PROTESTO
Alm. Protest (m), Fr. Protèt (m), protestation (f), İng. Protest. Bir hareketi, işi, haksız, usûlsüz kabul ederek ona karşı olduğunu belli etmeye çalışma, kabul etmeme, kınama, reddetme eylemi. Beğenmediğine, doğru bulmadığına karşı çıkmak insanın yaratılışında vardır. İnsanlık târihi boyunca insanlar gerek topluluk, gerekse fert olarak bir işin yapılmasını sağlamak veya yapılmasına mâni olmak için protesto silâhına başvurmuşlardır. Protesto; aktif bir işi yapmak sûretiyle olduğu gibi, pasif bir işi yapmamak sûretiyle de olabilir. Açlık grevi, fabrikayı çalıştırmamak gibi.
Toplu yapılan protesto gösterileri, idâreler ve hükümetler üzerinde gerek demokrasi, gerekse diğer rejimlerde etkili olmaktadır. Bu rejimlerde idâreciler, iktidara gelebilmek için halkın tepkisine dikkat etmek zorundadırlar. Güney Amerika’da kadınlar boş tencere, Avrupa’da boş filelerle protestoya giriştiklerinde hükümetler seçimi kaybetmiş, demektir.
Komünist rejimlerde her türlü protesto yasak olmasına rağmen, Polonya’da olduğu gibi zaman zaman büyük protesto gösterileri görülmektedir.
Protesto; ferdî, ictimaî, mahallî, genel, millî fikrî ve milletlerarası olabilir.
Hukûkî protesto: Bir kimseyi mütemerrit, yâni “yapmakla yükümlü olduğunu yapmamış olmak” durumuna sokmak veya bir hakkın düşmesini, kaybolmasını önlemek maksadıyle resmen tebligât yapılarak ihtarda bulunulması.
Hukûkî protestoya yerine göre, îtiraz, îtiraz beyannâmesi, ihtarnâme veya ihtar mektubu da denir. Hukûkî protesto, ticâret hukûkunda ve borçlar hukûkunda kullanılır.
Protesto, Ticâret Hukukunda en fazla uygulama alanını kıymetli evrakta (çek, poliçe, bono, emtia senedi vs.) bulur.
Poliçede protesto iki çeşittir:
a) Ödememe protestosu: Ödememe durumunun resmen noter aracılığıyla tespit edilmesidir.
b) Kabul etmeme protestosu: Poliçeyi ödemesi gerekene poliçe sunulduğunda, bunun poliçeyi kabul etmediğinin resmen noter aracılığıyla tespit edilmesidir.
Bonoda (emre muharrer senette) protesto: Poliçedeki hükümlere tâbidir.
Çekte protesto: Vaktinde ibraz edilmiş olan çekin ödenmediğinin resmen tespit ettirilerek, çeki yazan ve ciro edenlere bildirilmesidir. Borçlar hukukunda protestoya daha çok kirâ akdinde rastlanır. Kirâlayan, kirâcı borcunu ödemezse, kirâcıya protesto çekerek belirli bir zaman verir. Bu zaman içerisinde de borcunu ödemezse akdi fesh edeceğini bildirir.
6570 sayılı kânuna göre, kirâcı hakkında borcunu ödememekten dolayı tahliye dâvâsı açılabilmesi için, bir yıl içnde 2 defâ borcunu ödemesi için yazılı ihtar ile protesto çekilmesi gerekir.
Protesto notası: Herhangi bir davranışın haksız görülerek tasvip edilmediğini bildiren, başka bir devlete karşı Dışişleri Bakanlığınca yapılan resmî açıklama. (Bkz. Nota)
Tehlikeli fırtına sırasında denize atılan yük için tutulan tutanağa da protesto denir.
(Bkz. Teşrifâtçılık)
Alm. Proton (n), Fr. Proton (m), İng. Proton. Atomların çekirdeğini meydana getiren iki temel tânecikten biri. Çekirdeği meydana getiren diğer tânecik nötron olup, elektrik yükü yoktur. Fakat proton artı (+) yüklü tâneciktir.
Yunancada “ilk” anlamına gelen proton, 1886 yılında E. Goldstein tarafından kanal ışınlarında keşfedildi. 1911 yılında Ernest Rutherford, atomun ağırlığının bir yerde mevzilendiğini söyledi ve bu yere çekirdek, dedi. 1920 yılında hidrojen çekirdeğinde yalnız bir tâne taneciğin olduğunu belirterek buna proton ismini verdi.
Özellikleri: Elektrik yükü elektronun yüküne eşit fakat ters işâretlidir ki, bu yük 4,80298x10-10 e.s.y.b. veya 1,602x10-19 coulomb’dur. Protonun kütlesi 1,6725x10-24 g olup, elektronun kütlesinin 1836,15 katıdır. Protonun yarıçapı yaklaşık 1,37x10-13 cm’dir. Atom çekirdeğindeki proton sayısı atom numarasına eşittir. Nötral atomda proton sayısı kadar elektron bulunur. Proton, “p” veya H+ şeklinde gösterilir. Hidrojenin çekirdeğinde nötron yoktur. Yâni yalnız bir tâne proton vardır. Bundan dolayı iyonlaştırılmış bir hidrojen (H+) proton demektir ve proton bu şekilde elde edilir.
Hızlandırılmış protonlardan nükleer reaksiyonlarda faydalanılır. Güneş ve yıldızlarda proton-proton reaksiyonları sonucu He meydana gelirken 26,7 MeV enerji açığa çıkar. Hızlandırılmış protonlar tıp, zirâat, fizik ve kimyâ alanlarında kullanılır. Kanserli hücrelerin tedâvisinde X ışınlarından daha iyidir. İnsan vücûdundan geçen protonlar, vücut yoğunluğuna duyarlı olduğundan kanserli bölgenin teşhisinde kullanılır.
1711 Prut Harbi sonrasında imzâlanan Osmanlı-Rus Antlaşması. Osmanlı Sultanlarından Üçüncü Ahmed Han (1703-1730) zamânında 22 Temmuz 1711 târihinde Rusya ile imzâlandı.
