RODOS’UN FETHİ

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın, Rodos şövalyelerinin elindekiRodos ada ve şehrini 29 Aralık 1522’de ele geçirmesi.

Anadolu’nun güneybatısında bulunan Rodos Adası, ilk olarak 672 yılında hazret-i Muâviye zamânında Bizanslılardan alındı. Ada, 680’de tekrar Bizanslılara geçti. Daha sonra Akka’dan kovulan Hospitalier şövalyeleri buraya yerleştiler (1291). Hıristiyanların en kuvvetli ileri karakolu oldu. Anadolu ve Mısır’a yönelik Haçlı seferlerinde üs olarak kullanıldı. Fethi için birçok seferler düzenlendiyse de muvaffak olunamadı. Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında fethe yaklaşıldı ise de yine muvaffak olunamadı (1480). Cem Sultan’ın Rodos şövalyelerinin eline geçmesi, onları daha da azgınlaştırdı. Bâyezîd Handan sonra tahta geçen Yavuz Sultan Selim Hanın Mısır’ı fethetmesiyle Rodos’un önemi daha da arttı. Anadolu’dan Mısır’a giden deniz yollarının emniyetinin tam olarak temin edilmesi artık kat’î bir zarûret hâlini almıştı. Yavuz Selim Han bu maksatla hazırlıklara girişilmesini emretti. Ömrünün vefâ etmemesi yüzünden, Rodos’un fethi oğlu Kânûnî Sultan Süleymân Hana kaldı.

Kânûnî, Belgrad’ı fethettikten sonra, Avrupalıların kendi içişleriyle uğraşmalarından da istifâde ederek, Rodos’u fethetmeye karar verdi.

Kânûnî’nin bu niyetini öğrenen şövalyelerin başı Vilye dö Lil Adam, hazırlık yaparak, şövalyeleri topladı ve yiyecek stoku yaptı.

Seferin serdârlığına İkinci Vezir Mustafa Paşa tâyin edildi. 300 harp ve 400 nakliye gemisinden meydana gelen donanmanın sevk ve idâresi ise, Barbaros Hayreddîn Paşanın yanında yetişen meşhur amirâl Kurdoğlu Muslihiddîn Reis’e verildi. 4 Haziran 1522’de İstanbul’dan donanmayla harekete geçen Mustafa Paşa, 24 Haziran’da Rodos’a geldi. Kânûnî Sultan Süleymân ise, 16 Haziran’da kapıkulu ve eyâlet askerleriyle birlikte İstanbul’dan kara yoluyla harekete geçti.

Mustafa Paşa, Rodos’a gelince, gemi kaptanlarıyla ve Kurdoğlu Muslihiddîn Reis’le görüşerek, adanın yardımına gelmesi muhtemel Avrupa gemilerine karşı limanın îcâb eden yerlerine muhâfaza gemileri koyduktan sonra, Öküzburnu mevkiinden karaya asker çıkardı. Rodos şehrinin etrâfına metrisler kazılıp getirilen büyük muhâsara topları yerleştirildi.

Kânûnî, Kütahya yoluylaMarmaris’e, oradan da gemilerle Rodos’a çıktı (28 Temmuz). Teslim teklifinin şövalyeler tarafından reddi üzerine, Ağustosun birinci günü kale dövülmeye başlandı.

Bütün Ağustos ayı, karşılıklı top ateşi ve yine karşılıklı lağım açmakla geçti. Açılan top ateşiyle kalede mühim tahribât yapılmasına rağmen, bu tahribât kısa zamanda düşman tarafından kapatılıyordu. Türk lağımcılarının devamlı Rodos burçlarının altına açtıkları lağımlar, Avrupa’nın en meşhur mühendisi olup, şövalyelere yardıma gelen Gariele Martinengo’nun mukâbil lağımlarıyla karşılaşıyor ve yer altında korkunç boğuşmalar oluyordu.

Bu sırada, 4 Eylül günü İleki Adasının da Kara Mahmûd Reis tarafından zaptı haberi geldi. Kahraman Reis, kendisi de ön saflarda çarpışırken şehit olmuş, fakat ada ele geçirilmişti. 6 Eylülde ise Rodos’un kuzeybatısında bulunan İncirli Adası teslim oldu.

Mısır Beylerbeyliğine tâyin edilen Mustafa Paşanın yerine Ahmed Paşa serdâr oldu.

Bu günlerde Rodos Kalesinin İngiliz Burcunun güney kısmı başarılı bir Türk lağımı ile havaya uçuruldu. Şövalyelerin topçu generaliyle Üstâd-ı âzam (Rodos şövalyelerinin başı)ın alemdârı da ölüler arasındaydı. Eylülün 12’sinde yapılan bir hücumda bu burca beş zafer bayrağı dikildi. 24 Eylülde yapılan umûmî hücumda Yeniçeri Ağası Bâli Ağa, İspanyol Burcuna girip, Türk bayrağını burcun tepesine diktiyse de netîce alınamadı.

10 Aralığa kadar şiddetli top atışları, lağımlar ve sık sık tekrarlanan umûmî hücumlarla kale iyice yıpratıldı. 18 Aralıkta yapılan bir umûmî hücumda şövalyeler şehir içindeki istihkâm ve hendeklerin arkasına çekilmeye mecbur kaldılar ve artık mukâvemet etmenin imkânsızlığını da anladıklarından kaleyi teslim etmeyi kabul ettiler (20 Aralık 1522).

Teslim şartları arasında; şövalyelerin eşyâ ve top dışındaki silahlarını alıp, on gün içinde Rodos’tan ayrılmaları; bu günler zarfında şehirdeki istihkâmların 4000 yeniçeri tarafından emniyete alınması ve asıl kuvvetlerin iki kilometre mesâfede beklemesi yer alıyordu. Kalenin boşaltma işlemlerinden sonra şövalyeler, Üstâd-ı âzam gemilerine binip gittiler. Rodos Kalesiyle berâber Oniki Adanın tamâmı ve şövalyelere âit olan Bodrum da Osmanlı Devletine bırakılmıştı. Osmanlı Devletine 20.000’den fazla şehide mâl olan bu fetihten sonra, Kânûnî Sultan Süleymân Han, 29 Aralıkta şehre girip kaleyi gezdi. 2 Ocak Cumâ günü ise, câmiye çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cumâ namazını kıldı. Nâmına okunan hutbeyi dinledi. Aynı gün adadan ayrılıp Marmaris’e geçti.

