OPEC

(Bkz. Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilâtı)

OPERA

(Bkz. Edebî Türler)

OPERET

(Bkz. Edebî Türler)

OPOSSUM

(Bkz. Sariğ)

OPPENHEIMER, J. Robert

Atom bombasının babası sayılan meşhur Amerikan fizikçisi. Teorik fiziğe önemli katkılarıyla tanınır. 1904-1967 yılları arasında yaşadı. İlmî çalışmalara, 1925’te Harvard Üniversitesinden mezun olduktan sonra İngiltere’ye giderek Cambridge Üniversitesinde başladı. Lord Rutherford’un yönetiminde atomun yapısıyla ilgili öncü araştırmaların yapıldığı Caverdis Laboratuvarında çalıştı.

1927’de Almanya’daki Göttingen Üniversitesinde meşhur Max Born’dan doktora yaptı. Born ve Oppenheimer’in moleküllerin kuvantum teorisi üzerine yazdıkları makâle çok meşhur oldu. Bu sırada Oppenheimer, kuvantum ve relativite teorisiyle uğraşan bilim adamlarının hemen hemen tamâmını tanıdı. 1928 ve 1929’da Zürich’de kuvantum teorisinin kurucularından Wolfgang Pauli ile çalıştı. Böylece maddenin yapısıyla daha yakından ilgilenmeye başladı. Oppenheimer, daha önce P. A.M. Dirac tarafından ortaya atılan “antipartikül” kavramını, 1930’da açıklığa kavuşturdu. Partikül ve antipartiküllerin aynı kütleye sâhip olması gerektiğini ispâtladı. Daha sonra elektron ile aynı kütleye sâhip antielektron (pozitron) keşfedildi. Bundan sonra ABD’ye dönen Oppenheimer California Üniversitesinde ve California Teknoloji Enstitüsünde profesör oldu.

Ülkesinin bütün fizikçi kuşağının yetişmesinde önemli rol oynadı.

Oppenheimer, 1939’da Nazilerin Polonya’yı istilâsı üzerine ABD hükûmeti tarafından Uranyum-235’in tabiî uranyumdan ayrılması ve bir nükleer bomba yapımına imkân verecek kritik uranyum kütlesinin hesaplanması konularında çalışmakla görevlendirildi. 1942’de ABD’li ve İngiliz bilim adamlarının nükleer enerjiden askerî amaçlarla faydalanılmasına yönelik çalışmaların yöneticiliğine getirildi. Fakat bir süre sonra bâzı arkadaş ve tanıdıklarının Sovyet ajanı olduğu yolunda iddialar ortaya atıldı. Bir arkadaşının California Üniversitesindeki öğretim üyeliği görevine son verildi.

Oppenheimer yönetiminde Los Alamos’da yapılan çalışmalar bir süre sonunda meyvesini verdi ve ilk atom bombası 16 Temmuz 1945’te New Mexico eyâletindeki Alamogordo’da patlatıldı.

1947’de Princeton’daki Yüksek Araştırma Enstitüsünün yöneticisi olan Oppenheimer, yeni kurulan Atom Enerjisi Komisyonuna bağlı Genel Danışma Komitesinin başkanlığına getirildi. Oppenheimer’in başında bulunduğu bu komite 1949’da hidrojen bombasının geliştirilmesine karşı çıktı.

1953’te Oppenheimer’a aleyhinde düzenlenmiş bir askerî güvenlik raporu tebliğ edildi. 1954’te güvenlik soruşturması sonucunda vatana ihânet suçlamasından temize çıktıysa da askerî sırlara kolayca erişebilir durumda olması mahzurlu görüldü ve Atom Enerjisi Komisyonundaki görevine son verildi. 1963’te Atom Enerjisi Komisyonunun en büyük ödülü olan Enrico Fermi Ödülü, bizzat başkan Lyndon B. Johnson tarafından Oppenheimer’a verilerek saygınlığı iâde edildi.

