PLÂNÖR VE PLÂNÖRCÜLÜK
Alm. Segelflugzeug (n) und Segellung (sport) (m), Fr. Planeur (m) et vol (m) à voile, İng. Glider and gliding. Hava akımlarından yararlanarak uçan motorsuz hava taşıtı. Bu uçuş aracının uçaklardan ayrılan özelliği motorsuz oluşu ve aynı zamanda üzerinde herhangi bir hareket eden güç kaynağı olmamasıdır. Bundan dolayı plânör, “motorsuz uçak” ve plânörcülük de, “motorsuz uçuş” diye adlandırılır.
Kuşlara özenerek uçmak düşüncesi, insanlarda çok eski târihlere dayanır. Kuşların uçuşunu taklit etmek yanında yükseklerden paraşüte benzer şemsiyeler ve kartal kanatlarıyla süzülmek gibi deneyler insanları hep cezbetmiştir. Bu konuda Türklerin çalışmaları ve başarıları dünyâ havacılık târihinde saygı ile anılacak kadar büyüktür. 1022 yılında Türk bilgini Nişaburlu İmâm İsmail Cevherî, düz kanatla Nişabur Câmiinin kubbesinden atlamış ve şehit olmuştur. Çok geniş bilgisinden dolayı halk arasında “bin fenli” mânâsına gelen “Hezarfen” lâkabı ile anılan Ahmed Çelebi, Dördüncü Murâd Han (1623-1640) zamânında yapmış olduğu kanatlarla Galata Kulesinin tepesinden güney rüzgârı ile uçarak Üsküdar’ın Doğancılar Meydanına bir kartal heybetiyle inmeye muvaffak olmuştur. Yine aynı târihlerde Lagari Hasan adında bir Türk, 50 Okka (yaklaşık 61 kg) barut kullanarak, yedi kollu bir fişek yaparak, Sarayburnu’ndan üzerine bindiği fişeği ateşleyerek havaya yükseldi ve barutu bitince sağlıklı bir şekilde Sinanpaşa Sarayı önünde denize indi.
1861 yılında Atıf Bey, tahta ve sacdan yaptığı bir uçuş aracı ile kısa da olsa uçmaya muvaffak oldu.
Havacılığın ilk zamanlarında hafif motorların olmayışı, gelişmeyi engelledi ve havacılar uçmak için motorsuz plânörleri kullanmak zorunda kaldılar. Bu sebepten plânörün târihi motorlu uçaklardan çok daha eskidir.
İlk plânör yapımcısı İngiliz Sir George Cayley, 1849 yılında yaptığı bir plânörle Yorkshire’de küçük bir çocuğu uçurdu. 1853 yılında da, arabacısının uçmasını sağladı. Bundan sonra Fransız deniz subaylarından Löbri martı kuşuna benzer bir plânör yaparak, 1867 yılında uçmaya muvaffak oldu. Bu yapılan çalışmalar gelecek için kıymetli esaslar hazırlamışsa da, uçuş yapabilecek özellikte bir araç imâlinden uzak kalmıştır. Bu yolda uçmaya müsait ilk araç, Alman Mühendislerinden Otto Lilienthal tarafından yapılmıştır. Aerodinamik hakkında birçok esasları kullanarak, yüzlerce uçuş tecrübesi yapan bu zât, dümenlerle planöre havada yön vermeye muvaffak olmuştur. Bundan sonra İngiliz Percy Pilcher plânöre bir iniş takımı ilâve etmiş ve inişler tekerlek üzerine yapılmaya başlanmıştır.
Amerikalı Wright Kardeşler, denge meselesine çâre olarak plânörün kanatlarına birer kanatçık ilâve etmişler ve bu sâyede dönüşler daha kolay yapılmaya başlanmıştır. Yine Right Kardeşler 16 Aralık 1903’te plânöre motor takmak sûretiyle, ilk motorlu uçağı uçurmaya muvaffak olmuşlardır.
Bu târihten sonra, plânör uçuşlarına yalnızca uçmayı öğrenmek isteyenler önem verdiler ve plânörler 1920-1921 yıllarında Wasserkuppe’da yapılan plânör yarışmalarına kadar önemini kaybetmiştir.
Söz konusu yarışmalardan sonra, plânörle uçuş, bir spor olarak bütün Avrupa’ya yayıldı. İlk milletlerarası plânör yarışması, 1937 yılında Almanya’da düzenlendi. Daha sonra İkinci Dünyâ Savaşında taşımacılık maksadıyla küçük plânörler ve 60 asker taşıyabilen büyük plânörler yapıldı. Savaştan sonra plânör uçuşları, yeniden bir spor olarak önem kazandı ve bütün dünyâda yaygın bir hâle geldi.
Plânör ve Plânörcülüğün Özellikleri
Planörün uçağa nazaran daha ucuz olması, basit tekniği, çekiciliği, kitle sporuna dönüklüğü, kültürel araştırma ve bilgiye sâhip olması bakımından önem taşır. Plânörcülüğün bu özellikleri bu sporu yapanların gündelik işlerinden ayrılmadan bisiklete binmek, paten kaymak ve diğer sporlardaki gibi uçma hevesi olanlara da kolay uçuş imkânı verir. Plânör uçuşları; hevesli gençliği havacılığa hazırlar, pilot olma imkânlarını ve millet içinde uçucu elemanların amatörce yetişmesini sağlar.
Plânörle uçuş eğitimleri için 700 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğinde bir saha kâfidir. İlk çalışmalar için meyili çok olmayan 100 metrelik iniş yapılabilecek sırtlar seçilir. Plânörün uçabilmesi için herhangi bir güçle havalandırılmasına ihtiyaç vardır.
Plânörü havalandırmak için kullanılan usûller:
1) Yüksek sırtlardan boşluğa salıverme,
a) Lâstik halatla, b) Otovinçle çekerek havalandırma, 2) Uçakla çekerek havalandırma, 3) Otomobille çekerek havalandırma, 4) Plânöre takılan küçük ve hafif motorla havalandırmadır. Motorlu plânör denilen bu usûlde motor, plânörü istenilen irtifâya çıkarmak için kullanılır. Daha sonra stop edilerek normal plânör uçuşu yapılır.
