ÖZBEKLER (Şeybânîler)

On dördüncü yüzyıldan îtibaren Orta Asya’da hâkimiyet kuran, bugün çoğunlukla Özbekistan Cumhûriyetinde yaşayan Türk boyu. Özbek halkının târihinin ilk dönemlerine âit bilgi yoktur. Özbeklere bu ad, ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hükümdârı Gıyâseddîn Muhammed Özbek tarafından verildi. Daha sonraları 1412-1468 yılları arasında hüküm süren Ebü’l-Hayr’a bağlı Müslüman-Türklerin adı oldu.

Tîmûr Hanın 1405’te ölümünden sonra zayıflayan Tîmûr İmparatorluğu parçalanmaya başladı. Bu sırada Aral Gölünün ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşayan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın idâresinde toplanarak, 1428’de onu kendilerine han îlân ettiler. Kısa zamanda kuvvetlenip çevredeki diğer boyları da hâkimiyetleri altına aldılar. Tîmûrlulardan Harezm’i alıp, Urgenc’i zabtettiler. Siriderya(Ceyhun) Irmağı kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Akkurgan, Özkent gibi şehirleri ülkelerine kattılar ve bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar. Türkistan taraflarına seferler düzenledilerse de Kalmuklara yenilerek Sığnak’a çekildiler. Özbeklerin bu zayıf durumundan istifâde eden Karay ve Canibek adlı başbuğlar, Özbeklerden bir kısımını etraflarında toplayıp, Çağatay Hanı Esenboğa’ya başvurarak kendilerine yurt vermesini istediler. Esenboğa onları Çağatay Moğol İmparatorluğunun sınır bölgelerine yerleştirdi. Canibek ve Karay’a tâbi olarak Özbeklerden ayrılan göçebe boylara daha sonra Kazak veyaKırgız Kazakları adı verildi. Kırgız Kazaklarını yeniden hâkimiyeti altına almaya çalışan Ebü’l-Hayr, 1468’de bir savaşta vefât etti. Ebü’l-Hayr’ın vefatından sonra, Özbekler, Çağatay Moğol hükümdârı Yûnus Hana yenilerek dağıldılar. Yûnus Han, Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şâh Budak’ı öldürttü. Dağınık hâlde bulunan Özbekler, bu hâdise üzerine Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in (Şeybânî) etrafında tekrar toplanarak güneye doğru inmeye başladılar.

Bu târihten îtibâren Şeybânîler adıyla da anılan Özbekler, ilk zamanlar Çağatay Hanı Mahmûd Hanın himâyesine girerek Türkistan’a yerleştiler. 1500 yılında Tîmûroğulları Devletindeki iç karışıklıktan istifâde ederek, Buhârâ’yı zabtedip, Tîmûr Hânedânına son verdiler. Mâverâünnehr tahtına Muhammed Şeybânî geçti. Tîmûr soyundan gelen Hüseyin Baykara’nın hüküm sürdüğü Harezm’i ve Hüseyin Safi’nin idâre ettiği Hîve’yi de ele geçiren Özbekler, Çağatay Hükümdârı Yûnus Hanın torunu Bâbür ile uğraştılar. Yapılan bir savaşta Bâbür’ü mağlup ederek Taşkent’e çekilmek zorunda bıraktılar. Horasan tarafına da seferler düzenleyip, Belh ve Herat’ı ele geçirdiler. Çağatayların elinde bulunan Taşkent’i de zapteden Özbekler, Çağatay Hanı Mahmûd Han ile kardeşi Ahmed Hanı esir aldılar. Böylece Türkistan, Mâverâünnehr, Fergana ve Horasan bölgelerine hâkim olup, Orta Asya’nın en güçlü devleti hâline geldiler.

İran’da bulunan Akkoyunlu Devletini yıkarak, hâkimiyeti ele alan ve koyu Eshâb-ı kirâm düşmanı olan Safevîler, sünnî îtikâtta olan Özbeklere karşı Horasan’ı ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Ehl-i sünnet Müslümanların hâmisi durumunda olan Muhammed Şeybânî, Şah İsmâil’in Ehl-i sünnet îtikâdını kabul etmesini ve kendisine boyun eğmesini istedi. İsteklerinin yerine getirilmemesi hâlinde bütün Âzerbaycan ve İran topraklarını elinden alacağını bildirdi. Bu sırada Osmanlıların da desteğini alan Özbekler, Safevîlere karşı mücâdeleye başladılar. İkinci Bâyezîd Han, Muhammed Şeybânî’yi Şâh İsmâil’e savaş açma yolunda destekledi. Ancak Merv yakınlarında yapılan savaşı Şah İsmâil kazandı (1510). Horasan’ı kaybeden ve aldığı yaraların tesiriyle şehit olan Muhammed Şeybânî’nin yerine amcası Köçküncü geçti.

Karışıklıktan istifâde eden Bâbür Han da, 1511’de Safevîlerin yardımıyla Semerkand ve Buhârâ’yı ele geçirdi. Özbekler, Taşkend’e doğru çekilmek zorunda kaldılar. Yardımcı Safevî kuvvetlerinin çekilmesinden sonra, sünnî îtikâda mensup olan Buhârâ ve Semerkand ahâlisi, Bâbür’e karşı isyân etti. Yeniden bir araya gelen Özbekler, 1512’de Şiî-Safevî kumandanı Necmî Sânî ile Bâbür’ü Goncdüvan’da büyük mağlûbiyete uğrattılar. Böylece Buhârâ, Semerkand ve Mâverâünnehr bölgeleri tekrar Özbeklerin hâkimiyetine girdi. Yeniden iktidârı ele alan Şeybânîler Hânedânı, 16. yüzyıl boyunca Mâverâünnehr bölgesinde hüküm sürdü. Semerkand’ı devlet merkezi olarak seçen Özbekler, Köçküncü Han devrinde Horasan’ın bir bölümünü, Meşhed ve Esterâbâd’ı Safevîlerden aldılar. Fakat Meşhed ve Herat yakınlarındaki Türbe-i Şeyh-i Cem denilen yerde yapılan savaşta Şâh Tahmasb’a yenilince, buralar yeniden ellerinden çıktı.

Bu sırada Hindistan’da bir Müslüman-Türk devleti kuran Bâbür, Özbeklerin mağlûbiyetinden istifâde ederek, Mâverâünnehr bölgesini ele geçirmek istedi. Oğlu Hümâyûn Şahı, Semerkand üzerine gönderdi. Fakat Özbeklerin güçlü olması ve Bâbür’ün Hindistan’daki işleri sebebiyle bir sonuç alamadı.

Muhammed Şeybânî’den sonraki Özbek hanlarının en güçlüsü olan İkinci Abdullah Han, dağılan Özbek boylarını toplayıp güçlü bir hâle getirdi. 1557’de Buhârâ’yı tekrar ele geçirerek başşehir yaptı. Babası İskender’i bütün Özbeklerin hanı îlân etti. Belh, Semerkand ve Taşkend ile Siriderya’nın kuzeyindeki bölgeyi ve Fergana’yı tekrar hâkimiyeti altına aldı. Babası adına hüküm sürdü. 1582’de Sarı-su ve Turgay arasındaki Uludağ’a kadar uzanan bir sefer düzenleyip, Bedehşân, Horasan, Gîlân ve Harezm’i ele geçirdi.

1583’ten îtibâren ülkeyi kendisi idâre etti. İran Şahı Abbas, 1597’de Herat’ta Özbekleri yenerek Horasan’ı ele geçirdi. İkinci Abdullah Hanın oğlu Abdülmü’min, Belh’i idâre etmekte iken babasına isyân etti. Bunu fırsat bilen Kırgızlar, Taşkend bölgesini işgâl ettiler. 1598’de İkinci Abdullah Hanın vefât etmesinden altı ay sonra oğlu Abdülmü’min de kendisine bağlı taraftarlarca öldürülünce, Özbekler ülkesinde hâkimiyet Şeybânîlere akrabâ olan Canoğullarına (Astırhan Hanları) geçti.

Özbekler, on altıncı yüzyıl boyunca İran’daki Şiî-Safevîlerle devamlı olarak savaştılar. Ehl-i sünnet olan Osmanlılar ve Hindistan’daki Bâbürlülerle iyi münâsebetler kurmaya çalıştılar. 17 ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığının hâkimiyeti altında kaldılar. 1740’ta Nâdir Şâh tarafından Astırhanlar Hanlığı yıkıldı.

Nâdir Şahın vefâtından sonra, hâkimiyet Canoğullarının yerine Mangıthânlar sülâlesi geçti. Canoğullarının hâkimiyeti 1860 yılına kadar devam etti. 1860’tan îtibâren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himâyesinde yarı bağımsız olarak devam eden Buhârâ Hanlığının hâkimiyetinde kalan Özbekler, Rusların baskısı altında yaşadılar. 1917’deki komünist ihtilâlden sonra Rus esâretine karşı harekete geçtiler. Buhârâ, 1920’de Ruslar tarafından tamamen işgâl edilince, Mangıthânlar sülâlesi de ortadan kalktı. Kadın-erkek, ihtiyâr-çocuk demeden insanların kurşuna dizilmesi, câmi ve mescitlerin kapatılıp din adamlarının şehit edilmesinden sonra, Buhârâ Halk Cumhûriyeti kuruldu. Bu cumhûriyet de 1924’te ortadan kaldırıldı.

Bugün Özbekler, 1991’de bağımsızlığını kazanan ÖzbekistanCumhûriyetinde yaşamaktadırlar. 1984’te 17.5 milyon olan Özbekistan nüfûsunun 12 milyonu Özbeklerden meydana geliyordu. Ayrıca Tacikistan’da 1 milyon, Türkmenistan’da 240 bin, Kırgızistan’da 450 bin, Kazakistan’da 2 milyon 400 bin kadar Özbek yaşamaktadır. Böylece Orta Asya Türk Cumhûriyetlerindeki toplam Özbek sayısı 16 milyonu bulmaktadır.

ÖZDEMİROĞLU OSMAN PAŞA

On altıncı yüzyıl sadrâzamlarından Meş’âleler Savaşının muzaffer kumandanı. Kafkasya fâtihi... 1527 yılında Mısır’da doğdu. Babası Özdemir Paşa, Memlûkler zamânında Mısır’da yerleşmiş bir Çerkes âilesine mensup olup, Osmanlı Devleti hizmetinde beylerbeyliğe kadar yükselmiş. Yemen ve Habeş fütûhâtı ile tanınmıştı. Annesi, Abbâsî halîfeleri sülâlesindendir.

Osman Paşa, babasının çok faâl bir kişi olması dolayısıyla genç yaşta devlet hizmetleriyle yüz yüze geldi. Cesâretiyle daha yirmi yaşına gelmeden sancak beyliğine yükseldi. 1561’de Mısır Emirü’l-haclığı vazîfesine getirildi. Babasının ölümünden sonra, çeşitli karışıklıkların olduğu Habeşistan’a Beylerbeyi oldu ve burasını kısa zamanda düzeltti. Portekiz İmparatorluğuna bağlı Hind Deniz Kuvvetleriyle mücâdelesinin yanında, yedi yıl vazîfe yaptığı Habeşistan eyâletinde muntazam bir idâre kurdu.

Yemen isyânından sonra İstanbul’a gelen Osman Paşa, önce Anadolu’da bir sancağa sonra da Niğde Sancakbeyliğine getirildi. 1573’te Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Bu vazîfede dört yıl kaldıktan sonra, İran Seferine çıkan Serdâr-ı ekrem Lala Mustafa Paşanın mâiyetine katıldı. Hazırladığı alayının mükemmelliği, Çıldır Muhârebesinde gösterdiği kahramanlık, onun, 1578’de fethedilen Şirvan Beylerbeyliğine getirilmesine sebep oldu. 9 Eylül 1578’de Osmanlıları bölgeden atmak için harekete geçen İran birliklerini Koyun Geçidi Muhârebesinde bozguna uğrattı.

Özdemiroğlu’nun bundan sonra Kafkasya’da geçen beş yıllık idârî görevi dâimî olarak İranlılarla mücâdele içerisinde geçti. Şirvan, Kuzey Âzerbaycan, Dağıstan ve Gürcistan’da Osmanlı hâkimiyetini pekiştirdi. 8 Mayıs 1583’te yetmiş bin kişilik İran ordusunu üç gün üç gece devâm eden Meşâleler Savaşında büyük bir bozguna uğrattı. Bu zaferle, o zamâna kadar elde edilemeyen Kür Irmağının güneyinin fütûhatı kolaylaştı. Bu arada isyân hareketleri içinde bulunan Kırım Hanı Mehmed Giray yerine İslâm Giray’ı getirdikten sonra, Kefe’de bulunan Kaptan-ı deryâ Piyâle Paşanın gemisiyle İstanbul’a geldi (1583).

Sultan Üçüncü Murâd Han (1574-1595) tarafından da kabul edilen Osman Paşa, Şirvan’da fethettiği on yedi kalenin anahtarını pâdişâha taktim etti. İran birliklerine karşı zaferlerini ve Kırım Hanı Mehmed Giray’ı çok az bir kuvvetle yenmesini sultana anlatınca:

“İki cihanda yüzün ak olsun, Allah senden râzı olsun...” diye duâ ve iltifata mazhâr oldu.

Önce ikinci vezirliğe yükseltilen Osman Paşa, 28 Temmuz 1584’te Doğu Serdarlığı ile veziriâzamlığa getirildi. Kırım’daki isyân üzerine Ekim 1584’te sefer için yola çıktı. Havalar soğuyunca kışı Kastamonu’da geçirdi. Nisan 1585’te Erzurum’a doğru hareket etti. Erzurum’da bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra, Tebriz’e ulaştı. Şehir kısa bir karşı koymadan sonra teslim oldu. Tebriz’i tamâmen Osmanlı Devletine bağladı. Hastalığı sebebiyle 27 Ekim 1585’te Tebriz’den ayrıldı. Şenb-i Gazan’a kadar hastalığı çok ağırlaştığı için tahtırevanla taşındı. Buraya geldiği gece vefât eden Osman Paşa, vasiyeti üzerine Diyarbakır’a getirilerek türbesine defnedildi.

Ömrünün kırk yılından fazlası serhatlerde geçen Özdemiroğlu Osman Paşa, iyi bir kumandan, eşi az bulunan bir idâreciydi. Habeşistan’da Osmanlı idâresini devâm ettirmesi, İranlılarla yıllarca süren mücâdeleleri onun şan ve şöhret için değil, devlet kapısına hizmet etmenin kutsallığına inanması bakımından çok önemlidir. Sönmeyen bir inanç, yılmak bilmeyen bir irâde, askerlerini sevk ve idâredeki kahramanlık ve en güç zamanlarda gösterdiği sebat, Osman Paşanın belli başlı vasıflarıydı.

ÖZDİRENÇ

Alm. Spezifischer Leitungswiderstand (m), Fr. Résistivité (f), İng. Resistivity. Bir iletkenin birim uzunluk ve birim kesitteki parçasının, elektrik akımına karşı gösterdiği direnç. Özdirencin birimi “ohm.cm” olup, 1 ohm.cm, bir cm uzunluğunda ve 1 cm2 kesitli bir iletkenin direncine eşittir.

Özdirenç š (ro) harfi ile gösterilir ve

      direnç x kesit         R.S.

š = ¾¾¾¾¾¾¾¾ = ¾¾¾¾dir.

          Uzunluk              L

Bir iletkenin özdirenci, iletkenin cinsine, sıcaklığına da bağlıdır. O°C de direnci R0 ve özdirenci š0 olan bir iletkenin t °C’deki direnci (R) ve özdirenci (š):

R = R0 (1+at) , š= š0 (1+at) olur.

(a), özdirencin sıcaklıkla değişme katsayısı olup mâdenî iletkenlerde pozitif, elektrolitlerde, kömür, cam ve porselende negatif; konstantan ve magnanin gibi bâzı alaşımlarda ise hemen hemen sıfırdır.

Metaller soğukken özdirenç düşer, sıcakken artar. Bir ametal olan karbonun özdirenci, sıcaklıkla azalır. Bâzı metal bileşiklerinin özdirenci (meselâ selenyum) sıcaklıktan etkilenmez. Bundan başka selenyumun özdirenci aydınlanmanın, bizmutunki ise içinde bulunduğu manyetik alanın şiddetinin tesirindedir. Mutlak sıfır noktasında (-273°C) bütün iletkenlerin özdirenci sıfıra eşittir. Özdirenç ne kadar küçükse iletkenlik o derece iyidir. Bâzı önemli metallerin özdirenci ohm x cm cinsinden şöyledir:

Gümüş: 1,6 x 10-6

Bakır: 1,8 x 10-6

Nikel: 12 x 10-6

Demir: 90 x 10-6

ÖZEL İDÂRELER

(Bkz. İl)

ÖZELLEŞTİRME

Alm. Privatisieren, Fr. Singulariser, İng. Privatization. Gerek teoride, gerek uygulamada tamâmen açıklığa kavuşturulmamış bir kavramdır. Özelleştirme, yalnız kamu iktisâdî girişimlerinin özel sektöre satışı değildir. Özelleştirme iktisâdî, mâlî, sosyal ve siyâsî sebeplerle millî ekonomi içerisinde kamu kesimi iktisâdî faâliyetlerinin sınırlandırılması veya tamâmen ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamaların bütünüdür. Başka bir deyişle; özelleştirme, ekonomide piyasa güçlerinin hâkim olmasını sağlayacak ve devletin ekonomideki etkinliğini azaltacak iktisat politikalarını ihtivâ etmektedir.

Özelleştirmenin Gâyeleri

Özelleştirme uygulamaları, çeşitli gâyelerle yapılmaktadır. Bu gâyelerden birisi, serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmaktır. Bunun için, devletin, stratejik öneme sâhip ekonomik faâliyetler üzerindeki yasal düzenlemeleri kaldırarak, rekâbete açması gerekmektedir. Özelleştirme politikasının temel gâyesi serbest piyasa ekonomisini güçlendirmek ve işlerlik kazandırmaktır. Böylece, kaynak kullanımında ve dağılımında etkinlik sağlanarak verimliliğin artacağı düşünülmektedir.

Bunun dışında, rekabeti arttırarak korunması, sermaye piyasasının geliştirilmesi, devletin ekonomideki etkinliğinin azaltılması ve devlete gelir sağlanması gibi hususlar da özelleştirme gâyeleri arasında sayılabilir. 1970-1980 yıllarını kapsayan bir araştırma, ekonomide özel sektör ağırlıklı ülkelerin kalkınma hızlarının daha yüksek oranlarda gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Ülkemizde, İstanbul Sanâyi Odası tarafından yapılan en büyük 500 firma araştırmalarında, kamu iktisâdi girişimlerinin özel girişimlere göre oldukça verimsiz çalıştıkları tespit edilmiştir.

Bütün bunların dışında özelleştirmenin ideolojik ve politik gerçekleri vardır. Özellikle kamu kuruluşlarının hisse senedi satışı ile özel sektöre devredilmesi, toplumda özel mülkiyetin yaygınlaşmasına imkân sağlar.

Özelleştirme sonucu, devlet tekelleri yerine özel tekellerin ortaya çıkacağı ileri sürülebilir. Ancak kamu ve özel sektör işletmelerinin rekâbetinin sağlanması durumunda sözkonusu mahzur ortadan kalkmaktadır. Ayrıca pazardaki yoğun rekabet etkin çalışmayan işletmelerin, pazar paylarının ve kârlarının azalmasına sebep olmaktadır. Başka bir deyişle, piyasa disiplini özel işletmelerin performanslarını kamu işletmelerine göre geliştirmeye zorlamaktadır. Bu sebeple gâye rekâbet sağlamaktır.

Rekâbetin olmadığı durumlarda, özel işletmelerin kamu işletmelerinden daha yüksek mâliyetle çalışmaları sözkonusu olabilir. Böylece devlet monopolleri özelleştirilirken rekâbet ortamı sağlanması veya özelleştirilecek işletmelerin rekâbetin yoğun olduğu sektörlerden seçilmesi gerekmektedir.

Özelleştirme Metodları

Geniş anlamda özelleştirme metodları satış metodu, kirâlama metodu, yönetim devri, ihâle metodu, imtiyaz metodu, ortak girişim metodu, serbestleştirme olarak ifâde edilebilir.

a) Satış: Kamuoyunda sık sık sözü edilen KİT’lerin hisse senetlerinin satışı yoluyla özelleştirilmesidir. KİT’lerin özelleştirilmesi, devlete âit kuruluşların tamâmının özelleştirilmesi, kısmen devlete âit kuruluşların tamâmının özelleştirilmesi, çoğunluk hisselerinin satışıyla kısmî özelleştirme veya azınlık hisselerinin satışıyla kısmî özelleştirme şeklinde ortaya çıkabilir. KİT’lerin hisse senetleri yoluyla özelleştirilmesinde şu yöntemler uygulanabilir:

1. Hisse senetlerinin tek bir alıcıya satışı,

2. Hisse senetlerinin doğrudan doğruya halka satışı,

3. Hisse senetlerinin çalışanlara ve yöneticilere satışı,

4. Hisse senetlerinin seçilmiş finansal aracı kuruluşlara satışı,

5. Hisse senetlerinin yurt dışı sermâye piyasası aracılığıyla satışıdır.

b) Finansal kirâlama: Bu metod mülkiyet devrini öngörmediğinden, gerçek anlamda bir özelleştirme metodu değildir. Özelleştirilmesi plânlanan kamu ve iktisâdî girişimlerinin mâlî yapılarını iyileştirmek ve özelleştirmeye hazır duruma getirmek için kullanılmaktadır.

Türkiye’de finansal kirâlama kânunundan faydalanarak kamu iktisâdi kuruluşlarını kirâlamak mümkündür.

c) Yönetim devri: Bu metodda da, kirâlamada olduğu gibi, mülkiyet transferi olmamaktadır. İktisâdi kuruluşların, yalnız yönetimleri, yapılan bir sözleşme ile özel sektöre devredilmektedir. Türkiye’de 2983 sayılı Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması Hakkında Kânun ile Kamu Ortaklığı Fonu Yönetmeliğine göre, kamu iktisâdî kurtuluşlarına âit müessese, bağlı ortaklık ve işletmelerin mülkiyet hakkı saklı kalmak şartıyla belirli bir bedel karşılığında işletilmeleri, mâmüllerinin pazarlanması ve dağıtımının yapılması mümkündür.

d. İhâle: Bu yöntemle mal ve hizmetlerin arzı özel sektöre devredilmektedir. Sözleşme yapılacak kuruluşlar ihâleyle belirlendiğinden, sözleşmeden sağlanacak tasarrufun en yüksek düzeye çıkması mümkün olabilmektedir. İhâle metodu özellikle mahallî yönetim hizmetlerinin yerine getirilmesinde kullanılmaktadır.

Türkiye’de bu metod 2886 sayılı kânuna dayanarak (Devlet İhâle Kânunu) yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Ayrıca 3030 sayılı Büyük Şehir Belediyeleriyle ilgili kânunda büyük şehir ve ilçe belediyelerinin bâzı hizmetlerini özel sektöre ihâle yoluyla yaptırabileceklerine dâir hükümler vardır. Bu kânunun yürürlüğe girmesinden sonra, ülkemizde, özellikle büyük şehir belediyeleri, hizmetlerin özelleştirilmesine ağırlık vermeye başlamışlardır.

e. İmtiyaz: Bu metod, elektrik, su, demiryolu gibi tabiî tekellerin sözkonusu olduğu üretim alanlarının, bir sözleşme ile özel sektöre devrini içine almaktadır. Sözkonusu devir işlemi, ihâle ile de yapılabilir.

f. Ortak girişim: Kamu ve özel sektörün birlikte yaptıkları yatırımlarda, yönetimin özel sektörde kalması durumunda verimliliğin arttığı gözlenmiştir. Bu sebeple, ortak girişimlerin başarılı olabilmesi için, devletin etki ve müdâhalelerinin en az olması gereklidir.

g. Serbestleştirme (Deregulation): Bu metod, kamu ekonomisinin sınırlarını daraltmaya yönelik bir iktisat politikasıdır. Böylece devletin ekonomideki bütün sektörler üzerindeki hukûkî düzenleme ve kısıtlamaların kaldırılmasına çalışılmaktadır. Bu metodun ABD’de uygulanmaya başlamasından sonra, ilgili sektörlerde, rekâbetin arttığı, mal ve hizmet mâliyetlerinde önemli düşüşlerin sağlandığı görülmüştür. Türkiye’de 24 Ocak Kararları çerçevesinde, serbestleşme yönünde çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Temel mal kavramı kapsamının daraltılması KİT’lerin mal ve hizmet fiyatlarını serbestçe belirleyebilmeleri, kredi ve mevduat fâiz oranlarının serbest bırakılması, çay tekelinin kaldırılması, elektrik üretimi, dağıtımı, ticâretiyle eğitim sektöründe özel sektörün teşvik edilmesi bunlara örnek olarak verilebilir.

Özelleştirmede Görülen Problemler

Özelleştirme, uygulamanın yapıldığı ülkelerde çeşitli zorlukları da berâberinde getirmiştir. Bu sebeple, özelleştirmenin başarısı için, problemleri iyice tanımak gerekmektedir.

Zamanlama: Özelleştirmenin başarısı için zaman önemli bir faktördür. Çünkü özelleştirmenin başarısı, bir dizi işlemlerin yapılmasını gerektirmektedir. Bu sebeple, özelleştirmeyle ilgili olarak, katı bir zamanlamaya bağlı kalmamak, tam tersine uygun bir zamânı kollamak gerekmektedir.

Özelleştirilecek kuruluşların belirlenmesi: Özelleştirilecek kamu kuruluşlarının öncelik sırasının belirlenmesi son derece önemlidir. Özellikle özelleştirmenin başarıya ulaşması için, öncelik meselesinin belirli kriterlere göre ortaya konulması önem taşımaktadır.

Ülkemizde özelleştirmeyle ilgili hazırlık çalışmalarını yürüten Morgan Guarenty Bank, özelleştirilecek KİT’leri, ekonomik yaşayabilirliklerini ve yatırım ihtiyaçlarını gözönüne alarak tespit etmiştir.

Özelleştirilecek kuruluşların değerlendirilmesi ve hisse senetlerinin satış fiyatı: Hisse senetlerinin satışı ile yapılacak özelleştirmelerde birbirini tâkip eden iki önemli mesele vardır. Birincisi özelleştirilecek kuruluşların aktiflerinin değerlendirilmesidir. Bunun için, kamu kuruluşlarının aktiflerinin yeniden değerlendirilmesi zorunludur.

Öte yandan ikincisi hisse senetlerinin satış fiyatlarının tespit edilmesidir. Hisse senetlerinin ihraç fiyatlarının yüksek tespit edilmesi, hisse senetlerinin satılmamasına, düşük tespit edilmesi ise devletin zarar etmesine sebep olacaktır.

Sermâye piyasasının durumu: Sermâye piyasasının gelişmişliği ile özelleştirme arasında sıkı bir ilişki vardır. Sermâye piyasasının yeterince gelişmediği ülkelerde, satışa sunulacak hisse senetlerinin tamâmının satılmama ihtimâli artmaktadır.

Türkiye’de 1987 yılında menkul kıymetler borsasının etkinliği ve iş hacmi artmıştır. Buna rağmen büyük özelleştirmelerde pazarlama açısından çeşitli güçlükler ortaya çıkabilir. Ayrıca satılan hisselerin her an likiditesinin sağlanması bir problem olabilir.

Hisse senetlerinin belirli ellerde toplanması: Özelleştirmenin başarısı için hisse senetlerinin mümkün olduğu kadar çok sayıda kişi ve kuruluşa satılması gerekmektedir. Bunun için kişi başına hisse sayısını sınırlamak yanında belirli gruplara indirimli satış fiyatları uygulanabilir. Hisse senetlerinin belirli ellerde toplanmasını önlemek için, kişi ve kuruluşlar tarafından satın alınabilecek hisse senedi sayısını tespit etmek gereklidir.

İstihdam: Özelleştirme, KİT’lerdeki gizli işsizlerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bu sebeple özelleştirmeye sendikaların tepkisi olabilir. Ülkemizde sözleşmeli personel uygulaması, bu tepkiye hazırlık olarak yapılmaktadır.

Bâzı Ülkelerde Özelleştirme

Amerika Birleşik Devletleri: Ekonomide özel sektörün ağırlıklı olarak faaliyet gösterdiği ülkelerden birisidir. Bu ülkede, özelleştirme faaliyetleri, hizmet mâliyetlerini düşürmek için, eyâletler ve şehirler düzeyinde yaygın bir uygulamadır. Özellikle şehirlerde özelleştirme faaliyetlerine ağırlık verilmektedir. Mesela, ambulans hizmetleri, çöp toplama, sokak ve cadde onarımı, park düzenlemesi, hapishâne hizmetleri, itfâiye, kayıtların tutulması gibi hizmetler özel sektöre devredilmiştir. Mahallî yönetimleri özelleştirmeye götüren sebep mâliyetlerdeki düşüşlerdir.

İngiltere: Özelleştirme konusunda en başarılı ülkelerden birisidir. Başbakan Thatcher döneminde özelleştirme ideolojik bir temele oturtulmaya çalışılmıştır. Ona göre özelleştirmenin en önemli gâyelerinden birisi, devletin gücünü azaltmaktır. Devletin gücünün azalması kişi özgürlüğünün, refahın ve mutluluğunun artması demektir.

Özelleştirmeye taraftar sağlamak için mahallî yönetimlere âit evler, kirâcılara satılmıştır. Bunun yanında, hisse senedi satışıyla kamu kuruluşları özelleştirilmektedir. En önemli özelleştirme British Telecom’a âittir. Telekominikasyon alanında rekâbetin olmaması, şirketin fiyat artışlarının denetiminin nasıl yapılacağını gündeme getirmiştir. Bu probleme“perakende fiyat indeksi”nin esas alınmasıyla çözüm bulunmuştur. Böylece, özelleştirme sonucunda hizmet fiyatlarının bu indekse göre belirlenmesi kararlaştırılmıştır. Öte yandan British Telecom’a Mercury Şirketi rakip olarak çıkarılmıştır.

İngiltere’de özelleştirme sonucu sözkonusu işletmelerde maliyet azalışları ve verim artışları tespit edilmiştir.

Japonya: Ekonomide payı zâten küçük olan kamu sektörünün, payının daha da küçültülmesine çalışmaktadır. Japon hükûmeti gelecek yıllarda telgraf ve telefon, demiryolu, havayolu ve tütün şirketlerini özelleştirmeyi plânlamıştır.

Almanya: Preussag Prusya Mâden ve İzobe Ocakları A.Ş. ve Volkswagen firmaları ilk özelleştirilen şirketler arasında sayılabilir. Volkswagen hisse senetlerinin satışında, düşük gelirli kişilere satış gâyesiyle, gelir seviyesi ve çocuk sayısına göre %10-%25 oranında sosyal gâyeli indirimler yapılmıştır.

Almanya’da 1980 yılında rekâbet konusunda yapılan bu değişiklikler, bankacılık ve sigortacılık sektöründe yer alan ve rekâbet dışında tutulan kurumlarda, rekâbet sistemi içerisine alınmıştır. Öte yandan radyo ve televizyon yayın hizmetleri sektöründe de serbestleşmeye yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Devlete âit 12 radyo televizyon istasyonuna ilâve olarak, özel şirketlere de izin verilmeye başlanmıştır.

Fransa: Fransa’da tartışılan günlük ekonomik konulardan birisi de millîleştirilen şirket ve bankalardan hangilerinin özelleştirileceğidir. Fransız hükûmeti, 33 kamu iktisâdî kuruluşunu özelleştirerek, önemli ölçüde gelir elde etmeyi plânlamaktadır.

Kanada: Hükûmet özelleştirme konusunda önemli mesâfeler almıştır. Yapılan özelleştirmelerde sermâye piyasasına hisse senedi arz edilmemiş, bunun yerine, hisse senetleri mevcut özel sektör kuruluşlarına satılmıştır.

Bâzı sosyalist ülkelerde özelleştirme: Çin, Macaristan, Polonya ve Küba gibi sosyalist ülkelerde de kısmî özelleştirme uygulamalarına başlanmıştır. Bu ülkelerde, yeni ekonomi politikalarıyla birlikte, üretim araçlarının özel mülkiyete geçmesi ve özel girişimler desteklenmektedir.

Diğer ülkelerde özelleştirme: Dünyâda birçok ülkede özelleştirme çalışmaları yapılmaktadır. Bu ülkelerden bâzıları Hollanda, İspanya, Brezilya, Şili, Singapur, Malezya, Filipinler, Meksika, Tayland, Norveç, İsveç, Avustralya, İran, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka’dır.

Türkiye’de özelleştirme: Özelleştirme, Türkiye açısından yeni bir kavram değildir. Cumhûriyetin ilk yıllarında, kalkınmanın doğrudan devlet yatırımlarıyla değil, devletin himâye ve teşvik edeceği özel teşebbüslerle mümkün olacağı düşünülmüştür. Teşvik-i Sanâyi Kânunu’nun çıkarılması, Aşar’ın lağvı ve Zirâat Bankasının yeni krediler açmak sûretiyle daha faal hâle getirilmesi, kalkınma ve sanâyileşmeyi özel sektör aracılığıyla başarma Türkiye’deki özelleştirme politikasının örnekleridir.

Ancak özel sektöre öncelik veren bu politikalarla hedeflenen sanâyileşme seviyesine ulaşmak için çok beklenileceği anlaşılmıştır. Bunun sonucu 1930 Dünyâ Bunalımının da etkisiyle devletçi uygulamalara ağırlık verilmiştir.

Türkiye’de devletçilik katı ve devamlı bir sistem olarak benimsenmemiş, terbiye edici olarak düşünülüp, uygulanmıştır.

1950’li yıllarda KİT’lerin özelleştirilmesi yönünde önemli ve etkili girişimler görülmüştür. Ancak çalışmalardan sonuç elde edilememiştir. 1960’lı yıllarda KİT’lerin verimli kârlı ve kaynak meydana getiren kurumlar hâline getirilmesi için çalışmalar yapılmıştır. 24 Ocak 1980 Kararlarıyla birlikte KİT’lerin özerk bir tarzda ve ekonomik kurallara uygun olarak yönetilmeleri hedeflenmiştir. Bu amaçla 2999 sayılı kânun ile 440 sayılı kânun yürürlükten kaldırılmıştır. Öte yandan 2983 sayılı kânunla KİT ve İDT için hisse senedi çıkarılması işletme haklarının devri, gelir ortaklığı senedi ihraç etmeleri sağlanmıştır. Daha sonra 3291 sayılı kânunda “KİT’lerin özelleştirilmesiyle ilgili hükümler”e yer verilmiştir. Böylece özelleştirme kavramına geniş anlamda yaklaşılmaya başlanmıştır.

Bugün ülkemizde özelleştirme çalışmaları uygulama aşamasındadır.

Türkiye’de özelleştirme programı, tâkib edilen ekonomik politikanın ana hedefleri olan, ekonominin dışa açılması, rekâbete dayalı bir piyasa ekonomisinin oluşturulması, devletin ekonomiye müdâhalesinin asgarî seviyeye indirilmesi ve ekonominin genel olarak rasyonelleştirilmesi hedefleri kapsamında ele alınmaktadır.

Uygulamaya konulan özelleştirme programıyla ulaşılmak istenen temel hedefler, bir yandan mülkiyeti tabana yayarken, öte yandan sermâye piyasalarının gelişmesine katkıda bulunmak sûretiyle, piyasa mekanizmasının serbestçe işlemesini sağlayarak ekonominin etkinliğinin arttırılması ve Kamu İktisâdî Teşebbüslerinin (KİT) devlet üzerindeki yükünü azaltarak, devletin aslî görevleri arasında yer alan altyapı yatırımlarının daha süratle gerçekleştirilmesi ve tasarrufların teşvik edilmesidir.

Özelleştirme programı, 29 Şubat 1984 târih ve 2983 sayılı kânun ile 28 Mayıs 1986 târih ve 3291 sayılı kânun çerçevesinde yürütülmektedir. Özelleştirme metodları, şirketin içinde bulunduğu durum gözönüne alınarak seçilmektedir. 1988 ve 1989 yıllarında hız kazanan program, yapılan halka arz uygulamaları ile sürdürülmektedir.

Özelleştirme programı beşinci ve altıncı Beş Yıllık Kalkınma Plânında yer almıştır.

Türkiye’de özelleştirme uygulaması olarak, USAŞ, ÇİTOSAN, PETKİM TELETAŞ örnekleri verilebilir. Bunların herbirinin sektörel ve spesifik problemleri farklı olduğu için tâkip edilen özelleştirme metodları da farklı olmuştur. Ancak bu özelleştirmeler yargı organları tarafından iptal edilmiştir. (1993)

Kapsamlı ve etkili bir özelleştirme programının başarılı olabilmesi, bu programı uygulayabilecek nitelikte bir teşkilâtın geliştirilmesine bağlıdır. Söz konusu teşkilât siyâsî güç merkezlerine bağlı, gerekli yetkilerle donatılmış, politik müdâhalelerden temizlenmiş, ilgili kesimlerin katılımını sağlamış bir yapıya sâhip olmalıdır.

Özetle, Türkiye’de özelleştirme çalışmalarının hızlandırılması, amaçları doğrultusunda faal bir özelleştirme programının geliştirilmesine ve programdan tâviz vermeyecek siyâsî irâdenin varlığına bağlıdır.

ÖZGÜL AĞIRLIK

Alm. Spezifisches Gewicht (n), Fr. Poids (m) spécelique, İng. Specific weight. Bir cismin birim hacminin ağırlığı. C.G.S. (cm, gr, sn) sisteminde, birimi: gramkuvvet/santimetreküp (gf/cm3), teknik ölçü sisteminde (kgf/m3)’tür. Cismin; ağırlığı G, hacmi V, özgül ağırlığı √ ile gösterilecek olursa √ = G/V’dir.

Bir cismin yoğunluğu kütleye bağlı olduğundan, kütle değişmediği için yoğunluk dünyânın her yerinde aynıdır. Özgül ağırlık ise cismin ağırlığına bağlıdır. Ağırlık değiştiğinden özgül ağırlık da değişir. Yâni yoğunluk dâima sâbittir. Özgül ağırlık ise yere bağımlı olarak değişkendir. Cismin ağırlığı yerçekimi ivmesine bağlıdır. Cismin kütlesi m, hacmi V, yoğunluğu d ile gösterilirse; 

       G      m.g

√ = ¾¾ = ¾¾ = d.g olur.

       V       V 

Şu halde yoğunluk ile yer çekimi ivmesinin çarpımı özgür ağırlığa denktir (Bkz. Yoğunluk). Yerçekimi ivmesi Türkiye’de, ekvatorda, kutuplarda farklıdır. Ayrıca dünyâdan uzaklaştıkça yerçekimi ivmesi küçülür.

Yerçekimi ivmesinin kutuptaki değeri= 981 cm/s2

Ekvator’daki değeri= 978 cm/sn2

Kütlesi 1 gram olan cismin kutuplardaki ağırlığı 981 dyn, ekvatorda ise 978 dyn’dir.

ÖZGÜL ISI

Alm. Spezifische Wärme (f), Fr. Chaleur spécifique, İng. Specific heat. Bir cismin, birim kütlesinin sıcaklığını 1°C artırmak için verilen ısı miktarı. Özgül ısı birimi cal/gr°C veya kcal/kg°C’dir. Özgül ısıya, ısınma ısısı veya spesifik ısı da denir.

Bir maddenin moleküllerinin translasyon, rotasyon ve titreşim hareketleriyle ilgili olarak sâhip olduğu enerjiye, bir cismin iç enerjisi (U) denir. Sâbit hacimdeki özgül ısı (Cv) iç enerjinin birim sıcaklıktaki değişimine eşittir. (Cv= U/ Dt)

Bir cisme dışarıdan verilen enerjinin, o cismin iç enerjisiyle berâber toplamı, o cismin entalpisi (ısı değeri) (h) olarak târif edilir.

Cp= sâbit basınçtaki özgül ısı; entalpinin birim sıcaklıktaki değişimine eşittir. (Cp= h/Dt)

Entalpi (h), dâimâ iç enerjiden (U) büyük olduğundan, sâbit basınçtaki özgül ısı, sâbit hacimdeki özgül ısı değerinden dâimâ büyüktür. Yâni, (Cp > Cv)’dir. Teknik hesaplarda kullanılan bâzı cisimlerin özgül ısıları:

Suyun özgül ısısı= 1 (kcal/kg°C)

Buzun özgül ısısı= 0,5 (kcal/kg°C)

Buharın özgül ısısı= 0,48 (kcal/kg°C)

Havanın sâbit basınçtaki özgül ısısı= Cph= 0,24 kcal/kg°C

Buharın sâbit basınçtaki özgül ısısı= Cpb= 0,46 kcal/kg°C

Havanın sâbit hacimdeki özgül ısısı= Cvh= 0,17 kcal/kg°C

ÖZKÜTLE (Özgül kütle)

(Bkz. Yoğunluk)

ÖZÜMLEME (Asimilasyon)

Alm. Assimilation (f), Fr. Assimilation (f), İng. Assimilation. Canlıların beslenme için aldıkları besinleri sindirerek, hücre protoplazmasına benzer şekle çevirip, vücutlarına katması. Besin maddelerinin, hücrenin yapı taşına dönüşmesi. Bu olaya“özümleme”, “asimilasyon” veya “anabolizma” denir. Bunun sonucu hücrede büyüme ve çoğalma görülür Tavşanın yediği havuç, vücûdunda ete, kemiğe vs. dönüşür.

Besinlerin bir kısmı vücûda katılırken, bir kısmı da gerekli hayâtî olaylar için yakılarak enerjiye çevrilir. Organizmada, hem yapım hem yıkım olayları bir arada yürür. Hücrede oksijenle yakılan besinlerden, enerji ve vücut için zararlı olan artık maddelerin (CO2,H2O, üre gibi) hâsıl olmasına, “katabolizma”, “disimilasyon” veya “yadımlama” denir.

Vücuttaki faaliyetlerin hepsine birden ise metabolizma (madde değişimi) denir. Bu sâyede canlılarda büyüme, gelişme, onarma, hareket, duyarlılık ve üreme gibi faaliyetler sağlanır.

Gençlerde özümleme, yadımlamadan fazladır. Bu fazlalık gelişme ve büyümeğe harcanır. Bu sebeple, insanlarda 25 yaşına kadar hızlı bir büyüme olur. 25 yaşla 50 yaş arasında ise, özümleme yadımlama ile denktir. Sonraki yaşlarda özümleme düşmeğe başlar. Özümleme yeteri kadar yapılamazsa (hasta ve ihtiyarlarda) vücut zayıflar. Hücreler kendi bileşimindeki maddeleri harcarlar, ileri derecede zayıflama olur. Hücrelerin çoğu ölür. Devamlı olarak özümleme yapılmazsa, ölüm vukû bulur. Yeşil bitkilerin ışık karşısında besin yapmalarına da “karbon özümlemesi” denir. (Bkz. Fotosentez)