R
Türk alfabesinin yirmi birinci harfi. Arap harflerine dayanan Osmanlı elifbasının on ikinci harfi (ra). Titreşimli ön damak sessizidir. Eski Türk (Yenisey ve Orhun) kitâbelerinde ince ve kalın sesliler için iki ayrı (r) işâreti kullanılmıştır. Uygur alfabesinin (r) harfi kelime başında, ortasında ve sonunda farklı şekillerde yazılır.
R sesi, Ana Türkçeden beri bütün Türk lehçelerinde kelime içinde ve sonunda kullanılır. Arpa, bıldırcın, kara, toprak, er, damar, demir, kar, kir, yular gibi.
Ses taklidinden doğan bâzı kelimelerle sonradan Türkçeleşmiş kelimelerin başlarında bu sese rastlanır. Reçete, raf, rende, robot, reform, sonradan Türkçeye girmiş kelimelerdir. Yabancı kelimelerin başında bulunan r sesini gidermek için halk ağızlarında bu kelimelere i (veya ı) gibi bir ses getirildiği görülür. Renk yerine irenk, raf yerine iraf, Rum yerine Urum, Rus yerine Urus gibi.
R, sıfat-fiil, isimden fiil yapma eki ve ettirgenlik eki olarak da kullanılır.
Tâbiîn devrinde yetişen büyük hanım evliyâlardan. Dünyâya düşkün olmaması ve ibâdetleriyle meşhur zâhide bir hanımdır. Basra’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 752 (H.135)de Kudüs civârında vefât etti. Tûr Dağı üzerine defnedildi.
Babasının adı İsmâil olup, üç kızı vardı. Bir kızı daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu ve ismi böyle söylendi. Babası çok fakir olduğundan, o doğduğu gece evinde ihtiyaç olan şeylerden hiç biri yoktu. Annesi çok ağlayıp mahzun olmuştu. O gece uyuduğunda Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) gördü. Rüyâsında kızının büyük bir kimse olacağı müjdelenip, Basra Beyine, bir kâğıda; “Her gece Resûlullah’a yüz salevât getirdin. Dün gece unuttun, bunun için bu kâğıdı getiren kimseye dört yüz dînâr ver” diye yazıp götürmesi söylenildi. Bunun üzerine babası böylece yazıp, Basra Beyine götürdü. Basra Beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip, her ne ihtiyacınız olursa söyleyin yardımcı olayım, dedi. Bundan sonra rahatlayıp kızlarını büyüttüler.
Râbia Hâtun, biraz büyüyünce annesi ve babası öldü. Basra’da kıtlık başgösterdi. Kız kardeşleri dağıldı. Râbia-i Adviyye de bir ihtiyara hizmet ediyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Günlük hizmetleri yanında, hergün oruç tutardı. Gecelerini de ibâdetle geçiriyordu. Bir gece efendisi uykudan uyandı. Pencereden baktı. Onu secdede gördü ve şöyle yalvardığını duydu. “Yâ Rabbî! Biliyorsun ki benim arzum senin emirlerine uymaktır. Eğer iş benim elimde olsa, sana ibâdetten bir an geri kalmazdım. Fakat ihtiyara hizmet ettiğim için, sana gereği gibi ibâdet edemiyorum.” Ayrıca Râbia’nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını da gördü. İhtiyar, sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca Râbia’yı çağırıp bir miktar para vererek serbest bıraktı. O da oradan ayrılıp, küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirmeye başladı.
Kefenini dâimâ yanında taşırdı. Namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini berâberine almadan konuştuğunu kimse görmedi.Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, Râbia Hâtun’dan feyz alırlardı. 752 senesinde Kudüs civârında vefât etti.
Birgün iki kişi Râbia-i Adviyye’yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. “Yemeği helâldir.” diye içlerinden yemek yimek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evde mevcut olan iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: “Ekmekler yirmi olsa gerektir.” Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular: “Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik, önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin!” Cevâbında: “Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu iki ekmeğin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. İki ekmek yerine 20 ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.”
Râbia-i Adviyye bir gece evinde geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırın üzerinde uyuya kaldı. Bu arada evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı, çalacak birşey bulamadı.
Giderken “Girmişken boş çıkmayayım” diyerek, Râbia hazretlerinin dışarıda giydiği örtüsünü aldı. Evden çıkarken yolunu şaşırdı, kapıyı bulamadı. Geri dönüp örtüyü aldığı yere bıraktı. Bu sefer rahatlıkla kapıyı buldu. Kapıyı bulunca tekrar geri dönüp, örtüyü aldı. Fakat yine kapıyı bulamadı. Bu hal yedi defâ tekrarlandı.
Yedinci defâ tekrar örtüyü eline alınca şöyle bir ses duydu:
“Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gücü yok iken, hırsızın onun örtüsüne yaklaşması mümkün müdür? Git yorulma, boşuna uğraşma.” Bu hâdiseden korkup dışarı fırlayan hırsız, tövbe edip, bu kötü huyundan vazgeçti.
Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı. Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek bulamadı. Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. Bir tabak yemek getirdi. Hazret-i Râbia yemeği alıp yere koydu. Mum getirmeye gitti. Gelince bir kedinin yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. mum söndü. Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı. O da “Yâ Rabbî bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliğimden sabredemiyorum.” diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu: “Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. Fakat gamımı alayım. Çünkü benim gamım ile dünyâ bir arada bulunmaz.” Bu sözü işitince şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî, beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma.”
Adamın birinin; “Yâ Rabbî, bana rahmet kapısını aç.” diye duâ ettiğini işitince, Râbia-i Adviyye: “Ey câhil, Allahü teâlânın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açmasını istiyorsun?” Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan kalpler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ edilmelidir.” dedi.