Bu usûllerden herhangi biriyle yükseltilen plânör devamlı olarak düz uçuş yapamaz, az da olsa irtifa kaybederek uçar. Plânörün uçuş hattı ile ufuk arasındaki bu açıya “süzülüş açısı” denir. Plânörlerin değerlendirilmesi bu açıya göre yapılır. İkinci Dünyâ Savaşından önce, yüksek performanslı bir plânörün en iyi süzülüş açısı yaklaşık 1:25 idi. (Yâni, dikey olarak 1 birim irtifa kaybedinceye kadar yatay olarak 25 birim mesâfe, gider.) 1955 yılından sonra, plânörler geliştirildi ve 1:35’lik süzülüş açısı sağlandı. Bu gelişme, plânörün yapımında geleneksel çam, vb. ağaçlardan yapılan kontraplâkların kullanılmasına karşılık, yüzey kaplamalarının geliştirilmesiyle ve laminer (düzgün) aerofoil’lerin kullanılmasıyla sağlandı. Günümüzde plânörlerde fiberglas yapı malzemeleri ve sentetik reçineler kullanılmakta ve 1:50’lik süzülüş açıları sağlanmaktadır. Bu plâstik maddeler, modern yarışma plânörlerine, önceki plânörlerdekinden daha yüksek hızlarda, daha iyi süzülüş açıları vermekte ve çok düzgün aerodinamik yüzeyler sağlamaktadır.
Günümüzde yapılan yarışmalarda, plânörler, üçgen biçimli bir patern tâkip ederler. Yarışmacılar bu paterni en kısa zamanda uçmak zorunda olduklarından, plânörlerde en az yükseklik (irtifa) kaybı büyük önem kazanır. Pilot, aracı havalandırdıktan sonra, plânörün çöküş hızından daha büyük bir hızla yükselen bir hava akımı bulmak zorundadır. Böylece istenilen yüksekliği veya hava akımını bulan pilot, yapabildiğince kısa sürede istenen istikâmete yönelir. Devamlı olarak irtifa kaybeden plânör, yukarı doğru yeni bir hava akımı bulduğunda yine yükseklik (irtifa) kazanır. Plânör uçuşlarında kaldırıcı etki gösteren bu hava akımları, ısınan havanın yükselmesi esâsına dayanan sıcak hava akımlarıdır. Ayrıca yüksek tepe yamaçlarında da yükselen hava akımları içinde plânörün saatlerce uçması mümkündür.
Plânörlerin uçuş kumandaları, uçaktaki uçuş kumandalarına benzer. Bâzı plânörlerde sürati azaltmak ve küçük alanlara inişi sağlamak için kuyruk paraşütleri kullanılır. Plânörlerde, uçaklarda olduğu gibi hızı gösteren sürat saati; yüksekliği gösteren altimetre; irtifa kaybını gösteren varyometre; yatışı gösteren sun’î ufuk gibi cihazlarla donatılmaktadır. Bazı plânörlerde ayrıca oksijen donanımı, radyo, kanatlar içinde taşınan ve hız artışı sağlayan su safraları, en iyi süzülüş açısı veren daha başka donanımlar da kullanılmaktadır.
Planör çeşitleri: Günümüzde çeşitli türlerde plânörler vardır. Bunlar:
1. Tek kişilik plânörler: Çeşitli biçim ve büyüklükte olabilir. Spor ve yarış maksatları için yetişmiş plânör pilotları tarafından kullanılır. Modern fiberglas yarış plânörlerinin kanat açıklıkları, standart sınıf için 15 m, açık sınıf için 23 m’ye kadar olabilmektedir.
2. İki kişilik plânörler: Eğitim uçuşlarında, uçuş kumandalarının öğretilmesinde ve iniş, kalkış eğitimlerinde kullanılırlar. Uçuş eğitim için kullanılan plânörlerin çoğu, ağaç yapılı eski tiplerdir.
3. Personel ve malzeme taşıma plânörleri: İkinci Dünyâ Harbinde olduğu gibi, personel ve malzeme taşımak için kullanılırlar.
Plânörcülük havacılığın pratik çalışmalarının esası olup, toplum sporu oluşu ile intizam ve uçuş disiplini kaynağıdır. Çok daha ucuz yoldan havacılık kâbiliyetinin anlaşılmasını ve pilotaj eğitimi sağlar. Kişinin kendine güveni motorsuz uçuşlarla en yüksek seviyeye ulaşır. Gençliğe havacılık sevgisini aşılamak ve geliştirmek bakımından yeri büyüktür.
Alm. Plastik (f), Fr. Plastique (m), İng. Plastic. Polimer esaslı, sıvı halde işleme sokulup şekillendikten sonra sertleşebilen organik madde. Plastiklerin hammaddesi daha çok petrolden üretilir. Küçük moleküllü olan monomerler kimyâsal yollarla birleştirilerek polimerize edilirler ve bu işlem sonucu büyük moleküllü polimerler meydana gelir. Polimerlere birçok katkı maddeleri ilâve edilerek maksada uygun plastik maddeler elde edilir.
Plastiğin kolay işlenebilirliği, rengi, parlaklığı, otomatik istihsâle uygun oluşu, plâstiği çok çeşitli sahalarda kullanma imkânını doğurmuştur. Plâstik ayrıca çok ucuza mal edilebilmektedir. İklim şartlarına mukâvemeti metallerden daha iyidir. Telefon gövde ve ahizesinden, mutfak eşyâları, taban kaplaması, şişe, mobilya, endüstri âletleri ve daha birçok malzeme plâstikten üretilmektedir.