3 Ocak günü Aydın, Midilli, Karasi, Menteşe, Saruhan sancakbeylerine, Anadolu Beylerbeyi Kâsım Paşanın nezâretinde Rodos’taki inşâat, îmâr ve iskân işleri bitinceye kadar adada kalmalarını emredip, İstanbul’a döndü. Rodos’a derhâl Türk göçmenleri yerleştirilmeye başlandı. Ada bir sancak yapılıp, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyâletine bağlandı. Sancakbeyi olarak Mehmed Bey tâyin edildi. Bundan sonra birçok câmi, imâret, mektep, medrese ve yol yapılıp ada îmâr edildi.

RODYUM

Alm. Rhodium, Fr. Rhodium, İng. Rhodium. Platin grubu metallerinden bir element. Rh sembolüyle gösterilir. Tabiatta, platinle berâber, platinin onda biri nispetinde bulunur. Rodyum, atom numarası 45, atom tartısı 102.91, erime noktası 1966°C, kaynama noktası 4500°C ve yoğunluğu 12.4 g/cm3 olan sert bir metaldir. Elektron düzeni [Kr]4d85S1 dir. Bileşiklerinde 2+’dan 8 +’ya kadar değerlikler alabilmekle berâber çok görülen ve kararlı olan 2+ ve 3+ değerlikli bileşikleridir.

Rodyum, nitrik asit veya hidroklorik asitten etkilenmediği gibi, bunların karışımı olan altın suyundan da etkilenmez. Elementel flor etki eder. Bundan başka eritilmiş peroksit, alkali siyanürle sülfatlardan etkilenir. Rodyumun 3+ tuzları çeşitli kompleks iyonlar verir.

Rodyum, hem sert hem de kırılgan bir metal olduğu için, işlenmesi özel bir teknik ister. Rodyum, takribi 800°C civarında işlenip, tel hâline getirilebilir. Saf metal oda sıcaklığında ve bütün atmosfer şartlarında parlak halde kalır. Toz hâlindeki metal ısıtıldığında, hava etkisiyle rodyum seskioksit (Rh2O3) meydana gelir.

Rodyum, platin gibi kaplamada kullanılabilen bir metaldir. Rodyum kaplama, gümüş kuyumculuğunda, özel reflektörlerde, fennî cihazlarda, elektrik kontaklarında (özellikle slayd kontaklarında) ve radyo gibi cihazların muhtelif elemanlarında kullanılır. Rodyum, platine az miktarda katıldığında platinden daha sert ve yüksek sıcaklıklarda platine göre ağırlığı daha yavaş azalan alaşımlar elde edilir. Bu alaşımlardan da kimyâ laboratuvarlarında kullanılan krozeler elde edilir. % 10 rodyum bulunduran rodyum-platin alaşımı termik çift yapımında kullanılır. 660°C-1063°C arasındaki milletlerarası sıcaklık ölçeği bu termik çiftin elektromotor kuvvetiyle tanımlanır.

ROKA (Eruca sativa)

Alm. Raukenkohl (m), Fr. Roquette (f), İng. Rocket. Familyası: Turpgiller (Cruciferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kültür bitkisi olarak yetiştirilir.

Bir veya iki yıllık otsu bitkiler. Yapraklar toplu, dişli kenarlı ve tüylüdür. Çiçekler sarımtrak veya beyazımtrak olup, üzerleri morumsu damarlıdır. Sebze olarak bahçelerde yetiştirilir. Sert kokulu ve baharatlı bir bitkidir. Kök ve tohumdan üretilir. Bol sulak yerlerde yetişir.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin yaprakları yakıcı, lezzetli bir uçucu yağ ihtivâ eder ve C vitamini taşır. C vitamini miktarı oldukça yüksek olup, 100 gram tâze yaprakta takriben 150 mg kadar bulunur. Roka yaprakları daha çok sonbahar ve kış aylarında salata olarak kullanılır. İştah açıcı, uyarıcı, kuvvet verici ve öksürük kesici özelliği vardır. Tohumları da aynı etkileri gösterir.

ROKET

Alm. Rakete (f), Fr. Roquette (f), İng. Rocket. Roket motoruyla çalışan uçucu araç. Roket motoruna da kısaca roket denir. Roketlerin füzelerden farkı, roketlerin sâdece roket motorlarıyla, füzelerin ise hem roket motorları hem de herhangi bir jet motoru (ramjet, pulsjet, turbojet) ile tahrik edilebilmesidir.

Roket motorları: Roket motorları hem yakıtı hem de yakıtın yanmasını sağlayan oksitleyici maddeyi bünyesinde bulundurur. Dış atmosfer havasına ihtiyaç duymaz. Bu sebeple dış çevreye bağlı olmadığı için boşlukta dahi çalışabilir. Esas olarak katı ve sıvı yakıtlı olmak üzere iki çeşide ayrılırlar.

Katı yakıtlı roket motorlarının değişik büyüklükte olanları vardır. Yapıları basittir. Silindirik bir basınç kabı ve bunun içinde bulunan yakıt oksitleyici karışımı, egzost ve ateşleyiciden ibârettir. Yakıt ve oksitleyici (nitrogliserin ve nitroselüloz) ya ayrı ayrı bulunur veya oksitleyici yakıt içine gömülmüş kompozit haldedir. Kompozit yakıt-oksitleyici, roket gövdesine dökülerek doldurulabilir. Bu şekilde çok ince ve hafif yapılı roketler yapmak mümkündür.

Sıvı yakıtlı roket motorları, balistik füzeleri ve uzay araçlarını çalıştırmak için (tahrik etmede) kullanılır. Yakıt ve oksitleyici oksijen, tanklarda sıvı olarak depo edilir. Pompa, boru ve valflerden sonra karışan yakıt ve oksijen yanma odalarına sevk edilir. Yakıt olarak benzin gibi hidrokarbonlar, JP-4 ve alkol kullanılır. Roketlerde yakıttan istenen en önemli özellik tepkinin maksimum olması için yüksek sıcaklıklarda hafif olmasıdır. Bunu sağlayan en iyi yakıt hidrojen olmasına rağmen, yoğunluğu düşük olduğundan, çok büyük tanklar ve pompalara ihtiyaç göstermektedir. Bu sebeple hidrojen, yüksek performanslı büyük araçlar için uygun bir yakıttır.

Diğer bir roket motor tipi olan nükleer roket motorlarında, egzozdan çıkarak tepki sağlayan bir akışkan mevcuttur. Depoda sıvı olarak bulunan bu akışkan bir nükleer reaktörden geçerek sıcak gaz hâline gelir ve enerjisi artar. Hidrojen bu motorlarda elverişli bir akışkan olmasına rağmen, amonyak daha yoğun bir gaz olduğundan amonyağın depolanması daha kolaydır.

Sezyum, sodyum veya lityum gibi bir alkaliyi ısıtmakla elde edilen iyonların hızlandırılarak egzozdan atılması sûretiyle tepki elde etmeye yarayan iyon motorları da bir tip roket motorudur. Bu motorlar uzay araçlarının uzayda manevra yapmasında kullanılır.

Bir rokette motorlar tek veya kademeli olarak birden fazla da bulunabilir.

Roketlerin târihi: Barutla, roketin kullanılması hemen hemen aynı târihlere rastlar. M.S. 1200’lerde Çinlilerin kâğıtlara sardıkları kara barutu roket gibi kullandıkları iddia edilmektedir. Kayıtlara geçmiş ilk roketin kullanıldığı yer, 1232 târihli Kayfeng Kuşatmasıdır. Avrupa’da ilk rokete 1258’de Köln’de rastlanmaktadır.

1258’den îtibâren 20 sene içinde Avrupa’da Roger Bacon, Albertus Magrus gibi isimler roketle ilgilenirken birçok Arapça kitaplarda roketler hakkında geniş mâlûmat mevcuttur. Bu târihlerde roketler, kara muharebelerinden çok, yelkenleri yaktığı için deniz muhârebelerinde kendini gösterdi.

Hindistan-Seringapatan’da 1792-1798 yılları arasında cereyan eden savaşlarda Haydar Ali ve ordusuna âit roketler sebebiyle çok kayıba uğrayan İngilizler, silâh olarak kullanılabilecek roket îmâli için çalışmaya başladılar. Birkaç sene sonra roketlerin menzili 200 m’den 3000 m’ye ulaştı. Congreve’nin roketleri ilk defâ 1805’te Boulogne’de deniz taarruzunda kullanıldı. Bu dönemde birçok Avrupa devleti roket birlikleri kurdu.

1846’da William Hale, uçuş esnâsında roketlerin egzoz kısmına üç küçük meyilli metal taktı. Bu küçük kanalcıklar vâsıtasıyle roket dönerek gidiyor ve daha isâbetli oluyordu. Birinci Dünyâ Harbinde Fransızlar, Almanların topçu ileri gözetleyicisi olarak kullandıkları balonları düşürmek için katı yakıtlı roketleri kullanırken, Almanlar da bunların daha geniş ve ipli olanlarını kullandılar. Fakat bu arada özellikle tahrip maksatlı roketler üzerine yoğun çalışmalar yapılıyordu. Daha sonra Fredrich Krupp’un firması tahrip maksatlı roketlerin seri îmâlâtına başladı. Bu roketlerde yakıt % 50 nitrogliserin, % 41 nitro selüloz, % 9 karbonitten meydana geliyordu. İngiltere, Almanya ve Amerika’da da yakıt tipleri üzerine geniş araştırmalar yapılıyordu.

İkinci Dünyâ Savaşı yıllarında özellikle Amerika’nın geliştirdiği AT-M1 roketi, en gelişmiş bir antitank roketiydi. İlk defâ 1943 senesinde Tunus’a karşı kullanıldı. “Bazuka” adı ile anılan bu roket 50 cm boyunda ve 5.9 cm çapındaydı. Tesirli menzili 180 m olan bu rokete yeni keşfedilen “Munroe Prensibi” ile çalışan patlayıcı konulunca beton ve çelik zırhlar delinebilmiştir. Bu roketin daha kuvvetli ve daha gelişmiş tipi olan 8.75 cm’lik roket ilk defâ Kore’de denendi. Daha sonra 11.25 cm’lik M-8 roketleri seri halde îmâl edilmeye başlandı. 12.5 cm’lik HUAR, 18 cm’lik denizcilerin kullandığı tahrip roketleri ve 16.25 cm’lik uçak roketi RAM bu gelişmeleri tâkip etti.

İkinci Dünyâ Harbi yıllarında İngiltere’nin 9.25 cm “Z” roketleri, Rusların Katusha adlı roketleri, Almanların “Nebelwerger 41” ve “Rhenbote” adlı roketleri kullanıldı. Japonların ise bu sırada roketleri pek gelişmiş değildi.

Savaştan sonraki 10 sene içinde 1000 kg katı yakıtlı roketler yapılmıştır. Katı yakıtlı roket yardımcı kalkış elemanları “RAKE”ler üzerinde yapılan uzun araştırmalar sonucunda büyük gelişmeler kaydedildi. Bundan sonra Almanya’da sıvı yakıtlı RAKE’ler üzerinde çalışıldı.

Sıvı yakıtlı roketler, 1937’den sonra yaygınlık kazanmaya başladı. Bu çalışmaları Amerikalı fizikçi Robert Hutehings Goddard (1882-1955) başlattı. 1935 senesinde yapılan deneyler başarılı oldu. Bu çalışmalar Avrupa’ya da sıçradı. 1950’lerin ortalarına kadar 15 değişik ülkede 20 roket tekamül heyeti ortaya çıktı. Çalışmalar hızlandı ve bakışlar fezâya yöneldi.

Alman roketleri: 1932’ye kadar sivil hayatta geliştirilmeye çalışılan sıvı yakıtlı roketler bu târihten sonra askerî sahada yerini aldı. Bu maksatla yapılan çalışmalar sonunda A1-A2-A3-A5 ve 1942’de A4 roketleri yapıldı. 8 Eylül 1944’te Hollanda’dan İngiltere’ye V2 roketleri atılmaya başlandı. V1 roket değil, insansız bir jet bombasıydı. V2 roketlerinden 1300 kadar atıldı. 1115’i İngiltere’ye ulaştı. 2724 kişi öldü. V2 roketlerinin menzili 300 km’yi buluyordu.

ABD roketleri: İkinci Dünyâ Savaşından sonra 80 adet A4 roket parçası toplandı ve bunların ışığında Meksiko City’de çalışmalara başlandı. Çalışmalara, dâvet edilen General Dornberger ve Dr. Van Broun da katıldı. A4’ler ve bundan sonra da Viking’ler üretilmeye başlandı. Viking’lerin son tipinin menzili 1954’te 158 mile ulaştı. Daha sonra 400 km ve 1956’dan sonra da Bumper, Jupiter C, X-17 ve Farside roketleriyle de 5000 km’ye ulaşıldı. Farside roketi 2400 m yüksekte bir balondan fırlatılan 4 bölmeli bir rokettir.

Amerika’da yapılan bu çalışmalar, dünyâ yörüngesine gönderilen roketlerle ve en sonunda da Ay’a ulaşmaya kadar devam etmiştir. Başlangıçtan îtibâren fezâ çalışmalarında kullanılan roketler şöyleydi: Scout, Eksplorer, Son Marco(Ther-Agena-D), Agena-D, Alouette, DeHA, TAD, Atlas D, Centour, Titan II, TitanIII-c, Saturn I, Pegasus I, Apollo serisi, Saturn I B, Satürn II, Satürn IV B ve nihâyet Satürn V 91.000 kg itme gücüne sâhip 177 kilometrelik yörüngeye 120 tonluk yükü yerleştirebilecek kapasitedeydi.

Bu arada “roket uçakları” üzerinde çalışmalar devam etti. İlk çalışmalar Almanya’da başladı. Planörlerle başlayan çalışmalar, sırasıyla HE-176 uçağı, HE-112, Me-163, Me-163A, Me-163B ve Notter uçağı ile devam etti.

İlk Amerikan roket tayyaresi Nortrop MX-324 idi. Daha sonra X CAL-200, MX-324, Bell X-1, X-1, B-29 bomber, uçakları yapılarak 2000 metreye ulaşıldı. Bu da yetmedi. Skyrocket, X-1A, X-Z ve X-15’ler yapıldı. X-15’ler saatte 6500 km hıza ulaşmış, 9500 m yüksekliğe çıkmıştır.

Amerika, uzay araçlarını fırlatmak maksadı ile katı yakıtlı Scout ve Agena D roketlerini yaptı. Daha sonra yapılan Delta roketleri sıvı yakıtlıdır. Bu roketler dört kademelidir. Tiros ve Telstor uyduları delta roketiyle fırlatılmışlardır. Mariner IV’ü Mars’a götüren roket Atlas D ve Agena D roketlerinin birleşimiydi. Kademeli olan bu roketlere füze de denir. Uzay araçlarını fırlatmakta kullanılan çok katlı roketler arasında Centaur, Titan, Saturn türlerini saymak mümkündür. Bunların hepsi güdümlü füze sınıfına girer. (Bkz. Füze)

Rusya roketleri: İkinci Dünya Harbi’nin sonuna kadar kayda değer bir çalışması olmayan Rusya, İkinci Dünyâ Harbinden sonra iki adet Alman V-2 roketi ele geçirdi. Hemen çalışmalara başlayarak 400 adet V-2 roketinin kopyasını yaptı. Proje ve plânlarını da ele geçirerek beş adet uçaksavar roket tipi, beş kadar deniz kuvvetlerinde kullanılacak roket çeşidi, taktik ve kıtalararası balistik füze yaptı.

İlk Rus peyki olan Sputnik 1, T-2 roketiyle; daha sonraki peykler ve insanlı fezâ araçları Vostok ve sıvı yakıtlı bir roket olan Vostok T-3 roketiyle fırlatıldı.

ROMA

İtalya’nın başşehri. Tiren Denizi’nden 24 km içeride yer alır. Târihi zenginlikleriyle meşhur olmasının yanı sıra, Katolik Kilisesinin idârî ve ruhanî merkezidir. Yüzölçümü 1508 km2 ve belediye olarak nüfûsu da üç milyon civârındadır.

Surlarla çevrili şehir merkezi, Roma’nın târihi zenginliklerinin büyük bölümünü barındırmasına mukâbil belediye alanının çok az bir kısmını kaplar ve Roma’nın bulunduğu on iki idârî biriminin en küçüğünü oluşturur.

Roma’da yaz ayları kuru ve sıcak geçer. Ortalama sıcaklık 24°C’nin üstündedir. Yağış daha ziyâde bahar aylarında düşer. Yaz aylarında akşam üstleri Tiren Denizi’nden serin rüzgârlar eser. Kışın da kuzeyden soğuk rüzgârlar alır.

Roma’nın arkeolojik zenginliklerinin büyük bölümü, üzerinde eski şehrin kurulduğu Yedi tepede yer alır. Roma’nın kuruluşuna âit efsânelerden biri de şehrin Polatium Tepesinde bir çoban tarafından büyütülen Romus ve Romulus tarafından kurulduğu yolundadır.

Roma’da sanâyi önemli bir seviyede değildir. Elektronik eşyâ, kimyâsal madde, giyim eşyâsı ve gıdâ maddesi üretimi gibi hafif sanâyiler başlıca sanâyi dallarıdır. Şehir nüfûsunun büyük kesimi inşaat, turizm ve film sektörlerinde çalışır. Her üç kişiden birinin motorlu taşıtının bulunduğu şehirde trafik en önemli meselelerden birini oluşturur.

Mussolini’nin başlattığı ve sonraki yıllarda geliştirilen metro ağı ulaşımın rahatlatılmasında önemli bir faktör olmuştur. Roma Batı Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olmakla birlikte ülkenin en gürültülü ve mâlî meseleleri en fazla olan şehridir. Konut problemi merkezî idârenin başındaki en büyük problemlerden biridir. Bilhassa ülkenin güneyindeki yoksul vatandaşların şehre akın hâlinde göç ediyor olmaları meseleleri daha da ağırlaştırmaktadır.

Roma’daki başlıca yükseköğretim kurumu 1303’te kurulmuş olan Roma Üniversitesidir. Üniversitenin, Üniversite Şehri adıyla anılan kampüsü, Tesmini İstasyonunun doğusundadır.

Roma’nın kurulu olduğu bölgede ilk kalıcı yerleşim M.Ö. 1000 târihlerinde başlar. Altıncı yüzyıla doğru yerleşim birimlerinin birleşmesiyle bölgede tek bir siyâsî idâre altında birleşmiş güçlü bir şehir ortaya çıktı. M.S. 2. yüzyıla doğru Roma en parlak dönemini yaşarken nüfûsu da büyük ölçüde artmıştı. Bu târihlerde şehir ihtişamlı binâlarla süslenirken diğer yandan işsizlik ve sefalet büyük boyutlara ulaştı. Roma’nın meseleleriyle sistemli bir şekilde ilgilenen ilk hükümdar, kanallarla Tiber Irmağının akışını düzenleyen ve Campus Martius’u yaptıran Sezar oldu. Sonraki yıllarda geçirdiği yangın ve vebâ salgınlarıyla 6. yüzyılın sonuna gelindiğinde Roma’nın nüfûsu 50.000’in altına düşmüş ve şehir Katolik Kilisesinin denetimi altına girmişti. On dördüncü yüzyılın ilk yarısında papalık ve imparatorluk yanlıları arasındaki mücâdeleler neticesinde şehir yıkımın eşiğine geldi. 1309’dan beri Avignon’da bulunan papalık merkezi 1377’de yeniden Roma’ya taşındı ancak bu da durumu değiştirmedi ve 15. asrın başlarında Roma hırsızların, serserilerin ve sefâletin kol gezdiği bir şehir olmuştu.

On yedinci ve on sekizinci asırlarla Roma’nın soylu âileleri bir yandan kilise içinde güçlü konumlar elde etmek için gayret sarfederken bir yandan da yeni saraylar inşâ ettirdiler. Sanatçıları korumaları altına aldılar. Ama bütün bu gayretlere rağmen 18. asra gelindiğinde, Roma kötü caddeleri, yetersiz kanalizasyon şebekesi ve ışıklandırmasıyla Avrupa’nın en geri kalmış şehirlerinden biriydi.

1798’de Napolyon’un orduları tarafından işgal edilen şehir, 1809’da Papalık Devletleriyle birlikte Fransız İmparatorluğuna bağlandı. 1861’de İtalya Krallığının îlânından sonra Roma dışındaki Papalık Devletlerinin çoğu krallığa bağlandı. Fransız askerlerinin Roma’dan çekilmesinden sonra Ekim 1870’te Roma Birleşik İtalya’nın başşehri oldu. 1929’da imzâlanan antlaşmayla papalık İtalya Devletini tanırken, İtalya da papalığın Vatikan şehri üzerindeki hâkimiyetini onayladı.

Birinci Dünyâ Savaşından sonra Roma eski surları aşarak geniş bir alana yayılmaya başladı. Buna paralel olarak nüfus da kısa sürede iki katına çıktı. 1920’lerde ve 1930’larda Mussolini’nin idâresi sırasında Roma ihtişamlı binâlar ve geniş caddeleriyle modern bir şehre dönüştü. Mussolini’nin arkeolojik kazıları desteklemesi Antik Çağdan kalma pekçok kalıntının ortaya çıkarılmasını sağladı ve Roma günümüzde bir turizm şehri özelliğini kazandı.

ROMA HUKÛKU

Târihte Roma şehri ve buna bağlı ülkelerde ilkçağlardan ortaçağın başlangıcı kabul edilen Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına (M.S. 476), ayrıca Bizans’ta da 1453’e kadar uygulanan hukuk sistemi.

Üç târihî safha geçirmiştir. İlk safha M.Ö. 1. asra dek olan devredir ki bu devrede Roma şehir hukûku (ius quiritium) sâdece hür Roma vatandaşlarına tatbik ediliyor, yabancılar ius gentium denilen diğer bir hukuk sistemine tâbi tutuluyordu. Roma’da o zamanlar hürlerin ve kölelerin berâber yaşaması yanında, hür Roma vatandaşlarının da hür Romalı aslından gelen patriciler ile azaplı veya ecnebi menşeli plebler olarak ayrıldığını, Roma hâricinde yaşayanların da barbar denilerek hukûken yok sayıldığını nazara almak gerekir. Kazâ mercilerine müracaat imkânı çok mahdut olup şahsî adâlet fikri ve âile reisinin tam hâkimiyeti mevzubahisti. Mevzuatta koyu bir şekilciliğin hüküm sürdüğü bu devre hakkında M.Ö. 450’de hazırlanan Oniki Levha Kânunu etraflı bilgi vermektedir. Praetor ismi verilen vazifeliler halk arasındaki ihtilafları halledecek dâvânın şartlarını tespit ve îlân edendi. Böylece bunlar hukuk kâidelerinin teşekkül ve tekâmülünde mühim bir rol oynamışlardır. Dâvâ mercii ise hakemlerdi. Bu arada ister istemez daha az şekilci olan ius gentiumun gösterdiği usullerden faydalanılmıştır. Halk arasında yerleşik örf ve âdet kâidelerinden meydana gelen ve Roma vatandaşlarının medenî hukûkunu tanzim eden ius civilenin şumûlü Roma vatandaşlığını kazanma imkânının herkese tanınması ile genişlemiştir. Aynı şekilde M.Ö. 3. asırda Roma’nın yabancı ülkelerle münâsebetlerinin artması bu münâsebetlere tatbik olunmak üzere herkes için mûteber ius gentium’ü geliştirmiştir. Dolayısıyla ius civile ile ius gentium arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Birincisinin gelişmesi kânun, ikincisinin ki praetorlar marifetiyle olmuştur.

Roma Hukûkunun ikinci safhası hukukçuların hâkimiyet devridir. Önceleri kânunları senato yaparken, sonra imparatorların müdâhaleleriyle Roma Hukûku çetrefil bir hal almış, bunu hukukçuların tefsir etmesi gerekmiş, bu, karışıklığı, daha da arttırmıştı. Bununla berâber bu hukukçuların eserleri bilhassa M.S. 3. asrın başında yazılan Gaius’un Institutiones’i eski çağ hukuk anlayışı ve bilhassa Roma Hukuk târihi hakkında mühim bilgiler vermektedir.

M.S. 3. asırdan îtibâren mutlak monarşinin tam hâkimiyetiyle kazâ vazifesi hakemlerden devletin memuru olan hâkimlere verildi. Bu safhada imparatorların koyduğu kâideler, örf âdet kâidelerinin ehemmiyet cihetiyle önüne geçmiştir. Batı Roma İmparatorluğunun M.S. 476 yılında yıkılmasından sonra Bizans’ta hâkimiyetini devam ettiren Roma Hukûku, İmparator Justinianus’un 530 yılında Corpus Luris Civilis adlı eseri meydana getirmesiyle sistematize edilmiştir. Bu eser Roma Hukûkunun tedvini sayılmaktadır. Roma Hukûku sâdece Roma’da değil Lâtin ve Cermen ülkelerinde bu ülkeler hukukçularının İtalya’da tahsil görmeleri sebebiyle yayılmış, buralarda hâkim yerli kültür ve hukuk kâideleriyle karışarak bu şekliyle hem kânun olarak tatbik edilmiş, hem de üniversitelerde okutulmuştur. Bu ülkelerin başında Fransa, İtalya, Almanya ve İsviçre gelmektedir. Anglosaksonlarda (İngiltere gibi) tesiri çok az olmuştur. Türkiye’de, hukuk inkılabından sonra İsviçre’den aldığı Medenî Kânun ve Borçlar Kânunu ile Hukuk Usûlü Kânunu Almanya’dan aldığı Ticâret ve Cezâ Usul Kânunu, İtalya’dan aldığı Cezâ Kânunu ile Roma Hukûkunun modern çağdaki tesir sahasına giren bir ülkedir. Hukuk fakültelerinin birinci sınıflarında haftada 4 saat Roma Hukûku okutulmaktadır.

Roma Hukûku ilk ve ortaçağlar hukuk hayâtına hâkim olmuş bir sistemdir. Teferruatlı hükümler ihtivâ eden şekilci ve kazuistik bir metodu vardır. Kaynağı, semâvî dinlerden ve monoteizmden (tektanrıcılık) olmayan bir cemiyetin örf-âdet kâidelerinden teşekkül ettiği için gayr-i insânî ve ahlâka mugayyir hükümler taşır. İnsanlar arasında sâdece hürriyet değil, tâbiyet, neseb ve cinsiyet bakımlarından da kat’î tefrikler yapar. Kölelerin hâli (bilhassa ilk devirlerde) çok fenâdır. Efendi kölesini her işte kullanabileceği gibi isterse öldürebilirdi. Roma vatandaşı olmayanlar hukûken yok kabul edildiği gibi, Roma vatandaşlarının asiller (patrici) grubuna dâhil bulunmayanları (plebler) hukûken 2. sınıf vatandaş sayılmaktadır.

Evin reisi olan babaların (pater familias) hak ve salâhiyetleri çok geniş olup, yeni doğan çocuklarını isterse atalarına kurban ederek öldürür, isterse Tiber Nehrinin (Roma sınırı) ötesinde köle olarak satar, isterse hayatını bağışlar. Âile reisinin hâkimiyetinde bulunan âile fertleri erkek, yaşlı ve çocuk sâhibi de olsalar hiçbir hukûkî hakka sâhip değildirler.

Kadınların hiçbir hakkı olmayıp babalarının, kocalarının ve bunlar yoksa erkek kardeşlerinin yâhut oğullarının servetine dâhil mal olarak görülmekte, mîras ile intikal edebilmekte, alış-verişe konu olabilmektedir. Tabiatiyle hukûkî muâmele yapma ve mîras hissesi alma hakkı bulunmamaktadır.

Hukûkî borçlarını ödemekten âciz kimseler üzerinde alacaklılarının seçmece hakkı vardır, ya köle olarak satıp haklarını elde ederler, yâhut alacakları nispetinde borçlunun vücûdundan parçalar ayırıp alırlar. Hukuk kâideleri ve dâvâ açabilme şartları her praetorun tâyini ve sonraları imparatorların tahta çıkışı ile değiştiğinden tam bir hukûkî belirsizlik mevzubahistir. Bilhassa câhil halkın hukuk kâidelerini bilmeleri mevzuatın çok ve karışık olması sebebiyle mümkün değildir. Kat’î şekil şartlarına uyulmadan yapılan akidler mûteber değildir, meselâ satım akdinde muayyen kelimelerin kullanılması ve satılan şeyin üzerine satıcı ve alıcının sırayla ellerini koymaları gerekir. Bütün bu şekilciliği, çetrefilliği ve adâletsiz hükümleri sebebiyle hiçbir ülkede aynen tatbik imkânı bulamamış, ancak buralardaki (başta Kıta Avrupası olmak üzere) hukuk sistemlerine tesir etmiştir.

ROMA İMPARATORLUĞU

Alm. Römischer Welteich (Imperium), Fr. Empire (m), Romain, İng. Roman Empire. İtalya’nın Roma şehrinde kurulduktan sonra bütün Akdeniz ülkelerine hâkim olan ilkçağ devleti. Mîlâttan önceki bin yıl içinde kurulan Roma, önceleri bir çoban köyüydü. Muhtemelen Etrüsklere karşı otlaklarını savunmak isteyen Albalılar gelip Roma’da yerleştiler. Etrüsklü krallar, Roma’yı ele geçirip, îmâr ettiler. Etrüsk İmparatorluğunun güçten düşmesi üzerine Romalılar, Etrüsk krallarını kovarak Cumhûriyet adını verdikleri kralın yanında, zengin ve soylu kimselerin temsil edildiği senato ve halk meclisinden meydana gelen bir idâre kurdular. Zengin bir azınlık elinde bulunan iktidar, zaman zaman çoğunluk olan fakir Plepler tarafından zorlandı ise de, hiç bir zaman zenginlerin elinden kurtarılamadı. M.Ö. 450’lerde vatandaşlar arasında eşitliği esas alan Oniki Levha Kânunu kabul edildi. M.Ö. 3. yüzyıl ortalarında Romalılar, İtalya Yarımadasına hâkim oldular. Fakat, Roma şehri dışında kalan insanlar, Romalılara tanınan vatandaşlık haklarından mahrum bırakıldılar. Hep köle muâmelesi gördüler. Romalıları daha zenginleştirmek, onların neşelerine neşe katmak, sefâhat âlemlerine malzeme olmak durumunda kaldılar.

Romalılar, İspanya’ya kadar uzanan bir deniz imparatorluğu kuran Kartacalılara karşı M.Ö. 264 yılında Pön Savaşlarını başlattılar. M.Ö. 146 yılına kadar devâm eden Pön Savaşları sonunda Kartaca İmparatorluğu yıkıldı ve Romalılara bağlı bir Afrika Eyâleti kuruldu. (Bkz. Pön Savaşları)

Gittikçe güçlenen Romalılar, Doğu Akdeniz havzasına da yerleştiler. Mekadonya ve Yunanistan’ı hâkimiyet altına aldılar. Bergama Krallığı da Romalıların Asya Eyâleti hâline getirildi. Güney Galya ve İspanya işgâl edildi. M.Ö. 1. yüzyıl boyunca yeni yeni bölgeleri işgâl eden Romalılar; Germenleri, Kimmerleri ve Pontusluları yendiler. Suriye ve Filistin’i işgâl ettiler. Anadolu ve Yunanistan’ı yeniden ele geçirdiler. Yeni işgâl edilen yerler, Romalılar için yeni gelir kaynakları, yeni yeni köleler demekti. Aradaki uçuruma ve yapılan zulümlere daha fazla dayanamayan İtalyan köylüler ve köleler isyân ettiler. İsyânların kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen karışıklıkları, Sulla, Pompeisus, Crassus ve Sezar gibi diktatörler de durduramadı. Yaptığı başarılı savaşlarla, Mısır’ı Romalılara kazandıran Sezar’ın yeğeni Oktavianus, Roma’da cumhûriyet devrini kapatıp, imparatorluk devrini başlattı.

Roma orduları başkumandanı olan Oktavianus’a M.Ö. 27 yılında, “ulu” mânâsına gelen Augustus ünvânı ve İmperium dînî yetkisi verilmişti. Augustus Oktavianus imparator yetkisiyle öteki generallerin üzerine çıktı. Roma’nın yönetimini eline aldı. Eyâletlerin idâresini senatoyla paylaştı. Halk meclislerinin yetkileri, imparatorun atadığı memurların eline geçti. Devlete ve topluma yeni bir düzen vermeye çalışan Augustus’un koyduğu ilkeler, iki yüz yıl devlet yönetiminde esas alındı. Roma’da cumhûriyet idâresi sona erip imparatorluk devri başlayınca, büyük gelişmeler oldu. Roma, on asırdan beri en parlak devrine girip, tarım ve ticârette büyük ölçüde gelişti. Pekçok sanat eseri yapıldı. Oktavianus, Augustus Hânedânının kurucusu olup, kırk bir yıl iktidarda kaldı. Mîlattan sonra 14 yılında ölünce, evlatlığı Tiberius imparator odu.

Tiberius, Romalılara önce iyi muâmele ettiyse de, sonra sert bir idâre kurdu. Tiberius, 37 yılında ölünce, yeğeni Gaius imparator oldu. Gaius dengesiz bir kimse olup, isyân netîcesinde 54 yılında öldürüldü. Augustus Hânedânının son imparatoru Neron olup, 68 yılına kadar iktidarda kaldı. Neron, diktatörlüğü, çılgınlıkları ve Îsâ aleyhisselâma inananlara zulmü ile tanınır. Ordunun isyânı üzerine, uşağına kendini öldürterek intihar etti.

M.S. 68 yılında Neron’dan sonra Doğu Orduları Kumandanı General Flavianus Vespasianus’un Roma tahtını ele geçirmesiyle, Flaviyenler Hânedânı kuruldu. Flaviyenler Hânedânı(68-96) devrinde Kudüs’te Yahûdî isyânı oldu. Yahûdî isyânı 70 yılında kanlı bir şekilde bastırılıp, Yahûdîler Kudüs’ten sürüldü. Bu devirde Roma’da Pédérâstie, yâni gulâmpârelik (livâta) ahlâksızlığı çok yayıldı. 79 yılında Vezüv Yanardağı püskürerek Pompei ve Herkülanum şehirleri kızgın lavlar altında kaldı. Flavianus’un oğlu Titus’tan sonra imparator olan torunu Domitianus’un 96 yılında öldürülmesiyle Flaviyenler Hânedânı da sona erdi.

96 yılında General Trainus, Roma’da Antoninler Hanedânını başlattı. Trainus, Romanya’yı alıp, Perslerle çarpışarak Mezopotamya’ya kadar gitti. Edirne şehrini kurup, 138 yılında öldü. Bu hânedânın son hükümdârı Kommodus 193 yılında karısı ve câriyeleri tarafından öldürüldü.

Antoninler Hânedânından sonra Roma’da Pretoriyen denilen hassa ordusu, devlet idâresine hâkim olup, 193’te İlliryalı imparatorlar devri başladı. Bu devirde, hassa ordusuna en fazla rüşveti veren imparator olup, bahşişle iktidârda kalıyordu. Tuna hattındaki kumandanlarından Septimus Severius bütün rakiplerini yenerek, imparator oldu. İsyânları bastırdı ise de onun ölümünden Diocletianus’un başa geçmesine kadar karışıklıklar sona ermedi.

Diocletianus (M.S. 284-305) devrinde Roma imparatorluk toprakları taksim edilerek, ülkede dörtlü idâre kuruldu. İmparatorluk merkezleri İzmit ve Milano olmak üzere iki bölgeye ayrıldı. Her bölgenin başına bir imparator ve “sezar” ünvânı taşıyan yardımcılar tâyin edildi.

Diocletianus’tan sonra, imparator ve sezarların mücâdelesi başlayarak, iç savaşlar çıktı. Dörtlü idâreden büyük Kostantin (324-337) Hıristiyanlığı kabûl etti. M.S. 325 yılında İznik’te toplanan konsülde 309 papaz toplayıp, yeni İncîl yazdı. İncîl’e felsefî fikirler karıştırıp Hıristiyanlıkta olmayan teslis (trinite), yâni baba-oğul-Rûhü’l-Kudüs inancını yerleştirdi. Hıristiyanlıkta teslis, yâni üçleme inancının olmadığını söyleyen Aryüs afaroz edilip, doğru olan Barnabas İncîli yasaklanarak; Matta, Markos, Luka, Yuhannâ’nın incîlleri bırakıldı. Noel gecesi bayram îlân edildi. 330’da Bizans kasabasını büyültüp Kostantiniyye ismiyle İstanbul şehrini kurdu. Kostantin’den sonra gelen imparatorlardan Theodosius (379-395) devrinde, idâreye ortak olan imparator ve sezarların mücâdelesi devâm etti. Theodosius, M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğunu iki oğlu arasında paylaştırdı. Honorius Batı Roma, Arcadius Doğu Roma (Bizans) imparatoru oldular.

Roma’da çok yaygınlaşan ahlâksızlık, iç mücâdele, Hıristiyanlığın doğuşu ve kavimler göçü sebebiyle zayıflayıp ikiye ayrılan Roma İmparatorluğu devamlı geriledi. Batı Roma’da idâre, özel muhâfızlara kumanda eden generallerin eline geçti. Vizigotlar, Adriyatik kıyılarını (397), bilâhare İtalya’yı ele geçirdiler (410). Franklar, Kuzey Galya’yı (406); Burgundlar, Savoia’yı (443) işgâl ettiler. Vandallar, Galya ve İspanya’yı kırıp geçirdikten sonra Afrika’ya geçtiler. Afrika’danRoma’ya geçip şehri yağmaladılar. İtalya’ya giren Hunları, PapaI. Leo haraç vererek durdurabildi (452). İdâre aşîretlerin eline geçip, imparatorların hiçbir gücü kalmadı. Vizigotlardan Odoakr adlı bir aşîret reisi, imparator Romulus’u 476’da tahtından indirdi. Odoakr, imparatorluk alâmetlerini Bizans’a göndererek, kendisini İtalya kralı îlân etti. Doğu Roma(Bizans) İmparatorluğu da, 1453 yılında Osmanlı pâdişâhlarından Fâtih Sultan Mehmed Han (1451-1481) tarafından yıkılıp, ortaçağ sona ererek, yeniçağ başladı. M.Ö. 27 yılında kurulan Roma İmparatorluğu, M.S. 1453 yılında sona ererek, târihe karıştı.(Bkz. Bizans İmparatorluğu)

Roma İmparatorluğunun hudutları: Batıda Atlas Okyanusu ve bütün Batı Avrupa; güneyde bütün Kuzey Afrika ve Akdeniz ülkeleri; doğuda, Mısır, Arap Yarımadası, Mezopotamya, Doğu Anadolu ve Kafkasya’ya kadar; kuzeyde Ren ve Tuna nehirleriyle Trakya’ya kadardır.

İmparatorluk M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca, Balkanlar hattının batısı Batı Roma, doğusu Doğu Roma(Bizans) topraklarına dâhil oldu. Roma’da cumhûriyetten sonra, M.Ö. 27 yılında, Monarşik imparatorluk idâre devri başladı. İmperium yetkisine sâhip hükümdârlar, M.S. 3. yüzyılda monarşik despotizm idâresini tatbik etmeye başladı. Dörtlü idâre devrinin başlamasıyla da, iki imparator ve yardımcı iki sezar bulunuyordu. İmparator ve sezarlar birbirleriyle mücâdele ederlerdi.

Roma ordusu, merkezî ve bölge kuvvetlerine ayrılmıştı. Merkezdeki hassa ordusu ve bölgelerdeki kumandanlar zamanla siyâsî hayatta söz sâhibi oldular. Yelken ve kürekle hareket eden Roma donanmasında köle esirler çalışırdı. Akdeniz, Romalıların gölü hâlindeydi.

Roma İmparatorluğunda M.Ö. 451-449’da toplanan Oniki Levha Kânunları’nın, genişletilmiş şekli olan Roma kânunları tatbik edilirdi. Roma hukûkî müesseseleri, Romalılar devrinde ve Hıristiyan Batı Akdeniz ülkelerinde yüzyıllarca kullanılmıştır. Romalılar önceleri putperestken, M.S. 4. yüzyılda Hıristiyanlık dînini kabul ettiler. Fakat bu Yahûdîler elinde bozulmuş Hıristiyanlıktı. Romalılar, önceleri Hıristiyanlara çok zulüm yapmış olmalarına rağmen, bundan sonra Hıristiyanlığı bütün Akdeniz ve Batı Avrupa ülkelerine yaydılar.

Lâtince konuşan Romalılar, Lâtin dili ve edebiyâtının ilk klasik eserlerini verdiler. Lâtin dili ve edebiyâtını bütün Akdeniz ve Batı Avrupa ülkelerine yaydılar.

Lâtin Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bile, Roma kilisesi (Papalık) vâsıtasıyla bu iş hâlâ devâm ettirilmektedir.

Roma’da imparatorluk devrinde iktisâdî gelir arttı. Gümrük, para birliği ve getirilen kolaylıklar ticâreti geliştirdi. Karada ve denizde hem iç ticâret, hem de kıtalararası dış ticâret gelişip, şehirlerin sayıları ve nüfûsu yükselerek arttı. Britanya Adalarından Çin’e; Atlas Okyanusundan Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz ve Hazar Denizine kadar, kara ve deniz ticâreti yapılıyordu. Kara ticâreti kervanlar, deniz ticâreti de gemilerle yapılıyordu. Târihî İpek Yolu, Pekin’den Roma’ya kervanlarla mal taşıyordu. Altın, gümüş gibi kıymetli mâdenler, demir ve tunçtan yapılan eşyâ ile zeytinyağı ve Akdeniz ürünleri karşılığında çeşitli kumaş, halı, inci, hindistancevizi, fildişi, her türlü baharat, papağan, tavus kuşu, maymun, kaplan ve fil alınırdı. Yayılma siyâseti sebebiyle çok genişleyen imparatorluk, büyük ölçüde servete ve bolluğa kavuştu. Yunan kültürü ve geleneklerinin benimsenmesiyle eğlence hayâtı arttı. Tiyatrolar, sirkler, şatolar, büyük tapınaklar yapıldı.

Roma hamamları imparatorluk devrinde çoğalarak, zevk ve eğlence yeri oldu. Ahlâksızlık yapılan yer hâlini aldı. Asilzâdeler, zenginler ve büyük rütbeli memurlar arasında zevk ve eğlence düşkünlüğü arttı. Eğlencelerin mâhiyetleri değişerek, savaşta esir alınan ve gladyatör denilen güreşçilerin birbirlerini öldürmeleri, ölüme mahkum edilenlerin aslan ve kaplan gibi vahşî hayvanlara parçalatılması şekline sokuldu. Ahlâksızlık, pederâstie (gulâmpârelik, livâta) yaygınlaşarak, içki tüketimi arttı. Romalıların ahlâksızlaşarak, yaşadıkları sefilhâne hayâtın bir nişânesi olarak, Vezüv Yanardağının püskürüp, lavlar altında kalmasıyla taşlaşan Pompei şehri ve insanlarının hâli zamânımıza kadar ibret levhası olarak kalmıştır.

Romalılarda mîmârlık sanat eserleri, heykeltraşlık ve büst yapımı gelişmiştir. Roma eserlerinde; kubbe ve binâ yüzlerinde düz taş, duvarlarda yontulmamış taş, çakıl, tuğla kullanılırdı. Duvarlardaki taşlar beşgen ve altıgen şeklindeydi. Zafer takları, su kemerleri, kemerli binâlar yapıldı. Akdeniz ülkelerinde Roma İmparatorluğundan kalma eserlere hâlâ rastlanmaktadır.

ROMA İMPARATORLARI

Augustus Octavianus

(M.Ö. 27-M.S. 14)

Tiberius

(14-37)

Caligula (Jül Sezar)

(37-41)

Claudius

(41-54)

Neron

(54-68)

Galba 

(68-69)

Otho

(69)

Vitellius

(69)

Vespasianus

(69-79

Titus 

(79-81)

Domitianus

(81-96)

Nerva

(96-98)

Traianus

(98-117)

Hadrianus

(117-138)

Antonius Pius

(138-161)

Marcus Aurelius

(161-180)

Lucius Aurelius Verus (Marcus’la berâber)

(161-169)

Commodus

(180-192)

Pertinad

(192-193)

Didius Julianus

(193)

Septimus Severus

(193-211)

Caracalla

(211-217)

Geta (kardeşi Caracalla ile berâber)

(211-212)

Macrinus

(217-218)

Heliogabalus 

(218-222)

Severus

(222-235)

Maximinus

(235-238)

Gordianus-I

(238)

Gordianus-II 

(238)

Pupienus ve Balbinus

(238)

Gordianus-III

(238-244)

Philippus

(244-249)

Decius

(249-251)

Gallus

(251-253)

Aemilianus

(253)

Valerianus

(253-259)

Gallienus

(259-268)

Claudius-II

(268-270)

Aurelianus

(270-275)

Tacitus

(275-276)

Florianus

(276)

Probus

(276-282)

Carus 

(282-283)

Diocletianus

(283-305)

Maximianus (İstanbul)

(286-305)

Constantius Chlore-I

(305-306)

Galerius

(306-311)

Severus (Ortak İmp.)

(306-307)

Maxentius

(311-312)

Licianus

(308-324)

Constantinus I

(324-337)

Constantinus-II

(337-340)

Constantinus-III

(340-361)

Constans (Ortak İmp.)

(337-350)

Magnentius

(350-353)

Julianus

(361-363)

Jovainus

(363-364)

Valentinianus-I (Roma)

(364-375)

Valensius (İstanbul) 

(364-378)

Gratienus (Roma)

(367-383)

Maximus (Fransa’da)

(383-388)

Valentinianus-II (Roma)

(375-392)

Theodoius

(379-395)

Eugenius (Fransa’da)

(392-394)

Honorius

(395-423)

Valentinianus-III

(423-455)

Petronius

(455-456)

Avitus

(456-457)

Majorianus

(457-461)

Severus

(461-465)

Anthomius

(465-472)

Olybrius

(472-473)

Glycerius

(473-474)

Nepos

(474-475)

Romulus

(475-476)