OSMAN BİN MAZ’ÛN
İlk Müslümanlardan. Künyesi, Ebû Sâib’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. Hicretin ikinci yılında vefât ettiği rivâyet edilirse de bu durum ihtilâflıdır. Babası, Maz’ûn bin Habîb; annesi, Sahîle binti-Anbes’dir. Zevcesi, Havle binti Hakim’dir. Abdurrahmân ve Sâib isimlerinde iki oğlu vardı.
Osman bin Maz’ûn radıyallahü anh temiz bir yaratılışa sâhipti. İslâmdan önce de düzenli ve ağırbaşlı bir yaşayışı vardı.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem İslâm dînini gizli gizli anlatmaya başladığı ilk günlerde Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris, Abdurrahmân bin Avf, Ebû Seleme bin Abdi’l-Esed, Ebû Ubeyde bin Cerrâh radıyallahü anhüm, Peygamber efendimizin yanına gittiler. Resûlullah efendimiz onlara İslâmı anlatınca, orada; hepsi Müslüman oldular.
Osman bin Maz’ûn’un Müslüman oluşu, Resûlullah efendimizi çok sevindirdi. Osman bin Maz’ûn radıyallahü anh Müslüman olduktan sonra evine gitti. Âilesine de İslâmı anlatıp, onların da İslâmla şereflenmesine vesîle oldu. Böylece, âilece Müslüman olma bahtiyârlığına kavuştu. Osman bin Maz’ûn Müslüman olunca, müşriklerin çeşitli eziyet ve işkencelerine uğradı. Bunun üzerine, Peygamber efendimizin müsâdesiyle Habeşistan’a hicret etti.
Aradan bir müddet geçtikten sonra diğer Müslümanlarla birlikte Mekke’ye döndü.
Osman bin Maz’ûn hazretleri îmân ve inancından hiç tâviz vermemiş, en ağır eziyet ve hakâretler bile onu dâvâsından vazgeçirememişti.
Osman bin Maz’ûn radıyallahü anh, Mekke’de kaldığı müddetçe, başına gelen belâ ve musîbetleri sabırla karşıladı. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem izin verince; kardeşleri Abdullah, Kudâme, zevcesi ve oğlu Sâib ile berâber Medîne’ye hicret etti. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Medîne’de onunla Ebü’l-Haysem’i kardeş yaptı.
Osman bin Maz’ûn radıyallahü anh hicretin ikinci senesinde Bedr Harbi sırasında hastalandı. Tedâvisine çalışılmış, fakat iyileşememişti. Nihâyet hicretten otuz ay sonra ebedî âleme göçtü ve Medîne’de ilk vefât eden Sahâbî oldu. Peygamber efendimiz, o kefenlenirken alnından öptü. “Sen dünyâdan, dünyâ da senden bir şey elde etmedi” buyurdu. Mübârek gözlerinden akan yaşlar, Osman bin Maz’ûn’un radıyallahü anh yanaklarına damladı.
Osman bin Maz’ûn’un radıyallahü anh vefâtı sırasında Müslümanların henüz bir kabristanı yoktu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâbı için bir kabristan arıyordu. Medîne etrâfını teşrif buyurdular. “Bâkî’ ile emrolundum.” buyurarak orayı kabristan seçtiler. Osman bin Maz’ûnhazretleri oraya defnedildi. Böylece Bakî’ kabristanına ilk defnedilen o oldu. Kabre indirilirken, Resûlullah efendimiz; “O bizim ne iyi selefimizdir.” buyurdu. Kabrinin baş tarafına bir taş dikti. Ondan sonra birisi vefât edince, Resûlullah’a; “Nereye defnedelim?” diye sorulur, Peygamberimiz de; “Selefimiz Osman bin Maz’ûn’un yanına.” buyururlardı.
(Bkz. İmâm Efendi)
Türk siyâset adamı. 1913’te Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesine bağlı Hasanlar köyünde doğdu. İlköğreniminden sonra ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesinde yaptı. Fransa’da Nancy Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik bölümünü bitirdi.
1937’de Türkiye’ye döndükten sonra Kandilli Rasathânesinde asistan olarak vazife aldı. Ayrıca Haydarpaşa Lisesinde öğretmenlik yaptı. 1946’da Demokrat Partiye (DP) girerek siyâsete atıldı ve parti genel müfettişliğine getirildi. Hitaâbetiyle ve konuşmalarıyla dikkatleri çekti. Kamuoyunda “Anadolu Fırtınası” adıyla ün yaptı. Bir müddet sonra DP’nin CHP karşısında bir muvâzaa partisi durumuna düştüğünü, daha sert bir politika tâkip etmesini isteyerek bir grupla beraber DP’den ayrıldı.