Tevekkülü o dereceye ulaşmıştı ki, “Gök tunç olsa, yer demir kesilse, gökten bir damla yağmur düşmese, yerden bir bitki bitmese ve dünyâdaki bütün insanlar benim çocuğum olsa, Allahü teâlâya yemin ederim ki onlara nasıl bakacağım düşüncesi kalbime gelmez, çünkü Allahü teâlâ hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve üzerine almıştır.” derdi.
Buyurdu ki:
“Muhabbet sâhibi olan kişi, muhabbetinde öyle sâdık olmalı ki, gönlünde O’nun için olmayan hiçbir sevgi bulunmamalı.”
“İşlediğiniz günâhları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin.”
“Sabır insan olsaydı çok kerîm olurdu.”
“Mârifetin alâmeti, her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır.”
“Kul, Allahü teâlânın sevgisini tattığı zaman, Allah o kulunun kusurlarını kendisine gösterir de, başkalarının kusurlarını göremez olur.”
Alm. Radar (m,n), Fr. Radar (m), İng. Radar. Uzaktaki hedefleri mikrodalga yansıtma metodu ile tespit eden cihaz. Radar cihazı ile karanlık bulut veya sis içinde olup görünmeyen cisimlerin durumu ve yeri mikrodalgalarla tâyin edilir. İlk adı “radiolocation” dur. Radar, İkinci Dünyâ Harbi sırasında geliştirilmiş ve ismi “Radio Detection and Ranging” kelimelerinin büyük baş harflerinin biraraya getirilmesinden türemiştir. Bu İngilizce kelimeler, radar cihazının mikrodalgalarla hedefin mesâfesi, istikâmeti ve açısını bulduğu anlamına gelir. Uzaktaki cisimleri tıpkı bir projektör gibi, fakat radyo frekanslarında aydınlatarak tespit eden bir teleskopa benzetilebilir. Halbuki ilk defâ Galileo tarafından 1610’da kullanılan teleskop, uzaktaki cisimleri tespit için cisimlerin yayınladığı ışınlara muhtaç ve ayrıca bunun frekansına bağımlıdır. Cihazın bir vericisi, bir de hedeften yansıyarak dönüp gelen mikrodalgayı alan alıcısı vardır. Görüntü televizyon ekranının benzeri katot ışınlı tüp üzerinde ışıklı noktalar hâlinde teşekkül eder.
Radarın keşfinde, gözü görmediği hâlde karanlıkta büyük ustalıklarla uçup, avını yakalayan yarasanın çok rolü olmuştur. Yarasa insan kulağının duyamayacağı ultrasonik ses frekansı yayınlayarak, yansıyan sesten hedefini görmektedir.
Radarın keşfi İkinci Dünyâ Harbi ile aynı zamana rastlar. Artan Hitler tehlikesine karşı olağanüstü “ölüm ışınlarını” bulma hülyâsının gerçekçi bir sonucu olarak ortaya çıkan radar, düşmanı uzaktan tespit edip ve görünmese bile bunu tahripte başarıyla kullanılmıştır. Yukarıda sözü geçen “ölüm ışınları” düşüncesi ise daha sonraları laserin keşfiyle tekrar canlanmıştır.
Harbin getirdiği bir silâh olarak ortaya çıkan radar, barış zamânında da birçok uygulama alanları bulmaktadır. Bunlara misal olarak gemilerin kesif sis içinde yönlendirilmesi, uçaklarda hedef bulma, kör uçuş ve kör inişin gerçekleştirilmesi ve fırtınayı tâkip sayılabilir.
Radarla ilgili ilk deney 1935 Şubatında 49 m dalga boyunda çalışan bir CW (continuous waves= sürekli taşıyıcı dalga) radyo vericisiyle yapıldı. Yaklaşan bir uçağın 13 km’den tespit edilmesiyle ilk başarı sağlandı.
1935 Haziranında da ilk darbeli verici yapıldı ve denendi. 24 km mesâfedeki bir uçaktan yansıyan bir takım işâretler sezildi. Darbeli verici işâreti hâlinde mesâfe, gönderilen ve alınan darbe arasındaki zaman kayması ve dalgaların yayılma hızından hesaplanabilir. 50 m dalga boyunda çalışıldığında, diğer radyo istasyonlarının karıştırması sebebiyle daha sonraki denemelerde, radar dalga boyu 25 m’ye değiştirildi. Daha kısa dalga boyu kullanmanın başka bir faydası da, aynı fizikî büyüklükteki bir antenin yöneltilme özelliklerini geliştirmesiydi. 1935 Eylülünde mesâfede 70 km’ye, 1936 Martında ise 150 km’ye ulaşıldı.
Radar üzerindeki çalışmalara hem Avrupa hem de Amerika’da aynı yıllarda devam edilmiş, geliştirilen örnekler ordu hizmetlerinde kullanılmıştır. İlk önce geliştirilen CW-radar daha hassas olmasına rağmen mesâfe hakkında bir bilgi vermemekte, sâdece hedefin varlığını göstermektedir. Darbeli radarda ise, gönderilen darbe bir anlamda işâretlenir ve hedeften yansıyıp tekrar alınana kadar geçen süreden mesâfe kolayca hesaplanır.
Hâlen kullanılan birçok radar aynı temel esaslara göre, fakat gelişmiş bir doğrulukla çalışmaktadır. Meselâ radardaki savaş sonrası ilerlemelerin en büyüğü elektronik bilgisayarların ortaya çıkmasından sonra, muazzam hâfıza kapasiteleri ve hesaplama hızları sebebiyle işâret analizi alanında olanıdır. Böylece yansıyan işâretler ayrıntılı olarak incelenebilmekte, hedefe âit birçok bilgi, çeşitli yollarla göz önüne serilebilmektedir.
