ROMAN
Alm. Roman, Fr. Roman, İng. Novel. Olmuş veya olması mümkün bir olayla birbirlerine bağlanmış çeşitli insanların, âilelerin, cemiyetlerin başlarından geçen çeşitli hâdiseleri tafsilâtıyla hikâye eden edebî eser. Kelime, “gerçek veya hayâlî bir olayın mensur hikâyesi” mânâsına gelen ramonus kelimesinden çıkmıştır. Edebî bir tür olarak romanın da şiir gibi kesin ve herkes tarafından kabul edilen bir târifi yoktur.
Onuncu yüzyıldan îtibâren bütün dünyâda önce destanımsı hikâyeler, daha sonra şövalye romanları, romantik romanlar ve gerçekçi romanlar görülmüştür. On altıncı yüzyılın sonundan îtibâren gelişmiş romanlara rastlanmaya başlanmıştır.
Türk edebiyâtında ilk roman ve hikâye Tanzimât döneminde tercüme yoluyla görülür. 1860-1880 arasında Batılı klâsik yazarlardan ilk çeviriler yapıldı. Bunlardan birkaçı; Fenelon’dan Terceme-i Telemek (1862), Victor Hugo’dan Magdur’in Hikâyesi (1862), Daniel Defoe’nin Robenson Hikâyesi (1864), Atala, Paul ve Virginie, Monte-Cristo, Gulliver’in Seyahatnamesi’dir. Bu ilk tercümeler konuları bakımından Türk okuyucusuna yabancı değildir. Divan edebiyatındaki mesnevîler ile Leylâ ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri ve dînî-destânî hikâyeler yüzyıllardır roman ve hikâye ihtiyacını karşılayan eserlerdir.
Tanzimat romanı veya Tanzimat dönemi romancıları, Türk toplumu meselelerini (her sahada olduğu gibi) Batılı Türk Aydını gözüyle ve Avrupa kültürü anlayışıyla gördükleri için, yerli hayâtı anlatırken Batılı yazarların tesirinde kaldılar. Bu yüzden de işledikleri tema (düşünüş, konu)lar, Batılı yazarlarda görüldüğü gibi âile hayâtı, esâret, alafrangalık, gibi mevzulardır. Şemseddîn Sâmi’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ı (1872), Ahmed Midhat’ın Teehhül’ü, Sâmi Paşazâde Sezâî’nin Sergüzeşt’i bunlara örnektir.
Romanda işlenen “esâret” konusuna örnek teşkil eden romanlar ise Nâmık Kemâl’in İntibah’ı, Sâmi Paşazâde Sezâi’nin Sergüzeşt’i, Nâbizâde Nâzım’ın Zehrâ’sıdır.
Diğer bir tema da “alafrangalık” meselesidir. Batı medeniyetini bir din gibi gören bâzı Tanzimât aydınları, romanlarında, sözde tenkit eder göründükleri alafranga tiplere yer verirler: Ahmed Midhat’ın Felatun Beyle Râkım Efendi’si, Recâizâde Mahmûd Ekrem’in Araba Sevdası gibi. Bunları daha sonraki dönemlerde Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şık’ı, Şıpsevdi’si, Yâkub Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak’ı,Sodom ve Gomore’si, Peyâmi Safâ’nın Sözde Kızlar’ı, Abdülhak Şinâsi Hisar’ın Ali Nizâmî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği romanları tâkip eder.
Servet-i Fünun (1896-1901), Türk romanının teknik olgunluğa ulaştığı dönemdir. İkinci Abdülhamîd Hanın Avrupâî mânâda okullar açtırması ve siyâsî aşırılıklara fırsat vermemesi bu dönem romancılarını (sanatkârlarını) geniş imkânlara kavuşturmuş; siyâsî tenkitten uzaklaştırmış, ferdî sahada (hissîlik, içe kapanma, âile gibi) eserler vermeye yöneltmiştir. “Sanat sanat içindir” görüşü benimsenmiş, Tanzimâtçıların aksine aydın ve seçkin kesime seslenilmiştir.
Tanzimâtçıların “Batılı kültür” anlayışları Servet-i Fünunda “Batılı sanat” anlayışına dönmüş; bunda, yetiştikleri dönemde Batı anlayışına göre öğrenim görmeleri de tesirli olmuştur.
Fransız edebiyatının etkisiyle realist ve naturalistler örnek alındı. Hâlid Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnû; Mehmed Rauf’un psikolojik tahlile yer veren Eylül romanı realist roman örnekleridir.
Aynı dönemin natüralist romancılarından Hüseyin Rahmi Gürpınar, fert-toplum ilişkilerini (daha çok çatışmaları) işlerken “toplum için sanat” görüşünü benimser. Yakub Kadri Karaosmanoğlu, realist ve naturalist bir romancı olarak Tanzimât sonrasının siyâsî ve toplum gelişmelerini kronolojik bir sırayla anlatır: Hep O Şarkı, Kiralık Konak, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara gibi. Halide Edib Adıvar, ruh tahlili yaptığı romanlarında ve töre romanlarında daha ziyâde Batı kültürüyle yetişmiş aydınların Cumhûriyet dönemine kalmış bir temsilcisidir. Misâl olarak; Ateşten Gömlek, Sinekli Bakkal, mektup türüne örnek Handan romanları gösterilebilir.
İkinci Meşrutiyet (1908) sonrasının diğer sanatçıları arasında; Refik Hâlid Karay, Reşad Nûri Güntekin, Peyâmi Safâ, Memduh Şevket Esendal, Cevad Şâkir Kabaağaçlı(Halikarnas Balıkçısı), Abdülhak Şinasi Hisar vs. sayılabilir.
Cumhûriyet dönemi romancılarından Ahmed Hamdi Tanpınar, Kemal Tâhir, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Orhan Kemal, Yaşar Kemal tanınan isimlerdir.
Romana âit unsurlar: Romanlarda konu, bir temel olayın etrâfında gelişen iç içe olaylar zincirinden doğar. Bunların olmuş veya olabilir vasfı taşıması önemlidir. Hayâtın normal akışına ters düşen sivri tesâdüfler, olağan dışı ender vak’alar romanda mâkul sayılmaz. Ele alınan bir konu bir plân dâhilinde işlenir. Bu plân kısaca “giriş (serim)”, “gelişme (düğüm)”, “sonuç (çözüm)” şeklinde özetlenir. Bâzı romanlarda bu plânın sırası değiştirilerek uygulandığı da görülür.
