PSİKOTERAPİ
Alm. Psychotherapie (f), Fr. Psychothérapie (f), İng. Psychotherapy. Tedâviye yönelik hasta-hekim ilişkisine genel olarak verilen ad. Bütün dünyâda çok çeşitli psikoterapi kullanılmaktadır. Bunlar arasında psikanaliz, analitik psikoterapi, davranış tedâvisi, gestalt terapi, varoluşçu terapi, âile terapileri, psikodrama, grup terapileri sayılabilir. Bunlardan bâzıları:
Analitik psikoterapi: Kullanılış alanı geniş, temel olarak psikanalize benzeyen bir tedâvi şeklidir. Her psikoterapi ikili bir anlaşmadır. Analitik psikoterapiye alınacak hastaların “iç görü” (in sight) kazanmaya yatkın olmaları gerekir. İç görü, hastanın şikâyetlerini rûhî durumlara bağlayabilme kâbiliyetidir. Analitik psikoterapinin gâyesi şuur dışı çatışmalara inmek, zamanla çarpıtılmış ve dondurulmuş hâtıraları yeniden gözden geçirmek, geriye gidişi kademe kademe kaldırmak, daha sağlıklı savunmalar geliştirmektir. Analitik psikoterapinin ana hatları:
Psikanalizde olduğu gibi zaman zaman serbest çağrışımlara başvurarak hastanın sansürsüzce konuşmasını sağlamak.
Transferans: Hastanın geçmişindeki önemli kişi ve olayları hekimine aktarması.
Direnç: Hekimin çoğunlukla karşılaştığı bir olaydır. Hastanın şuur dışı duygu ve hâtıralarının şuur seviyesine çıkmasına karşı bir engeldir.
Rüyâları hastanın yorumlaması istenir ve bunun üzerinde konuşulur.
Destekleyici psikoterapi: Psikoterapi alanında sıklıkla kullanılır. Burada hastanın benlik güçlerini ve uyum sağlayıcı savunmalarını destekleme yolları kullanılır. Hastaya gerçekleri gösterme ve kendini tanıtma, ana gâyedir. Ancak, bunları yaparken onları deşmek ve çatışmaları yeniden uyandırmak zararlıdır.
Grup terapiler: Son zamanlarda önem kazanmıştır. Gruplar hâlinde çalışılır. Bu gruplarda teşhisi konmuş hastalar veya analitik grup ise, değişik teşhisli hastalar kullanılabilir. Haftada 1-2 defâ grup terapi yapılır. Karşılıklı etkileşme ile kişiliklerin değiştirilmesini gâye edinir.
Davranış tedâvisi: Burada ise uyumsuz davranışları değerlendirme ve öğrenme kaynakları kullanılmaktadır. Toplum tarafından uyumsuz bulunan davranışları söndürmek ve yeniden şartlanmalar ile uyumlu davranışlara dönüştürmek gâyedir. Terapistler geçmişten çok şimdiki zamânın üzerinde durmaktadırlar. Çeşitli türden problemlere yaklaşabilmek gâyesiyle farklı davranışçı terapi teknikleri geliştirilmiştir. Sistematik duyarsızlaştırma, girişkenlik eğitimi, davranış biçimlendirme gibi.
Âile psikoterapisi: Âileden işbirliği istenir. Bireyi âile içinde tedâvi etmek olabildiği gibi, âilenin bir bütün olarak tedâvi edilmesi de düşünülebilir.
Alm. Psychose (f), Fr. Psychose (f), İng. Psychosis. Şahsiyetin ve benliğin parçalanması ile topluma uyumun bozulması durumunun ortaya çıktığı önemli bir psikiyatrik hastalık grubu. Psikozlarda hastanın gerçeği değerlendirme kâbiliyeti bozulmuştur. Kişi, hastalığının şuurunda değildir ve hasta olduğunu, tedâvi görmesi gerektiğini bir türlü kabullenemez. Bu bozuklukların derecesi psikozun cinsine ve kişiden kişiye değişiklik gösterir. Yine psikozun cinsine göre değişik belirtiler de sözkonusudur.
Psikozlar, had veya müzmin, fonksiyonel veya organik kaynaklı olabilirler. İrsiyetle ilgili faktörler, dış tesirler (ilâçlar, alkol, darbeler, büyük olaylar, bâzı enfeksiyon hastalıkları), merkezî sinir sistemindeki hastalıklar psikozlara yol açabilir. Psikanalitik teoriye göre, gerek psikozlarda, gerekse nevrozlarda kişinin benliği ile dış dünyâ arasında bir çatışma vardır. Nevrozlarda kişi hastalığını kabul edip, topluma uymaya çalışır, psikozlarda ise kişi kâidelere boyun eğmeye çalışmaz, kaçmayı ve kendi içine kapanmayı tercih eder.
Psikozları şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
Organik psikozlar: Yaşlılıkla ilgili olanlar, alkol psikozları, ilâç psikozları, gelip geçici psikozlardan bâzıları, diğer durumlar.
Fonksiyonel psikozlar: Şizofreni, psikoz manyak, depressif, paranoid durumlar ve çocukluk psikozları.