Radarın en anlamlı uygulamalarından biri olan haritalama radarında ise, mikrodalgalar kullanılmakta ve sağlanan bilgilerden fotoğraf ve benzeri şekiller elde edilmektedir.
Bir radar sistemi, kullanıldığı yere bağlı olarak çeşitli şekillerde tasarlanabilir. Temelde bu, ya sürekli dalga radarı veya darbeli radar olacaktır. Gözlenecek büyüklük bir polis radarındakine benzer olarak, cismin hızı olabildiği gibi, cismin uzaklığı ve yüksekliği, uzaklığı ve hızı, uzaklığı ve yönü olabilir. Dolayısıyla bu durumlardan herhangi biri için kullanılacak radar tipinin tek olduğunu söylemek güçtür. Ayrıca, bir radar sistemi sâdece bir alıcı ve bir vericiden ibâret değildir. Radar sistemini; kullanılacak frekans, atmosferin etkileri, hedeflerin ve bulundukları ortamın özellikleri gibi faktörler belirler.
Yayınladığı radyo frekans işâreti sürekli olan CW-radarının getirdiği tahditler şöylece sıralanabilir:
a) CW-radarı mesâfe bilgisi vermez. Sâdece yarım dalga boyundan-genelde bir metreden az-mesâfe değişiklikleri ölçülebilir.
b) CW-radarı sâbit hedefler söz konusu olduğunda bunları ayırt edemez. Çünkü herbir hedefin yansıttığı işâretlerin toplamı yine başka tek bir hedefin yansıtacağı sinüzoidal bir işâret anlamına gelir.
c) CW-radarı farklı hızları tespit edebilir. Çünkü yansıtılan işâretler farklı frekanslarda olacaktır (Dopopler frekansları). Fakat bu durumda da hızlar fark edilmiş, hedeflerin kendileri uzayda fark edilememiştir.
Yayınlanan işâreti, darbeler hâlinde gönderen darbeli radarda ise CW-radarının yukarıda sözü edilen mahzurları bulunmaz. Kesinlikle ölçülebilen mesâfe, darbe peryoduyla doğru orantılı, radyal hız ise ters orantılıdır. Bu yüzden darbe frekansı her iki büyüklüğü tatmin edici bir şekilde ölçebilmek için optimize edilir. Meselâ çokça kullanılan 1 kHz’lik tekrarlama frekansı hâlinde mesâfe hesaplanırsa 150 km bulunur. Bu değer ise, mesela hava alanı radarları için tatminkârdır.
Yönlendirilebilir radar anteninden belirli bir anda yayınlanan yüksek frekanslı işâret darbesi bir cisme çarptığında, radyofrekans enerjisinin bir kısmı geri yansır. Yansıyan bu darbe, radarın alıcı düzeni vasıtasıyla alınır. Temel olarak antenin o andaki yönü cismin yönünü, darbenin gidip gelme zamanı da mesâfesini verir. Pratikte kullanılan radar sistemleri sâdece bir alıcı ve bir vericiden ibâret olmayıp, çok daha karışık bir yapıdadır. Fakat ana birimleri gösterecek şekilde bir radar sistemi blok şemada belirtilen yapıdadır. Zamanlama birimi veya darbe jeneratörü vericiye bir anahtarlama darbesi ve aynı anda alıcıya referans darbe gönderir. Darbe modülatörde şekillendirilir ve kuvvetlendirilerek antene uygulanır. Gözlenen alan, anten tarafından âdeta bir ışık hüzmesiyle olduğu gibi taranır. Çok çeşitli tipte anten mevcutsa da, çoğu istendiğinde belirli bir yöne yöneltilebilen yapıdadır. Alma ve gönderme için ayrı ayrı antenler kullanılabildiği gibi, çoğu sistem her iki fonksiyon için aynı anteni kullanmaktadır. Alma-gönderme anahtarı, bir darbe yayınlanırken alma biriminin yolunu kesen, diğer zamanda yansıyan işâretleri almaya hazır hâle getiren elektronik bir anahtardır. Radarın menzili gönderilen iki darbe arasındaki zamanla sınırlıdır. Çünkü gönderilen bir radyofrekans darbesi bir sonraki darbeye kadar gidip gelmek mecburiyetindedir.
Alınan işâret, alıcıda daha önce darbe jeneratörünün ürettiği referans işâretle mukâyese edilir. Aradaki zaman miktarından mesâfe tâyin edilir. Bunu yapmak için birçok metod vardır. Katod ışınlı osiloskoplar, mukayese göstergeleri olarak çokça kullanılırlar.
