pH ÖLÇEĞİ (pH Cetveli)
Alm. ph-Wert (m), Fr. Echelle (f) pH, İng. pH scale. Sulu çözeltilerdeki H+ veya OH- konsantrasyonlarının logaritmik olarak ifâdesi. Sulu çözeltilerin H+ ve OH- konsantrasyonlarını tek bir cetvelle ifâde edebilmek için, H+ iyonu molar konsantrasyonunun eksi logaritması alınır ve buna pH adı verilir pH= -log [H+]. Esasında H+ iyonu suda serbest halde bulunmayıp dâima bir su molekülüyle birleşmiş durumda, yâni hidronyum iyonu (H3O+) şeklindedir (Bkz. Hidrojen İyonu). OH- nin molar konsantrasyonunun eksi logaritmasının alınmasıyla da pOH ifâdesi elde edilir. Saf su çok az olmakla birlikte disosiye durumdadır ve suyun disosiyasyon sâbiti yaklaşık 1,0x10-14tür.
HOH Æ H+ + OH-
¨
Saf suda H+ ve OH- iyonlarının hepsi su moleküllerinin ayrışmasından meydana gelmelidir. Bu durumda H+ ve OH- iyonlarının mol sayıları birbirine eşit olur.
[H+] [OH-]= 1,0x10-14
[H+]= [OH-]= 1,0.10-7
Buradan saf su için pH= 7 olarak bulunur. Çözeltide dâima pH+pOH= 14’tür.
Eğer suya asit ilâve edilirse hidrojen iyonu konsantrasyonu 1,0x10-7 molün üstüne çıkar. İyonlar çarpımı 1,0x10-14 olarak sabit kalacağı için hidroksit iyonu konsantrasyonu 1,0x10-7 nin altına düşer. Benzer şekilde suya baz eklenmişse OH- konsantrasyonu 1,0x10-7’nin üstüne çıkar ve H+ konsantrasyonu 1,0x10-7’nin altına düşer.
Bütün nötür çözeltilerin pH’sı 7’dir. Düşük konsantrasyonlardaki sulu çözeltilerde pH, 0’dan 14’e kadar değişen değerler alır. Asitli çözeltilerin pH’sı 7’den küçük, bazik çözeltilerin pH’sı 7’den büyüktür.
pH cetvelleri H+ konsantrasyonlarını belirtmek için düzenlenmiştir. Logaritmik özelliğinden dolayı pH bir birim değiştiğinde konsantrasyon 10 kat değişir. Meselâ, pH=0 kuvvetli bir asidin normal çözeltisi, pH= 2 kuvvetli bir asidin santinormal çözeltisi; ...pH= 7 nötr çözelti..., pH= 13 kuvvetli bir bazın desinormal çözeltisi; pH= 14’te kuvvetli bazın normal çözeltisine tekâbül eder.
pH ölçeği, kuvvetli asit (veya bazların) seyreltik çözeltileri veya zayıf asit (yâhut bazların) çözeltilerinin konsantrasyonunu ifâde etmede “basitlik” sağlar. Çünkü bu durumlarda konsantrasyon genellikle 1’den küçük olup logaritmasının eksi (-) işâreti alındığında pozitif ve basit bir sayı ele geçer. Yoksa meselâ, normalitesi 2 olan bir asidik çözeltinin pH değeri negatif olur ki, şaşırtıcı olur. Yâni çok konsantre çözeltiler için pH veya pOH’a gerek yoktur.
Normal bir suyun pH’sı 4 ile 9 arasında değişir. Suların arıtılmasında pH’nın büyük önemi vardır.
pH’nın ölçülmesi: Çözeltilerin pH’ları hakkında bir fikir edinmek için, H+ konsantrasyonuna karşı hassas olan boyar maddeler kullanılır. Böyle maddelere indikatör adı verilir. Bu maddelerden çeşitli şekillerde faydalanılır. Bunlardan turnusol kâğıdı çözeltiye daldırıldığında kırmızı renk alıyorsa çözeltinin asidik, mavi renk alıyorsa bazik olduğu anlaşılır. Metil oranj kuvvetli asitlerle temasta kırmızı renk alır. Fenol ftalein ise asidik çözeltide renksiz olup, pH’sı 8-10 arası olan bazik çözeltide pembe renk alır.
pH ölçümleri, pH metrelerle daha hassas ve pratik olarak yapılmaktadır. pH metre ilk defa Danimarkalı bir bilgin olan Sörensan tarafından yapılmıştır. Bunlar özel bir elektrotla çözelti arasındaki potansiyel farkını ölçmeye dayanan âletlerdir. Bu fark H+ konsantrasyonuna bağlı olduğundan, aynı zamanda çözeltinin pH’sı da ölçülmüş olmaktadır.
Günümüzde en çok kullanılan ölçü araçları cam elektrotlu olanlardır. Bunlar, içinde platin tel bulunan ince camdan yapılmışlardır. pH’sı değişmeyen bir çözelti ihtivâ ederler.
pH’nın canlılar üzerindeki etkileri: Bitki ve hayvan hayâtı üzerine pH’nın büyük önemi vardır. Hücrelerdeki çeşitli kimyâsal reaksiyonlar enzimler tarafından yapılır. Enzimlerin yapısını da proteinler teşkil eder. Proteinler aminoasit dizilerinden meydana gelirler. Aminoasitlerin çeşitli grupları hidrojen iyonu alır veya verirler. Bir çözeltideki pH değişikliği, amino asit zincirinin yapısını bozar. Dolayısıyla hücre içi faaliyetlerini değiştirir. Hücredeki pH fosfat gibi ara çözeltiler tarafından kontrol edilir.
İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için kanın pH’sının 7,4 olması gerekmektedir. Bu düzen kandaki bâzı ara çözeltiler ve insan vücûdundaki bâzı yapı ve salgılar tarafından temin edilmektedir. pH= 7,4 düzeni bozulunca kan asit veya bazik özellik göstermeye başlar, şeker ve bunun gibi hastalıklar ortaya çıkar.
İspanyol ressam ve heykeltraş. Devrinin en büyük sanatkârı kabul edilir. Picasso 25 Ekim 1881’de İspanya’nın güneyinde bir sâhil şehri olan Malaga’da doğdu. Babası resim öğretmeniydi. Daha sonra Barselona’daki Güzel Sanatlar Okuluna profesör olarak görevlendirildi.
Picasso, 14 yaşında babasının öğretmenlik yaptığı bu okula kaydoldu ve süresi içinde mezun oldu. İki yıl sonra tahsiline devam etmek üzere Madrid’deki Kraliyet Akademisi’ne girdi, Ancak kısa bir süre sonra tekrar Barselona’ya dönerek devrin sanatkârları ile temaslarda bulundu.
Madrid ve Barselona’da arkadaşlar edinmesine rağmen, kendi ülkesini sevmediği ve bir Fransa hayranı olduğu için, 1904 yılında temelli olarak kalmak üzere Paris’e taşındı.
Picasso’nun resim sanatı üzerindeki çalışmalarını şu devrelerde incelemek mümkündür:
Taklidî çalışmalar devri: Çocukluğundan başlayarak Paris’e yerleşinceye kadar yaptığı resimler, bu devrenin mahsulleri sayılır. Picasso, bu resimlerinde babasının da tesiri altında kalarak, anânevî İspanyol realizminden örnekler ortaya koymuştur.
Mavi devir: Picasso’nun 1901-1904 yılları arasında yaptığı çalışmalar mavi devir olarak adlandırılır. Bunun sebebi, konusu dilenciler ve sakatlar olan resimlerde mavi rengin hâkim olmasıdır. Bu devir tabloları arasında “mavi oda”, “Yaşlı gitarist” sayılabilir.
Kırmızı devir: Birinci Dünyâ Savaşı öncesi yıllarda Picasso’nun hayâtı, fakirlikle mücâdele içinde geçti. Picasso bu devirde yaptığı resimlerinin konusunu, sokak tiplerinden ve tabiat manzaralarından seçti. Resimlerdeki hâkim renkler kahverengi ve pembedir. Devrin en önemli tablosu “Saltimbanques Âilesi”dir.
Kübizm devri: 1909’da sâdece Paris’te değil aynı zamanda bütün dünyada tanınan Picasso, Kübizm akımının ilk örneklerini vermeye başladı. Tabiattaki eşyânın şeklini ters yüz ederek, daha doğrusu hiç kimsenin anlamayacağı bir biçimde çizmek demek olan Kübizm, resim sanatını bir sanat olmaktan çıkarmış, her eline fırça alan kendini ressam kabul etmiştir.
Realizm devri: Picasso, Birinci Dünyâ Savaşı yıllarında yaptığı resimlerle kûbizmden ayrıldığını gösterdi. Geriye dönüş olarak adlandırılan bu devrenin önemli eserlerinden sayılan ve 1915’te bitirilen “Vollard’ın Portresi” New York, Metropolitan Müzesinde sergilenmektedir.
Sürrealizm devri: Picasso, sürrealizm hareketine tam mânâsıyla katılmadıysa da, 1920’li yıllarda yaptığı çalışmalar kûbizmden ziyâde, sürrealizme daha yakın özellikler taşımaktadır. “Üç Dansçı” tablosu, bu devrin en önemli eseri sayılır.
Picasso’nun çalışmalarında zamânın târihî hâdiselerinin büyük tesiri olmuştur. İspanya’da patlak veren iç savaş, Picasso üzerinde büyük bir tesir yaptığından, ressamın 1930’lu yıllarda çizdiği resimlerde bu tesirin izleri açıkça görülmektedir. İkinci Dünyâ Harbi çıkınca resim çalışmalarına ara veren Picasso, harbin sonunda tekrar çalışmaya başladı.
Hayâtının son yıllarına doğru Fransa’nın güneyindeki Mugins’e yerleşti. 8 Nisan 1973’te 92 yaşında öldü.
Stratosfer ve Okyanus derinliklerinin ilk defâ insanlı keşfini yapan İsviçreli fizikçi. İsviçre Basel’de 28 Ocak 1884’te doğdu. Mekanik mühendislik dalında ilerledi. Zürih’teki Federal Teknoloji Enstitüsünde tabiî ilimler sahasında doktora yaptı. Zürih’te iken, Einstein ile berâber çalışmaları oldu. 1913’ten îtibâren önce Zürih Enstitüsü’nde, sonra da Zürih Üniversitesinde fizik öğretmenliği yaptı. 1922-1954 seneleri arasında İkinci Dünyâ Harbi dönemi hâriç Brüksel Üniversitesi Politeknik Enstitüsünde fizik profesörlüğü görevinde bulundu.
1922’de göreve başladığı Brüksel Üniversitesindeki çalışmalarının ilk dönemlerinde, atmosferin üst katmanlarından biri olan stratosferin kozmik ışın, radyoaktiflik ve iyon yüküne ilişkin araştırmalara başlayan Piccard, o dönemde kullanılan âletlerin yerden ölçüm yapmakta yetersiz kaldığını belirleyerek en az 16.000 metre yükseğe çıkabilecek bir balonu tasarlamaya başladı. Belçika hükûmetinin de yardımıyla 1930’da balonun yapımını tamamlayan Piccard, 27 Mayıs 1931’de Paul Kipfer ile birlikte havalanarak 15.781 metrelik yüksekliğe ulaştı. Bir yıl sonra yaptığı yeni bir balonla tekrar havalanan Piccard, bu sefer hedefinin üstünde bir yüksekliğe, 16.940 metreye erişti.
Balon çalışmalarını sürdüren Piccard, 1930’un sonlarında bir batiskaf’ın üzerinde de çalışmaya başlamıştı. Batiskaf serbest yüzebilen, safralı, altında çelik bir gözetleme gondolu bulunan basit bir denizaltı aracıydı. Piccard, 1922 senesinde doğmuş ve tanınmış bir denizaltı kâşifi olan oğlu Jacgues ile birlikte, 30 Eylül 1954’te Adriyatik Denizinde 3.150 m gibi o zamâna göre rekor bir derinliğe indi. Trieste adını verdikleri ABD donanmasından satın aldıkları başka bir model batiskafla, Piccard ve denizci teğmeni Don Walsh, Guam’ın Maianas Trench bölgesinde 23 Ocak 1960’ta 10.920 m’ye daldılar.