Lehistan meselesi dolayısıyla Rus Çarı Petro ile İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ın arası açılmış; Osmanlılar, Demirbaş Şarl’ın Lehistan kralı îlân ettiği Stanislav Lehcinski’yi tanımışlardı. Çar Petro ile Kral Şarl arasında Ukrayna’da yapılan savaşı, İsveçliler kaybettiler (1709). Demirbaş Şarl, Ukrayna Hatmanı Mazepa ile birlikte Osmanlı topraklarına sığındı. Çar’ın iâde isteği Bâbıâlî tarafından reddedildi. Deli Petro’nun savaşla tehdit etmesi üzerine, Rusya’ya savaş îlân edildi (20 Kasım 1711).
Hıristiyan tebayı ayaklandırarak başarı sağlayacağını zanneden Çar, Boğdan’a girip Prut boyunca Tuna kıyılarına inmekte iken, ummadığı bir zamanda Türk ordusu tarafından kuşatıldı.Türk askeri kesin bir üstünlüğe sâhipti. Ruslar sulh teklifinde bulundular. Azak’ın ve Lehistan’ın Rus nüfûzundan kurtulması kabul edilince, Sadrâzam Baltacı Mehmed Paşa, kahyâsı Antalyalı Ömer Ağa ve mektupçusu Ömer Efendinin tesirleri altında kalarak sulh teklifini kabul edip, Çar’ı serbest bıraktı. Kırım hanı devlet Giray Han ile Demirbaş Şarl muhâlefet ettiler. Prut Irmağı kıyısında, Serdâr-ı ekrem (Başkumandan) Baltacı Mehmed Paşanın çadırında, Osmanlı devlet adamları ile Rus Başbakanı Baron Şafirov arasında kararlaştırılan Prut Antlaşması ile:
1. Azak Kalesi ve bütün çevresini Ruslar geri vereceklerdi.
2. Aşağı Özi boyundaki Rus kaleleri yıkılacaktı.
3. Lehistan’a girmiş bulunan Rus kuvvetleri geri çekilecekti.
4. Barabaş, Potkalı ve Kırım Hanına tâbi Kazaklara Ruslar müdâhale etmeyecekti.
5. Osmanlı Sultanına sığınan mülteci İsveç kralı Demirbaş Şarl, mâiyetiyle berâber memleketine serbestçe gidecekti.
6. Osmanlı ülkesine gelip giden Rus tüccarlarından başka Türkiye’de Rus elçisi bulunmayacaktı.
7. Harp öncesi ve sonrasındaki Müslüman esirler Osmanlı hükûmetine iâde edilecekti.
8. İki taraf da harbe teşvikçilik yapmayacaktı.
9. Ruslar eskiden olduğu gibi, Kırım Hanına yine vergi vereceklerdi.
Antlaşmadaki şartların yerine getirilmesi için Baron Şafirov Osmanlılarda kalacaktı.
Baltacı Mehmed Paşanın iyi niyetinin Ruslar tarafından suistimal edilerek, antlaşma şartlarının uygulanmaması ve Devlet Giray Hanla Demirbaş Şarl’ın sadrâzam aleyhinde propagandaları, hoşnutsuzluğu büyüttü. Mehmed Paşa, sadâretten azl edildi (20 Kasım 1711). Antlaşmanın uygulanması için Rusya’ya savaş îlân edilince, Azak Kalesi teslim edilip, kaleler yıkıldı. Demirbaş Şarl’ın dönmesi yine gerçekleşmeyince, ikinci defâ sefer îlân edildi. 1713 Haziranında yapılan Edirne Antlaşması ile Demirbaş Şarl memleketine dönebildi.
Bu netîceyle, Prut Muâhedesi, Deli Petro’nun Karadeniz ve Balkanlara inme hayâllerine darbe vurulmuş oldu.
12-21 Temmuz 1711 Osmanlı-Rus Harbi. Rus çarlarından Birinci Petro(1682-1725), İsveç kralının Lehistan’da harp etmesinden faydalanarak, 1702 yılında ilk defâ Fin Körfezine çıkarak Petersburg (Leningrad) şehrinin bulunduğu kıyıyı, zaptetti. 1703’te bu kıyıda Deli Petro’nun adı ile Petersburg diye anılan şehir kurulmaya başlandı. Lehistan Seferini bitirdikten sonra, Rusya’ya harp îlân eden İsveç Kralı Demirbaş lakaplı XII. Şarl (1697-1718), 1709’da Poltava Muhârebesinde yenilince, ric’at yolu kesilmiş olduğundan maiyetiyle berâber Osmanlı topraklarına en yakın olan Bender Kalesine sığındı. XII. Şarl’ı tâkip eden Çar Petro’nun ordusu da Osmanlı sınırını geçerek tahrîbâtta bulundu.
Gerek bu tecâvüze karşılık vermek, gerekse İsveç Kralının Bender Kalesinden İstanbul’a gönderdiği yardım dileyen mektupları ve Rusya’nın emellerine set çekmek için Sultan Ahmed Han, Rusya’ya sefer açtırdı. Vezîriâzam Baltacı Mehmed Paşa, sefere Serdâr-ı ekrem (Başkumandan) tâyin edildi. Yüz bin kişilik Osmanlı ordusu, 9 Nisan 1711’de sefere çıktı. Osmanlı donanması da üç yüz altmış gemiyle Karadeniz’e açılarak, Azak Denizindeki Rus donanmasını imhâ ve Azak Kalesini zaptetmek vazîfesiyle denizden sefere katıldı. Osmanlı ordusu, Prut adındaki Kıpçak boyunun adını taşıyan Prut Nehri kıyısında Rus ordusuyla karşılaştı. Çar Deli Petro kumandasındaki Rus ordusunun mevcudu altmış bin kadardı.