Romanlar, bilinen bir târihte ve belli bir süre içinde geçen olayları konu alır. Bu bakımdan romanlarda önemli bir zaman yazarın yaşadığı çağ olabildiği gibi geçmiş veya gelecek zaman da olabilir. Bâzı romanlar ise yalnızca birkaç saat içinde vukûa gelen olayları konu alır.
Kahramanlar, toplumda rastlanabilir, yaşayabilir veya yaşamış kişiler arasından seçilir. Bunlar toplumun her tabakasından olabilir. Her türlü huy ve karakterleri doğruya yakın bir şekilde ele alınır. Hatta aynı kişinin zıt mîzaç ve huyları, olduğu gibi işlenir.
Son zamanlarda yazılan romanlarda kahramanlar ve konu kaybolmuş, roman demek roman yazarının boş zamanlarında tutulduğu illüzyon (hayâlî görüntüler) veya rüyâmsı kişi ve olayları bölük pörçük sıralamak gibi anlaşılmaya başlanmıştır. Ayrıca ideolojik fikirler ağır basmaya başlamıştır.
Romanlarda çevre, okuyucuya tasvirle anlatılır. Bu, bir kasaba, şehir veya köy olabilir. Bunların hepsinin kullanıldığı romanlar olduğu gibi yazarın tasarladığı ideal, gerçek üstü bir çevre de olabilir. Burada önemli olan çevrenin coğrafî bir mekâna yerleşmesidir.
Romanların hemen hepsinde bir gâye vardır. Bu amaç bâzılarında konu ve üslûp içine iyice gizlenmişken, bâzılarında çok açıktır. Böyle romanlara “tezli roman” denir. Belli bir ideolojiye bağlı romanlarda bu husus daha açık olarak meydandadır. Bilhassa materyalist ideolojiye bağlı olanlarda bu amaç o kadar ileri gider ki, okuyucuda bir roman değil, doktrin kitabı okunuyormuş havası uyanır.
Her edebî eserde olduğu gibi romanda da üslûp son derece önemlidir. Bâzı romancılar eserdeki konuların, olayların, duygu ve fikirlerin eskiyip ölebileceğine, fakat mükemmel bir üslûbun onları yaşatmaya devâm edeceğine içten inanmışlar ve üslûp üstünde büyük hassâsiyet göstermişlerdir. Kelimelerini, cümlelerini ve anlatım tarzlarını buna göre düzenlemişlerdir. Ancak bâzı roman yazarları ve özellikle marksist tezli roman yazıcıları bu hususta da bayağı bir yol tutmuşlar, galiz ve çirkin kelimeleri, küfürleri, iğrenç terim ve deyimleri rahatlıkla ve bol bol kullanmışlardır.
Roman Çeşitleri
Romanlar edebî akımlara göre klasik, romantik, realist, sürrealist, popüler roman gibi isimlerle sınıflandırılabildiği gibi, iç yapısına göre de târihî roman, mâcerâ romanı, sosyal roman ve tahlil romanı olarak çeşitlendirilirler.
Târihî roman: Konularını târihte yaşamış kahramanlar ve onların başlarından geçen olaylardan alır. Romancı bu kahraman ve olaylar üstünde az çok değişiklik yapabilir. Ancak başarılı bir târihî roman, gerçeği buğulandırmadan zevkle okunur bir üslupla yazılmış romandır. Târihî roman yazmak için yalnız kahraman isimleri ve olayların kronolojisini bilmek ve vermek yetmez. Olayın yaşandığı zamânı, coğrafî özelliklerini, sosyal, kültürel ve sanat değerlerini çok iyi tanımak ve o zamanda topluma hâkim olan inanç, ideal ve anlayışları da iyice bilmek gerekir.
Mâcerâ romanı: Günlük hayatta her zaman rastlanmayan değişik, şaşırtıcı, beklenmez, esrarlı olayları konu edinen romandır. Bu romanlarda vak’a yâni olay hemen her şey demektir. Bunlar yeni keşfedilmiş veya tasarlanan ülkelerde geçer. Hâyâlî olabilir. Ancak olağandışı unsurlar taşımalı, korkunç ve acayip hisler uyandırmalıdır. Olayların akışı ve iç içe girmesi çok süratli olmalı, okuyucuda heyecan ve merak uyandırmalıdır. Kahramanları kurnazlık, maddî kuvvet ve cesaretleriyle üstün vasıflıdırlar. Daha çok silahşör, şövalye, polis, ajan ve câsuslardan seçilir. Hep hareket hâlindeyken tanıtıldıklarından ruh yapıları üstünde durulmaz. Bu romanlarda fikir zenginliği yoktur. Maksat şaşırtıcı ve heyecanlı konularla okuyucuya hoşça vakit geçirtmektir.
Sosyal roman: Romancıların yaşadıkları toplumu, o toplumu ilgilendiren meseleleri yeni bir açıdan ele alarak yazdıkları romanlardır. Gizli veya açık bir maksat telkinine çalışırlar. Kişiler, bâzı meslek ve sınıfları temsil eden birer tip olarak alınır. Olaylar, sosyal sebeplerle açıklanmak istenir. Ruh tahlilleri ve duygu derinlikleri arka plâna atılmıştır. Bütün tezli romanlar bu gruptandır.
Tahlîlî roman: Dış âlemde geçen olaylardan çok, kahramanın iç dünyâsını ve insan benliğinin kişi ve toplum çatışmaları içindeki belirtilerini konu edinen romanlara denir. Fertçi bir görünüş hâkimdir. Kahramanları olan kişileri bütün derinlikleriyle ortaya koyarlar. Çok defâ aşırı ülküler, sert ihtiraslar, derin hisler taşıyan ve bâzen sakat ruhlu dengesiz insanları ele alarak işlerler.
Batı edebiyâtında mühim yer tutan roman, batı toplumunun sosyal hayat, inanç, örf ve âdetlerine uygun bir türdür. Tanzimâttan sonra gittikçe artan bir hızla benimsenmeye başlayan batılı hayat anlayışıyla birlikte Türk edebiyâtında da örnekleri artmıştır. Batılı romanın iskeleti çok defâ iki kadın bir erkek veya iki erkek bir kadın arasında geçen aşk mâcerâları üstüne kuruludur. Buna bağlı olarak gelişen diğer hâdiseler ve çeşitlenen kahramanlar roman iskeletinin diğer dereceli unsurlarını teşkil eder.
