RADYUM
Alm. Radium, Fr. Radium, İng. Radium. Radyoaktif bir element. Ra sembolüyle gösterilir. Radyum, 1898 yılında Curieler tarafından pechblend (U3O8) adı verilen uranyum minerali üzerinde yapılan araştırmalar sırasında ortaya çıkarıldı.
Bulunuşu: Radyum, uranyumun radyoaktif olarak parçalanması sonunda meydana gelen ürünlerdendir. Bu yüzden dâimâ uranyum mineralleriyle birlikte, genellikle granitli kayalarda bulunur. Radyum ile uranyum miktarları arasında hemen hemen hep sâbit bir oran vardır. Bu nispet, yaklaşık 3.400.000 kısım uranyum başına 1 kısım radyum şeklindedir. 300 ton filizde 1 gram kadar radyum bulunur. Uranyum ve radyum bakımından en zengin filizler pechblend ve uraninit filizleridir. Önemli bir mineral Kolorada karnotitidir. Başlıca radyum kaynakları Avustralya, İngiltere, Almanya, Madagaskar, BDT, Güney Afrika, Çek Cumhûriyeti, Belçika Kongosu ve Portekiz’de bulunur. Nehir sularında, okyanuslarda ve diğer tabiî sularda mevcuttur.
Özellikleri: Radyum, toprak alkali grubu metallerindendir. Atom numarası 88, atom ağırlığı 226, erime noktası 700°C ve yoğunluğu takribi 6,0 g/cm3tür. Elektron dizilişi(Rn) 7 S2 olup bileşiklerinde 2+ değerliğini alır. Özellikleriyle baryuma benzer. Radyum beyaz renkli bir metal olup, çok kuvvetli radyoaktif özellik gösterir. Radyoaktivitesi uranyumunkinden 1 milyon kat daha fazladır. Radyoaktif özelliğinden dolayı kendi kendine helyum çekirdekleri vererek (a ışınları yayarak) radona dönüşür. Radyum ayrıca beta ve gamma ışınları yayar.
Diğer radyoaktif maddelerden farklı olarak çok uzun bir yarılanma ömrüne sâhiptir. Yarılanma ömrü 1690 senedir. Bunun mânâsı, aktifliği 1690 sene sonra başlangıçtakinin yarısına iner demektir. Diğer kısım da 1690 sene sonunda tamâmen bozulur. Halbuki Radon radyoaktif elementinin yarılanma ömrü 3,85 gündür. Radyum dönüşümleri, büyük bir enerji açığa çıkararak meydana gelir.
Elde edilişi: Radyoaktif uranyum mineralleri nitrat asidi ve sülfat asidi karışımı ile muâmele edilir. Buna ayrıca taşıyıcı vazifesi gören baryum ilâve edilir. Uranyum ve diğerleri çözünürken, baryum, radyum ve kurşun sülfatlarla silis artık olarak (bakiyede) kalır. Karışım filtrelerden geçirildikten sonra, sodyum hidroksitle kaynatılarak bir kısım kurşun sülfat ve silisten uzaklaştırılır. Sonra radyumlu kısım karbonat çözeltisiyle muâmele edilerek radyum ve baryum karbonatlar elde edilir. Bunlar da hidroklorik asitle muâmele edilerek kalan silis de filtre edilerek uzaklaştırılır. Sonra saflıkları arttırılmış karbonatlara hidrobromik asit katılarak, bromürlere dönüştürülürler. Bu son işlem, kısmî kristallendirme işlemidir. Çünkü radyum bromür, baryum bromürden daha az çözünür. Böylece teşekkül eden kristaller radyumca daha zengindir. Bu kısmî kristallendirme işlemi 10 defâ kadar tekrarlandığında 1000 kısım baryum başına, birkaç kısım radyum bulunan kristaller elde edilir. Bu bayağı bir zenginleşmedir. Çünkü başlangıçta 1.000.000 kısım baryum başına birkaç radyum bulunuyordu. Bu işlemler devam ettirelerek istenen saflığa (% 95’ten % 99’a) erişmiş radyum elde edilir.
Metalik radyum, Madam Curie tarafından radyum klorür (RaCl2) çözeltisinin cıva katot yardımı ile, elektolizi sonunda elde edilmiştir. Cıva ile malgama meydana getiren radyum, cıvanın vakumda uçurulması sonucu geriye kalır.
