PARLÂMENTER REJİM

Alm. Parlamentarisches Staatssystem (n), Fr. Régime (m) parlementaire, İng. Parliamentary system. Devlet başkanının başkanlığındaki yürütme organı ile yasama organı arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak olduğu, organlar arasındaki hukûkî münâsebetlerin eşitlik (müsavat) ve denge (muvazene)ye dayandığı bir temsilî rejim.

Her meclis parlamento demek olmadığı gibi, her parlâmentolu hükümet, parlamenter hükümet yâhut parlâmenter rejim demek değildir. Parlâmenter rejim, parlâmentosu olan rejim demek değildir. Her parlâmenter rejimin parlâmentosu vardır; fakat her parlâmentosu bulunan rejim parlâmenter rejim demek değildir. Eğer böyle demek olsaydı, bugün demokratik memleketlerdeki hükümet şekillerinin hepsine parlâmenter rejim denilmesi gerekirdi; çünkü bunların hepsinin parlâmentosu vardır.

Kitaplarda, parlâmenter hükümet, parlâmenterizm tâbirleri kullanılır. Farklı ifâdelere rağmen hepsi de aynı anlamı taşır.

Parlâmenter hükümet sistemi, devletin, şekline bağlı değildir. Monarşilerde de, cumhûriyetlerde de yaşayabilir. Fakat otoriter ve totaliter rejimlerle bağdaşmaz. Parlâmenter hükümet sistemi, İngiltere’de doğdu. Tıpkı kuvvetler ayrılığı prensibi gibi parlâmenterizm de insan kafasından doğmuş mücerret bir sistem olmayıp, târihî bir gelişmenin muayyen bir devresindeki prensip ve unsurları ihtivâ eylemektedir. Yâni önce tatbikatı görülmüş, sonra kitaplarda formüle edilmiştir.

Parlâmenter rejimde kuvvetler ayrılığı gâyet yumuşak, organların birbirleriyle münâsebetleri ve faaliyet ortaklığı gâyet sıkıdır. Parlâmenter rejimde hiçbir büyük devlet işi yoktur ki, parlâmento ile hükümetin elele verip ortak çalışması sonucu olmasın. Her iki organın da birbirlerinin faaliyet sahalarında karşılıklı olarak hak ve yetkileri vardır. Meselâ kânunların yapılmasında, teklifinde, müzakeresinde hükümetle parlâmento ortak çalışırlar.

Parlâmenter hükümet sisteminde kuvvetler arasında eşitlik ve denge prensibi olduğu için, parlâmento gerektiğinde hükümeti düşürebilmekte, hükümet de şartların gerçekleşmesi hâlinde parlâmentoyu feshederek seçimlere gidebilmekte, halkın reyine mürâcaat edilmektedir. Her iki kuvvet arasındaki eşitlik ve denge prensibi sonucu bir kuvvetin diğerini ezmesinin önüne geçilmek istenmiştir.

Parlâmenter rejimde, devlet başkanı aslında yetkisiz olduğu için sorumsuzdur. Bu sorumsuzluk siyâsî bakımdandır; yoksa devlet reisi de hukuk ve cezâ kânunları önünde bir vatandaş olarak sorumludur.

Parlâmenter rejimde, devlet başkanı, devlet işlerini tâyin ettiği başbakan ve onun seçeceği bakanlar tarafından gördürür. Bakanlar kurulu aslında devlet başkanına âit olan, fakat sorumsuz olduğu için kullanamadığı yetkileri kullanır. Devlet Başkanının sorumsuzluğuna karşılık, başbakan ve bakanlar parlâmentoya karşı sorumludur. Bu sorumluluk münferit ve müşterek olmaktadır; yâni hem her bakan kendi faaliyet sahasına giren işlerden tek başına, hem de bütün bakanlarla başbakan birlikte sorumlu olmaktadır. Bu bakımdan parlâmenter rejimde şâyet hükümet tek bir partiye mensup üyelerden kurulmuşsa o hükümet istikrarlı olmakta; koalisyon şeklindeki hükümetlerse istikrarlı olmamaktadır.

Kabine, parlâmenter sistemde devlet başkanı ile parlâmento arasında bir köprü, irtibat organı vazifesini görür. Dolayısıyle hükümet parlâmenter sistemin mihenk taşı durumundadır. Bu yüzden parlâmenter sisteme “Kabine Hükümeti” denilmektedir.

Başbakan parlâmenter rejimde en önemli siyasî şahsiyettir. Bunun içindir ki bu sistemde hükümetler çoğu kere başbakanların adları ile çağırılırlar. Erim Hükümeti, Ulusu Hükümeti, Özal Hükümeti gibi. Fakat bu otorite başbakanın omuzlarında taşıdığı ağır yükün bir icabıdır. Hülâsâ, kabinenin durumu geniş ölçüde, başbakanın gayret ve kâbiliyetine bağlıdır.

Parlâmenter rejimde parlâmentolar da bulunmak zorundadır. Parlâmentonun iki meclisli veya tek meclisli olması parlamenter hükümet sisteminin varlığı için önemli değildir. İngiltere’de Avam ve Lordlar Kamarası olmak üzere iki meclislidir. Türkiye’de 1961 Anayasası iki meclisli bir parlâmenter sistem getirdiği hâlde; 1982 anayasası tek meclisli bir parlâmenter sistem öngörmüş ve cumhûriyet senatosu kaldırılmıştır. Böylece frenleme vazifesi yerine engelleyici bir fonksiyon ifâde eden cumhûriyet senatosu kaldırılarak isâbetli bir davranışta bulunulmuştur.

Memleketimizde hâlen 1982 Anayasasının öngördüğü parlâmenter sistem uygulanmaktadır. Gerçekten 1982 Anayasası yasama organı ile yürütme organı arasında bir “eşitlik ve denge” kurmak istemiştir. Gerçi cumhurbaşkanlarına normal parlâmenter rejimdeki statüsünden fazla bir yetki verilmiştir. Fakat günümüzdeki parlâmenter rejimlerde yürütme organının yasama organına nazaran biraz daha fazla yetkilere sâhip olduğu görülmektedir. Bu yetki artışı parlâmenter rejimin esâsını bozmamaktadır. Bizdeki parlâmenter rejim Fransa’daki yarı başkanlık sistemiyle İngiltere’deki parlâmenter rejimin arasında bir yer işgâl etmektedir. Bu hâliyle daha çok Almanya’daki sisteme benzemektedir. Buna “Neoparlâmenter” sistem, yâni “Yeni Parlâmentarizm” denilmektedir. Artık dünyânın hemen hiçbir yerinde eski parlâmenter rejim görülmemektedir. Şimdiki parlâmenter rejimde yürütme organı daha yetkilidir. Bu durumda parlâmenter rejimin temel prensibi olan güçler arasındaki “eşitlik ve denge” prensibi yürütme organı lehine bozulmuştur. 1982 Anayasası da bu tip bir parlâmenter sistemi kabul etmiştir.