Piccard, İsviçre’nin Lozan şehrinde 24 Mart 1962’de öldü.
Kozmik ışınların araştırılması gâyesiyle stratosfere birçok balonlu uçuş gerçekleştiren İsviçre asıllı ABD’li kimyâ mühendisi. İkiz kardeşi Auguste gibi yüksek irtifada balonlarla uçma konusunda ilmî araştırmalar yapmıştır. 1909’da Zürih’te, tabiat ilimleri konusunda doktorasını yaptı. İsviçre ve ABD’de kimyâ dersleri verdi. 1931’de Amerikan vatandaşlığına geçti. 1937’de de Minnerota Üniversitesinin havacılık mühendisliği profesörlüğüne tâyin edildi.
23 Ekim 1934’te Piccard ve karısıJeanette, Michigan eyâletinin Dearborn şehrinden havalanıp, balonla 17.672 m yüksekliğe eriştiler. Daha sonra Piccard, 30.480 m’den daha yükseklere kadar tırmanılabilen, Skyhaak balonları konusunda müşavirlik yaptı.
1884’te doğan Piccard, 28 Haziran 1963’te Minnesota eyâletinin en büyük şehri olan Minneapolis’te öldü.
Fransız yazarı. 1850’de Fransa’da Rochefort’ta doğdu ve 1923’te Hendaye’de öldü. Esas ismi Louis-Marie Julien Viaud’dur. Doğu seyahatleri esnâsında Loti soy ismini aldı. Loti, Pasifik’te yetişen bir çiçek ismidir.
Protestan ve soylu bir âiledendir. Deniz subayı olarak savaş gemilerinde çalıştı. 1891 yılında Fransız Akademisi üyesi oldu. İstanbul’a birkaç kere geldi. Kendisine büyük bir şöhret sağlayan Aziyadé romanını Hasköy’de kirâladığı bir evde kalırken 1879 yılında İstanbul’da yazdı. Eserinde, hayâlinde uydurduğu Aziyede adlı bir Çerkez kızını anlatmaktadır. Kendini sevenler tarafından İstanbul Divanyolu’nda kaldığı eve, evin bulunduğu sokağa ve Eyüp Kabristanı civârında bulunan tepedeki kahveye ismi verildi.
Pierre Loti, Doğu seyahatleri sırasında, Doğu Medeniyetini yakından tanımak fırsatını buldu. Türk dostu görünüp, bunu ömrünün sonuna kadar muhâfaza etti. Balkan Harbi sırasında yazı ve makâleleriyle Avrupa kamuoyunda zulme uğrayan Türkleri savundu. Avrupa’da Türkler aleyhine mevcut olan havayı Türkler lehine çevirmek için çok gayret sarf etti. Bir yazısında şöyle demektedir:
“Türk, asiller asilidir. Sun’î olmayan bu pek gösterişli ve yüksek asâlet; ona Allah’ın hediyesidir. Sâdelik içinde ihtişâmı, sükûnet içinde belâgati, durgunluk içinde duygulu bir hayâtiyetle kibar hakikatleri aksettiren yegâne millet Türklerdir. Şark, hülyâ ve efsâneler âlemidir. Türk; o rengârenk âlemin gözü, ışığı, dili ve yaşayan hakîkatidir.
Türk’ü anlamamak için târihe gözü kapamak gerekir. Haksız hücumlar ve pespâye iftirâlar önünde Türk’ün vekârı, hiç şüphe yok ki“kör”lere acıdıklarındandır. Bu asîl davranış, o zelil iftiralara ne beliğ bir cevap oluyor!..”
Pierre Loti bir yandan Türkleri methederken diğer yandan Türk kızlarının peşinde koşmuş, onlarla gayri meşrû ilişkide bulunduğunu eserlerinde yazmıştır. Batı hayranları onun Hasköy’deki evini değil de Eyüp’te uğradığı yerlerdeki mübârek adları değiştirmişler, Loti’nin adını vermişlerdir.
Başlıca eserleri şunlardır:
Pierre Loti’nin eserleri romantik ve renkli tasvirlerle süslüdür. Yazılarında insan ve tabiattaki diğer canlıların ölümden ibret almayışından dolayı duyduğu kırgınlık ve yalnızlık hâlet-i rûhiyesi görülmektedir. İstanbul’da yazdığı Aziyadé romanına benzer Rarahu romanını da Tahiti’de yazmıştır. Japonya ile alâkalı olarak yazdığıMadame Chrjsanthéme isimli eseri de tanınmıştır.
Au Maroc (Fas’ta, 1890), Fantôme d’Orient (Doğu Hayâleti, 1892), Les Derniers Jaurs de Pèkin (Pekin’in Son Günleri, 1901), L’indeSans Lesanglais (İngiltere’ninBulunmadığı Hindistan, 1904), Vers Irfahan” (Isfahan’a Doğru, 1904), La Turkuie Agonisant (Can ÇekişenTürkiye, 1913).
(Bkz. Kan)
Birinci Dünyâ Savaşı sonu memleketini bağımsızlığa kavuşturan Polonya devlet adamı, mareşal. 5 Aralık 1867 günü Zulow’da dünyâya geldi. Polonyalı soylu bir âileden gelir. İlk öğreniminden sonra tıp tahsilini yapmaya başladıysa da, yarım bırakıp Vilna’ya (bugünkü Vilnius) döndü. Karl Marx’ı okumağa başladı. Teoriden ziyâde pratik olmayı istiyordu. Üçüncü Aleksandr’a suikast plânlamaktan 1887 senesinde tevkif edildi ve beş seneliğine Sibirya’ya sürüldü. Dönüşünde, yeni kurulan Polonya Sosyalist Partisine üye oldu. Burada Robotnik (işçi) gazetesini çıkararak, Marx’ın fikirlerini yaymağa başlayınca 1900 senesinde karısı ile birlikte tevkif edilerek Varşova Hapishânesine atıldı. Buradan kaçması imkânsız olduğu için akıl hastası rolü yaparak Petersburg Askerî Hastânesine gönderildi. Buradan kaçmaya muvaffak oldu. 1904 senesindeki Japon-Rus savaşında Japonya’ya giderek Rusya aleyhinde çalışmalar yaptı. 1905 senesindeki Rus İhtilâlinin başarısızlıkla netîcelenmesine rağmen, Rusya’nın içte ve dışta bulunduğu karışıklığı iyi değerlendiren Pilsudski, Polonya askerî teşkilâtını kurmaya başladı.