Kullanılışı: Radyum sâdece şuâlanma özelliği dolayısıyle kullanılır. Başlıca kullanma sahası tıpta kanser tedâvisidir. (Bkz. Radyum Tedâvisi). Radyumdan, endüstriyel radyografide geniş çapta istifâde edilir. Bu maksatla nâdiren saf olarak kullanılır. Genellikle sülfat tuzu şeklinde gümüş tüpler içerisinde kullanılır.
Düşük konsantrasyonlardaki radyumun çinko sülfürle olan karışımı luminesans bir madde yapar ve saat kadranlarında, karanlıkta okunacak işâretlerde vs. kullanılır. Radyumun berilyum ile olan bir karışımından, fennî çalışmalarda, özellikle petrol yatağı araştırmalarında faydalanılır. Radyoaktif elementler, genel olarak hadde fabrikalarında metal kalınlıklarının ölçü ve kontrolünde de kullanılır.
Dış Hava sıcaklığı °C -20 -16 -12 -8 -4 0 +4 +7 +10 +13 +16
Termostat ayarı °C 90 85 80 75 70 65 60 55 50 45 40
Alm. Radiumtherapie (f), Fr. Radiumtherapie, İng. Radium therapy. Radyum elementinin radyoaktif özelliklerinden tıpta tedâvi gâyesiyle faydalanılması. Radyum, özellikle bâzı urların tedâvisinde ve nâdiren gelişim süresinde dokularda meydana gelen bozuklukların tedâvisinde kullanılır.
Radyumun yaydığı alfa, beta, gamma ışınlarından sâdece gamma ışınlarının x ışınları gibi biyolojik etkisi vardır. Tedâvi sırasında alfa, beta ışınlarının faydasız veya zararlı etkisi platin filtrelerle önlenir. Bu sebepten radyum tedâvisi, içinde belli dozda radyum sülfat bulunan platin, altın veya gümüş tüpler aracılığıyla uygulanır. Gamma ışınları, organizmada çok çabuk çoğalan genç hücreleri yok edici etkisi sebebiyle, tedâvide kullanılmaktadır. Dolayısıyla tehlikeli urlara karşı çok istifâde edilmektedir.
İtalyan ressamı. İtalya’nın Urbino şehrinde 1483 senesinde dünyâya gelmiş ve 6 Nisan 1520 senesinde Roma’da ölmüştür. Kısa ömrü Urbino, Florentina ve Roma olmak üzere üç safhaya ayrılabilir. Raffaello, Rönesans hareketlerini, erken gelişmiş becerikli bir genç olarak görmüş, işe on altı yaşında yaptığı “Havva’nın yaratılışı” ve “Trinite” tabloları ile başlamıştır. Raffaello’in babası olan Giovanni Santi de Urbinoda ressamlık yapıyordu. Babası 1494 senesinde ölünce Raffaello, kendi evinde dış etkilerden uzak bir şekilde çalışmalarını sürdürdü.
Raffaello’in Urbino’daki çalışmalarında Melozzo de Forli, Piero della Francesca ve en çok Perugino’nun üslûbu görülür. 1503 senesinde tamamladığı “Coronation of Virgin-Taç giyme” tablosunda Perugino’nun etkisi görülür. Bu etki altında 1504 senesinde çizdiği en son tablo(Marriage of the virgi-Kutsal bâkirenin evlenmesi”dir. Bu resmi ile Perugino’dan üslûp olarak ayrılmaya başlamıştır.
Raffaello, Florentina’ya gidince kendisini Rönesans’ın içinde buldu. Leonardo da Vinci ve Michelangelo etkisinde kalarak sanatına yenilikler kattı. Florentina’da 1508 senesine kadar yaptığı tabloları “Sistine Madonne” “La Belle Jandinière”, “Madonna of the Chair” ve “Entombmeut”tur.
Raffaello, Roma’da II. Julius için çalıştı. Roma’ya geldiği zaman, Michelangelo, Julius’un yaptırdığı Sistine kilisesinin süslemesini çiziyordu. Raffaello, burada ilk olarak Papanın kütüphânesini dekore etti. Çizdiği teolojik, felsefî, lirik tablolarında sükûnet; renklerde âhenk; konularda berraklık ve bir bütün ifâde hâkimdir. Raffaello’in yaptığı işlerden biri de kumaş üzerine koyduğu süslemelerle, duvar örtüleri hazırlamasıdır. 1513-1521 seneleri arasında hazırladığı on adet büyük duvar süsleme örtüleri, Sistine kilisesinde kullanılmıştır.