Plâstiğin ortaya çıkışı: Çok eski devirlerden beri şellak, reçine gibi maddeler plâstik olarak kullanılmıştır. Sentetik olarak plâstik yapımı 1868’de Amerikalı John W. Hyatt tarafından, selüloz nitratın kâfur ile karıştırılmasından elde edilmiştir. Bu plâstik maddeden bilardo topları, düğme, tarak yapılmıştı. Yine Amerikalı kâşif Leo Ho Baekeland 1909 senesinde bakalit olarak bilinen Fenol formaldehit polimerini buldu. 1935 senesinde Du Pont firması polimerlerden naylon’u bularak büyük bir çığır açtı. Bu sıralarda polivinilklorür (PVC) ve akrilik plâstikler de yapılmış ve kullanılmaya başlanmıştır. 1938 senesinde Du Pont firmasının bulduğu teflon ise âdetâ metallerin yerini alacak özelliklere sâhiptir. Tetrafloretilen buharından yüksek basınç altında ele geçen beyaz pudradan elde edilen teflonun 800°C sıcaklığa dayanıklı ve oldukça mukavim ve esnek olması kullanma sahasını genişletmiştir. 1950 senesinde Federal Almanya’da Max Planck Enstitüsünde Karl Zevger isimli araştırmacı düşük basınç altında kolay elde edilebilen yüksek mukavemetli polietilen plâstikleri üretti.
Plâstiklerin sınıflandırılması: Plâstikler üç ana sınıfa ayrılırlar:
1. Selülozik plâstikler,
2. Tabiî plâstikler,
3. Sentetik reçine plâstikler.
Plâstiklerin bu üç ana sınıfı da kendi arasında farklı sınıflara ayrılırlar. Selülozik plâstikler arasında selüloz asetat, selüloz asetobütirat esteri, selüloz esterleri sayılabilir. Kazein plastiği, tabiî plâstiklerden olup, sütten îmâl edildiği için süttaşı da denir. Sentetik reçine plâstikleri termoplâstik ve termoset plâstikler olarak iki gruptur.
Plastik yapılacak maddeler şekillendirilmek üzere, her defasında ısıtıldığı vakit yumuşayan (termoplâstikler) ve bir defa ısıtıldıktan sonra sertleşince tekrar ısıtılsa dahi yumuşamayan (termosetler) olarak iki sınıfa ayrılır.
Termoplâstikler içine akrilonitril-bütadiyenstiren (ABS) plâstikleri, asetal plâstikleri, akrilik plâstikler, selülozik plâstikler, florplâstikleri, polietilenler, polipropilenler, polivinilklorürler girerler. Termoset plâstikler içine ise amino plâstikleri, epoksi reçineleri, fenolik reçineler, poliüretanlar girer.
Plâstik katkı malzemeleri: Plâstik ana malzemesi polimerdir. Plâstiğin şekillendirilmesi ve boyanması için yanmaya, yağa, neme mukâvemetini arttırmak maksadı ile muhtelif katkı maddeleri katılır. Plâstiğin mukâvemetini artırmak için en çok cam elyafı kullanılır. Titreşim mukâvemetini arttırmak için, plâstikler içerisine lâstik, parçacıkları katılır. Plâstik mâmülün mâliyetini düşürmek için içerisine talaş tozu, mika ve amyant tozu karıştırılır. Plâstiğin ısı ve kimyâsal maddelere mukâvemeti yine kimyâsal katkı maddeleriyle sağlanır. Plâstikte sertlik dioktilftalat ve benzeri bileşiklerle ayarlanır. Klor ve brom, plâstiklere yanmama özelliği kazandırır. Plâstikleri renklendirme işlemi ise boya renk maddeleri (pigmentler) ve boyalarla yapılır. Meselâ titandioksit, plâstiğe beyaz renk vermek için kullanılabilir.
Plâstik şekillendirme metodları: Plastiklere şekiller, ısıtma ve çeşitli metodlarla kalıplara basmak sûretiyle verilir. Bu maksatla otomatik plâstik malzeme îmâl tezgâhları yapılmıştır. Plâstik dökümü üç ana metodla yapılır. Bunlar enjeksiyon dökümü, transfer dökümü ve sıkma-sıkıştırma (ekstrusyon) metodudur. Bu metodlar hâricinde daha birçok özel şekil verme usûlleri de vardır.
Enjeksiyon dökümü: Termoplâstiklerin şekillendirilmesinde en çok kullanılan metod enjeksiyon usûlüdür. Termoplâstikler 3 mm boyutlu küp veya silindir granüller hâlinde bir hazneden eritme kutusuna girer. Burada elektrikli ısıtıcılarla eritilen plâstik malzeme hidrolik piston ile kalıptan çıkarılır. Bütün bu işlemleri otomatik olarak yapan enjeksiyon makinaları vardır.
Transfer döküm: Enjeksiyon döküm usûlünde istihsâl hızını arttırmak için çok miktarda aynı cins şekli ihtivâ eden dişi ve erkek kalıp kullanılır. Bu tür döküm bilhassa termoset plâstikler için geçerlidir. Dişi kalıp üzerine dökülen sıvı plâstik, daha katılaşmaya vakit bulamadan ısıtılmış erkek kalıpla preslenir.
Sıkma-sıkıştırma döküm: Enjeksiyon dökümde hidrolik piston vâsıtası ile plâstiği kalıba itme işlemini bu metodla et kıyma makinalarında olduğu gibi sonsuz helezon dişli icrâ eder. Plâstik granüller erimek üzere elektrikli ısıtıcılı kısımdan geçer. Sıvı hâldeki plâstik sonsuz dişliyle diş macununun sıkıldığı gibi kalıba aktarılır. Kalıpta soğutma işlemi yapılarak şekilli plâstik malzeme elde edilir.
Şişirme döküm: İçi boş şişe biçimindeki plâstikler, basınçlı hava ile plâstik malzemenin kalıp içine şişirilmesiyle elde edilir. Şişirme metodu döküm, büyük ebatlı bidon, varil, otomobil yakıt depolarının îmâlâtına uygundur.
Plâstik kaplama: Sıvılaştırılmış plâstik içerisine ısıtılan metal malzemeler daldırılıp çıkarılırsa ucuz, dekoratif bir mâmûl elde edilir.
Muşamba üretimi: Plâstik malzeme merdaneler arasından geçirilirse yayılarak levha hâlini alır. Masa örtüleri, banyo perdeleri bu metodla îmâl edilir.