Tedâvi psikozun cinsine göre değişir. Güçlük çıkaran tedâvi, yetişmiş personel ve hastane tedâvisini gerektirir.
Alm. Marke (f), und Philatelie (f), Fr. Timbre (m) et philatélie (f), İng. Stamp and philitaley. PTT vâsıtası ile gönderilen mektup, dâvetiye ve paketlerin üzerlerine ücret karşılığı yapıştırılan, devletin damga resmini belirten arkası zamklı küçük kâğıt parçası. Bu çeşit kâğıt parçalarına “pul” ve bunları biriktirme âdetine ve zevkine de “pul koleksiyonculuğu” denmektedir. Bâzı hayvanların dış derileri üzerinde bulunan ve sımsıkı yapışan boynuzsu sert levhalara; inşaatçılık sektöründe çatı kaplama vs. işlerinde mâdenî örtülerle onlara çakılan çivi başları arasına konan çinko ve bakır parçalara; vida, cıvata gibi şeylerin boyunlarına geçirilen ortası delik mâdenî levhalara; kumaşların üzerine süs veya parçaları birbirine eklemek için dikilen yuvarlak ince delikli sedef parçalarının hepsine de “pul” ismi verilmektedir.
1840’lı yıllara kadar günümüzdeki “posta pulu” kullanma usûlü yoktu. Mektup ve buna benzer eşyâların gönderme ücretleri bu eşyâları alanlar tarafından ödenirdi. Fakat bu sistem dağıtım işini güçleştirdiği gibi, çok karışıklıklara da sebep oluyordu. Kendisine mektup veya buna benzer bir koli gelen kişi ücreti fazla bulduğu zaman almıyor, bu ise posta dağıtıcısını çok güç durumlara düşürüyordu. 1661 yıllarında İngiltere’de posta müdürü olan Henry Bishop tarafından mektuplar üzerine damga vurma sistemi bulundu. Bu durum uzun süre devam etti.
1840 târihinde Sir Rowland Hill ismindeki bir İngiliz tarafından bugünkü bilinen, pul kullanma usûlü bulundu. Aynı usûl ve sistem giderek bütün dünyâ devletleri tarafından kabul edildi. 1842’de ABD’de, 1848’de Brezilya’da, 1850’de Avusturya, İspanya ve birçok avrupa ülkelerinde “pul” kullanılması yaygınlaştı.
Osmanlılarda ise ilk pul Sultan Abdülmecîd Han (1839-1861) devrinde kullanılmağa başlandı. İnce kâğıtlar üzerinde tuğra ile “Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye” yazısını taşıyan değişik ebatta pullar bastırıldı. Aynı dönemde İstanbul’da ilk postahâne de açılmış oldu. Daha sonra 1865 târihinde pulların şekilleri ve üzerindeki yazılar değiştirildi. Pullar üzerinden tuğra çıkarılarak ayyıldız kondu ve “Posta-i Devlet-i Osmaniyye” yazısı yazıldı.
1913 yıllarında İttihat ve Terakkinin idâreye hâkim olmasıyla, pullar üzerindeki yazılar ve ayyıldızlar çıkarılarak yerine resimler çizilmeye başlandı. Bundan sonraki târihlerde de çeşitli hâtıra pulları basıldı. Bunlar daha ziyâde bir şehrin kurtuluşu, herhangi bir tesisin açılışı, dînî ve millî günleri dile getirici özellikteki resimlerle süslenirdi.
Türkiye Cumhûriyetinde pul basma ve piyasaya sürme işi ve yetkisi 5584 sayılı kânunla PTT Genel Müdürlüğüne verildi. Genel Müdürlük bu konuda devamlı çalışarak 1968 senesinde dünyâda ilk defa “Kabartma Posta Pulu” basmayı başardı.
Genel olarak piyasadaki pulları üç ana grupta toplamak mümkündür.
1. Hazine Pulları,
2. Posta Pulları,
3. Yardım Pulları.
Bu gruplar, kendi aralarında kullanıldıkları sahalara göre isim almaktadırlar.
Pul koleksiyonculuğu (pulculuk): Pulculuk târihi, pul kullanma târihiyle ortaya çıktı. Her ülkenin değişik ve ayrı ayrı özelliklere sâhip pul basmaları, bu koleksiyona insanların merakını arttırdı. Bir de pul koleksiyonunda masraf ve fazla külfet olmayışı dünyâya yayılmasına sebep oldu. İlk pul koleksiyonculuğu 1841’de İngiltere’de başladı, 1862-1865 yıllarında ise artık bütün dünyâda pul koleksiyoncularına rastlanmakta idi.
Diğer koleksiyonculuklar gibi, pul koleksiyonculuğu da kişilerin sâhip oldukları bir meraktır. Bu merakın iyi yönde uygulanması muhakkak ki faydalıdır. İnsanın, bilhassa çocukların kişiliklerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bütün meraklarda olduğu gibi bu konuda da insan kendini sınırlamasını bilmeli, bunu aşırı bir tutku ve zamanı boşa harcama hâline getirmemelidir. Eğer koleksiyonculuk bu hâlde olursa, özellikle çocuklarda zevk yerine zarar verir. Bunun için bütün koleksiyoncular gibi pul koleksiyoncuları da vakit, para, imkân yönünden kendilerini sınırlamayı iyi bilmelidirler.