Temmuz 1948’de Millet Partisinin kurucuları arasında yer aldı. Ertesi yıl İsmet İnönü ve Celal Bayar’a komplo düzenlemek iddiasıyla tutuklandı. Kısa bir müddet sonra serbest bırakıldı. 1950 genel seçimlerinde Kırşehir’den Millet Partisinin tek milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Fakat MP laikliğe aykırı davrandığı gerekçesiyle 1953’te kapatıldı. Osman Bölükbaşı Şubat 1954’te bir grup eski MP’liyle Cumhûriyetçi Millet Partisini kurdu ve genel başkanlığına getirildi. 2 Mayıs 1954 seçimlerinde Kırşehir’den tekrar milletvekili seçildi. Bu dönemde hükümeti çok sert bir dille tenkit etti. 1957 seçimleri öncesinde hükümete hakâret ettiği iddiasıyla, dokunulmazlığı kaldırılarak, tutuklandı ve Ankara Cezaevine kondu. Fakat Ekim 1957 seçimlerinde Osman Bölükbaşı ve CMP adayları tekrar milletvekili seçildiler. Osman Bölükbaşı dokunulmazlık kazandığı için serbest bırakıldı ve yeniden meclise döndü. 10 Ekim 1958’de DP’ye karşı güçbirliği kurmak gâyesiyle CMP ile Türkiye Köylü Partisi birleşti. İki partinin birleşmesiyle kurulan Cumhûriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)nin genel başkanlığına Osman Bölükbaşı getirildi. Bölükbaşı 1959’da 10 ay hapis cezâsına mahkûm edildi.
27 Mayıs 1960’ta TBMM’nin kapatılmasıyla milletvekilliği sona eren Osman Bölükbaşı, aynı yıl Kurucu Meclis üyeliğine getirildi. 1961 seçimlerinde yeniden milletvekili seçildi. Genel Başkanı olduğu CKMP 54 milletvekili ve 16 senatörle TBMM’de temsil edilir duruma geldi. 1961 seçimleri ertesinde uzlaşmaz bir tutum takınarak koalisyon hükûmetlerine katılmayı reddetti. CKMP, İsmet İnönü’nün kurduğu ikinci koalisyon hükümetine katılınca parti içinde görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Osman Bölükbaşı parti genel başkanlığından ve 28 arkadaşıyla birlikte partiden ayrıldı. Arkadaşlarıyla birlikte 1962’de Millet Partisini tekrar kurdu.
Millet Partisi Şubat 1965’te Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükümetine katıldı. Fakat Osman Bölükbaşı kabinede vazife almadığı gibi hükümete karşı da açık tenkitler yöneltti. Millet Partisinin lideri olarak katıldığı 1965 ve 1969 seçimlerinde istediği başarıyı gösteremedi. Partisinin oy oranı ve milletvekili sayısı gittikçe azaldı. Mecliste pek küçük bir grubun lideri olarak kaldı. 1972’de genel başkanlıktan ayrılarak yerini eski genelkurmay başkanlarından CemalTural’a bıraktı. 9 Eylül 1973’te milletvekilliğinden istifâ ederek aktif politikadan çekildi.
Hikâye ve roman yazarı. 1890’da İstanbul’da doğdu. Babası bir mahalle bakkalı idi. Sırasıyla Cezrî Kâsım Paşa Mektebini, Eğrikapı Merkez Rüşdiyesini ve Menşe-i Küttab-ı Askeriyeyi bitirdi. Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâsetinde memurluğa başladı (1906). Daha sonra Kıtaat-ı Fenniye Müfettişliğinde kalem memurluğuna tâyin edilen Osman Cemal, Mahmud Şevket Paşaya yapılan sûikastla ilgili görülerek, Sinop’a sürüldü. BirinciDünyâ Harbinde gezici tümenlerde kâtip olarak çalıştı. 1918’de hastalandı ve mâlûlen emekliye ayrıldı. Sütçülük, seyyar satıcılık ve vapur bileti satarak geçimini sağladı. Aynı zamanda çeşitli mizah dergilerinde hikaye, şiir, fıkra ve makaleler yazdı. Cumhûriyetten sonra 1925-1945 seneleri arasında İstanbul İmam Hatip Lisesinde, Çemberlitaş Ortaokulunda ve Fener Rum Kız Lisesinde Türkçe öğretmenliği yaptı. 1945’te İstanbul’da öldü.
Osman Cemal, daha çok Ahmed Midhat, Hüseyin Rahmi veAhmed Hâşim’i tâkip eden bir yazardır.Hikaye ve romanlarında İstanbul’un kenar mahallelerinde, sur dışında yaşıyan halkın günlük hayâtına yer verdi. Çingenelerin gelenek ve göreneklerini Çingeneler adlı romanında işledi.
Osman Cemal’in diğer eserleri şunlardır: Bekri Mustafa (1944), Aygır Fatma (1944), Sandalım Geliyor Varda (1938), Eşkiya Güzeli (1925), Üfürükçü (1939), İstanbul’da Semâî Kahveleri ve Meydan Şâirleri (1937), Altın Babası (1923), Bir Kış Gecesi (1923), Çuvalcı Şeyhinin Halefi (1923), Gonce’nin İntiharı (1925), Çuvalcı Kavgası (1925).