Raffaello, Avrupa’da klâsik ressamlığın temelini atmıştır. Michelangelo’dan farklı olarak görünen herşeyi bütün zenginliğiyle tabloya aktarmış, târihî ve Hıristiyanlığa âit dînî konulara sâdık kalmış, pozlara konuşuyormuşcasına ifâde niteliği kazandırmıştır.
Abdullah ibni Sebe adında Yemenli bir kişi tarafından kurulan, Şia fırkasının yirmi kolundan biri. Râfızî veya Râfızîa, lügatta “terk eden, ayrılan, bırakan kimse” demektir. Râfızîler, târihte her zaman, hazret-i Ali ve hazret-i Abbas’ın torunlarının birinin etrâfında toplanıp çeşitli fırkalara ayrıldılar. İmâm-ı Zeynel Âbidîn vefât edince, çoğu bunun oğlu Zeyd’in etrâfında toplandılar. Emevî Devletinin Irak vâlisi olan Yûsuf-ı Sekafî ile harp etmeye giderken bir kısmı Zeyd’den ayrıldı. Bunlar Zeyd’e; “Ebû Bekr ve Ömer’e düşman ol!” dedi. O da; “Büyük dedem olan Resûlullah’ın sevdiği kimselere düşmanlık edemem.” dedi. Bunun üzerine Zeyd’in yanından ayrılmak için bahâne bulmuş oldular. Zeyd bunlara “Râfızî” dedi. Kendileriyse “İmâmiyye” adını aldılar. Resûlullah’tan sonra hilâfetin oniki imâmın hakkı olduğu düşüncesinden hareket eden Râfızîlik, zamanla siyâsî bir görüş hâline geldi.
(Bkz. Petrol)
Türk asker ve siyâset adamı. Adâlet Partisi (AP) nin ilk genel başkanıdır.
1897’de Edirne’de doğdu. Kuleli Askerî İdâdîsinde talebeyken 1916’da Birinci Dünya Harbine katıldı. Galiçya ve Filistin cephelerinde çarpıştı. Bu çarpışmalar sırasında yaralandı. 1918’de İngilizlere esir düştü. İki sene kadar esir kaldıktan sonra 1920 senesinde yurda döndü. İstiklâl Savaşına katıldı. Kütahya, Eskişehir, Sakarya savaşlarında ve Büyük Taarruzda, Cumhûriyetin îlânından sonra Şeyh Said ve Tunceli ayaklanmalarının bastırılmasında vazife aldı. Savaş sebebiyle yarım kalan askerî öğrenimini Harp Akademisinde tamamladı. 1934’te Harp Akademisini bitirerek kurmay oldu. Ordunun çeşitli kademelerinde vazife yaptı. 1948’de tuğgeneral, 1959’da orgeneral ve 3. Ordu Komutanı oldu. Erzurum’da 3. Ordu Komutanıyken, Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı yapılan 27 Mayıs 1960 ihtilâlini destekledi. Hareketi gerçekleştiren Millî Birlik Komitesince 3 Haziran 1960’ta genelkurmay başkanlığına getirildi. Ordudaki kadro düzenlemesi neticesinde iki ay sonra emekliye sevk edildi. Aynı dönemde emekliye ayrılan subaylarla birlikte Emekli İnkılap Subayları Derneğinin (EMİNSU) kurucuları arasında yer aldı. 29 Eylül 1960’ta DP’nin kapatılmasından sonra, bu partinin seçmen kitlesini toplayacak bir siyâsî partinin kurulma çalışmalarına katıldı. 11 Şubat 1961’de kurulan Adâlet Partisi (AP)nin kurucular kurulunca genel başkanlığa getirildi. 15 Ekim 1961’de yapılan genel seçimlerde İzmir’den milletvekili seçildi. CHP-AP koalisyonu kurulması için yapılan teklife olumlu cevap verdi. Ancak İsmet İnönü başkanlığındaki hükümette vazife almadı. Kasım 1962’de toplanan AP Birinci Kongresinde yeniden genelbaşkanlığa getirildi. 1964 senesinde İstanbul’da öldü. Onun ölümü üzerine boşalan AP genelbaşkanlığına Süleyman Demirel seçildi.
Meşhur tefsir ve nahiv (dilbilgisi) âlimi. İsmi; Hüseyin bin Muhammed bin Mufaddal er-Râgıb el-İsfehânî’dir. Râgıb-ı İsfehânî diye meşhûr olmuştur. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Aslen İsfehanlı olup, Bağdât’ta oturdu. 1108 (H.502) senesinde vefât etti.