Basit bir misâl olarak, darbe jeneratöründen alınan referans işâretin, ekran üzerinde yatay taramayı başlattığını düşünelim. Taramanın osiloskop ekranını baştan başa katetmesinin ifâde ettiği mesâfe tarama devresinin parametreleriyle ayarlanabilir. Bu arada yansıyan işâret osiloskobun diğer saptırma devrelerine uygulanırsa iz, üzerinde bir çıkıntı şeklinde ortaya çıkar. Bu durumda tarama süresi 100 mikrosaniye ise ve alınan işâretle ilgili çıkıntı ekranın dörtte birinde ortaya çıkmışsa, tespit edilen cismin radara olan mesafesi 1/4x100=25 ms
300.000 km/s. 25/2 ms= 3.75 km olarak hesaplanır. Şüphesiz bu hesapta devredeki bir takım zaman gecikmeleri ihmâl edilmiştir. Son asrın hârikulâde bir sistemi olarak görünen radarı geliştiren ilim adamları, bu fikri herkesin bildiği bir canlıdan almışlardır. Bu canlı geceleri büyük bir hızla ve keskin dönüşler yaparak uçan yarasalardır. İnsanoğlunun radarından çok daha gelişmiş bir mekanizmaya sâhip olan yarasalar, ağızlarıyla insanların duyamadığı yüksek frekanslı işâretler göndermekte, cisimlerden yansıyan işâretleri analiz ederek bunun bir engel mi veya bir yiyecek mi olduğunu tespit etmektedirler. Yarasaları taklit ederek, onların sâhip olduğu sistem yanında, çok iptidâî kalan radarı yapan insanoğlu incelemelerine devam etmekte, kulaklarıyla gören yarasaların keşfedilmemiş sırlarını bulmaya çalışmaktadır.
Çalışma prensipleri: Radarın çalışma prensibi; sesin yankı yapması, yâni ses dalgasının bir engele çarparak yansıyıp, tekrar çıktığı noktaya ulaşması olayının benzeridir. Sesin havadaki yayılma hızı saniyede 340 metre olduğu için, yansıyan sesin duyulması ile ilk ses arasında bir zaman geçer. 340 metre mesâfedeki bir dik dağa doğru bağırılınca, ses dalgaları bir sâniye içerisinde dağa ulaşır, oradan yansıyan ses dalgaları da bir sâniye içerisinde tekrar ilk çıktığı noktaya ulaşır. Toplam olarak sesin çıkışı ile duyuluşu arasında iki saniye geçmiştir. Bu prensipten gidilerek, bilinmeyen bir mesâfedeki dağa ses gönderilirse, yankının duyulduğu zaman tespit edilip, mesâfe hesaplanabilir. Sesin uzaklara gidebilmesi için yükseltici ve yönlendirici hoparlör kullanmak gerekir. Hoparlörün yatay ve dikey konumu, sesin ulaşıp döndüğü noktanın istikâmetini ve yüksekliğini açı olarak verir.
Radarın çalışma prensibi, sesin yankı yapmasından farklı bir özellik taşımaz. Yalnız radar cihazı, çok yüksek frekanslı ses dalgaları denilebilecek mikrodalga yayını yapar. Mikrodalgalar sâniyede 300.000 kilometre yol aldığı için sinyal gidiş dönüş süresi çok kısadır. Radar sinyalleri kısa süreli darbeler hâlindedir. Bu sinyaller antenlerle yönlendirilerek dar bir ışık hüzmesi gibi gönderilir. Böylece çok kısa sürede, çok uzaklardaki hedefin mesâfesi, istikâmeti ve yüksekliği hassas bir şekilde tâyin edilebilir.
Radar mikrodalgaları yayımı üç şekilde yapılır: 1) Devamlı dalga, 2) Frekans modülasyonu, 3) Darbe modülasyonu. En çok kullanılan metod darbe (pulse) modülasyon metodudur. Bu metodla yapılan yayında radyo frekans enerji muntazam aralıklı kısa darbeler hâlindedir. Radar cinsine bağlı olarak darbe süreleri 0.1 ile 5 mikrosaniye arasında değişir. Mikrodalga frekansı yine radar cinsine göre 100 ile 60.000 megasaykıl (1 megasaykıl= 1.000.000 saykıl) arasında değişir. Yayınlanan mikrodalga hüzmesi, bir veya iki derecelik çok dar koni biçimindedir.
Radarla mesâfe tâyin edilirken, mikrodalga darbesi gönderilir gönderilmez ekranda darbe gözükür. Darbe boyu radar gücü ile, darbe genişliği de mesâfe hassâsiyetiyle ilgili olarak değişebilir. 20 km mesâfede bulunan hedef gemiye mikrodalga çarpıp yansıdığı an, mikrodalga henüz yolun yarısına gelmiştir. Bu yüzden ekranda gözüken mesâfe 10 km’dir. Yansıyan dalga tekrar geriye döndüğünde, radar alıcısından ekranda gözükür. Bu görüntü hedef görüntüsüdür. Radar istasyonu ve hedef sâbitse görüntü hep aynı mesâfede kalır. Hareketli hedeflerde görüntü de ekranda kayar.
Radarla hedefin istikâmeti, radar anteni yatay düzlemde 360 derece döndürülmek sûretiyle tâyin edilir. Görüntünün hassâsiyeti mikrodalganın dar bir hüzme hâlinde yayını ile mümkündür. Kuzey tam sıfır kabul edildiğinden, görüntünün ekrandaki konumu kuzeye göre târif edilmiş olur. Hedef yüksekliği de istikâmet tâyini gibi yapılır. Radar anteni her mesâfeye göre dakikada değişik sayıda dönüş yapar. Meselâ dakikada beş dönüş yapan radar anteni, 360 dereceyi 12 sâniyede tamamlar.
Radar elemanları:
Modülatör, verici ve ekran göstergesini harekete geçiren darbeleri üretir. Modülatör bu bakımdan bir çeşit frekans osilatörüdür. Eğer modülatör sâniyede 250 darbe üretiyorsa, bu dalganın peryodu 1/250= 0.004 sâniye veya 4000 mikrosâniyedir. Mikrodalga 12,2 mikrosâniyede bir mil yol aldığından, bu radarın menzili 400/12,2= 328 mildir (1 mil= 1852 m).