Ayrıca iki oyunu, bir folklor araştırması ve tefrika hâlinde kalmış bir de argo lügati tecrübesi vardır.
On sekizinci yüzyılın sonları ile on dokuzuncu yüzyılın başlarında, Nijerya’nın Sokoto bölgesinde Gobir krallarına karşı gelişen İslâmî direniş hareketinin lideri.
Şehu Osman diye de anılan Osman Dan Fodyo, âlimler sülâlesi olarak şerefli bir geçmişe sâhip olan Fulanîlere mensuptur. 1754 yılında Nijerya’nın kuzey eyâleti Gobir’in Maratta köyünde doğdu. Babası Muhammed Fodyo’dur. İlk öğrenimini babasından gördü. Sonra Abdurrahman bin Hamada, Osman Bindûrî gibi zamanının önde gelen âlimlerinden din ve fen bilgilerini öğrendi. Çevresinde, ilminden başka İslâmiyetin emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmasıyla tanındı. Hocalarından olan Şeyh Jibrilla’yı Ehl-i sünnet inanışına uymayan görüşlerinden dolayı tenkit etti. Şeyh Jibrilla günah işleyen kimselerin kâfir olacaklarını ve sonsuz Cehennemde kalacaklarını söylemişti. Osman Dan Fodyo ise; bunun îmân ile ilgili olmadığını, günah işleyen kimselerin kâfir olmayacaklarını delilleriyle açıkladı. Bu konudaŞeyh Jibrilla’nın yazılarına cevap olarak Nesâihu’l-Ümmeti’l-Muhammediyye adlı eserini yazdı. Yirmi yaşına geldiği zaman ders okutabilecek seviyeye ulaştı. Fakat o, talebe okutmak yerine insanları hakka dâvet yolunu seçip vâizlik vazifesini tercih etti.
Yaşadığı Havza bölgesindeki insanlara nasihat etti. Bölge halkı, eski inançları olan putperestlikteki birçok bâtıl inanış ve âdetleri İslâm dîninin emir ve yasaklarıyla karıştırdıkları için birçok bid’at ve hurafe ortaya çıkmıştı. Beş vakit namaz kılınıyor, oruç tutuluyor, mâlî durumu iyi olanlar zekat verip, hacca gidiyorlardı. Fakat sosyal, ticârî ve siyâsî hayâta İslâmiyet değil, putperestlikten kalma mahallî âdet ve gelenekler hâkimdi. Müslümanlar sünnet ile bid’atı birbirinden ayıramıyacak kadar câhildi. Âlim geçinenlerse ilimden çok kehânetle uğraşıyorlar, kralın sarayındaki câzip vazifelere sarılıyorlardı. Devlet idârecileri de bu durumdan çok faydalanıyor, köle ticâretine aracılık yapıyor, ağır vergiler alıyor, halkın elindeki malları haksız yere gasp ediyor, saraylarını bu yollardan elde ettikleri servetlerle süslüyorlardı.
Bu sırada insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya teşebbüs edenOsman Dan Fodyo önce kendi bölgesi olan Degel’den başlayıp arkasından komşu şehirlere uzandı. Gittiği yerlerde Müslüman veya Müslüman olmayan, kadın erkek büyük kalabalıklara vâz etti ve kitaplar yazdı. Kralları ve devlet idârecilerini adâletsizlikten vazgeçip İslâmiyete uymaya çağırdı.
On dokuz yıl süren ve Havza topraklarının büyük bir kısmını içine alan uzun bir seyâhatten ve sevenlerinden meydana gelen bir cemâat kurduktan sonra kendi memleketi olan Degel’e yerleşti. Kısa zamanda, Degel âlim ve öğrencilerin akın akın koştuğu bir üniversite şehri ve aynı zamanda bir hareket merkezi hâline geldi. Derslerine devam eden pekçok talebeyi yetiştirdi.
Osman Dan Fodyo’nun insanlar arasında büyük bir îtibar kazanmasından rahatsız olan Gobir Kralı Napata ve diğer idâreciler Müslüman halka karşı daha çok baskı ve zulüm uygulamaya başladılar. Kral Napata 1795 yılında üç maddelik bir emir yayınladı.
1. Osman Dan Fodyo dışında kimse vâz veremeyecek.
2. Bundan böyle Müslüman olmak isteyeceklere müsâde edilmeyecek. Babası Müslüman olmayanlar Müslüman olamayacak, buna rağmen İslâmiyeti seçenler ise babalarının dînine dönecekler.