İmâm-ı Gazâlî ile aynı asırda yaşayan, hayâtı ve hocaları hakkında fazla bilgi bulunmayan Râgıb-ı İsfehânî’nin Mûtezile fırkasına mensup olduğunu iddiâ edenler varsa da Fahreddîn-i Râzî Esâs-üt-Takdîs adlı eserinde onun Ehl-i sünnet îtikâdında olduğunu bildirmiştir. Fıkıhta Hanefî mezhebine tâbi olup, onun Mûtezilî olduğu rivâyeti yanlıştır.
Eserleri:
1) Tefsîr-ül-Kur’ân: Çok kıymetli bir tefsir kitabı olan bu eserini tamamlayamamıştır. 2) Müfredat-ül-Elfaz-il-Kur’ân: Bu eser, Kur’ân-ı kerîmin kelimelerinin lügat mânâlarını, iştikaklarını ve birbirine olan irtibatlarını anlatmaktadır. Birkaç defâ basılmıştır. 3) Muhâdarât-ül-Üdebâ, 4) Ahlâk-ı Râgıb, 5) Hallü Müteşâbihât-il-Kur’ân, 6) Tahkîk-ül-Beyân, 7) Kitâb fil-Îtikâd, 8) Efânîn-ül-Belâga, 9) Eş-Şuarâ vel-Büleğa, 10) Ez-Zerîa ilâ Mekarim-iş-Şerîa: Basılmış olan bu eseri, İmâm-ı Gazâlî’nin yanından hiç ayırmadığı rivâyet edilir.
(Bkz. Koca Râgıb Mehmed Paşa)
Alm. Kleiner Leseständer (m), Fr. Espece de pupitre (m) bas, İng. Low reading desk. Üzerinde kitap okumaya yarar, küçük, alçak masa. Rahleler ya açılıp kapanabilen X şeklinde veya üzeri düz küçük masa olabilir. Türk-İslâm sanatında tahta oymacılığı ve kakmacılığın en güzel nümûnelerini taşırlar.
Özellikle Kur’ân-ı kerîme bir saygı nişânesi olan rahleler, motifleriyle ceddimizin ince sanat zevkini gösterir. Sanatın bütün kollarında olduğu gibi rahle îmâlâtında da zirveye çıkan Osmanlı sanatkârları, malzeme olarak sedef, fildişi ve kemiklerle süslemişlerdir. Hattâ ödağacından îmâl edilmiş rahlelerin olması Kur’ân-ı kerîme gösterilen saygının önemindendir.
Rahlelerin genellikle açılıp kapanan tarzda olmaları malzemelerinin dayanıklı olmasını gerektirir. Bu sebeple rahleler, meşe, abanoz, ceviz tahtasından îmâl edilirdi. Tahtaların zamanla kamburlaşmaması için rahle îmâlinde kullanılacak tahtanın dik biçme tarzında kesilmiş ve kurutulmuş, budaksız, çatlaksız olmasına önem verilirdi.
Rahle ölçüleriyse umûmiyetle şöyleydi: Eni boyunun üçte biri olup, geçme dişleri de, rahle boyunun üçte birinden açılırdı. Dişler tek olursa ortadan açılır ve şekilleri birbirine benzerdi. Yekpare tahtadan, açılır kapanır rahleler ilk defâ Anadolu Selçukluları tarafından yapılmıştır. Selçuklu sanatkârları kullandıkları malzemenin tahta olması sebebiyle, sanatlarını oyma ve kabartma üzerinde göstermişlerdir. Önceleri sâde tahta üzerinde gösterilen zerâfet, 15 ve 16. asırlardan îtibâren fildişi, sedef, abanoz, bağa gibi malzeme kullanarak muhteşem örnekler ortaya konulmuştur.
Alm. Ziffer (f), 2. Zahl (f), 3. Menge (f); Fr. 1. Chiffre (m), 2. Nombre (m), 3. Quantité (f); İng. 1. Numeral, 2. Number, 3. Quantity. Sayıları göstermek, ifâde etmek için kullanılan sembol ve harfler. 5: 2/3; -4; -6÷7 gibi. Târihçiler basit cisimlerin veya cisim gruplarının miktarlarını belirtmek, eklemek, çıkarmak için kullanılan ilk sembollerin parmak, çubuk, çakıl gibi şeyler olduğunu tahmin etmektedir.