Birinci Dünyâ Savaşı çıktığı vakit, Polonyalılardan meydana gelen üç tümenden birinci tümenin başında savaşa katıldı. Bu arada asker sıkıntısı çekenAvusturya-Macaristan ve Almanya, doğu cephesinden batıya kaydırılmak istenen Alman askerlerinin yerini Polonya birlikleriyle doldurma ümidiyle Kasım 1916’da Polonya’nın bağımsızlığını îlân ettiler. Kurulan Polonya Devlet Konseyinde askerî bölümün başına getirilen Pilsudski’nin konumu 1917’deki Sovyet komünist İhtilâliyle beklenmeyen bir şekilde güçlendi.
Savaştan sonra, 10 Kasım 1918 günü Polonya ordusunun başına Başkomutan ve devletin başına Başkan olarak geçti. Bundan sonra Polonya’yı Kızılorduya karşı korumak üzere çalıştı. Kızılordunun Almanya içlerine girdiği sırada, doğu kısmındaki târihî Polonya’yı işgâl etti. 1920 senesinde Kızılordu ile savaştı ve savaşı kazandı. 1923 senesinde istirahat etmek için yönetimden çekildi. Fakat 1926 senesindeki ekonomik kriz sırasında tekrar parlamentoya girdi. Mecliste yapılan seçimde Cumhurbaşkanı seçildiyse de bu görevi kabul etmeyip, Savunma Bakanlığına baktı. 1928 ve 1930 senelerinde başbakanlık yaparken sertleşerek siyâsî parti ileri gelenlerinden bir kısmını tevkif ettirdi.
1933 senesinde Hitler Almanya’nın başına geçince batı kısımlarında orduyu güçlendirmek üzere faaliyete geçti. Hitler’le görüşmeyi reddetti. Pilsudski, 12 Mayıs 1935 günü akciğer kanserinden öldü. Yazıları, günlük emirleri ve konuşmaları kitap hâlinde yayınlandı.
Alm. Porree (m), Fr. Poireau (m), İng. Leek. Familyası: Zambakgiller (Liliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Daha çok Batı Anadolu’da ekimi yapılan bir kültür bitkisidir.
Kök ve gövdesi toprak altında bulunan, sarmısağa benzeyen bir kış sebzesi. Yaprakları şerit şeklinde ve uzun olup, toprak üstünde gelişir. Çiçekler bir sapın tepesinde bulunur. Pırasa tohumlarından, önce fide yetiştirilir. Sonra bu fidelerin ekimi yapılır. Bitkinin sebze olarak kullanılan kısmı, gövdesi ve boru şeklindeki yapraklarıdır.
Pırasanın bilinen ve kullanılan birkaç çeşidi vardır. Yöreye göre de isim alırlar. En iyi pırasa olarak uzun ve beyaz yapraklı olan kamış pırasası, İstanbul’da Kartal pırasası adıyla bilinir. Bursa havalisinde de İnegöl pırasası olarak tanınır. Her yerde yaygın olarak yetişen kara pırasanın boyu daha kısa ve yaprakları yeşildir.
Kullanıldığı yerler: Sebze olarak kullanılır. Besin değeri soğana göre azdır. Yaprakları biraz sert olduğundan pişirilerek yenir.
Alm. Brillant (m), Fr. Brillant (n), İng. Brillant. Herhangi bir mücevhere konulmak gâyesiyle yontulmuş ve parlatılmış elmas. Bir nevi aşındırma işlemiyle kesilip parlatılan elmas parçacıkları pırlanta ismini alır. Birçok elmas kristali muntazam sekiz yüzlü parçacıklar hâlinde olduğundan parlak, kesime uygun hâldedir. Kesilmek üzere ele alınan bir kristal önce şekil ve kristal yüzeyleri îtibâriyle dikkatle incelenir. Önce kristalin bir köşesine elmas kesme âletiyle küçük bir çizik yapılır. Sonra ince keskin bir bıçakla kristalden bu parça ayrılır. Daha sonra özel âletlerle taş üzerinde yüzeyler meydana getirilerek asitle yıkanıp temizlenir.
En meşhur elmas kesimi 58 yüzeyli kesimdir. üst kısım olan taçta 33 ve bunun altında 25 yüzey vardır. Üstteki yüzey en büyüğüdür. Bu 24 üçgen yüzey ve 8 dörtgen yüzeyle çevrelenmiştir. Dipteki yüzey de 16 üçgen ve 8 üçgen yüzeyle çevrilmiştir. Işığı en ideal yansıtan kesim şekli budur. İlâve yüzeyler ve değişik şekiller daha büyük ve nâdir taşlara uygulanır. Mücevher elmasları, yâni pırlantalara renk, kesim, büyüklük ve mükemmelliklerine göre değer biçilir. Çatlaklar, kristal içindeki karbon benekleri değeri azaltır. Sarı ve kahverengi elmaslar istenmediği halde pembe, menekşe ve yeşil elmaslar çok kıymetlidir.
Kesim bir elmasın en önemli özelliğidir. Pırlantanın fiyatını belirlemede en büyük payı alır. Nihâyet büyüklük bir pırlantanın fiyatında açık bir rol oynar. Aynı kalitede iki kıratlık bir taşın değeri, bir kıratlık taşın değerinin iki katından daha fazladır. Büyüklük arttıkça fiyatı da hızla artar. (Bkz. Elmas)
Bir çemberin çevresiyle çapı arasındaki sabit oran. Pi sayısı, Yunanca çember mânâsına gelen periphereia kelimesinin baş harfinden alınmıştır. p Yunan alfabesinde bir harftir. Fenike alfabesindeki (pe)den gelir. p yerine daha önce p ve c harfleri de kullanıldı. On yedinci yüzyılda Euler’in Analiz adlı eserinin yayınlanmasından sonra p işâretinin kullanılması genelleşti.
Pi sayısının hesaplanması, eski çağlardan beri araştırma konusu olmuştur. Arşimed pi’nin değerini 22/7 olarak hesapladı. Bu değerde hatâ binde ikiden küçüktü. Bundan sonra pi’nin gerçek değerine daha yakın bir sayı bulmak için sayısız çalışmalar yapıldı. 355/113 sayısı da pi’nin gerçek değerine daha yakın bir sayı olarak bulundu.
1761’de Lambert, pi’nin ölçülmez olduğunu ispatladı. Bundan sonra pi için kesin bir değer aramak boşunaydı. 1882’de Lindemann, pi’nin transandant bir sayı olduğunu ispatladı. Pi’nin pergel ve cetvelle çözümü, çemberin doğrulaştırılması ve dâirenin kareleştirilmesi, çözümsüz problemler olarak kabûl ediliyordu. O halde pi’nin gerçek değeri bulunamayacaktı.
Pi’nin yaklaşık değerinin hesabı için çalışmalar yapıldı. Pi’nin pratikteki yaklaşık değeri 3,14 veya 3,1416 olarak alınır. Pi sayısının ilk 31 rakamı şöyledir.
p= 3, 141 592 653 589 793 238 462 643 383 279...
1874’te Schankş pi’nin değerini 707 ondalığa kadar hesapladı. Bu değer Paris’te Palais de Découverte’in salonlarından birine yazıldı. Elektronik makinaların kullanılmasıyla pi’nin yaklaşık değeri 2000 ondalığa kadar hesaplanmıştır.
p ile bölme gerektiren işlemlerde 1/p hesaplandığı için 1/p ile çarpılır. 1/p’nin yaklaşık değeri 1/p= 0,318 309 8... dir.
Bir ifâdenin sâdece büyüklük basamağını hesaplamak gerekirse 2p= 10 alınır.
Alm. Pica (m), Fr. Pica (m), İng. Pica. Uygun olmayan veya yenilmesi âdet olmayan maddelerin yenmesi alışkanlığına verilen ad. Bu durum hayâtın ikinci altı ayı içinde normal gelişimin bir dönemi olarak belirir. Çocuk eline ne geçirirse ağzına götürür ve yer. Ancak bunun uzun sürmesi ve hele bulûğ çağına kadar devam etmesi tamâmen anormaldir.
Pica’nın en çok görülen ve ülkemizde de Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da rastlanan şekli “toprak yeme”dir. Bu çocuklarda demir eksikliği anemisi, karaciğer ve dalak büyümesi, tenasül organlarının gelişmemesi ve boy kısalığı ile beraber bulunabilir. Toprak yiyen çocuk ve gençte zekâ geriliği de olabilir. Tedâvisi kolay değildir. Çocuk hastâneye yatırılır, mineral, vitamin eksiklikleri telafi edilir. Psikolojik tedâvi uygulanır. Menfî yöndeki âilevî tesirler ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Hâmilelik döneminde görülebilen ve halk arasında “aşerme” diye tâbir edilen hâdise de bir picadır ve genellikle psikolojik kaynaklıdır.
Alm. Piezoelektrizität (f), Fr. Piézo-électricité (f), İng. Piezoelectricity. Mekanik sıkıştırma netîcesi voltaj üreten; voltaj tatbik edildiğinde mekanik titreşim elde edilen bâzı kristal ve seramiklere has özellik. Mekanik enerjiden voltaj üretimine piezo olayı; voltajdan mekanik titreşim üretimine de ters piezo olayı denir. Piezo Lâtincede “basmak” anlamına gelir.
Piezo olayını meydana getirebilen kristaller arasında kuartz, tormalin, rokel olarak bulunurlar. Tabiatta bulundukları şekliyle kullanılması mümkün değildir. Kristallerin titreşim frekansı ve ürettiği voltaj kesiliş şekilleri, yüzey işlemleriyle yakından ilgilidir. Kristalin merkeze göre kesim yüzeylerinin simetrik olması lâzımdır.
Baryum titanat, kurşun zirkonat titanat ve potasyum sodyum niobat gibi bâzı seramikler de piezoelektrik olayı meydana getirecek özelliktedir. Bu seramikler çok kristalli malzemeler olup, normal porselen seramikler gibi üretilebilir. Bunlara daha sonra yüksek D.C voltaj tatbikiyle piezoelektrik özellik kazandırılır.
Kullanılışı: Piezoelektrik kristaller ve seramikler; mekanik titreşimlerin elektrik dalgalarına, elektrik dalgalarının mekanik titreşimlere çevrilmesi istenilen elektromanyetik çeviricilerde (transdüserlerde) kullanılır. Kristal mikrofonlar, gemilerde derinlik ve hedef bulmaya yarayan sonar cihazlarında, piezokristallerden faydalanılır. Sonar cihazında piezoelektrik hâdisesiyle su içine ses yayımı yapılır. Sesi çıkaran, elektrik enerjisi etkisiyle titreşen kristallerdir. Suya yapılan ses hedefe çarpıp yansıyınca bu defâ kristaller, suyun ses dolayısıyle sıkışması ile titreşir. Titreşen kristaller elektrik dalgaları üreterek ses ve ekranda görüntü olarak hedef tespiti yapılır.
Târihi: Pierre ve Jacques Cruie Kardeşler 1880 senesinde Fransa’da kristalleri çeşitli yönlerden sıkıştırarak voltaj ürettiklerini keşfettiler. Bir sene sonra ise yine Fransız Gabriel Lippmonn, piezoelektrik olayının tersini deneyle tespit etti. Piezoelektrik olayından istifâde ile Birinci Dünyâ Savaşında denizaltı gemilerini tespit etmede kullanılan basit ultrasonik cihazları yapıldı. Bu cihazlar geliştirilerek bugünkü modern gemilerde kullanılan sonar cihazlarına dönüştü. Piezo kristallere ilâve olarak aynı işi görebilecek piezoelektrik seramiklerse 1940 senelerinde geliştirildi.
Alm. Pygmäen (m.pl.), Fr. Pymée (m.pl.), İng. Pygmies. Orta Afrika’dan Batı Pasifiğe kadar dağılmış olan ufak, kısa boylu zenci bir ırk. Afrika pigmelerinin birçok kabîleleri Doğu, Orta ve Batı gupları olarak sınıflandırılırlar. Afrika’nın Doğu Pigmeleri (Mbuti), Doğu Belçika Kongosu’nun İturi Ormanlarında yaşarlar. Orta Pigmeler, Belçika Kongosu’nun kuzeyine dağılmışlardır ve Bongo kabîlesi gibi Batı Pigmeleriyse Fransız Ekvatoral Afrika’da ve Fransız Kamerunu’nda yaşarlar. Boyları 1,30 m ile 1,45 m arasında değişir. Erkekler kadınlardan 10 cm civârında uzundur. Derilerinin renkleri sarımsı yâhut kırmızımsı kahverengiyle koyu kahverengi arasında olup, vücutları ince tüylerle kaplıdır. Geniş çeneleri, düz burunları ve iri gözleri vardır. Saçları ise koyu olup kıvırcıktır. Kültür bakımından diğer zenci komşulardan farklıdırlar. Evcil hayvan yetiştirmezler. Ziraat hakkında yeteri kadar bilgileri yoktur. Demir işlemesi gibi işler yapamazlar. Hayatlarını, avlanarak, yabânî yiyecekler toplayarak ve diğer zenci kabileleriyle orman ürünlerini ticâretle takas ederek geçirirler. Ormanlarda küçük gruplar halinde 1,5 m yüksekliğinde, 3 m uzunluğunda ve 1,5 m genişliğindeki küçük barınaklarda kalırlar.
Afrika Pigmelerinden başka, Seylan’da Veddas tipi, Hint Okyanusunda Andamanese tipi ve Malaya, Sumatra ve Filipinler’de diğer tip Pigmeler yaşamaktadır.
Alm. Pigment (n), Fr. Pigment (m), İng. Pigment. Renklerinden dolayı çeşitli boyaların üretiminde kullanılan ince toz hâlindeki anorganik ve organik bileşikler. Pigmentler, boyaların tersine sıvılarda çözünmezler. Ancak sıvılar içinde süspansiyon şeklinde dağılırlar. Pigmentler bir tuz, tuzlar karışımı, oksit ve metal olabilir.
Boyacılıkta pigment olarak kullanılan renkli maddeler tabiî veya sentetik anorganik, organik bileşiklerden veya her iki sınıfa bağlı bileşiklerin karışımlarından ibâret olabilir. Bu pigmentlerin, suda çözünmemek, yağlarda çözünmemek veya çok az çözünmek, ışıktan ve atmosferik tesirlerden zarar görmemek ve örtme özelliklerinin olması gerekir. Organik pigmentler, suda ve yağlarda çözündüğünden boyalarda kullanılabilmesi için organik pigmentin bâzı metallerle, tanen veya tuzlarla karıştırılıp lak hâline getirilmesi gerekir. Anorganik pigmentler tabiî ve sun’î olmak üzere çok çeşitlidir:
1. Beyaz pigmentler: Üstübeç, esas îtibâriyle bir kurşun hidrokarbonat olup, çok eski târihlerden beri bilinir. Piyasadaki üstübeç üretim şartlarına bağlı olarak çeşitli oranda PbCO3 ile 2PbCO3. PbO.H2O ihtivâ eder.
Çinko üstübeci, bir çinko oksit (ZnO) olup zehir olan üstübeç yerine kullanılır ve çinko beyazı da denir. Zehirsizdir, fakat örtme gücü ve dış tesirlere karşı dayanıklılığı üstübeç kadar değildir.
Çinko sülfür, ince beyaz bir toz olup formülü 4ZnS, H2O dur. Bu üstübeç yağla iyice karıştırılabilir. Üstübece göre daha iyi örtme kâbiliyeti vardır.
Litopon, çeşitli oranlarda çinko sülfür ve baryum sülfat ihtivâ eden ince beyaz bir tozdur. Yağ ile yüksek örtme gücü olan hamur verir.
Titan oksit, çok iyi bir pigment olup, örtme gücü çinko okside nazaran üçbuçuk misli daha çoktur. En çok kullanılan beyaz pigmenttir. % 50 kadar TiO2 ihtivâ eden illmenit adındaki cevherden elde edilir.
Kalsiyum karbonat (kireçtaşı), kalsiyum sülfat, silis, talk ve kaolin de beyaz pigment olarak kullanılır.
2. Kırmızı pigmentler: Sülügen (minium), en çok kullanılan pigmentlerden olup formülü Pb3O4’tür. Çok eski çağlardan beri bilinen ve örtme gücü çok olan bilhassa demirin paslanmasını önleyen bir boyadır.
Demir 3 Oksit; İngiliz kırmızısı veya kalkotar adı verilen bu pigment, sert zararsız bir pigmenttir.
Cıva sülfür; çok güzel kırmızı bir pigment olup, örtme gücüne sâhiptir. Fakat kolayca kahve renkli olur, pahalı ve zehirlidir. Antimon sülfür (Sb2S3), Kadmiyum kırmızı (kadmiyum sülfür ile kadmiyum selenür karışımı) birer kırmızı pigmenttirler.
3. Sarı pigmentler: Krom sarıları [PbCrO4nPb (OH)2], çinko sarıları(ZnCrO4ZnO), baryum kromatlı sarılar, kadmiyum sarıları, sarı killer (Fe2O3H2O’lu killer) antimon sarıları ve arsenik sülfürlerdir.
4. Mavi pigmentler: Bu pigmentler arasında ultramarin, Prusya mavisi, Thurnbull mavisi, bakırlı ve kobaltlı pigmentler vardır.
5. Yeşil pigmentler: Krom yeşili (Cr2O3), Guignet yeşili veya zümrüt yeşili (Cr2O32H2O), Schweinfurt yeşili (Cu (CH3COO)2. 3CuOAs2O3) Scheele yeşili, Viyana yeşili ve malahit yeşili (CuCO3Cu (OH)2) tabiî yeşil pigmentlerdir.
6. Mor pigmentler: Kobalt moru, Nurnberg moru ve ultramarin moru, mavi pigmentler sınıfındandır.
7. Siyah pigmentler: Bitkisel, hayvansal ve mâdensel siyah pigmentler vardır.
Bâzı metaller, çeşitli usûllerle toz hâline getirilerek pigment olarak kullanılır. Düşük sıcaklıkta ışıldamalar veren pigmentler vardır. Uranyum tuzları, kalsiyum florür, kalsiyum tungustat gibi bâzı pigmentler floresan verir. Toprak alkali ve çinko sülfürlerle çinko silikatler fosforesan veren pigmentlerdir.
Alm. Roheisen (n), Fr. Fonte (f) brute, fonte d’affinage, İng. Pig iron. Bir dökme demir cinsi. Malzeme mühendisliğinde pik yerine kır dökme demir veya lamel (lif) grafitli dökme demir tâbiri kullanılır.
Dökme demir çeşitleri:
a) Küresel (nadirler: bilya) grafitli dökme demir. (Spero döküm). b) Lamel grafitli dökme demir. c) Siyah temper dökme demir. d) Beyaz temper dökme demir.
Halk arasında vasıfsız dökme demire de pik denmektedir. Kır dökme demirin bünyesindeki karbon (kömür= grafit) oranı % 2’den fazladır. Karbonu lamel grafit hâlinde bulunan kırılmış kesiti gri-esmer renkte olan bir dökümdür. En çok kullanılan bir dökme demir çeşididir. Bunun sebepleri şunlardır:
1. Aşınma mukâvemeti yüksektir.
2. Ucuzdur.
3. Mukâvemet ve sertlik arzu edilen seviyede tutulabilir.
4. Basmaya karşı mukâvemeti yüksektir.
5. Akma kâbiliyeti çok iyi olduğu için çok kolay dökülür.
6. Titreşimlere karşı nispeten yüksek bir sönümleme özelliği gösterir.
Pik dökümün en kötü tarafı çekme mukâvemeti (dayanımı) nın düşük ve kırılgan bir malzeme oluşudur.
Daha ziyâde pikin yapısı perlit, ferrit ve grafitten meydana gelir. Fakat bâzı hallerde, perlit, grafit ve ferrite ayrışabilir. Bu şekilde tamâmen ferrit ve grafitten meydana gelen bir yapı elde edilir. Bu yapıda ince lameller hâlinde bulunan grafit, homojen bir şekilde dağıtılmıştır. Yapıya kurşûnî bir renk kazandırır. Kır dökme demir adını buradan alır. Pikin kaynak edilme kâbiliyeti çok düşüktür. Ancak özel metodlarla meselâ malzeme önce ısıtılarak ve sonra çok yavaş soğutularak kaynak yapılabilir.
Ferritik kır dökme demir makina gövdeleri, yatak gövdeleri, krank, piyano plakaları, silindir blokları, dişliler, takım tezgâhlarında konsollar için kullanılır. Vasıfsız dökme demir veya pik ise mühendislik mukâvemeti özelliği istenmeyen bir yerde kullanılır. (Bkz. Demir)
PİKAN CEVİZİ (Carya İllinoensis)
Alm. Walmuss Pecan (f), Fr. Noyer de Pecan, İng. Pecan walnut. Familyası: Cevizgiller (Juglandaceae). Türkiyede yetiştiği yerler: Ilıman bölgelerde.
Yerli cevizin yetiştirilemediği daha ılıman iklim kuşaklarında, diğer kültür bitkilerine göre daha az emekle yetiştirilebilen Amerikan cevizidir.
Pikanın anavatanı KuzeyAmerika’dır. Türkiye’ye ise ilk olarak 1953 yılında gelmiştir. 1980 yılından beri, ılıman bölgelerimizde (Antalya, İzmir gibi) üretimi yapılmaktadır.
Pikanın besleyici özelliği yüksektir. İçerisinde vitamin A,B1, B2, B6, C ve E yanında K, Na, Fe, P gibi minerallerle yağ, protein ve karbonhidrat bulunur. 100 gr meyve içerisindeki değerleri takriben aynı miktar sığır etine denktir. Diğer sert kabuklu meyve türlerine göre daha çok kalori verdiği, vitamin bakımından daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bir kg pikan içi ile insan vücuduna 6870 kalori kazandırılmaktadır. Bu kalori de insanın yaklaşık 2 günlük enerji ihtiyacıdır.
Kullanıldığı yerler: Pikan meyvesi tâne ve kuru yemiş olarak tüketildiği gibi değişik şekillerde de kullanılmaktadır. Pikanın yaprak, kabuk ve kökleriyle yağları da ayrıca değerlendirilir. Pikan yağı, hem teknolojide hem de resim dalında çok aranan yağdır. Kabuk ve kökleri tanen ve boya endüstrisinde, aynı zamanda sabun ve yapıştırıcı üretiminde kullanılır.
Alm. Pikrinsäure (f), Fr. Acide (m) picrique, İng. Picric acid. Benzen halkasının 2, 4 ve 6 mevkilerindeki karbonlarda hidrojen yerine nitro (NO2) grubu bulunduran fenol. Mineral asitleri kadar kuvvetli bir asit olan pikrik asit, klorbenzen veya fenolden elde edilir. Pikrik asitten merhem yapıldığından yanık tedâvisinde; patlayıcı özelliğinden dolayı patlayıcı olarak; boya sanâyiinde sarı boya olarak kullanılır.
Alm. Batterie (f), Fr. Pile (f), İng. Electric battery, dry cell. Kimyâsal enerjiyi elektrik enerjisine çeviren âlet. Pilleri genel olarak iki ana gruba ayırmak mümkündür. Birincisi içerisindeki kimyâsal enerji tükendiğinde şarj edilemeyen (doldurulamayan) piller ki, bunlar kuru tip pillerdir. Transistörlü radyolarda, teyplerde ve cep fenerlerinde alârm cihazlarında kuru pil kullanılmaktadır. İkinci tip pillerse şarj edilebilirler. Bunlar akümülâtörlerdir. (Bkz. Akümülatör)
Birden çok pilin birbirlerine bağlanmasıyle meydana gelen sistemlere batarya denir. Piller seri olarak, yani bir pilin pozitif (+) kutbu diğer pilin negatif (-) kutbuna bağlanırsa gerilim arttırılmış, pillerin ömrü sâbit tutulmuş olur. Piller paralel olarak, yâni (+) kutuplar (+) larla (-) kutuplar (-) lerle bağlanırsa gerilim sâbit tutulmuş, ancak ömür, pil sayısı kadar arttırılmış olur. Bir metal çubuk, asit veya baz bir ortama daldırılırsa metal çubukla eriyik (elektrolit) arasında bir potansiyel farkı meydana gelir. Bu potansiyel farkı, dışarıdan bir telle birleştirilirse elektron akmasına sebep olur. Genel olarak iki ana tipte pil vardır: a) Tek eriyikli piller, b) Çift eriyikli piller.
a) Tek eriyikli piller: Bu tip pillere Volta pili de denir. Sulandırılmış sülfürik asit (H2SO4) içine bakır ve çinko çubuklar daldırılırsa bu iki çubuk arasında bir potansiyel fark meydana gelir. Burada bakır çubuk pozitif (+) kutbu, çinko çubuk ise negatif kutbu (-) meydana getirir. Bu tip pilin potansiyel farkı 1,1 V’tur. İki uç birleştirilirse elektronların fazla olduğu çinkodan, elektronların az olduğu bakıra doğru bir elektron akışı olur. Böylece bir elektrik akımı meydana gelir. Bu akım bir lambayı yakabilir veya bir cihazı çalıştırabilir. Akım geçtiğinde bakıra gelen elektronlar hidrojen iyonu tarafından alınarak hidrojen nötr hâle geçer ve bakırın etrâfında hidrojen tabakası ortaya çıkar. Aynı zamanda bakırın gene pozitif potansiyelde kalması sağlanır. Sülfat iyonları (SO4) ise çinkoya gider ve çinkodan pozitif çinko iyonu koparak çinko sülfatı (ZnSO4) meydana getirirler. Bu olaylar akım geçtiği müddetçe devam eder. Çinko tamâmen eriyince pil biter. Bakırın etrâfı da hidrojenle kaplanarak akım geçirmez olur.
b) Çift eriyikli piller: Bu pilin genel adı löklanşe pilidir. Aynı zamanda kuru tipi kuru pil diye anılır. Zil ve el feneri gibi âletlerde kullanılan kuru piller Löklanşe pilinin değişik tipleridir. Bunlarda sıvı (likit) elektrolit yerine yarı sıvı, yarı katı elektrolit kullanılır. Löklanşe pilinin elektroliti tamâmen sıvı olan amonyum klorür çözeltisidir. Bu pilin potansiyel farkı takriben 1,5 V’tur.
Karbon çubuğun etrafı mangandioksitle kaplıdır. Böylece hidrojenin çubuğun üzerini kaplamasını önler. Hidrojen oksijenle birleşerek suyu meydana getirir. Pil daha uzun süre akım verebilir. Pil akım verirken klorür iyonları (Cl-) çinko ile birleşerek çinko klorür olur (ZnCl). Amonyum ise (NH4+) pozitif çubuğa gider, hidrojenin biri oksijenle birleşir, NH3 ise suda kolayca erir. Bu olay oldukça yavaş olduğundan pil devamlı uzun süre kullanılmamalıdır. Kesintili olarak kullanılırsa daha uzun süre çalışır. Genellikle çinko levhânın bitmesiyle pil akım veremez olur. Bu piller bitince, yeniden şarj edilemez, yâni doldurulamazlar.
Bundan başka şarj edilebilen piller olan nikelkadmiyum piller de vardır. Bu piller uzun süre aynı potansiyel farkı gösterirler ve aniden potansiyel farkı sıfır olur. Diğer pillerin ise yavaş yavaş potansiyel farkları azalır.
Pillerin Özellikleri
1. Elektromotor kuvvet (emk): Bir pilin uçları arasındaki potansiyel farkıdır. Bu, pillerin elektrotlarına (+ ve - kutuplarına) ve elektrolitine (asit veya baz) bağlıdır. Pilin boyutları ile hiçbir ilgisi yoktur. Birimi volttur (1,5 V’luk pil gibi).
2. Akım kapasitesi: Pilin normal kullanma şartlarında bitinceye kadar verebileceği akım değeridir. Birimi Amper-saattır (Ah): 1 Ah gibi; yâni bu pil, 1 amper akımı, 1 saat süreyle verebilir demektir. Boyutları büyüdükçe akım kapasitesi artar.
3. İç direnci: Pilin iç direnci elektrolitin yoğunluğu ile ve sıcaklıkla ilgilidir. Elektrolitin yoğunluğu fazla ise iç direnci azdır. Sıcaklık artınca iç direnç artar. Bu pilin kendi içinde harcadığı güç bakımından önemlidir. Genellikle 0,1 ile 1 ohm arasında değişir. Bitik pillerin iç direnci büyüktür.
Piller hakkında pratik bilgiler: Piller dâima tâze satın alınmalıdır. Gereksiz yere bol miktarda pil alıp saklanmamalıdır. Çünkü zamanla bayatlar ve ömrü azalır. Saklanması îcab ediyorsa, buzdolabı gibi soğuk ve serin yerlerde saklanmalıdır.
Pillerin kutupları hiçbir hâlde birbirine değdirilmemeli, yâni kısa devre yaptırılmamalıdır. Aksi hâlde pil ömrünü kaybeder.
Uzun süre kullanılmayan cihazlardaki piller akarak, cihaza zarar verebilir. O hâlde kullanılmayan cihazların pillerini çıkarmayı ihmâl etmemelidir.