Modülatörün ürettiği darbe süresi mesâfe ile sınırlıdır. Eğer vericiden çıkan darbe hedeften yansıyıp alıcıya gelmeden ikinci darbe gönderilirse, hedef vericinin yayını ile maskelenir. Süresi kısa darbeler gönderilirse bu durum ortadan kalkar.
Radar vericisi özel mikrodalga osilatör tüpü olan magnetronla çalışır. Modülatörden alınan darbe, yükseltildikten sonra magnetron katoduna gelir. Bu magnetronun darbe süresince birkaç bin megasaykıl frekansında dalga üretmesine sebep olur. Magnetron çıkışı duplekserden geçerek antene gider. Duplekserin görevi verici yayın yaparken alıcının yayından müteessir olmasını önlemektir. Magnetronun görevini yapan yüksek güçlü klistronlar da vardır.
Radar alıcısı mikser, lokal osilatör, ara frekans yükseltici video yükselticilerinden meydana gelmiştir. Alıcı çıkışındaki video frekans sinyali, ekranda görüntü olarak gözükür. Ekran tipleri muhteliftir. A-Skop ekranında verici darbesi mikrodalganın aldığı yol ve yansıma darbesi çıkıntı hâlinde gözükür. Hedeflerin yatay düzlemde gözüktüğü ekrana ise PPI ekran denir. PPI, plân, pozisyon, indikatör mânâsına gelir. Hedeflerin yüksekliğini gösteren ekranlara da RHI, (mesâfe yükseklik ekranı) denir. RHI ekranlarında mikrodalga 360 derece dönmez; 20-30 derecelik dönüşler yapar. Maksada göre R,J,K skop ekranları da vardır.
Radar anteninin görevi, mikrodalgayı yaymadan bir yöne doğru göndermektir. Anten reflektörünün de bu işlemde büyük rolü vardır. Radar anteni, mikrodalganın dalgaboyunun yarısına eşit uzunlukta dipol ve reflektörden ibârettir. 3000 megasaykıldan büyük yayınlarda parabolik anten kullanılır. Parabolik antenlerde mikrodalga hüzmesi çok dar ve kuvvetlidir. Atış-kontrol, uzay radarlarında parabolik anten kullanılır. Bâzı radarlarda anten 360 derece dönerken, bâzılarında sâbit durur. Sâbit antenler frekans ve faz taramalı düzene sâhip antenlerdir. Elektronik devreler anten dönüyormuş gibi yayını 360 derece temin eder.
Radar türleri: Radarlar kullanma maksadına göre sınıflara ayrılır. Arama radarı yatay düzlemde, hedefe âit istikâmet ve mesâfe mâlumâtı verir. İrtifâ radarı yalnız irtifâ mâlumâtı verir. Hava arama radarı, arama radarı ile irtifa radarının karışımı olup, menzili çok fazladır. Süratli uçakların uzaktan tâkibini hava radarı yapar. Atış kontrol radarları, dar hüzmeli hedefi yakaladıktan sonra hedefe kilitlenip devâmlı tâkip eden topçu radarıdır. Füze tâkip radarları ise, hava radarı ile atışkontrol radarının zincirleme çalışmasından ibârettir.
Radarlar askerî ve sivil maksatlara göre de sınıflandırılmıştır. Askerî maksatlarla kullanılan IFF ve ECM cihazları, sivil maksatlarla kullanılan meteoroloji, astronomi cihazları radarların cinslerindendir. IFF dost-düşman tanıma radarıdır. ECMise aktif olarak düşman radar alıcılarını yanıltmak için değişik frekanslarda yayın yaparlar; pasif olarak da muhtelif yayınları analiz ederek hedef gemilerin özelliklerini teşhise yardımcı olur.
Radar târihi: Radarın bulunuşuna ilk adımı Alman fizikçisi Heinrich R.Hertz’in, elektromanyetik dalgaların ışık gibi yayılmasını ve yansımasını sağlaması ile başlamıştır. 1904 senesinde ise Alman mühendis C.Hülsmeyer gemilerin çarpışmasını önlemek için, basit bir radyo yankı cihazı geliştirdi. 1925 senesinde Merle A.Tuve, Amerika’da darbeler hâlinde elektromanyetik dalga neşrine muvaffak olunca, bugünkü anlamda radara geçiş sağlanmış oldu. İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında Alman, Fransız, İngiliz ve Amerikan fizikçilerinin çalışmaları iyice arttı. 1940 senesine doğru 180 km mesâfedeki hedefi hassas bir şekilde tespit edebilecek radarlar yapıldı. 1940 senesinde İngiliz fizikçileri çok oyuklu magnetronu keşfedince, radar gücü birkaç bin misli arttırıldı. Almanların savaşı kaybetmelerinde büyük rolü olan bu buluş ile modern radarların yapımına geçilmiş oldu.
Alm. Rodon, Fr. Radon, İng. Radon. Radyumun radyoaktif bozunması sonucu meydana gelen, soy gazlar sınıfından bir element. Radon, radyumla berâber, tabiî bir radyoaktif element olan uranyum-238 kaynağına dayanır. Atom numarası 86, kütle numarası 222 olup Rn sembolüyle gösterilir. Aynı kütle numaralı iki önemli izotop daha vardır. Biri toron olup, toryum-232 radyoaktif bozunma zincirindedir. Diğeri de uranyum-235 zincirinden olan aktinondur.