Beş bin seneden fazla bir müddet önce Sümerli ve Kaldeliler 60 tabanına göre kullanılan sayılarını ifâde etmek için “çivişekilli” rakamlar geliştirdiler. Bunlar aynı zamanda rakamları taş tabletlere yazarak rakamları geniş ölçüde kullanan ilk toplum oldular. Bin yıl kadar sonra Mısırlılar hiyeroglif, yâni şekiller hâlinde olan rakamlar kullandılar. Bir zincir 100, bir çiçek demeti 1000 ve bir parmak 10.000 sayılarını gösteriyordu. Mısır medeniyetinin ilerlemesiyle bunlar, yazılması daha kolay, kıymet olarak daha küçük olan, toplama, çıkarma ve belirli bölme işlemleri için daha münâsip hâle geldi.
Grekler ve İbrâniler alfabelerinin harflerini rakam olarak kullandılar. Bunlar büyük sayıların ifâdesine mühim kolaylık getirdiler. İki sayısına eşit olan “beta” harfinin sol altına yazılan bir çizgi ikibin sayısını gösteriyordu. Roma rakamları da yine parmak hesabından ilham alınarak geliştirilmişti. Bu rakamlar en uzun süre kullanılan sistemlerden oldu.
Bütün bunlara rağmen Arap rakamlarına kadar hiçbir rakam sistemi, bugünkü medeniyetin meydana gelmesine yardımcı olacak nitelikte değildi. On rakamdan teşekkül eden bu sistemde en önemlisi sıfır rakamı mevcuttu. Üstelik bu on rakamın değişik şekillerde yanyana getirilmeleriyle her sayı elde edilebiliyordu. Meselâ; sıfırsız olan diğer sistemlerle 602 sayısının elde edilmesi çok zordu. Arap rakamları, üstlü ve köklü sayıların ifâdesinde de öncü oldu.
Günümüzde kullanılan modern sistem büyük ölçüde Arap sistemine dayanır. “Arap Rakamları”, devrindeki şekliyle Avrupa’ya 12. asırda geçer. Bu rakamlar ilk önceleri İspanya sınırlarını aşamadı. Ancak yüz yıl kadar sonra yavaş yavaş çevre ülkelere yayılmaya başladı. Önceleri Roma rakamlarını kullanmakta israr eden Avrupalılar, daha sonra bütün olarak Arap rakamlarını kabul ettiler. Bunlar, Avrupalıların elindeki Hint rakamlarının da tesiriyle 18. yüzyılda iyice gelişti. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra da bugünkü geometrik şekli aldı.
İslâmiyette oruç tutulan ay. Mübârek üç ayların üçüncüsüdür. Kamerî aylar arasında dokuzuncu sıradadır.Ramazan, lügatta “yanmak” demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur. Ramazan, oruç ayıdır. Bu aya yetişen akıllı ve bâliğ (ergen, evlenecek yaşa gelmiş olan) Müslümanlara oruç tutmak emredilmiştir (Bkz. Oruç). Bakara sûresi 185. âyet-i kerîmesinde meâlen; “O sayılı günler Ramazan ayıdır ki, Kur’ân-ı kerîm o ay içinde indirilmiştir. O Kur’ân-ı kerîm, insanları Hakk’a ulaştırır, helâl ve haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır.Sizden her kim Ramazan ayına erişirse (hazır olur, hasta ve misâfir olmazsa) orucunu tutsun. Kim hasta olur, yâhut seferde bulunursa, oruç tutmadığı günler sayısınca sıhhat ve ikâmet hâlinde orucunu kazâ etsin. Allah size kolaylık diler, size güçlük dilemez.” buyruldu.
Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farz ibâdetlere verilen sevap gibidir.
Bu ayda bir oruçluya iftâr verenin günahları affolur. Cehennemden âzâd olur, kurtulur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevap verilir.
Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer.
Bu ayda elden geldiği kadar, ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu beğendiği işleri yapmalıdır. Bu ay, âhireti kazanmak için fırsattır. Kur’ân-ı kerîm Ramazanda indi. Kadir gecesi bu aydadır.
Ramazân-ı şerîfte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.
Bu ayda her gece, Cehenneme girmesi gereken binlerce Müslüman affolur, âzâd olur, kurtulur. Bu ayda, rahmet ve Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır.
Ramazan ayının fazîleti: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” Resûlullah efendimiz Şâban ayının son günü hutbede buyurdu ki: “Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece (Kadir Gecesi), bin aydan daha faydalıdır. Allahü teâlâ, bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda, geceleri terâvih namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabır ayıdır. Sabır edenin gideceği yer Cennettir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruçlunun sevâbı kadar, ona sevap verilir.”