3. Erkekler türban giyemeyecekler, kadınlar ise baş örtüsü taşımayacaklar.
Bu emirlere uymayanlara ağır cezâlar verildi. Osman Dan Fodyo’ya sığınanlar da yakalanıp köle olarak satıldı. Bu sırada Kral Napata öldü. Yerine oğlu Yunfa geçti. O babasından daha fazla şiddet ve zulüm uyguladı. Müslümanları yok etmek için bir dizi silahlı saldırı düzenledi. Köyleri harap edip, mal ve mülkleri yağmalattı. İnsanları öldürdü, kadınları ve çocukları köle yaptı. Bir defâsında Osman Dan Fodyo taraftarlarını alkışlamak için dışarı çıkan kadınlar üzerine asker gönderdi. Kadınları yakalatarak üzerlerinden elbiselerini çıkarttırdı ve ordusunun önünden geçirdi. Kur’ân-ı kerîm ve diğer din kitaplarını yaktırdı.
Bunları işitince çok üzülen Osman Dan Fodyo silahlı mücâdele için ordu toplamaya başladı. Yunfa, Osman Dan Fodyo’ya bulunduğu Degel kasabasını terk etmesini, aksi taktirde hücûm edeceğini bildirdi. Osman Dan Fodyo red cevâbı verince, Yunfa Degel’i kuşattı. Böylece silahlı cihad hareketi başladı. Osman Dan Fodyo Emirü’l-Müminîn (Müminlerin emiri) îlân edildi.
Bu baskılar karşısında Müslümanlar Gobir’in en uzak köşesindeki Gudu’ya hicret (göç) ettiler. 1804 senesi Şubatında gerçekleşen bu hicretten sonra silahlı mücâdele devam etti. Üstün silah güçlerine, sayılarına ve cephânelerine rağmen Gobir Krallığı ve diğer Havza devletleri birbiri ardınca mücâhidlerin eline düştü. Osman Dan Fodyo 1809’da elde edilen toprakların idâresini oğlu Muhammed Bello ve kardeşi Abdullah’a bıraktı. Kendisi vâz etmeye ve eser yazmaya devam etti. 1810 senesinde bütün Havza devletleri tek hükümet çatısı altında birleştirildi. Sokoto Hilâfeti veya Fulânî Devleti diye anılan bu devletin başşehri Sokoto şehri oldu. Bütün hayâtı boyunca kurulması için mücâdele verdiği İslâmî hayâtın temellerini sağlamlaştırmak ve incelemeler yapmakla meşgul olacağı Sifâve köyüne çekildi. Ömrünün sonuna kadar orada kaldı. 1817 yılında orada vefât etti. Osman Dan Fodyo’nun vefâtından sonra Sokoto Hilâfeti idâresi devam etti. Abdullah ve Muhammed Bello’dan sonra da İslâmî havasını sürdürdü. Bu devletin siyâsî, ekonomik, sosyal ve fikrî hayâtı 1903 yılına kadar devam etti. On ikinci Sokoto Sultanı Muhammedü et-Tâhiru İngilizler tarafından şehit edilince Sokoto 15.3.1903’te İngiltere’nin sömürgesi oldu. Bugün ise Nijerya’nın bir eyâleti durumundadır.
Osman Dan Fodyo’nun eserlerinden bâzıları şunlardır; 1) Nesâihu’l-Ümmeti’l- Muhammediyye. 2) Vird Lemma Belâgtü. 3) Vesîkatü Ehl-i Sûdan. 4) Nur-ul-El-Bab. 5) Serdü’l-İhvan. 6) Beyanü’l-Bid’ati’ş-Şeytaniyye. 7) İhyâ-üs-Sünne ve İhvani’l-Bid’a. 8) Cüyüşü’l-Evham.
Osmanlı sultanlarının ilki. Dünyânın en uzun ömürlü hânedanının ve en büyük devletlerinden Osmanlı Devletinin kurucusu. 1258 tarihinde Söğüt’te doğdu. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzinin oğludur. İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. İslâmî ilimler öğretildi. Devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiyeyle yetişti. Ertuğrul Gâzinin silâh arkadaşı ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinledi. Yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazalara katılıp, zaferler kazandı, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi. Bizans’ın hâkimiyetindeki Batı Anadolu cihat memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pekçok kumandan mücâhid, derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi; Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından, ahîlerden, Şeyh Edebâli’nin sohbetlerine katılıp, mâneviyâtını yükseltti. 1277 yılında, on dokuz yaşındayken bir gece rüyâsında; Şeyh Edebâli’nin böğründen bir ay çıkıp, göğsüne girdiğini, sonra göbeğinden, bütün âfâkı, gökyüzünü kaplayan bir ağacın çıktığını, yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını ve insanların ondan çok faydalandıklarını gördü. Rüyâsını Şeyh Edebâlî hazretlerine anlattı. Hocası; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himâyesinde olacak, kızım Mâl Hâtun da sana eş olacak.” diyerek rüyâsını tâbir etti. On dokuz yaşındayken Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hâtun ile evlendi. Edebâlî’nin kızının Bâlâ Hâtun olduğu da rivâyet edilmiştir. Osman Gâzi cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve tatbikatı herkesçe takdir edildiğinden babası tarafından Kayı boyu beyliğine aday gösterildi. Ertuğrul Gâzi, 1281 yılında vefât edince Kayı beyi oldu.