Özellikleri ve kullanılışı: Radon, oda sıcaklığında yoğunluğu 10 gram/litre olan renksiz bir gazdır. Erime noktası -71°C ve kaynama noktası da -62°C’dir. İnert (atıl) bir gaz olma tabiatından dolayı radyum ihtivâ eden bütün çözelti veya füzyonlarda açığa çıkar. Radyum tabiatta bulunduğu hâlde radon atmosferde bulunur. Radon, bir alfa tâneciği neşrederek yarılanma ömrü 3,85 gün olan radyum A’ya bozunur. Radyum A polonyumun bir izotopu olup, ardarda meydana gelen bozunma ürünleri katı maddelerin yüzeylerine yapışabilir ve atmosferden de kolaylıkla filtre edilebilir. On gramlık radyumdan hergün bir mm3 radon kazanılabilir. Yüksek radyoaktiflik gösteren radon, radyum çözeltilerinden pompalanır ve küçük tüplere kapatılır. Bu radyoaktif tüpler tıpta, radyoterapide kullanılır. Kezâ radon, radyoaktif maddelerin radyasyonlarının kimyâsal etkilerini incelemek maksadıyla da istifâde edilen bir maddedir.
(Bkz. Ahmed Abdülhak Radulevî)
Alm. Radius (m), Fr. Radian, İng. Radius. Açı veya yay ölçme birimi. Radian Fransızca bir kelimedir. Latince radius, “yarıçap” demektir. Bir çember üzerinde yarıçap uzunluğundaki yaya bir radyanlık yay, bu yayı gören merkez açıya bir radyanlık açı denir. Bir çember yayı, yarıçap uzunluğundaki yaylara ayrıldığında bu yaylardan altı tâne olup, biraz da artar. Artan yay yaklaşık olarak 0,28 radyandır. Yâni bir çember yayı 6,28 radyandır. Ancak bu yaklaşıktır. Tam ifadesi 2 p’dir. Yarım çember yayı p radyandır. Yani 3,14 radyandır.
Radyan açı olarak düşünüldüğünde 2 p radyan 360°’ye karşılık gelir. p radyanlık açı 180° dir. 1 radyanlık açı da 360 / 2 p = 57° 17’ 44,8” olmaktadır.
Derece ve grad da açı ölçme birimleridir. Bu birimler küçüktür. Radyan ise büyük bir açı ve yay ölçme birimidir. Çünkü bir radyan yaklaşık olarak 57° kadardır.
Derece, grad ve radyanın birbirlerine çevrilmelerinde; D/180 = g/200 = R/p formülü kullanılır.
Bir radyanlık yay= AB yayı
Bir radyanlık açı= AOB açısı
Alm. Lichtstrahlung (f), Fr. Radiation (f), İng. Lightradiation. Enerji neşretme ve üretme; aynı zamanda neşredilen enerjinin kendisi. Kelimenin aslından da enerjinin bir doğru boyunca sınırlı bir ölçüde dağıldığı anlaşılmaktadır. Bu husus karşılaşılacak birçok radyasyon tipleri için de geçerlidir.
Radyasyonlar ana olarak elektromanyetik, akustik ve tânecikli olmak üzere üç bölümde toplanır. Bunlar da kendi aralarında çeşitli gruplara ayrılır.
Meselâ elektrikî veya manyetik alan etkisiyle meydana gelen enerjiye elektromanyetik radyasyon (Bkz. Elektromanyetik Dalgalar) denir ki, bu radyasyon dalga boyuna göre radyo dalgaları, mikrodalgalar, kırmızı ötesi, görünen (visibl), ultraviyole (mor ötesi), X, g (gamma) ve kozmik ışınlar şeklinde sınıflara ayrılır. Elektromanyetik radyasyonların sınıflandırılmasında radyasyonun (şuânın, ışınımın) frekans ve dalga boyundan faydalanılmıştır.
Akustik veya ses radyasyonu, infrasonik, sonik ve ultrasonik şeklinde sınıflandırılır. Bu sınıflandırılma da sesin frekansına göre yapılır. Ses frekansları 16 ilâ 20.000 cps arasında değişir. (Bkz. Ses)
Tânecikli tabiata sâhip radyasyonlara, genel olarak, radyoaktif maddelerden meydana gelen beta (b) ve alfa (a) ışınları misâl verilir.
Bugün şuâ meydana getirmek, tekniğin ve ilmin mühim bir şûbesi olmuştur. Ampuller, triyod lâmbaları, radyo âletleri ve röntgen boruları, birer şuâ âletleridir. Şuâlar kendilerini meydana getiren dalgaların uzunluğuna göre başka başka isim alır. Meselâ dalga uzunluğu binde bir milimetre arasında olanlar “ışık şuâları”, dalga uzunluğu on milyarda bir milimetre olanlar “gamma şuâları”, dalga uzunluğu on trilyonda bir milimetre olanlar “kozmik şuâlar”dır. En uzun elektromanyetik dalgalar, radyoda kullanılan Hertz dalgaları olup, boyları kilometre ile ifâde olunur. Boyları milimetrenin on trilyonda birinden başlayarak kilometrelere kadar uzanan milyarlarca dalga cinsinden, yalnız dalga boyu 0,4 mikron ile 0,8 mikron arasında olanlar ışık hâlinde görülebilir. Daha büyük ve daha küçük dalga boylu şuâlar görülmez. Gözün görüş kâbiliyeti bu sınırlar içindedir.
Gamma şuâları: Radium atomunun çekirdeği, kendiliğinden parçalanarak gamma şuâları neşreder. Bir evde açıkta bırakılan bir radium kırıntısının gamma şuâları bin metre uzağa yayılır ve aylarca devam eder. Yüzelli metre mesâfedeki evlerde bulunanların ölümüne sebep olur. Zîrâ, gamma şuâları, insanları, hayvanları ve bitkileri öldürür.
