müesseseler de bâzı günlerde kendilerini tanıtan rozetlerini yardım karşılığı halka takarlar.

RÖENTGEN (RÖNTGEN), Wilhelm Conrad

Alman fizikçisi. 27 Mart 1845 senesinde Prusya’nın Lennep şehrinde doğdu. 10 Şubat 1923 senesinde Münih’te öldü. Zürih Üniversitesinde fizik doktorasını bitirdikten sonra Würzburg Üniversitesinde asistanlığa başladı. Öğretim görevlisi olarak Hohenheim, Strasburg, Giessen ve Würzburg üniversitelerinde profesör ünvânını alarak çalıştı.

Röntgen 1895’te havası kısmen boşaltılmış bir cam tüpten (katot ışınlı lambâ) elektrik akımının geçişini incelerken, tüp çalıştığı sırada tüpün yakınında bulunan bir baryum platinasiyanur parçasının ışıldadığını gözledi. Bunun sonucunda da, katod ışınlarının cama çarpmasıyla ortaya çıkan ve o güne kadar bilinmeyen bir ışının, kimyâsal maddede meydana getirdiği flüorışıma olduğu tezini geliştirdi. Işın; kâğıt, tahta, alüminyum gibi maddelerden geçebiliyor ve fotoğraf levhasını etkileyebiliyordu. Bu ışınların yanısıra ve kırılma gibi ışığa has özellikler göstermediği düşüncesiyle, ışınların, ışıkla bir ilişkisinin olmadığı sonucuna varıldı. Röntgen, ne olduğunu tam olarak anlayamadığı için bu ışınlara X ışınları adını verdi. Bugün bu ışınlara Röntgen ışınları da denilmektedir.

Bu buluşundan sonra İngiltere Kraliyet Cemiyeti tarafından 1896’da Rumford Madalyası ile; Columbia Üniversitesi tarafından 1900’de Barnard Madalyası ile ve 1901 senesinde Nobel Mükâfâtı ile mükâfatlandırıldı. Röntgen, yazdığı Annalen der Physik und Chemie kitabında yaptığı sayısız deneylerin sonuçlarını anlatmaktadır. (Bkz. Röntgen Işınları)

RÖHM, Ernest

Hitler’in saldırı birlikleri olan SA’ların (Sturmabteilung) teşkilatlanmasına öncülük eden Alman subay. 28 Kasım 1887’de Münih’te doğdu. 30 Haziran 1934’te Münih-Stadelheim’de SA’lara karşı girişilen temizlik harekâtında Hitler’in emriyle vurularak öldürüldü.

1906’da orduya katıldı. Birinci Dünyâ Savaşından sonra Nazi Partisinin kurucuları arasında yer aldı. 1921’de SA’ların çekirdeğini meydana getiren silahlı bir birlik kurdu. 1923, Birahâne Darbesine katılıp, emrindeki kuvvetlerle Savaş Bakanlığını işgal etti. Darbe başarısızlıkla sonuçlanınca teslim oldu ve bir müddet tutuklu kaldı. Kısa süren mahkûmiyetinden sonra Hitler’le arası açıldı. Bolivya’ya giderek orduda yarbay oldu. 1930’da Hitler’in isteği üzerine SA’ları yeniden teşkilatlandırmak için Almanya’ya döndü. Hitler’in başbakan olmasından sonra hükümete girdi. Alman ordusunu yanına çekmek isteyen Hitler’in SA’ları ortadan kaldırmak için 1934’te gerçekleştirdiği kanlı temizlik harekâtında tutuklandı. İntihar etmesi için hücresine bırakılan tabancayı kullanmayı reddedince vurularak öldürüldü.

RÖLATİVİTE TEORİSİ

(Bkz. İzâfiyet Teorisi)

RÖLE

Alm. Relais (n), Fr. Relais (m), İng. Relay. Elektrik devrelerinde akım ve voltaj değerleri yardımı ile akım yolunu açıp kapatarak sistemin çalışma mantığını düzenleyen elektromekanik cihaz. Röle, prensip olarak bir veya birkaç elektromagnet bobin ve bu bobinin hareket ettirdiği kol ve kola bağlı kontak düzeni olan kapalı kutu biçimindedir. Rölenin kapalı olması çevre tozlarının hassas olan kontak yüzeylerine yapışmasını önlemek içindir. Röle bobini ve kontak uçlarından gelen kablolar röle kutusu dışına ya düz terminallerle veya geçme tipi soketlerle taşınır.

