PARATİROİD BEZİ

Alm. Paratyprus (Nebenschilddrüse (f), Fr. Parathyroides (f.pl), İng. Parathyroid gland. Tiroid bezi (kalkansı bez) nin hemen arkasında yerleşmiş ikisi üstte ikisi altta yer alan toplam dört adet iç salgı bezi.

Her bir paratiroid bezi yaklaşık olarak altı milimetre uzunluğunda üç milimetre genişliğinde ve iki milimetre kalınlığındadır. Bezler koyukahverenginde ve yağ görünümündedir. Paratiroid bezleri bazen normal yerlerinde değil de göğüs boşluğunda yerleşmiş olabilirler.

İnsan paratiroid bezi iki cins hücre ihtiva eder. Bunlar esas hücreler ve oksifil hücrelerdir. Esas hücreler parathormonun çoğunu salgılarlar. Oksifil hücrelerin görevi tam belli değildir. Bunlar belki de hâlâ bir miktar hormon salgılayan yaşlı esas hücrelerdir.

Parathormon protein yapısında bir hormondur. Kandaki kalsiyum seviyesini yükseltici, fosfat seviyesini düşürücü yönde etkilidir. Böbreklerde kalsiyumun geri emilimini arttırır, sodyum, potasyum, amino asitler ve fosfatların atılımını arttırır. Bu tesir olmasa idi idrarla ortaya çıkacak devamlı bir kalsiyum kaybı sonunda kemikleri kalsiyumdan tamâmen fakir bir hâle getirecek ve iş görmelerini engelleyecekti. Parathormon barsaklardan kalsiyum emilimini ve kemiklerden de kalsiyum serbestleşmesini idâre etmektedir. Bu sâyede kan kalsiyumunun miktarı 100 milimetrede 9-19 miligram arasında sabit tutulabilmektedir.

Parathormonun D vitamini ile de yakından alâkası söz konusudur. D vitamini azlığında parathormonun da etkisi azalmaktadır.

Kandaki kalsiyum oranının çok cüz’i bir alçalışı bile paratiroid bezinde salgı artışına sebep olur. Kalsiyum, emzikli kadınlarda süt yapımında kullanıldığı için emzirme sırasında faaliyeti artan paratiroid bezleri ileri derecede büyürler. Öte yandan kan kalsiyumunun arttığı herhangi bir durum paratiroid bezlerinin çalışmalarının ve büyüklüklerinin azalmasına yol açmaktadır.

Paratiroid bezi hastalıkları:

Hipoparatiroidizm (bezlerin az çalışması): Burada paratiroid bezleri yeterli miktarda hormon salgılayamamaktadır. Bunun en çok görülen sebebi tiroid ameliyatları sırasında paratiroid bezlerinin büyük kısmının veya tamamının çıkarılmasıdır. Ayrıca bezlerin iltihap, kanser gibi sebeplerle harabiyetleri yâhut doğuştan olmayışlarıdır.

Hipoparatiroidizmde kan kalsiyumunun azalışı söz konusudur. Bu azalış normal değer olan 10 miligramdan (normali 8.5-10.5) 6-7 miligrama düşünce kasılmalarla seyreden tetaninin belirtileri ortaya çıkar. Sinirlilik, halsizlik, şahsiyet değişiklikleri, adale krampları, havaleler, hırıltılı solunum, çift görme, karın ağrıları, sık idrara çıkma söz konusudur. Deri kuru, tırnaklar incelmiş olup, kırılgan hâl almışlardır. Katarakt da meydana gelebilir. Kolda tansiyon âletinin bandı sarılarak belli bir basınç uygulanması hâlinde elde kasılma meydana gelir.

Hipoparatiroidinin tedâvisinde parathormon kullanılmamaktadır. Çünkü hem pahalıdır hem de vücutta buna karşı antikorlar geliştiği için giderek etkisi azalmaktadır. Tedâvide kalsiyum ve D vitamini kullanılmaktadır.

Hiperparatiroidizm (bezlerin aşırı çalışması): Sebepleri arasında bezlerin iyi huylu tümörleri, kendiliklerinden büyümeleri yer alır. Bir de herhangi bir sebeple meydana gelen düşük seviyedeki kan kalsiyumunun uyarıcı etkisiyle aşırı miktarda parathormon salgılanabilir. Bunlarda kan kalsiyumunun artışı ile ilgili belirtiler ortaya çıkar. Susuzluk, bulantı, kusma, karıncalanma, kabızlık, kilo kaybı görülebilir. Bu hastalarda mîde-duodenum ülserlerine çok rastlanmaktadır. Mafsal ve kemik ağrıları ile tekrarlayan böbrek taşları da bunlarda sık rastlanan rahatsızlıklardandır. Kemik filmleriyle kan ve idrar tahlilleri yol göstericidir. Primer hiperparatiroidinde, yâni bezin kendisinde bozukluk olan durumda asıl tedâvi şekli cerrâhî müdâhale ile büyümüş dokunun veya tümörün çıkarılmasıdır. Ameliyat edilemeyen hastalara bol hareket ve bol sıvı alımı tavsiye edilir. Kalsiyum muhtevası fazla olan gıdâlar yasaklanır.

PARATONER

Alm. Blitzableiter (m), Fr. Paratonnerre (m), İng. Lightning conductor, lightning rod. Mesken yerlerini, sanâyi tesislerini, yıldırımdan koruyan, en kısa yoldan toprağa akmasını sağlayan cihaz. Yıldırım, toprakla bulut arasında elektrik yüklerinin süratli bir şekilde yer değişmesi olarak izâh edilebilir. Bulut yükünün pozitif veya negatif olmasına, şimşeğin buluttan veya yerden kopmasına göre, dörde ayrılabilir:

1) Negatif inişli. 2) Negatif çıkışlı, 3) Pozitif inişli, 4) Pozitif çıkışlı.