Osmanlı ordusunun öncüleriyle, Rus öncü kuvvetleri Prut Nehri karşı kıyısında nehir geçiş hazırlıkları içinde karşılaştılar. Osmanlı öncü kuvvetleri karşı kıyıda bir köprü başı ele geçirdi. Emniyetle nehrin karşı tarafına geçti. Bu sırada düşman öncülerinin geri çekilme hareketini sezen Baltacı Mehmed Paşa, kuvvetli bir süvârî kolunu ileri göndererek Ruslara ağır kayıplar verdirdi. Diğer taraftan Kırım Hanı Devlet Giray da, 20 Temmuz günü Rus nakliye kollarını basarak epeyce kayıp verdirdi. Ayrıca çeşitli eşyâ ile dolu 600 arabayı da ele geçirdi. Bu sûretle Rus ordusu ağırlıklarını tamâmen kaybetti. Öğleden sonra Rus askerine verilen istirâhatten faydalanan Devlet Giray, Tatar birlikleriyle Yaş yolunu kesince, Rus ordusu çok kötü duruma düşürüldü. Kuzey, yâni ric’at hattı, Kırım atlıları; sağ kanat da Çerkez Mehmed ve Sâlih paşaların emrindeki sipâhîler tarafından tutulunca, Rus ordusu artık tamâmen sıkıştırılmış bulunuyordu. Ruslar ilk gün yalnız topçu desteği olmadan açıktan yapılan yürüyüşü yeniçerilerin gayretsizliği sebebiyle durdurmaya muvaffak oldular. Fakat bu çarpışmalar sonunda, çarın hareket imkânları da tamâmen önlendi. Prut Irmağının karşı kıyısına da Cin Ali Paşa komutasındaki Bender askerleri yerleştirilince, çevirme işi tamamlanmış ve Osmanlı topçusunun mevzîlere girmesiyle de Ruslar büyük zâyiât vermeye başlamıştı.
Ordusunun gıdâsızlık yüzünden fenâ bir durumda olduğunu, çemberden kurtulmanın imkânsızlığını ve zâyiâtının da git gide artmakta olduğunu gören Petro, bir meclis topladı ve bu mecliste Türklere sulh teklifinde bulunmayı kararlaştırdı. Çarın müsâdesiyle Mareşal Şeremitiyev bir mektup yazarak, resmen sulh teklif etti. Baltacı Mehmed Paşa mektubu getiren Rus subaylarının karnını doyurup tevkif ettirdi ve Rus ordusunun bombardıman edilmesini, top ateşine fâsıla verilmemesini emretti.
Bunun üzerine Şeremitiyev, ikinci bir mektup yazarak daha ziyâde kan dökülmeksizin sulh için bir karar vermesini Baltacı Mehmed Paşaya tekrar ricâ edip, aksi taktirde canla başla tekrar harp edeceklerini bildirdi. Serdâr-ı ekrem 21 Temmuz’da Şeremitiyev’den ikinci mektubu aldıktan sonra bu husûsu görüşmek için Kırım Hanı ve ordu erkânını toplayıp, sulh yapılıp yapılmaması hakkında görüştü. Topladığı hey’ete; “Rus çarı sulh istiyor ve her ne talep edilirse vermeyi kabul ediyor, ne dersiniz? Arzumuz gibi hareket ederse sulhe mi müsâade edelim, yoksa amanına bakmayıp harbe mi devâm edelim?” diye sordu. Kırım Hanı sulhe muhâlif olmasına rağmen, ordu erkânının ekserisinin; “Eğer istediğimiz kaleleri bize teslim eder ve tekliflerimize râzı olursa, sulh yapmak kazançtır. Ayrıca yeniçeriler arasında savaşa karşı bir isteksizlik sezilmesi ve mâzallah fenâ bir durumda savaşın bozgunla netîcelenme ihtimâli vardır.” diye mukâbele ettiğinden sulhe karar verildi. Ertesi gün ordugâha dâvet edilen Rus murahhası Petro Şafirov ile görüşmelere başlandı ve 22 Temmuz 1711’de antlaşma imzâlandı. (Bkz. Prut Antlaşması)
Bu antlaşma sırasında Rus Çariçesi Katherina ile Baltacı Mehmed Paşanın buluşmaları tamâmen hayâl mahsûlüdür. Devrin hiçbir Türk ve Avrupa kaynağında böyle bir iddiâ yoktur. Prut Seferinden hemen sonra Baltacı’yı sadâretten düşürmek için çalışan devlet adamları dahi böyle bir iddiâda bulunmamışlardır. Bu nevi iftirâlar edeb, ahlâk ve vatanperverliğin nümûnesi olan bâzı Osmanlı paşalarını gözden düşürmek isteyen veya onları da kendileri gibi zanneden romancıların kaleminden çıkmış uydurma hikâyelerden öte gidemez.
Alm. Psychoanalyse (f), Fr. Psychanalyse, İng. Psychanalysis. Sigmund Freud tarafından ortaya konulan, Ruh hastalıklarının teşhis ve tedâvisinde kullanılan bir metod ve ilim dalı. (Bkz. Freud, Sigmund)
Alm. Psychiatrie, nervenheilkunde (f), Fr. Psychiatrie (f), İng. Psychiatry. İnsanın davranış ve uyum bozukluklarını inceleyen bilim dalı. İstenmeyen şahsiyet problemlerinin sebeplerini, gelişmesini ve belirtilerini araştırır ve bu bozuklukların düzeltilmesini gâye edinir. Kişinin subjektif hayâtının bozulması, diğer kişiler ve toplumla olan ilişkilerinin aksamasına sebep olur.
Eski çağlarda aklî dengesizliklerin kötü ruhlarla ilgili olduğuna inanıldı ve olağanüstü güçlerin bir cezâsı olarak aklî dengesizliğin kişiye musallat olduğu inancı kabul edildi. Bunların kontrol edilmesi için büyüler kullanılmaya çalışıldı. Ortaçağda Avrupa’da akıl hastaları, umursamazlıkla karşılandı, zâlim metodlarla tedâviye çalışıldı, şeytanın etkisi altına girdiklerine inanılarak çeşitli işkencelere tâbi tutuldular. Daha sonraları aklî problemlerin ahlâkî çöküntü dolayısıyla ortaya çıktığı fikri kabul edilmeye başlandı ve muâmeleler biraz olsun insânî hâl aldı. On sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda doktorların genel inancı, aklî hastalıkların, beyin ve sinir sistemindeki bozukluklardan dolayı olduğu yönünde değişti. Bunun sebebi ağır metal zehirlenmelerinin beyinde yaptığı tahribâtlar ve frengiden dolayı ortaya çıkan rûhî bozukluk durumlarıydı.