PARLÂMENTO

Alm. Parlament (n), Volksvertretung (f), Fr. Parlement (m), İng. Parliament. Yasama gücüne ve yetkisine sâhip meclis veya meclisler. Parlâmento lügat mânâsıyle, müzakere eden, yâni bir karara varmak üzere, belli mevzular üzerinde konuşan heyet demektir. Parlâmento kelimesinin doğuş yeri İngiltere’dir. On üçüncü yüzyılın başlarında kullanılmaya başlanmıştır.

İngiltere’de krallar, devletin işlerini görüşmek ve özellikle yeni bir vergi koymak istedikleri zaman, devlet erkânından başka, halk tarafından da mebuslar seçilmesini emreder ve bunları bir meclis hâlinde toplardı. Meseleler görüşüldükten sonra, karar meclisi dağılırdı. Memleketin dört bir köşesinden gelen mebuslar, mebusluk hakkını kaybederek evlerine dönerlerdi. Kral tekrar bir istişarede bulunmak isterse yeniden seçimler yapılır ve yeni bir meclis meydana getirilirdi. Böylece bir sene içinde üç defâ seçim yapılır, üç yeni meclisin toplandığı görülürdü. Meclisin belli bir zamânı ve müddeti yoktu. Esâsen bu meclis tamâmiyle ihtisasî mâhiyette bir meclisti. Sonradan bu usûl değiştirilmiş ve daha pratik bir usûl konulmuş. Neticede, seçilen milletvekillerinin üç dört sene gibi daha uzun bir zaman vazifede kalmaları ve “parlâmento” adı verilen bir meclis meydana getirmeleri sağlanmıştır. Daha sonra parlâmenter rejim İngiltere’de yerleştikten sonra, parlamento bu rejimin unsurlarından biri hâline gelmiştir.

İngiltere’de parlâmento iki meclislidir. Bunlardan biri zengin ve soyluların meydana getirdiği Lordlar Kamarası, diğeri ise halkın temsilcilerinden meydana gelen Avam Kamarasıdır. On üçüncü yüzyılın başlarında İngiltere’de Lordlar Kamarası daha ağır basıyordu. Sonraları, Lordlar Kamarasının parlâmentodaki gücü zayıfladı. Avam Kamarası daha güçlü hâle geldi.

Hemen hemen bütün dünyâ devletlerinde üye sayıları ve yetkileri ülke şartlarına göre değişen parlâmentolar mevcuttur. Her ülkede kânun yapmak, yeni kurallar tespit etmek yetkisi parlâmentolara verilmiştir. Eskiden kânun yapmak yetkisi de krallara âit olduğu için, parlâmentonun doğuşu büyük mücâdeleler sonucu gerçekleşmiştir. Özellikle Fransız târihi bu tip mücadelelerle doludur. Parlâmento tek meclisli veya birden fazla meclisli olabilmektedir. İngiltere’de, ABD’de, Fransa’da iki meclisli parlâmento mevcuttur. Türkiye’de 1876 Kânun-ı Esâsî iki meclisli, 1921 ve 1924 Teşkilât-ı Esâsiye Kânunları tek meclisli, 1961 anayasası iki meclisli 1982 Anayasası tek meclisli, parlâmento usûlünü kabul etmiştir.

Parlâmentolarda bulunan milletvekili sayısı da ülke şartlarına göre değişmektedir. Parlâmentonun kaç kişiden meydana geleceği her ülkenin kendi anayasası ile belirlenmiştir. Meselâ Türkiye’de 1982 Anayasası, parlâmentonun 400 milletvekilinden teşekkül etmesini hükme bağlamış; daha sonra yapılan değişiklikle 450’ye çıkarılmıştır. 1961 Anayasası ise 600 kişilik bir parlâmento kabul etmişti. Bunun 450 üyesi Millet Meclisinde 150 üyesi ise Cumhûriyet Senatosunda bulunuyordu. Ayrıca 27 Mayıs 1960 ihtilâlini yapan Millî Birlik Komitesi üyeleri, ömür boyu Tabiî Senatör olarak Cumhûriyet Senatosu üyesi sayılmışlardı. Bunların dışında 15 üye de Cumhûriyet Senatosuna Cumhurbaşkanı tarafından Kontenjan Senatörü olarak tâyin ediliyordu. 1982 Anayasası ile bütün bu lüzumsuz fazlalıklar kaldırılmıştır.

Parlâmento çalışmaları alenî olarak cereyan eder. Yâni isteyen vatandaşlar parlâmento çalışmalarını tâkip edebilir. Fakat parlâmento gizli kalmasını istediği önemli konuları görüşürken kapalı toplantılar da yapabilir. Parlâmentoda oyların sayımı muhtelif şekillerde olabilir. Kapalı zarf usûlü, ayağa kalkarak veya parmak kaldırmak gibi usûllerle oylama yapılabilir. (Bkz. Büyük Millet Meclisi)

PARMAK İZİ

Alm. Fingerabdruck (m), Fr. Empreinte (f) digitale, İng. Fingerprint. Parmakların son eklemi ve uç kısmındaki kıvrımların meydana getirdiği iz. Parmak izi insan vücudunun tabiî hâlinden istifade edilerek bulunmuş ve bugün şahıs tespitinde çok fazla kullanılan bir metoddur.

İnsan vücûdunun dış derisinde bulunan her kıvrımda ter gözenekleri vardır. Bunların herbiri iç deriye kadar uzanır. Her gözenek orada çiviye benzeyen ve “Papila” denen iki sıralı çıkıntılarla iç deriye sanki çivi atmış gibidir. Bu sebeple dış deri hasara uğrasa, hattâ tamâmiyle dökülse bile, bu Papilalar yine de parmak izinin tespiti için yeterlidirler. Yine, yeni çıkan derilerdeki izler de eskisinin aynısı olurlar. Fakat iç deride bulunan papilalar tamâmiyle kaybolursa o zaman parmak izini tespit etmek mümkün olmaz; zîra bu durumda parmak içi kıvrımları tamâmen kaybolmaktadır.

Parmak izinin târihçesi: Parmak izi sisteminin bulunuşu çok eski târihlere dayanır, fakat bu izden istifâde temek oldukça yenidir. Eski literatürde parmak izi konusunda bâzı kayıtlar varsa da bu kayıtlarda parmak izinin kullanılması husûsunda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. İlk önce, Nehemiah Grew (1684), Marcello Malpighi (1686) ve J. E. Purkinje (1823) gibi anatomistler insanların parmaklarındaki kıvrımların bâzı özellikleri bulunduğuna dikkat çekmekle berâber, bu izlerden faydalanma metodlarını belirtmemişlerdir.