Bununla berâber, yıldırım darbelerinin % 90’ı negatif inişlidir. Bu 16 ülkenin uzmanları tarafından yapılan araştırmalar neticesinde belirlenmiştir. Her hangi bir bulutun potansiyeli belirli bir değere geldiğinde, (10 (kv/cm) yere bir elektron demeti fırlatır. Bu demet havada ışıklı bir iz meydana getirir. Bu birinci deşarja pilot deşarj veya ön deşarj denir. Ön deşarj 30-50 m’lik yolu 50.000 km/sn arasında değişen bir hızla kat eder. 30-100 ms (mikro sâniye) süren bir aradan sonra ikinci bir ön deşarj birincinin yolunu tâkip eder ve yaklaşık olarak 50 m kadar uzunluğa erişir. Sonra bir üçüncü deşarj onu takiben bir dördüncü deşarj meydana gelir. Bu deşarjlar serisi, birbirini tâkip ederek devam eder. Her biri öncekinden daha uzun olduğundan şimşeğin ucu yere yaklaşmış olur. Ön deşarj ile toprak arasındaki elektrik alan, bu esnâda artmaktadır. Bu alan, yeterli bir değere ulaştığında, toprağın herhangi bir noktasından pozitif yüklü bir demet fırlar ve ön deşarjla birleşmek üzere harekete geçer. Bu pozitif yüklü demetin boyu 150 m’yi bulabilir. Böylece meydana gelen iletken kanaldan büyük akım geçer. Buna ana deşarj; ana deşarjı tâkip eden ikinci dereceden deşarjlar ana deşarj tarafından iyonize edilmiş yolu tâkip eder.

Yıldırım lokalizasyonu, toprak veya toprak civarı yükünün fazlalaştırılması elektrik alanının kuvvetlendirilmesi ve böylece ön deşarj ucunun istenen bir sivri uca çevrilmesidir.

Yıldırım darbeleri havanın iletkenliğinin en fazla olduğu yerleri tercih ederler. Toprak civârında herhangi bir yerde havanın iyonlaşması, yıldırımın o noktaya düşmesini, diğer bir deyimle lokalize edilmesini sağlayan en önemli sebeptir. 1760 yılında Franklin ilk paratoneri tesis etti. Bu paratoner basit sivri uçlu bir demir çubuktan meydana gelmişti. Bu demir çubuğun ucu toprağa bağlanmıştır. Daha sonraları bu demir çubuk yerine platin kullanıldı. 1884’te Belçikalı fizikçi Melsens korunacak yeri Faraday kafesine aldı. Korunacak binanın yüzeyinde bir takım metalik hatlar (metalik şeritler) vardır. Bunlar birbirleri arasında bağlanmıştır. Bunların üst kısımlarında birer sivri uç bulunmakta, hepsi de topraklanmıştır. Bu koruma sisteminin emniyeti, metalik hatlardan meydana gelen kafesin ağları arasındaki gözlerin küçük olmasına bağlıdır. Bu gözler ne kadar küçük olursa, koruma emniyeti o kadar büyür. Bu durum her tesis için yeterli bir şekilde gerçekleşmemektedir. Fakat Faraday kafesiyle koruma pahalı bir emniyet sistemidir.

Radyoaktif paratoner: M. Davzere ve Sazillar adlı ilim adamlarının çalışmalarından faydalanarak geliştirilmiştir. Yıldırımın meydana geldiği yerlerde havanın fazla şekilde iyonlaşmış olduğu belirlenmiştir. Bu sebepten tek bir çubuk kullanarak emniyetli bir paratoner yapmanın mümkün olduğunu göstermişlerdir. Bahsedilen çubuk, radyumla donatılarak etkisi, daha sonraları bir de hızlandırıcı sistem eklenerek paratonerin verimi arttırılmıştır. Gelişmelerle az miktarda radyumla, bol miktarda iyonizasyon sağlandı.

Radyoaktif paratonerleri, Franklin prensibinden faydalanılarak geliştirilmiş, maksad; yıldırımı her hangi bir istenen noktaya ve sonra onu toprağa boşaltmak için yapılmıştır. Prensipteki bu benzerlik, çalışma prensibinde değişmektedir. Franklin paratoneri az miktarda iyon yapmakta, halbuki radyoaktif paratoner çok miktarda iyon yaymaktadır. Misal olarak bir miligram (mg) radyumun saniyede 2,8x1013 çift iyon yaydığı söylenebilir. Diğer taraftan bu metod paratoner tarafından yayılan iyon akımını milyon değerinde bir katsayı ile çoğalttığı için bulut yükünün azalmasında etkili bir rol oynar. Meydana getirilen iyonlar, bir hızlandırıcı sistemle daha da yüksek hızlara eriştirilir.

PARİS

Fransa’nın başşehri. Paris Havzasının ortasında, Manş Denizine dökülen Sen Nehrinin ağzından 375 km içeride yer alır. Şehrin nüfûsu iki milyonun üzerinde, metropoliten alanın nüfûsu ise on milyonun üzerindedir. Şehrin alanı 105 km2 olup metropoliten alanla 2118 km2dir.

Paris’te serin yazlar ve oldukça yumuşak kışlarla belirlenen ılıman bir deniz iklimi görülür. Ortalama sıcaklık temmuzda 18°C, ocakta ise 3°C’dir. Yağışlar da yıl içinde dengeli bir dağılım gösterir. Yıllık yağış miktarı 619 mm yi bulur.

Paris’in nüfûsu 19. asrın ortalarında beş yüz bin civârındayken, sanâyileşmenin getirdiği göçlerle 1871’de bir milyonu geçti 1931’de ise beş milyona ulaştı. İkinci Dünyâ Savaşından sonra büyümenin sürmesiyle 1980’li yıllarda metropoliten alan nüfûsu on milyon sınırını aştı. Şehre sonradan yerleşenlerin oranı asıl Parislilerin oranını geçer. Nüfusla ilgili önemli bir özellik de nispeten yaşlı bir nüfûsun bulunması ve evlerin hemen hemen yarısının tek kişiyi barındırmasıdır. Bu arada yabancı uyrukluların oranı da beşte bire yaklaşmıştır. Yabancıların içinde Cezayir, Fas ve Tunus uyruklular ekseriyeti teşkil eder ve bunlar genellikle kötü işlerde çalışırlar. Oldukça kalabalık olan siyahların büyük bölümünü Fransız Antilleri’nden gelen göçmenler oluşturur. Çok eski bir mâziye dayanan Yahûdî topluluğu Marais’te toplanmıştır. Paris aynı zamanda siyâsî sürgünlerle yabancı yazar ve sanatçılar için gözde bir merkezdir.