Anadolu Selçuklu Devletinin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arâzisine hâkimdiler. Osman Gâzi, Kayı beyi olunca, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik Tekfuru ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyâları Bilecik Tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler sunmak geleneği vardı. Emânetin teslimi ve alınması, silahsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşîretlerin yaylaya çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl Tekfuru yollarını keserek, onlara zarar veriyor, bu yüzden sık sık çarpışmalar oluyordu. Osman Beyin kuvvet ve nüfûzunun devamlı arttığını gören İnegöl Tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi. İnegöl Tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik Tekfuru tarafından Osman Gâziye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Pazarköy (Ermenibeli)de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâziye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Pazarköy’de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâzi, Kayı ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahman Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp ve Turgut Alp ile görüşme yaparak, İnegöl’ün fethine karar verdi. 1284’te Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzinin yeğeni Bay Hoca şehit düştü. Muhârebe ardından Kulaca Kalesi fethedildi. Mağlubiyet üzerine İnegöl Tekfuru ile Karacahisar Tekfuru birleştiler. 1288 yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar tekrar mağlup edildiler. Bu muhârebede de Osman Gâzinin kardeşiSarı Yatu (Sarı Batı) şehit oldu. Osman Gâzinin Ekizce muvaffakiyeti, Anadolu Selçuklu Sultânı Gıyâseddîn Mes’ûd Şah tarafından mükâfatlandırıldı. Gönderilen bir fermanla Söğüt Osman Gâziye yurt olarak verildi.
Sultandan aldığı duâ sonrasında gazâ akınlarını daha da hızlandıran Osman Gâzi, bir baskınla İnegöl Tekfurunu ve pekçok askerini öldürdü. İnegöl’den pekçok ganîmet aldı. İnegöl Tekfurunun öldürülmesi ve Osman Gâzinin devamlı genişlemesi, Bursa veİznik tekfurlarını telâşlandırdı. Osman Gâzinin Bizans tekfurlarına karşı tâkip ettiği siyâset; Anadolu Selçuklu Sultanlığınca takdir edilip, tekrar mükâfatlandırıldı. 1289’da bir fermanla Söğüt’e ilâveten Eskişehir ve İnönü tarafları verilip, mîrî vergiden muaf tutuldukları gibi Beylik alâmetlerinden alem, tuğ, kılıç ile gümüş takımlı at da gönderildi. Selçuklu sultanının hediyeleri alınıp, fermanı okununca Osman Gâzinin gazâ akınları iyice hızlandı. İznik’e akın tertiplendiyse de kale alınamadı pekçok ganîmetle dönüldü. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular. 1291’de Karacahisar fethedilince, alınan ganimetlerin beşte biri Anadolu Selçuklu Devleti başşehri Konya’ya gönderilip, kalanlar muhârebeye katılan gâzilere dağıtıldı. 1292’de SakaryaIrmağının kuzeyine akın yapıldı. Bu akınlarda Sorgan Köyü, Göynük, Taraklı Yenicesi ve Mudurnu taraflarının askerî mevkileri tahrip edilip, pekçok ganîmet alındı. Osman Gâzi, gazâlarda alınan ganîmetleri hâlen kuruluş safhasında olan devletin ihtiyaçlarını tamamlamakta kullanıyor, kalanlarını muhârebelere katılan gâzilere dağıtıyordu. Osman Gâzinin teşkilâtlanmaya verdiği ağırlık 1298 yılına kadar devâm etti.
Osman Gâzinin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı. Bilecik Tekfuru da Osman Gâzi aleyhine ittifak içine girdi. Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâziyi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, entrikaya başvurdular. Yarhisar Tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik Tekfurunun düğününe dâvet edip, öldürmeyi plânladılar. Osman Gâziye suikast tertibi, dostu Harmankaya Tekfuru Köse Mihal tarafından haber verildi. Gerekli tedbirleri alan Osman Gâzi, Bizans tekfurları ile berâber dâvet edildiği düğüne, hediye olarak kuzu sürüsü gönderdi. Düğün sonrası yaylaya çıkacağını bildirerek, eskiden olduğu gibi değerli eşyâlarının kadınlar vâsıtasıyla kaleye alınmasını istedi. Bilecik Tekfuru, Bizans tekfurlarıyla ittifâk hâlinde olduğundan Osman Gâzinin teklifini kabul edip, düğün yeri olan Çakırpınarı’na gitti. Osman Gâzi aşîretin eşyâsı yerine atlara silâh yükletip, harp hîlesiyle, kırk kadar gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi. Aşîret kâfilesi Bilecik’e gidip, şehri ele geçirdi. Osman Gâzi de düğünden dönen tekfurları kurduğu pusuyla yenilgiye uğratıp, düğüne katılanların ve askerlerinin çoğunu öldürttü. Osman Gâziye karşı tertiplenen Bizans entrikası lehe çevrilip, gelin dâhil, düğüne katılanların bir kısmı esir alındı. Geline Nilüfer adı verilip, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâziye nikâhlandı. Fethe devam edilip, ertesi gün Yarhisar Kalesi kuşatıldı ve ele geçirildi. Osman Gâzinin kumandanlarından Turgut Alp ve gâziler de İnegöl’ü fethettiler.