Pul Koleksiyonunda Tâkip Edilecek Metodlar
Ülke üzerine: Bu şekilde “pul koleksiyonu” yapacak kişiler önce kendi ülkelerine âit pulları toplamalıdır. Daha sonra sevdiği devlet başta olarak, diğer devletlerin pullarını biriktirebilir.
Tür üzerine: Seçilen tür “manzara” veya “portre” olabilir. Koleksiyon “portre” üzerine olursa, 1) Türk büyüklerinin, 2) Dünyâ büyüklerinin, 3) Târihte yetişmiş ünlü kişilerin, 4) Büyük yenilik ve buluşlar yapan ilim adamlarının portrelerini toplama gibi bir yol tâkip etmek düşünülebilir. Bunun gibi, diğer türlerde de böyle bir metod uygulamak koleksiyoncu için kolaylık ve düzenli pul toplamayı sağlayacaktır.
Yıl üzerine: Koleksiyonda başlangıç olarak bir yıl alınır. Ondan sonra devam edilir. Mesela 1905 ile 1910 yılları arasındaki pulları toplamak veya bâzı büyüklerin yaşadıkları ilk on sene, son beş sene gibi târihler tutarak da koleksiyon yapılabilir.
Değer üzerine: Pullar toplanırken değerleri belli edilir. Bir liralık, 10 liralık gibi pullar toplanacak, diye sıraya konulur. Küçük değerdeki pulların koleksiyonunu yapmak daha kolaydır. Bunda da, yıl, ülke, konu gibi belli dallar seçilebilir.
Kâğıda yapışık pullar nasıl ayrılır? Pul koleksiyonu ile uğraşanların pulları kâğıtlardan ayırırken şu hususlara çok dikkat etmeleri gerekir.
1. Herhangi bir yere (kâğıt, zarf, koli vs.) yapışmış pulları çıkarmak için, pulun bulunduğu çevre makasla kesilir. Kesilen pullu kısım, içinde ılık su bulunan bir kaba konur.
2. Kısa bir süre ılık suyun içinde bulunan pulun altında bulunan zamk yumuşar, pul zarfın kâğıdından ayrılır. Eğer pulun altındaki kâğıt iyice yumuşamamış ise, pulu ayırmak için zorlanmaz.
3. Kâğıttan ayrılan pullar, el sürülmeden pul maşası ile sudan çıkarılmalı, kurutulmalı ve tekrar pul maşası ile kenarındaki tırtıllar koparılmadan ve zedelenmeden özel pul defterine konmalıdır.
Koleksiyon değerini kaybeden pullar: Pulların kenarlarında bulunan “tırtıl” ismi verilen zımba deliklerinin bir tanesinin bile kopuk olması, arkasında sıyrık ve kazıntı bulunması, üzerinde yırtık, buruşuk gibi durumun olması, pulun üzerinde posta damgasından başka herhangi bir lekenin bulunması, üzerine herhangi bir maddenin damlaması, pulun bütün değerini sıfıra indirir. Bu pul dünyâda aranan tek bir pul olsa bile durum yine aynıdır. Bu şartların yanında, toplanan pullar rutubetten ve aşırı sıcaklıktan uzak tutulmalıdır.
Bugüne kadar dünyâca bilinen en ünlü pul koleksiyonu Avusturyalı Philippe la Renoteire Von Ferrari’nin koleksiyonudur. En değerli pul ise 50.000 dolara satılan bir centlik İngiliz Guyanası puludur.
Alm. Pulitzerpreis (m), Fr. Prix (m) Pulitzer, İng. Pulitzer Prize. Amerika Birleşik Devletlerinde colombia Üniversitesinin vakfı olarak kurulan ve 1917 senesinden beri basın, edebiyat, müzik konularında başarılı kişilerin para ile taltifi. Pulitzer Mükâfâtı yalnız Amerika ile ilgili basın, edebiyat ve müzik konularını içine alır. Her sene 14 konuda dağıtılır. Pulitzer Mükâfâtı kendisini basın hayâtına adayan Macar asıllı bir Amerikan vatandaşı olan Josep Pulitzer (1847-1911)in arzusu ile dağıtılmaktadır.
Basında PulitzerMükâfatına aday olabilecek sekiz çalışma dalı şunlardır: 1) Cemiyete âit hizmetler, unutulmuş olanları ortaya çıkaran gazeteye altın madalya. 2) Belli bir süre içerisinde istenilen mahallî haber niteliğindeki yazılara 1000 dolar. 3) Süre şart olmayan mahallî haber niteliğindeki yazılara 1000 dolar. 4) Millî konularda yazılan yazı 1000 dolar. 5) Birleşmiş Milletler de dâhil olmak üzere Milletlerarası olaylarla ilgili raporlara 1000 dolar. 6) Bir sene boyunca başarılı başyazar yazıları 1000 dolar. 7) Bir sene boyunca en etkili ifâde niteliği taşıyan karikatürleri çizen karikatüriste 1000 dolar. 8) Haber konusunda en başarılı fotoğrafa 1000 dolar.