Bu sıralarda İslâm âleminde durum oldukça farklıydı. Asya,Kuzey Afrika ve İberya Yarımadasında 8 ve 13. asırlar arasında, Osmanlı Devletinde 17. asra kadar bir tıp okulu ve polikliniği olan, hastalara en insânî şekilde yaklaşan, bahçeler ve havuzlarla çevrili rahat bir ortamda psikiyatrik tedâviler uygulayan kuruluşlar vardı. Bu hastânelerin bir diğer önemli özelliği zenginlerle fakirlerin aynı şekilde muâmeleye tâbi tutulmalarıydı. Bunlar arasında, Şam, Bağdat, Halep, Kahire, Kayseri ve Edirne’deki akıl hastâneleri (şifâîyeler) en önemlileridir. İlk esaslı ve teşkilâtlı akıl hastânesini Fâtih Sultan Mehmed Han yaptırdı. Daha sonra Bâyezîd Velî Edirne’de, Yavuz Sultan Selim Han Manisa’da,Kânûnî SultanSüleyman Han İstanbul’da Süleymâniye Bîmarhânesini yaptırdı. İkinci Selim Hanın hanımı Nûr Bânu Sultan, Toptaşı Bîmarhânesini ve Vâlide Câmii yanında bir bîmarhâne daha inşâ ettirdi ve birincisi erkekler, ikincisi kadınlar için kullanıldı. Toptaşı Bîmarhânesi uzun yıllar hizmet görmüş olup, Cumhûriyetin ilk yıllarında bugünkü yerine, yâni Bakırköy’e taşındı.
1900’lü yıllara yaklaşılırken Almanya’da Emil Kraepelin-Depresif psikoz ve şizofreniyi târif ederek psikiyatride yeni ufuklar açtı. Hastalıkların psikolojik kökenli olma teorisi yüzyılımızın başlarında önem kazanarak nörolojik problemlerle psikiyatrik problemlerin ayrımında önemli bir adım atıldı.
Histeri üzerindeki çalışmalar, psikoz olmayan akıl hastalıklarının kişinin günlük hayâtı ve problemlerinden kaynaklanabileceğini gösterdi. 1900’ün ilk yıllarında konuşma tedâvileri, rûhî hastalıkların tedâvisinde giderek artan bir önem kazanmaya başladı.
1938’de elektroşok, psikiyatrik tedâvi alanına girdi. Nasıl etki ettiği bilinmemesine rağmen, hastaların bir kısmında gözle görülür iyileşme sağladığı müşâhede edildi. Daha sonra rûhî bozuklukların ilâçla tedâvisine geçildi. 1950’de ilk antipsikotik ilâç olan Klorpromazin (Largactil) şizofrenik hastalarda kullanıldı ve çok etkili bir ilâç olduğu görüldü. Kullanılan ilâçların yaygınlaşmasıyla, depresyon, mani, şizofreni hastaları başta olmak üzere rûhî bozuklukları olan hastaların sağlık merkezlerinde tedâvilerine başlandı.
Günümüzde psikiyatrik hastalıklar, çeşitli metodlarla tedâviye çalışılır. İlâç tedâvisi, psikoterapi, elektroşok tedâvisi bunların başında gelmektedir. Rûhî bozukluklar, iki ana bölümde incelenir: Bunlar psikotik rahatsızlıklar ve psikotik olmayan hastalıklardır.
Psikotik hastalıklar: Bu hastalıkta ileri derecede düşünce bozukluğu, davranış bozukluğu, sosyal hayata uyamama ve rûhî hayâta hastalık hâlinin hâkim olması vardır. Düşünce zincirindeki bozuklukla hastanın rûhî yapısı o derece etkilenmiştir ki, bütün davranışları buna göre ayarlanır. Psikotik hastalar, hastalıklarından haberdar olmazlar, onlar hastalıklarını yaşarlar. Düşünceleri ve duygusal hayatları son derece bozuktur. Halüsinasyonlar ve hezeyanları çoktur ve bunlar günlük davranışlarına yön verirler. Meselâ bâzı psikotikler, kendilerini öyle aşağı hissederler ki, bütün dünyânın hastalıkları ve kötülükleri kendilerinden gelir zannederler. Yine kendilerinin çok önemli bir şahsiyet olduğunu söyleyen birçok psikotik hasta vardır. Psikotik düşünce tarzı; gazaplanma nöbetleri, törensel hareketler, kopuk kopuk konuşma, sosyal realiteden uzaklaşma hâllerini ortaya çıkartır.
Nonpsikotik (psikotik olmayan) hastalıklar: Bunların çok çeşidi olmasına rağmen en fazla rastlananları, şahsiyet bozuklukları ve nevrozlardır. Nonpsikotik hastalarda günlük hayattan uzaklaşma, gerçekleri reddetme pek görülmez. Hasta, kendisinin hasta olduğunu genellikle bilir ve tedâvi olmaya çalışır. Şahsiyetin bozulmamış yönleri ve günlük hayatla bağdaşan kısımları vardır.
Şahsiyet bozuklukları olan kişiler, hayat sitili olarak başkalarından farklı tavırlar alırlar. Bunlar, problemlerinin kendilerinden gelmediğine inanırlar. Yalancılar, hırsızlar, şiddet eylemcileri, alkolikler bu tip şahsiyet bozukluklarını o derece gizlerler ki, çevrelerinde sevilen sayılan bir şahsiyet hâlindedirler.
Nevrozlar, psikotik olmayan hastalıklar içinde en önemli yeri tutar. Anksiyete nevrozu çok görülen bir durumdur. Hayatta normal ve hattâ başarılı bir tablo çizen kişilerde de görülebilen anksiyete, çeşitli “sıkıntı” hisleriyle ortaya çıkar. Histeri veya “dönüştürme nevrozu” özellikle kadınlarda görülen bir durum olup, çok çeşitli belirtilerle ortaya çıkar. (Bkz. Histeri)
Psikiyatrik hastalıkların teşhisi, belirtileri çok ve çeşitli olmasından dolayı oldukça zordur. En önemli teşhis yolu hastayla konuşma ve müşâhededir. Buna ilâveten, psikolojik testler de zekâ durumu ve düşünme bozukluğunu bulmada yardımcı olur. Diğer tıbbî testler ise ancak hastalığı başka sistemlerin rahatsızlıklarından ayırmada faydalıdır.