Tanzimat öncesi dönemde Türk cemiyetinde böylesine olaylara ender rastlandığı gibi, bunların tasviri de kötünün tekrarlanarak yaygınlaşması ve böylece gitgide normalmiş gibi görülmesine mâni olunmak için dînimizce de yasak bilinmiştir. Bugün modern eğitimciler; toplumun ahlâkî yapısının bozulmasında kötü örneklerin başta TV, radyo ve basın olmak üzere her türlü yayın vâsıtalarıyla halka çok sık ve devamlı gösterilmesinin birinci âmil olduğunu belirterek eski Türk toplum sağlığı anlayışının doğruluğuna işâret etmektedirler. Ayrıca cemiyetin her tabakasına hâkim olan sâde bir hayat anlayışı, ortak îmân, amel ve ahlâk düsturlarına samîmî bağlılık, batılı tarzda bir roman anlayışı ve buna bağlı eserlerin doğmasına fırsat vermeyecek ve lüzum göstermeyecek diğer mühim unsurlardır.
(Bkz. Edebî Akımlar)
DEVLETİN ADI |
Romanya |
BAŞŞEHRİ |
Bükreş |
NÜFÛSU |
23.332.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
237.500 km2 |
RESMÎ DİLİ |
(Rumence), Macarca, Almanca |
DÎNİ |
Ortodoks, Katolik, Kalvenist, Lüther, Yahûdî |
PARA BİRİMİ |
Leu (= 100 bani) |
Türkiye’nin kuzeybatısında ve Balkan Yarımadasının kuzeydoğusunda 20°15’ - 29°42’ doğu boylamları ile 43° 37’ 48°16’ kuzey enlemleri arasında bir Doğu Avrupa ülkesi. Doğuda Karadeniz, Ukrayna ve Moldovya, kuzeyde Ukrayna, batısında Macaristan ve Yugoslavya, güneyinde Bulgaristan ile çevrilidir.
Târihi
Bir Hind-Avrupa grubu olan Trakyalılar, Romanya toprakları üzerinde yaşamış ilk insanlar olarak bilinir. Bunların bir kolu olan Dokyalılar M.Ö. 800-300 yılları arasında Burebista liderliğinde Transilvanya merkez olmak üzere, Dakya Devletini kurdular. M.S. 106-271 yılları arasında Romalılar toprakları istilâ ederek insanları Romalılaştırdılar.
Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında kurulduktan sonra kısa zamanda cihan devleti olmuştu. Osmanlılar Avrupa içlerine İslâmiyeti yayabilmek için önceleri Balkanlara olmak üzere, Avrupa seferleri düzenlemekteydiler. 1394’te Dovin, 1456’da Belgrad, 1475’te Vaslui, 1476’da Schera seferleri, Osmanlıların Avrupa’ya ilk adım atma dönemi savaşlarıdır. 16. yüzyıl başlarındaki iki Romanya toprağı olan Eflâk ve Boğdan, Türk hâkimiyeti altında birer derebeylik oldular. Askerî ve diplomatik açıdan Osmanlı Sultanının emrine göre hareket eder ve yıllık vergi verirlerdi. İdârecileri, Osmanlı Pâdişâhları tarafından tâyin edilirdi. Zâten bunların derebeyleri kendi tebealarını Avrupalıların saldırılarından korumak için Osmanlı idâresinde kalmayı arzu ediyorlardı. Eflâk ve Boğdan halkı, Avusturyalılar, Ruslar, Tatarlar, Kazaklar ve Lehlerden ibâret bölgedeki diğer ordulara karşı Osmanlı ordusunun yanında yer aldılar.
1679’da Eflâk Derebeyi olan Şerban’ın yerine 1688’de yeğeni Kostantin Brincoveanu geçti. Bu sırada Boğdan Derebeyi Dimitri idi. Bu iki derebeyi 1711 yılında Osmanlı-Rus Harbi esnâsında isyân ederek, Deli Petro’ya yardım ettiler. Bunda, İstanbul’dan Balkanlara göç eden Yunan asıllı grupların tesiri büyüktü. Bunlar Eflâk ve Boğdan’ın idârî hayâtına nüfûz etmişlerdi. Yaklaşık bir asır Türk idâresindeki derebeyliklerin bu isyanları ve huzursuzluk çıkarmaları üzerine Eflâk ve Boğdan tahtları “voyvodalık” adı altında yeni bir sisteme konuldu. Bu sıralarda Osmanlı Devletinde duraklama devri başlamıştı. 18. yüzyıl sonlarına doğru Rusya, Osmanlı Devletine olan düşmanlığını arttırdı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rusya, Osmanlılardan bâzı haklar elde ederken bu arada bu iki derebeyliğin iç işlerine müdâhale etme yetkisini de kazandı. Her ne kadar kontrol Osmanlılarda kaldıysa da, birçok ticârî imkânlar kaybedildi. Bir yıl sonra Bukovina, Avusturya’ya bırakıldı. 1812 yılında Besarabya da elden çıktı. 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbinden sonra 1834 yılına kadar Eflâk ve Boğdan, Rusya hegemonyası altına tamâmen girdi. Kont Pavel Kiselev, Rusya’dan destek görerek, Osmanlı medeniyetini ortadan kaldırmaya çalıştı.
1859 yılında iki eyâlet birleşti ve 1861 yılında Romanya olarak anıldı. 1877 yılında Romanya, Berlin Antlaşmasıyle Türk hâkimiyetinden uzaklaştı. Bağımsızlıktan sonra, 1878’de krallık oldu. 1881’de I. Carol Romanya’nın ilk kralı oldu. 1886 yılında Romanya, tek meclisli anayasal monarşik idârî sistemine döndü.
Birinci Dünyâ Harbinden sonra Romanya’nın sınırları genişledi. Basarabya ve Bukovina’dan sonra Banat ve Transilvanya da ele geçirildi. Fakat çok geçmeden Basarabya ve kuzey Bukovina’yı, her zaman olduğu gibi 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi esnâsında da yıllarca adâleti altında refah içinde yaşadıkları Osmanlılar aleyhine olarak, yardım ettikleri Rusya’ya bırakmak mecburiyetinde kaldı. Hatta yoğun tehditler neticesinde Güney Dobruca da Bulgaristan’a terk edildi.
İkinci Dünyâ Harbi esnâsında Marshla lon Antonescu, Rusya’ya karşı Almanya ile birleşme teşebbüsüne geçti. Askerî bir hareketin lideri olan Antonescu 1944 yılında Sovyet entrikası ile Kral Michael tarafından bertaraf edildi ve Romanya, rusya’nın yanında yer aldı. Çok geçmeden Romanya komünizmin kucağına düştü. 1947 yılında bir Halk Cumhûriyeti hâlini aldıysa da bütün alanlardaki devletleştirilme bunu sâdece lâfta bıraktı.