Edebiyat dalında beş konuda mükâfat dağıtılır: 1) Hikâye ve roman türünden yazılara 1000 dolar. 2) Amerikan târihini konu alan tiyatro eserlerine 1000 dolar. 3) Amerikan târihiyle ilgili yazılan kitaplara 1000 dolar. 4) Amerika’nın menfaatini kendi menfaatinin üstünde tutan kişiler hakkında yazılan biyografi veya otobiyografilere 1000 dolar. 5) Bir Amerikalı şâir tarafından hazırlanan şiir kitabı 1000 dolar.
Müzik dalındaki Pulitzer mükâfatı ise o sene Amerika ile ilgili hazırlanan ve icrâ edilen bir opera, bale, koro, orkestra gibi toplu müzik bestecilerine 1000 dolar olarak verilir.
Alm. Pulsar (n), Fr. Pulsar (m), İng. Pulsar (pulsating star). Radyo dalgaları şeklinde muntazam vuruş ve akışlar yayan küçük yıldız. Bu yıldızın teşekkülü astronomların varsayımlarına göre şöyledir:
Milyonlarca senelik bir parlayıştan sonra nükleer yakıtını tüketen bir yıldız önce sarsılmaya, sönmeye ve çözülmeye başlar. Kütlesi çok büyümüştür. Kırmızı dev adı verilen bu safhadan sonra, yıldız beyaz cüce hâlini alır. Bu safhada kütlesini büyük ölçüde kaybetmiş, fakat büyük ölçüde de yoğunlaşmıştır. Yıldızın küçülmesi bu safhada da durmaz. Git gide artan çekim sebebiyle başdöndürücü bir hız alır ve yoğunlaşma da aynı hızla devam eder. Nihâyet bu büzülme yıldızın eski ölçülerine göre mini mini hâle gelmesine kadar sürer. Böylece pulsar denilen olağanüstü gökcismi ortaya çıkar. Ölçüleri de ekseriya küçük bir uydunun veya bir asteroidinkinden fazla değildir. Fakat yoğunluğu aklın alamayacağı kadar büyümüştür. Bir kıyaslama yapılırsa, suyun yoğunluğunun 100 milyon katıdır denilebilir. Bu ölçüye göre pulsardaki maddenin bir santimetre kübü, ağırlık olarak 100 milyon ton gelecektir. Pulsardaki bir çay kaşığı maddeyi kaldırabilmek için, limanlarda herbiri 50 ton yük kaldıran dev vinçlerden iki milyon adet gerekecek veya bu maddeyi taşıyabilmek için de, dört milyondan fazla büyük kamyon lâzım olacaktır. Bu açıklamalara göre pulsar denilen yıldızların bir gram maddesinde bu kadar dehşetli bir gücün saklanması, bunu yaratanın kudretinin yüceliği karşısında insanoğlunu acze, hayranlık, hayret ve şaşkınlığa düşürmektedir.
Pulsardaki olağanüstü madde iki hâldedir: Katı ve sıvı. Katı madde son derece yoğun olması yanında aklın alamayacağı kadar serttir. Saç teli çapında bir parçası Boğaziçi Köprüsünün ayaklarından daha dayanıklıdır. Sıvı maddenin ise çok değişik özellikleri vardır. Bu sıvı için sürtünme ve aşınma diye bir şey yoktur. Süpersıvı adı verilen bu akarmaddenin bir bardak içinde karıştırıldığını kabul edersek, bu hareketini, başkaca müdâhale edilmeksizin sonsuza kadar sürdürür.
Kabuğunda yoğun manyetik alanlar olduğundan pulsarı yeryüzünden anlamak ve görmek mümkündür. Pulsar durmaksızın kendi etrafında döndüğü için (kendi çevrelerinde bir sâniyede binlerce defâ) sözü edilen manyetik alanlar dev bir anten vazifesi yapar ve yıldızdan radyo dalgaları biçiminde vuruş ve atışların çıkmasına sebep olur. Bu şekilde uzaya yayılan dalgalar, yeryüzündeki uzayın kulaklarına, yâni radyo-teleskoplara kadar ulaşmakta ve “uzayın kalbinin sesi” bize kadar gelmektedir.
İlk pulsar, 1967 senesinde Cambridge Üniversitesinde ilim adamları tarafından keşfedilmiştir. CP1919 ismi verilen bu pulsarın neşrettiği radyo dalgalarının peryodu 1.337 sâniye idi. Daha sonraki faaliyetler ve radyo-teleskoplarla yapılan çalışmalarla tespit edilen pulsar sayısı 300’ü bulmuştur.
H.Y.Chin, R.Lynds ve S.P.Maran, “Pulsar Avcısı” olarak adlandırılan elektronik fotoğraf makinası ile Yengeç Pulsarının peryodik aralarla enerji yayarken neşrettiği ışık noktalarının seri halde resmini çekmeye muvaffak olmuşlardır. Her bir ışıma arasındaki peryod sâniyenin 30’da biridir.
Alm. Silberlöwe, Puma (m), Fr. Puma (m), İng. Puma, Mountain lion. Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Amerika’nın dağlık ve ıssız sahralarında. Özellikleri: Boyu 1.5 metre, ağırlığı 120 kg kadar olabilen avcı bir memeli. Lekesiz postu, kahverengi-gri arasında değişir. İyi yüzücü, sıçrayıcı ve ağaca tırmanıcıdır. Ömrü: 20 yıl kadar. Çeşitleri: Yirmi yedi alt türü bilinmektedir.