Paris, Fransa’nın finans ve ticâret merkezi olmanın yanında sanâyi kuruluşlarının da yaklaşık dörtte birini barındırır. Îmâlât sektörünün en gelişmiş dalları otomobil, uçak, elektronik, kimyâ, ilâç ve gıdâ sanâyileridir. Diğer önemli sanâyi dalı mücevherat, deri eşyâ, seramik, kadın giyimi ve parfüm gibi ürünleri kapsayan lüks eşyâ yapımıdır. Ayrıca banliyölerde mobilyacılık, ayakkabı ve optik cihaz yapımı gibi sanâyi dalları da yer alır. Fransız sinemasının odağı durumunda olan Paris’te birçok film yapım şirketi ve stüdyo bulunur. Turizm şehrin önemli bir gelir kaynağıdır. Yine ülkedeki birçok banka, sigorta şirketi ve finans kuruluşunun merkezi de Paris’tedir. Şehir merkeziyle iç banliyölerde toplu taşımacılığı Paris Özerk Taşımacılık İdâresinin (RATP) işlettiği metro ile otobüsler sağlar. Bölgesel Ekspres Şebekesi (RER) yönetimindeki ekspres demiryolu hatları dış banliyölere kadar uzanan geniş bir ağ oluşturur. Fransa’nın kara ve demiryolları bütün istikâmetlerden Paris’te buluşacak şekilde tanzim edilmiştir. Orly ve Charles de Gacılle havaalanları iç ve dış seferlere açıktır.

Paris Üniversitesinin yeniden tanzim edilmesiyle oluşturulan 13 özerk üniversitede yaklaşık 250.000 talebe okur. Belli sahalarda uzmanlaşmış yüksek öğretim kurumları arasında Yüksek Ticâret Araştırmaları Okulu, Politeknik Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu ve Siyâsal Bilimler Enstitüsüsayılabilir. Şehirdeki araştırma kurumlarının en meşhuru Pasteur Enstitüsüdür.

Paris şehrinin ilk çekirdeği, M.Ö. 3. yüzyılda Gal kabîlesi tarafından atıldı. M.Ö. 1. yüzyılda Romalıların eline geçen şehir, Sen Nehrinin sol yakasına doğru gelişmeye başladı. Şehrin büyümesinde II. Philippe dönemi (1179-1223) önemli bir dönüm noktası oldu. On altıncı yüzyılda İtalyan Rönesansının tesiri şehrin mîmârî yapısını değiştirdi. On yedinci yüzyılda yeni yolların açılması düzenli bir büyümeyi sağladı. On sekizinci yüzyılda çevredeki köylerle birleşmeye başladığı gelişmelerle berâber zenginlerin evlerinin yer aldığı gösterişli semtlerde ortaya çıktı.

Fransız Devrimi boyunca yaşanan siyâsî olaylar Paris’in merkezi ağırlığını daha da pekiştirdi. Napoléon dönemindeki geniş çaplı bayındırlık işleri ve düzenlemeler şehrin modernleşmesinin ve sanâyileşmesinin yolunu açtı.

İkinci Dünyâ Savaşındaki Alman işgâli sırasında Direniş Hareketinin merkezi olan Paris yine de pek az yıkım gördü. Savaş yaralarının sarıldığı dönemde şehirde toplumsal gerginliklerin yanısıra canlı bir fikir ortamı da hâkim oldu. Mayıs 1968’deki talebe hâdiseleri ülke çapında bir grev dalgasına yol açtı. Bu gelişme Paris’in ekonomik ve toplumsal meselelerinin daha dikkatli ele alınmasına yol açtı.

PARİS ANTLAŞMASI

Alm. Pariser Abkommen, Fr. Traite de Paris, İng. The Paris treaty. Kırım Harbinden sonra 30 Mart 1856 târihinde, Osmanlı Devletiyle, Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya, Rusya ve Sardunya (İtalya) arasında Fransa’nın başşehri Paris’te imzâlanan sulh antlaşması.

On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında dünyâda iki büyük İslâm devleti vardı. BirisiOsmanlı Devleti, ikincisi Hindistan’daki Gürgâniye (Tîmûroğulları) Devletiydi. Her iki devletin sultanları İslâm dînine bağlıydılar, hattâ İslâmiyetin bekçisiydiler. İslâmiyeti yeryüzünden kaldırmak ve kendi sömürge siyâsetini devam ettirmek isteyen İngiltere güçlü İslâm devletlerinin bulunmasını istemiyordu. Bu sebeple İslâmiyetin bekçileri durumunda olan bu iki devleti yıkmak için plânlar hazırladı.

Önce Gürgâniye Devletini parçalamaya karar veren İngiltere, böyleceHindistan’daki Müslümanları başsız bırakmayı ve Hindistan’ın hazinelerine, ticâretine hâkim olmayı plânladı. Bunu da zaman içinde başardı.

İngiliz idârecileri plânlarına mâni olacağından korktukları Osmanlı Devletini de devre dışı bırakmaya çalıştılar. Osmanlılarla Rusları savaştırmaya gayret ettiler. Avusturya ve Prusya Osmanlı-Rus Savaşının önlenmesini istedilerse de, İngilizler çeşitli vaadlerle elde ettikleri Mustafa Reşid Paşayı harbe teşvik ettiler. Yardım edeceklerine, Zafer kazanacağına, böylece Osmanlıların bir numaralı adamı olacağına inandırdılar. Mustafa Reşid Paşa Bâbıâlî’de 163 kişiyi toplayarak Rusya’ya karşı harp açılmasına karar verdirdi. Bu kararı bir hileyle genç pâdişâh Sultan Abdülmecîd Hana da tasdik ettirdi. Böylece 1853 senesinde Rusya’ya karşı harp îlân edildi. İngilizler Rus Çarı Birinci Nikola’nın Kudüs’te Katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa’yı da harbe soktular. İngiltere ve Sardunya (İtalya) da Osmanlı Devletinin yanında harbe katıldılar.

Kırım Harbi Rusya’nın mağlûbiyetiyle sona erdi. 1 Şubat 1856’da Viyana protokolü ve yapılacak sulhün ana hatları kabul edildi. Savaş resmen sona erdi. Protokolde belirtilen esaslar çerçevesinde 25 Şubat 1856’da Paris’te Sulh (Barış) Konferansı açıldı. Bir ay 4 gün süren ve 30 Mart 1856 târihinde imzâlanan Paris Antlaşmasına İngiltere, Fransa, Osmanlı Devleti, Rusya, Avusturya, Prusya ve Sardunya devletleri katıldı. Konferansa Fransız delegesi Walewski başkanlık etti. Osmanlı Devletini Sadrâzam Âlî Paşa ile Mustafa Reşid Paşanın oğlu Paris büyükelçisi Mehmed Cemil Bey temsil ettiler.

Osmanlı Devleti Kırım Harbinde gâlip devletler arasında bulunduğu halde Paris Antlaşmasıyla siyâsî yönden kayba uğradı.

34 madde olarak imzâlanan Paris Antlaşması şu hususları ihtivâ ediyordu:

Antlaşmanın tasdikinden îtibâren müttefik devletleryle Rusya arasındaki sulh devamlı kalacak. Taraflar aldıkları yerleri geri iâde edecekler. Osmanlılar ve diğer müttefik devletler Rusya’ya Sivastopol, Balaklava, Kamış, Gözleve, Kerç, Yenikale, Kılburnu’nu; Rusya ise Anadolu Cephesinde işgâl ettiği Kars’ı ve çevresinde işgâl ettiği diğer yerleri Osmanlı Devletine iâde edecekler. Taraflar harp suçlularına umûmî af îlân edecekler, esirler karşılıklı değiştirilecek. Osmanlı Devleti Avrupa hukûkundan faydalanacak, Osmanlı Devletinin istiklâli ve toprak bütünlüğü korunacak. Bâbıâlî’nin 18 Şubat 1856 târihinde batılı devletlerin teşvik ve baskılarıyla îlân ettiği, Osmanlı Devleti tebeası olan gayri müslim vatandaşlara yeni haklar ve imtiyazlar sağlayan Islahat Fermanı antlaşmaya taraf olan devletlerce tescil edilecek. Bu devletler pâdişâh ve tebeası arasına girmeyecekler, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmıyacaklar. Boğazlarla ilgili 1841 Londra Antlaşması aynen yürütülecek, Karadeniz tarafsız duruma getirilecek, bütün devletlerin ticâret gemilerine açık, fakat savaş gemilerine devamlı kapalı olacak. Osmanlı Devleti ve Rusya Karadeniz’de donanma bulunduramayacağı gibi tersâneleri yıkıp yenilerini yapamayacaklar. Tuna Nehrinde ulaşım serbest olacak. Rusya tarafından terk edilecek olan Tuna Nehri deltasının bir bölümü Boğdan’a verilecek. Tuna’daki gemi işletmeciliği ve muhâfazası Avrupa devletlerinin muhâfazasında olacak. Kırım Rusya’da kalmak şartıyla Besarabya’nın bir kısmı, Osmanlı himâyesindeki Boğdan beyliğine verilecek, Rusya Tuna Nehri ağzından uzaklaştırılacak Eflâk ve Boğdan beylikleri Osmanlı himâyesinde olmakla birlikte sâhip oldukları imtiyaz ve haklar genişletilecek, kânunlarını kendileri yapacaklar, millî bir ordu bulundurabilecekler. Bu verilen imtiyaz ve haklar antlaşmada imzâsı bulunan devletlerin ortak garantisi altında olacak, hiçbir devlet bu beyliklerin iç işlerine karışmıyacaktı.

Sırbistan Prensliği Osmanlı hâkimiyetinde kalmak şartıyla tarafların kefâletinde imtiyazlı olacak. Devletlerin onayı alınmadan Osmanlı Devleti Sırbistan’a hiçbir şekilde asker sokamayacak, ancak eskiden olduğu gibi birkaç Sırbistan kalesinde Osmanlı askeri bulunabilecek.

Bu antlaşmaya bağlı olarak, antlaşmaya katılan devletler arasında 1841’de imzâlanan Londra Antlaşmasını yenileyen Paris Boğazlar Sözleşmesi, Osmanlı Devletiyle Rusya arasında Karadeniz’le ilgili Paris Antlaşması imzâlandı. Daha sonra da yine Paris Antlaşmasına bağlı olarak Osmanlı Devletiyle Rusya arasında 5 Aralık 1857’de Rusya ile sınır antlaşması imzâlandı.

Paris Barış Antlaşmasıyla Kırım Harbine son verilmek sûretiyle Osmanlı Devletinin daha fazla yıpranması önlendiyse de, Osmanlı hâkimiyeti altındaki Eflâk ve Boğdan ile Sırbistan’a muhtariyet verilmek suretiyle Osmanlı Devletinin hükümranlık hakları zedelendi ve devletin bölgedeki nüfuzu azaldı. Osmanlı Devleti doğrudan toprak kaybına uğramadı, fakat siyâsî ve ekonomik zarara yolaçan dış borçlanma sebebiyle Avrupa’ya bağımlılığın kapısı açıldı. Antlaşmada Avrupa devletlerinin, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmamaları belirtilmiş olmasına rağmen daha sonraki zamanlarda bu antlaşmaya dayanarak devletin iç işlerine karıştılar.

Karadeniz’in tarafsızlığının sağlanmasıyla ve Eflak-Boğdan ve Sırbistan topraklarındaki idârelerin, konferansa katılan devletlerin ortak garantisi altına alınmasıyla, bu bölgedeki Rus nüfûzu da ortadan kaldırıldı. Rusya’nın güneyinde bir tampon bölge meydana getirildi. Bu sûretle Rusya’nın güneye inme ve Akdeniz’e açılma politikası önlendi. Bu ise, Rusya’nın Asya’da genişleme politikasına önem vermesine sebep oldu. Osmanlı Devleti kongreye gâlip devletler arasında katıldığı hâlde, Karadeniz’le ilgili hususlarda mağlup devlet olan Rusya ile aynı statüye tâbi tutuldu.

Osmanlı Devletinin devletler hukûkundan faydalanması ve bununla Avrupa devletler âilesinden sayılması kabul edildi. Ancak bu husûs görünüşten ileri geçemedi. Çünkü Osmanlı Devletinin Avrupa devleti sayılması ve devletler hukûkundan faydalanabilmesinin pratikte bir önemi yoktu. Avrupa devletleri kendi aralarında bile bu prensiplere pek saygı göstermiyorlardı. Bu sebeple bundan sağlanacak garantilerin kâğıt üzerinde kalması kesindi.

Gayri müslimler lehine yeni hak ve imtiyazlar sağlayan ve Âlî Paşa tarafından îlân edilen Islâhat Fermânının Pâris Barış Antlaşmasında yer alması Osmanlı Devleti aleyhine yeni bâzı hususları ortaya çıkarttı. Avrupa devletleri her ne kadar bu maddeyle Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmamayı garanti ettilerse de aslında bu fermanın uygulanmasından doğacak meselelerleOsmanlı Devletinin iç işlerine aynı zamanda ve ortaklaşa müdâhale edebilecekleri yeni bir kapıyı açmış oldular. Gayri müslimlere ve Avrupa devletlerine verilen ticâri imtiyazlar hüviyetindeki kapitülasyonların kaldırılmayıp, sürdürülmesi de bu müdâhaleyi kolaylaştırdı.

Bu sebeplerle Pâris Antlaşması uygulama imkânlarından mahrum şartları ile Osmanlı Devletinin geleceği için bir garanti olmaktan uzaktı. Bu ise, barışın uzun ömürlü olmamasına sebep olacaktı.

Paris Antlaşması Kırım Savaşına katılan diğer devletlere doğrudan çıkar sağlayan bir durum meydana getirmedi. Ancak dolaylı olarak her devlet kendisine göre bâzı çıkarlar elde etti.

İngiltere, Rusya’nın Karadeniz’deki donanma ve tersânelerinin yok edilmesi ve bu denizde donanma bulundurmasını önlemekle, sömürgeleri ve yakın doğu ticâreti için büyük bir tehlikeyi bir müddet için de olsa kaldırmış oldu.

Fransa, Rusya’nın özellikle mukaddes yerler meselesini bahâne ederek, Boğazlar ve Akdeniz’e inerek kendi nüfûz sâhasına göz diktiğini gördüğünden savaşa girmişti. Pâris Antlaşmasıyla bu tehlike önlendi. Ayrıca Kırım Savaşı ve bu müddet içinde yapılan ittifâklar ile önceden kendisine karşı kurulmuş ittifak grubunu parçaladı. Antlaşmanın Pâris’te imzâlanması ise, Fransa’nın Avrupa siyâsetindeki nüfûzunun yükselmesini sağladı.

Sardunya (İtalya) da, Paris Konferansına katılmakla, İtalyan birliğini kurma düşüncesini devletler arası bir kuruluşta tanıtma ve savunma imkânına kavuştu. Böylece İtalyan birliği meselesini Avrupa politikasının konuları arasına sokturma fırsatını elde etti.

Netice olarak, Kırım Savaşı sonunda imzâlanan Paris Antlaşmasıyla, Avrupa’da yeni bir siyâsî denge kurulmuş oldu. Bütün bunlara rağmen Paris Antlaşmasının getirdiği barış çeşitli sebeplerle uzun ömürlü olmadı. Nitekim antlaşmanın hemen arkasından Osmanlı Devleti ve diğer Avrupa devletleri yeni iç ve dış meselelerle karşı karşıya geldiler.

PARİS BARIŞ KONFERANSI

Alm. Pariser Friedesvertrag, Fr. Conférence Parisienne de paix, İng. The Paris peace conference. Birinci Dünyâ Savaşından sonra Paris’te barış görüşmelerinin yapıldığı konferans. Paris Barış Konferansı, İtilâf Devletlerinin Bulgaristan’la Selânik, Osmanlı Devletiyle Mondros, Avusturya-Macaristan’la Villa Giusti ve Almanya’yla Rethondes mütârekelerini imzâlamalarından ve çarpışmaların resmen durmasından sonra 18 Ocak 1918’de toplandı. Ancak konferans toplanmadan önce 12 Ocak 1919’da Fransa, İngiltere, ABD ve İtalya hükûmet başkanları ile dışişleri bakanları bir araya gelerek bir ön görüşme yaptılar. Bu görüşmede Japonya’nın tam yetkili iki temsilcisinin katılımıyla bir yüksek konseyin kurulması ve önemli konularda bu konseyin yetkili kılınması kararlaştırıldı. Konferans başladı. Daha sonra Japon temsilcileri görüşülen meselelerin kendi ülkelerini ilgilendirmediğini, küçük devletler temsilcileri de kendilerine söz hakkı tanınmadığını ileri sürerek konferanstan çekildiler. Böylece Yüksek Konsey dört batılı devlet başkanından meydana gelen Dörtler Konseyi hâline geldi. Dışişleri bakanları ise Beşler Konseyi adıyla toplanarak İkinci dereceden konuları ele aldılar.

Milletler Cemiyetinin temel ilkelerini karara bağlayan, Almanya ile Versailles, Avusturya ile Saint-Germain, Bulgaristan ile Neuilly antlaşmalarını imzâlayan dört büyükler 22 Nisan 1920’de Osmanlı Devletini de Paris Barış Konferansına çağırdılar.

Eski Sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında, Dâhiliye Nâzırı Reşit (Rey) Bey, Maârif Nâzırı Fahrettin (Rum Beyoğlu) Bey ve Nâfia Nâzırı Operatör Cemil (Topuzlu) Paşadan meydana gelen Osmanlı heyetine Paris Barış Antlaşmasının ön şartları bildirildi (10 Mayıs 1920). Buna göre:

Trakya ve Ege bölgesi (Kırkağaç, Akhisar, İzmir, Ödemiş, Tire, Söke, Afyonkarahisar, Kütahya, Balıkesir) Yunanistan’a; başta Antalya olmak üzere Akdeniz bölgesi İtalya’ya; Kahramanmaraş’ı da içine alan Güneydoğu Anadolu Bölgesi Fransa’ya bırakılacak; Doğu Anadolu’da sınırlarını ABD Başkanı Wilson’ın tespit edeceği bir Ermeni Devleti kurulacaktı. Ayrıca, İstanbul merkez olmak üzere İzmit, Bursa ve Çanakkale’yi de içine alan Boğazlar bölgesinde Türkiye’nin de katılacağı bağımsız bir idâre kurulacak ve kendine has bir bayrağı olacak, bu idârenin maddî işlerini İngiltere, Fransa ve İtalya’nın üyesi bulunduğu bir komisyon yürütecekti. Türk üyeler ancak danışma niteliğindeki görüşmelerde oy kullanabilecek, Devletin bütçesini de bu komisyon düzenleyecekti. Yabancı okul ve yüksekokul mezunu gayri müslimler veya azınlıklar Osmanlı ülkesinde her işi serbestçe yapabilecekler, bu uygulama Îtilâf devletlerinin denetiminde bulunacaktı. Osmanlı Devleti silahlı kuvvetlerini sayıca azaltacak, Îtilâf devletlerinin izni olmadan tahkimat yapamayacak, 1600 grostonun üzerindeki gemilerinin hepsini Îtilâf devletlerinin emrine verecekti. Yürürlükte kalacak olan Kapitülasyonlardan Îtilâf devletleri başta olmak üzere Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Portekiz ve Ermenistan da faydalanacaktı.