Röleler kullanıldığı yerlere, çalışma metodlarına göre isim alırlar. Akım, güç, ilk hareket, termik, manyetik ters akım, kilitleme gibi daha birçok röle çeşidi vardır. Röleler akımın veya voltajın belli değere ulaşması ile çalışıyorsa bunlar âni etkili rölelerdir. Akımın iki değeri arasında çalışan diferansiyel röle; çalışma akımına ulaştıktan ve belli bir süre bekledikten sonra, çalışan gecikmeli röle; diğer rölelerin çalışmasını sağlayan veya sınırlayan kilitleme rölesi; enerji nakil hatlarındaki kısa devre şartlarına karşı şebekeyi koruyan koruma rölesi; elektrik makinalarını koruyan termik-manyetik röle; kendisini besleyen gerilim ortadan kalktığında çalışan sıfır rölesi; jeneratörlerin motor olacak çalışmasını önleyen ters akım rölesi endüstride elektrik devrelerinde kullanılan en yaygın röle çeşitleridir.

Modern otomasyon bilimlerinin en çok faydalandığı âletlerden biri de röledir. Meselâ, telefon sistemleri demiryolları sinyal sistemleri tamâmen röle düzenine dayanmıştır. Otomatik makinaların belli bir mantık sırasına göre çalışması rölelerle sağlanır. Elektronik konusunda atılan dev adımlarla elektromekanik rölelerin yerini yarı iletken röleler almaya başlamıştır. Elektronik mantık devreleri, mikro işlemcilerle yapılmakta, hem hacim, hem sürat, hem de az arıza yapmasıyla elektromekanik rölelere tercih edilmektedir. Normal büyüklükte bir odayı dolduran elektromekanik röleli telefon sistemi mikro işlem röle sistemiyle bir dolap hâline dönüşmüştür.

RÖNESANS

Alm. Renaissance, Fr. Renaissance, İng. Renaissance. Avrupa kıtasında, 15. yüzyılda başlayıp 17. yüzyıla kadar devam eden edebiyat, sanat ve bilimdeki yeniden doğuş mânâsındaki devir.

Ortaçağda dünyâ; yaşama şartları, kânun ve nizamları, ekonomik durumları, sanat faaliyetleri ve nihâyet dünyâ görüşleri bakımından aralarında büyük farklılıklar mevcut iki büyük gruba ayrılmış bulunuyordu. Doğu âlemi, İslâmiyetin verdiği çalışkanlık, doğruluk, güzel ahlâk prensipleriyle hareket ederek müreffeh ve mutlu bir hayat yaşıyordu. Diğer taraftan Îsâ aleyhisselâmın telkin ettiği insanlık, merhamet ve şefkat esaslarını bırakıp taassup, kin, nefret gibi duyguları alan Batı dünyâsı ise açlık, sefâlet ve zulüm içerisinde yüzüyordu. Bu hal içindeki Avrupa’da asırlarca Hıristiyanlık adı altında akla gelmez zulümler yapıldı. Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin hemen hemen bütün eserleri yok edildi.

Nihâyet 11. asrın sonundan îtibâren başlayan Haçlı Seferleri sırasında Avrupalılar Müslüman ülkelerdeki parlak medeniyetle ilk defâ karşı karşıya geldiler. Daha sonra bu medeniyet Endülüs Emevîleri vâsıtasıyla Avrupa’ya geçti. İslâm âlimlerinin fen sahasında verdiği eserler Avrupa dillerine çevrildi ve okutuldu. Böylece batıda ilmî sahada ilerleme ve teknik gelişmelerin temeli atılmış oldu.

Avrupa’da sanat ve bilimin geliştirilmesi, canlandırılması için girişilen ve daha sonra Rönesans adı verilen asıl hareket ise 1453’te İstanbul’un fethini müteakip ilk defâ ciddî bir şekilde İtalya’da ortaya çıktı. Hareketin öncülüğünü İtalya’nın yapmasının en önemli sebepleri şunlardır:

1. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethettikten sonra, isteyen ilim adamlarının İtalya’ya gidebileceklerini bildirmesi: İslâm medeniyeti ve ilmî hareketleri hakkında en fazla bilgiye sâhip bulunan bu Bizanslı âlimlerin bilim ve sanat alanında yaptıkları çevirmeler ve yazdıkları eserlerin yayınlanması sonunda İtalya’da yaşayan insanların bilgi ufukları genişledi ve derinleşti.