1965 yılındaki yeni Anayasaya göre, Romanya artık Halk Cumhûriyeti olmaktan çıkmış ve bir sosyalist ülke durumuna düşmüştü. Tehlikeyi sezenler 1966’da Rusya’ya karşı bir bağımsızlık hareketi geliştirmeye çalıştılar. 1970 ve 1973’te Romanya Devlet Başkanı Nicolai Çavuşesku (Ceausescu) ABD’yi ziyâret etti. ABD ile 1976 yılında 10 yıllık bir ticârî anlaşma imzâlanarak, nisbeten Rusya’dan uzak durulmaya çalışıldı.
1982 yılında Romanya bir miktar daha batıya yaklaştı, üç milyar dolar dolayındaki borçlarının ödenme süresinin uzatılmasını batılı ülkelerden talep etti.
Doğu Blok Devletlerinde komünist rejimin hızla sarsıldığı 1989 sonlarında Romanya’da ilk gösteriler başladı. Gösterilerin kanlı biçimde bastırılması, ülke çapında gerginliğin artmasına sebep oldu. Ordunun, ayaklanan halkın yanında yer alması üzerine, ülkeden kaçmak isteyen Çavuşesku, yakalanarak hanımı ile birlikte yargılandıktan sonra kurşuna dizildi. Yönetimi üstlenen Ulusal Kurtuluş Cephesi, sosyalist rejime son vererek, çok partili sisteme geçiş yolunu açtı. Nisan 1990’da ilk serbest seçimler yapıldı.
Fizikî Yapı
Romanya’nın yüzölçümü yaklaşık 237.500 km2dir. Güneydoğu Avrupa’da Karadeniz kıyısında yer alır. Doğu bölgesi olan Dobruca, Karadeniz kıyısında bulunur.
Romanya’nın yaklaşık olarak üçte ikisi dağlık ve tepelik, geri kalan üçte biriyse yaylalık ve düz arâzidir. Doğu Karpat Dağları ülkenin omurgasını teşkil eder. Güneydoğuya doğru geniş bir kavis çizerek yaklaşık 97 km’lik bir mesâfe kat eder ve sonra ülkenin batısına döner ve burada Transilvanya Alpleri adını alır. Böylece ülkenin kuzey ortasındaki Tansilvanya Yaylası sanki duvarla çevrilmiş gibidir. Bu dağlar genel olarak aşınmış ve alçaktır. Yükseklikleri 900 m ilâ 1800 m civârındadır. Ülkenin en yüksek yeri Tansilvanya Alplerinde yer alan, yaklaşık 2548 m yüksekliğindeki Negoi Tepesidir. Transilvanya Alpleri, Karpatlara nazaran daha yüksek olup, ekseri tepeleri 2500 m civârında yüksekliğe sâhiptir. Romanya dağları ormanlarla kaplıdır. Bâzı dağların yüksek bölgeleri çayırlık ve buzul gölleriyle doludur.
Karpatların doğu ve güney etekleri Boğdan ve Eflâk yaylaları olup, doğuda Prut Nehri ve güneyde Tuna Nehri arasında boylu boyunca uzanır. Ortada dağ kavisinin iç kısmında yer alan Transilvanya Havzası, yaklaşık 450 m ortalama yüksekliğe sâhip tepelerle dolu yüksek bir yayladır. Bu bölge Mureş ve Someş nehirlerinin geniş ve derin vâdileriyle yer yer yarılmıştır.
Ülkenin denize açılan doğu yönünde yer alan Dobruca, Romanya’nın tek sâhil şeridine sâhip bölgesidir. Dobruca, Tuna ile Karadeniz bölgesinde yer alıp, yaklaşık 290 km’lik kıyıya sâhip bir bölgedir. Bölgenin kuzeyi alçak ve bataklık, güneyi ise, kumlu plaj arâzi ve sarp kayalıktır. Dobruca’dan başka ülke Eflâk, Boğdan, Banat ve Transilvanya olmak üzere dört bölgeye daha ayrılabilir.
Ülkenin üçte birini kaplayan Boğdan, Doğu Karpatlar ile Moldovya sınırını çizen Prut Nehrinin arasında yer alır. Bölgenin önemli şehri Iaşi’dir. Ülkenin başşehrinin yeraldığı Eflâk ise, Transilvanya Alpleriyle Bulgaristan sınırı arasındadır. Ülkenin tam orta bölgesinde yer alan Transilvanya’nın başşehriyse Cluj-Napoca’dir. Macaristan ve Yugoslavya sınırına dayanan kısım ise merkezi Timişoara olan ve düz, bataklık ve verimli bir yayla görünümündeki Banat bölgesidir. Ülkenin en doğusunda yer alan Dobruca’nın merkeziyse Canstanta (Konstanta) dır. Kuzey Tuna deltasından başlayan bölgenin ortası göllerle doludur. Güney bölgesiyse “Romanya Riviera”sı olarak bilinir ve burada pekçok plaj vardır.
İklim
Romanya’nın iklimi orta nemlilikte olan tipik bir kara iklimidir. İklim, geniş ölçüde, mevsimlere ve bölgelere göre farklılıklar gösterir. Yaz ayları kurak ve sıcak, kış ayları ise sert ve karlı geçer. Sonbahar mevsimi uzun sürerken, İlkbahar çok kısa müddetle kendini gösterir. Ocak ayı sıcaklık ortalaması yaklaşık -3°C ve haziran ayı sıcaklık ortalaması ise 23°C’ye yükselir. Ülkenin yağışı her yerde hemen hemen aynı olmakla berâber, doğu bölgeleri ve dağlık alanları diğerlerine göre biraz daha fazla yağış alırlar. Dağlık alanlarda yıllık yağış ortalaması yaklaşık 1270 mm ve Delta bölgesinde ise 380 mm civârındadır. Ülkenin genelinde ise yıllık yağış oranı 715 mm dolayındadır. Bahar aylarında sellere ve yaz aylarında kuraklıklara rastlamak mümkündür.
Tabiî Kaynakları
Ülkenin dörtte biri ormanlıktır. Ülke yüzölçümünün sâdece onda birlik bir bölümü çıplak dağlardan ve sulardan teşekkül etmiştir. Toprakların yaklaşık üçte birine yakın bir bölümü ekim için oldukça müsâittir.