Tedâvide çeşitli metodlar kullanılır. Psikiyatri hastalarının tedâvisi, zor, uzun süreli ve sabır isteyen bir iştir. Çeşitli ilâçlar tedâvide faydalı olabilmektedir. Psikozlarda nöroleptik veya antipsikotik denen ilâçlar kullanılır. Depresyonlarda antidepresif denilen ilâç grubu, ayrıca hastalıkların çoğunda müsekkinler ve uyku ilâçları kullanılır. Elektroşok tedâvisi özellikle şizofreni vak’alarında faydalı olan bir tedâvidir. Psikoterapi ise hastaya şahsî ve grup yaklaşımlarıyla problemlerinde yardımcı olmaktır. Çeşitli psikoterapi yolları ve metodları uygulanmaktadır.
Alm. Psychologie (f), Fr. Psychologie (f), İng. Psychology. İnsan ve hayvanların iç ve dış çevrelerindeki gözlenebilen-ölçülebilen davranışlarını bilimsel olarak inceleyen ilim dalı. Davranışların temelindeki iç ve dış uyarıların organizma üzerinde meydana getirdiği tepkileri, davranışların niteliğini de ele alır. Burada davranış terimi, hem dışarıdan görülebilen hareketleri, hem de kapalı olan idrak, düşünme, fikir yürütme, hissetme, alâka gibi beyin faaliyetlerini kasteder. Beyin faaliyetleriyle ilgili davranışlar, açık davranışların sistemli bir şekilde tâkibiyle anlaşılabilir. Psikolojinin ana hedefi, davranışların ve zihnî faaliyetlerin anlaşılmasında hareketlerin, düşüncelerin, hislerin tam olarak târif edilmesi, biyolojik ve sosyal bir varlık olan insana âit değişkenlerin incelenmesidir. Bu sebepten, psikolojinin fizyoloji, antropoloji, sosyoloji ilimleriyle yakından münâsebeti vardır.
Psikoloji; “ruh, nefes, soluk” anlamına gelen psyke ile “düzenli söz, ilim” anlamına gelen logos’un birleştirilmesiyle meydana gelmiştir.
Psikolojinin gün geçtikçe sahası genişlemektedir. Psikoloji iki ana gruba ayrılır:
Genel psikoloji, araştırmalar ve genel prensiplerin tespitiyle uğraşır.
Tatbikî psikolojiyse, genel psikolojide elde edilen bilgilerin maksada uygun olarak kullanılmasıdır. Bu iki grup birbirini tamamlayacak özelliktedir. Tatbikî psikolojide elde edilen tecrübelerle genel psikolojide yeni metodlar geliştirilebilir.
Psikoloji ilminin gelişmesi, psikiyatri tıp dalını doğurmuştur. Psikiyatrist, akıl hastalarının ve davranış bozuklukları gösteren hastaların şuur altında yatan sebeplerini teşhis ederek ilâç, şok, psikoterapi gibi metodlarla tedâvisine çalışır. (Bkz. Psikiyatri)
Genel psikolojinin dalları: Psikolojinin bu sahasının dayandığı değerlendirme kıymetleri hassas deneylerle elde edilir. Psikologlar, hissetme, algılama, öğrenme ve hâfıza üzerinde özel testler yapar. Testler laboratuvarlarda yapılır veuyarılara verilen davranış şekilleri kaydedilir. Uyarıların tatbikatta benzerlerinin olması esastır. Laboratuvarlarda hormon ve sinir sistemlerinin fonksiyonlarına etkileri de incelenir.
Tecrübî psikolojinin inceleme yaptığı alan, hissetme, his organları ve bu organlardan gelen uyarıları kaliteli, kuvvetli ve devamlı olarak ileten sinir sistemiyle alâkalıdır. Algılama (idrak) ise, his organları ile alınan bilgilere bir mânâ kazandırma işidir. Öğrenme ve hâfıza, uyarı ve cevap almanın şekillenmiş hâlidir. Meselâ kırmızı lâmba yandığında durması gerektiği öğretilen kişi, caddede her kırmızı lâmba yanışında durur. İngiltere’de bir parkın ortasına konan paspas üzerinden geçen büyük küçük herkesin ayaklarını sildikleri gizli televizyon kamerası ile tespit edilmiştir. Yapılan inceleme ve deneyler sonucunda en iyi öğrenme yolunun Osmanlıların eğitim sisteminde ve yabancı dil öğrenmede görüldüğü gibi bol tekrar ile ezberleme olduğu ortaya konmuştur.
Fizyolojik psikoloji: Genel psikolojinin bu dalı, sinirler ve hormonlar gibi biyolojik sistemlerin davranışlarla olan münâsebetlerini inceler. İncelemeler genellikle hayvanlar üzerinde yapılır. Yapılan deneyler göstermiştir ki, testosteron hormonu miktarı arttırılınca davranışlar sertleşmektedir. Beyinde bâzı merkezlerin tahrip edilmesiyle de davranışlarda değişiklikler olduğu tespit edilmiştir. Bâzı davranış şekillerinin irsiyetle geçtiği söylenmekteyse de, bu konuda kesinleşmiş deney sonuçları yoktur.
Mukâyeseli (karşılaştırmalı) psikoloji: Muhtelif hayvanların ve insanların biyolojik hastalıklarının davranışlarına etkisi ve birbiriyle mukâyesesi incelenir. İnsanlarda bulunan bâzı davranışların (huyların) hayvanlardaki benzerleri ve hiçbir hayvanda bulunmayıp da sâdece insanda bulunan davranış cinsleri tespit edilir.
Genel psikolojinin diğer dalları: Kişilere göre değişiklik gösteren karakter; isteğe bağlı hareketler ve motivasyonları inceleyen kişilik psikolojisi; kişiyle cemiyet arasındaki davranışları ve yaklaşımları inceleyen sosyal psikoloji; bunlardan başka gelişim psikolojisi, ilmî psikoloji, kantitatif psikolojidir.
Psikolojinin Uygulama Alanları
Klinik psikolojisi: Psikolojinin ihtisaslaşan en büyük dalıdır. Klinik psikoloji sahasında çalışan psikologlar, istekli hareketlerle ilgili davranış bozukluklarını tespit ve tedâvi etmeye çalışırlar. Çalışmalar, testler, hastayla yapılan seanslar, alınan kayıtlar ve bunların uzun sürede değerlendirilmesiyle olur. Psikologlar, psikiyatristlerle de ortak çalışmalar yaparlar. Hastalığın çeşitlerine göre rûhî tedâvi (psikoterapi) teknikleri uygulanır. Psikologlar ayrıca, psikanaliz metodları ile hastada bulunan davranış bozukluklarının şuur altında yatan sebeplerini yüzeye çıkartmaya çalışırlar.
Eğitim psikolojisi: Bu psikoloji dalında çalışan şahıslar okullarda ve müesseselerde öğrenme ve öğretme tekniklerinin geliştirilmesi ve verimli olması için yeni metodlar araştırır, testler yaparlar. Klinik psikologları gibi çalışarak öğrencilerin psikolojik problemlerine çözümler getirmeye çalışırlar.
Endüstriyel psikoloji (Sanâyi psikolojisi): Teknolojinin gelişmesi ve kalabalık bir işçi kitlesinin gittikçe artması, endüstriyel psikolojinin ayrı bir dal olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Endüstriyel psikolojinin çalışma sahalarından biri, işçi seçimi, işe yerleştirilmesi, ücret dağılımının ayarlanması ile ilgilidir. Psikologlar diğer taraftan işin en verimli bir şekilde yapılması için otomatik makinalar ve işçi moralinin yüksek tutulması üzerinde araştırmalar yaparlar. Psikoloji, adâlet, askerlik, politika, soğuk-sıcak savaşlar vb. gibi sahalarda da kullanılır.
Psikolojide uygulanan metodlar: Psikoloji ilminin gün geçtikçe daha geniş sahaları içine alması, gelişen durumlara göre yeni davranış şekilleri ve savunma mekanizmaları bulunmasını zorlamaktadır. Araştırmalar, eski metodlar yerine yeni metodların geliştirilmesini sağlar.
Metodlardan biri tecrübe (deney)dir. Tecrübeler çok basit âletlerle yapılır. Âletle yapılan uyarı kaydedilmek üzere data (veri) hâline getirilir.
Davranışların analiz edilip değerlendirilmesinde bir başka metod da müşâhedeye (gözleme) dayanır. Gözlemlerde teyp, video gibi âletlerden istifâde edilebilir. Kişilik gelişmesi, sosyal münâsebetler, çatışmalar gibi tecrübe metodları ile tespiti zor faaliyetlerde müşâhede metodu oldukça verimlidir. Kişi ve sosyal yapıyı etkileyen konuların analizi çok ustaca hazırlanmış anketlerle yapılabilir.
Kişilerdeki davranış bozukluklarının anlaşılması için bir de klinik metodlar vardır. Klinik metod, kişinin bibliyografisini çıkartmaktan işe başlamak, zekâ, ilgi ve şahsiyet testleri yapmak ve uzun süren bir inceleme programı yürütmekten ibârettir. İnceleme programı bâzan bir iki sene sürebilir.
Psikolojinin târihi: İlk psikoloji kitabı olarak Aristo’nun Rûh Konusunda adlı eseri vardır. Aristo ve diğer Yunanlı felsefeciler, rûhu bedenden üstün bir varlık olarak kabûl etmişlerdir. Çoğu, rûhu akıl olarak nitelemiştir. Felsefecilerin rûhun varlığını kabul etmeleri, esasen dînî kitaplardan aldıkları temele dayanmaktaydı.
On yedinci asırda Descartes, rûh ile bedeni birlikte mütâlaa etmiştir. Hem rûhun bedeni, hem de bedenin rûhu etkileyeceğini savunmuştur.
On dokuzuncu asırda Alman Psikoloğu Johannes Müller ve Gustav Theodor Fechner, tecrübe metodları ile insan sinir sisteminin uyarı ve reaksiyonlarını gündeme getirdiler. Psikolojide ileri atılmış en büyük adım olarak nitelenen, 1879 senesinde Wilhelm Wundt’un uygulamaya başladığı, içe bakış laboratuvar metodları ile veri tespiti de yine akıl seviyesinde kaldı. Wundt aynı zamanda psikolojik konuları, sosyoloji ve antropolojiyle genişletti. Halk psikolojisi (Völkerpsychologie) kitabında insanların lisan, sanat, âdetler, kânunlar, yönünden zaman içerisinde değişimini dile getirdi.
Yirminci yüzyılda,Amerikalı Psikolog John B. Watson, psikolojiye, davranışlar kavramını getirdi. Modern Amerikan Psikolojisinde organizmanın, çevreyle münâsebete girmesini incelemeyi, araştırmanın temeli olarak ele almaktadır. Rus psikologlarının çalışmaları da aynı yönde olmuştur. Yine bu yüzyılda Gestalt Psikolojisi olarak bilinen “Alman biçimci Psikolojisi” gelişmiştir. Bu psikolojide yalnızca his organları ile tek tek idrak değil, aynı zamanda birkaç idrakin birleşmesi dikkate alınarak davranışlara bir anlam verilebileceği savunulmuştur. Gestalt Psikolojisinin başta gelen şahsiyetleri Max Wertheimer, Wolfgang Kohler ve Kurt Koffke (Kafka)dir. Amerikan Davranış Psikolojisinde uyarıcıya kişinin gösterdiği pasif tepki incelenirken, Gestalt Psikolojisinde aktif tepki incelenir.
Yirminci yüzyılda meşhur olan psikoanalizin kurucusu Sigmund Freud’dur (Bkz. Freud). Psikanalizde klinik inceleme esas alınır. Freud insan davranışlarının kökeninde seks, gazaplanma gibi temel biyolojik uyarılara yer verir. Bu uyarılar da içgüdü olarak târif edilen, kendiliğinden meydana gelen hareketlerle yönlendirilir. Psikanalitik teoriye göre kişilik; “id” denilen, hayvanlarda da bulunan ve şartlar ne olursa olsun hemen tatmin olmayı isteyen içgüdüler kısmı; süperego denilen moral ve inanç kısmı ve bunların çatışmalarını azaltan ego kısımlarından oluşan bir sistemdir.
Kurt Lewin, Alman biçimci (Gestalt) ve Amerikan davranışçı psikolojileri, psikanalizle birlikte ele almıştır. Psikoloji konusunda yapılan çalışmalara dikkat edilirse yalnız Aristo rûhun varlığını kabul etmiş, diğer psikologlar insan vücûdunu hayvan vücûdu gibi kabul etmek yoluyla, sinir sistemleri, idrak, içgüdü hareketlerinden giderek davranışlara mânâ vermeye çalışmışlardır. Descartes, rûhun bedenle ilgisi olduğunu kabul etmekle gerçeğe biraz yaklaşır gibi olmuşsa da, skolastik düşünceleri akıl yürütmesini saptırmıştır.
İslâm âlimlerine göre psikoloji: Bütün varlıklar, cansızlar, bitkiler ve hayvanlar olmak üzere üç cinse ayrılır. Cansız cisimlerin uygun bir şekilde birleşmesinden canlı mahlûkların yapıtaşı olan hücre meydana gelir. Hücre canlıdır. Bitki hücresi hayvan hücresine benzemez. İnsan hücresi hayvan hücresine benzer. Hücrelerin birleşmesinden dokular, dokuların birleşmesinden organlar ve organların biraraya gelmesinden organ sistemleri meydana gelir. Hayvan cinsinin en kıymetlisi insan, en aşağısı süngerdir. Sünger, denizde yaşayan ve bitki gibi görünmesine rağmen irâdeli hareketleri olan bir hayvandır. Bitkilerden bir kısmı da hayvanlar gibi his ve hareketlere sâhiptir. Erkek hurma, dişi hurma ağacının üzerine eğilir. Bitkilerin hepsinde mevcut olan döllenme, hurma ağacında hayvanlardaki gibidir.
Bitkilerin ve hayvanların, hayatlarını devam ettirebilmeleri için, beslenme ve savunma organları vardır. Kimine ok, kimine diş, kimine pençe veya boynuz, kimine hiyle verilmiştir. Meselâ arı mühendis gibi altı köşeli petekler yapar. Peteklerini silindir yapsaydı aralarında boşluklar kalacak ve yer israfı olacaktı. Arıya bu ilhâmı Allahü teâlâ vermektedir. İlhâma batılı psikologlar, içgüdü, demişlerdir.
Yaratılış bakımından olan üstünlük farklarından başka, insanlar arasında çalışarak madde ve ahlâkta yükselmek farkları da vardır. Madde ve ahlâkta yükselmek rûhun kuvvetleriyle olur. Her canlıda bitkisel rûh vardır. Doğma, büyüme, beslenme ve üreme gibi canlılık faaliyetlerini bitkisel rûh yapar. Hayvanlarda ve insanlarda bitkisel rûh yanında hayvânî rûh da vardır. Bunun yeri yürektir. İstekli hareketleri yaptıran bu rûhtur. İnsanlarda ayrıca bir rûh daha vardır ki, yalnız rûh deyince bu anlaşılır. Aklı kullanmak, düşünmek ve gülmek gibi faaliyetleri yapan bu rûhtur.
Hayvânî rûhta iki kuvvet vardır: Birisi müdrike kuvveti olup, anlayıcı özelliktedir. Diğeriyse hareket kuvvetidir. Müdrike kuvveti de görünen beş his organlarıyla anlama ve görünmeyen iç organlarla anlama diye iki kısımdır.
Hayvan rûhunun ikinci kuvveti olan hareket kuvveti de iki türlüdür: Birincisi şehvet, ikincisi gazaptır. Hareket kuvvetleri müdrike kuvvetlerine muhtaçtır. Çünkü, önce duyu organları ile iyi veya kötü olduğu anlaşılmalıdır. Bütün bu duyguların ve hareketlerin hepsi sinirler aracılığıyla yapılmaktadır.
İnsan rûhu yalnız insanlarda bulunan ve iki kuvveti olan bir rûhtur. İnsan bu iki kuvvetle hayvanlardan ayrılmaktadır. Birincisi müdrike kuvveti, ikincisiyse yapıcı kuvvettir. Bilici müdrike kuvvete akıl da denir. Batılı psikologlar aklı kabûl etmişler, aklın rûhun bir kuvveti olduğunu anlayamamışlardır. Akıl kuvveti de fen bilgilerinin elde edilmesine yarayan hikmet-i nazarî ve ahlâk ilimlerini elde etmeye yarayan hikmet-i amelî kuvvetleri olarak iki cinstir.
Rûhun yapıcı kuvveti, bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapar. Yâni insanda davranışları yönlendiren akıldır. Akıl, hayvânî rûhun şehvet ve gazap kuvvetlerini de idâre eder.
Psikoloji ilminin asıl inceleyeceği saha rûhtur. Çünkü davranış şekilleri, rûh kuvvetlerinden hâsıl olmaktadır. İslâm âlimleri rûhun özelliklerini inceledikten sonra, rûhun sağlıklı olması için usûller geliştirmişlerdir. Rûh sağlığı bilgisine, Ahlâk İlmi ismini vermişlerdir. Rûhun kötülükleri ahlâk ilmi ile temizlenir. Rûhu kötülüklerden temizlenen kişiler iyi huylu, iyi ahlâklı olurlar.
Rûh; şekli olmayan, his organları ile duyulmayan, parçalanmayan, maddî olmayan, anlayıcı ve idâre edici bir varlıktır. Rûh bedendedir, ölünce bedenden ayrılarak maddî olmayan âleme karışır. Rûh da, melekler de sonradan yükselmez, yaratıldığı şekilde kalır. Rûh bedenle birleşince yükselmek veya alçalmak özelliklerine kavuşur. Rûh, bir sanat sâhibine benzer. Beden ise, bir sanat sâhibinin elindeki sanat âletleri gibidir. Rûh, beden atının üzerindeki süvâri gibidir. İnsanların dereceleri bütün mahlûkların tam ortasındadır. İnsan rûhu, kendisini yaratana uyarsa yükselir, meleklerden de üstün olur, aksini yaparsa alçalır. Rûhun alışkanlıklarına huy, denir.
Huylar iyi veya kötü işler yapmaya sebep olur. Huy, rûhun kuvvetlerinden meydana gelir. Rûhun kuvvetlerinin normal oluşu yanında aşırısı ve eksikliği de çeşitli huyları ortaya çıkarır. Adâlet, iffet, şecaat, hikmet gibi normal huylar yanında, bunların aşırılığı ve noksanlığı da huy olarak yerleşmiş olabilir. Batılı psikologlar psikanalizde huylar ve altında yatan sebepleri inceleyerek huyları düzeltme metodları üzerinde çalışmalara devam etmektedirler. Halbuki İslâm âlimleri, psikolojinin temeli olan ahlâk (rûh sağlığı) ilmini asırlar önce kurmuşlardır. Esasen Sigmund Freud’un id, hayvanî istekler, süperego, ahlâkî kontrol mekanizması, ego aklın yardımı ile id ve süperego arasındaki çelişkileri ortadan kaldırma fikirlerini İslâm âlimlerinin kitaplarından ve kulaktan dolma bilgilerle elde ettiği bir muhakkaktır. Psikologlar bunun var olduğunu kabul ederek işe koyulsalar işleri daha kolay olacak ve insanlara çok daha fazla faydaları olacaktır.
Alm. Psychologischer Krieg (m), Fr. Guerre (f) psychologique, İng. Psychological war. Hasımların veya yabancı grupların düşünce, görüş, his, hareket tarzları, örf ve âdetleri, inançları üzerinde tesir yaparak onun psikolojik gücünü zayıflatmak, yıkmak, kendilerininkini ise kuvvetlendirmek için yapılan faaliyetlerin bütünü. Bugün teknolojinin çok ilerlemesi, nükleer silâhların blokların elinde bulunması, büyük çaplı savaşlara mâni olmaktadır. Bunun yerine bir memleket ve milletin topyekûn tahribi anlamına gelen psikolojik savaşa başvurulmaktadır. Bütün devletler genelde barışın koruyucusu görünmelerine rağmen; birbirlerini içten çökertmeyi hedef alan “siyâsî, ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik, ideolojik savaşlara” başvurmaktadır. Böylece karşılıklı “barış içinde savaşı” îlân etmişlerdir.
İkinci DünyâHarbinde, Kore, Küba, Vietnam, Lübnan, İsrail-Mısır, Afganistan savaşlarında ve son olarak da Körfez Savaşında oynadığı rolün apaçık olduğu psikolojik savaş, üzerinde önemle durulması icâb eden bir husustur. Psikolojik savaşta esas olan propagandadır. Düşmanın girişmiş olduğu psikolojik savaşın prensip, metod, karakteri bunlara karşı koymanın usûl ve kâideleri, yapılacak propaganda ile tespit edilir.(Bkz. Propaganda)
(Bkz. Histeri)
Alm. Psychopathie (f), Fr. Psychopathie (f), İng. Psychopathy. Bir akıl hastalığı veya zekâ geriliği olmaksızın sosyal ve ahlâkî standartlarla bağdaşmayan davranışlar. Psikopatlar hasta olmasalar bile hastalık sınırına yaklaşmış kişilerdir. Genellikle normal görünüşlü kişiler olduklarından çok önemli görevlere kadar yükselebilirler. Rûh hastası olarak hastâneye yatırıldıkları pek nâdirdir.
Psikopatlık derece derecedir. Kimisinde hafif titizlik, kimisinde ise nöbet nöbet gelen huysuzluk ve hırçınlık görülür. Bâzılarında durum o derece ilerlemiştir ki, delilikle aralarında kıl payı bir fark kalmıştır.
Henderson psikopatinin üç alt derecesini târif etmiştir:
1. Özellikle saldırgan olup, kendisine ve başkalarına karşı şiddet gösterilerinde bulunan tipler.
2. Yetersiz ve pasif tipler (hırsızlar, yalancılar ve dolandırıcılar).
3. Entellektüel, dâhî tipler.
Bu sınıflandırmanın ışığı altında aşağıdaki psikopat türleri açığa çıkar: Öfkeliler, sebatsızlar, ataklar, yalancılar, anarşistler ve çeşitli suçları âdet hâline getirenler.
Psikopatinin özel ve belli bir sebebi bilinmemektedir. Her vak’a için ayrı bir irsî, şahsî veya çevreye ait faktörlerin birarada etkili olduğunu düşünmek gerekir.
Tedâvisi: Psikopatinin tedâvisi sâdece tıbbî bir mesele olmaktan çok, aynı zamanda sosyal bir meseledir. İlerinin psikopatı olacak çocuk keşfedilmeli ve onun hassas sinir sistemi dikkate alınarak âilesi, öğretmeni ve terbiyecileriyle hekimler elele vererek normal bir insan hâline getirilmesine çalışmalıdırlar. Psikopat bütün şartlarda karşısında anlayışlı, kendisini suçlamak yerine yardım etmeye çalışan kimselerin olduğunu anlamalıdır.
Yetişkin psikopatlar hastâne tedâvisine ihtiyaç gösterirlerse de, bu tedâvinin nasıl yapılacağına dâir bugün elde kesin metod ve ölçüler yoktur. Bu iş için bildiğimiz klâsik akıl hastâneleri uygun değildir. Bu maksat için belli psikiyatrik tesis ve imkânları bulunan rehabilitasyon merkezlerinin yapılması îcâb eder. Tedâvisi, bir taraftan iknâ, telkin ve öğretim, diğer taraftan da çeşitli tıbbî vâsıtaların kullanılması ile olur. Böyle bir müesseseyi “iyileşti” kaydı ile terkeden bir psikopat hayâtı boyunca devamlı kontrol ve tâkip altında kalmalı, her anormal ve sosyal dışı davranışı yeni bir tedâvi devresini icâb ettirmelidir.