2. Doğu dünyâsı ile en çok İtalya gemicilerinin münâsebette bulunmaları ve bunların İslâm ülkelerindeki zenginlik, refah, nizam, intizam, adâlet ve îmân hürriyetini her vesileyle dile getirmeleri.

3. Ortaçağ Avrupa’sında en zengin memleketin İtalya olması: İtalya’da bulunan Cenova, Venedik, Piza ve Floransa şehirleri Haçlıları barındırmaktan ve baharat ticâretini ellerinde tutmaktan dolayı dünyânın en zengin şehirleri hâline gelmişlerdi. Zamanla bu şehirlerde devlet idâresi tüccar prenslerin veya sâdece tüccarların eline geçti. Bu zenginler de aynen İslâm ülkelerinde şâhit oldukları uygulamalara benzer olarak şâirleri, sanatkarları, fikir adamlarını himâyeye ve teşvik etmeye başladılar.

Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de ortaçağda Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüzbinlerce insan haksız yere ve çok defâ sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler karşılığında günahları affediyorlardı. Hattâ Cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insanî esaslar kaybolmuştu. İslâm âlimlerinin kitaplarını okuyarak dünyânın döndüğünü îlân eden Galile ve daha pekçok düşünür çeşitli işkenceler görmüş pekçoğu öldürülmüştür. Bu îtibarla Rönesans hareketi ilim ve teknikteki ilerlemenin yanısıra insan ve tabiat sevgisini de berâberinde getirdi. Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanısıra edebiyat, târih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mîmârîde gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mîmârlığının başlıca özellikleri ölçü, sâdelik ve tabiîliktir.

Bu şekilde İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans daha ziyâde Fransa’da sanat; Almanya’da dînî tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya’daki rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Machiavel (1469-1530), Ariosto (1474-1535), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel’in Hükümdar adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltraş, mîmar ve edebiyâtçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1591), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkârlardır. Fransa, edebiyât ve fikir sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mîmarlıkta Louvre Sarayını yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamânında Collège de France kuruldu. Almanya’da daha çok dînî alanda değişiklikler oldu. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan Şekspir (1564-1610), İspanya’da Donkişot yazarı Cervantes (1547-1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da ressam Rembrand (1607-1669), Polonya’da İslâm âlimlerinden sonra Avrupa’da ilk defâ dünyânın güneş etrâfında döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hâlâ mevcuttur. Ressam ve heykeltraşların tablo ve heykelleri müzelerde bulunmaktadır.

RÖNTGEN IŞINLARI

Alm. Röntgenstrahlen (pl.), Fr. Rayons X (pl.), İng. X-rays. Işığa benzeyen fakat gözle görülmeyen, oldukça delici özellikli bir radyasyon (şuâ). Röntgen ışınlarına X ışını da denir. X ışını tâbirini ilk olarak bu ışınları keşfeden fakat özelliklerini tam bulamayan Wilhelm Conrad Röntgen, “bilinmeyen” mânâsında kullanmıştır. Röntgen ışınlarının elektromanyetik radyasyon spektrumunun bir kısmı olduğu, bugün artık bilinmektedir. Bu ışınların dalga boyu 10-7 ile 10-11 cm arasındadır. Dalga boyu gözle görülen ışığınkinden kısadır. Elektromanyetik spektrumda gözle görülemeyen radyasyonlar arasında radyo dalgaları, mikro dalgalar, gamma ışınları da yer alır (Bkz. Elektromanyetik Dalga). Röntgen ışınları, havası boşaltılmış özel X ışın tüplerinde metal üzerine yüksek hıza sâhip elektron bombardımanı yolu ile elde edilir. Metal hedef, özel atomik düzene sâhip olup, dışardan elektron çarpması ile X ışını dalga boyuna eş elektron radyasyonu meydana getirecek özelliktedir.