Eshâb-ı kirâm, dediler ki: Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluya iftar edecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bir hurma ile iftar verene de, yalnız su ile oruç açana da, biraz süt ikram edene de bu sevap verilecektir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmaktır. Bu ayda, işçinin, memurun, askerin ve talebenin vazifesini hafifleten patronları, âmirleri, kumandanları ve müdürleri,Allahü teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, Kelime-i şehâdet söylemek ve istiğfar etmektir. İkisini de zâten her zaman yapmamız lâzımdır. Bunlar da Allahü teâlâdan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden O’na sığınmakdır. Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyâmet günü susuz kalmayacaktır.”
Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları affolur.
Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramâzan-ı şerîfte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir:
1. Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ müminlere rahmet eder. Rahmetle baktığı kuluna hiç âzâb etmez.
2. İftar zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya her kokudan daha güzel gelir.
3. Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ eder.
4. Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennette yer tâyin eder.
5. Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.
Diğer hadîs-i şerîflerde buyruluyor ki:
Ramazan ayında Cumâ gününü tâatla geçiren, bin seneden çok ibâdet etmiş gibi olur.
Dikkatli olun! Ramazan ayındaki sevap ve günahlar katlarıyle yazılır. Ramazanda çok namaz kılınız! Çok Kur’ân-ı kerîm okuyunuz! Çünkü Ramazan ayında okunan Kur’ân-ı kerîmin her harfi için, Cenâb-ı Hak, Cennet bahçelerinden bir bahçe ihsan eder.
Ramazan ayını baştan sona kadar oruçla geçiren günah bakımından anasından doğduğu gün gibi olur. Yâni hiç günahı kalmaz.
Ramazan ayında bir gün oruç tutana Cennette bir köşk verilir. Bu köşkün bin kapısı vardır. Her kapısının önünde büyük bir ağaç bulunur. O kadar büyüktür ki, bir süvâri yüz sene gölgesinden yürüse, gölgesinden çıkamaz.
Ramazan ayının her gününde, iftar zamânında Allahü teâlâ kendilerine azâb yapılması lâzım olan binlerce günahkârı Cehennemden kurtarır.
Eğer kullar, Ramazân-ı şerîf ayındaki özel sevapları bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.
Allahü teâlâ göklere ve yere konuşmak için izin verse, onlar Ramazanda oruç tutan kimseye elbette Cenneti müjdelerdi.
Ramazan ayının gelmesine sevineni, Allahü teâlâ, kıyâmet gününün korkusundan muhâfaza eder.
Allahü teâlâ Ramazân-ı şerîfin her gecesinde üç defâ; “Benden bir şey isteyen var mıdır? İstediğini vereyim. Tövbe eden var mıdır? Tövbesini kabûl edeyim. İstiğfâr eden var mıdır? Mağfiretime (affıma) kavuşturayım.” buyurur.
Ramazân-ı şerîfe hürmet eden, Allahü teâlâya hürmet eder.
Ramazân-ı şerîfe hürmet etmek, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçmakla olur. Oruç tutup da gıybet eden, yalan söyleyen, onun bunun kalbini kıran, haramlardan kaçmayan kimse Ramazan ayına hürmet etmiş olmaz. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki:
Ramazan ayında günah işlemeyi terk eden kimsenin, Allahü teâlâ on bir aylık günahlarını mağfiret eder.
Ramazan ayı, hilâlin (yeni ayın) görülmesiyle başlar. Hilâli görmeden önce yapılan hesapla, takvimle başlanmaz. Hadîs-i şerîfte; “Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrar görünce orucu bırakınız (bayram yapınız!)” buyuruldu. Ramazanın başlangıcını bulmak için, gökte hilâli aramak ve görünce gidip devletin tâyin ettiği yetkili kimseye haber vermek, her Müslümanın vazifesidir.
Ramazan hilâli gökte görülemezse, Şâban ayı otuz gün tamam olmak lâzımdır. Eskiden Şâbanın otuzuncu günü öğle namazı zamânına kadar oruç tutup, o gün Ramazan olduğu îlân edilmezse, oruç bozulurdu. Bulutlu havada hilâli bir âdil Müslüman kadın veya erkeğin gördüm demesiyle, açık havada ise, birçok kimsenin söylemesiyle, kâdı, yâni şerîati tatbik eden hâkim, Ramazan olduğunu îlân ederdi. Kâdı bulunmayan yerlerde, hilâlin görülmesiyle Ramazan olurdu.“Âdil” demek, büyük günah işlemeyen ve küçük günaha alışık olmayan demektir.