Romanya’nın topoğrafik çeşitliliği, başkalığı oldukça dengeli olup, geniş ovalar, çok sayıdaki ırmak ve su yolları, verimli toprakları ve uygun iklimiyle dikkat çeker. Yoğun ormanlık olan dağlarda geniş ölçüde çayır alanları da vardır. Bu durum başta koyun olmak üzere hayvancılık için geniş imkânlar kazandırır. Sık ormanlar kereste kaynağı durumunda ve tepe etekleriyse bağ ve meyve bahçeleriyle dolu bölge hâlindedir.
Dağlar ve etekleri aynı zamanda demir ve tuz yatakları bakımından zengindir. Bundan başka, buralar, aşağı yukarı iki bin çeşit mineral kaynağına sâhiptir. Romanya, Rusya’dan sonra Avrupa’nın en çok petrol üreten ülkesidir. Ayrıca dünyâda nâdir olarak çıkarılan metan gazı(ural gazı) bakımından da oldukça zengindir.Ülkede çıkarılan diğer yeraltı zenginlikleriyse şunlardır: Kömür, linyit, demir filizi, manganez, krom, molibtenyum, bakır, kurşun, çinko, gümüş, altın, antimon, boksit, cıva ve uranyum.
Ülkede yetişen başlıca hayvanlar genel olarak koyun, sığır ve domuzdur. Dobruca bölgesi balık çeşitleri, kuş çeşitleri ve vahşi hayvanlar bakımından oldukça zengindir. Yaklaşık 60 çeşit balık ve 300’ü aşkın kuş çeşidi yetişir. Vahşi hayvanlardan daha çok kurt, kakum, yabânî domuza ve yabânî tavşana rastlanır.
Romanya, zengin ve dâimî akar nehir şebekesine sâhiptir. Başlıca nehirleri Tuna, Prut, Mureş, Someş, Iolomita, Siret ve Olt’tur. Çoğu nehirlerden hidroelektrik potansiyel ve Tuna ile Prut’tan da su yolu ulaşımı sağlanabilmektedir. Tuna Nehri, ülkenin Yugoslavya, Bulgaristan ve Rusya sınırlarını çizer ve doğuya doğru üç kola ayrılır. Sonra bataklık Tuna Deltasını meydana getirerek Karadeniz’e dökülür.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Ülke nüfusu 23.168.000 dolaylarındadır. Nüfus yoğunluğu yaklaşık 94’tür. Yıllık nüfus artışı % 1 civârındadır. Nüfûsun % 88’i Romen, % 8’i Macar ve % 2’si Alman’dır. Toplam nüfûsun yaklaşık yarısı şehir hayâtı yaşamaktadır. Ayrıca Ruslar, Tatarlar, Türkler, Yahûdîler, Bulgarlar, Çekler, Slovaklar, Yunanlılar, Ermeniler, Çingeneler ve Sırp-Hırvat-Sloven grupları da mevcuttur.
Halkın % 80’i Ortodoks, % 10’u Katoliktir. Ayrıca bir miktar Müslüman, Yahûdî, Kalvenist ve Lütherist de vardır. Resmî dil Rumencedir. Macarca ve Almanca da yaygın olarak kullanılır.
Halkın sosyal yapısı İkinci Dünyâ Harbi sonrası ülkeyi karartan komünizmden sonra çok değişmiş, özel mülkiyet ve hür irâde kalmamıştır. 1989’da komünist rejimin büyük bir sarsıntı geçirmesi Romanya’ya da yansıdı ve ülkede sosyalist rejime son verildi.
Ülkede okuma-yazma oranı % 98’dir. Genç nüfûsun % 70’i okul hayâtındadır. Ülkenin hayat standardı yüksek ise de, 1977’de 1300 kişinin ölümüne sebep olan Bükreş zelzelesinin inşaat ve endüstri sektörüne ağır bir darbe vurması ve gıdâ maddeleri yetersizliği ekonomide ciddi krizlere yol açmıştır.
Nüfûsun büyük bölümünü meydana getiren Romenler köken olarak eski Trakyalıların, Dakya kolundan gelirler. Daha sonra Roma idâresinin gelmesiyleRomalılaşmışlardır. Uzun yıllar Osmanlı idâresi altında yaşayan Romenler, Türk âdet ve an’anelerinin, hayat tarzının ve adâlet sisteminin tesiriyle, Osmanlı kültür potansiyelinden çok şeyler almışlar ve bunları günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Halkın bugün hazırladığı Türk yemeklerinde marmelât, çorba, tavuk suyu çorba, sarma, ızgara, kebab, sazan balığı, koyun sütünden yapılmış peynir, pastırma, havyar ve Türk sitili tatlılar bu dönemden arta kalan izlerdir. Ayrıca çay ve Türk kahvesi, Romenlerin alışkanlıkları arasına girmiştir.
Romanya’nın başşehriBükreş olup, ülkenin en gelişmiş şehridir. Diğer önemli şehirlerse; Brasov, Timisoara ve Konstanta’dır.
Siyâsî Hayat
Romanya, önceleri Sovyet Rusya kalkınma modelini benimsedi. Bununla beraber batı ülkeleriyle de dostâne ilişkiler içine girdi. Bu vesileyle çok güçlükle kazanmış olduğu özerkliğini korumayı başardı. İMF’ye 1971 yılında üye oldu. 1981 yılında dış borç miktarı 15 milyar doları geçti. SSCB’de Gorbaçov’la başlayan ve bütün Doğu Avrupa’yı saran glastnost (yenileşme) hareketinden Romanya da etkilendi. Bunu önlemek için zamanın Devlet Başkanı Nicola Ceausescu (Çavuşesku) baskı ve şiddet yönetimini daha çok sertleştirdi. 1989’da Temeşvar’da yapılan gösterileri kanlı bir şekilde bastırdı. Bunun üzerine Ordu halkın yanında yer aldı. Çavuşesku devrildi. Siyâsî etkinliği olan karısı ile birlikte kaçmak isterken yakalanıp kurşuna dizildiler. Böylece Romanya’da sosyalist rejim son buldu. Bir Millî Kurtuluş Cephesi Konseyi (MKCK) kuruldu. Konsey Başkanlığına geçici olarak İon İliescu getirildi. İlk serbest seçimlere geçilme kararı alındı. 20 Nisan 1990’da yapılan serbest seçimlerde İ. İliescu’nun başkanlığındaki MKCK, oyların büyük çoğunluğunu alarak yönetimi ele aldı. Romanya böylece parlamenter sisteme geçerek, serbest piyasa ekonomisini uygulamaya başladı.