Röntgen ışınları, güneş ışığı gibi fotoğraf filmlerinde ve floresant ekranlarda iz bıraktığı ve tıp alanında vücudun içini fotoğraf hâlinde görme imkânı sağladığı için çok kullanılmaya başlandı. Röntgen ışınlarının, tümör gibi hastalıklı dokuların tahrip edilerek yok edilmesi, maddelerin kristal yapılarını görme, uzaydan gelen X ışınlarının analiziyle yıldızlar hakkında daha geniş bilgiler temin edilmesi gibi kullanma sahaları vardır.

Röntgen ışınlarının târihçesi: Röntgen ışınları 1895 senesinde Alman Fizik Profesörü W.C. Röntgen tarafından bulunmuştur. Röntgen, içerisinin havası boşaltılmış anot ve katodu olan armut biçiminde televizyon tüpüne benzer bir tüpte flöresant maddeye elektron çarptırılmak sûretiyle ışık çıkarabileceğini incelerken tesâdüfen X ışınını bulmuştur. Tüpün anot ve katodu arasına yüksek voltaj tatbik edilince katottan kopan elektronlar hızla flöresant ekrana çarpar. Flöresant ekranın arkası ışık geçirmeyecek şekilde düzenlendiği halde karanlıkta deney masasında bir ışımanın olduğunu fark eden Röntgen, bunun tüp içine sürülüp de artakalan boryum platinosiyanatten geldiğini anladı. Kâğıdı delip geçen bu gizli ışınların, elini tuttuğu vakit, kemiklerinin resmini de verdiğini görünce, bunun bilinmeyen bir “X” ışını olduğunu söyledi.

Röntgen ışınının meydana gelişi: Röntgen ışını meydana gelirken, katottan çıkıp süratle hareket eden elektron katodun tam karşısındaki mâden levhanın atomlarına vurunca, iç yörüngelerde dönmekte olan bir elektronu atomdan dışarı atar. Bu elektronun boş kalan yerine dış yörüngeden bir elektron atlar. Bunun da yerine daha dışardaki yörüngelerden sıra ile elektronlar atlar. Elektronlar bir yörüngeden diğerine geçerken enerji seviyeleri değiştiği için şuâ yayarlar. Bu şuâların frekansı, frekans spektrumunda belli bir bölgededir. Meydana gelen bu şuâlar röntgen ışınıdır. Göze görünen ultraviyole ışınlar, atomun dış yörüngesinde bulunan elektronlar tarafından; röntgen ışınları ise iç yörüngelerde bulunan elektronlar tarafından meydana gelir.

Röntgen ışınlarının özellikleri: Hızla hareket eden elektronlar âniden bir metal hedef tarafından durdurulursa iki tür X ışını meydana gelir: Birincisi, metal malzemenin özelliğine göre bir hat spektrumu şeklinde; ikincisi, bütün dalga uzunluklarını ihtiva eden devamlı spektrum şeklinde. Meydana gelen ikinci tür röntgen şuâları, maddeleri kuvvetli delip geçme özelliği gösterir. Kuvvetli delip geçen X ışınlarına sert ışınlar, delme kuvveti az olanlara da yumuşak ışınlar denir. Sert X ışınlarının dalgaboyu, yumuşak X ışınlarınkinden küçüktür. Kuantum enerji (h.f) olduğu için frekans (f) büyüdükçe kuantum enerji de artacak böylece delme özelliği büyümüş olacaktır. Burada (h) planck sâbiti olup, 12.398x10-8dir. Z atom numarasına sâhip bir atomun yutacağı X ışını yaklaşık olarak dalga boyunun kübü ve atom numarasının dördüncü kuvvetine kadar değişebilir. Genel bir ifâdeyle atom numarası yüksek olan maddeler röntgen şualarını çok emer, geçirmez. Atom numarası büyük olan bir maddenin hâsıl ettiği röntgen şuâlarının maddelerden geçme kâbiliyeti fazla olur.