Osman Gâzi Batı Anadolu’da Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, Moğol İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler. İlhanlı Hükümdârı Gazan Han Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn Şahı İran’a götürdü. Bütün TürkiyeSelçuklu Devletinin toprakları, İlhanlıların eline geçti. İlhanlı zulmünden hicret eden birçok Anadolu Selçuklu emiri ve mâiyeti, Osman Gâzinin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Böylece Osman Gâzi 1281 yılından beri arâzisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçlendi. Anadolu Selçuklu Sultanlığının fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanan Türk beyleri istiklâllerini îlân ettiler. Osman Gâzi de iyice kuvvetlenmişti. 1299’da istiklâlini îlân edip, tâbîlikten kurtuldu. Osman Gâziye istiklâl âlâmetleri olan ferman, sancak, alem, tuğ, kılıç ve at ile takımı önceden verildiğinden, istiklâlini îlân etmesiyle, devlet teşkilâtının müesseselerini kurup, her kaleye subaşı, dizdar, kâdı tâyin etti. Köyler timar olarak sipâhilere dağıtıldı. Bu arada Yundhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzi, yeni fethedilen Yenişehir’i merkez hâline getirdi. Burada idârî, iktisâdî ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, çarşı ve hamam yaptırdı. Devleti beş idârî bölgeye ayırdı. Her bölgenin idâresine güvendiği, kâbiliyetli ve âdil kumandanlar tâyin etti. Oğlu Orhan Beye Sultanönü, Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, HasanAlp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idâresini verdi.
Netîcede dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen Kayı Aşîreti, 1299’da Osman Gâzinin adına izâfeten Osmanlı hânedanı ve devletini kurmuş oldu. Osman Gâzi İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü teşkilât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştiriyordu. Teşkilât ve müessesesini kurarken, İslâm dîninin farzlarından cihat emrini de yapıyorlardı. Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı tehlikesini huduttaki tekfurlarla hâlledemiyeceğini anlayan Bizans Kayseri İkinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleriyle Osman Gâzi 1301’de İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar Kalesi mevkiinde karşılaştılar. 27 Temmuz 1301 târihinde yapılan Koyunhisar Muhârebesinde Osman Gâzi muzaffer oldu. 1302 yılında Köprühisar Kalesi fethedildi. 1303’te Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık Kalesi fethedilip, İznik’in kuzeyindeki Katırlı Dağı eteğine kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasındaki yüz asker bırakılarak İznik ablukaya alındı. 1306’da Bursa Tekfurunun idâresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer yapıldı. Osman Gâzi müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlup etti. Kestel, Kite ve Ulubad kaleleri Osmanlıların eline geçti. 1306’da Osmanlılar, ilk defâ Ulubat tekfuruyla askerî antlaşma imzâladılar. Antlaşmaya göre; mülteci Kite Tekfuru Osmanlılara iâde edilecek, Türkler Ulubad Nehrini geçmeyecekti.
Osman Gâzinin Osmanlı arâzisini devamlı genişletmesi Bizanslıları telaşa düşürdü. Bizanslılar, İlhanlılarla akrabâlık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istediler. Bizans Kayseri kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gazan Hana nişanladı. Onun ölümüyle de Olcaytu Hana nişanlayarak, kalelerini Osman Gâzinin taarruzlarından kurtarıp, Osmanlı hakimiyetindeki arâzilerin geri alınmasını ümit etti. Osman Gâzi, Bizans Kayserinin ittifak arayışı içinde olduğu zamanda da gazâlarını sürdürdü. 1307’de İznik kuşatılıp, Yalova’ya akın düzenlendi. BöyleceOsmanlılar denize ulaştı. 1308’de Marmara Denizindeki İmralı Adası fethedilip, deniz üssüne sâhip olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı. İznik civârındaki Koçhisar fethedildi.
