ORHAN ŞAİK GÖKYAY
Günümüz şâirlerinden, edebiyat öğretmeni ve târihçisi. 1902’de İnebolu’da doğdu. Babası Filibeli muallim Mehmed Cevdet Efendi, annesi Şefike Hanımdır.
İlköğrenimini Kastamonu’da yaptı. Ortaöğreniminden sonra Ankara Darülmuallimînine girdi. 1922’de mezun olduktan sonra, Giresun, Samsun ve Balıkesir’de ilkokul öğretmenliği yaptı. Bilâhare İstanbul Edebiyat Fakültesine ve Yüksek Muallim Mektebine girdi. Mezûn olunca, öğretmenlik mesleğine döndü. Yurdun birçok yerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yaptı ve 1941’de Devlet Konservatuvarı Müdürlüğüne getirildi. Burada çalıştığı yıllarda Türk konservatuvarının târihçesini yayınladı.
Şahlanıp şu dağların köpüren sularından
Tutuşan gönüllere ses verdik zaman zaman
Çalkalanır içimizde ufka çarpan bir umman
İlhâm olur çağıldar şarkımızda bu vatan
kıtasıyla başlayan, Konservatuvar Marşını yazdı. 1944’te ırkçılık-turancılık yaptığı gerekçesiyle hapse düştü. Bilâhare beraat etti. Tekrar öğretmenliğe döndü. Yurtdışında talebe müfettişliği yaptı. Londra Üniversitesinde ve İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliğinde bulundu ve 1969’da emekliye ayrıldı. 1984-1985 yıllarında Marmara Üniversitesi, daha sonraki senelerde de Mîmar Sinân Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültelerinde edebiyat dersleri verdi.
İlk şiir zevkini, edebiyat öğretmeni olan babasından aldı. İlk şiirleri lise öğrencisiyken Açık Söz gazetesinde çıktı. İzmir işgal edilince Ankara’da çıkan 15 Mayıs Gazetesinde “İzmir’e Tahassür” adlı vatan sevgiyle dolu manzumesini yayınladı. Bilim dünyâsında edebiyat târihimize âit araştırmalarıyla, yine bu alanda kitap ve yazıları, eski nesirden sâdeleştirmeleri olan Orhan Şaik; sanat dünyâsında çeviri eserleri ve halk şiirimizin geleneklerine bağlı, çoğu millî konularda lirik-epik şiirleriyle tanındı. Balıkesir’de öğretmen olduğu sıralarda çıkardığı Çağlayan mecmuasında Aya Mektuplar başlıklı nesirler vardır. Şiirlerinde aruz veznini de kullandı. Birçok dergide çıkan Budin Türküsü, Bayburt Türküsü, Maraş Türküsü gibi şiirlerinde ise dünün ve bugünün duygularını dile getirmiştir. Almanca, İngilizce, Arapça ve Farsça tercümeleri ve edebiyat alanında alıştırmaları vardır.
Başlıca gâyesi üniversite hocası olarak görünmek oldu ancak istediği gerçekleşmedi. Üniversite hocalarını hedef aldı. Eserlerinde her yazar ve ilim adamı gibi olmayacak hatâlar yapmasına rağmen destûrsuz bağa girdi. Tenkitlerini Destûrsuz Bağa Girenler adı ile yayınladı. 1989 yılında İ.Ü. Edebiyat Fakültesi kendisine “doktor” ünvanını verdi.
Eserleri:
Bugünkü Dille Dede Korkut Hikâyeleri (1939), Devlet Konservatuvarı Târihçesi (1941), Kabusnâme (1944), Kâtip Çelebi Hâtıra Kitabı (1957), Kâtip Çelebi’den Seçmeler (1968) ve G.Jacob’dan: Türklerde Karagöz, Paul Wetlek’ten: Menteşe Beyliği, Brockelmann’dan: İslâm Devletleri Târihi, C. Brentano’dan: Yiğit Kasperl ile Güzel Annerl’in Hikâyesi gibi çevirileri vardır.
Orhan Şaik, şiirlerini bir kitapta toplamadı, dergilerde dağınık bıraktı. Türkçeyi çok güzel kullanmasına rağmen bir ara uydurmacılık akımı içinde yer aldı. Aşağıdaki şiiri unutulmaz manzumelerindendir.
BU VATAN KİMİN?
Bu vatan, toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir târih boyunca onun uğrunda,
Kendini târihe verenlerindir.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup, tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
Târihin dilinden düşmez bu destan:
Nehirler gâzidir, dağlar kahraman;
Her taşı bir yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Hudutlarda gözü bayraklarında
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Gökyay’ım ne desen ziyâde değil,
Bu sevgi, bir kuru ifâde değil,
Sencileyin hasmı rüyâda değil,
Topun namlusundan görenlerindir.
Cumhûriyet devri şâirlerinden. 1914’te İstanbul’da doğdu. Galatasaray’da başladığı ilk öğrenimini Ankara Gâzi İlkokulunda; Ortaöğrenimini ise Gâzi Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yazıldı, fakat bir kaç yıl sonra bitirmeden ayrıldı. Ankara’ya giderek P.T.T. Umum Müdürlüğünde çalıştı. Askerliğini Gelibolu’da yaptıktan sonra, Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosuna memur oldu. Bakanlığın klâsikler serisine tek başına veya başkalarıyla yaptığı çevirileri (tercümeleri) bu yıllarda yayınlandı. Tercüme Bürosundan ayrılınca Yaprak Dergisini çıkardı. 1949’dan 1950’ye kadar 28 sayı çıktı. 1950’de İstanbul’da Cerrahpaşa Hastânesinde öldü, Rumeli Mezarlığına gömüldü. Son Yaprak adlı özel bir sayı, ölümü üzerine arkadaşları tarafından çıkarıldı.
Kişiliğini belli eden ilk şiirlerini, 1936’da Varlık Dergisinde yayınlamaya başladı. Çok kısa zamanda büyük bir ilgi gördü. Sağlığında kendisinden en çok bahsettiren şâir oldu. Şiirde bir takım kalıp ve klişelerden, şâirânelikten, benzetmelerden ayrılarak, kısa, basit şiirler yazdı; sâde bir halk dili kullandı. Gündelik sözlerle, zaman zaman yergi ve espriden faydalanarak, günlük hayâtın acılarını dile getirdi.
Orhan Veli, şiirde vezin ve kâfiyenin gereksiz olduğu görüşündedir. Ona göre şekil, şiirin kalıbı değil asıl kendisidir. Şiirde mısra ve parça güzelliği değil bütünlük gözetir. Şiirde anlam, düz ve dolaysız olmalıdır. Mecazlı anlamlara değer vermez.
Orhan Veli, şiirler ve nesirler yazmış, çeviriler de yapmıştır. Bu hususta daha çok sanat konularında makale ve denemeleriyle tanınır. Bunlar, ölümünden sonra Nesir Yazıları adlı bir kitapta toplanmıştır. Fransızca’dan çevirdiği on eserin en güzelleri manzum olanlardır: La Fontaine’in Masalları, Fransız Şiiri Antolojisi vb.
Orhan Veli’nin şöhreti şâirliğindedir. Şiirlerini, Garip (1941), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949) adlı küçük kitaplarda toplamıştır. Bu şiirlerin hepsi ölümünden sonra Bütün Şiirler (1951) adıyla yayınlanmıştır. Ayrıca güzel bir halk diliyle nazma çektiği Nasreddin Hoca Hikâyeleri vardır.
İstanbul Türküsü (şiirinden)
İstanbul’da Boğaziçinde bir fakir Orhan Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde,
Urumeli Hisarına oturmuşum;
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:
“İstanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edâlım
Senin yüzünden bu hâlim.”
Horoz ile İnci
(La Fontaine’den çevrilmiş şiiri)
Horozun biri bir gün inci bulur;
Alıp onu kuyumcuya doğrulur.
Kuyumcu ne istediğini sorar.
O da der ki: “Bu galiba mücevher;
Al da bunu bana biraz darı ver;
O benim daha çok işime yarar.”
Bir câhile bir kitap mirâs kalır;
Câhil de hemen kitabı alır,
Yol üstündeki kitapçıya uğrar,
Der ki: “Bu kitabı vereyim sana,
Yerine sen üç beş kuruş ver bana;
O benim daha çok işime yarar.”
Cırcır Böceği ile Karınca
Cırcır böceği çaldı saz
Bütün yaz,
Derken kış da geldi, çattı,
Seninkinde şafak attı.
Baktı ki yok hiç yiyecek
Ne bir sinek, ne bir böcek,
Kalktı, karıncaya gitti;
Yandı yakıldı âh etti.
Üç beş buğdaydan ne çıkar,
Gelecek mevsime kadar,
Bir kaç tâne borç istedi.
“İnayet buyurun” dedi.
“Yemin billah ederim,
Eylüle kalmaz öderim.”
İşin kötüsü, karınca
Borca hiç alışmamıştı,
Bu ricaya çıkıştı;
“Ne yaptınız yaz boyunca?”
“Ne mi yaptım? Saz çaldım, saz!”
“Ya öyle mi? Demek ki siz
Yazı sazla geçirdiniz;
Şimdi de oynayın biraz.”
La Martine’den de çeviriler yapmıştır. Şu manzume “Göl” şiirinden bir parçadır:
Ebedî gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sâhillere doğru sürüklenen biz.
Zaman adlı denizde bir an, bir lahza için
Demirleyemez miyiz?
Göktürk Devletinden kalma, 7 ve 8. asra âit en eski taş kitâbeler. Üzerinde, Türk Edebiyâtının ilk örnekleri bulunan “bengü taşları”dır. Moğalistan’ın kuzey-doğusunda, eski Orhun Nehri yatağına dikilmiş oldukları için bu kitâbelere Orhun Âbideleri, Göktürk Devletine âit oldukları için de Göktürk Kitâbeleri denmiştir. Âbidelerde adı geçen Ötüken Ormanı, Türklerin Birinci İstiklâl Savaşını kazanan Kutluk Kağan tarafından, yeni Türk devletine idâre merkezi olarak seçilen yerdir. Orhun civârında Orhun yazısı ile yazılı daha başka kitâbeler de bulunmuştur. Belli başlıları altı tânedir. Fakat bunların en büyükleri ve mühimleri üç tânesidir. Birincisi olan Kül Tigin Âbidesini, ağabeyi Bilge Kağan, 732’de diktirmiş, ikincisi olan Bilge Kağan Âbidesini de ölümünden bir yıl sonra 735’te kendi oğlu diktirmiştir. Üçüncü olarak vezir Tonyukuk Âbidesi ise 720-725 senelerinde kendisi tarafından dikilmiştir.
Kül Tigin Âbidesi: Kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rolü olmuş kahraman kardeşine karşı, Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularını ifâde eden, bizzât hükümdâr ağzından yazılmış hitâbeder. Yere devrilmiş vaziyette bulunmuştur. Rüzgâra mâruz kalan kısımlarında tahribât ve silintiler vardır.Yüksekliği 3,75 metredir. Saf olmayan mermerdendir. İtina ile yontulmuş, yukarı doğru daralmaktadır. Dört cephelidir. Âbidenin doğu cephesinin üstünde kağanın işâreti vardır. Batı cephesi Çince kitâbe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitâbelerle doludur.
Âbidedeki kitâbeleri, Bilge Kağan ve Kül Tigin’in yeğeni Yollug Tigin yazmıştır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Satırların uzunluğu 235 cm kadardır. Cetvelden çıkmış gibidir. Âbidenin Çince kitabesinde Türk-Çin dostluğu, Türk İmparatorluğu ve Kül Tigin methedilmekte, tanıtılmakta ve târihler düşürülmektedir.
Bilge Kağan Âbidesi: Aynı yerde Kül Tigin Âbidesinin bir kilometre uzağındadır. Şekli, tertibi ve yapısı, tamâmiyle birincisine benzemektedir. Yalnız biraz yüksektir. Bu âbidede Bilge Kağan hitabeder. Ayrıca Kül Tigin’in ölümünden sonraki vak’aların ilâve edildiği görülür. Bu eser hem devrilmiş hem parçalanmıştır. Tahribat ve silinti bunda çok fazladır. Bu âbideyi de yeğeni Yollug Tigin yazmıştır. Her iki âbidede de Bilge Kağan’ın sözlerinin dışında Yollug Tigin’in kitâbe kayıtları ve ilâveleri yer almaktadır.
Vezir Tonyukuk Âbidesi: Diğer iki âbidenin biraz daha doğusunda bulunmaktadır. Devrilmemiş, dikili, dört cepheli iki taş hâlindedir. Birinci ve daha büyük olan taşta 35, ikinci taşta 27 satır vardır. Bu âbide, İltiriş Kağan’ın isyânına iştirâk eden ve o günden Bilge Kağan devrine kadar devlet idâresinin baş yardımcısı olarak kalan, VezirTonyukuk tarafından diktirilmiştir. Âbidede bu kudretli ve tecrübeli müşâvir vezirin kendisi konuşmaktadır.
Orhun âbideleri, Göktürk Devletinin kuruluşundan yarım asır sonra, Türk Beylerinin anayurttan uzaklaşarak, kendilerini Çin’in yumuşak ipeklerine ve hileci siyasetine kaptırıp bozulduklarını anlatır. Eskisi gibi iyi ve bilgili olmayan bu beylerin elinde Türk Devletinin nasıl sarsılıp yıkıldığını aydınlatır. Bu yüzden tam elli yıl, Çin ilinde esir yaşayan doğu Türklerinin, esirlik hayâtına alışamıyarak, durmaksızın isyan ettiklerini ve sonunda muvaffak olduklarını, yeniden istiklâl kazandıklarını anlatır. Sekizinci yüzyılda, Çinlilere karşı yapılan İstiklâl Savaşı kazanıldıktan ve Türk bütünlüğü sağlandıktan sonra, bunların unutulmaması için diktirilmiştir.
Orhun Âbideleri çok yönlü vesikalardır. Şöyle ki: “Türk milletinin adının geçtiği ilk Türkçe metin olup; taşlar üzerine yazılmış ilk Türk târihi; Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi; milletle hesaplaşması, devletin ve milletin karşılıklı vazîfeleri; Türk nizâmının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesîkası; Türk askerî dehâsının, Türk askerlik sanatının esasları; Türk feragat ve fazîletinin büyük örneğidir.
Türk içtimaî hayâtının yüksek tablosu; Türk hitâbet sanatının şâheseri, hükümdarâne edâ ve ihtişamlı hitap tarzı; Türk milliyetçiliğinin temel kitabı; Bir kavmi bir millet yapabilecek eser; Türk yazı dilinin ilk örneği ve başlangıcını mîlâdın ilk asırlarına çıkartan delil, Türk ordusunun kuruluşunu ilk asırlara götüren vesîka; insanlık âleminin sosyal muhtevası bakımından en mânâlı mezar taşlarıdır.
Orhun Kitâbelerinden, 12. asırda târihçi Cuveynî, Târîh-i Cihângüşâ’sında bahsetmiştir. Ayrıca Çin kaynaklarında da bu âbidelerden bahsedilmektedir. 1709’da Poltava Savaşında Ruslara esir düşen İsviçreli subay Strahlanberg, 13 sene Sibirya’daki sürgün hayâtında serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunmuş, 1730’da kendi vatanına döndüğünde araştırmalarını yayınlamıştır. Bunun üzerine 1890’da Heikel’in başkanlığında bir Fin, 1891’de de W. Radloff’un başkanlığında bir Rus ilmî heyeti kitâbelerin mahalline gönderilmiştir. Her iki heyet âbideleri tetkik edip, fotoğraflarını Avrupa ilim merkezlerine dağıtmışlardır. Danimarkalı Bilgin V. Thomsen 1893’te Orhun yazısını çözmeyi başarmıştır. Son olarak Türk bilgini Talat Tekin, Amerika’da Orhun Türkçesinin bir gramerini ve kitâbelerinin yeni bir neşrini yapmıştır. Orhun Kitâbelerinin metninden bir kısmı şöyledir:
“Kişi oğlında üze eçüm apan Bumin Kağan İstemi Kağan olurmuş, Olırıpan Türk Buduning ilin törüsin tutan birmiş, iti birmiş.
Tört bulung kop yagı ermiş. Sü sülepen tört bulungdaki budung kop almış, Kop baz kılmış. Başlığıg yükündürmüş tizliğig sökürmiş.
İlgerü Kadırgan yışka tegi, kirü Temir Kapıg-ka tegi kondurmuş. İkin ara idi oksız Kök Türk ança olurur ermiş, Bilge Kağan ermiş, Alp Kağan ermiş, Buyrukı yime bilgi ermiş erinç, alp ermiş erinç, Beğleri yime, budunı yime tüz ermiş, Anı üçün ilig ança tutmış erinç.”
Alm. Orchidee (f), Fr. Orchidée (f), İng. Orchid. Familyası: Salepgiller (Orchidaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu’da tabiî olarak yetişmekle birlikte kültür şekilleri sera ve salonlarda yetiştirilir. Çeşitli türleri yavru vatan Kıbrıs’ın “Beş Parmak Dağları”nda da yetişmektedir.
Sera ve salonlarda yetiştirilen süs bitkisi. Tropik, subtropik, ılıman ve hatta serin iklim kuşaklarında tabiî hâlde yetişir. 20.000’den fazla tür ve varyeteye sâhiptir. Bunlar içinde 15-20 tânesi süs bitkileri olarak yetiştirilmektedir. Bilhassa Ceologyne cristata, Odontoglossum grande, Paphiopedilum insigne ve Lycaste skinneri çok kolay yetişen ve ısı istekleri fazla olmayan türlerdir.
Orkideler, sera ve salon süs bitkileri içinde çok nârin, gâyet güzel, câzip, dekoratif ve uzun müddet dayanan çiçekleriyle kıymetli bitkilerin başında yer alır. Aynı zamanda bilhassa tropik orkideler kesme çiçek olarak da özel bir renk ve fon güzelliğine sâhiptir. Tropikal orkideler genellikle epifit olarak ağaçların üzerinde yaşarlar.
Yetiştirilmesi: Genel olarak sera veya çiçek pencerelerinde, gâyet aydınlık yerlerde bulundurulmalı, sâdece sabah ve akşam güneşine mâruz bırakılmalıdır. Orkidelerin büyük bir kısmında kök ve sürgün verme, ilkbahar ve yaz aylarına rastlar. Bu devrede bitkilerin nisbî rutubetçe yüksek yerlerde bulundurulmaları gerekir. Seralarda bunu temin maksadı ile bitkilere sık sık, çok ince zerreler hâlinde, kireçsiz su püskürtülmesi uygundur. Kireç ve klor ihtivâ eden su, orkidelerde gelişmeye derhal olumsuz etki yapar.
Orkide yetiştirilecek seraların aydınlık olması, iyi ısıtılabilmeleri ve sıcaklığın oldukça sâbit tutulabilmesi gerekir. Üretilmeleri, ilkbaharda saksı değiştirme esnâsında, ayırma sûretiyle yapılır. Ayrılan bitkiler, önce 6-8 santimetrelik küçük saksılara alınır ve iyice köklenmeyi müteakip 10 santimetrelik saksılara şaşırtılırlar. Saksı değiştirme işi, iki yılda bir olmak üzere mart ve nisan ayında yapılır. İlkbaharda çiçek açan türlerde ise saksı, çiçeklenme periyodundan sonra değiştirilir. Saksı değiştirme esnâsında, harç materyalinin, dış kısımları ve bitkinin ölü kök kısımları ayıklanıp uzaklaştırılır. Orkide yetiştiriciliğinde kullanılacak toprağın iri tâneli, gevşek geçirgen bir yapıya sâhip olması gerekmektedir.
Orkideler arasında ilginç tozlaşma örneklerine rastlanır. Bir kısım orkide türü, diğer çiçekler gibi renk ve balözleriyle böcekleri cezbederek tozlaşmayı kolaylaştırırlar. Balözü için çiçeğe konan böceklerin ayaklarına bulaşan çiçek tozları, böcekler aracığılı ile diğer orkidelere taşınır.
Renkleri, şekilleri ve kokularıyla böcekleri taklit eden ilginç orkide türleri de vardır. Dış görünüşü dişi yaban arasına benzeyen bâzı türler etrâfa yaydıkları dişi arı kokusuyla erkek arıları cezbederler. Erkek arılar bu orkideleri dişi arı zannederek çiftleşmek için üzerlerine konarlar. Bu sırada patlayan polen torbalarından arının baçağına çiçek tozları bulaşır. Böcek diğer orkideye konduğu zaman bu polenler böcek tarafından çiçeğe aktarılır.
Özellikle “Ophrys” orkide cinsinin türleri, renkleri, şekilleri ve kokularıyla çevre böceklerini taklit ederler. Büyük Bahama Adalarındaki “Oncidium” cinsi orkide türleri de bölgesel böceklere benzeyerek tozlaşmayı sağlarlar. Taklit yetenekleri dolayısıyla pekçok orkide; arı orkidesi, sondajcı böcek orkidesi, örümcek orkidesi gibi isimlerle anılır.
Tabiattaki her olay gibi, orkide türlerindeki tozlaşma da tabiatta akıllara durgunluk veren bir düzenin açık bir mesajıdır. Bu düzen, bir tesâdüf olamayacağı gibi; her varlığı yoktan var eden yüce Yaratıcı’nın, her şeyi bir gâyeye göre ve belli sebepler altında yarattığını göstermektedir.
ORKİNOS (Tonbalığı: Tynnus vulgaris)
Alm. Thunfisch, Fr. Thon commun, İng. Tunny. Familyası: Uskumrugiller (Scombridae). Yaşadığı yerler: Atlantik, Pasifik, Hint Okyanusu ve denizlerimizde. Özellikleri: Boyu 5-6 metre, ağırlığı 900 kilograma ulaşabilen göçmen bir balık. Çok hızlı yüzer. Kendinden küçük balıkları avlar. Eti konservecilikte kullanılır. Ömrü: 15 yıldan fazladır. Çeşitleri: Beyaz ve kırmızı türleri meşhurdur. Denizlerimizde âdi orkinos, yazılı orkinos, Akdeniz orkinosu cinsleri vardır.
Başta Atlas Okyanusu ve Akdeniz olmak üzere diğer sıcak ve ılıman denizlerde yaşayan, Uskumrugiller âilesinin en büyük türü. Göçmen bir balıktır. Sürü hâlinde gezerek, kendilerinden küçük balık türleriyle beslenirler. Sardalya, hamsi, tirsi, uskumru, torik, palamut, lüfer gibi balık sürülerini kovalar ve yerler. Mekik vücutlu, iri ve kuvvetli balıklardır. Genellikle balığın sırtı çelik mavisi, göğsü boz, karnı ise beyaz-kurşunî renkte ve benekli olur. Ufacık pulları, kaygan derinin içine gömülmüştür. Saatte 65-70 km hızla yüzer. Kuyruk tarafı gittikçe sivrilen bir balıktır. Yüzgeçleriyle kuyruğu çatallı ve sivridir. En meşhurları kırmızı ve beyaz etli türleridir. Her ikisi de denizlerimizde vardır. Trabzon havâlisinde kırmızı orkinoslara “İstavrit azmanı” da denir. Kırmızı orkinos besin için Atlas Okyanusunun kuzeylerine kadar çıkar. İlkbaharda yumurtlamak için Sardunya, Sicilya ve Akdeniz kıyılarına döner. Karadenizin içlerine kadar girerler. Genç orkinoslar, sürü hâlinde torik ve palamutlarla birlikte boğazdan inerler. Üç yılda erginleşirler. Olgunlaşmış tonbalıklarının ağırlığı bir tona, boyu 5-6 metreye kadar ulaşır.
Denizlerimizdekiler 1,5-3 metre uzunluk ve 150-300 kg ağırlığı pek geçmez. Beyaz orkinos daha küçük olup, boyu 1 metre, ağırlığı 30 kg kadardır. Tonbalığının vücut ısısı, bulunduğu su ortamından 14°C daha fazladır. Tek sıcak kanlı balıktır. Eti için avlanır. Tâze yendiği gibi, konserve olarak da piyasaya sürülür. Dalyan veya özel oltalarla avlanır. Tonbalığı avcılarının çeşitli avlanma metodları vardır. Beyaz tonlar özel olta iğnelerine tüy veya bitki liflerinden yapılmış sunî sinekler takılarak avlanırlar. Canlı sardalya balıkları bağlanarak sâbit oltalarla da orkinos avcılığı yapılır. Bu tip avlar ancak gemilerle yapılır. Orkinos tekneleri yaklaşık 20-25 metre uzunluğunda olur. Teknenin motorları güçlü ve oldukça hızlı gitmeye müsâittir. Bu teknelerde yem olarak kullanmak için canlı sardalya havuzları ve yakalanan orkinosların muhâfazası için soğuk hava depoları da bulunur. Amatör balıkçılar motorların arka güvertesinde döner koltuğa oturarak, makaralı oltayla bir spor olarak bu güçlü balıkları avlarlar. Memleketimizde son yıllarda tutulan orkinosların % 90’ı, Çanakkale, Marmara ve Boğaz içinde kurulan dalyanlarla avlandı. Geri kalanı ise yemli oltalarla tutuldu. Her mevsim avlanabilen bir balıktır. Bayat eti barsak iltihaplarına sebep olmaktadır.
Alm. Orlon (n), Fr. Orlon (m), İng. Orlon. Akrilonitrilin (CH2= CH- C=N) polimerizasyonu ile elde edilen akrilik elyafın ticârî ismi. İlk defâ 1950 yılında akrilik elyaf orlon ismi altında satıldı. Daha sonra başka isimler altında piyasaya sürüldü. Orlonun başlangıç maddesi; kireç taşı, kömür, petrol ve sudur. Aslında akrilonitrilin başlangıç maddesi asetilendir. Asetilen ise petrolden veya kireç taşından elde edilen karbid’e su etki ettirmekle elde edilir. Asetilene, bakır-I-klorür, amonyum klorür ve hidroklorik asit mevcudiyetinde siyonür asidi(HCN) etki ettirmekle akrilonitril elde edilir. Bu madde, polimerize olmaya çok yatkındır. Orlon erimeksizin 250°C’de bozunur. Bu bozunma ürünü elyaf, naylon ve perlon elyafı gibi bükülemez. Orlon yumuşak olup, bükülebilen bir elyaftır. Havaya, gün ışığına, birçok kimyâsal maddeye dayanıklıdır. Endüstride filitre imâlinde birçok giyeceklerin, battaniye, halı ve çocuk çamaşırlarının îmâlâtında kullanılır.