OPTİK

Alm. Optik (f), Lehre (f) vom Licht, Fr. Optique (f), İng. Optics. Işıkla ilgili olayları inceleyen fizik dalı. Optik, ışıkla ilgili olayları üç değişik modelde inceler. Buna göre optik üç kısma ayrılır: 1) Geometrik optik, 2) Fizik optik (Dalga optiği), 3) Kuvantum optiği.

1) Geometrik optik: Işığın izotrop (her tarafının fiziksel özelliği aynı) ortamda doğrusal yayılmasını temel kabul eder. Yansıma, kırılma ve aydınlanma olaylarını inceleyen optik kısmıdır. Newton, çalışmalarında ışığı bir kaynaktan yayılan tânecikler gibi düşünüyordu. Böylece geometrik optik gelişti. Işık olaylarını izah etmede yeterli zannedildi. Halbuki Newton’un düşünceleriyle gelişen geometrik optikle ancak yansıma, kırılma ve aydınlanma olayları izah edilebilir. Aynalar, ışık prizmaları, mercekler, optik âletler, geometrik optikle incelenebilir.

2. Fizik optik: Işığın dalga yapısında olduğunu temel kabul ederek; girişim, kırınım ve kutuplanma olaylarını inceleyen optik kısmıdır. Newton’la aynı çağda yaşayan Huygens, Newton’un yanıldığını ve ışığın dalga şeklinde düşünülmesi gerektiğini ortaya attı. Dalga modeli, geometrik optikle açıklanamayan girişim, kırınım, polarma (kutuplanma) olaylarını açıklayabiliyordu.

Girişim: Young deneyi: Paralel demet hâline getirilmiş akkor lamba ışığı önce dar bir yarıktan geçirilir, yarıktan geçirilen ışık tekrar birbirlerinden yaklaşık 1 mm mesâfede bulunan iki dar yarıktan geçirilirse, yarıktan çıkan dalgalar aynı fazlı dalgalar hâline gelir. Yâni iki yarık, aynı fazlı iki kaynak hâline gelmiş olur. Bu iki kaynağa takriben 1 m uzaktaki perdede karanlık ve aydınlık şeritler görülür. Bu şeritlere, girişim saçakları denir. Bu olay, Newton’un ışık hakkındaki düşüncesiyle açıklanamaz. Çünkü siyah şerit noktalarında, iki kaynağın ışıklarına âit yol farkı, dalga boyunun tek katları şeklindedir ve yokedici girişimle siyah görünürler.

Aydınlık şerit noktalarında ise iki kaynaktan çıkan dalgaların girişimi, aralarındaki yol farkı dalga boyunun tam katları olduğundan birbirini kuvvetlendirici girişim olmuştur.

İnce zarların, meselâ sabun köpüğünün rengârenk görünmesi de, alt ve üst yüzeyden yansımış dalgaların girişimleriyle meydana gelir. Yol farklarının geometrik yeri kürevî bir yüzey olursa meydana gelen girişim deseni, aynı merkezli içiçe halkalar şeklindedir, bunlara “Newton halkaları” denir.

İnterferometre: Girişim özelliğinden faydalanılarak kullanılan cihazdır. Araştırma sahalarında çok kullanılır. En yaygın kullanma sahası çok küçük mesâfelerin ölçülmesidir. Kırılma indislerinin ölçümünde, saydam cisimlerin yüzlerinin düzgünlüğünün kontrolünde kullanılır.

İnterferometrelerin çalışma prensipleri şöyledir; Monokromatik (tek renkli) bir ışık kaynağından çıkan ışınlar, paralel demet hâline getirilerek kısmî geçirgen bir levha üzerine düşürülürler. Bu levha, ışığı iki demete ayırır. Birinci demeti geçirerek bir paralel kaydırıcı lâma gönderir. Kaydırıcıdan çıkan ışınlar, bir aynadan yansıtılarak tekrar kaydırıcıya düşürülür. Bu ışınlar kaydırıcıdan geçip tekrar kısmî yansıtıcı üzerine dönerler. Kısmî yansıtıcı bu sefer bu ışınları bir dürbüne gönderir. Kısmî geçirgen levhadan yansıtılan ikinci demet hâlindeki ışınlar ise, geçen ışınların yansıdıkları aynaya dik olan başka bir aynadan yansıyarak tekrar levhaya dönerler. Levhaya geçen ışınlar da dürbüne ulaşırlar. Aynaların levhaya uzaklıkları eşit alınarak, iki demet arasındaki yol farkı sıfır olacak şekilde ayarlanır. İkinci demetin yansıdığı ayna, levhaya dalga boyunun yarısı kadar yaklaştırılırsa yol farkı yine dalga boyu kadar olur ve yine yapıcı girişim yâni dürbünde ışık gözlenir. Ayna, levhaya dalga boyunun dörtte biri kadar yaklaştırılırsa yol farkı dalga boyunun yarısına eşit olduğundan yok edici girişim olur ve dürbün içi karanlık olur. Ayna sürekli yaklaştırılırsa karanlık ve aydınlık görünüm birbirini tâkip eder. Kararma sayısı, aynanın yaklaşma miktarını, dalga boyuna bağlı olarak verir. Bu durumda ayna, mikrometre olarak kullanılır. İnterferometrelerde laser ışınları kullanılarak ölçümler daha da hassaslaştırılmıştır.

Kırınım:

Işığın bir engel arkasındaki gölge bölgesinde bulunmasıdır. Gölge bölgesi, tanecik modeline göre yasak bölgedir. Çok dar yarıklara (yarık genişliği ışığın dalga boyu mertebesinde) gelen ışık, yarıktan geçtikten sonra, sanki yarık noktası ışık kaynağı imiş gibi yayılır. (Bu olaya tek yarıkta girişim olayı da denir.) Bir kaynaktan çıkıp paralel hâle getirilen ışığın çok dar bir yarıktan geçmesi ile yarığın gerisindeki perde (ekran) üzerinde aynı merkezli aydınlık ve karanlık halkalar meydana gelir. Bu halkalara kırınım saçakları denir.

Saydam bir levha üzerindeki çizgi veya yarık sayısı 1 cm’de birkaç yüz adet olursa “kırınım ağı” elde edilir. Kırınım ağı, ışığın dalga boyunu ölçmede kullanılır. Birbirine çok yakın iki nokta mikroskopta incelenirken her nokta, kırınım halkaları birbirine karışmış hâlde görünür. Böyle yakın noktalar birbirinden ayırd edilemez. Mikroskopların ayırma gücü, ihtivâ ettikleri merceğe bağlıdır. Fakat ayırma gücünün sınırı vardır. Bu sınır mesâfesi, ışığın dalgaboyunun yarısı kadardır. (Bkz. Mikroskop)

Kutuplanma (Polarma):

Işık dalgaları enine dalgalardır. Yayılma doğrultusuna ve birbirine dik olan elektrik ve manyetik alanlar titreşim yaparlar. Bu titreşim sinüzoidal bir titreşimdir (Bkz. Elektromanyetik Dalga). Işığın titreşiminden, daha ziyâde elektrik alanının titreşimi anlaşılır. Çünkü elektrik alanı daha baskındır.

Işık dalgaları ince bir turmalin kristali levhasından geçirilirse, sâdece bir düzlemde titreşim kalır, diğer düzlemlerdeki titreşimler soğurulur. Böylece ışık kutuplanmış olur. Bu kristal levhaya çapraz durumda ikinci bir kristal levha, kutuplanmış ışığın önüne konursa, ışık titreşimi tamâmen kaybolur, ikinci levhadan ışık geçemez.

Işığın kutuplanması yansıma ve kırılma olayında da gözlenir. Yansıyan ve kırılan ışınlar kutuplanır. Yansıyan ışın gelme düzlemine dik olarak, kırılan ışın ise paralel olarak kutuplanır. Yansıyan ve kırılan ışınların birbirine dik olma şartını sağlıyan gelme açısına “Brewster açısı” denir. Bu açının tanjantı, kıran ortamın kırılma indisine eşittir.

“Malus kânununa” göre, kutuplanmış ışığın şiddetinde azalma görülür.

Kristallerin çoğu “çift kırıcı” özelliği gösterirler. Çift kırıcılık, ışığı iki demet hâline getirmektedir. Bunun sebebiyse ışığın bu kristaller içindeki her doğrultuda aynı hızla yayılmamasıdır. İkiye ayrılan ışığın her iki kısmı da kutuplanır. Gelme düzlemine, dik olarak kutuplanmış ışına normal ışın, paralel olarak kutuplanmış ışına ise extra normal ışın denir. İnce turmalin kristali levhaları bu ışınlardan birini soğurarak (emerek) diğerini geçirir. Böylece kutuplanmış ışın elde edilmiş olur. Çift kırıcı kristallerde, iki demetin birleştiği bir doğrultu bulunur. Bu doğrultuya “optik eksen” denir.

Çift kırıcı kristallerden kalsit (İzlanda spatı olarak da bilinir). Optik ekseninden geçen özel bir düzlemle kesilip “Kanada balsamı” ile tekrar yapıştırılarak, içinde ince bir yapıştırıcı tabakası olan prizma elde edilir. Bu prizmaya “Nicol prizması” denir. Nicol prizmasında Kanada balsamı, ikiye ayrılan demetten normal ışını yansıtır. Extra-normal ışını ise geçirir. Böylece, ışın gelme düzlemine paralel olarak kutuplanmış olarak çıkar.

Günümüzde tabiî kristaller yerine, çift kırıcı ve bir demeti soğurucu (emici) plastik kutuplayıcılar kullanılmaktadır.

Polaraid kutuplayıcı, Herapath isimli fizikçi tarafından 1928 yılında yapıldı, o târihten sonra Nicol prizmaların yerine kullanıldı. Polaraid, nitroselüloz üzerine iyodokinin sülfat eriyiği sürülüp gerdirilerek elde edilir. Daha sonra iki cam arasına sıkıştırılır. Polaraid güneş gözlükleri, sadece düşey yönde kutuplanmış ışınları geçirerek gözü şiddetli ışıktan korurlar. Ayrıca, yine ışığın şiddetini azaltmak maksadı ile oto camlarında da kullanılırlar. Işığın kutuplanma özelliğinden faydalanılarak polarimetreler ve fotoesneklikle gerilim analizi çalışmaları yapılmaktadır.

Polarimetre: Maddelerin optikçe aktifliklerini ölçen cihazdır. Optikçe aktiflik, kutuplanmış, (polarılmış) ışığın, kutuplanma düzlemini değiştirmek demektir. Kuvarts, şeker eriyiği ve bâzı yağlar optikçe aktiftirler (Organik maddelerin çoğu optikçe aktiftirler).

Polarimetre (polariskop da denir), biri sâbit diğeri düşey bir düzlemde dönebilen iki kutuplayıcıdan meydana gelir. Kutuplayıcı olarak çoğunlukla kalsit kristalleri kullanılır. Bu iki kristalden birincisine (sâbit olana) polarizör, ikincisine ise (dönebilene) analizör denir. Işık polarizörden girip kutuplanarak analizör üzerine düşer. Analizör, polarizöre paralel halde iken ışık analizörün gerisine düşebilir, çapraz halde iken ışık analizörü geçemez. Ara durumlarda (ne paralel ne de çapraz durumlarda) ise aydınlanma şiddeti düşer.

Çapraz durumdaki polarizör ve analizör arasına optikçe aktif bir madde konursa, analizörden ışık geçtiği görülür. Çünkü araya konan madde polarizörden çıkan ışığın kutuplanma düzlemini çevirmiştir. Çevirme miktarı, analizörü tekrar ışık geçmiyecek şekilde döndürerek bulunur. Böylece maddelere ait değişik çevirme açıları bulunabilir. Bu açılar optikçe aktifliğin miktarını gösterir. Çevirme açısının sağa veya sola olması durumuna göre maddeler sağ-sol optik izomeriye sâhiptir, denir.

Polarimetre molekül boyutlarının tâyininde, konsantrasyon miktarının (derişikliğin) tâyininde ve gıda maddelerinin kontrollerinde kullanılır.

Hassas polarimetrelerde polarizör-analizör arasına, polarizör küçük bir açı yapacak şekilde üçüncü bir kristal kutuplayıcı konur. Böylece gözleme bölgesinde en karanlık durum aydınlanma ile mukayese edilerek daha kolay incelenir. Elektronik kontrollü otomatik polarimetreler hâlihazırda en hassas ölçmeyi yapabilen âletlerdir.

Sâdece şeker için kullanılan polarimetrelere sakarimetre de denir. Titreşim düzleminin dönmesini tayf analiziyle grafik hâlinde veren polarimetrelere de spektropolarimetre cihazları denir.

Bâzı maddelere âit optikçe aktiflik dış kuvvetlerin meydana getirdikleri gerilme ile değişmektedir. Cam selüloit, pleksi camı gibi maddeler, gerilimler sebebiyle çift kırıcı hâle gelirler. Statik hesaplamalarda gerilime mâruz kalacak elemanların yukarıdaki maddelerden yapılmış küçük modelleri, jips tabakaları arasında iki kutuplayıcı arasına konarak küçük kuvvetlerle gerdirilirler. Gerilen bölgeler çift kırıcı durumuna geçtiklerinden, modelin fotoğrafında gerilen bölgeler meydana çıkar, görülür. Bu tekniğe fotoesneklikle gerilim çözümleme denir.

3. Kuvantum Optiği: Max Planck’ın ışık dalgalarının enerjilerinin kuvantumlu oluşunu keşfetmesiyle ortaya çıkmıştır. Buna göre ışık, atomdan yayılan enerji paketleri (dalga katarları) şeklindedir. Her bir pakete “foton” denir. Kuvantum optiği ile ışık madde etkileşimi, fotoelektrik olay, “Compton” olayı incelenebilir. (Bkz. Kuvantum Teorisi)

OPTİK İZOMERİ

Alm. Optische Isomerie (f), Fr. Isomérie (f) optique, İng. Optical isomerism. Molekül formülü ve yapı formülü aynı olan fakat atomlarının uzaydaki dizilişi farklı ve asimetrik karbon atomu olan bileşikler. Optik izomeri bir stereoizomerliktir. Stereoizomerlik, optik ve geometrik izomerlik olmak üzere iki kısımdır. Bu izomerilerde sis ve trans hâli vardır. Yâni iki molekül birbirinin ayna görüntüsüne sâhiptir. Optik izomerinin geometrik izomeriden farkı, bileşikte asimetrik karbon atomunun olmasıdır. Optik izomerlere enatiomer derler ki, bunlar polarize ışık düzlemini sağa veya sola çevirir. Optik izomer olan iki maddeden biri polarize ışık düzlemini ne kadar sağa çevirirse diğeri de o kadar sola çevirir. Optik izomerlerin bütün diğer özellikleri birbirinin aynıdır. (Bkz. Optikçe Aktiflik)

OPTİK LİF

(Bkz. Fiberoptik)

OPTİKÇE AKTİFLİK

Alm. Optische Aktivität (f), Fr. Activité (f) optique, İng. Optical activity. Molekül yapısı asimetrik olan bileşiklerin kendilerinden veya çözeltilerinden geçen polarize ışığın, titreşim düzlemini sağa veya sola çevirmeleri.

Bir molekül, çeşitli sebeplerle asimetrik olabilir. Fakat en çok bilinen sebep, bir karbon atomuna dört farklı atom yahut grubun bağlanmasıdır. Böyle karbona, asimetrik karbon denir. Asimetrik karbon atomuna bağlı grupların, yâhut atomların uzayda dizilişi, tetrahedra şeklindedir. Bu tetrahedra şekli için iki farklı yerleşme düzeni mümkündür. Bu iki yerleşme hâli birbiriyle asimetriktir, aralarındaki fark, bir cisim ile onun ayna hayali arasındaki fark gibidir. Bu durumda iki molekül birbiriyle optikçe izomerdir.

Polarize ışığın titreşim düzlemini sağa çeviren moleküle sağ şekli denir ve bu molekül çeviren mânâsında olan dekstrodan d harfiyle veya (+) işâretiyle gösterilir. Sola çeviren levadan yâni sola çevirenden “l” harfi moleküllerde m ile veya (-) işâretiyle gösterilir. d ve l izomerlerine, antipod veya enantiomer denir. Eğer bu d ve l izomerleri bir araya getirilirse rasem hâli ortaya çıkar ki, polarize ışık düzlemi sağa veya sola çevrilmez. Bu rasem hâli de dl veya + şeklinde gösterilir.

Optikçe aktif olan her maddenin optik çevirmesi, o madde için karakteristiktir. Bileşiğin bu çevirme açısı, ışığın cinsine ve sıcaklığına göre değişir. Bir bileşiğin çevirme açısı teorik olarak hesaplanmaz, ancak polarimetre ile ölçülür. Asimetrik karbon atomu çoğaldıkça izomeri sayım da artar. Meselâ iki asimetrik karbonu olan bir bileşiğin (2n) formülüne göre dört tâne izomeri vardır. Bu dört izomerden iki rasem hâli ortaya çıkar. Dört izomerden her bir çift kendi arasında enantiomer meydana getirdiği halde iki ayrı çiftin birer elemanı diastereomeridir. Diastereomeride kimyâsal, fiziksel ve çevirme açısı farklıdır.

I-II ve III-IV hâli enantiomeridir. Fakat

I-III, I-IV, II-III ve II-IV hâli ise bir diastereomeridir.

Her iki asimetrik karbon atomuna bağlı olanlar aynı cins ise substituentler I ve II hâlinin dışında bir de III hâli söz konusudur. Bu hâle mezo hâli denir ki, bu madde optikçe aktif değildir.

ORAN VE ORANTI

Alm. Verhältnis (n) und Proportion, Fr. Rapport (m) et propartion (f), İng. Ratio and proportion. Büyüklük, nicelik veya derece bakımından, iki şey arasında veya parça ile bütün arasında bulunan bağıntıya oran (nispet) denir. Aynı cinsten iki değerin arasındaki bağıntı denilince ikinci değer birinci değerin kaçta kaçı olduğu anlaşılır.

Matematikte bir değerin aynı cinsten başka bir değere bölümüne de oran denir. a ve b sayıları için a/b kesrine a’nın b’ye oranı denir. a/b oranında birim kalkar. a/b = m ise m sâdece bir sayıdır.

Meselâ boyu 5 m, eni 3 m olan dikdörtgenin eninin boyuna oranı  3m/5m=3/5’tir. Bu bakımdan oranların birimi sözkonusu olamaz. Fakat oranlanan niceliklerin aynı cinsten veya birimden olması şarttır.

İki oran arasında bir eşitlik mevcut ise bu iki oranın eşitliğine orantı denir.  a/b=m c/d=m ise a/b=c/d’dir. Bu eşitlik orantıdır. “a’nın b’ye oranı=c’nin d’ye oranına” diye okunur. Bu orantıda a ve d’ye orantının dışları (yanları), b ve c’ye orantının içleri (ortaları) denir. Bir orantıda dışlar çarpımı içler çarpımına dâima eşittir. Yâni a.d= b.c’dir.

Orantının özellikleri

1. a/b=c/d ise d/b=c/a (orantıda dışlar yer değiştirebilir.

2. a/b=c/d ise a/c=b/d (orantıda içler yer değiştirebilir.)

                         ka+pc

3. a/b=c/d ise ¾¾¾¾¾¾ a/b=c/d=

                         kb+pd

Orantının dört teriminden her birine öbür üçü ile “dördüncü orantılı” denir. a/b=c/x orantısında x sayısı a,b,c sayılarının dördüncü orantılısıdır.