Bildirilen şartları çok ağır bulan ve hafifletilmesini isteyen Türk heyeti bu isteğin kabûl edilmemesi üzerine şartları reddederek 11 Temmuz 1920’de İstanbul’a döndü. Paris Barış Konferansında hazırlanan antlaşma şartları imzâlanmadıysa da, daha sonra aynı şartları ihtivâ eden Sevr Antlaşması Sadrâzam Dâmât Ferit Paşa başkanlığındaki Hâdî Paşa, Rızâ Tevfik (Bölükbaşı) ve Reşit Hâlis Beyden meydana gelen bir heyet tarafından imzâlandı. Ancak bu antlaşmayı Pâdişâh Vâhideddîn Han onaylamadığı gibi, Anadolu’da Millî Kurtuluş Mücâdelesini başlatmak üzere Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşlarını vazifelendirdi. Böylece Sevr Antlaşması, gerek pâdişâh gerekse Anadolu’daki kurtuluş hareketi temsilcileri tarafından kabûl edilmediği için geçersiz sayıldı. Paris Barış Konferansı da yetkilerini yeni kurulan Milletler Cemiyetine devrederek 24Aralık 1920’de dağıldı.

PARK

Alm. Park (m), Fr. Parc (m), İng. Park, public garden. Halkın dinlenmesi, çocukların oynaması, boş zamanların değerlendirilmesi için kurulmuş, düzenli yerler. Bâzı bölgeleri tahribattan korumak, içindekileri aynen muhâfaza etmek ve turistik merkezler hâline getirmek için kânun çıkarılmıştır. Bu kânunla koruma altına alınan yerlere Millî Park adı verilmiştir. İstanbul’daki Gülhane Parkı, Türkiye’nin en eski parkıdır. Bin dönümlük arâzi üzerindeki park, Topkapı Sarayının bahçesiydi. Anadolu’nun pekçok vilâyetinde bulunan parklara her sene yenileri ilâve edilmeye çalışılmaktadır.

Parklar belli gâyeler için düzenlendiklerinden verecekleri hizmete göre genelde; çocuk parkları, umûmî parklar, orman parkları isimlerini alırlar. Parkların hepsinde ana gâye, şehrin çeşitli sıkıntılarından bunalan çocuk ve yetişkinleri dinlendirmek, boş vakitlerini değerlendirmek, buradaki çeşitli araç ve gereçlerden istifâde etmelerini temin etmektir.

Çocuk parkları: İlkokul çağlarındaki çocukların oynamaları için düzenlenir. Buralarda çeşitli oyun araçları bulunur. Salıncaklar, kum havuzları, basit oyun araçları vs. gibi. Bu çeşit parklar genelde şehrin içinde veya oldukça yakınında bulunur.

Umûmî parklar: Halkın dinlenmesi için düzenlenirler. Burada gâye, çocukların hâricindekilerin hava alıp dinlenmesi ve boş zamanlarını değerlendirmesidir. Bu çeşit parkların bir köşesine çocukların istifâdesi için de gerekli oyuncaklar konularak, onların da istifâde etmeleri sağlanır.

Orman parkları: Koruluk ve ormanlık bölgelerde 100-300 dönümlük sahada düzenlenen parklardır. Buralarda tabiat zenginliği, sessizlik, bol yeşillik saha, insanların dinlenmesine ayrılmıştır. Şehir ve kasabalara yakın park niteliğindeki yerler bu maksat için ayrılarak park statüsü içine alınır. Dolayısıyla, böyle yerler devletin denetimine verilerek insanlara daha faydalı olur. Türkiye’de parklar, çevre ve merkez belediyeler tarafından düzenlenir. Mahallî idâreler şehirlerde uygun olan yerlerde yeşil sahalar ve parklar düzenlemekten sorumludur. Şehir yakınındaki orman ve koruların bakımı ise Orman Bakanlığına âittir.

Türkiye’nin nüfus bakımından en büyük belediyesi olan İstanbul’da, ikibuçuk milyon metrekare alanı kaplayan sekiz orman parkı vardır. Bunlar; Yıldız korusu, Çubuklu korusu, Emirgan korusu, Abrahampaşa korusu, Büyük Çamlıca korusu, Süreyyabey korusu, Fethi Paşa korusu, Florya ormanıdır. Başta İstanbul olmak üzere nüfûsu her geçen gün artan büyük şehirlerimizde, bilhassa çocuklar için parklara daha büyük ihtiyaç duyulmaktadır.

Millî Park: Belli bir bölgenin sâhip olduğu eşsiz güzellik ve değişik özellikler sebebiyle bir statü ve prensiplere dayalı olarak korunmaya alınması. Millî parklar, halkın boş zamanlarını değerlendirmesi, ilmî araştırmalara imkân sağlaması, yer yer açık hava müze özelliğini taşıması gibi sebeplerle toplumun sosyal ve kültürel sahalarda gelişmesini sağladığı gibi turizm faaliyetlerinin de artmasında önemli rol oynamaktadır.

Millî Park fikri ilk defa, Amerika’da ortaya çıktı. 1872 yılında Yellowstone yöresinde av yapan bir grubun burasının güzelliklerine hayran kalarak, bozulmadan gelecek nesillere kalması için gerekli tedbirlerin alınması teklifiyle ilk millî park fikri doğdu. Bölgenin otlatma ve avlanma gibi kullanma şekillerini terk ederek, iyi bir korunma ile ilmî tetkiklerin ve sporun yapıldığı bir yer olmasına dair kânun hazırlandı. Böylece ilk millî park kurulmuş oldu. Bugün ABD’de 300’ün üzerinde Millî Park tesis edilmiş ve toplumda yirmi milyonu aşkın insanın sağlık, moral, eğitim ve dinlenme ihtiyaçlarını karşılayacak duruma ulaşmıştır. Avrupa’da ise millî park düşüncesi ancak 1960’tan sonraki yıllarda önem kazanmıştır.

Memleketimizde ilk defâ Yozgat şehrine iki km mesâfedeki 264 hektarlık alana yayılan Yozgat Çamlığı, 1958 yılında millî park olarak ayrılmıştır. Bundan sonra bugüne kadar yurdumuzun millî veya milletlerarası seviyede millî park kaynak değerlerine sâhip olduğu tespit edilen on yedi yöresi, Millî Park statüsüne alınmıştır. Bunlar:

Yozgat Çamlığı Millî Parkı, Karatepe-Aslantaş Millî Parkı, Soğuksu Millî Parkı, Kuşcenneti Millî Parkı, Yedigöller Millî Parkı, Dilek Yarımadası Millî Parkı, Manisadağı Millî Parkı, Kızıldağ Millî Parkı, Güllükdağı Millî Parkı, Kovada Gölü Millî Parkı, Munzur Vâdisi Millî Parkı, Beydağları Sahil Millî Parkı, Gelibolu Yarımadası Târihî Millî Parkı, Köprülü Kanyon Millî Parkı, Ilgaz Dağı Millî Parkı, Başkomutan Târihî Millî Parkı olup, bunlardan başka, eşine az rastlanır kaynak değerlere sâhip olan; Göreme, Pamukkale, Truva, Efes, Bergama, Halikarnas, Alacahöyük, Cilo Sad Dağları, Yalova-Termal, Uzuncaburç, Aladağlar, Nemrut Krateri yöreleri tasarı Millî Parklar listesinde yer almaktadır. Ayrıca 56 yer hakkında etüd çalışmaları yapılmaktadır.

Millî Park çalışmaları Orman Genel Müdürlüğünce yürütülmektedir. Mevcud olan millî parklardan binlerce yerli ve yabancı turist, dinlenme, spor eğitim, sağlık bakımlarından istifade etmektedir.

Sanâyileşmenin getirdiği çevre problemleri, muntazam olmayan bir şehirleşme, kalabalık ve gürültünün insanlar üzerindeki tesiri, şehirlerdeki yeşil sahaların azlığı, gelişen ulaşım imkânları ormanlardan ve belli yörelerden dinlenme ve eğlence ihtiyaçlarını karşılama arzularını en yüksek seviyelere ulaştırmıştır. Bu durum, sosyal ve kültürel hizmet karakteri taşıyan millî parkların önem kazanmasına ve halk tarafından isteğin artmasına sebep olmuştur.

MİLLÎ PARKLAR

ADI

İLİ

ALAN (HA) 270.728)

KARAKTERİ

TESİS TARİHİ

YARARLANMA

YOZGAT ÇAMLIĞI

Yozgat

 264 Dinlenme ve Eğlenme

5.2.1958

 Kamp, Piknik Tabiî

(Bitki ve Hay. Toplulukları)

KARATEPE-ASLANTAŞ

Adana

7.715 Dinlenme ve Eğlenme

29.5.1958

Kamp, Piknik

Târihî ve Areolojik, Tabiî (Bitki Toplulukları)

SOĞUKSU

Ankara

1.050 Dinlenme ve Eğlenme

19.2.1959

Otel, Lokanta, Kamp, Piknik

Tabiî (Bitki Toplulukları)

KUŞCENNETİ

Balıkesir

64 Ornitolojik (Kuş-bilimsel) 

 27.7.2959

 İlmî Araştırma, Gözlem

 Tabiî (Bitki Top., Joloji) Otel, Lokanta, Kayak

ULUDAĞ

Bursa

11.338  Dinlenme ve Eğlenme

20.9.1981

Kamp, Piknik

Tabiî (Bitki ve Hay. Top.) Kamp, Piknik, Sportif.

YEDİGÖLLER

Zonguldak

2.019 Dinlenme ve Eğlenme

29.4.1965

Balıkçılık, Kır Gazinosu

Tabiî (Bitki ve Hay. Top. Jeoloji)

DİLEK YARIMADASI

Aydın

10.985 Manzara, Dinlenme ve Eğlenme

19.5.1966

 Piknik,

 Plaj Kabini

MANİSA (SPİL) DAĞI

 Manisa

5.505 Dinlenme ve Eğlenme

22.4.1968

Kamp, Piknik, Kır Gazinosu

 Tabiî (Hayvan Top., Jeolojik)

KIZILDAĞ

Isparta

Tabiî (Bitki Toplulukları) 550 Dinlenme ve Eğlenme

9.5.1969

Kamp, Piknik

Târihî ve Arkeolojik, Tabiî (Bitki Toplulukları)

TERMESSOS

Antalya

6.702 Dinlenme ve Eğlenme

3.11.1970

Kamp, Piknik

Tabiî (Bitki ve Hay. Toplulukları)   

KOVADA GÖLÜ

Isparta

6.534 Manzara, Dinlenme ve Eğlenme

3.11.1970

 Piknik Tabiî

(Bitki ve Hay. Toplulukları Jeloji)

MUNZUR VÂDİSİ

Tunceli

42.000 Arkeolojik Târihî, Tabiî

21.12.1971

 Sportif Balıkçılık,

Piknik (Jeolojik, Hay. Toplulukları)

BEYDAĞLARI (OLİMPOS)

Antalya

69.800 Dinlenme ve Eğlenme

 

Otel, Lokanta,

Piknik, Kamp Motel, Lokan., Kamp, Piknik

GELİBOLU YARIMADASI

Çanakkale

33.000 Harp Târihi

2.11.1973

 Müze,

Anıtlar

KÖPRÜLÜ KANYON

Antalya

36.614 Târihî, Tabiî (Jeolojik, Bitki

12.12.1973

 Piknik

 

ILGAZ DAĞI

Kastamonu

1.088 Tabiî (Bitki Top.) ve Manzara

2.6.1976

Piknik Toplulukları)

 

BAŞKOMUTAN Afyon

Kütahya

35.500 Millî Kurtuluş Savaşı

 8.11.1981

Müze, Anıtlar

Dinlenme ve Eğlenme

PARKE

Alm. 1. Parkett (-fussboden m) (n) 2. Kleinp-flaster (n), Fr. Parquet (m), İng. Parquet, parqueted floor; small coblestones. Eşit boylarda kesilmiş üzerleri cilalanabilen küçük tahta parçalarının birbirlerine yapıştırılmasıyla meydana gelen yer döşemesi. Otel koridorlarının, yol kaldırımlarının güzel ve temiz görülmesi için düzgün şekilde dizilip yontulmuş köşeli taşlara da parke denmektedir.

Çok eski zamanlardan beri bayındırlık işlerinde parke şeklinde taşlar kullanılmıştır. Bunların ebatları ve biçimleri çeşitli büyüklüklerde olmuştur. Saraylarda, Eski câmi ve medrese avlularında (bahçe), askerî kışlalarda bunları görmek mümkündür. Daha sonra parke şeklindeki taşlar yol kaplamalarında kullanıldı. Küçük ebatları dikdörtgen prizmalarını andıracak şekilde kesilmiş küçük taş parkeler; trafiğin hareketli ve fazla eğilimli olan yollarda kaymayı önlemek için kullanılmaya başlandı. Tramvay raylarının döşendiği yollarda da parke taşlar kullanılmıştır. Petrolün bulunuşu ve bunun artığından asfaltın elde edilmesi, bunun kara yollarında kullanılması, taş parke kullanımını azaltmıştır. Ancak çok kaygan, eğimli ve kar yağışının çok olduğu bölgelerdeki yollarda hâlâ taş parke kullanılmaktadır.