Plâstikle ilgili problemler: Plâstik malzeme kullanıldıktan sonra tekrar eritilerek içerisine yüzde 25 oranında yeni plastik malzeme katılmak sûretiyle tekrar döküm yapmaya müsait duruma getirilebilir. Yalnız mukâvemet azalacağı için bu tür plâstikler daha basit işlerde kullanılır. Bu şekilde plâstik malzemenin mâliyet fiyatı düşürülebilir. Termoset plâstiklerin tekrar eritilerek kullanılması mümkün değildir.
Plâstik malzemelerin yiyeceklerin paketlenmesinde kullanılması, oldukça hassasiyet isteyen bir husustur. Küçük moleküllü plâstikler, içinde muhâfaza edilen alkollü, asitli yiyecekleri zehirliyebilir.
Plâstik malzemelerde porselen, cam, metal malzemelere nazaran radyoaktif madde oranı da oldukça fazladır. Plastik malzemelerin depo edildiği sahalarda çalışan personelin bu hususa dikkat ederek çalışması gerekir. Plâstik malzemeler çevre kirliliğine sebep olan en önemli madde olarak kabûl edilebilir.
(Bkz. Cerrâhi)
Alm. Platin (n), Fr. Platine (m), İng. Platinum. Yumuşak, işlenebilir, gümüş renkli (gümüş beyazı) metalik bir element.
Keşfi: Platin, 1735’te Kolombiya’daki altın mâdeni yataklarında İspanyol ilim adamı Antonio de Ulloa tarafından keşfedildi. On sekizinci asrın ortalarında Avrupalı ilim adamlarının dikkatini çekti ve 1803’te İngiliz kimyâcı William Wollaston tarafından ilk olarak saf platin elde edildi.
Özellikleri: Sembolü Pt, atom numarası 78 ve atom ağırlığı 195,09’dur. Periyodik tabloda VIII-B grubunun içinde yer alır. Bu grupta platin gibi altı tâne kıymetli metal vardır: Rutenyum, Rodyum, Palladyum, Osmiyum, İridyum ve Platin. Bunlar platin grubu metalleri veya kısaca platin metalleri olarak bilinir. Platin 1769°C’de erir, 3827°C’de kaynar. Oda sıcaklığındaki yoğunluğu, gümüşün yaklaşık iki katı, 21,46 g/cm3tür. Platin, açık havada oksijen ve kükürt bileşikleriyle kolaylıkla birleşmez ve bu yüzden mücevheratta gümüş gibi olan parlaklığını kaybetmez. Oda sıcaklığında kuvvetli asit ve alkalilerden etkilenmez ve aşınmaz, fakat sıcak altın suyunda (Üç hacım HCl ile bir hacım HNO3’ün karıştırılması ile elde edilir.) çözünür. Yüksek sıcaklıklarda platin, klor, flor, fosfor, arsenik ve kükürtle reaksiyon verir.
Platin, toz, yumuşak ve katı hâlde elde edilir. Platin siyahı denilen ve platinyum kloritin indirgenmesiyle elde edilen çok ince siyah bir toz katalizör olarak kullanılır. Geniş bir yüzey veren yumuşak platin güçlü bir katalizördür. Katı hâldeki platin, mücevheratta olduğu gibi, yumuşak platinin eritilmesi sûretiyle elde edilir.
Alaşımlar ve bileşimler: Platin, iridyum, palladyum, rodyum, rutenyum, osmiyum, altın, nikel, kobalt ve tungsten gibi diğer metallerle faydalı alaşımlar teşkil edebilir.
Platin, çok sayıda bileşikler de teşkil edebilir. Bunların çoğunda kendisi oksidasyon hâlinde 2+ veya 4+ değerliklidir. En önemli bileşiklerinden biri hekza kloroplatinik asittir (H2PtCl6). Bu asit, platin metalinin altın suyunda çözünmesiyle elde edilir. Hekzakloro platinik asit, amonyum hekza kloroplatin, (NH4)2PtCl6 yapımında kullanılır; bundan da yumuşak platin elde edilir. Hekza kloroplatinik asitle sodyum nitratın karıştırılıp 500°C’de eritilmesiyle elde edilen ve katı hâlde siyah bir madde olan platin dioksit, birçok organik bileşiklerin hidrojenle birleştirilmesinde katalizör olarak kullanılır.
Bulunuşu: Altı tâne olan platin grubu metallerine dünyânın her yerinde rastlanabilir. Umûmiyetle aynı gruptaki bu metallerden birkaç elementi birlikte ihtivâ eden yataklarda çok az miktarda bulunurlar. Bu altı metalden en kıymetlisi olan platin, dünyâ kabuğunda palladyumdan daha az, fakat diğer dördünden daha çok bulunur.
Platin taşıyan ana mineraller olarak platin arsenit (sperilit), platik sülfit (kuperit), platin-palladyum monosülfit (bragit) ve yaklaşık % 80 platin ihtivâ eden tabiî platin sayılabilir. Tabiatta bulunan platinin çoğu stabil hâlde bulunan Pt-194, Pt-195, Pt-196 ve Pt-198 olarak bilinen dört izotop hâlindedir. Pt-190 ve Pt-192 izotopları ise radyoaktif izotoplarıdır.
Üretim: Dünyâ platin üretiminin hemen hemen tamamı Güney Afrika Cumhûriyeti, BDT ve Kanada tarafından gerçekleştirilir. Geriye kalan çok az bir miktar ise esas olarak Kolombiya tarafından üretilmektedir. Dünyâ platin üretimi 1960’lı yıllarda ve 1970’li yılların başında hızla arttı ve yaklaşık 2 milyon onsa (62 ton) yükseldi. O yıllardan bu yana platine karşı hergün artan talep, üretimi teşvik etmektedir.
Güney Afrika’daki, daha ziyâde Transvaal’daki, cevherler, ortalama bir ton cevher başına 4,65 gram platin grubu metaller ihtivâ etmektedir. Bu cevherler esas olarak ihtivâ ettikleri nikel, bakır, altın için değil platin metallerinin çıkarılması için işletilmektedir. Çıkarılan platin metalinin ise % 65’i platin, % 25’i palladyum olmaktadır. Bu bölgede esaslı üretim 1925’te başlamıştır.