Ekonomi
Ülke ekonomisinin % 80’i tarıma ve % 8’i endüstriye dayanır. Ülke topraklarının % 90’ı ekime müsaittir. Fakat Romanya’nın millî gelirinin ancak % 40’ına yakın bir bölümü tarımdan karşılanır. Ülke dünyânın önde gelen tahıl üreticisi devletlerinden biridir. En önemli tarım ürünleri mısır, arpa, buğday, şekerkamışı, üzüm ve meyvedir. Bundan başka yulaf, çavdar, sebze, ayçiçeği, soya fasulyesi, tütün, pamuk, kenevir ve keten de yetiştirilir. Koyun, sığır ve kümes hayvanları yetiştirilmesi yaygındır. Balıkçılık önemli bir gelir kaynağı olup, daha çok mersinbalığı ve sakallı tatlı su balığı avlanır.
Romanya dünyânın on dördüncü büyük makina yapımı ve metal işçiliği bakımından gelişmiş ülkesidir. Daha çok traktör, lokomatif, elektrikli âletler ve yol delme techizâtı yapılır. Endüstrisi esas olarak, demir ve çelik üzerine kurulmuştur. Bundan başka kimyâ sanâyii, inşâat malzemeleri, çimento, kereste ve odun endüstrisi, gıdâ sanâyii, tekstil ve kumaş dokuma, elbise ve ayakkabı îmâlâtçılığı, lastik eşyâlar ve petrol ürünleri endüstrileri mevcuttur.
Ülkede başlıca çıkarılan mâdenler; kömür, demir, petrol, metan gazı, boksit, manganez, kurşun, çinko, altın ve gümüştür. Romanya dünyânın onuncu tuz ve altıncı tabiî gaz üreticisidir. Fakat, tabiî gaz üretimi kömür ve demir ithâlâtına bağlı kalmaktadır.
Ülkenin para birimi Leu’dur. Turizm ülkenin önemli bir gelir kaynağıdır. İthâlâtının % 16’sını Rusya ile yapar. Diğer ithâlât yaptığı ülkeler ise Almanya, ABD ve Irak’tır. Romanya’nın toplam ihrâcâtının % 18’i yine Rusya iledir. Ayrıca Almanya’ya da ihrâcât yapmaktadır.
Romanya, hidroelektrik santralları ve su yolu ulaştırması bakımından müsâit bir ülkedir. 1972 yılında Yugoslavya ve Romanya arasında Tuna Nehri üzerinde kurulan “Demir Kapı” geçidi, dünyâdaki bu tip beş büyük projeden biridir. Ayrıca Bistrita, Olt ve Siret nehirleri üzerinde de hidroelektrik santralları kurulmuştur.
Ülkenin işçi gücünün tamâmına yakın bir bölümü iki alanda kullanılır. Bunlardan % 40’ını tarım ve % 25’lik bir bölümünü de endüstri istihdam eder.
Ülkenin bütün ulaştırma ve haberleşme sistemleri devlet kontrolü altındadır ve yalnız devlet yapar. Demiryollarının sâdece % 8’i elektriklidir ve % 10’u çift hatlıdır. Son yıllarda karayolu ulaştırma sisteminde gelişmeler görülmüştür. Karayolları daha çok Transilvanya bölgesinde yer alır. Nehir ve kanallarından önemli ölçüde ulaşım yapılır. Tamâmen devlete âit olan Tarom Havayolları hem içte hem de dışta hava ulaşımını sağlamaktadır. Ülkenin başlıca büyük limanları; Galati, Konstanta ve Broilo’dur.
Alm. Rheuma (-tismus m) (n), Fr. Rhumatisme (m), İng. Rheumatism. Ağrı ve hareket sınırlanması yapan eklem ve bağ dokusu iltihaplarının genel adı. Romatizma, iltihâbın cinsine ve tuttuğu yere göre özel adlar alır. Meselâ: Ateşli romatizma, romatoid artrit ve gut gibi.
Tıp dilinde romatizma, herhangi bir eklemle ilgili bir hastalık veya hastalık belirtisidir. Günlük konuşmada ise bu terim geniş bir belirtiler dizisi için kullanılır. Bu dizide ortak olan şey ağrı, kol, bacak, boyun ve gövdenin hassaslığı veya sertliğidir. Romatizmal ağrılar, ya eklemleri çevreleyen kemiklerin, kasların, dokuların anormal durumlarından veya sinirlerin hastalanmasından ileri gelir. Romatizmanın en çok rastlanan şekilleri aşağıda açıklanmıştır.
Ateşli Romatizma
Beta hemolitik streptokok grubu mikroplarla olan, âni, sinsi, alevlenmelerle seyreden, eklemleri, kalbi, sinir sistemini, böbrekleri tutan bir hastalıktır. İki yaşın altında görülmez. En sık 6-9 yaşlar arasında rastlanır. Irklar arasında fark gözetmez. Sosyo-ekonomik durumu düşük olan topluluklarda sık görülür. Hastalığın rutubetle ve soğukla ilgili olduğu da bilinmektedir. Kış sonuna doğru ve ilkbaharda daha çok kendini belli eder. Yine bu aylarda üst solunum yolları enfeksiyonlarının fazla görülmesi de romatizma oranını arttırır.
Belirtileri: Romatizmal ateş (ateşli romatizma) ortaya çıkmadan 2-3 hafta önce bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirilmiş olması sıktır, fakat bu kâide değildir. Hiçbir ön belirti olmadan da ateşli romatizma ortaya çıkabilir. Belirtiler asıl ve tâlî belirtiler olmak üzere iki kısımda incelenir.
Asıl belirtiler:
1. Kardit (Kalp iltihâbı): % 50-75 vak’ada ilk üç haftada olabilir. “Romatizma, eklemleri yalar, kalbi ısırır” deyişi bilinen ve çok söylenen bir atasözüdür. Ateşli romatizma, kalp kapakçıklarında darlık ve yetmezlik yapabildiği gibi, kalbin dışını kaplayan perikard zarını da hastalandırabilir. Kapakçıkların hastalanmasında kalp yetmezliği ortaya çıkar, hastaların aşırı hareketlerinde nefes darlığı olur, parmak uçları ve dudaklarında morarmalar ortaya çıkar. Eklemlerdeki bozukluklar geçici olabilir, ancak bu sırada kalpte tutulma ortaya çıkmışsa, kalp kapak bozuklukları kalıcıdır.
