OVALAR
Alm. (Tief-) Ebene (f), Fr. Plaine (f), İng. Plain. Bulunduğu yerde çevresine göre çukurda kalmış, derin vâdilerle yarılmamış düz, geniş, umûmiyetle alüvyonlarla örtülü, yatak meyli az olan akarsuların derine gömülmemiş bulunduğu topraklara verilen ad. Ovaların başlıca özelliği pek az eğimli (% 1-4 kadar) olmalarıdır. Bir yüzey şeklinin ova olup olmadığı, alçak, veya yüksek oluşundan değil; vâdilerle yarılıp yarılmamış olduğundan anlaşılır.
Ovalar çeşitli şekillerde meydana gelmişlerdir. Bunlar genel olarak birikim ovaları ve aşınım ovaları şeklinde iki bölüme ayrılır.
1. Birikim ovaları: Akarsuların, deniz dalgalarının, buzulların taşıyıp biriktirdikleri molozlardan meydana gelmiştir. Bu ovalara örnek olarak, dağlarda, dağ eteklerinde görülen ovalar, deniz kıyılarındaki ovalar, akarsuların aşağı çığırlarındaki geniş ovalar ve soğuk iklimli yerlerde buzul taşlarından meydana gelmiş düzlüklerdir.
2. Aşınım ovaları: Aşınmayla meydana gelen ovalardır. Bu ovalara örnek akarsuların meydana getirdiği peneplen (yontukdüz)lerdir. Dalgaların aşındırmasıyla meydana gelmiş hafif dalgalı düzlükler biçimini almış, sonradan suların üstüne çıkmış, kıyı platformlarıdır.
Ovalar, bütün bölümlerinde düz olabildikleri gibi, bâzısında dalgalı, yer yer tepelerin bulunduğu, yerine göre küçük ölçüde basamakların da bulunabildiği, yeryüzü şekilleri olarak göz önüne alınırlar. Ovalar, deniz kıyılarında oluşmuşlarsa bunların yüksekliği az, çok yerde 20-30 m kadardır. Bunlar “Alçak ovalar” veya “kıyı boyu ovaları” adıyla anıldıkları gibi “Çukur ova” şeklinde de isimlendirilirler. Türkiye’nin Akdeniz Bölgesindeki Çukurova bu özelliği taşır ve bu adla anılır. Daha içerilerde ise, dağlar, tepeler veya yaylalar arasındaki tektonik çöküntü alanlarında, farklı yüksekliklerde ovalar meydana gelmiştir. Böyle yerlerden geçen akarsular, taşıdıkları alüvyonları biriktirerek, böyle yerlerde alüvyon ovalar teşekkül etmiştir. Bunların bir kısmı 1000 m hatta 1500-2000 m olan yüksekliklerdedir. Böyle ovalara “yüksek ova” denir.
Türkiye’de Hakkari bölgesinde yüksekliği 2000 m olan ve Yüksek Ova adını taşıyan büyük bir ova vardır. Ovalar çeşitli büyüklükte ve biçimdedir: Sadece 10-20 km2lik küçük ovalar, yüzlerce kilometreyi bulan büyükçe ovalar (Çarşamba, Bafra ovaları gibi), binlerce km2lik büyük ovalar (Çukurova ve Konya Ovası gibi).
Dünyâda ise çok daha büyük ovalar vardır (Nil Deltası Ovası 2400 km2, Ganj Deltası Ovası ise 44.000 km2dir). Her kıtada büyük ovalar vardır ve bu ovaların büyük ekonomik değerleri olmuştur. Meselâ Po Ovası, Eflak Ovası, Kuzey Avrupa ovaları, Avrupa kıtasındadır. Asya’da Mezopotamya Ovası, Orta Asya Ovaları, İndus, Ganj veKuzey Çin ovaları, Sibirya düzlükleri bulunmaktadır. Afrika’da BüyükSahra’nın ova şeklindeki yerleriyleKongo ve Kalahari’deki ovalar geniş yer tutar. Avustralya’nın orta bölümünün çukurluklarında Avustralya iç ovaları oluşmuştur. Kuzey Amerika’da Mississippi Ovaları ve GüneyAmerika’da Amazon Ovaları belirtilebilir.
Türkiye’de her türlü nitelikte ova özelliği gösteren yerler yaklaşık olarak 190.000 km2lik yer tutar. Bu da Türkiye yüzölçümünün dörtte birdir.
Türkiye’nin kıyı ve kıyı yakını ovaları çoğunlukla 200 metreye kadar olan yükseklikteki düzlüklerdir. Bu ovalar arasında, çok genişleri, çeşitli ürünlerin bol yetiştiği ve şehirlerin yerleştiği ovalar vardır. Ege ovaları, Bursa, Düzce, Adapazarı, Balıkesir ovaları ve Çukurova gibi 500 metreden yüksek Anadolu ovaları, batıdan doğuya doğru yükseliş gösterirler. Eskişehir, Bolu, Çivril ovaları 700-800, Tuz Gölü ve çevresi ovaları, Konya ve Ereğli ovaları 900-1000 m, Kayseri ve Develi ovaları 1000-1100 m, Erzincan Ovası, Uluova 1100-1200 m, Erzurum, Muş, Pasinler ovaları gibi Doğu Anadolu ovaları 1400-1800 m yüksekliğe sâhiptirler.
İngiliz reformcu ve sosyalisti. 14 Mayıs 1771 günü Newtown’da dünyâya geldi, dokuz yaşına kadar eğitim gördü. On yaşında bir kumaşçının yanına çırak girdi.İşverenin zengin kitaplığından faydalanarak zamânının büyük kısmını okumakla geçirdi. On dokuz yaşında Manchester’de büyük bir pamuk işleme fabrikasının başına idâreci olarak getirildi. Kısa sürede idârecisi olduğu firma gelişti. Pamuk işleme konusunda birçok başarılı çalışması oldu.
Owen, fabrikalarda çalışan işçilerin sosyal meseleleriyle de ilgilendi. Daha önce çoğu küçük yaşta olan bakımsız çocuklara eğitim, temizlik ve iş disiplini kazandırmak yönündeki çalışmaları ve işçiler arasındaki cinâyetlere varan anlaşmazlıkları çözmesiyle de başarılı olmuştu. Böylece kısa zamanda yabancı olduğu toplulukta kendisine karşı aşırı bir sevgi ve güven hâsıl oldu. İşçilere gösterdiği kolaylıklar, Owen’ın ortaklarının, gelirleri azalttığı gerekçesiyle îtiraz etmelerine sebep oldu. Owen, ortaklarından ayrılarak başka fabrikalar kurdu. Bu arada insan karakteri ve sosyal yapı ile alâkalı yazılar neşretti. Bu yazılarında insan sevgisini işledi.
Owen, 1815 senesinde fabrika işletmeciliğinde sosyalizm fikirlerini, işbirliğini arttırıcı yönüyle işlemeye başladı. Verimin artması için 1000 kişiden fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde yatakhânelerin ortak, yemekhânelerin ortak ve diğer sosyal ihtiyaçların ortak olarak karşılanması gerektiğini savundu. Zirâat alanında kooperatifçiliğin kurulmasını istedi. İdeal sosyalizmi savunduğu için oldukça kalabalık bir taraftar topladı. Genç yaşlarda dinsizliği seçtiği için Londra’da bir mitingte sosyalist fikirlerini anlatırken dîne karşı görüşlerini de açıklayınca, taraftarlarını kaybetmeye başladı. Dinsizliği, halk arasında kazandığı îtibârının yok olmasına sebep oldu.
Owen’ın fabrika işletmeciliği ve işçi teşkilâtlandırılması ile ilgili tatbikâtları başarılı olduğu için, bu fikirleri Owenizm olarak yayıldı. 1830 senelerinde İngiltere’de ilk işçi sendika ve ticâret odaları birlikte kurulmaya başlandı. Owen, 17 Kasım 1858 günü Newtown’da öldü.
Alm. 1. Meinung, Ansicht (f) 2. (Wahl-) Stimme (f), Fr. 1. Opinion (f) 2. Vote (m), voix (f), İng. 1. Opinion, view 2. Vote. Rey, görüş, düşünce, hüküm, mütâlaa. Tutulacak yol için, bir iş için söylenen söz, fikir. Bir görüşü belirten kâğıt, işâret mânâlarına gelir. Kazan Türkçesinde fikir düşünce kelimeleri karşılığı kullanılırdı.
Bir heyet veya teşekkülün üyeleri tarafından bir tercih veya görüşün ifâdesidir. Seçim konusu hakkında tercihini belirtmek ve bu tercihi düşünceyi bildiren belli eden kâğıt veya işâret.
Oy, kelimesinin târihi, insanlık kadar eskidir. İnsanlığın babası Âdem aleyhisselâmdan beri insan düşüncesine ve fikrine ihtiyaç duyulduğu her durumda; görüş ve mütâlaa olarak bir oy (rey) sorma ve belirtme bahis konusu olmuştur. İslâmiyette ise “istişâre sünnettir” emri ile, düşünce sâhiplerinin görüş ve mütâlaalarına ve fikirlerine, oylarına, reylerine dâimâ başvurulmuştur.
Demokrasilerde ise siyâsî tercihi bildirme, belli etme vâsıtası olarak “oy” ayrı bir önem kazanmıştır. Anayasa hukûku, bakımından “oy” terimi başlıca iki mânâda kullanılır:
1. Ya belli bir düşünce ve kanâate sâhip olma ve bunu ifâde etmedir ki, buna “kamuoyu misaldir” veya görüş ve kanâatinin sonucunu önceden tespit edilen şekilde; şahıs, heyet veya teklifler arasında tercih etmedir. Buna da “halk oyu” veya “referandum” örnek sayılabilir. Bugünkü klasik demokrasilerde, halkın devlet idâresine katılmadaki etkinliği arttıkça, oy da çok fazla önem ve değer kazanmıştır. Husûsî bir yeri olmuştur. Oy, siyâsî iktidarların gelişlerinde ve gidişlerinde meşrûluğun en önemli öğesidir. Seçimlerin temel unsurudur. Demokrasiyle idâre edilen devletlerde millet, yöneticilerini kendi isteği ve irâdesiyle seçer. Bu seçme işi ise, vatandaşların sandık başında oy kullanarak tercihlerini bildirdikleri seçim işlemiyle olur. Umûmiyetle bugün kabûl edilen “genel oy” sistemidir.
Genel oy, seçimlerde oy kullanacak, iktidârı tâyin edecek olan seçmenlere, zenginlik, tahsil, ırk ve cinsiyet gibi özelliklerinden dolayı, farklılık tanımadan oy kullandırma hakkının verildiği sistemdir. Târihte oy hakkı çok sınırlı olarak belli kişilere tanınan bir imtiyazdı. Sâdece, belli bir vergi ödeyebilecek durumdaki varlıklı kişilere; belli bir tahsil seviyesinde olanlara veya soylu bâzı âilelerin mensuplarına oy kullanma hakkı tanınmıştı(Eski Roma ve Yunan devletlerinde örnekleri olduğu gibi).
1921 yıllarına kadar Belçika’da uygulanan çok sayılı oy sisteminde, her erkeğin bir oyu vardı. Ancak âile reisi olmak, belirli seviyede bir vergi ödemek veya yüksek tahsil yapmak gibi sebeplerle ve bu özelliklerin her biri için ayrıca bir oy hakkı daha tanınmıştı. Fransa’da bir dönem uygulanmış olan âile oyu sistemine göre de, bir Fransız evli ve çocuk sâhibiyse, bekâr bir vatandaşa nazaran daha fazla oy kullanır. Oy sayısı ya çocuk sayısı kadar olur veya en çok üç oy kullanabilirdi. Bu sistem nüfus artışını teşvik için tercih edilmiştir. Evlilerin bekâra göre daha faydalı oldukları esâsına dayanır.
Katsayılı oyda ise; bâzı şartların bulunması hâlinde seçmenler, birden fazla yerde oy kullanabilir. Bu sistem Birinci Dünyâ Harbi sonrasına kadar İngiltere’de uygulanmıştır. Seçmenlerin işyeri, ikâmetgâhı veya gayrimenkullerin olduğu yerlerde, ayrı ayrı oy kullanma hakkı vardı. Bu şekilde bir seçmen, katlama yolu ile birden çok oy kullanabilirdi.
Türkiye’de ise, demokrasiyle idâre edilen dünyâ devletleri gibi genel oy sistemi uygulanmakta olup, 1982 Anayasası’nın ilk şekli, “21 yaşını doldurmuş kadın ve erkek her Türk vatandaşı oy kullanma hakkına sâhiptir.” demektedir. Fakat 67. madde 17.5.1987 târihli ve 3361 sayılı kânunla değiştirilmiştir. Bu değişikliğe göre, “Seçimlerin ve halk oylamasının yapıldığı yılda, ay ve günü hesâba katılmaksızın, 20 yaşına giren her Türk vatandaşı seçme ve halk oylamasına katılma hakkına sâhiptir.”
Oy genişlemesi; her insanın kendisinden başlıyarak, hangi kültür seviyesinde olursa olsun, içinde yaşadığı milletin sevk ve idâresiyle ilgilenmesine “oy genişlemesi” denir. Bir bakıma toplumların kültür seviyesinin yükselmesiyle de alâkalıdır. Vatandaş yalnız oy verme zamânında değil, her zaman düşüncelerini bildirmek, tercihini açıklamak hakkına sâhiptir.
Bâzı oy terimleri ve şekilleri şunlardır:
Oy sandığı: Seçimlerde kullanılan oyların zarflı veya zarfsız olarak içine atıldığı mühürlü sandıktır. Açılıp kapanması kânûnî şartlara tâbidir.
Oy vermek: Herhangi bir konudaki tercihini bildirmek. Rey kullanma işlemi.
Oya koymak: Herhangi bir konuda, herhangi bir toplumun oylama yoluyla görüş ve düşüncelerini ortaya çıkarmak.
Oy birliği: Oylamaya katılanların hepsinin tercihinin aynı istikâmette birleşmesi, ittifakıdır.
Oy çokluğu: Oylamaya iştirak edenlerin ekseriyetinin (yarıdan bir fazlası) aynı yönde oy kullanması, ekseriyettir.
Açık oy: Kabul, ret, çekimser gibi, hazırlanan ve üzerinde oy sâhibinin adı yazılı oy kâğıtlarından birini kullanarak veya oy sâhibine sorularak açıkça toplanan oy.
Gizli (kapalı) oy: Oy sâhibinin kimliğini belli etmeden kullanılan oydur. Ekseriyâ kırmızı renkli olanı ret beyaz renklisi evet ve yeşil renkli kâğıt ise çekimser mânâlarına gelir. Genel seçimlerde, bâzı hâl ve şartlarda meclislerde ve bâzı müesseselerdeki önemli oylamalarda bu sistem kullanılır. Bunda seçmen her türlü baskıdan uzak ve rahat oy kullanabilir.
İşarî oy: Oy sâhibinin kalkarak, el kaldırarak, açıkça tercihini göstererek kullandığı oydur.
Mecbûrî (zorunlu) oy: Seçmenin cezâî müeyyide ile kullanmak zorunda olduğu oydur.
Muhâbere ile oy: Bir özür veya engel sebebiyle seçim mahallinde bulunamayan seçmenin, oy kâğıdını seçim kuruluna posta vs. ile gönderebildiği şekildir.
Şahsî oy: Seçmenin bizzat kendi oyunu kendisinin kullanabilmesi, oy kâğıdını kendisinin sandığa atmasıdır.
Vekâletle oy: Herhangi bir mâzeretle oylama yerine gelmeyen seçmenin oy kâğıdını, vekâletle bir başka kişiye kullandırmasıdır.
Oy pusulası: Siyâsî partinin oy kâğıtları birleşik olur. Yüksek Seçim Kurulunca kur’a ile partilerin pusulalarında, kendi adaylarının sıra ile isimleri yazılıdır. Seçmen oy verme yerinde, elindeki “evet” mühürünü dilediği parti sütununa basar. Veya bağımsız adayların ayrıca bulunan oy kâğıtlarını zarfa koyup oy sandığına bırakır.
Seçimlerde oy kullanma ve rey verme hakkı kadınlara geç tanınmıştır. Meselâ Fransa’da 1946’da, İsviçre’de 1972’de, Türkiye’de 1934 senesinde verilmiştir.
Alm. Hakelspitze, Zierspitze (f), Fr. Sorte de dentelle (f), a’làiguille, İng. Pinking; embroidery. Renkli bir ibrişimden veya uygun bir iplikten iğne ile genellikle çiçek ve yaprak şeklinde yapılan işlemeler. İlk peygamber ve ilk insan Âdem aleyhisselâmdan beri insanlar örgü örmesini biliyorlardı. Yapılan târihî araştırmalar netîcesinde M.Ö. 2000 yıllarının örgü örneklerine âit bilgiler elde edilmiştir. İğne ile yapılan örgülerin Orta Asya’dan Anadolu yoluyla Avrupa’ya yayıldığı tahmin edilmektedir. On ikinci yüzyılda Balkanlara, oradan da İtalya yoluyla bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Tığ ile yapılan örgüleriyse, İspanya’da kurulan Endülüs Emevîleri öğreterek yaygın hâle gelmesine sebep olmuşlardır.
Oya dantelden farklıdır. Oya yapma, çiçekle örgü sanatının birleşmesinden doğmuştur. Dünyâ dillerinde bulunmayan oya kelimesi, bu işin Türklere âit bir sanat olduğunu gösterir. Kadın ve kızların iç dünyâlarının zerâfetini ifâde eden göz nûru oyalar, günümüzde Türk el sanatlarından biri olarak önemini muhâfaza etmektedir. Köy ve kasabalarımızda genç kız ve kadınlarımız bu ince zevkin güzel örneklerini vermeye devâm etmektedirler.
İğne oyasında kullanılan teknikler yöreden yöreye farklılık gösterir. İpekten yapılan iğne oyası ince işçilik gerektirir. Küçük iğnelerle, iplikler düğümlenerek yapılan bu türden oyalarda motiflerin dik durmasını sağlamak için gerekli yerlerine saç, at kılı veya ince tel katılır. Oya bittikten sonra da kitre, zamk veya yumurta akı sürülerek sertleştirilir. İpek ve pamuk ipliğinin kullanıldığı tığ oyası, tığla zincir çekilerek yapılır. Mekik oyasının malzemesi tığ oyasının aynısıdır. Belli uzunlukta bir ipliğe işlenmek istenen motifin biçimi verilir ve mekikteki iplik halkalanarak örülür. Firkete oyası pamuk ipliğinden yapılır. Bir firketenin iki koluna geçirilen iplikler ortada tığı ile işlenir. Firkete enindeki bu oyanın bir kenarına tırtıl, boncuk veya pul geçirilir. Koza oyasının malzemesi koza ve ipektir. Oyanın bir parçası ipekle örüldükten sonra kozalardan yapılmış motifler eklenir. Yün oyasında ise yünden yapılmış motifler iğne veya tığla işlenmiş parçaya dikilir. Yine istenen biçimi vermek için bir zamk kitre veya yapıştırıcı bir sıvı ile ıslatılarak parmakla bastırılır. Mum oyasında ise motifin sertliği mumla sağlanır. Boncuk oyasında boncuk hattâ inci kullanılır. Atkılı ve çizgili bir teknikle yapılan oyalara “dokuma oyası” denir.
Oyalarda maydanoz, dut, zeytin gibi yaprak; karanfil, menekşe, mine, papatya gibi çiçek; söğüt, kavak, çınar selvi gibi ağaç; çilek, dut, iğde portakal gibi meyve; biber, bamya enginar gibi sebze motifleri çok görülür. Dağ, tepe, kaya gibi manzara ayrıntıları, câmi kapısı, köprü, kubbe, pencere, köşk parmaklık gibi mîmârî ayrıntılar, kelebek, kuş, arı, tavşan, kirpi, solucan, geyik, yılan gibi hayvan ve çeşitli insan figürlerinin kullanıldığı da görülür.
Alm. Schnitzkunst Laubsägekunst, Bildhauerei (f), Fr. Gravure, sculpture (f), İng. Carving; engraving, sculpture. Mâden, taş, ağaç vs. gibi maddelerin yüzeylerini özel araç-gereçlerle oyarak veya delerek önceden tasarlanan şekil, motif ve cisimleri işleme sanatı. Ağaç ve taş parçalarına böyle şekil yapmaya “oyma”, bu işle uğraşana “oymacı”, yapılan sanata da “oymacılık” denmektedir.
Oymacılık sanatının târihi; çok eski zamanlarda insanların taş, mermer ve ağaçlar üzerine çeşitli şekil ve motifleri işlemeleriyle başlar. Oymacılıkla meydana getirilen ilk eserler heykeller olmuştur. Birçok kabartma taşlarının asırlar sonra yer altından ortaya çıkması bunun delilidir. Eski Mısır ve Yunan medeniyetinden kalma ağaç ve taş üzerine oyulmuş heykel ve mezarlar mevcuttur. Ortaçağda bilhassa ağaç bakımından zengin olan memleketlerde oymacılık daha da gelişerek kendini göstermiştir. İskandinavya, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde o zamandan kalma ağaçtan oyma eserler bulunmaktadır.
Roma’da da kabartma ve oymacılık sanatı ile kiliseler tabîatten alınan çiçeklerin motiflerinden meydana gelen şekillerle süslendi. Bu durum putperestliği önleme ve onun içerisine düşmek korkusuyla yapıldı ve heykelcilik terk edildi. Aynı düşünce yedinci asırdan, 12. asıra kadar devam etti. On ikinci asırda Gotik üslubunun kabartma oymacılığa girmesi, heykelin tekrar kiliselere girmesine yol açtı.
İslâmiyeti kabul etmeden evvel Orta Asya Türklerinin de birçok kabartma ve oyma resim şeklinde heykel yaptıkları bilinmektedir. Bunlar Orhun’da yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Türkler İslâmiyeti kabûl edince, put sayılan heykellerin yapımından vazgeçip tezyînî oyma sanatı ile uğraştılar. Bu sanat Türkistan’da gelişerek altın çağını yaşadı. Buradan Selçuklulara geçti. Oymacılık Selçuklularda câmi, saray, medrese vs. gibi yerlerin kapı ve pencereleriyle binâların dış yüzeylerinde yapıştırma şeklinde kendini gösterdi. Selçuklulardan Osmanlılara geçen oymacılık ve kabartma sanatı daha da gelişti.
Oymacılık sanatında genelde iki metod tâkip edilir:
1. Alçak kabartma usûlü: İstenen ve tasarlanan biçim ve şekilleri sert bir âletle herhangi bir maddenin üzerine oymak.
2. Yüksek kabartma usûlü: Oyulması tasarlanan şekillerin, oyulan cisim üzerinde bırakılmasıdır.
Bu şekildeki oymacılık usûlleri taş vs. gibi cisimlerin tek yüzlerinin kullanılmasında uygulanır. Şâyet oymacılık sanatıyla cisimlerin her tarafı oyulur ve kullanılır hâle getirilirse buna da heykel ismi verilmektedir. Aynı usuller ağaç oymacılığı için de geçerlidir. Ayrıca ağaç oymacılığında şebeke ve geçme usûlleri de uygulanmaktadır.
Şebeke oyma tekniği: Tasarlanan motifleri çevreleyen düzeyin olduğu gibi oyularak çıkarılmasıdır. Bu tekniğin uygulandığı ağaçların çok sert olmaması gerekmektedir.
Geçme oyma tekniği: Selçuklu Türklerinde oyma ile yapılan geometrik motifler. Osmanlılar zamânında geçme parçalar kullanılarak tezyînî değeri arttırıldı ve canlandırıldı. Süleymaniye Câmiinin tahta kürsüsü, Zağanos Paşa Câmiinin kapı kanatları bu teknikle yapılmıştır.
Selçuklular ve Osmanlılarda taş oymacılık gerek şehircilik, gerek yapı mîmârîsi dalında çok uygulanan bir sanattır. Diyarbakır, Konya, Kayseri, Erzurum gibi şehirlerde yapılan câmilerde, hanlarda, hamamlarda, çeşmelerde taş oymacılık sanatının değişik biçimde örnekleri görülmektedir. Çeşmelerin yalaklarında ve aynalarında kullanılan motiflerle kitâbelerde rastlanan yazı şekillerinde değişik üslup özellikleri görülmektedir. Sultanahmed’deki Üçüncü Ahmed Çeşmesi, Tophâne ve Azapkapı çeşmeleri taş oyma sanatının ince özelliklerini ortaya koyan birer eserdir.
Türklerde ağaç oymacılık sanatı, taş oymacılığı kadar bol değildir. Selçuklu devri ağaç oymacılığı üslup ve şekillerini Beyşehir-Eşrefoğlu Camii, Konya-Alâeddîn Câmii ve Manisa-Ulu Câminin minberleri; Karamanî İbrâhim Beyin imârethânesi ile Sadreddin Konevî Türbesinin pencere kanatları; Keykâvus Rahlesi Selçuklu ağaç oyma eserlerine misaldir.
Osmanlılar ise ağaç oyma işçiliğine kendilerine has özel bir üslup uyguladılar. Selçukluların geometrik ve rûmî süsleme şekli, Osmanlılarda çiçekli, değişik motiflerle daha da geliştirildi. Ayrıca ağaç oyma sanatına sedef, bağa ve fildişi kakmasını da ekleyen Osmanlılar Selçuklularda görülen kûfî yazısının yerine sûlüs yazı tekniğini kullandılar.
Alm. Spiel (n), Tanz, Fr. Jeu (m), İng. Play, Game. Daha ziyâde eğlenme maksadıyla yapılan faaliyetler. Oyuncaklarla oynamaktan, spora ve bilgisayar oyunlarına kadar pekçok çeşidi vardır.
Oyun genellikle, oyuncuları, kendi hareketlerinin kontrolü altında tutması bakımından, diğer faaliyetlerden ayrılır. Oyuncu, kendi arzusu ile oyunu yönlendirebilir. Bu, daha çok, çocuk oyunlarında geçerlidir. Grup hâlinde oynanan oyunlarda ve sporda ise, oyunun seyrine her oyuncunun tesiri olmaktadır.
Oyunların bir diğer özelliği de hâdiselerin, hızlandırılmış ve basitleştirilmiş olmasıdır. İki saatlik bir filmde bir insanın hayâtı anlatılabilir. Yarım saatlik bir güreş müsâbakasında parlak bir gâlibiyet elde edilebilir. Gerçek hayatta ise böyle çabuk başarılar pek nâdirdir. Bu yüzden oyuncular daha hareketli ve heyecanlı olur.
Bâzı ilkel cemiyetlerde oyun, kutsal kabul edilmiştir. Bu toplumlarda oyunların netîcesine göre ölen kimseler veya kabîlelerin geleceği hakkında hüküm verilir.
Zamânımızda ise, bütün gün fabrikalarda çalışan işçilerden bir kısmı için oyun, değişik bir vakit öldürme vâsıtası olmakta, fakat oyunun netîcesi pek önemli olmamaktadır.
Çocukların oyunlarına dikkat edilirse, yaşlıların hareketlerini taklit ettikleri görülür. Her çocuğun oyunlarında, içinde yetiştiği çevrenin tesiri vardır. Hayvan yavrularında da aynı durum görülür. Yetişkinlerin hareketlerini alıştırma şeklinde tekrarlarlar. Hattâ kuşlar yavrularını uçurabilmek için onları zorlarlar ve yuvadan atarlar. Sonunda yavru çâresiz uçmayı öğrenir.
Oyunun seyri üzerinde oyuncuların tesiri çok az olduğu şans oyunları, gerçekle ulaşılamayan üstünlükleri yakalama fırsatı olarak görülmekte ve bu yolla bâzı kimseler kendilerini tatmin etmeye çalışmaktadırlar. Strateji oyunları ise, diplomasi ile harp kliniğine benzer bir tarzda olup, oyuncuları stratejik düşünmeye zorlar.
Otomobiller, bilgisayarlar, bulaşık makinaları ve birçok otomatik kontrollu cihazların içinde yetişen bugünün çocuklarının oyunlarında da fikrî yön ağırlık kazanmıştır.
Oyunlar, her yerde ve her zaman aynı olmazlar. Memleketten memlekete ve asırdan asıra değişirler. Bununla berâber bütün dünyâda, her devirde yaygın olan oyunlar da az değildir. Çocukların, yetişkinleri taklidi, böyle oyunlara bir misâldir. Günümüzde apartmanlara sıkışıp kalan çocuklar sokakta oynamayıp, televizyondan gördüklerinin tesiri altında kalmaktadırlar.
Erkek ve kız çocuklarının oyunları da farklıdır. Erkekler ava çıkar, güreş yapar. Kızlar, çocukları terbiye ve evcilik oyunu oynarlar.
Birbuçuk yaşına kadar çocuklar için oyun çok lüzumludur. Bu devrede çevresini tanımaya çalışırlar. Ayrıca, kendi özelliklerini de keşfederler. Emekleme, ayakta durma, yürüme, tırmanma ve koşma gibi hareketler ortaya çıkar. İki yaşındaki çocuklar taklide başlarlar. Önce yeme, uyuma gibi kendi hareketlerini, daha sonra da başkalarını taklit ederler. Bu çağda anne babalar da çocukları ile çeşitli oyunlar oynarlar. Ebeveyni kendisiyle çok oyun oynayan çocukların oyuna daha düşkün oldukları müşâhede edilmektedir.
Başlangıçta kendi başlarına oynamayı tercih eden çocuklar, iki üç yaşlarına gelince diğer çocuklarla oynamaya başlarlar. Dört yaşlarında gruplar hâlinde oyunlara katılırlar. Altı yaşlarında oyunlarda hayâlin rolü artar. On yaşlarında ise, sonunda kazanma ve kaybetme bulunan oyunlar (güreş, futbol, zıp zıp gibi) önde gelir.
On beş yaşından sonra çocuk oyunlarının yerini çeşitli sporlar alır. Bunlar takım hâlinde yapılan sporlar olabildiği gibi, ferdî sporlar da olabilmektedir (kayak, güreş gibi).
Yetişkinlik çağının başlangıcından îtibâren artık oyun için fazla vakit ayıramayanlar, ya amatör sporlarla meşgul olurlar veya haftada birkaç saatlerini, seyirci olarak spora ayırırlar.
Çocuk oyunlarının çoğu, doğrudan veya dolaylı yolda hayata alıştırma vazifesi görürler.
Çocuk oyunları, yetişkinlerde de benzer maksatlarla devam eder. Küçük çocuklar, kendi kâbiliyetlerini ortaya koyan oyunlara meylettikleri gibi, yetişkinler de, dağcılık, jimnastik, dalgıçlık gibi, kendi mahâretlerini gösterecek, oyunlardan hatta araba ve motosiklet yarışları gibi tehlikeli eğlencelerden hoşlanırlar. Çocukların oyunlarındaki rekâbet, yetişkinlerde gelişerek devam eder.
Yetişkinlerin oynadığı an’anevî oyunlar, târih boyunca milletlere göre değişmiştir. Eski Yunan’da en meşhuru, olimpiyat oyunlarıdır. Bu oyunlarda atletizm, boks, güreş gibi bugün de bilinen oyunlar vardı. Tabiî ki oyun kâideleri daha değişikti. Meselâ güreşte o zamanlar rakîbini üç defâ yere düşüren, oyunu kazanırdı.
Romalılarda ise en revaçta, olan oyun, gladyatör döğüşü idi. Gâyet vahşice oynanan bu oyundan başka Romalılar, araba yarışları da yaparlardı. Çok hafif ve zayıf olan yarış arabaları çarpışır veya devrilirse sürücü ölür veya ağır yaralanırdı.
Türklerin an’anevî oyunları, harbe hazırlık maksadıyla yapılan güreş, cirit, okçuluk, kılıç-kalkan gibi oyunlardı.
Hayvanlarda oyun: Kuşlar ve memelilerde bâzı oyunlara rastlanmaktadır. Omurgalıların daha alt cinslerinde ise oyun görülmez. Her tür hayvanın da kendine has oyun özellikleri vardır. Meselâ kediler, daha çok av oyunları oynarlar. Köpeklerde, değişik cinslerin oyuna ilgileri çok değişiktir. Av köpekleri oyuna çok düşkünken, kurtlarda oyuna ilgi orta derecede, çakalda ise hiç yoktur.
Hayvanlarda oyun miktârı, beslenme ile de yakından ilgilidir. Yiyecek azaldıkça oyun da azalmaktadır. Oyun, korku ile de azalır. Civarda yırtıcı hayvanlar varsa oyun durur.
İslâmiyet, bedeni ve zihin gelişmelerini sağlayan, düşman ile harpte lüzumlu olan oyunlara, kumar şeklinde olmamak şartı ile, izin vermiştir. Yarış oyunlarının ve diğer oyunların kumara vesile edilmesi yasaklanmıştır.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yalnız erkeğin hanımı ve çocukları ile oynamasının ve harp oyunlarının helal olduğunu haber vermiştir. Nitekim hadîs-i şerîfte; “Ok atmasını ve ata binmesini öğreniniz.” buyruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfte; “Oyunun faydası olmaz. Yalnız, ok atmayı öğrenmek ve atını terbiye etmek ve âilesi ile oynamak haktır.” buyruldu. Yâni faydalı ve lüzumludur. Bu hadîs-i şerîfler, bütün harp vâsıtalarının hazırlanmasını ve kullanılmalarının sulh zamânında öğrenilmesini emir ve teşvik buyurmaktadır. İslâmiyet, zararlı olan ve boş yere vakit geçirmeye sebep olan oyunları yasaklamaktadır.
Alm. Spiezeung (m), Fr. Jouet (m), İng. Toy. Oyun araçlarına verilen umûmî ad. Oyuncakların târihi çok eskilere dayanır. Oyuncaklar, milletlerin kültürlerine ve geçirdikleri târihî çağlara göre büyük farklılıklar arzeder. Teknik bakımdan da basitten, asrımızın en kompleks oyuncaklarına kadar uzanan bir sıralamaya tâbi tutulan oyuncakların bilinen en eski çeşidi toptur. Günümüzde müzelerde teşhir edilen ve ne olduğu hakkında kesin bir hükme varılamayan parçaların bir çoğunun, devirlerinin oyuncakları olduğu kabul edilmektedir.
Oyuncakların en önemli maksadı, oyun çağı çocuklarının gerçek hayâta kolayca intibakını sağlamaktır. Yetişkinlerin günlük hayatta kullandıkları bütün araç ve malzemelerin küçük ve basit örnekleriyle oynayan çocuklar, farkında olmadan kendilerini hayâta hazırlamaktadır. Kısaca söylemek gerekirse hem eğlenmekte hem de öğrenmektedirler.
Oyuncak yapımında bugün en ileri seviyede bulunan ülkeler arasında ilk sıraları Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa ülkeleri almaktadır. Eskiden evlerde, küçük atölyelerde yapılan basit oyuncaklar, artık yerlerini elektronik oyuncaklara bırakmışlardır. Çocukların erkek, kız olmasına ve yaşına göre oynadığı oyunlar farklılık göstermektedir. Günümüzde, zekâyı geliştiren, çocuğu yeni bir şeyler yapmaya alıştıran oyuncaklar tercih edilmektedir.
Alm. Ozon (n), Fr. Ozone (m), İng. Ozone. Mavi renkli, karakteristik kokulu, her molekülünde üç tâne oksijen atomu bulunduran patlayıcı bir gaz.
Van Marum 1786’da elektriklenmiş havanın güzel kokusunun farkına varmıştır. 1839’da Schönbein, fosforun havadaki oksitlenmesinde de aynı kokunun hâsıl olduğunu tespit etti. Marignac ve de la Rive, ozonun, oksijenin bir başka çeşidi olduğunu göstermişlerdir. Fazla miktardaki istihsali Werner Von Siemens’in yüksek voltajlı elektrikle çalışan makinasının keşfinden sonra mümkün olmuştur. Havadaki miktarı az olduğundan hoş kokuludur. Yüksek konsantrasyonlarda yakıcı kokuludur. Çok kuvvetli bir oksitleyicidir. Molekül ağırlığı 48, kaynama noktası -119°C’dir. Suyun birim hacmindeki ozonun çözünürlüğü 0,0088’dir. Ozon, oksijenin enerji absorblamasıyla meydana gelir. Oksijenin allotropudur. Özellikleri oksijenden çok farklıdır. Ozon, atmosferin dünyâdan îtibâren 10-45 kilometrelik mesâfesinde (ozonosferde) az miktarda bulunur. Atmosferin yüksekliği normal şartlara göre (0°C, 760 mm Hg) hesaplanırsa sekiz kilometreye iner, ozon bu yüksekliğin ancak üç milimetrelik kısmını teşkil eder. Atmosferde ozon, mor ötesi radyasyonun tesiriyle oksijenden teşekkül etmektedir. Ozon tabakası, dalga uzunluğu, 2200-3200 A° olan ışınları absorbe eder. 2200 A°dan küçük olan ışınları da oksijen tabakası absorbladığından, yeryüzüne gelen güneş ışığındaki ultraviyole ışınları, yaklaşık 3200 A° dalga boyundadırlar. Durum böyle olmasaydı dalga boyu 3200 A°’den küçük, termik gücü büyük ışınların tesiriyle yeryüzünde hayat olmayacaktı. 22 km yükseklikte atmosferin ihtivâ ettiği ozon miktarı, hacimce milyonda bir kadardır. Daha aşağılarda bu miktar on milyonda bir mertebesindedir. Ozon, organik maddeleri yükseltmeyip kendisi ayrıştığından, havada ancak indirgen maddelerin bulunmadığı kısımlarda rastlanır. Onun için kapalı yerlerden ziyâde dağlık, ormanlık yerlerde veya deniz üstündeki havada rastlanır, evlerin havasında ozon yoktur.
Elde edilişi:
1. Teknikte ozon, sâdece elektriksel yolla elde edilir. Kullanılan elektrik 10.000 volt veya daha yüksektir. Frekansı 500-2000 Hz alternatif akımdır. Kullanılan cihaza ozonizatör denir. Hava veya oksijen kurutulduktan sonra aralarında birkaç milimetre mesâfe bulunan cam duvarlar arasından geçerken ozonlaşırsa da bir kısmı bozulacağından elde edilen verim ancak hacimce % 12’ye kadar çıkar. Oksijenle çalışırsa verim hava ile elde edilenden daha büyüktür. Buna sebep, hava azotunun ozonla kısmen oksitlenmesidir.
2. Perklorat asidinin (HClO4) -50°C’de elektroliziyle,
3. Klorun suya tesiriyle,
4. Peroksitlerin derişik sülfat asidiyle etkileşmesiyle,
5. Susuz potasyum permanganatın (KMnO4), derişik sülfat asidiyle muâmelesiyle,
6. Oksijeni ultraviyole ışınla ışınlamayla ozon elde edilir.
Kullanılışı: Ozon çok müessir, kuvvetli bir oksitleyici olmasına rağmen, pahalı olmasından dolayı pek az kullanılır. Başlıca; içme sularının dezenfeksiyonunda, un ve benzeri maddelerin beyazlatılması, bâzı organik madde fabrikasyonunda, tiyatro v.s. gibi yerlerin havasını temizlemekte kullanılmaktadır.