Amerika kıtasında yaşayan, “kugar” veya “dağ aslanı” olarak da bilinen yırtıcı bir memeli. Uzunluğu 120, kuyruğu 70 cm kadardır. Ağırlığı 120 kg gelenleri vardır. Dişileri daha küçüktür. Küçük ve yuvarlak başlı bu hayvanın görünüşü, dişi aslana benzer. Yelesiz, kısa tüylü postu, kırmızımsı kahverengi tondan, griye kadar çeşitli renkler alır. Burun çevresinin bir kısmı, kulak ve kuyruk ucu siyahımtrak, boyun ve karın altı beyazdır. Postu tamâmen siyah olanlara nâdir rastlanır. Yavruları siyah benekli doğarlar, geliştikçe benekler kaybolur.
Puma, mükemmel bir avcıdır. Usta sıçrayıcı, yüzücü ve ağaca tırmanıcıdır. Durduğu yerden 6 metre mesâfeye sıçrayabilir. 18 metre yükseklikten yaralanmadan atlayabilir. Güney Kanada’dan, Kuzey Amerika’ya kadar uzanan bölgenin dağlık, bataklık, sahra ve yüksek ormanlarında yaşayan ve oralardaki mağaralarda barınan müthiş bir hayvandır. Geyiklerin düşmanı olarak tanınırsa da yaşlı ve üreyemeyen geyikleri avladığından, daha sağlıklı bir sürünün üremesini sağlar. Gündüzleri bir mağarada uyuklar, sazlıklarda veya ağaçların üzerinde dinlenir. Akşamları avlanır. Üreme devresinin dışında yalnız dolaşır.
Sessizce avına yaklaşarak arkadan saldırır. Ense kökü veya boynundan ısırarak öldürür, karnını deşerek barsaklarını çıkarıp gömer, ziyafetten sonra kalanını çalı-çırpı ile örterek gizler. Ertesi gün yeni bir av bulamadığı takdirde tekrar buraya döner. İnsanlara ve evcil hayvanlara saldırır. Diğer kediler gibi mükemmel bir vücut esnekliğine sâhiptir. Vücudu kaslı ve çeviktir. Keskin tırnaklarını pençelerinin içine çekebilir. Avları oklukirpiden, öküze kadar değişebilir. Geyik, kurt ve genç ayılara düşkündür. Avcı ve köpeklerden kaçar. Kıstırıldığında ağaçlara tırmanır. Bu hareketiyse onun rahatça vurulmasını sağlar. Her mevsimde üreyebilir. Dişi 90 günlük bir gebelikten sonra, gizli bir inde 3-5 yavru doğurur. İki yılda bir ürerler, 20 yıl kadar yaşarlar. Küçükken evcilleştirilebilir. Büyüdükçe keskin tırnaklarıyla halı ve duvarları yırtarak zararlı olmaya başlar. Çoğunlukla spor maksadıyla avlanmaktadır.
Alm. Kompass (m), Fr. Boussole (m), İng. Compass. Dünyânın manyetik sahasının yönüne tâbi olarak ibresi dâima sâbit doğrultuda kalmak sûretiyle yön gösteren bir cihaz. Pusulanın ibresi tam ortasından sürtünmesiz iğne yatak ile askıya alınmış manyetik metal bir çubuktur. Dünyânın manyetik çizgileri bu metal çubuğu boydan boya geçmek istediklerinden, çubuk, manyetik çizgilerin yönünde dönerek durur. Dünyâ manyetik çizgileri güney kutbundan çıkıp, atmosferde büyük bir dâire çizerek kuzey kutbuna girerler. Dünyânın manyetik alanı kutuplarda içe basılı bir elipsoid biçimindedir. Bu manyetik sahanın, ergimiş hâlde bulunan mağmada dolaşan akımlardan meydana geldiği sanılmaktadır.
Târihi: En ilkel pusula suda yüzen bir tahta üzerine tutturulmuş mıknatıs taşından ibârettir. Çok eski zamanlarda dahi pusula bilinmekteydi.
Yönler: Pusulanın denizcilikte ve muhtelif yerlerde kullanılmasının artması ile 12. yüzyılda pusulanın gösterdiği yöne göre çeşitli istikâmetlere isimler verilmiştir. Meteorolojide rüzgâr gülü olarak bilinen yönler, 32 değişik isim almış olup
1
11¾
4
derece aralıkla bir dâire üzerinde sıralanmıştır. Pusulada yönler güney veya kuzey kutbundan derece olarak ifâde edilir. Meselâ kuzeydoğu yönü (kuzey 45° doğu) şeklinde târif edilir. 1920 senesinden sonra alınan umûmî kararla, yön azimut olarak seçilmiş; dereceler kuzey sıfır olmak üzere saat yönünde büyüyen dereceler şeklinde doğu 90°, güney 180°, batı 270° olarak kabul edilmiştir.