2. Poliartrit (Eklemlerde ağrı ve şişme): Eklemlerdeki, şişme ve ateş birdenbire başlamaz. Önce bâdemciklerde iltihaplanma, boğaz ağrısı veya nezle hâli görülür. Bu belirtilerden sonra hasta iyi olduğunu zannettiği veya hafif bir kırıklık hissettiği anda yeniden alevlenme olur. Ateş, 39-40 dereceye kadar yükselir. Nabız hızlanır. Bundan sonra en fazla yorulan eklemlerde şişme, ağrı ve kızarıklık başgösterir. Bunlar büyük eklemlerdedir ve genellikle vücûdun iki tarafındaki eklemler aynı anda hastalanır. Ağrının bir eklemden diğerine geçmesi, iyileşen bir eklemin yeniden hastalanması mümkündür.
3. Korea (Gayriirâdî, Gâyesiz hareketler): % 15 vak’ada ve özellikle kaslarda ortaya çıkar. Sebepsiz gülme, elindekini düşürme, genel bir sakarlık, yazının çirkinleşmesi, belli başlı görülebilecek hâdiselerdir. Bu durum romatizmal olayın beyin dokusu üzerinde de etkili olduğunu göstermektedir.
4. Eritema marginatum: Pembe renkte, harita görünümünde, ciltten kabarık, gövde, kol ve bacaklarda olabilen ve % 50 vak’ada görülebilen döküntülerdir.
5. Cilt altı şişkinlikleri: Eklemlerin dış yüzlerinde, cilt altında, mercimek büyüklüğünde, dokunmakla hissedilen, romatizmal ateşin ilk haftasında görülebilen yumrucuklardır.
Tâlî belirtiler:
Ateş: 38, 39 derece civârında seyreder. Genellikle öğleden sonraları olmak üzere, haftalarca devam eder. Ateş, genellikle avuç ve tabanlarda daha fazla olmak üzere bol terleme ile sonlanır.
Ayrıca romatizma sırasında, böbrek iltihâbı (nefrit), barsak bozuklukları ile apandisit belirtileri de görülebilir. Hastada devamlı zayıflama olur. Zayıflamanın durması veya yeniden kilo almaya başlama, iyileşmenin alâmeti olarak kabul edilebilir.
Romatizmanın teşhis edilebilmesinde en önemli husus, aynı belirtileri verebilen diğer hastalıklardan tefrik edilmesidir. Kesin teşhis için, iki asıl belirti veya iki tâlî, bir asıl belirti bulunması yeterlidir.
Ateşli romatizma, çeşitli organlarda birçok arazlar meydana getirdiği için tedâvisi de bunlara yönelik olmalıdır. Hastalığın tedâvisinde dikkat edilecek husus, ağrıyı hafifletmek, beslenmesine dikkat etmek, dinlenmesini sağlamaktır. Ağrı kaybolsa bile istirahat devam etmelidir. Soğuktan kesinlikle kaçınılmalıdır. Yatakta sürekli yatma sebebiyle deride yaralar açılmasını önlemek için, yatakla temas eden yerlerine talk pudrası sürülmelidir. Hastanın vücudundaki zararlı mikrop ürünlerinin ve ortaya çıkan metabolizma artıklarının temizlenmesi için bol su ve sulu gıdâlar verilmelidir. Hastaya verilecek gıdâların, yüksek kalorili ve kolay sindirilebilir olmasına dikkat edilmelidir.
Antibiyotik tedâvisinde kullanılan en önemli ilâç penisilindir. Buna allerjisi olan şahıslar için streptokoklara etkili diğer antibiyotikler denenebilir. Romatizmada kalp bozukluğu dışındaki diğer bütün belirtiler için aspirin kullanılır. Aspirinin zararlı etkileri unutulmamalı, kullanım sırasında, kulak çınlaması, sağırlık, bulantı, kusma gibi belirtiler ortaya çıkarsa hemen kesilmelidir.
Romatizmanın iyileşmesini tâkip eden devre, çok dikkat edilmesi gereken bir devredir. Hastanın yataktan kalkabilmesi için ateş düşürücü ilâç kullanmamak şartı ile ateşin en az iki hafta normal sınırlarda seyretmiş olması gerekir. Bu zaman içinde, vücut ağırlığı ve kalp atışları da normale döner.
Hastanın yataktan kalktığı ilk günlerde yapacağı hareket, oda içinde koltuğa kadar gidip, oturması ve bir süre oturduktan sonra tekrar yatağına dönmesidir. Sonraları yorgunluk hissedene kadar yavaş yavaş yürümesine ve daha sonra da merdiven çıkmasına izin verilir. Hastalıktan sonra eklemlerde kalan şekil bozukluklarının düzelmesi için fizik tedâvi tavsiye edilir.
İhtiyarlık Romatizması (Artroz)
Halk arasında ihtiyarlık romatizması veya kireçlenme olarak tâbir edilen bu hastalıkta, eklemlerde ve kemiklerde yaşlılıktan ileri gelen şekil bozukluğu mevcuttur. Özellikle diz eklemlerinde hareketler ağırlaşır ve her harekette kıtırtı şeklinde sesler duyulur. Hareketli yaşayanlarda kireçlenme ihtimali olması daha azdır. Tedâvisinde ağrı kesici ilâçlar kullanılır. Bunun yanında kaplıca tedâvisi ve fizik tedâviden de fayda görenler az değildir.
Romatoid Artrit
Genellikle 20-45 yaşları arasındaki kadınlarda görülür. Sebebi bilinmeyen hastalık, alevlenmelerle devam eder. En fazla el ve ayakların küçük eklemleri ve köprücük kemiği ile göğüs kemiği arasındaki eklem etkilenir. Eklemlerde şişme, hareket sınırlanması ve ağrı olur. Bâzan büyük eklemler de hastalanır ve bunları hareket ettiren kaslarda erime göze çarpar. Eklemler, simetrik olarak hastalanır ve deri altında ufak tânecikler ele gelebilir. Hastaların eklemlerinde sabah sertliği vardır. Ellerini açmakta zorluk çekerler, çay içerken bardağı ellerinden düşürürler. Hastalığın aktif devresi süresince yüksek olmayan bir ateş vardır. Zamanla eklem çevresindeki dokular şişer, hareket çok güçleşir ve şekil bozuklukları belirir.
Hastalığın başlangıç devresinde dinlenme, tedâvinin esâsını teşkil eder. Aspirin, fenilbutazon, gibi ilâçların, altın zerklerinin faydası olmaktadır. Şekil bozukluklarını önlemek ve eklemleri mümkün olduğu kadar hareketli tutmak için fizik tedâvi usullerinden faydalanmalıdır.