Röntgen ışınları kristal yapıya sâhip bir maddeye yönlendirilirse maddenin kristal özelliğine göre çeşitli yönlere düzgün bir şekilde yansır. Bu yansıma kristalde atomların birbirine bağlanma şeklinden ileri gelir. X ışınlarının bu özelliği ilk olarak M.T.F. von Laue tarafından bulunduğu için, X ışınının kristalin özelliğine göre ekranda meydana getirdiği noktalı desen görünüme “Laue spotları” denir. Bu buluş, hem bâzı kristallerden X ışını elde etmeyi, hem de bilinmeyen kristallerin atomlarının birbirine bağlanış şekillerini tâyin etmeyi mümkün kıldı. Bir kristale çarptırılan X ışını, maddenin kimyâsal bileşiklerinden normal ışık gibi etkilenmemektedir. (Bkz. Spektroskopi)

Röntgen ışınları elektromanyetik dalga olduğu için, elektromanyetik dalgaların bâzı özelliklerini de taşır. Meselâ çarptığı cisimden çok düzgün açılarla yansır. Normal ışık gibi birbirine dik iki dalgaya ayrılarak polarize edilebilir.

Röntgen ışınları bir elemente çarptırılırsa, yansıttığı ışının dalga boyunun elementin atom ağırlığı ile sâbit bir ilişkisi vardır. Bu özelliği ilk olarak Jeffreys Mosely, 1914 senesinde Periyodik Tablodaki 17 element üzerinde denemeler yaparak bulmuş ve elementin yansıttığı X ışını frekansının kare kökünü bularak atom ağırlığını, dolayısı ile atom numarasını tespit etmiştir. Bu atom numarasının, atom çekirdeğinin elektrik yükü olduğunu daha sonra Bohr anlamıştır. Böylece Bohr, atom modeli olan çekirdek ve çekirdek içinde artı yüklü protonlar ile yörüngede aynı sayıda eksi yüklü elektronlar târifi ortaya çıkarak ilim büyük bir hamle yapmış oldu. Bir elementin Periyodik Cetvelde bulunduğu yerin grup numarasının elementin en dış yörüngesindeki elektron sayısı olduğu; elementin Periyodik Cetveldeki numarasının yörünge sayısı olduğu; atom numarasının yörüngelerdeki elektron sayısını gösterdiği anlaşıldı. (Bkz. Element)

Röntgen ışınlarının en büyük özelliklerinden biri de çarptığı atomu uyarmasıdır. Fizikte Compton Hâdisesi olarak da bilinen bu özelliği değişik cins atomların her birinin çeşitli frekanslarda titreşim yaptığını ortaya koymuştur. Elektron, iç yörüngedeki elektrona çarparak onu atomdan dışarı atınca, dıştaki yörüngelerde iç yörüngelere elektronlar kayar ve elektron enerji kazanmış olur. Bu olaya, atomun uyarılması, denir. Elektronlar, tekrar eski yörüngelerine kayarken, atomun cinsine göre belli frekansta kuantum enerjisi kadar ışık saçarlar. Bu ışık kısa sürerse buna floresant, uzun sürerse fosforesant ışıma denir. (Bkz. Kuantum Fiziği)

Röntgen ışınlarının kullanıldığı yerler: Röntgen ışınlarının en çok kullanıldığı yer, tıp dalında vücûdun iç kısımlarının filmle tespit edilmesidir. Böylece tıpta teşhis ve tedâvi kolaylıkları sağlanmış olur (Bkz. Radyoloji). Röntgenle film tespitinin veremle mücâdele etmekteki hizmeti küçümsenmeyecek kadar büyük olmuştur. X ışınlarının klasik maksatlarla kullanılması yanında, daha birçok tatbik sahası vardır.

Röntgen ışınları, çarptırıldığı elementlerin kimyâsal bileşiklerini kristal yapılarını açığa çıkartmak sûretiyle tespit etmeye yarar. Bu işlem spektrometreler (spektroskoplar) ile yapılır. Her element, X ışınını, kristal yapısının özelliği sebebiyle değişik açılarda yansıtır. Spektrometrelerin geliştirilmesiyle X ışınlı difraktometreler yapılmıştır. Prensip olarak, madde üzerine yine X ışınının açı ve birbirinden ayrılması tespit edilerek kâğıda kaydedilir. İnceleme yapılacak bileşik, toz hâline sokularak bir levhâ üzerine konulur. Metalurji, seramik, kimyâ, mineraloji, biyoloji, elektronik sahalarında çeşitli maddelerin süratli ve hassas spektrum analizleri yapılır. Kalite kontroluna yardımcı olur. Cihaza sür’at kazandıran, maddelere âit spektrum kıymetlerini muhâfaza eden kompüterdir.