Yapısı: En basit şekliyle pusula, ortasından dengeye alınmış mıknatıslı bir çubuk ibreden ibârettir. İbrenin etrafında ayrıca yönlerin derecelerini gösteren bir kadran bulunur. Pusulada ibrenin kuzeyi gösteren ucu umûmiyetle boyalı veya karanlıkta da görülmesi için fosfor bileşimli madde ile kaplıdır. Modern pusulalar, döner gösterge kadranı şeklinde yapılır ve bir sıvı içerisinde muhâfaza edilir. Sıvının görevi, sarsıntıları önlemek ve sönümlendirmek içindir. Sürtünmeyi azaltmak için elmas yataklar kullanılır. Pusulalar, kullanma maksadına göre farklılıklar gösterir. Genel olarak kara, gemi ve uçak tipi pusulalar vardır. Denizde gemilerde kullanılan pusulalarda baş-kıç ve sancak-iskele sallanmalarını karşılamak ve pusulanın daima yatay durmasını sağlamak için halka düzeni kullanılır. Uçak pusulalarında, yerden yayın yapan radyoda yayın yönünü gösteren ayrıca bir ibre bulunur.
Pusula hatâları: Pusula hatâları genel olarak sapma, değişme ve dönme hatâsı olarak üç sınıftır. Sapma hatâsı, dünyâ manyetik sahasının ekvatordan kuzeye ve güneye gittikçe yoğunluk ve açısının değişmesiyle ilgilidir. Dünyâ manyetik saha kuvvetinin dik bileşeni ekvatorda sıfırken kutuplara doğru gittikçe büyür. Pusula ibresini asıl çeviren kuvvet, manyetik sahanın yatay bileşeni olduğu için kutuplara doğru zayıflayan bu yatay bileşke kuvveti, ibrenin tam kutbu göstermesine yetmez. Pusula ibresinin enlemlere göre kutupları gösterirken yaptığı bu hataya sapma denir. Her şehrin bulunduğu enlem derecesine göre sapma açısı vardır.
Değişme hatâsı, pusulanın bulunduğu yerde çok miktarda demir aksam olması veya elektrik akımı taşıyan kabloların bulunmasından doğar. Dünyâ manyetik sahası, demir kütleler ve akım taşıyan kablolar tarafından etkilendiği için pusula gerçek yönü gösteremez. Bu tür hatâ, pusula yanına konulacak tashih mıknatıs çubukları ile giderilir.
Dönme hatâsı, pusulanın âni hareketlerle ibresinin dünyâ manyetik sahası yatay bileşkesinin etkisinden kurtularak dönmesinden ileri gelir. Gemi ve uçak gibi ivme ve sallanma özelliği taşıyan araçlarda dönme hatâsı çok olur. Bu hatâ jiroskoplu pusulalar kullanılarak önlenir. Modern pusulalar jiroskoplu yapılmaktadır. (Bkz. Jiroskop)
Jiroskoplu pusulada sürtünmesiz iki elmas yatak arasında çok yüksek devirle dönen bir rotor vardır. Rotor iki adet halka arasında dengeli bir şekilde askıya alınmıştır. Halkalar birbirine dik iki eksen etrafında dönebilirler. Halkalarının dönme eksenleri birbirine dik ve rotor ağırlık merkezinde kesişirler. Halkaların görevi her yöndeki sallanmanın rotora intikâlini önlemektir. Rotor yüksek devirle dönerken, rotor muhafazasına dışardan gelen hiçbir kuvvetle dönüş düzlemi değiştirilemez, böylece dönüş ekseni sâbit bir noktayı gösterir. Buna jiroskobun atâlet prensibi denir. Dönüş eksenini değiştirmek için rotora doğrudan doğruya kuvvet tatbik etmek gerekir. Rotor dönüş ekseni, tatbik edilen kuvvete dik doğrultuda hareket eder. Jiroskobun bu özelliğine, jiroskop yön sakınımı denir. Jiroskobun yön sakınımı prensibinden istifâde edilerek her enlem için rotor yönü hassas bir şekilde kuzeyi gösterecek şekilde ayarlanabilir.
Pusula ile jiroskobik pusula arasındaki fark, birinin dünyâ manyetik kutbunu, diğerinin ise ideal kuzey olarak kabul edilen ve coğrafik kutbu göstermesidir. İki kutup arasında belli bir açı vardır.
Rus şâir ve yazarı. Esas ismi Aleksandr Sergeyeviç’tir. 1799’da Moskova’da doğdu. 1837’de Petersburg (Şimdiki Leningrad) ta öldü. Birçok edebiyat tenkitçisine göre Puşkin, İngilizlerin Şekspir’i (Shakespeare) ve İtalyanların Dante’si ayarındadır.
Annesi, Deli Petro’nun zenci uşağının torunudur. Babasının geniş kitaplığı sâyesinde Fransız edebiyatını öğrendi. 1811 yılında, sonradan ismi “Pushkin” olarak değiştirilen edebiyat okuluna girdi. 1817’de buradan mezun olunca, Petersburg’da Rus Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başladı. Üst tabaka politik yazarları ile tanıştı. Çalıştığı bakanlık Puşkin’e muhtelif şehirlerde görevler verdi. Ancak raporlarında radikal dekambristçi politik görüşler ifâde ettiği için gizli servisçe bakanlıktaki görevine son verilip, 1824’te sürgüne gönderildi. 1826’da Çar I. Nikola,Puşkin’i affetti ve Moskova’ya getirterek şahsî himâyesine aldı.