İkinci Dünyâ Savaşında “Çöl Tilkisi” olarak isim yapan, başarılı bir Alman Generali. Erwin Johannes Eugen Rommel, 15 Kasım 1891 senesinde Heidenheim’de doğdu. 1910 senesinde 124. PiyâdeAlayına teğmen rütbesiyle katıldı. Birinci Dünyâ Savaşında Bulgaristan, Fransa ve İtalya’da ön saflarda görev yaptı. Savaştan sonra, Dresden Piyâde Okulunda, Potsdam Harp Akademisinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bu sırada yazdığı taktik kitabı Infanterie Greift An, Piyâde Hücum Ediyor 1937 senesinde basıldı.
İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında Prag’a girerken ve Polonya işgâl edilirken Hitler’in korunma hizmetlerini yerine getirdi. 1940 senesinde Fransa içlerine ilerleyen Yedinci Tank Tümeni Komutanı olarak görevlendirildi. 1941 senesinde tümgeneralliğe yükseltilerek Libya’daki Alman birliklerinin başına getirildi. 21 Haziran 1942 senesinde ise Mısır’da İngilizlere karşı kazandığı başarı üzerine, Alman Ordusunda en genç general olarak orgeneralliğe getirildi. Fakat Kuzey Afrika’ya gelen yeni kuvvetler Rommel’in İskenderiye’den tekrar Tripoli’ye çekilmesine sebep oldu. Tripoli’den de Tunus’a çekildiği sırada 5 Mart 1943’te hastalandığı için Almanya’ya döndü. 1944 senesinde Hollanda ve Paris arasındaki Alman kuvvetlerinin başkomutanlığına getirildi. Normandiya Çıkarmasına mâni olamadı ve burada ağır yaralandı.
14 Kasım 1944 senesinde, Nazileri tenkit ettiği ve Hitler’e suikast yapacağı iddiası ile tutuklandı. Ölüm tercihi olarak kendi isteğiyle zehir içirilmek sûretiyle öldürüldü. Onun ölümü üzerine Hitler genel yas îlân ettirdi ve askerî tören yaptırarak cenâzesini defnettirdi.
İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında Amerika BirleşikDevletlerinin otuz ikinci başkanlığını yapan devlet adamı. 1930’lardaki ekonomik krizlerin çözümünde tâkip ettiği politika ile hükûmetin başarılı olmasında ve krizin çözülmesinde büyük rolü oldu. Japonların, 7 Aralık 1941 günü Pearl Harbor’da Amerikan donanmasını hava hücumu ile yakmasından sonra savaşa tam ağırlıklı olarak girmeye karar verdi. Birleşmiş Milletler Teşkilâtının kurulmasına önayak oldu. 1933 senesiyle 1945 senesi arasında peşpeşe üç defâ başkanlık seçimini kazandı.
Roosevelt, 30 Ocak 1882 günü New York Hydpe Park’ta dünyâya geldi. Babası demiryolu, kömür işletmelerinde bir kısmın başkanıydı. Roosevelt’in gençliği zenginliğin vermiş olduğu imkânlarla çok lüks bir şekilde geçti. Eğitimini özel olarak evde, Fransa ve Almanya’da yaptı.
Kuzeni olduğu başkan Theodore Roosevelt, Franklin Roosevelt’i politikaya sevk etti. 1911 senesinde 29 yaşındayken Albny’den New York senatosu seçimini kazandı. 1913 senesinde demokrat başkan adayı Wilson hesâbına yapmış olduğu çalışmalar netîcesinde, Wilson’un en yakın adamlarından oldu. Birinci Dünyâ Savaşı esnâsında başlayan Wilson’un emrinde deniz aşırı bahriyeye âit üsleri gezdi ve iyi bir idâreci olarak kendini gösterdi.
1920 senesinde başkan yardımcısı olarak girdiği seçimi kaybetti. 1928 senesinde çok başarılı New York Vâlisi Smith’i mağlup etmeye muvaffak oldu. Cumhûriyetçilerin merkeziyetçi tutumuna karşı bir politika tâkip ederek köylü ve çiftçinin vergilerini hafifletti, tüketiciye daha ucuz imkânlar temin etti. Bu politikası ile 1930 senesinde büyük bir oyla tekrar New York Vâliliğine seçildi. 1932 başkanlık seçimine, ekonomik krizlere getireceği çözümleri anlatarak girdi ve kazandı.
Roosevelt, başkan seçildiği vakit bankaların çoğu kapanmış, üretim 1929 senesine nazaran yüzde 44 azalmış, 13 milyondan fazla kişi işsiz kalmış, çiftçiler zor duruma düşmüşlerdi. Roosevelt kendisini destekleyen cumhûriyetçilerden de kabinesine bakanlar alarak ekonomiyi düzeltme faâliyetlerine başladı. Pekçok reform gerçekleştirdi.
Roosevelt, 1936 senesinde ikinci defâ başkan seçildi. İkinci Dünyâ Harbinin başlamasından sonra Avrupa’nın büyük bir kısmını Almanların ele geçirmesi Amerika’nın çıkarlarına ters düştüğü için, Fransa ve İngiltere’ye yardım etti. 1940’ta yapılan seçimleri kazanarak üçüncü defâ başkan oldu. Bu arada İmparatorluk sınırlarını genişletmek için Alman ve İtalyanlar yanında İkinci Dünyâ Savaşına iştirak eden Japonlar, ABD’nin Pearl Harbaur’daki donanmasını hava baskını ile yaktılar.
Bunun üzerine Roosevelt’in Japonlara savaş îlânı için kongreye sunduğu teklif kabûl Edildi ve ABD de savaşa girmiş oldu. Roosevelt, bu savaşlarda Churchill ve Stalin’le Kasım 1943 senesinde Tahran’da, Şubat 1945 senesinde de Yalta’da iki defâ biraraya gelerek anlaşmalar yaptı. Avrupa’da Almanların teslim olmasından sonra Japonya’nın inatla savaşa devam etmesi üzerine Atom bombasının üretimine karar verdi. 1945’te Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima şehirlerine attırdığı iki atom bombası ile savaşın sona ermesini sağladı.
Roosevelt, 1944 senesi seçimlerini de kılpayı farkla kazandı. Sıhhati çok bozulduğu için, Yalta Konferansı dönüşü istirahat etmek için gittiği Warm Spirigs’te 12 Nisan 1945’te öldü.