Modern mânâda parmak izi tespiti ve faydalanma konusunda ilk adım 1880’de atılmıştır. Bu târihte İngiliz bilgini olan Henry Faulds ve William James Herschel adlı iki İngiliz, Nature adlı bir ilmî mecmuada parmak izi hakkında makale yazmışlardır. Bu bilginler önceleri pişmiş çömleklerdeki parmak izleriyle ve matbaa mürekkebiyle parmak izi alma metoduyla uğraştılar. Bu gün kullanılan parmak izi metodu da aynı esasa dayanır.

Parmak izi konusunda daha sonra çalışan Galton da, kalıtım yolu ile geçen parmak izi olmadığını açıkladı. Her insanın parmak izinin birbirinden farklı olduğunu kaydetti.

Bugünkü parmak izi metodu Henry tarafından bulunmuş olandır. “Henry Sistemi” olarak bilinen bu sisteme göre parmak izinde, beş genel biçim kabul ediyor: Yay, fitilli yay, radyal ilmik, uhnar ilmik ve demet. Bu tipler genel olarak A,T,R,U,W harfleriyle ifâde edilirler. Dünyâdaki bütün parmak izleri örneklerinin % 65’ini ilmikler, % 30’unu demetler, geri kalan % 5’iniyse diğerleri meydana getirir. Demet ve ilmik tipi de kendi arasında birçok kısımlara ayrılır.

Benzer bir parmak izi usûlünü de Vucetich geliştirmiştir. Bu bilginse dört temel parmak izi kabul etmiştir: Yay, iç ilmik (sola yatık ilmik), dış ilmik (sağa yatık ilmik) ve demet.

Henry ve Vucetich dışında da bâzı yazarlar parmak izi konusunda çalışmışlarsa da bunlar bir iki ülke tarafından kabul edilmiştir. Henry ve Vucetich sistemi ise, dünyânın birçok ülkesi tarafından kabul edilmiştir.

Parmak izinin alınması: Herhangi bir madde veya eşya üzerinde yer etmiş olan parmak izinin örneğini almak, ihtisası gerektiren bir iştir. Parmak izi ter, yağlı maddeler veya parmaktaki başka maddeler yardımı ile eşyâ üzerine çıkmış olduğundan bunların gözle görülmeleri oldukça güçtür. Bu izleri görünür hâle getirmek için pudra ve muhtelif kimyevî maddeler kullanılır. Bir yerde bulunan iz bu şekilde tespit edildikten sonra bunun fotoğrafı çekilir veya pudralanmış izler saydam bir banda alınır. Elde edilen parmak izleri parçalar hâlinde olsa bile işe yaramaktadır. Hattâ 5-6 mm2lik bir iz parçası dahi parmak izinin tespiti için yeterli olmaktadır.

Parmak izi yanında avuç izleri ve hattâ ayak ve ayak parmağı izleri de tespit edebilmektedir. Parmak izi yanında bunlardan da faydalanılmaktadır.

Parmak izinden faydalanma: Parmak izi, bugün suçlunun tespitinde oldukça önem kazanmıştır. Kesin delil teşkil etmektedir. Bilhassa silah, tabanca vs. kullanılarak işlenen suçlarda parmak izi çok önem kazanmıştır.

Parmak izini ilk bulanlar İngilizler olmakla beraber, bunu en modern hâle getiren ABD olmuştur. Washington’da Federal Bureau of Invertigaton (Federal Araştırma Bürosu) kuruldu. Bu kuruluş kısa adı ile FBI şeklinde ifâde edilir. FBI 75.000.000’dan fazla insanın parmak izini tespit edecek hacme ulaşmıştır. Hergün, FBI’nın 13.000 ajansından 20.000’den fazla parmak izi gelmektedir. 100’e yakın yabancı ülke FBI teşkilatında parmak izi tespiti yaptırmaktadır. İsteyen vatandaşlar da bu teşkilâta müracaat ederek kendi parmak izini tespit ettirmektedir.

FBI teşkilâtı sâyesinde, bilhassa kitle hâlindeki ölüm, vak’alarında ölülerin hüviyetinin tesbpiti de mümkün olabilmektedir. Hattâ aylarca gömülü olan ölülerin hüviyetlerinin tespiti bile bu teşkilat sâyesinde mümkün olabilmektedir.

İlmî araştırmalar parmak izinin kimlik tespitinde kesin delil olduğunu göstermiştir. İnsanların parmak izleri birbirlerinin kesinlikle aynısı olmadığından, parmak izi suçlunun tespitinde çok önemli bir delil olmaktadır. Kişinin parmak kıvrımları yaşlanması ile değişmez ve kaybolmaz. Kolay ve ucuz bir metod olduğu için parmak izi bugün hüviyet tesbitinde oldukça sık kullanılmaktadır.

Parmak izi, ayrıca imzâ atamayan kişilerin ve bilhassa kadın ve yaşlıların faydalandıkları bir usûldür. Hukuken aynen imzâ gibi geçerli olmaktadır. Parmak izinin imzâ olarak kullanılmasında mürekkepten istifâde edilmektedir.

DNA parmak izi: İnsan hayâtı üzerinde son derece hassas kararlar vermek zorunda kalan mahkemeler, büyük ölçüde Kriminal Laboratuvarlarıyla Adlî Tıbbın raporlarına başvurmaktadırlar.

1985 yılında İngiltere’de Leicester Üniversitesi Genetik Bölümü öğretim üyelerinden Allec Jeffreys, kalıtım maddesinin incelenerek bir kişiye has DNA karakterinin tespit edilebileceğini öne sürdü. DNA parmak izi (DNA fringerprint) veya genetik parmak izi olarak târif edilebilecek bu özellikler, rekombinat DNA teknikleriyle el parmak izinden daha güvenli olarak kişiyi belirlemede kullanılabilmektedir.

Bir canlıya âit bütün DNA parmak izleri birbirinin eşididir. İki kişinin tesâdüfen aynı genetik parmak izine sâhip olabilme ihtimâli, istatistikî olarak milyarda bir ile ifâde edilebilecek kadar düşük bir derecededir.

Sâdece bir damla kan, idrar, tükürük, sprema, vaginal sıvı, menstruasyon kanı, süt, biyolojik bir doku parçası, bir adet kıl veya saç teli kişinin genetik kimliğini belirlemek için kâfidir. Bir suç mahallinde bulunan böyle küçük bir vücut kalıntısından DNA izole edilmekte ve az elde edilen DNA’nın PCRmetodlarıyla çoğaltılıp ASO teknolojisiyle polimorfik genotipi tespit edilebilmektedir.

Nükleik veya moleküler sondalama denen yeni teknikle; saç teli, bir damla kan, sperma veya biyolojik bir doku parçasının proteininden hareket edilerek, genetik koddan faydalanmak sûretiyle, bu proteinin üretimini sağlamış olan gen dizisini bulmak mümkündür.

Günümüzde suç failini, bıraktığı genetik parmak izinin incelenmesiyle ortaya çıkarmak mümkün olmaktadır. DNA parmak iziyle % 99’un üzerinde bir başarıya ulaşılabilmektedir. Hâlen Amerika’da FBI laboratuvarlarında ve İngiltere, Almanya, Hindistan’da genetik sondalama çalışmalarının sonuçları mahkemelerde delil olarak kabul edilmektedir. Aynı usul İngiltere’de babalığın tespitinde de kullanılmaktadır. Genetik parmak izi deliline dayanarak alınan ilk mahkûmiyet kararı, 1987 Ekiminde Bristol Mahkemesine âittir.

Genetik parmak izi usûlüyle, bir çocuğun babası belirlenebildiği gibi, kalıtımla ilgili veya bulaşıcı hastalıklar da teşhis edilebilmekte ve bir sığırın cinsiyeti önceden anlaşılabilinmektedir. Bu usûl sâyesinde hayvan yetiştiricilirei, isteğe bağlı olarak erkek veya dişi embriyoları ineklere aşılayabileceklerdir.

PARNASİZM

(Bkz. Edebî Akımlar)

PARS

(Bkz. Leopar)

PARŞÖMEN

Alm. Pergament (m), Fr. Parchemin (m), İng. Parchment. Üzerine yazı yazmak ve resim yapmak için kullanılmak üzere, özel olarak hazırlanmış hayvan derisi. Parşömenin M.Ö. 2. yüzyılda Pergamus (Bergama) şehrinde keşfedildiği söylenir. Bundan önceki devirlerde, papirus kâğıdına yazı yazılırken, bu maksatla hayvan derileri de kullanılırdı. Bu deriler sâdece kurutulurdu. Bu bakımdan papirus kadar iyi değildi.

Perganon Kralı II. Eumenes, Bergama’da bir kütüphâne kurmak istiyordu. Fakat Mısır Hükümdarı Epiphane (M.Ö. 205-181) papirus ihrâcını yasakladığından, Bergamalılar papirus yerine kullanılabilecek parşömen yapım metodunu M.Ö. 190’da geliştirdiler ve sözkonusu kütüphane keçi derisine yazılmış kitaplarla kuruldu. Parşömen yapım tekniğinin geliştirilmesi ile en kıymetli kitaplar bu tür kâğıtlar üzerine yazıldı. Fakat bununla berâber, papirüs gerek tedârikinin kolay oluşu, gerekse daha az mâliyetli oluşu sebebiyle, bundan sonra uzun yıllar kullanıldı.

Parşömen, önceleri, kirli sarı renk tonundaydı. Çünkü o yıllarda henüz beyazlatma işlemi bilinmiyordu. Ancak çok kıymetli el yazmalarında altın ve gümüş harflerle yazılan yazının daha güzel görünmesi için eflatunî kırmızı renge boyanırdı. Bu boyama işlemi, Hıristiyanlık döneminde mukaddes kitaplar için yapıldı ve asrımıza kadar devam etti. Duâ kitapları için siyaha boyama da yapıldı.

Parşömen üzerine en eski el yazmaları 3. asra kadar gitmektedir. Yedinci yüzyılın sonundan îtibâren parşömen her yerde papirusun yerini almıştır. Beşinci yüzyıldan 15. yüzyıla kadar hemen hemen bütün el yazması eserler parşömen üzerine yazıldı. Bu şekilde artan talep, parşömen üretimi konusunda önemli bir sanâyinin gelişmesine sebep oldu. Bu sanâyide çalışan işçilere “pergaminari” denilmekteydi. Artan tüketim, üretimi yetersiz hâle getirdi ve tabiî ki fiyatlar yükseldi. Bu durumda ekonomikliği sağlamak bakımından daha az önemli ve târihî değeri daha az olan belgeler, silinmek sûretiyle veya önceki yazılar yıkanılarak, yeniden kullanıldı.

Parşömenin esası olan, hayvan derisinin normal işlenme metodu şöyledir. Derinin tüyleri kırkılır; kıl dipleri alınır; kazınır, parlatılır, kireçle muâmele edilir; gerilir ve kurutulur. Bazan sünger taşı ile oğulur. Tüyleri kesilen deri kireçlendikten sonra yarım silindirik bir ağaç üzerine serilerek bıçakla kazınabilir. Bol su ile yıkanır. Bu şekilde temizlenen deri bir tahta üzerine gerilerek tebeşir tozu serpilir ve yukarıda bahsedildiği gibi gâyet düzgün bir sünger taşı ile oğalanır. Bu işlemler sırasında derinin yüzeyinin çizilmemesine dikkat edilir. Bu şekilde hazırlanan deri, bir çerçeveye gerilerek kurutulur. Böylece îmâl edilen parşömenin, üretim metodları zamanla daha da gelişmiştir.

Parşömen en çok genç dana, koyun ve keçi derisinden yapılırdı. Kuzu derisi daha beyaz ve daha ince olduğundan tercih edilirdi. Bütün bu deriler, parşömen yapılmadan önce hertürlü yağdan temizlenirdi.

Ortaçağda parşömenin hazırlanması ve kullanılması zaman ve yer bakımından çok değişiklik göstermektedir. Onuncu yüzyıla kadar el yazmalarında kullanılan parşömen, genellikle yüksek parlaklıkta, çok ince ve beyazdı. Daha sonra kalite bozularak, ekseriya sert, kalın, yağı iyi alınmamış ve şeffaf özellikler gösteren parşömenin kullanıldığı görülmektedir. Sonra kâğıt kullanılmaya başlandı ve parşömenin yerini aldı ve matbaanın keşfi hat sanatını (kısmen) öldürdü. Parşömene yazılan kıymetli kitaplar az veya çok sayıda dört yapraklı formalardan meydana gelirdi.

Bugün parşömenin kullanılışı oldukça azalmakla beraber, çok uzun ömürlü olup, resim yapmaya ve yazı yazmaya çok uygun olduğundan bazı lüks kitaplar ve önemli vesikalar için kullanıldığı görülmektedir.

PARTİ

(Bkz. Siyâsî Partiler)

PAS

Alm. Rost (m), Fr. Rouille (f), İng. Rust. Demirin nemli ve karbondioksitli havada meydana getirdiği oksitli, hidroksitli ve karbonatlı bileşiklerinin bir karışımı. Nemsiz ortamda demir oksitlediğinde, üzerinde koruyucu özelliğe sâhip bir tabaka hâsıl olur. Bu tabaka nemi gördüğü zaman pas hâlini alır. Pas, demiri kaplamaz ve dökülür. Alttan çıkan demir yine aynı şartlarda paslanarak bozulur. Senede, takriben yirmi milyon ton demirin paslanarak harap olduğu hesaplanmaktadır. Demirin paslanmasının önüne geçmek için demiri, minyum, bezir yağı, yağlı boya gibi koruyucu maddelerle kaplamak veya nemsiz kuru ortamda bulundurmak gerekir.

PASAPORT

Alm. Pass (m), Fr. Passeport (m), İng. Passport. Devletlerarası seyahatta kullanılan, o ülkelerde süresiz ve belirli süreli oturma durumunda, kişinin kimliğini ispata ve belirlemeye yarayan belge. Bir ülkenin vatandaşları kendi ülkelerinde serbestçe yolculuk yapabilirler. Fakat başka ülkelere yolculuk yapmak bâzı kayıtlara bağlanmıştır. Bunların en önemlisi pasaport vesikasıdır. Bu belge bütün dünyâ devletlerince benimsenmiştir. Her devlet, kendi vatandaşları yurtdışına çıkarken ona pasaport vermekte; kendi ülkesine gelen yabancılardan da pasaport veya onun yerine geçen bir belge istemektedir.

Vatandaşların açık kimliğini ispata yarayan pasaport, yurt içinde yetkili mülkî âmir tarafından, yurt dışında da konsolosluklar tarafından verilir. Hususî nitelikteki pasaportlar ise, kânunda gösterilen özel yetkili makamlarca verilir.

Devlet kuruluşlarında çalışanlar, memurlar vazifeli bulundukları müesseseden “yurtdışına çıkmasında kurumumuzca herhangi bir mahzur yoktur” muhtevasını taşıyan bir belge getirmedikçe pasaport alamazlar. Buna tatbikatta “izin belgesi” denilmektedir. Kezâ, medenî kânuna göre, hukûkî muâmele yapmak ehliyetine sâhip bulunmayanlar ve reşit olmayanlar ancak kânunî temsilcilerinin veya vârislerinin izniyle pasaport alabilirler.

Siyâsî bir sebeple ülke dışına çıkmaları mahzurlu görülenler, haklarında tutuklama kararı bulunanlar, nezaret-i umûmiye altında olanlar, vergi borcu bulunanlar ve muhtelif sebeplerle İçişleri Bakanlığınca yurt dışına çıkmaları yasaklanmış olanlar pasaport alamazlar.

Pasaport çeşitleri: Genel pasaport ve diplomatik pasaport olmak üzere iki türlüdür.

A. Genel pasaport: Üçe ayrılır: Umûma mahsus pasaport, özel damgalı pasaport ve hizmet damgalı pasaport.

a) Umûma mahsus pasaport: Vatandaşlara verilen pasaporttur. Ya İçişleri Bakanlığınca veya yetkili kıldığı makamlarca verilir. Bu tip pasaportlar verilirken bir miktar kânunî harç alınır. Bu pasaportlar üç aylık, altı aylık veya bir yıllık süreli olur.

Yurt dışına grup hâlinde veya topluca gidenlere “müşterek pasaport” verilebilir. Kezâ karı-koca için de müşterek pasaport almak mümkündür. Ancak pasaport kânununa göre müşterek pasaport almak için, grup hâlinde çıkan kişilerin en az sekiz kişi olması lazımdır. Müşterek pasaport durumunda da, umûma mahsus pasaport hükümleri geçerlidir.

b) Hizmet damgalı pasaport: Kamu idâresinde, amme hizmetlerinde çalışanlara verilen pasaporttur. Bu pasaport ilgililere Dışişleri Bakanlığınca ve harç alınmaksızın verilir.

c) Özel damgalı pasaport: Cumhurbaşkanlığı bütçesinden maaş alanlar, yüksek  dereceli mülkî ve askerî memurlar kendi hesaplarına özel seyahat yapmak istedikleri zaman, onlara özel damgalı pasaport verilir. Bu pasaportlar bir yıl geçerlidir. Harca tâbi değildir.

B. Diplomatik pasaport: TBMM üyeleri, Millet Meclisi Başkanı, Eski Başbakanlar, Genelkurmay Birinci ve İkinci Başkanı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Başbakan ve Bakanlar, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay Başkanları, Dışişleri Bakanlığında görevli memurlar, yabancı ülkelerle yapılacak resmî görüşmelere katılacak heyet üyeleri, milletlerarası kongre ve konferanslara resmen katılacak kişiler, diplomatik pasaport kullanırlar. Bu pasaport Dışişleri Bakanlığından harç alınmaksızın verilir.

Bir yabancı ülkeye gitmeden önce o ülkenin konsolosluklarında pasaportu vize yaptırmak gerekmektedir. Yabancıların Türkiye’ye girebilmeleri için, pasaportlarını yurt dışındaki yetkili Türk makamlarından “vize” almaları gerekmektedir. Türklerin de gidecekleri yabancı ülkelerin Türkiye’deki yetkili resmî makamlarında “vize” almaları mecbûrîdir. Fakat her ülke vize şartı koymamış olabilir. Bunda daha çok “mütekabiliyet” (karşılıklılık) esası geçerlidir. Meselâ; Ortak Pazara dâhil olan devletler, bâzı Avrupa Konseyi Antlaşmasına katılmış bulunan ülkeler; karşılıklı olarak vize almak mecbûriyetini kaldırmışlardır. Bu ülkelere girip çıkmalarda ise, devletlerin vatandaşları için pasaport belgesi yeterli görülmüştür.

Pasaport Yerine Geçen Belgeler:

a) Pasavan: Belli sınır bölgelerindeki ülkeler, aralarında yapacakları özel anlaşmalarla birbirinin ülkesine kolayca girip çıkmalarını sağlamak için, pasaport yerine geçmek üzere kullanılan ve daha basitçe düzenlenen bir belge verirler. Buna pasavan denir. Bu tip antlaşmalar daha çok iyi geçinen komşu ülkeler arasında yapılmaktadır.

b) Mürettebat vesikaları: Bu belgelere tayfa vesikaları da denir. Yabancı gemilerin bir ülke sularında taşıdıkları tayfa vesikaları pasaport yerine geçer. O gemide bulunan mürettebatın ayrıca pasaport taşımaları gerekmez. Hava taşıtı (uçak vs.) mürettebatı da ayrıca pasaport taşımaz.

Türkiye karasuları dışına çıkan Türk gemilerinde bulunan mürettebat, pasaport yerine geçerli olmak üzere liman başkanlıklarınca düzenlenen ve liman polisince tasdik edilen tayfa vesikaları taşırlar.

Gemi ve uçaklardaki mürettebat yanlarında bulunan tayfa vesikalarını, uğradıkları şehirlerin mahallî makamlarına belgelerini tasdik ettirmek şartı ile o bölgeyi gezebilirler. Tayfa vesikaları ve pasaportlar vizeye tâbi değildir.

PASAROFÇA ANTLAŞMASI

1714-1717 Osmanlı-Avusturya-Venedik Harbine son veren antlaşma. Osmanlı sultanlarından Üçüncü Ahmed Han (1703-1730) zamânında Mora-Tuna kavşağında Yugoslavya’nın Pasarofça kasabasında yapıldı. Osmanlı Devletini Şıkk-ı sânî Defterdarı (Mâliye Müsteşarı) Silâhtar İbrâhim Efendi başkanlığındaki heyet temsil etti. Pasarofça’da Kont Virmond başkanlığında Avusturya ve Carte Ruzigi başkanlığındaki Venedik heyetlerinden başka, Flemenk (Hollanda) ile İngiltere temsilcileri de vardı. İki ay kadar süren konferanstan sonra; Avusturya ile yirmi madde ve bir ilâve, Venediklilerle de 26 madde üzerinden, 21 Temmuz 1718 târihinde antlaşma imzâlandı. Antlaşmaya göre, Avusturya ile Niş, Banat Dağları ve Transilvanya Alpleri hudut kesildi. Mülteci Rokoçi, Ferenç âilesiyle berâber Osmanlı-Avusturya hududunda oturmak ve emniyeti sağlanmak şartıyla iâde edilecekti. Venedikliler, Mora Yarımadasını, Korintos ile çevresini, Egin Körfezindeki adaları, İyonya Adalarını, Aya Mavri Adasını ve Girit’te üç iskeleyi Osmanlı Devletine verecekti.

Pasarofça Antlaşmasıyle Osmanlı Devleti; Avusturya’ya toprak vermesine rağmen, Venedik’ten aldı. Avusturya’ya verdiği toprakları daha sonraki antlaşmalarla geri aldı. Pasarofça Antlaşması sonrasında Osmanlı Devleti Avrupa cephesinde uzun bir sulh devresine girdi.

PASCAL, Blaise

Fransız matematik-fizik bilgini, filozof ve yazar. “Modern çağ filozofları” olarak bilinen düşünürler arasında ilim ve dîne en çok ilgi duyan ilim adamıdır. 19 Haziran 1623’te Clermont şehrinde, hâkim Etienne Pascal ve Antoinette Begon’un çocukları olarak dünyâya geldi. Üç yaşında annesinin vefât etmesiyle Blaise’ın eğitimi işi, çok geniş kültürü olan ve matematik, fizik sahalarındaki muvaffakiyetleriyle tanınan babasının üzerine kaldı.

1631’de âile Paris’e taşındı. Blaise, burada matematikte çok erken bir gelişme gösterdi. Ancak babası Lâtince ve Yunanca öğrenmeden ona fennî ilimleri öğretmeyi reddetti. Ablası ve onun biyografisini yazanların en meşhuru olan Gilberte Périer’e göre Pascal 12 yaşındayken geometri üzerindeki çalışmalarının çoğunu tamamlamış ve ismiyle zikredilen üçgeni keşfetmiş bulunuyordu. Bundan dört sene sonra konik cisimler hakkında Essai pour les Coniques isimli bir deneme neşretti. 18 yaşında dünyânın ilk hesap makinasını geliştirdi. Ancak bu sene, aynı zamanda ömrü boyunca sürecek bir sıhhat bozulmasının da başlangıcı oldu. Pascal; “On sekizimden sonra bir günüm dahi ağrısız, acısız geçmedi.” demiştir.

Bunun üzerine Pascal, devam ettiremeyeceğini anladığı şahsî çalışmalarını bir müddet Pierre de Farmat’a bıraktı. Bu şahısla ihtimâliyet hesaplarını keşfetti ve bunları kâide hâline getirdi. İlk defâ Müslümanlar tarafından ortaya atılan “sonsuz küçük” mefhumu üzerinde de çalışmalarda bulundu.

Sıvılar üzerindeki uzun araştırmalarının netîcesi olarak, kendi ismiyle bilinen hidrolik kânununu formüle etmeye muvaffak oldu. Pascal’dan önce, Toriçelli tüpünde cıvanın yükselmesi hâdisesini, “Tabiatta, vakumların (hava boşluğunun) ortadan kaldırılmasına mütemayil şartların mevcut olduğu” fikrine delil olarak gösteriliyordu. Ancak Pascal’ın, kayınbiraderi Florin Périer’le 1648’de deniz seviyesinde, Puy de Dôme Dağının zirvesinde ve Paris Saint Jacques Kulesinde yaptıkları deneyler, cıvanın dış ortamdaki hava basıncının tesiri ile tüpte yükseldiğini göstererek bu fikrin yanlışlığını ispatladı. Pascal 1663’te yayınladığı Traité de la Pesantéur de Masse de L’air’de bu tecrübelerini açıklarken, “Deneylerin fizik ilminde muhakkak arkalarından gidilmesi icabeden, hakiki öğretmenler olduğunu” ifâde ediyordu.

Yine bu çalışmalarının sonunda kendisinde, “İnsanın tabiattan kuvvetsiz olduğu” fikri inkişaf eden Pascal, böylece çağdaşı Descartes’la karşı karşıya kaldı. 25 yaşında devam etmekte olduğu deneyleri tamamlayarak kendini dîne verdi:

“Din, insanın sâdece Yaratıcı için yaşamasını ve O’ndan başka (O’nu unutturacak) bir gâyeye sahip olmamasını ister.” diye düşünerek, uzun sayılacak bir müddet Port-Royal mâbedinde kaldı. Burada sık sık gökyüzünü seyreder, kainâttaki ahengi düşünerek Allah’a, O’na inanmasını nasip ettiği için, şükrederdi. Pascal burada kaldığı zaman zarfında uzun uzun düşünerek, sonunda felsefecilerin Allah’ı tanımak, bilmek için yanlış yollar tâkip ettiği kanâatına vardı.

Pont de Neuilly’de geçirdiği araba kazâsı ile artan ağrıları ve babasının ölmesi, rûhî bunalım geçirmesine sebep oldu. İlk başta dünyâ işlerinden uzak kalmaktan büyük zevk alan Pascal, Hıristiyanlığın kendisini huzûra kavuşturacak bir din olmadığını keşfetmesi üzerine, buradan ayrıldı. 1656 ve 1657’de felsefe ve Hıristiyanlık üzerine düşüncelerini anlattığı iki kitap yayınladı. Bunlardan Lettres Provinciales isimli olanı günümüzde dahi Hıristiyanlığın ahlâkî değerleri üzerinde yazılmış en mühim tenkit eserlerinden biri olma özelliğini muhâfaza etmektedir.

Bu iki kitapta Hıristiyanlığın dogmalarına parmak basması, halkın onu “dinsiz” olarak değerlendirmesine sebep oldu. Voltaire, Pascal’a “Hıristiyanlığın ebedî düşmanı” sıfatını lâyık gördü. Pascal’ın 19 Ağustos 1622’de ölmesi Apologie de la Religion Chrétienne kitabını tamamlamasına mâni oldu. Kitabın ismi her ne kadar Hıristiyanlığın Müdafaası mânâsına geliyorsa da, bu eserinde ateistliğe muhâlefet eden Pascal, Hıristiyanlık hakkındaki şüphelerini olduğu gibi tekrarlıyordu.

Pascal, zamânında fikir adamları tarafından beğenilmemesine rağmen, Fransız filozofisinde önemli izler bırakmaya muvaffak olmuş bir düşünürdür. Onu destekleyenlerin en meşhurları Josef Ernest ve Henri Poincaré’dir. Pascal’ın mevcudiyetçilerin problem olarak ortaya koydukları ve cevap bulamadıkları birçok meseleyi halletmesi, bu akıma dâhil filozofların Pascal ekolüne yakınlaşmasını temin etti. Yirminci asrın en tanınmış mevcudiyetçilerinden olan Martin Heidegge bile Pascal Filozofisini benimsedi. 1944 Fransız Liberasyonundan sonra da fikir çevreleri, büyük bir ekseriyetle Pascal’a döndü.

Pascal kânunları: Pascal’ın matematik üzerindeki en mühim buluşu Pascal üçgenidir. Bu üçgenden faydalanılarak denklemlerde değerlerin katsayılarının, pratik olarak bulunması ve benzeri işlemler yapılır. (Bkz. Binom Teoremi)

Pascal’ın hidroliğe âit prensibiyse basınç dağılımı üzerinedir. Buna göre bir sıvıya bir noktadan tatbik edilen basınç, sıvı tarafından sıvı ile temasta olan bütün yüzeylere dik ve eşit olarak iletilir. Bu kânundan faydalanılarak su cendereleri ve bileşik kaplar yapılmıştır. Su cenderelerinde, biri diğerine göre oldukça büyük olan ve birbiriyle irtibatlı olan iki bölme vardır. Küçük bölmenin üzerindeki pistonun alanı da hâliyle diğer bölmenin üzerindeki pistonun alanından küçüktür. Su cenderelerinde esas, birinci kapta birim yüzeye (1 cm2ye) tatbik edilen kuvvetin öbür kaptaki her birim yüzeye aynen iletilmesidir. Yâni küçük pistonun 1 cm2sine 10 kg uygulanırsa, büyük pistonun 1 cm2sine 10 kg uygulanmış olur. Ancak pistonlar arasında alan farkı olduğundan, küçük pistona tatbik edilen az bir kuvvetle, büyük pistonda bunun birkaç katı bir kuvvet hâsıl etmek mümkün olmaktadır. Bunun formül olarak ifâdesi:

Uygulanan kuvvet (F1)      Küçük pistonun alanı (S1)

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ = ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

Ortaya çıkan kuvvet(F2)    Büyük pistonun alanı (S2)

 

    F1     S1

¾¾¾ = ¾¾  olur.

    F2     S2

Bileşik kaplar da bir nevî küçük, pistonsuz cenderelerdir.

Bu kaplarda:

a. Özgül ağırlığı eşit olan sıvıların yükseklikleri aynıdır.

b. Özgül ağırlığı farklı olan ve birbirine karışmayan sıvılardan, özgül ağırlığı büyük olanın yüksekliği diğerinden azdır.

PASİNLER OVASI

Erzurum’un Pasinler kazâsındaki târihî, münbit, verimli ova. Kuzey ve güneydeki dağlık arâzi arasında kalan çöküntü alanın zamanla alüvyonla dolması sonucu meydana gelmiştir. Ova verimli topraklara sâhip olduğundan, zirâat için önemlidir. Yukarı Pasin Ovası ile Aşağı Pasin Ovası geniş vâdi tabanı düzlükleriyle birbirine bağlıdır. İkisine birden “Pasinler Ovası” denir. Ovaların bütünüyle yüzölçümü 700 km2ye yakındır. Denizden yüksekliği 1650 metredir. En geniş yeri 16 km olup, uzunluğu 40 km’yi bulur.

Eskiden bu verimli ovaya Pasin Âbâd denirdi. Ovayı Masat ve Posi dereleri sulamaktadır. Ovada kış, Erzurum’a göre daha hafif geçer. Ovanın her tarafı tarla ve otlaktır. Pasinler Ovasında en çok tahıl ekilir. Yetişen buğdayı iyi kalitelidir. Sebze olarak kışlıkların hepsi, yazlık sebzelerin de bir kısmı yetiştirilir. Pancarı, patatesi boldur. Pasinler Ovasındaki geniş otlaklarda sığır, koyun ve az sayıda keçi beslenir. Ovadan demiryolu ile Erzurum-Kars karayolu ve Erzurum-Ağrı-İran karayolu geçer.

PASLANMA

(Bkz. Korozyon)

PASTA VE PASTACILIK

Alm. Kondirei (f), Fr. Pâtisserie (f), gâteau; métier (m) de patissier, İng. Cake, and pastry. Temel maddesi hamur olan, içine çikolata, krema, meyve ezmesi gibi maddeler katılarak fırında pişirilen çeşitli kalıp ve şekillerde olan şerbetsiz tatlılar. Böyle tatlı çeşitlerine “Pasta”, bu işe de “pastacılık” ismi verilmektedir. Terzilik mesleğinde elbiselerdeki dikişli kıvrımlara, lehimcilikte kullanılan bir cins karışıma, oto boyacılığında, boyanın kolay kuruması ve parlaklığın korunması için, asıl cilâdan önce boyanmış otomobillere sürülen astarlara da “pasta” denmektedir.

Pasta ve pastacılık târihi eski çağlara kadar ulaşmaktadır. Eskiden Romalılar pastacılığa çok önem verirlerdi. Sofralarından bu çeşit yemekleri hiç eksik etmezlerdi. Süt, zeytinyağı ve biber karışımından meydana gelen pastayı çok severlerdi. Bunların çeşitli peynir tatlıları ile, misafirlerini ağırlamak için yulaf ununa bal ve peynir karıştırarak yaptıkları tatlılar da meşhurdur.

Ortaçağda pastanın önemi biraz azaldı. Bunun yerine galeta, çörek, kurabiye vb. kuru yiyecekler değer kazanmaya başladı. Günümüzdeki pastacılık târihinin 150-200 yıllık bir mâzisi vardır.

Pasta yapımında genelde şu malzemeler kullanılmaktadır: Un, yumurta, süt, tuz, şeker, su, kakao, çikolata, değişik meyve ezmeleri, kahve vb. Pastaların süslenmesinde ise, portakal kabuğu, üzüm, vişne vs. gibi reçeller kullanılır. Bâzılarının üzerlerine de, krema ve çikolata konur.

Pastanın yapımında kullanılan maddelere göre pişirme usûlleri de vardır. Pasta malzemesini hazırlarken ve pişirirken mutlaka hakkını vermek lâzımdır. Malzemeden kısılırsa pastanın lezzeti azalır. İstenilen randıman alınamaz. Onun için pasta târiflerinde verilen malzeme miktarları ile pişirme usûllerine çok dikkat etmek lâzımdır. Bu şartların yanında pasta hamurunun hazırlanışı ve kalitesi de çok önemlidir. Pasta hamurlarında mayalanma yoktur. Bunun yerine pasta tozu ve karbonat kullanılır.

Pastalar, yaş ve kuru olmak üzere iki kısımdır: Kuru pastaların çeşitleri vardır. Elmalı pasta, fındıklı pasta, Türk pastası, soğuk pasta, vole pasta vb. gibileriyse yaş pasta çeşitleridir.

PASTERNAK, Boris Leonidoiç

Rus şâir ve yazarı. 10 Şubat 1890’da, Moskova’da doğdu. Âilesi Yahûdîydi. Leonid Osipoviç Pasternak (1862-1945) meşhur bir ressamdı. Annesi Rozo Kaufmann ise bir piyanistti. Gençlik yıllarında birçok meşhur yazarla tanıştı. Bu yazarlar arasında romancı Leo Tolstoy, Alman şâiri Rainer Maria Rill vardı. Piyanist ve bestekâr Aleksandr Scrabte’nin çok tesirinde kaldı. Birkaç sene müzikle uğraştıktan sonra, Moskova Üniversitesinde iki sene okudu. Sonra Almanya’daki Marburg Üniversitesinde felsefe tahsil etti. Burada Heokont Felsefe Okulunun bir üyesi olan filozof Hermann Cohende’nin de tesiri altında kaldı.

Edebiyat hayâtı, Almanya’dayken yazdığı şiirlerle başladı. İtalya’ya yaptığı kısa bir seyahatten sonra Moskova’ya dönerek, şiir yazmaya devam etti. Bir süre sonra ilk kitabı Bulutlardaki İkizler yayınlandı. Bunu diğer kitapları tâkip etti. 1921’de yazdığı Temalar ve Değişiklikler ve 1922’de yazdığı Kızkardeşimin Hayâtı kitapları ona “Rus devrim yazarı” ünvanını kazandırdı. Bu dönemde ilodemist şair Sergei Yasenin ve Vladimir Mayakovski ile samîmî dostluğu oldu. Bu iki şâirin 1925 ve 1930’da intiharlarından sonra, Pasternak Rusya’nın yaşayan en büyük şâiri ünvanını aldı.

1933-1943 yılları arasında, komünist rejimini methedici resmî Sovyet şiiriyle uyuşamadığından çeviriler yapmaya başladı. İngiliz, Fransız, Alman, Polonyalı ve Gürcü şâirlerin eserlerini Rusçaya çevirdi. William Shakespeare ve Gürcü şâirlerden yaptığı çeviriler Rusya’da çok okunmaktadır. İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında şiirler yazdı ve yayınladı. Bunlar arasında birkaç tâne de savaş şiiri vardı.

Doktor Jivago isimli romanını 1955 yılında tamamladı. Fakat sâdece bir kısmını Rusya’da yayınlayabildi. Çünkü Rusya’da basımı yasaklandı. Pasternak, bunu gizlice dışarı kaçırttı. 1957’de bir İtalyan bu kitabı tercüme ederek neşretti. 1958 yılında İsveç Akademisi Pasternak’ın edebiyat ödülünü kazandığını îlân etti. Pasternak bu duruma çok sevinmişti. Ancak bir hafta sonra Sovyet Yazarlar Birliğinden atıldı ve birçok suçlamalarla karşılaştı. Bunun üzerine Pasternak, mükâfatını almak için çağrıldığında gelemeyeceğini bildirdi. Doktor Jivago birçok dillere çevrildi ve Pasternak milletlerarası bir üne kavuştu.

Son yılları üzüntüler ve baskılar içinde geçen Pasternak, 30 Mayıs 1960’ta Peredelkino’da öldü.

Edebî şahsiyeti: Pasternak, şâir olarak siyâsete karşı olan tutumu ile çok defâ komünizm partizanları tarafından tenkit edilmiş ve Rusya’da her sanatkârdan istenen sosyalist realizmi, kendi kendine teşhis etme konusundaki muvaffakiyetsizliği uzun süre tenkit edilmişti. Kendisine ün sağlayan ilk şiirleri sembolist, daha sonrakiler ise füturisttir. İlk nesrinde ferdiyetçi düşünüş tarzını men etmeyi denemişti. Bu durumu daha sonra tabiattan ve dînî değerlerden ilham alarak yazdığı Lirik şiirlerinde karakterize eder. Nesirlerinde sosyal konular üzerinde gösterdiği çaba pek başarılı olmadı.

Onun şâirliği genellikle zor tasvir edilir. Fakat dilindeki orijinallik, veznindeki ahenk dikkate değerdir. Şiirlerinde eşyâları analitik görüşle gören hayâlciliği dile getirir. 1905 Rus devrimini birçok nesrinde işlemişti. Sonradan komünizmden vazgeçerek, koyu bir ferdiyetçi oldu.

Eserleri:

1) Bulutlardaki İkizler (1913) Bu şiir kitabını füturist ekolün etkisinde yazmıştır. 2) Engellerin Üstünde (1917). 3) Temalar ve Değişikler (1921). 4) Kızkardeşimin Hayâtı (1922). Lirik bir şiir kitabıdır. 5) İkinci Doğuş (1932). Bu şiir kitabında sosyal konulara eğilip, Maykovski’nin intiharını anlatmıştır. 6) Emniyetli Davranış (1931). Kendi hayâtını yazmıştır. 7. Doktor Jivago (1955). Marksizm, komünizm ve kollektivizm tenkit edilerek, bir doktorun Rus devrimi sonrası mâceraları anlatılmaktadır.