Osmanlıların Bizans hududunda tesis ettiği âdil idâre; tekfurların zulmünden, vergilerin ağırlığından bıkan Hıristiyan ahâliden başka, kumandanların da takdirini kazanmıştı. Rumlar, Osman Gâzinin idâresine sığınmaya başladı. 1313’te Harmankaya Tekfuru Mihal deOsman Gâzinin maiyetine girip, Müslüman oldu. Köse Mihal Gâzi adını alarak, pekçok muhârebeye katıldı. Osmanlı Devletine çok hizmeti geçti. Marmara sâhilinden Karadeniz istikâmetinde gazâ akınlarına devâm eden Osmanlılar, 1313’te Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke, Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini fethettiler. Bursa, Osmanlı arâzisi ortasında bırakıldı. Bursa ablukaya alınıp, Kaplıca ve Uludağ istikâmetlerine iki kale yapıldı. Kaplıca istikâmetindekinin kumandanlığına Osman Gâzinin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi. 1313 yılından îtibâren Bursa kuşatmaya alındı. Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı Aşîretinin Osmanlıya karşı yaptığı düşmanca hareketler, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan muhârebede Çavdaroğlu esir edilip, aşîretin saldırganları cezalandırıldı. 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikâmetindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldılar. Akça Koca Sakarya Nehrinin batısından İznik Kalesine kadar olan mevkiyi fethetti. Buralara, adına izafeten, Koca-eli denildi.
Osman Gâzinin, gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı sürdürdüğü askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken gerçekleştirdiği idârî ve siyâsî faaliyetler onu altmış yaşından îtibâren iyice yormaya başladı. Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti. Gazâ akınlarıyla yetişip, yiğitliği, cesâreti, bilgisi ve dînine sadâkatiyle düşmanların korkusunu, Müslümanların takdirini kazanan oğlunun idâre tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde ve siyâsî hâdiselerde Orhan Gâziyi vazifelendirdi. 1321’de Orhan Gâziyi Mudanya, KaraTimurtaş Beyi de Gemlik seferine gönderdi. Mudanya feth edilip, Bursa ablukası daha da kuvvetlendi. Akınlara devam edilerek 1323’te Akyazı, Ayanköy, 1324’te Karamürsel, 1325’te Orhaneli denilen Atranos feth edildi. Osman Gâzi, 1314 yılından beri çevresini ablukaya alıp, kuşatma hâlinde tuttuğu Bursa’nın fethini görmek istiyordu. Orhan Gâzi 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’yı fethedip, Osman Gâzinin ve Müslümanların arzusunu yerine getirdi. Gâzilerin akınları netîcesinde, Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisarı feth edildi. Bursa dâhil bütün fethedilen bölgeler îmar olunarak, sâhipsiz evler gâzilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlar, İslâm dîninin gayri müslimlerle alâkalı hukûku tatbik edilerek vergilendirildiler.
Osman Gâzinin, hastalığı Bursa’nın fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî ve hanımı Mâl Hâtunun vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Beye vasiyetnâmesi, İslâmiyete olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir.
Vasiyetnâmenin özü şöyledir:
“Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemiyesin! Bilmediğini şerîat ulemâsından sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmiyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmiyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, şerîat ehlinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik davâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum.”
Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarılmış, devletin 600 sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur. Osman Gâzinin misâfir kaldığı evde Kur’ân-ı kerîm’e hürmeti, kurduğu Osmanlı Devletinin 623 yıl dîn-i İslâm ile idâre edilip, 620 yıllık iktidarıyla yorumlanır.
Osman Gâzi vasiyetini yaptıktan sonra 1 Ağustos 1326 târihinde Söğüt’te vefât etti. Kabri Bursa’daki Gümüşlü Kümbeddedir. Osman Gâzinin Orhan Beyden başka Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hâmid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adında oğulları, Fatma Hâtun adında bir kızı vardı. Ölümünden sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti. Osman Gâzi sâlih bir Müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sâhipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dünyânın en uzun ömürlü hânedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi kurduğu hânedanla; üç kıta, yedi iklim, her çeşit ırk, dil, din, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı, bünyesinde Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerif veİslâm âlimlerince öğülen mânevî hizmetlerin mirasçısı ve idârecilik vasfının 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar nesillere intikalcisidir. Osmanlı Devleti şer’î meselelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince hâlletti. Kazâ merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar, Hanefî mezhebine göre karar verirlerdi. Osman Gâzi zamânında askerî teşkilât Oğuz töresine göre olup, aşîret kuvvetlerine dayanıyordu.
Târihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir:
Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin dâhiyâne terkibi, siyâsî istikrar ve sosyal adâletleri sâyesinde üç kıtanın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem dâvâsının en kudretli temsilcileri olmuşlardır.
Osmanlı hânedanı, dünyâda hiçbir âileye nasîb olmayan büyük ve dâhî pâdişâhları bir biri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayâtiyeti bahşetmedi. Onu millî, İslâmî ve insânî idealler çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihân hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkilâtı hâline getirdi. İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için îlân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır.
Osmanlı sultanları ilmi ve ilim adamlarını memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular. Kemâl sâhibi ilim erbâbını dâimâ takdir edip onlara rağbet gösterdiler. Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler. İşlerinde âlimlerle istişâre eylediler. Devlet nizamlarının hazırlanıp, düzenlenmesini ve teftişini onlara havâle edip, idârî mesûliyetlere onları da dâhil ettiler. Bunun için Osmanlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi. Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı.
Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir âhenk, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezâda müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletlerarası en kudretli ve cihânşümûl bir siyâsî varlık teşkil etti. Osmanlı Devleti ve sultanlarının dâvâları da kendi tâbirleriyle “Nizâm-ı âlem” üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, bu millî, İslâmî ve insânî esaslara bağlı bulunan bir cihân hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu. Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesnâ bir kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz bulunuyordu. Osmanlı cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını İslâm dîni ve noun cihâd rûhundan alıyordu. Şeyh ve evliyânın himmetleriyle yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa’ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli’ne yayılıyordu. Bu aradaOsmanlı Devletinin kuruluş ve cihâd rûhunun yükselişinde tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi. Gerçekten de Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf tarîkatleri, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve haleflerinin etrâfı din adamları ve evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almıştır.
Nitekim Osman Gâzi, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî’ye intisâb ederek her hususta onunla istişârede bulunurdu. Kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Bu vasiyete lâyıkıyla uyan Osmanlı sultanları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye, imâret, dârülkurrâ ve türbelerle kutsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle dünyâya İslâmiyeti yaymışlar, asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır.
Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslâm halîfelerinin seksen birincisi. Babası Sultan Birinci Ahmed Han, annesi Mahfiruz Hadîce Sultandır. 1604 senesinde İstanbul’da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyât, târih, coğrafya ve matematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinciMustafa’nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultânı oldu.
İkinci Osman’ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi. 1620 yazında Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru geçerek Otranto Boğazında Adriyatik’e geldi. Dıraz üssünde iki İtalya gemisini ele geçirdi. Daha sonra batıdan doğuya doğru Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi ve İtalya’ya asker çıkardı. Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa bu zaferini Pâdişâha ve husûsî bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Azîz Mahmûd Hüdâi hazretlerine bildirdi ve çok hayır duâ aldı.
Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe almıştı. İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet olarak alındı.
Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621’de Cumâ namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621’de Hotin önüne varıldı ve kale derhâl kuşatma altına alındı. 35 gün devâm eden muhârebelerde kale birkaç defâ düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devlet adamlarının arasındaki geçimsizlikler, kesin netîcenin elde edilmesine mâni oldu. Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirzâ ile Kırım Hânının oğlu Nûreddîn, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pekçok ganîmetle döndüler. Netîcede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.
Lehistan Seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bâzı ıslâhâtlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâhın emirlerine itâat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu. Nitekim Osman Hanın hacca gitme arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandılar. Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, daha sonra bâzı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Netîcede isyan Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu.
İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, revâ gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye götürerek orada hapsettiler. Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu. Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; “Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size dahi kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına bu ihâneti ettiler.” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin câniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı.
Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi. Yeniçeriler, Sultan İkinci Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı. Nitekim, çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldular. Osman Han hayâtına kasd eden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, ben sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansıb verdim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı.
Buna rağmen, Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikule’ye götürerek boğmalarını emretti. Eski sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar görülmemiş kalabalığı teşkil ediyordu.
Yedikule’ye gelindiği zaman vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker dağıldı. Daha sonra Dâvûd Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin. Yarına kalmasın.” dedi.
Sultan Osman, günlerden beri perişân vaziyette, aç ve uykusuz olduğu hâlde kendisini son nefesine kadar müdâfaa etmeye karar vermişti. On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi. Bire on nisbet olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemeyeceklerini anladılar. Kementten başka silâh da kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen, dışarıdan balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. Fakat arkasından gelen bir cellat, baltası ile omuzuna vurarak fenâ şekilde yaraladı. Bu durumu fırsat bilen cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. Diğer câniler de üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622). Şehit Sultanın cenâzesi o gece Topkapı Sarayına götürüldü. Ertesi gün yapılacak cenâze törenine hazırlandı. Öğle namazından sonra kılınan cenâze namazını müteâkip Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi.
Genç Osman’ın şehit edilmesi târihimizin en acıklı olaylarındandır. GençOsman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bâzı isyânların çıkmasına sebep oldu. Millet, pâdişâhın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun kâtillerini nefretle andı.
Sultan İkinci Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı. Fevkalâde iyi bir binici, silâh ve harp âletlerini kullanmakta pek mâhirdi. Şecâat ve binicilikte akranı pek az olup, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı, kendisine bu hâzin sonu hazırlamıştı. Yazmış olduğu şu beyt onun ıslâhat ve düşünceleri ile muhâliflerinin durumunu çok güzel ifâde etmektedir.
Niyyetim hidmet idi saltanat ü devletime
Çalışır hâsid ü bedhâh ecel nekbetime
Sultan Genç Osman dînî ve fennî ilimlerde âlimdi. Fârisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır.