ÖMER NÂCİ
İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden. Asker, siyâset adamı. Doğum yeriyle anne ve babasının kimlikleri bilinmemektedir. Askerî künyesinde doğum târihi 1878 yazılıdır. Anne ve babası küçük yaşta öldüğü için Beylerbeyili Defterdar Cemal Beyle eşi Hayriye Hanım tarafından büyütüldü. Küçük yaştan îtibâren husûsî bir tahsil gördü. Arapça, Farsça ve Fransızca dersler aldı. Cemal Bey, Ömer Nâci’nin sivil hayatta ilerlemesini istediği hâlde, o, askerliği tercih etti.
10 Şubat 1902’de Harbiye’den mülâzım (teğmen) olarak mezun oldu ve Üsküp civârında Preşova’da bulunan bir kıt’aya tâyin edildi. 1903’te, kumandanı olan Edirneli Binbaşı Mehmed Ali Beyin kızı Emine Hanımla evlendi. 1905’te Jandarma teşkilâtını düzenlemek üzere vazîfelendirilen İtalyan Generali Georgi Paşanın yâveri ve tercümanı olarak tâyin edildi. Selânik’e gelerek yerleşti. Burada Çocuk Bahçesi adlı haftalık mecmuada yazılar neşretmeye ve pâdişâha karşı siyâsî faâliyetlerde bulunmaya başladı. 1906’da İttihat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşunda bir mühim dönüm noktası teşkil eden Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı.
Devlete ve pâdişâha karşı giriştiği yıkıcı faaliyetleri sebebiyle tâkibâta uğrayınca, 1907’de Paris’e kaçtı. Paris’e vardıktan sonra, Şûrâ-yı Ümmet dergisinde imzâsız yazılar neşrederek Parisli Jön Türk çevrelerinde sevinçle karşılandı. Osmanlı Hürriyet Cemiyetiyle Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı iki kuruluşun Pâris’te Ahmed Rızâ Beyle yaptıkları müzâkereler netîcesinde, tek bir adla Terakki ve İttihat ve en son İttihat ve Terakki Cemiyeti hâlinde birleşmesinde önemli rol aldı.
Meşrûtiyetin îlânından önce Rusya yolu ile Kafkasya’ya oradan da İran’a geçti. İttihat veTerakkinin hatiplerinden olan Ömer Nâci, Van’a geçerek devlet ve pâdişâh aleyhindeki faaliyetlere katıldı. Bâbıâli’nin tâkibinden kurtulmak için tekrar İran’a döndü. İran Âzerbaycanı’nda bir Türk şehri olan Hoy’da kalmaya karar verdi. Bu şehirde Sırat-ı Müstakîm adında bir mecmua çıkaran Mirzâ Saîd’le buluştu. Paris’te tahsil görmüş olup oradaki Jön Türklerle münâsebet kurmuş olan Mirzâ Saîd, Ömer Nâci’yi Sırat-ı Müstakîm adındaki mektebine müdür yaptı. Bu müdürlüğü sırasında Farsça lisanını ilerletti. Bir taraftan da Âzerbaycan şîvesi ile nutuklar verdi.
İran Âzerbaycanı’nda meşhûrlar arasına girdi. İran’da meydana gelen karışıklıklar üzerine dergisi ve mektebi kapanan Mirzâ Saîd’le birlikte çete teşkil ederek dağlara çıktı. Bir müddet çetecilik yaparak dağlarda yaşadılar. Birgün İran Şâhı’nın kuvvetli bir tâkip kolu ile çarpışmak zorunda kaldılar. Ömer Nâci birkaç arkadaşı ile birlikte yakalandı. Tutuklanarak Tahran’da hapsedildi.
1908 Temmuz’unda Türkiye’de meşrûtiyet îlân edildikten sonra, İttihatçıların araya girmesiyle serbest bırakılan Ömer Nâci, Ermeni Taşnak çete reislerinden Aşhan, Murâd ve Mirzâ Saîd’le birlikte Muş’a geldi. Buradan Erzurum’a giderek İttihat ve Terakkinin doğuda teşkilâtlanması için çalıştı.
Meşrûtiyetin duyurulması ve anlatılması için halk kitleleri, gençler, askerler arasında Anadolu ve Rumeli’de yurdun dört bucağında nutuklar, konferanslar, müsamereler, mitingler düzenleyen İttihat ve Terakki hatiplerinin başında yer alan Ömer Naci, Trablusgarb Savaşına gönüllü olarak katıldı. İkinci dönem meşrûtiyet meclisinde İttihat ve Terakki Partisi Kırklareli Mebûsluğu yaptı. 23 Ocak 1913’te İttihat ve Terakkinin Kâmil Paşa hükûmetine karşı düzenlediği kanlı Bâbıâlî baskınında önemli rolü oldu. Babıâli baskınını yapma karârının alındığı toplantılara katıldı. Baskın sırasında ise, baskıncıların en önünde yer aldı. Bâbıâlî önünde yaptığı bir konuşma ile o zamânın romanlarına konu oldu.
1916 senesine doğru İttihat ve Terakki mensupları arasında başta bulunanlara karşı başlayan hareketin içinde yer aldı. İttihat ve Terakkinin başında bulunanlar ona fenâ bir muâmele yapmaktan çekindiler. Yalnız İstanbul’dan ideâline uygun bir vazîfeyle uzaklaştırmayı düşündüler. Irak yolu ile tekrar İran içine giderek oradaki Türkleri ayaklandırma vazîfesini verdiler. Aradan birkaç ay geçtikten sonra, Kerkük’te tifüs hastalığından öldü. Orada defnedildi. Mısır Vâlisi Haydar Beyin teşebbüsüyleKerkük’te Ömer Nâci adına bir anıt yaptırıldı.
Son devir din adamlarından. 1884’te Erzurum’da doğdu. Orada ilk tahsiline Ahmediye Medresesinde başlayıp, daha sonra İstanbul’a gelerek, Fâtih Medresesine devâm etti. Bu medresede Tokatlı Sâhir Efendiden ders alarak, Arapça ve Farsçayı iyi öğrendi. Okulu bitirince orada fıkıh öğretmeni oldu. Ayrıca Sahn Medresesinde kelâm, Darüşşefaka’da kelâm, münâkehat, siyer-i enbiyâ, ahlâk derslerini okuttu. Osmanlı Devletinde, Telif Heyeti âzâsı, Mahkeme-i Temyiz-i Şer’iyye Dâiresi mümeyyizi, Meclis-i Tedkîkât-ı Şer’iyye Dâiresi mümeyyizi görevlerinde bulunduktan sonra, Cumhûriyet döneminde İstanbul müftü muâvini ve müftüsü oldu. 1960 senesinde Diyânet İşleri Başkanlığına getirildi. 12 Ekim 1971’de 87 yaşında İstanbul’da vefât eden Ömer Nasûhi Bilmen, dînî konulardaki araştırma ve yazdığı eserleriyle tanınır.
Eserleri:
1) Hukûki İslâmiyye ve İstılahatı Fıkhiyye Kâmusu. 2) Kur’ân-ı Kerîmin Türkçe Meâli ve Tefsiri. 3) Büyük İslâm İlmihali. 4) Eshâb-ı Kirâm Hakkındaki Müslümanların Nezih Îtikatları. 5) Yüksek İslâm Ahlâkı. 6) Mübârek Geceler.
Gazeteci ve yazar. Şâir Mehmed Âkif’in dâmâdıdır. 1893 senesinde Kâhire’de doğdu. Câmi-ul-Ezher Medresesinde okudu. İslâm âlimlerinin büyüklüğünü anlayamayan ve Kâhire Mason Locasına kayıtlı olan Muhammed Abduh’un reformcu fikirlerinin etkisinde kaldı. Genç yaşta İstanbul’a gelerek yazarlığa ve gazeteciliğe başladı. İkinci Meşrûtiyet döneminde İslâmcılık akımını savunmak adı altında bozuk fikir ve düşüncelerini anlatan yazılar neşretti. Muhammed Ali ismindeki bir Kadıyânî’nin İngilizce tefsirini tercüme ederek Tanrı Buyruğu adını verdi. Bu kitabında Kur’ân-ı kerîm’de bildirilenin tersine Îsâ aleyhisselâmın babasının olduğunu bildirdi. Tasvir-i Efkâr, İkdam, Akşam, Tan ve Cumhûriyet gibi gazetelerde, Türk ve Arap edebiyatları, dinler târihi, İslâm dîni üzerine makâleler ve siyâsî yazılar yayımladı. Dînî konularda yazdığı yazılarla Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru yoldan ayrıldığını açıkça ifâde etti. Hatib Hoca adında birinin hazırladığı bir kitaba yazdığı önsözde; “Asrın ihtiyaçlarını kıyas yolu ile dinden değil, medeniyetin terakki hamlelerinden beklemek gerektir. Kıyas, kitap ve sünnet ile alâkası olmayan, dînin asıl kaynaklarına dayanmayan, fakat herşeyi dîne dayamak istiyen müctehidlerin îcâdıdır.” diyerek müctehid âlimlerin kitap ve sünnetten çıkardığı hükümlerin asılsız olduğunu iddiâ etti. Bu sözleriyle kendisinin Ehl-i sünnet olmadığını, dîni, kıyası ve ictihâdı anlamamış olduğunu ortaya koydu.