BDT’de ise, üretimin çoğu Novilsk ve Petsamo bölgelerinde yapılmakta, bu bölgelerde bulunan bakır ve nikel cevherinde bir ton cevherde 31 g platin metali bulunmakta ve bunun da % 60’ı palladyum ve % 30’u platin olarak elde edilmektedir. Bu ülkede, platin üretimi Urallar’da 1820’de başlamış olup, o günden bu yana BDT esas platin üreticisi ülkeler arasında bulunmaktadır ve dünyâ platin üretiminin % 90’ını elinde tutmaktadır.
Kanada’da yapılan platin üretimi diğerlerine benzemekle berâber, Ontano’da bulunan bakır-nikel-demir sülfat cevherleri içerisinde bulunan az miktardaki platin metali söz konusu bakır-nikel cevherinin üretimine, dolayısıyla bu cevherlerin talebine bağlı olarak üretilmektedir. Burada önemli sayılabilecek miktarda platin üretimine 1900 yılları civârında başlanmıştır.
Güney Afrika, Rusya ve Kanada’da değişik türde platin taşıyan mâden yatakları bulunduğundan, platinin ve platin grubu metallerin bu cevherlerden elde edilmesi ve birbirlerinden ayrılması ile ilgili metodlar da farklı olmakta ve bütün bu metodlar bir dizi karmaşık kimyâsal işleme dayanmaktadır.
Kullanılışı: Platin önemli miktarda 1905 yılından îtibâren mücevhercilikte kullanılmaya başlandı. Az miktarda iridyum gibi bir alaşım elemanı mücevhere ilâve edilir. Çünkü bu şekilde elde edilen alaşım, saf platinden daha serttir.
Platin, potalarda (mâden eritme kabı), ocaklardaki termometrelerde, kimyâsal analizlerde kullanılan elektrotlarda, paslanma ve ısıya dayanıklı âletlerin yapımında kullanılır.
Platin katalizörleri, kimyâ sanâyiinde nitrik asit îmâli gibi maksatlarla kullanılmaktadır. Petrol rafinerilerinde, hassas bir şekilde bölünmüş platin, gazolinin oktan ölçüsüne göre derecelendirilmesinde, derecesinin yükseltilmesi işleminde katalizör olarak kullanılır. Otomobillerde, platin-palladyum alaşımı ihtivâ eden katalizörlü çeviriciler, eksoz gazlarından meydana gelen hava kirliliğini azaltırlar. Yakıt pillerindeki kimyâsal reaksiyonlardan elektrik elde etmek için platin, katalizör olarak kullanılır.
Platin, elektrikle ilgili bağlantılarda, buji elektrotlarında, platin-kobalt karışımlı bir alaşım ise güçlü mıknatısların yapımında kullanılır. Elektrik geçirgenliği, istenen camların içerisine platin teller konularak, bir cam tüpün veya ampulün içine bu şekilde elektrik iletilmesi sağlanır. Cam sanâyiinde platin, erimiş camın içine konulması, karıştırılması, içinden akıtılarak nakledilmesi işlerinde kullanılır. Platin rezistanslı termometrelerle -190°C ile 660°C arasında sıcaklıklar, hassas bir şekilde ölçülebilmektedir.
(Bkz. Eflâtun)
Alm. Plasma (n), Fr. Plasma (m), İng. Plasma. Kanın şekilli elemanları dışında kalan sıvı kısmı. Lenfin yâni akkanın şekilli elemanları dışında kalan kısmına da lenf plazması denmektedir.
Kan Plazması
Kanın şekilli elemanları adı verilen kan hücreleri, alyuvarlar, akyuvarlar, kan pulcukları (trombositler) dır. Bu hücreler normalde plazma içerisinde homojen bir süspansiyon durumundadır. Bedenden dışarıya alınan kan, içerisine kan pıhtılaşmasını önleyici bir madde konursa bir süre sonra kanın şekilli elemanları dibe çöker. Böylece kan sıvı ve katı olmak üzere iki kısıma ayrılmış olur. Buradaki sıvı kısma plazma adı verilir. Kanın yaklaşık % 60’ı plazma, % 40’ı da şekilli elemanlardan husûle gelmiştir.
Kan plazmasının görevleri:
1. Kanın şekilli elemanlarını içinde homojen bir süspansiyon hâlinde tutar.
2. Organizmaya gerekli olan glikoz, amino asitler, yağlar, vitaminler ve mineraller gibi besin maddelerini sindirim kanalından alıp dokulara taşır.
3. Havadan oksijenin alınıp dokulara, dokulardan karbondioksitin akciğere taşınıp atılmasında alyuvarlarla birlikte görev yapar.
4. Dokularda madde değişimi (metabolizma) sonucunda meydana gelen üre, ürik asit, kreatinin gibi artık maddeleri boşaltım organlarına taşır.
5. Bileşiminde bulunan maddeleri ve endokrin bezlerin salgıladığı hormonları gerekli hedef organlara taşıyarak, çeşitli organların ahenk içinde çalışmaları için gerekli bir ortam sağlar.
6. Sindirim kanalı ve boşaltım organları ile yakın irtibâtı sâyesinde organizmada su miktarının ve erimiş madde muhtevasının dengede tutulmasını sağlar. Bu olayı, ihtivâ ettiği proteinler, su ve elektrolitlerin basıncı sağlar.
7. İhtiva ettiği su ile beden sıcaklığını düzenler.
8. İçinde bulunan fibrinojen adlı protein sâyesinde, kan pulcukları ile birlikte pıhtılaşma olayına katılır, kanın damar dışına kaçmasını önler.
9. İhtivâ ettiği bağışıklık sağlayıcı maddeler (antikorlar) ile mikroorganizmalara karşı bedenin savunmasına katılır.
10. Damar içine verilen veya diğer yollarla alınıp kana geçen ilâç aktif metabolitlerini hedef organlara ulaştırır. Artık metabolitleri ise vücuttan atılmak üzere boşaltım organlarına iletir.