X ışınları arkeolojide de kullanılmaktadır. Arkeologlar mumyaya zarar vermeksizin X ışınlarıyla iskelet sistemlerini inceleyebilmekte ve eski çağlardaki iskelet hastalıkları hakkında bilgi edinebilmektedirler.

Röntgen şuâları ile çalışan mikroskoplar da yapılmıştır. Mikroskobun büyütme oranı optik mikroskoplara nazaran fazladır. Ancak X ışınını odaklama zorlukları vardır. Elektron mikroskobunun geliştirilmesiyle röntgen mikroskoplarındaki maddenin içine girme özelliği başka sahalara kaymıştır. Bunlardan biri mikroradyografidir. Mikroradyografiyle incelenecek maddelerin üç boyutlu resimleri çekilebilir. Böylece bitki, hayvan, herhangi bir îmâlât, insan vücûdunun muhtelif kısımları mikroradyografiyle teferruatlı olarak incelenmiş olur.

Emisyon spektrometreleriyle bileşiklerin kimyâsal analizleri de yapılabilir. Bu tatbikat, metalurji sahasında cevherlerde bulunan mâdenlerin cinslerini ve döküm sanâyiinde maddenin kompozisyonunu anlamada kullanılır. Emisyon spektrometreler, yerini daha basit olan floresans spektrometrelerine bırakmıştır. Floresans spektrometresi, en çok yüksek harâretteki çelikte soğumayı beklemeden krom, nikel ve diğer elementleri tâyin etmede; benzinde, kurşun ve bromür tâyininde; kanda hemoglobin sayımında kullanılır.

Askerî maksatla, balistik füzelerin elektronik kumanda ve patlayıcı maddesini tahrip etmede de X ışınlarından istifâde edilir. ABD’nin 1967 senesinde Nevada’da Spartan füzelerinde yaptıkları yeraltı deneyinde, balistik füzenin X ışın ısısı ile elektronik devreleri tahrip edilmiş ve nükleer patlayıcısı zararsız bir şekilde imhâ edilmiştir. 1983 senesinde “Yıldızlar Savaşı” olarak isim yapan ABD’ye âit uzay savunma sistemi bu projenin genişletilmiş olarak uydulardan kontrolünü sağlayacak mükemmel şeklidir. Işın olarak, frekansı daha yüksek ve yoğunlaştırılmış laser de kullanılır.

Röntgen ışınlarının tehlikeleri: Röntgen ışınlarının fazlası ve uzun tatbiki, vücut hücrelerinde tahribat yapar. 1967 senesinde bir TV tüp firması ürettiği 100.000 tüpün X ışını yaydığını teşhis etmiştir. Yapılan incelemede bu hatanın yüksek voltaj regülatörünün maskelenmemesinden ileri geldiği anlaşılmıştır. Uygun olmayan maskelemeler de (Shielding) az da olsa X ışını üretmektedir. Uzun müddet bu şekilde TV seyredenlerde göz hasarları, biyolojik bir takım arazlar ortaya çıkabilir. Bilhassa yere yakın oturan veya çocuklar gibi yatarak TV seyredenler daha fazla radyasyona maruz kalır.

Tehlikeleri düşünülerek teşhis veya tedâvi gâyesiyle devamlı X ışınlarına mâruz kalan şahıslarda radyo termit denen deri iltihapları ve durum daha da ilerlerse çeşitli kanserler ortaya çıkabilmektedir. Kısırlık, kansızlık, kan kanseri görülebilmektedir. Hâmileler, belirli bir dozun üstünde X ışınına mâruz kalınca, cenin üzerinde çeşitli anormalliklerden, ölüme kadar değişik hâdiseler meydana gelebilmektedir. Bu yüzden röntgen çekilmesi gereken hâmileler, doktorlarını ikaz etmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır.

Röntgen cihazları ile çalışan kişilerin çok iyi korunma tedbirleri alması gerekir. Radyologların üzerinde küçük bir röntgen filmi bulunmakta ve belirli sürelerle bu filmdeki alınan ışın miktarı okunmaktadır. Müsâade edilen dozun üzerinde ışına mâruz kalanlar belirli bir süre, mecburî tâtile çıkarılmaktadırlar. Röntgen işiyle uğraşanların özel kurşun önlükleri vardır. Gerekiyorsa kurşun eldiven de kullanırlar. Ayrıca film çekerken, özel korunmalı bölmelerden de istifade edilmektedir.