Kozmik şuâlar: Bugün bilinen şuâların en kısa dalgalısıdır. Bunlar, kâinat boşluğunun, bugün bilinmeyen derin noktalarından gelen şuâlardır. Gamma şuâlarından daha kuvvetli olup, çok sert ve kalın tabakalardan geçerler. (Bkz. Kozmik Işınlar)
Ölüm şuâları: Bir milyon volttan ziyâde gerilimle çalışan modern röntgen makinaları ile, dalga boyları ve tesirleri gamma şuâlarına yakın olan şuâlar elde edilebilmektedir. Bu şuâlar kalın duvarlardan geçerek arkalarındaki canlıları öldürür. Bu sûretle kuş ve fâreler derhal öldüğü gibi, bir öküz de iki dakikadan az bir şuâlama ile öldürülebilir. Harplerde kullanılabileceklerinden, bunlara ölüm şuâları denir. Bu şuâlarla çalışan bir fizikçi, farkında olmayarak kendini ve bir mahalle halkını öldürebilir. Bir milyon voltluk yüksek gerilimli röntgen mermileri, düşmana ve şehirlere atılarak ölüm şuâları, yeni harplerde kullanılabilecektir. Halbuki beşeriyet, medeniyete yaklaşır ve insânî düşüncelere dönerse, bu şuâlar tarla fâreleri, yaban domuzları ve sıtma sinekleri gibi hayvanlara karşı kullanılacaktır.
Radyasyon, teşhis ve tedâvi gâyesiyle kullanılmak üzere tıp sahasına girmiştir (Bkz. Röntgen ve Radyoterapi). Radyasyonlar iki gruptur. 1) Elektromanyetik radyasyon (X ışınları), 2) Gamma ışınları (Radyoterapide kullanılır). Radyasyonun tıp sahasındaki bu faydalı etkilerinin yanı sıra zararlı etkileri de mevcuttur. Bu zararlı etkiler hemen görülebildiği gibi, gecikmeli olarak veya uzun süren bir birikim neticesi müzmin etki şeklinde de ortaya çıkabilir.
Hemen görülen zararlı etkiler: Beyinde, sindirim sisteminde ve kan oluşum sisteminde olmak üzere üç kategoride incelenir. Beyindeki hasar total vücud dozunun yüksek (3000 rad üzerinde) olmasından ileri gelir. Kusma, titreme vs. gibi belirtilerden sonra birkaç saat içinde öldürür.
Sindirim sistemi belirtileri 400 rad ve daha yukarı radyasyon dozuyla meydana gelir. İnatçı bulantı, kusma ve vücuttan ciddî su kaybına sebep olarak damar büzüşmeleri netîcesi ölüme götüren ishalle karakterizedir.
Kan sistemiyle ilgili zararlı etkiler 200-2000 rad arasındaki radyasyon dozuyla meydana gelir. İlk 6-12 saat içinde iştahsızlık, bulantı ve kusma görülür. Dalak lenf bezleri, kemik iliği atrofiye uğrar (küçülür). Kan hücrelerinin bütününde azalma olur.
Gecikmeli olarak çıkan zararlı etkiler: Radyasyon alımlarının tekrarlanması veya düşük doz alımların uzaması neticesinde kadınlarda âdet kanamasının olmaması, cinsel hormonlarının miktarında azalma, kansızlık, katarakt gibi belirtiler görülebilir. Daha ciddî olarak saç dökülmesi, deride ülserleşme, kabuklaşma ve kanserleşmeye de yol açabilir. Röntgen ışını, doğacak çocuğu da etkilemektedir. Film çekilmeden evvel kadının hâmile olup olmadığı tespit edilmelidir.
Tedâvi: Radyasyonun yaptığı zararların tedâvisinde esas, radyoaktif materyalden deriye bulaşan lekenin bol su ile yıkanması veya özel solüsyonlar sürerek temizlenmesidir. Radyasyonun yaptığı küçük yaraların içinden ve etrafından radyoaktif lekeler tamâmen temizleninceye kadar yıkama işine devam edilmelidir.
Eğer radyoaktif madde yutulmuşsa hemen kusturulmalı veya mîde yıkanmalıdır. Teneffüsle veya sindirim yoluyla büyük miktarda radyoaktif madde alındığı zaman hastaya derhal lugol sıvısı verilmelidir. (Tiroid bezinin tutmasını önlemek için) idrar atımı arttırılmalıdır.
Radyoaktif ışık alanlar için özel tedâvi yoktur. Tedâvi daha ziyâde meydana gelen zarara yöneliktir. Yatak istirahati, ağrı kesiciler, vitamin, bol gıdâ ve kusmayı önleyici ilâçlar vs. gibi destekleyici tedâvi yapılır.
Alm. (auto-) Kühler (m); Heizkörper (m), Fr. Radiateur (m), İng. Radiator. Sıcak sulu ısıtma sistemlerinde, ısıtılacak mahallin uygun bir yerine yerleştirilen ısıtıcı yüzeyi geniş cihâz. Günümüzde çok yaygın olarak kullanılan kaloriferli, sıcak sulu ısıtma sistemlerinde, kazan dâiresinde ısınan sıcak su; daha çok pencere önlerindeki radyatörlere üstten girerek alttan dönüş yapar ve dönüş kolon boruları ile tekrar kazan dâiresine gelir. Dönen su sıcaklığı, giden sıcak suya göre ortalama 20°C daha azdır. En düşük dış hava sıcaklığına göre Max.90°C sıcaklıkta su radyatöre girer ve 70°C’de radyatörden çıkar. Bu sebeple radyatörlerin üst kısmı alttan daha fazla sıcaktır. Çünkü, radyatöre üstten giren sıcak su, alta inene kadar sıcaklığı azalmakta, ısısını odanın havasına vermektedir. Isıtılan havayı bir akışkan olarak kabul edersek, radyatör petekleri arasında alttan üste doğru ısınan hava yükselmekte, konveksiyon ısı transferi gerçekleşmektedir. Radyatörlerin verdiği toplam ısının % 80’i konveksiyon, % 20’si de radyasyon yoluyla oda havasına intikâl eder.
Radyatör üzerinde meydana gelen hava akımı neticesinde, mahallin bütün havası radyatör üzerinden geçerek ısıtılmış olur. Ancak hava içindeki görülmeyen toz zerrecikleri, radyatörün üzerindeki tavan yüzeyinde yoğunlaşan neme yapışarak, zamanla is lekesi yapmaktadır.
Radyatörler, demir dilimlerinin birbirine eklenmiş şeklidir. Malzeme cinsine ve biçimlerine göre bağlı olarak aşağıdaki şekilde sınıflandırılırlar.
1) Dökme demir radyatörler, 2) Çelik radyatörler, 3) Dilimli radyatörler, 4) Panolu radyatörler.
Kalorifer tesisâtı hesabında, ısıtılacak mahallin konfor sıcaklığı ve ısı kaybına göre dilim sayısı değişik olabilir. 30, 50, 100 cm boylarında çok değişik tip radyatörler vardır. Radyatörlerin câzip görünüşlü ve daha yüksek ısı verimli olabilmesi için, alüminyum pres dökümlü kanatlı radyatörlerle, panel tip çelik radyatörler îmâl edilmiştir. Radyatörlerin giriş ve çıkışında mutlaka birer ventil ve havasını almak için pürjör olmalıdır. Radyatör grubu alttan iki adet konsol ve üstten bir adet kelepçe ile duvara tespit edilmiştir.
Radyatörlerin yerleştirilmesinde dikkat edilecek önemli hususlar şunlardır:
1. Radyatörler pencere altındaki duvarlara yerleştirilmelidir. İç duvarlara yerleştirilmeleri mahzurludur.
2. Radyatörler yerleştirildikleri duvarda en az 5 cm ve tabandan ise 7 cm mesâfede olmalıdır. Bu şekilde yapılmazsa, çevre havası radyatör yüzeylerini iyi bir şekilde yalayamaz ve radyatörün verimi düşer.
3. Radyatörlerin önleri, yanları ve üstleri süs, dekarasyon gibi maksatlarla hiçbir şekilde kapatılmamalıdır. Bu kapatmaların derecesine bağlı olarak radyatörün ısıtma verimi % 10 ile % 40 arasında azalır. Böylece radyatörler konulduğu mahalleri ısıtamaz hâle gelirler.
4. Radyatörlerin önleri tavandan aşağıya kadar sarkan perdelerle kapanmamalıdır. Çünkü alttan girip ısınan hava, perde ile önü kapalı olduğu için oda içine geri dönemez, ısı camdan boşu boşuna gider.
5. Radyatörlerin arka kısmına isâbet eden dış duvar 3 cm kalınlığında strafor veya cam yünüyle kaplanmalıdır.
Isıtma gâyesiyle, elektrik enerjisiyle çalışan tek radyatörler içinde ısıtıcı rezistans ve ısı transfer yağı vardır. Bu tip radyatörler büro ve iş yerlerinde kullanılmaktadır. Radyatörler çok uzun ömürlü olmakla beraber, içindeki suyun donması hâlinde çatlar ve tahrip olur. Onun için de kullanılmayan ev veya odalardaki radyatörlerin kapalı kalması doğru değildir. Giriş ventilinden kısık vaziyette sıcak su radyatöre girerse, don tehlikesine karşı tedbir alınmış olur.
Isı enerjisinden (yakıttan) tasarruf etmek ve odalarda normal konfor sıcaklığını sağlamak gayesiyle, dış hava sıcaklığındaki değişimlere göre, radyatörlere giren su sıcaklığını ayarlamak gerekir. Bu ayarı otomatik olarak yapan otomatik kontrollu cihazlar olduğu gibi; sistemde ısıtıcı eşanjör üzerindeki termostatik vanadan da elle ayarlamak mümkündür. Eşanjör olmayan sistemde, kalorifer kazanı üzerindeki termostat âletini dış hava sıcaklığına göre ayarlamalıdır.
ŞEKİL VARRR!!!! (Radyatöre Ek Dosyasında
Kışın en düşük sıcaklığı -20°C olan bir bölge için, kazan çıkış suyu sıcaklığı tablosu.
Isıtılan mahalde normal konfor sıcaklığını 20,22°C sâbit tutmak ve enerjiden (yakıttan) tasarruf edebilmek için dış hava sıcaklığına göre yapılacak termostat ayarı ve radyatörlere gidecek kazan çıkış suyu sıcaklığı çizelgede gösterilmiştir.
Benzinli ve su soğutmalı otomobil motorlarında bulunan radyatör, motoru soğutma gâyesiyle kullanılır. Soğutma yüzeyi çok geniş olup, ince küçük peteklerden müteşekkildir. Motor gövdesinde ısınan su, devridaim pompası tarafından radyatöre girer ve çıkar. Radyatör önündeki krank miline bağlı pervâne, radyatörün petekleri arasından hava geçmesini sağlar. Radyatöre üstten giren sıcak su alta inene kadar bir miktar soğumuş olur.
Arızalara sebebiyet vermemek için radyatöre, kireçten arındırılmış sular koymak gerekir. Soğuk havada motor çalıştıktan sonra su konulmalı, motor sıcak iken radyatöre soğuk su konulmamalıdır.