11. Kan gruplarına âit “özel bir protein tabiatındaki oglutininleri bulundurur: A grubu olanlarda (b); B grubu olanlarda (a); 0 grubunda (a ve b) aglutininleri olup, AB grubu olanların plazmasında ise hiçbir aglutinin proteini bulunmaz. (Bkz. Kan Grupları)
Plazma, sarı renkte karmaşık bir sıvı olup, içinde su ve katı maddeler vardır. % 90-92’si su, % 8 kadarı katı maddelerden meydana gelmiştir. Sarı rengi, içinde bulunan bilirübinden ileri gelir.
Plazmanın bulundurduğu katı maddeler organik ve inorganik maddeler olmak üzere iki kısımda ele alınır.
Organik Maddeler
Proteinler: Plazmanın protein miktarı 100 mililitresinde 7 gramdır. Proteinlerin önemlileri, albumin, globulin ve fibrinojendir. Bu maddeler, dokuların besin kaynağı oldukları gibi plazmaya kıvam (viskozite) vererek kanın damarlar içinde akması için belli bir direnç sağlar. Plazma proteinleri, ortamı nötralize etmeleri sebebiyle kanın reaksiyonunun değişmez tutulmasında ve kan suyunun ayarlanmasında yardımcı olurlar. Lipidler, safra tuzları, vitaminler, hormonlar, elementler ve çeşitli kimyâsal maddelerle bileşikler yaparak onların çözünmelerini ve taşınmalarını sağlar. Lipidlerle birleşmiş proteinlere “lipoprotein” denilmektedir. Fibrinojen kanın pıhtılaşmasını sağlayan proteindir. Kan hava ile temas ettiği zaman veya bir damarın yaralanması durumunda fibrinojen, fibrin ağlarını meydana getirmek sûretiyle çöker, kan pulcukları ile birlikte bir küme meydana getirirler. Bu sâyede kanama durdurularak organizmanın kan kaybetmesi önlenmiş olur. Globulinlerin muhtevasına giren antikorlar, mikroorganizmalara karşı bedenin savunmasını sağlarlar. Proteinlerin plazmadaki miktarları şöyledir: 100 mililitrede olmak üzere, 4,5 gr albumin, 2-3 gr globulin ve 300 miligram fibrinojen.
Lipidler (yağlar): Plazmanın 100 mililitresinde 500-700 mg kadar lipid bulunur. Bunlar nötral yağlar, fosfolipidler ve kolesteroldür.
Karbonhidratlar: Plazma glikoz miktarı 100 mililitrede 90-110 mg olup, diğer karbonhidratları laktik asit ve pirüvik asittir.
Protein olmayan azotlu maddeler: Bunların önemlileri, üre, ürik asit, ksantin, hipoksantin, kreatin, kreatinin, amino asitler ve amonyak tuzlarıdır.
Hormonlar, çeşitli enzimler, renkli maddeler (pigmentler) ve çeşitli vitaminler plazmada bulunan diğer maddelerdir.
İnorganik maddeler:
Plazmanın katı maddeleri içinde inorganik maddelerin oranı sadece % 1’dir. Bunlar, Na, K, Ca, Mg, Cl, Fe, bikarbonat, fosfat, sülfatlar olup, ayrıca çok az miktarlarda Mn, Co, Cu, Zn, I, Al, Se, Pb de bulunur (Eser elementler). Günlük ihtiyaçları birkaç miligramı geçmeyen bu maddelerin yokluklarında önemli bozukluklar ortaya çıkar.
Lenf Plazması
Akkan denilen lenf de kan gibi şekilli elemanlarla lenf plazmasından meydana gelmiştir. Şekilli elemanların büyük bir bölümü akyuvarların lenfosit ve monosit denilen çeşitleridir. Bâzan alyuvarlar da bulunur. Ayrıca amino asitler, karbonhidratlar, protein olmayan azotlu maddeler ve metabolizma artığı maddeler de lenf plazmasında yer tutar.
Lenf plazmasının kan plazmasından farkı, lenf plazmasında proteinli maddelerin daha az, buna karşılık lipid, su ve klorun biraz daha fazla bulunmasıdır. Yağ damlacıklarından zengin lenf süt görünümünü alır. Lenfin bileşiminde de, pıhtılaşma için gerekli olan maddeler bulunduklarından kan gibi pıhtılaşır. Fakat lenf pıhtılaşması yavaştır ve hâsıl olan pıhtı yumuşaktır.
Alm. Volksabstimmung (f), Plebiszit (n), Fr. Plebiscite (m), İng. Plebiscite. Bir yöneticinin, bir hükümetin seçilmesi milletlerarası bir arâzi meselesinin çözümlenmesi, bir antlaşmanın uygulanması; bir bağımsızlık veya bir başka devlete katılma kararının alınması; iç politikaya âit bir problemde tercihin belirlenmesi gibi gâyelerle bir ülke veya bir bölgenin alternatif siyâsî programlar, teklifler arasındaki kânûniliği kabul etmeleri veya reddetmeleri için yapılan halk oylaması. Halk oylamasının bir şekli de referandumdur (Bkz. Referandum). Plebisit ve referandum biraz farklı olmakla berâber birbiri yerine kullanılabilmektedir.
Plebisit, demokratik halk oylamasından farklı bir özellik taşır. Hükümetler, plebisiti çoğunlukla, siyâsî partileri devre dışı bırakarak doğrudan halka başvurma yolu olarak kullanır.
Plebisit, teşkilatlı ve partili muhâlefeti etkisiz hâle getirerek halk üzerinde hâkimiyet kurma imkânı verdiğinden, iktidarlarını meşrulaştırmak isteyen totaliter rejimlerce de kullanılabilmektedir. Hitler iktidâra gelişinde ve iktidarını pekiştirmek için plebisitten faydalanmıştır.
Aslı Eski Roma’da pleb meclislerinin aldığı karar mânâsındaki plebiscifum’a dayanan plebisit, Fransa’da 1789 devrimi sonrasında halk hakimiyetinin bir ifâdesi olarak görüldü ve yaygınlık kazandı. Daha sonraları milletlerarası problemlerin çözümünde de kullanıldı.
İstiklal Harbinden sonra sınırlarımız dışında kalan Hatay’da Cemiyet-i Akvam’ın kontrolünde, 15 Nisan 1938’de plebisit başladı. Fakat kanlı bir safhaya girdiği için devâm edilmedi. Bundan sonra 22 Temmuz-1 Ağustos târihleri arasında sukûnetle yapıldı. Netîcede 35.847 Türk, 11.319 Alevî, 554 Ermeni, 1.845 Arap, 2.098 Rum Ortadoks ve 395 çeşitli seçmen ortaya çıktı. Böylece burada Hatay Cumhûriyeti kuruldu.
Hindistan ile Pakistan arasındaki 1947 Keşmir Anlaşmazlığı üzerine BirleşmişMilletler, burada bir plebisit yaparak, halkın ne tarafa katılması isteğinin tespitine karar verdi. Halkın çoğu Müslüman olduğundan Pakistan’ı tercih edecekleri açıkça belliydi. Hindistan plebisite yanaşmadı. 1957’de Keşmir’i kendisinin bir parçası sayarak işgâl etti. Bu günlerdeKeşmir konusu tekrar gündeme gelmiştir. Keşmir aldığı bir kararla bağımsızlığını îlân ettiğini bildirdi.
(Bkz. Gâzi OsmanPaşa)
Alm. Plutonium (n), Fr. Plutonium (m), İng. Plutonium. Transuranyum serisi elementlerinin ikincisi, sun’î olarak yapılabilen radyoaktif bir element. Sembolü Pu, atom ağırlığı 244 ve atom numarası 94’tür. Plutonyum-238 izotopu; uranyum-235 izotopunun nötron bombardımanı ile, 1940 yılında, Kaliforniya Üniversitesinde Glenn T. Seabor ve çalışma arkadaşları tarafından elde edildi. Bu târihten sonra plutonyum, nükleer reaktör ve silâhlarda kullanılmaya başlanmıştır.
Plutonyum gümüş görünümünde metal olup, 639,85°C’de erir ve 3230°C’de kaynar. Özgül ağırlığı 19,8 g/cm3tür. Plutonyum aktinitler serisine dâhil olup, diğer aktinitler gibi toprakta nâdir bulunur. Plutonyum; gümüş, alüminyum, berilyum, kobalt, demir, mangan ve nikelle alaşım meydana getirebilir. Birçok plutonyum bileşikleri yapılmıştır.
İzotopları: Plutonyuma uranyum cevherleri içerisinde eser miktarda rastlanır. Bu bakımdan reaktör ve laboratuarlarda kullanılabilmesi için sun’î olarak üretilmesi gerekir. Kütle numaraları 232’den 246’ya kadar değişen en az 15 izotopu yapılabilmektedir. Bunların içinde en önemlisi Pu-239 izotopudur.
Nükleer reaktörlerde tabiî uranyum-238 izotopu nötron bombardımanına tâbi tutulursa uranyum-239 elde edilir. Bu izotopun iki defa b ışıması yapması sonucu plutonyum-239 elde edilir. Pu-239 izotopunun yarılanma süresi 24.360 senedir ve alfa ışını yayarak uranyum 235 izotopu hâline dönüşür. Diğer mühim izotoplarından Pu-238 yarılanma süresi 86,4 sene, Pu-244 ise 76 milyon sene olup, Alfa ışıması yaparak yarılanırlar.
Kullanılışı: Pu-239’un fisyon (bölünme) özelliğine sâhip olması ve nükleer reaktörlerde yan ürün olarak elde edilebilmesi, bunun atom ve hidrojen bombaları için nükleer patlayıcı olarak kullanılmasına imkân sağlamaktadır. 1945 senesindeNagazaki’de patlatılan atom bombası Pu-239 izotopundan yapılmıştı.
Hafif su soğutmalı nükleer reaktörlerde senede 225 Kg Pu-239 yan ürün olarak elde edilir. Bu yan ürün normal olarak tekrar işleme sokularak plutonyum oksit ve uranyum oksit ihtivâ eden yakıt çubukları olarak reaktörlerde kullanılabilir. Pu-239’un sıvı-metal soğutmalı nükleer reaktörlerde kullanılması programlanmaktadır. Pu-238’in alfa ışını yayarken çıkardığı ısı, Apollo uzay araçlarında elektrik üretimi maksadı ile kullanılmıştır. Pu-238 sun’î kalp yapım çalışmalarında da kullanılmaktadır. Pu-242 ve Pu-244’ün tıp ve metalurjide kullanma sahaları vardır.
Yapılışı: Plutonyumu, reaktördeki radyasyon veren diğer maddelerden ayırmak ve saflaştırmak için çeşitli kimyâsal işlemlere başvurulur. Uranyum ve plutonyum ihtivâ eden reaktörden plutonyumu ayırmak için karışım, nitrat asidi içinde çözülür. Burada plutonyum 6+ oksidasyon basamağına kadar yükseltgenir. Sonra hekzon (metil n-butil keton) ile karışımdan çekilip alınır. Bu işlemi alüminyum nitrat çözeltisiyle muâmele tâkip eder. Alüminyum nitrat çözeltisi plutonyumu (3+) oksidasyon kademesine indirir. Saf plutonyum elde edilmesi için oksitleme işlemi birkaç defâ tekrarlanır.
İnsan üzerindeki etkisi: Plutonyum çok zehirlidir. Deri üzerindeki bir yaraya mikrogram miktarı temas ederse kansere sebep olur. Plutonyum zerrecikleri havada kolayca askıda kalabildiği için, teneffüs yolu ile ciğerlere alınabilir. Plutonyum ciğer kanserine sebep olur. Vücut içerisine girer girmez, kemik maddesine hücum ederek kemik kanserine de sebebiyet verebilir.
Çevreye etkisi: Nükleer santral reaktörlerinin artıkları bol miktarda plutonyum ihtivâ ettiği için çok iyi muhâfaza edilmelidir. Nükleer bomba denemeleriyle çevreye plutonyum artıkları yayılmış durumdadır. Her patlayacak atom bombası insanlığın felâketine ortam hazırlamaktadır.
Alm. Plutonium-bombe (f), Fr. Bombe (f) à plutonium, İng. Plutonium bomb. Sun’î olarak elde edilen radyoaktif bir element olan plutonyumdan yapılan bir çeşit atom bombası. Plutonyum bombası yapmak için, grafit kömürlerinden, kalın bir levhada açılan silindir şeklindeki boşluklara, saf olmayan uranyum çubukları yerleştirilir. Buna uran pili de denir. Kömür tabakalarının görevi uranyumdaki nötron hareketlerinde sürati azaltmaktır Uranyumdan çıkan nötronlar yavaşlatıldığından diğer çekirdeklere de girerek U-235 çekirdeklerini parçalar. Bu çekirdek parçalanması sonucu yeni nötronlar çevreye yayılırken, âdi uranyum çekirdekleri de bir sıra değişmeden sonra plutonyum çekirdeği hâline döner. Uranyum çekirdeğinin nötron bombardımanı sonucu elde edilen bu yeni elementin Pu-239 izotopu çekirdeğine bir nötron girerse çekirdek parçalanması U-235’te olduğu gibi açığa müthiş bir ısı çıkarır. Ayrıca çevreye kuvvetli alfa, beta, gamma şuaları yayar. (Bkz. Atom Bombası)
Plutonyum elementi sun’î olarak elde edildikten sonra, asgarî hacmi iki litre olan kalıplara konur. Plutonyum bombası, ilk olarak İkinci Dünyâ Savaşı sonunda Amerikalılar tarafından Japonya’nın Nagazaki şehrine atılarak 51.570 kişinin ölümüne sebep olmuştur. Plutonyum bomba artıkları oldukça zehirli olup senelerce tesiri devam edebilir. Atıldığı yerde karada, denizde ve hattâ havada plutonyumun çeşitli bileşikleri hâlinde değişik yollarla insan vücûduna girmesi cilt, akciğer, kemik kanserlerine sebep olur.
Plutonyum bombası ile uranyum bombası arasındaki fark, plutonyum bombasının atıldıktan sonra uzun müddet zehirleyici etkisini sürdürmesidir. Uranyum bombası ilk olarak 1945 senesinde Hiroşima’da atılmasına rağmen, uranyumun U-235 izotopu nükleer enerji üretiminde kullanıldığı için bomba yakıtı olarak sarfedilmesi istenmemektedir. Esasen nükleer enerji santrallarından yan ürün olarak Pu-239 elde edildiği için, uranyumu bomba yakıtı olarak kullanmaya gerek kalmamıştır.
Alm. Pluto (m), Fr. Pluton (m), İng. Pluto. Güneş sisteminin dokuzuncu ve sonuncu yörüngesinde bulunan en küçük gezegen.
Ekvatordaki çapı |
2284 km |
Kütlesi |
0,110xdünyâ kütlesi |
Yoğunluğu |
2 gr/cm3 |
Hacmi |
Bilinmiyor |
Satıhtaki çekim kuvveti |
0,60xdünyâ çekim kuv. |
Kaçma hızı |
5.3 km/sn |
Kendi etrafındaki dönüşü |
6.3867 gün |
Ekvatorun yörünge ile açısı |
Bilinmiyor |
Güneşten uzaklığı |
5912x106 km |
Güneş etrâfındaki dönüşü |
248.4 sene |
Yörüngedeki hızı |
4.84 km/sn |
Yörüngeden egzantrik kaçıklığı |
0.25 |
Yörünge meyli |
17.17° |
Uydu sayısı |
1 |
Yüzey sıcaklığı |
230°C |
Plüton güneş etrafında elips biçiminde bir yörüngede döner. Güneşe en yakın mesafesi 4.49 milyar km ve en uzak mesâfesi 7.33 milyar km’dir. Diğer gezegenler gibi, güneşten aldığı ışıkları geri yansıtır. En hassas teleskoplarla dahi ancak sönük olarak gözlenebilir. 1930 senesinde Amerikan astronomu Clyde W. Tombaugh tarafından keşfedilmiştir. Hakkında bilinenler azdır. Atmosfer uyduları ve güçlü teleskoplarla gözlenebilir.Sahaların çok genişlemesine rağmen son derece uzakta bulunduğu için ancak bir nokta büyüklüğünde gözükmektedir. Çok uzakta bulunduğu için boyutları hakkında verilen ölçüler faraziyeye dayanır. Bu faraziyelere göre çapı en az ay ve en fazla yer çapının yarısı kadardır. Yoğunluğu 5.55 g/cm3 gibi oldukça fazla bir miktara ulaşmaktadır. Güneşten milyarlarca kilometre uzakta olduğu için, yüzey ısısının çok düşük olduğu tahmin edilmektedir. Bu tahmine göre Plüton donmuş bir buz küresinden başka bir şey değildir.
Plütonun her geçen sene biraz daha parlaklığı artmaktadır. Bunun sebebi yörüngesinde güneşe gittikçe yaklaşmasıdır. Plütonun güneş etrafındaki bir turu 248 sene sürer. Kendi etrafındaki dönüşü ise 6.3867 gündür.
Plütonun bir uydusu vardır. Charon ismi verilen bu uydu yaklaşık 1200 km çapında ve kütlesi Plüton’unkinden yaklaşık 10 kat azdır. Charon ve Plüton bir bakıma güneş sisteminin ikiz gezegeni kabûl edilir. Charon’un Plüton etrafında dönüşü, Plüton’un kendi etrâfında dönüşüne eşit olup 6.3867 gündür. Charon’un geç keşfedilmesinde dönüşlerdeki bu muntazam kilitlenmenin önemi büyüktür. Gerek Plüton ve gerekse Charon’un atmosferinde metan bulunduğu ve iç yapılarının dünyâya benzediği, yâni merkezinde katı bir çekirdek bulunduğu tahmin edilmektedir.
Ancak bütün bu bilgiler şimdilik sâdece faraziyeden ibârettir. Plüton gezegeni hakkında kesin bilgilerin Güneş Sistemi’nin uzak köşelerine atılan uzay sondalarının (insansız küçük uzay araştırma uyduları) göndereceği resimlerle alınacağı sanılmaktadır. Nitekim 2001 yılında bu gezegene gönderilecek 400 kg ağırlığındaki sondanın 2014 yılında Plüton’a ulaşıp hakkındaki bütün bilgileri dünyâya ulaştırması planlanmaktadır.