Ömer Rızâ Doğrul, İngiliz müsteşriki John Davenport’un Hazret-i Muhammed ve Kur’ân-ı Kerîmadındaki kitabını Türkçeye çevirdi. Hindistanlı Şiblî Numânî’nin Es-Sîretü’n-Nebeviyye kitabını Asr-ı Seâdet Târihi adıylaİngilizceden Türkçeye tercüme etti. Bir ara İstanbul Radyosu için haber bültenleri hazırladı. 1950 senesinde Demokrat Partiden Konya Milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Şubat 1951’de Pakistan’ın Karaçi şehrinde toplanan Dünyâ İslâm Konferansına katılan Türk heyetine başkanlık etti. 1952 senesinde İstanbul’da öldü. Kabri Edirnekapı’dadır.
Eserleri:
1) Tanrı Buyruğu, 2) Asr-ı Seâdet Târihi, 3) Yeryüzündeki Dinlerin Târihi, 4) İslâmın Özü ve Kur’ân’ın Rûhu, 5) İslâmın Geliştirdiği Tasavvuf, 6) Ana Dâvâlarımız, Ana Prensiplerimiz.
Yirminci yüzyıl Türk realist hikâyecilerinin en meşhuru. Millî Edebiyat döneminin en güzel hikâye örneklerini veren Ömer Seyfeddin, 1884’te Gönen’de doğdu. Babası, BinbaşıÖmer Şevki Beydir. Kuvvetli bir ihtimalle Kafkas Türklerindendir. Annesi, Kaymakam Mehmed Beyin kızı Fatma Hanımdır.
Ömer Seyfeddin, ilk tahsil hayâtına Gönen’de başlayıp, Ayancık’ta devam etti. Daha sonra annesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Aksaray’da Mekteb-i Osmanîde okudu. 1893 yılında Eyüp’teki Baytar Rüştiyesine verildi. Bu okulun, asker çocuklarına mahsus kısmında okuduğu için, burayı bitirince Kuleli Askerî İdâdîsine devam etmesi gerekirken o, Edirne Askerî İdâdîsini tercih etmiş ve tahsilini orada 1900 yılında tamamlamıştır. Bu İdâdîde, BatıTesirindeki Türk Edebiyatının meşhur kabul edilen simalarını, ders olarak okurken, duyduğu ilgi sebebiyle, tanımak imkânını da bulmuştur. Böylece, edebiyata karşı olan merakı bu devrede başlamıştır. Önceleri şiire merak sararak, ilk şiirlerini Edirne’de yazdı. İlk manzumesini de, 1901 yılında Mekteb-i Harbiyedeyken İstanbul’da, Mecmua-i Edebiyedeneşretti.
Ömer Seyfeddin, 1903’te Harbiyeden mezun oldu. Muhtelif yerlerde görev yaptı. 1906 yılında İzmir Jandarma Mektebinde öğretmenlikte bulundu. 1908’den sonra, Selanik’teki Üçüncü Ordunun Nizamiye Taburuna tâyin edildi. 1909’da Bulgar hududunda Yakorit kasabasında hudut bölük komutanlığı yaptı. Burada, Bulgar eşkıyâsını tâkip maksadıyla, birçok yerleşim merkezini gezdi. Türk ve İslâm düşmanı komitecilerin Müslümanlara karşı yaptıkları pek vahşi ve son derece barbarlık örneği hâdiseleri yerinde müşâhade etti. Hikayelerinde görülen millîlik vasfı, bizzat gördüğü vahşet ve dehşete karşı, kendisinde uyanan reaksiyondan doğmuştur.
Ömer Seyfeddin’in esas edebî faaliyeti, Genç Kalemler Mecmuası’nın ilk sayısında görülür. Bu mecmuada Yeni Lisan adıyla neşrettiği makâlesi, onun edebiyatımız hakkındaki görüşlerini, millî görüşlerini ihtivâ eder. Bu makâlede, edebiyatımızın Batıya yönelmeden önce Doğu edebiyatını, Batıya yöneldikten sonra da Fransız edebiyatını taklide yöneldiğini anlatır. Kendi anlayışına göre, edebiyatımızın tâkip etmesi îcab eden esasları hakkında bilgi verir. Bu anlayış, edebiyatımız hakkında, bilhassa sâdeleşme mevzuunda söyledikleri, günümüze kadar söylenmişlerin en doğrularıdır. Milliyetçilik hakkındaki görüşlerini de bu yazısında bulmak mümkündür. Diğer yazılarından da anlaşılacağı gibi, milliyetçilik anlayışını ırktan çok dil, din, terbiye, örf esaslarına bağlamıştır. Böylece inançları, terbiyeleri, kültürleri, gelenekleri bir olan insanların meydana getirdikleri birliğin daha kalıcı, sağlam ve uzun ömürlü olacağını kabul etmiştir.
Ömer Seyfeddin, Genç Kalemler’de, Ali Canib ve Ziyâ Gökalp ile birlikte bir müddet çalıştıktan sonra, bir aralık istifâ edip orduya döndü. Balkan Savaşında bulundu. Kamanova’da Sırplara, Yanya’da Yunanlılara karşı çarpıştı ve esir düştü. Bir yıl kadar Yunanistan’da esâret hayâtı yaşadı. Yazılarını Ali Canib mârifetiyle, Türkiye’de Halka Doğru, Türk Yurdu, Zekâ isimli mecmualarda neşretti.
Balkan Savaşından sonra ordudan tekrar ayrıldı. İstanbul’da Türk Sözü Mecmuası’nda baş muharrir olarak neşriyat hayâtına girmiş oldu. Oldukça fazla neşriyatta bulunduğu bu devrede ayrıca, Kabataş Sultanisinde, İstanbul Erkek Muallim Mektebinde edebiyat hocalığı yaptı.
1913’ten sonra bir taraftan neşriyata büyük bir şevkle devam ederken, bir yandan da dil vâdisinde başlattığı faaliyetlerine devam etti. Türk dilini, her devirden daha çok sun’îleştiren, Türk edebiyatına frenk modasını hayranlık derecesinde çok tatbik ederek eserler vermeğe gayret eden Servet-i Fünûncularla ciddi münâkaşalara girişti. Onların hakkında söylediği düşünceleri:
“İşte biz Türk dilini bu edebiyat zâlimlerinin elinden kurtarmağa çalışacağız. Halka kendi faydasına yarayacak şeyler yazacak ve memleketimizde, okuma muhabbeti uyandırmaya çalışacağız.” diye ifâde etmektedir.
Makâle ve hikâyelerini Türk Sözü Mecmuası’ndan başka Büyük Mecmua, Diken Dergisi, Vakit Gazetesi, Zaman Gazetesi gibi mecmua ve gazetelerde neşreden Ömer Seyfeddin, Birinci Dünyâ Savaşı sonundaki mağlubiyet, İstanbul’un işgâli ve Mütâreke, bu arada İttihat ve Terakkinin ileri gelen isimlerinin Dersaâdet (İstanbul)den kaçmaları, yazarın zaten zayıf olan sağlığını daha da bozdu. Ağır bir şeker koması netîcesinde, 6 Mart 1920’de vefat etti.
Fikrî ve edebî şahsiyeti: Yirminci yüzyıl Türk realist hikâyeciliğinin önemli simalarındandır. Birbirinden güzel hikâyeler kaleme almış olan Ömer Seyfeddin’in bu hikâyelerinin çıkarıldığı kaynakları şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Çocukluk hatıralarından alınmış hikâyeler: Bunlar, Çocuk Edebiyatımızın en güzel örnekleridir. Baba ocağının şefkat ve muhabbet dolu hatıralarının, ilkokul günlerinin dile getirildiği eserlerdir. Bâzıları hafif bir mizah karıştırılarak anlatılmıştır. And, Falaka, Kaşağı bu devrenin mahsülü hikâyelerdir.
2. Yakorit sınır bölüğünün ilham ettiği hikâyeler: Balkanlı kavimlerin, özellikle Bulgar eşkiyasının Müslüman Türk halkına ve Osmanlı tebaası olan kendi soylarından insanlara karşı işledikleri çirkin ve pek âdî cinâyetler, tecâvüz ve tasallutlar, sataşmalar dile getirilmiş ve açık sahnelere yer verilmiştir. Bu yönden okuyucuda menfî tesir uyandırmıştır.
Bugün medenî insanlığın gözleri önünde cereyan eden, Türklere karşı işlenen insanlık suçu, o devirde de aynen devam ediyordu. Ömer Seyfeddin, Balkan kavimlerindeki bu insanlık dışı Türk-İslâm düşmanlığını Beyaz Lâle, Tuhaf Bir Zulüm gibi hikâyelerinde dile getirdi.
3. Türk savaş târihinden çıkarılan hikâyeler: Ömer Seyfeddin, Türkün kahramanlığına, vatan sevgisine îmânına hayrandı. Son zamanlarda Türk münevverinin Batıya karşı hayranlığı, kendisinde korkunç bir aşağılık duygusunun doğmasına sebep olmuştu. Ömer Seyfeddin, mâzideki muhteşem devirleri, Türkün yenilmez, aşılmaz îmân gücünün sembolü yiğitlikleri dile getirmek sûretiyle yeni kahramanların yetişmesine yardımcı olmak istiyordu. Bu maksatla yarı târih, yarı destan havası taşıyan hikâyeler neşretti. Çok sevilen bu hikâyeler, Birinci Dünyâ Harbinin muhtelif cephelerinde çarpışan insanlarımıza ümit aşılıyordu.
4. Folklörden ve Anadolu efsanelerinden çıkarılan hikâyeler: Bunlar, Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında dolaşan hikmetli kıssalardır. Yazar, bu efsâneleri modern hikâye tekniğiyle ifâde etmiştir. Yüz Akı, Üç Nasihat, Kurumuş Ağaçlar gibi. Bitirilememiş Yalnız Efe adlı bir roman tasarısı da, mevzuunu bir Anadolu efsânesinden alır.
5. Bir fikri yermek veya övmek için yazılmış hikâyeler: Hikâye tekniği îtibâriyle zayıftırlar. Bu hikâyelerde Türklüğü inkâr eden kozmopolit, yabancı kültürlere hayran kişiler ve zümreler, enine boyuna işlenir. Türklüğü hakir gören bu âsî tiplere karşı kahramanları, daha doğrusu kendisi ateş püskürür. Onlara karşı isyan eder. Efruz Bey, Fon Sadriştayn’ın Oğlu, Kızıl Elma Neresi, Primo Türk Çocuğu bu duyguların yaşandığı hikâyeleridir.
6. Günlük hayattan alınmış hikâyeler: Onun en realist olduğu hikâyelerdir. Çoğunda açıkça bir mizah göze çarpar. Bâzılarında bir fikir ağır basar. (Mahçupluk İmtihanı, Perili Köşk, Gizli Mâbed, Bahar ve Kelebekler vb.)
Bâzı hikâyeleri, üzerinde durulmamış olmalarından dolayı hikâye tekniği îtibâriyle zayıftırlar.
Ömer Seyfeddin, edebiyatımızda, destan rûhu taşıyan millî hikâyeleriyle şöhrete ulaşmış, İttihat ve Terakkinin bütün menfiliklerinden uzaklaşmış bir şahsiyettir.
Eserleri: Yazarın sağlığında müstakil kitap olarak yayınlanan eserleri çok azdır. Târih Ezelî Bir Tekerrürdür (hikâye, 1910), Ashab-ı Kehfimiz (roman, 1918), Harem (roman, 1918), Efruz Bey (roman, 1919), Yalnız Efe (roman tefrikası, 1919). Ölümünden sonra ise, Gizli Mâbed (hikâye, 1926), Yüksek Ökçeler (hikâye, 1926), Bahar ve Kelebekler (hikâye, 1927) adlı hikâye kitapları basıldı. Ömer Seyfeddin’in tahkiyeli, hikâye türündeki eserlerinin ilk külliyatı 1938 yılında şu isimlerle yapılmıştır:
Yüksek Ökçeler, İlk Düşen Ak, Bomba, Gizli Mâbed, Asilzâdeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lâle, Mahcupluk İmtihanı, Dalga, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür.
Ömer Seyfeddin otuz altı yıllık ömrüne 159 hikâye, 7 piyes, bâzısı yarım kalan 7 roman, 1 masal, 71 şiir, 81 makâle sığdırmıştır.
(Bkz. Şerbetçi Otu)
Ocak Ayı
6 Beyaz Baston (Körler) Haftası
7 Filistin Günü
8 Veremle Savaş Haftası (1. Pazartesi)
Enerji Tasarruf Haftası (2. Pazartesi)
10 Çalışan Gazeteciler Bayramı
25 Dünyâ Cüzzam Günü
26 Dünyâ Gümrük Günü
Şubat Ayı
9 Sigarayı Bırakma Günü
15 İzcilik Haftası
19 Yardım Sevenler Haftası
Mart Ayı
1 Yeşilay Haftası
8 Dünyâ Kadınlar Günü
Turizm Haftası (2.Pazartesi)
(Çanakkale) Zafer Haftası (18’i içine alan gün)
15 Dünyâ Tüketiciler Günü
17 Dünyâ Denizcilik Günü
19 Dünyâ Yaşlılar Günü
20 Dünyâ Irkayrımı ile Mücâdele Günü
21 Ormancılık Günü
Vergi Haftası (4. Pazar)
23 Meteoroloji Günü
26 (Edirne) Balkan Şehitlerini Anma Günü
27 Dünyâ Tiyatrolar Günü
Kooperatifçilik Haftası (Son Pazartesi)
Nisan Ayı
1 Dünyâ Kanser Haftası
3 Türk KanserHaftası
4 NATO Günü
4 Deniz Şehitleri Günü
Şehit Polisler Haftası (10Nisanı içine alan hafta)
5 Avukatlar Günü
7 Dünyâ Sağlık Günü
Sağlık Haftası (2.Pazartesi)
Kalp Haftası
9 Mîmarlar Günü
14 (AT) Avrupa Günü
Turizm Haftası (3. Pt)
18 (Adana) Karacaoğlanı Anma Günü
21 Ebeler Haftası
22 Millî Egemenlik Haftası
22 Dünyâ Günü
23 Çocuk Bayramı
25 (Manisa) Mesir Bayramı
29 Dünyâ Nüfus Günü
Mayıs Ayı
Trafik Haftası (1.Cumartesi)
2 Mevlânâ’nın Konya’ya gelişi kutlamaları.
3 Âile Haftası
5 Avrupa Günü
5 Noterler Günü
6 Kan Haftası
6 Bahar ve Kültür Bayramı
6 (Eskişehir) Yunus Emre Kültür Haftası
Dünyâ Anneler Günü (2. Pazar)
Âile Haftası (2. Pazartesi)
8 Dünyâ Kan Günü
10 Sakatlar Haftası
12 Dünyâ Hemşirelik Günü ve Haftası
13 Arkeoloji Haftası
İstihdam Haftası (3.Pazartesi)
14 Eczâcılar Günü
14 Dünyâ Çiftçiler Günü
15 Gençlik Haftası
15 Hava Şehitleri Günü
17 Dünyâ Haberleşme Günü (Telekominikasyon)
18 Müzeler Haftası
19 Gençlik ve Spor Bayramı
21 Dünyâ Süt Günü
Türk Evleri Haftası (23 ?)
28 Dünyâ Kıble Günü
31 Dünyâ Sigara İçmeme Günü
Haziran Ayı
1 Hava Kuvvetleri Günü
5 Dünyâ Çevre Günü
13 Toprak Bayramı
Babalar Günü (3. Pazar)
21 Gündönümü
23 (Bodrum) Turgut Reis’i Anma Günü
28 Kara Kuvvetleri Günü
30 Emekliler Günü
Kooperatifçilik Haftası (Son Hafta)
Temmuz Ayı
1 Denizcilik Günü
1 Dünyâ Mîmarlık Günü
5 (Akşehir) Nasreddin Hoca’yı Anma Haftası
Esir Milletler Haftası (2.Pazartesi)
10 Dünyâ Hukukçular Günü
12 Esir Milletler Haftası
16 Dünyâ Kıble Günü
24 Gazeteciler Günü
Ağustos Ayı
Zâbıta Haftası (1-7 Ağustos)
1 Avcılar Bayramı
16 (Kırşehir)Hacı Bektaş Veli’yi Anma Günü
17-25 İbn-i Sina Haftası
19 Denizcilik Haftası
25 (Afyon) Zafer Haftası
30 Türk Silahlı Kuvvetler Günü
Eylül Ayı
1 Dünyâ BarışGünü
3 (Eskişehir)Seyyid Gaziyi Anma Haftası
8 Dünyâ Okuma-Yazma Günü
13 (Polatlı) Sakarya Şehitlerini Anma Günü
İlköğretim Haftası (3. Pazar)
İtfaiye Haftası (25’i içine alan hafta)
26 Dil Bayramı
Mucitler ve Araştırmacılar Haftası
27 Dünyâ Turizm Günü
27 TürkDeniz Kuvvetleri Günü
Ekim Ayı
Dünyâ Çalışanlar Günü (1. Pazartesi)
Dünyâ Çocuk Günü (1.Pazartesi)
1 Câmiler Haftası
4 Hayvanları Koruma Günü
7 Uzay Haftası
(Kırşehir) Ahi Evrân ve Esnaf Haftası (2.Pazartesi)
9 Dünyâ PTT Günü
11 Dünyâ Gazete Dağıtıcıları Günü
13 Harp Akademileri Günü
14 (Tarsus) Lokman Hekim’i Anma Günü
Aziz Mahmûd Hüdâi’yi Anma Günü (3. Pazartesi)
Türk Diş Hekimliği Haftası (3.Pazartesi)
15 Dünyâ Standartlar Günü
15 Türk Standartlar Haftası
16 Dünyâ Gıdâ Günü
22 Sanat Bayramı Haftası
24 BirleşmişMilletler Günü
29 KızılayHaftası
Nineler Günü (4. Pazar)
Kasım Ayı
4 UNESCO Günü
7 Dünyâ Şehircilik Günü
Dünyâ Çocuk Kitapları Haftası (2. Pazartesi)
9 Organ Nakli Haftası
10 Atatürk Haftası
14 Sinama Günü
17 Diş Hekimliği Haftası
20 Sanâyi Haftası
24 Öğretmenler Günü
29 Filistin Halkı ile Dayanışma Günü
Aralık Ayı
Vakıflar Haftası (1. Pt)
5 Kadın Hakları Günü
10 Dünyâ İnsan Hakları Günü
10 İnsan Hakları Haftası (10’unu içine alan hafta)
11 (Konya) Mevlâna’yı Anma Haftası.
12 Türk Malları Haftası
21 (Kıbrıs) Mücâdele ve Şehitler Haftası
Hava Kirliliği ile SavaşHaftası (3.Pazartesi)
22 Dünyâ Kooperatifçilik Günü
Alm. Ente (f), Fr. Canard (m), İng. Duck. Familyası: Ördekgiller (Anatidae). Yaşadığı yerler: Göl ve durgun su kıyılarında, bataklıklarda, sazlıklar arasında. Özellikleri: Yassı süzgeç gagalı, perde ayaklı su kuşları. Çamurları karıştırarak besin ararlar. Yabânîler göçücüdür. Ömrü: 20-30 yıl. Çeşitleri: 100’den fazla türü vardır. Yeşilbaş, angıt, kılkuyruk, kaşıkgaga, küçük testere gagalı, büyük testere gagalı, kara ördek, misk ördeği meşhurlarıdır.
Hemen hemen bütün dünyânın sulak bölgelerinde yaşayan, perde ayaklı su kuşları. Göl ve bataklık kenarlarını pek severler. Hızlı akan nehir ve denizlerde yaşayanlar da vardır. Beslenmesi kolay olduğundan, evcil birçok soyları üretilmiştir. Memleketimizdeki ördekler, birçok ırkın karışmasından elde edilen melez karışımıdır. Yabancı ülkelerde, ıslah edilmiş Kampbel, Pekin, Ruen gibi saf ırklar mevcuttur. Evcil ördekler, yabânî olan yeşilbaştan türemiştir. Yassı gaga, perdeli ayaklar, badi badi bir yürüyüş ve vak vak gibilerden bir ses, ördeklerin belli başlı özellikleridir. Kısa ayakları vücudunun arka kısmında oduğundan, yürürken zorluk çekerler. Erkekler dişilerden daha büyük ve gösterişlidir. Kışın ve ilkbaharda semirdiklerinden etleri lezzetli olur. Bu devrelerde bol avlanırlar. Evciller et, yumurta ve süs için beslenirler. Soğuğa ve yağmura dayanıklı hayvanlardır. Erkek ördeklerin tüyleri parlak ve renklidir, boyunları yeşil olur. Beyaz, yeşil, kurşunî, mavi, siyah tüyler karışarak hayvana güzel bir görünüş kazandırır. Dişilerin tüyleri daha donuk, daha az renklidir. Her iki cinsin soluk ve donuk renkli türleri de vardır. Özellikle Amerika’da yaygın olan evcil misk ördekleri beyaz tüylüdür.
Erkeğin tüyleri yazın dökülerek, dişiler gibi esmer tüylere bürünür. Tüyler, tıpkı kiremit gibi birbiri üstüne dizildiğinden hem içine kolay kolay su geçmez, hem de geçse bile kaygan olduğundan sudan çıkınca çabuk kurur. Ördek, kuyruküstü yağ bezlerinden, gagasını sürerek aldığı yağları tüylerine değdirerek bu kayganlığı sağlar.
Ördekler iyi yüzücü ve dalıcıdır. Sırtları üstten basık, göğüsleri ileri çıkıktır. Bir kayığa benzer. Geniş ve yassı gagasının üzeri sinirce zengin bir deriyle örtülüdür ve kenarları tırtıklıdır. Suya dalarak çamurları baştan başa araştırır. Ağzına bir miktar çamurlu su alarak gagasını kapar ve dilini piston gibi ileri geri hareket ettirerek çamurlu suyu aralıklardan sızdırarak dışarı çıkarır. Bu arada tohum ve kurtçuklar ağızda kalır. Sümüklü böcek, kurbağa larvaları ve küçük balıkları da yutar. Ne bulursa yer. Gâyet obur olduğundan, bâzan bir kurbağayı birden yutmaya çalışır. Denizlerde yaşayan bâzı türler, balık ve kabuklu deniz hayvanları ile beslenirler.
Suya daldığında gaga üstündeki soluk deliği suyun girişine mâni olmak için kapanır. Ördeklerin öne doğru olan üç parmağının arasında perde şeklinde gerili deri bulunur. Arkada kalan küçük parmak ise serbesttir. Karada iki yana sallanarak zahmetle yürümesine karşılık, suda çok rahat hareket eder. Çok hareketli olan kuyruğu, yüzerken dümen vazifesi görür. Evcil ördekler yuva yapmaz ve uçmazlar. Yabânî türler içinde ağaç kovuklarında veya çalılıklar arasında yuva yapanlar vardır. Yeşilbaş, terk edilmiş tavşan çukurlarında yuva yaparak yumurtlar. Yaban ördekleri toplu yaşar ve kışın ılık bölgelere sürüler hâlinde çok göç ederler. Evcil ördekler, küçük gruplar hâlinde yaşarlar. Genellikle her erkeğe 6 dişi düşer. Göl ve dere kenarlarında veya bahçe havuzlarında kolayca yetiştirilebilen kümes hayvanlarıdır.
Suyu çok severler. Damızlık olanlar için mutlaka bir havuz yapılır. Avrupa’da pastacılar, bol miktarda ördek yumurtası tüketirler. İklime bağlı olarak, genellikle şubat-mart aylarında yumurtlamaya başlarlar. Yumurtalar 15-20 adeti bulduğunda dişi kuluçka olur. Yumurtalar, folluktan toplandığı taktirde geç kuluçka olurlar. Bu durumda 3-4 ay yumurtlamaya devam ederler. Her dişi, bu süre içinde 50-60 yumurta yapar. Yavru ördekler çabuk geliştiği için, kısa zamanda yumurtlamaya başlarlar. Sağlıklı bir dişi, 7-8 yıl yumurtlayabilir. Kuluçka müddeti 28-29 gündür. Dişi ördekler, yumurtalara gerekli ilgiyi pek göstermezler. Bundan dolayı ördek yumurtaları, çoğunlukla tavuk veya hindi altına konur.
Yumurtadan çıkan ördek yavrularına, 1-2 gün sonra yem verilmeye başlanabilir. Haşlanmış yumurta kıyılarak verilmesi uygundur. Daha sonraları yemlere ekmek içi, buğday ve mısır unları karıştırılmaya başlanır. Hatta içine körpe yeşillik de katılması iyi olur. Yemler, havuzda erginler tarafından kapışılacağından yavrular aç kalabilir. Bunu önlemek için havuz, çıtadan yapılmış bölmelerle ayrılabilir. Yavrular dar aralıklardan geçerek kendileri için ayrılan kısımda rahatça beslenebilirler. Evcil ördekler 15 yıl kadar, yabânîler çoğunlukla 20-30 yıl yaşarlar.
Ördeklerin yüzden fazla türü vardır. Yeşilbaş, angıt, kılkuyruk, kaşıkgaga, kara ördek, misk ördeği, moskof ördeği, al kuşaklı ördek, orman ördeği meşhurlarıdır.