Günümüzde parke, daha çok binaların tabanlarında parke döşeme ismiyle kullanılmaktadır. Binalar yapılırken parke yapılacak odaların taban kirişlerinin üzerine düzgün bir tahta döşenir. Sonra bu döşemenin üzerine belirli ölçülerde hazırlanmış kenarları lâmbalı küçük tahta parkeler dizilir. Üzerleri güzelce zımparalanarak cilâlanır. İyi ve düzenli döşenmiş parkeler, uzaktan bakıldığı zaman tek parçaymış gibi görülür. Bu şekildeki parkelerin üzerine muşamba ve buna benzer şeyleri sermaye gerek yoktur. Parkelerin zaman zaman cilâlanması uzun ömürlü olmalarını ve göze hoş görünmelerini sağlar.

Taş parkelerde ise, temel olarak beton kullanılır. Beton temel üzerine de yeteri kadar kalınlıkta kum serilir. Böylece istenen esneklik sağlanır. Kumun içerisinde yabancı madde olmamasına dikkat edilir. Parke taşlar hazırlanan bu yüzeye dizilir.

Ağaç parke, meşe, kayın gibi sert ve dayanıklı  malzemeden yapılır. Taş parkeler, için de tabiî taşlar, granit, siyenit, gabro ve portir gibi taşlar kullanılmaktadır. Parkelerin uzun ömürlü olmaları için parke döşenecek yerin aşınmaya karşı dirençleri eşit olan aynı cins parkelerle döşenmesi gerekir.

Parke döşemelerinin birçok çeşit desen ve şekilleri vardır: Mozaik, dâire yayı, testere ağzı, düz sıra, yarım dâire, zikzaklı, döşeme biçimlerinden bâzılarıdır.

Parkelerin, noktalı Macar parkesi, balıksırtı parke, İngiliz parkesi, mozaik parke gibi çeşitleri mevcuttur.

PARKİNSON HASTALIĞI

Alm. Parkinsonische, Krankheit (f), Fr. Maladie (f), de Parkinson, İng. Parkinson’s disease. Beynin alt kısımlarındaki gri cevher çekirdeklerinin bozukluğuna bağlı bir sinir sistemi hastalığı. Genellikle orta yaş hastalığıdır. Adını hastalığı ilk defâ 1917’de “titremeli felç” olarak târifleyen James Parkinson’dan almıştır. Binde bir sıklıkla görülen, müzmin, ilerleyici, tedâvisiz iyileşmeyen bir hastalıktır.

Temel bozukluk, koordineli hareketleri düzenleyen beyin bölümlerindendir. Bu bozukluğu yapan sebep tam bilinmiyorsa “idyopotik Parkinson hastalığı”, sebebin belli olduğu durumlarda ise “Parkinsonien sendromlar” adı verilir. Bunlar:

1) Geçirilmiş beyin enfeksiyonları, 2) Bâzı ilâçlar, 3) Arteioskleroz, 4) Âilevî sebepler, 5) Travma, 6) Zehirlenmeler, 7) Tümörler, 8) Kandaki kırmızı hücrelerin aşırı yükselmesi gibi durumlardır.

Hastalığın temel belirtileri titreme, sertlik ve hareketlerin yavaşlamasıdır. Titreme ilk ortaya çıkanı olup, genellikle başlangıçta tek eldedir. Zamanla aynı taraf bacağa ve karşı ele geçebilir. Sıklıkla hastalıktan vücûdun bir yarısı baskın olarak etkilenir. Titreme dinlenirken olup, uyurken kaybolur; sinirlilik ve yorgunluk titremeyi arttırır. Sertlik veya katılık boyun kaslarından başlar ve başın gövdeden önde tutulmasına sebep olur. Bel kemiği de etkilenip bel hafif öne eğilir, diz kalça ve kol eklemleri bükük hal alır. Hasta, küçük hızlı adımlarla sendeleyerek yürür, hantallaşır, saatlerce oturur. Yazıya büyük başlar, harfler gittikçe küçülür ve yazının okunması güçleşir. Monoton bir konuşması vardır. Kasların tonusu arttığı için (sertleştikleri için) bükülü kolun açılmaya çalışılması sırasında dişli çark hareket ettiriliyormuş hissi alınır. Yüz adale faâliyetleri (mimik ve jestler) silinir, donuk, anlamsız çehre (maske yüzü) vardır. Hareketlere başlamakta güçlük çeker, cildi yağlanır ve %40 hastada bunama görülür. Kelimelerin son hecesini tekrar eder. Gözünü kırpmaması söylenip, burun köküne vurulunca kırpma hareketini kontrol edemez. Gözlerin yukarıya doğru dakikalar hattâ saatlerce kayması da, hastayı çok rahatsız eden bir durumdur.

Tedâvi üç grupta plânlanabilir: Birincisi, hastayı, faydalı aktiviteler ve zihnî faaliyetlerle içe kapanık ve cemiyetten ayrı olmaktan korumaktır. İkincisi, cerrâhî tedâvi olup, hastanın ızdırabını azaltmak için kullanılmıştır ve hasta bölgenin, elektrik veya alkolle tahribinden ibârettir. Cerrâhî tedâvyle titreme genellikle düzelir, ancak katılık ve hareketlerde gözle görülür bir iyileşme olmaz.

Üçüncü ve bugün parkinsonun esas tedâvisi olarak ele alınan tedâvi ilâçla tedâvidir. Beyinde sinir hücrelerinin uyarılabilme özelliğini arttıran asetilkolinle bunun aksini yapan dopamin arasında belli bir denge vardır. Parkinsonda bu denge asetilkolin lehine bozulmuş olup, tedâvide dopamin açığının yerine konması gerekmektedir. Sentetik dopamin kan ile beyin arasındaki bariyeri aşamamaktadır. Bu problem kan-beyin engelini aştıktan sonra dopamine dönüşen, L-Dopa’nın bulunması ile çözümlenmiştir. Tedâvide L-Dopa belirtilerin kaybolduğu doza kadar tedricen arttırılarak verilir. Bundan başka bir virüs ilâcı olan amantadin, dopamin gibi etki gösteren bromocriptine de L-Dopa’ya yardımcı olarak tedâviye katılabilmektedir. Hâlen beyin doku nakli çalışmaları da devâm etmektedir. Burada esas; beyin nakli olmayıp, yeni ölen ceninden dopamin yapan küçük bir bölüm, hasta beyne nakledilmektedir.