Şâbanın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyâda oruca başlamak lâzım olur. Gündüz görülen hilâl gelecek gecenin hilâlidir. Kutuplara ve Aya giden Müslümanın da, seferi değilse bu ayda gündüzleri oruç tutması lâzımdır. Yirmi dört saattan daha uzun günlerde, oruca saatle başlar ve saatle bozar. Gündüzü böyle uzun olmayan bir şehirdeki Müslümanların zamânına uyar. Eğer oruç tutmazsa, gündüzleri uzun olmayan yere gelince kazâ eder. Hilâli görmekleRamazanın başlaması, hesapla anlaşılandan bir gün sonra olabilir. Fakat bir gün önce olamaz. Arafât’ta vakfeye durulan (Arefe) günü de böyledir.
Eskiden bütün İslâm devletlerinde Ramazanın başladığını bildirmek için, Müslümanlar tarafından gökte hilâl (ay) gözetlenirdi. Osmanlılarda İstanbul’un ve her şehrin yüksek yerlerinde, minâre şerefelerinde, Ramazan hilâlinin doğması beklenirdi. Hilâli görenler, durumu kadıya (hâkime) arz ederlerdi. Hilâli görüp ilk olarak haber verenlere bahşişler, hediyeler verilirdi. Ramazanın geldiği, davullar çalınarak halka duyurulurdu. Ramazanın ilk günü devlet dâireleri tâtil olur, diğer günlerde de çalışma saatleri azaltılırdı.
Ramazan, Müslüman topluluklarının her birinde, bulundukları iklime, coğrafî şartlara ve dünyâ görüşlerine göre değişik örf ve âdetlerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ayda, diğer aylara göre dînî emirlere daha fazla bağlılık, Kur’ân-ı kerîm okumak, kazâ namazı kılmak, sadaka ve zekât vermek gibi ibâdetleri artmaktaydı. Ayrıca Ramazana mahsus yiyecekleri, güllaç, tarhana, börekler, tatlılar, kavurma, turşular, çeşitli baharat, şekerleme ve reçelleri hazırlamak halkımızın zevki olmuştur. İkindiden sonra iftara kadar geçen zamanlarda Kur’ân-ı kerîm okuyarak, vaaz ve mukâbele dinlemekle geçirirlerdi. Konak sâhipleri iftara çeşitli tabakalardan misafir dâvet eder, karınlarını doyurduktan sonra bunlardan ihtiyaç sahiplerine “diş kirası” adı altında bir de bahşiş verirlerdi.
Ramazan ayının Osmanlı Saray hayâtına kattığı bir geleneği de, Sultan Üçüncü Mustafa Han devrinden îtibâren sarayda icrâ olunmaya başlanan Huzur Dersleriydi (Bkz. Huzur Dersleri). Ramazan ayına mahsus bu derslerde âlimler, Kâdı Beydâvi Tefsiri’ni esas almak üzere ders verirdi. Hazır bulunanlar dînî sorularını sorarak cevaplarını alırlardı. Ramazan ayının 15. gününden îtibâren halk bayram hazırlığına başlardı. Evlerde temizlik, tâmirat, boya ve badana yanında bayramlık yeni elbiseler, bayramlık şekerleme ve tatlı tedarikine gidilirdi. Bu, alışveriş piyasasına ve evlere büyük canlılık ve neşe getirirdi. Zenginler konaklarında çevredeki fakirleri giydirip kuşandırıp, onlara bayram harçlığı verirdi. Terâvihlerde, hele bayram günleri câmiler tıklım tıklım dolup dolup taşardı.
Osmanlılarda Ramazanın 15. gününden sonra Peygamberimizin Veysel Karânî hazretlerine hediye ettiği Hırka-i şerîfin bulunduğu câmi ziyâret edilirdi (Bkz. Hırka-i Şerîf). Son zamanlarda bu ziyâret Ramazanın ilk cumâsında yapılmaya başlanmıştır. Askerlere bu ayda yemek üzerine baklava ikrâm edilirdi.
Ramazan mânileri: Ramazan ayının edebiyatımızda ayrı bir yeri vardır. Divan şâirleri bu ayı yüceltici ve “Ramazaniye” adı altında şiirler yazarlardı.
Ramazanda sahur davulcuları, evlerin önünde amazan mânileri söylerler, bahşiş (hediye) toplarlardı.
Akşam göründü hilâl,
Kazançlar olsun helâl!
Orucun sevabını
Çok verecek Zül-celâl.
***
Bu ayın kadri yüce
Hizmet et gündüz gece
Orucu tutmalıyız
Hepimiz âilece.
***
Rahmet ayı geldi yine
Şeytan kaçar sine sine
Şükür kavuştuk bugüne
Geldi Mübârek Ramazan
***
Kur’ân okuyan diller
Söyler Ramazan için
Lâle ile sünbüller
Güller Ramazan için
***
Kur’ân inmişti bu ayda
Dinlemeyene ne fayda
Oku çadırda, sarayda
Geldi mübârek Ramazan
***
Şükür bu aya girdik
Akşam hilâli gördük
Sevinçlere gark olup
Yüzü toprağa sürdük
***
Âleme rahmet geldi
Büyük bir nîmet geldi
Ramazanla birlikte
Müjde-i Cennet geldi
***
Secdeye varan başla
Gözlerden akan yaşla
Müslüman arkadaşla
Ne güzeldir Ramazan
***
Kur’ân okur bütün diller
Aşkıyla coştu gönüller
Seherlerde açar güller
Geldi mübârek Ramazan
***
Kavuştuk Ramazana
Ne de büyük ihsana
Mîdenin dinlenmesi
Huzur verir insana
***
Geldi mübârek günler
Sevindi insü cinler
Kalkıp ibâdet eder
Sahur vakti müminler
***
İmânsız ölmeyesin
Dert belâ görmeyesin
Dilerim Cennetlik ol
Ateşe girmeyesin
***
Sâlih olan seçilir
Gök kapısı açılır
Oruçlunun üstüne
Ne rahmetler saçılır
***
Çok nurludur bu gece
Uğurludur bu gece
Bin aylık ibâdetten
Hayırlıdır bu gece
***
Gidiyor güle güle
Hak’tan affını dile
Leyle-i Kadir ile
Ne güzeldir Ramazan
***
Bak geldi Şevval ayı
Bırakma merhabayı
Bir ganimet bilmeli
Gece gündüz duâyı
RAMAZAN
Sana hasretti câmi, sana hasret minâre,
Sende bulur hazzını, top sesi pâre pâre...
Yankı yapar kubbeler, sende tevhid sesini,
Sensin sığınak yapan, rahmetin gölgesini...
Kabaran dalgaların, bak hele sevincine,
Gizlenmişken sulara, sevinç içinde yine...
İniyor dünyâmıza, gece gündüz melekler,
Yükseliyor Allah’a binbir çeşit dilekler...
Günahkâr kalbimizi, nûrunla temizlersin.
Cennetin kapısını bizlere açan sensin...
Sultan oldun aylara, tâc ettin kandilleri,
Aydınlattın binlerce, kararmış gönülleri...
Bayram ediyor şimdi, canlı cansız kâinat,
Bambaşka oldu âlem yeniden buldu hayat...
Seni bu günahkâr kul; bilmem nasıl anlatsın?
Tövbekâr kula rahmet, çâresiz hayatsın...
Allah’a gider her an yorulmaksızın zaman,
Al rûhumu içine, Hakk’a götür Ramazan...
Son devrin din adamlarından. 1892 yılında Adana’da doğdu. Ramazanoğulları olarak bilinen âiledendir. Babası Müctebâ Bey, annesi Ümmügülsüm Hanımdır. İlk, orta, lise tahsilini Adana’da tamamladı. Yüksek tahsil için İstanbul’a geldi. Darülfünûn Hukuk Mektebine girerek bitirdi. Zâhirî ilimlerin yanında, tasavvufu öğrenmek istemesi onu hoca aramaya sevk etti. Bunun netîcesinde Erbilli Esad Efendiye talebe oldu. Kısa zamanda hocalarının yakın alâkası ile yetişti. Bir müddet sonra hocası tarafından memleketi olan Adana’ya gönderildi.
1951 yılında, İstanbul’a gelip, iki sene kadar kaldı. Hacca gidip dönüşte Şam’a yerleşti. Fakat burada fazla kalmayıp, dokuz ay sonra tekrar İstanbul’a geldi. Erenköy’e yerleşip, Zihnipaşa Câmiinde halka devamlı vâz ve nasîhatlarda bulunup öğüt verdi. 1979 yılında Mekke’ye göç edip, oraya yerleşti. 12 Şubat 1984 günü vefât ederek, Medîne’deki Cennetül-Bakî Kabristanına defnedildi.
Çok az konuşur, hiç kimseye “şunu yap, bunu yapma” demezdi. Peygamberin hayâtı, Eshâb-ı kirâmın önde gelenleri ve o devirdeki bâzı olaylar ile Kur’ân-ı kerîmden bâzı sûrelerin tefsîrine dâir çoğu sohbet şeklinde yazılmış dînî eserleri vardır.