Yurdumuzda, radyologlar senede iki ay tatil yapmaktadırlar. Günlük mesâi saatleri de kısaltılmıştır. Ayrıca erken emekli olabilme hakkına da sâhiptirler.

RÖPORTAJ

Alm. Reportage (f), Fr. Reportage (m), İng. Report. Bir gazete veya dergide, herhangi bir tanınmış kurumu veya kişiyi, çeşitli yönleriyle ve belli konular etrafında tanıtmak amacıyla yazılmış yazılara röportaj denir. Kelimenin sözlük anlamı; günlük not, günün raporu demektir. Röportajın yapılış, işleniş şekli mülâkat şeklindedir. Röportaj için, mülâkat yapılacak kişiye sorulacak sorular önceden hazırlanır. Görüşmenin seyrine göre yeni sorularla, yeni fikirler ortaya çıkarılır.

Röportajlar fotoğraflarla süslenir. Her röportaj yazarının mutlaka bir gâyesi vardır: Bir kuruma veya bir topluluğa âit görüşleri; kişilerin herhangi bir konu üzerindeki görüş ve düşüncelerini öğrenip okuyucularına duyurmak ister.

Röportaj ile haber yazısını birbirine karıştırmamak lâzımdır. İkisi arasındaki en önemli fark, röportaj yazarının yazısına kendi şahsî fikirlerini de koyabilmesidir.

Röportaj üç çeşittir:

1. Kişilerin yaşayışını konu alanlar.

2. Çeşitli eşyâyı konu edinenler.

3. Herhangi bir kurumu veya toplumu konu alanlar.

RUAM

Alm. Rotz (-krankheit f) (m), Fr. Morve (f), İng. Glanders. Meslek hastalığı olarak bilinen; beygirlerden, merkeplerden, tek tırnaklılardan, yakın münâsebette olanlara(seyislere, veterinerlere, hayvan bakıcılarına) geçebilen, nâdir görülen bir hastalık.

İlk olarak, 1773’te Osiander, ruamın insanlarda enfeksiyon yaptığını gösterdi. 1882’de Löffler, ruam basilini buldu. Etkeni: Malleomyces mallei’dir. Kaynağı: Hasta olan tek tırnaklı hayvanlar ve enfekte lezyonlardan çıkan enfeksiyondur.

Klinik Bulgular: Had şekli, yüksek ateş, titreme, kırgınlık, baş ve eklem ağrıları, halsizlik, bulantı, kusma gibi genel belirtilerle başlar. Etkenin deriden girdiği yerde kısa zamanda yara meydana gelir. Yaranın etrafı kızarır, ülserleşir, gangrenleşir. Etrafındaki lenf bezleri şişer. Kısa zamanda bütün göze, yüze yaralar bulaşır. Klinik seyri ağırdır, vücud direncini çok kırdığından tâli enfeksiyonlar gelişir, hastayı öldürebilir.

Müzmin şeklinin seyri, had ruama göre daha hafiftir.

Teşhis: Veteriner, seyis, hayvan bakıcılarında tipik klinik bulgular görülürse, ruam düşünülür. Kültür yapılarak ruam basili üretilebilir. Böylece hastalığın kat’î teşhisi yapılır.

Tedâvisi: Özel tedâvide, geniş tesir sahası olan antibiyotikler kullanılır. Genel tedâvide, yaralara kuvvetli antiseptiklerle pansuman yapılır. Vücuttan su ve elektrolit kaybına dikkat edilir. Bütün eşyâları ve odası sürekli olarak ve aynı zamanda, iyileştikten sonra da dezenfekte edilir.

Korunma: Birçok ülkelerde hastalığın ihbârı mecbûrîdir. Hastalar U.H.K. (Umumî Hıfzıssıhha Kânunu) madde 73’e göre zorunlu olarak tecrit edilir. Aynı kânunun 78. maddesine göre, ruam kültürleri devlet kontrolünde olan laboratuarlarda bulundurulabilir. Tecrit süresince ve tecritten sonra tam dezenfeksiyon yapılmalı; hasta hayvanlar itlaf edilip, öldürülmeli veya veterinerlerce tedâviye alınmalı; hayvan bakıcılar bu konuda eğitilmeli; ruamlı hayvanlar karantinaya alınmalı; kadavralar yakılarak yok edilmelidir.