1831 yılında on altı yaşında,Natalia isminde bir genç kızla evlendi. Ancak karısının Petersburg sosyetesiyle kurduğu kötü ilişkiler onu yıprattı. Karısı Natalia’nın Petersburg’da çalışan Fransız Baron Georges d’Anthés ile kurduğu münâsebet çevrede dedikodulara sebep olunca Puşkin, d’Antés’i düelloya dâvet etti. Düelloda başından yaralanıp iki gün sonra öldü.
Puşkin on dört yaşındayken Bir Şâir Arkadaşa (ToaPoet Friend) isimli şiir kitabını bastırdı. 1814’te yazdığı Hürriyet (Freedom) isimli eseri ancak, 1861’de Almanya’da basıldı. Bunda hürriyet fikrini, politik liberalizmini ve ateist düşüncelerini anlatmaktadır. Puşkin’in en meşhur eseri; Yevgeny Onyegin isimli şiir kitabıdır. Bu kitabını yazmaya 1823’te başlayıp 1830 yılında tamamladı. 1833 yılındaRus Akademisi üyeliğine seçilen Puşkin, 19. yüzyılda Rus sanat ve mekteplerinde meydana gelen büyük gelişmenin tekniğini ve standartlarını kurdu. Kullandığı sâde ve akıcı üslûpla Rus edebiyatını salonlardan dışarıya taşıdı.
Alm. Götzenbild, Idol (n), Abgott (m), Fr. Idole (f), İng. Idol. Allahü teâlâdan başka tapınılan her varlık. Kendisine ibâdet edilen, secde edilen her şey; heykel, resim. Putlar; taş, kil, alçı, tunç gibi maddelerden kalıba dökülerek, yoğrulup pişirilerek ve yontularak insan, hayvan vs. şekillerde yapılırdı.
Arkeologlar, Mezopotamya’daki kazılarda M.Ö. 3000 senesinde yapılan putlar bulmuşlardır. Bunlar pişmiş topraktan veya taştan yapılmış küçük, kaba heykellerdir. Çoğunlukla kadın heykelcikleri olan bu putların üzeri çeşitli şekillerde süslüydü. Susa’da ve İndus Vâdisine kadar uzanan bölgelerde pekçok put bulunmuştur.
Târih boyunca, insanlar kendi başlarına ve önlerinde Allah’ın gönderdiği bir rehber olmadan gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İlk insan ve ilk peygamber hazret-i Âdem’den sonra, hak olan dinler bozulunca, insan kendisini yaratan büyük kudret sâhibini, aklı sâyesinde düşündü. Fakat, O’na giden yolu bulamadı. Bunu evvelâ etrâfında aradı. Kendisine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandı ve ona tapmaya başladı.Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları sandı.Her biri için bir sûret, sembol yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu. Bunların azâbından korktu ve onlara kurbanlar kesti.Hattâ, insanları bile bu putlara kurban etti. Her yeni olayla, o olayı temsil eden, sembolleştiren putların miktarı da arttı.
İslâmiyet başladığı zaman, Kâbe’de 360 put vardı. Kısacası insan dünyâyı asıl yaratan tek ve sonsuz Allah’a kendi başına bir türlü erişemedi. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır. Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz.” (İsrâ sûresi: 15) buyrulmaktadır. Peygamber İdrîs aleyhisselâm diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.
Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) bin sene önce, Hicaz’daki Huzâ’a hükûmetinin reisi olan Amr bin Luhay, puta tapınma inancını Şam’dan Mekke’ye getirdi. Hazret-i İbrâhim’in bildirdiği hak din olan Hanif dînindeki Hicazlılar arasında puta tapma yayıldı.
Putlara yapıldıkları madde ve şekillerine göre şu isimler verilmiştir:
Sanem: Odundan, altın ve gümüşten yapılmış insan heykeline denir.
Vesen: Taştan yapılan insan heykeline denir.
Timsal: Yalnız canlı resimlerine denir.
Sûret, tasvir: Kumaşa, duvara ve başka yerlere yapılan resimlere denir. Bunlara tapanlara putperest veya müşrik denir (Bkz. Müşrik, Heykel ve Heykelcilik).
Mekke, Müslümanlar tarafından fethedildiği gün, Kâbe’de bulunan 360 kadar putun hepsi Peygamber efendimizin emri üzerine kırıldı, imhâ edildi.
İslâmiyet, güzel sanatlarla uğraşmayı ve onda ilerlemeyi önlememiştir. Sâdece heykelciliği yasaklamıştır. İslâm sanat târihini inceleyenler dünyâda eşine rastlanmayacak sanat şâheserlerinin meydana getirildiğini görmektedir. Selçuklularda ve bilhassa Osmanlılarda güzel sanatların her çeşidinde, meselâ câmi, kervansaray, medrese, hamam, köprü mîmârîsi, çini süsleme, taş üzerine oyma, yazı ve arabesk motifler, hat (yazma) ve tezyinat (süsleme) gibi kollarında hârika eserler yapmışlardır. Atalarımız, bugünün insanlarının kâğıt üzerine çizmekten âciz kaldıkları yazı ve motifleri taşlar üzerine dantel gibi işlemişlerdir. Sanat ehli olanlar, bu eserleri günlerce seyretmekten zevk almaktadır.
Put ve putperestlik hakkında çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf vardır. Bunlardan bâzılarının meâlleri şunlardır:
Bu putlar, ne o tapınanlara, ne de kendi nefislerine yardım etmeye güç yetiremezler. (A’râf sûresi: 192)
Hayır, zannettikleri gibi değil. O putlar, yarın onların ibâdetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine düşman olacaklar. (Meryem sûresi: 82)
Putların onlara yardıma güçleri yetmez. Onlar, putları muhâfaza için hazırlanmış askerlerdir. (Yâsin sûresi: 75)
Ey Resûlüm (müşriklere, Allahü teâlâya ortak koşanlara) de ki: “Allah’tan başka ibâdet etmekte olduğunuz putlarınız yeryüzünde neyi yaratmıştır? Bana haber verin, gösterin bakalım. Yoksa göklerin yaratılmasında Allahü teâlâ ile ortaklıkları mı var? Yâhud onlara bir kitap vermişiz de ondan (lehlerine) bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? O zâlimler birbirlerine, aldatmakdan başka vaadde bulunmazlar. (Fâtır sûresi: 40)
Peygamber efendimiz de bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki:
Putları, tapılan heykelleri kırmak için ve akrabâya iyilik etmek için gönderildim.
Yunan felsefecisi. M.Ö. 565-475 seneleri arasında yaşamıştır. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Asya, Mısır gibi doğu memleketlerini görerek, İtalya’nın güneyindeki Crotone bölgesine yerleşmiştir. Burada düşüncelerini yazmaya başlamış ve etrafına kendisine tam bağlı kişileri toplamıştır. Disipline girecek üyeler beş sene sabır ve itaat gösterdiği taktirde huylarının iyileşmesi yönünde eğitilmeye başlanır. Bu arada et hiç yenmez. Eğitimlere sanat, jimnastik, matematik, tıp ve müzik dallarında devam edilir. Bu felsefe okulu aynı zamanda politik bir kuruluştur.
Pythagoras felsefesi politik hareketleri etkisi altına almaya başlayınca, Güney İtalya’da birçok şehrin kontrolü ele geçirildi. M.Ö. 450 senelerinde demokrasinin gelişmesiyle aristokrat Pythagoras üyeleri, ölüm ve uzaklaştırma şeklinde politik sahadan uzaklaştırıldı. 360 senelerinde ise İyonlar zamânında tamâmen politik sahneden silindiler.
Pythagoras felsefelerinde sayıların önemi büyüktür. Pythagoras teorisine göre kâinatta her şey sayılıdır. Sayılı olan bu maddeler de belirli bir orantı ve bağlantı içerisinde bulunmaktadırlar. Pythagoras kâinatta yer alan on çift zıttı tablo hâline getirmiştir. Bunlar:
1) Sınırlı ve sınırsız, 2) Tek ve çift, 3) Bir ve çok, 4) Sağ ve sol, 5) Erkek ve dişi, 6) Hareket ve durma, 7) Düz ve eğri, 8) Aydınlık ve karanlık, 9) İyi ve kötü, 10) Kare ve elips.
Pythagoras’ın ilmî çalışmaları şöyle sıralanabilir:
Bir üçgenin dik kenarlarının karelerinin toplamı, hipotenüsünün karesine eşittir. Pythagoras teoremi olarak bilinen bu matematik eşitlik, Euclid’in Elementler kitabında yer almıştır.
Dünyâ, güneş, ay, gezegenler ve sâbit yıldızların bir ateş etrafında döndüğünü söylemiştir.
Akustik ve mîmâride temel atma teknikleri geliştirmiştir.
Matematikte polinomları bulmuştur.
Pythagoras, huzûrun rûhî denge ile sağlanabileceğini söylemiştir. Rûhun çeşitli baskılardan kurtarılması için metafizik eğitimlere ihtiyâcı olduğunu savunmuştur. Pythagoras tenâsühü ortaya atmıştır. Tenâsüh inanışına göre, insanların rûhları ölünce diğer bir insana hattâ hayvana geçmektedir. Pythagoras bu düşüncesiyle felsefecilerin çoğu gibi akıl yürütme hatâsı yapmış, rûh çağırma şeklinde yapılan eğitimlerle rûhun geliştirilip bütün pisliklerden kurtarılacağını söylemiştir. Pythagoras’ın rûhla ilgili bu düşüncelerini Asya ve Mısır’a yaptığı geziler sırasında öğrendiği sanılmaktadır. Bu memleketler ahâlisinden işittiği ve onlara da peygamberlerin bildirdiği doğru haberler, birçok filozof gibi Pythagoras tarafından da yanlış yorumlamalar ve değiştirmelerle bozulmuş ve sapık düşünceler hâlini almıştır. Hakikatte ise tenâsüh (ölen kişinin rûhunun bir başka canlıya geçmesi) yoktur.