Bir orantıda içler eşit ise yâni a/x=x/b ise buradaki pozitif x sayısına a ve b sayılarının orta orantılısı veya geometrik ortası denir.

X2 = a.b veya x=a.b

Meselâ: 3 ile 12’nin geometrik ortası x=3.12 =36= 6 bulunur.

Bir niceliğin iki, üç ..... defâ çoğalması veya azalması, başka bir niceliğin, o kadar defâ çoğalması veya azalmasını gerektiriyorsa, bu iki nicelik birbiriyle doğru orantılıdır denir.

Misal; Bir malın değeri, o malın miktarı ile doğru orantılıdır. Bir işin bitirilmesi için gereken zaman, çalışan işçilerin sayısı ile ters orantılıdır.

ORANGUTAN (Pongo pygmaeus)

Alm. Orang-Utan (m), Fr. Orang-Outan (m), İng. Orangoutang, orangutan. Familyası: Maymungiller (Pongoidae). Yaşadığı yerler: Borneo ve Sumatra adalarının rutubetli ve sık ormanlarında. Özellikleri: Erkeklerinin ayakta boyu 150 cm, ağırlığı 100 kg kadardır. Meyve, ağaç filizleri, böcek ve yumurta ile beslenir. Ömrü: 30 yıl kadar. Çeşitleri: Tek türdür.

Borneo ve Sumatra’nın sık ve bataklık ormanlarının ağaç tepelerinde yaşayan bir maymun. Derisi kirli kahverengi olup, kırmızı kahverengi kıllarının boyu, vücudunun bâzı kısımlarında 30 cm’yi bulur. Genelde yaban adamı (nesnas) namı ile bilinir. Malezya dilinde orangutan, “orman adamı” anlamına gelir. Dişileri erkeklerine nazaran biraz daha küçük olup 125 cm boyunda, 90 kg civarındadırlar. Kırmızıya çalan kahverengi tüyleri, güneş ışığında portakal renginde parlar. Kızıl saçları alnının iki yanından dökülerek yüzünü çerçeveler ve sarkık boynuna doğru iner. Basık burunlu, öne doğru çıkık ağızlı, kalın dudaklı, küçük kulaklı, iyi tırmanıcı bir hayvandır.

Ürkek olmasına rağmen tehlike karşısında kendini hırsla savunur. Maviye çalan kara derimsi yüzündeki ufak sayılabilecek gözleriyle üzüntülü bir şekilde bakar. Yüksek ağaçlarda, ince dal ve sarmaşıklardan geçici bir yuva yapar ve geceyi orada geçirir. Soğuk ve yağmurlu havalarda kendini yapraklarla örter. Güneş yükseldiği zaman avlanmaya çıkar. Dişleri kuvvetli ve tamdır. Meyve, tâze yaprak, böcek ve yumurta ile beslenir. Kolları ayaklarından daha uzun ve kuvvetlidir. Dik durduğunda neredeyse ayak bileklerine değer. Kollarını açtığında 3 metre çapındaki bir ağacı kucaklayabilir. Baş parmakları kısa, diğer dört parmak kanca gibidir. Orangutan, ağaçta daldan dala geçerek ilerlerken ön ayakları kadar arka ayaklarını da büyük bir maharetle kullanır. Goril ve şempanzeden daha ustalıklı şekilde ağaçlar üzerinde hareket edebilir. Orangutan hemen hemen tamâmiyle ağaçlarda yaşar. Pek ender yere iner, yerdeyken kolları ve ayakları üzerinde yavaş ve dengesiz olarak hareket eder. Goril ve şempanzelerden farklı yanlarından biri de, gırtlak kısmında taşıdığı hava kesesidir. Boynun önünde büyük bir torba gibi olup koltuk altlarına kadar sarkar. Arzu ettiği zaman buradaki havadan teneffüs ihtiyacını görebilir. Hamilelik süresi 270 gün kadardır. Üreme döneminin dışında eşler nadir olarak bir araya gelir. Öğrenileni hemen yapmaya çalışır. Beyni, insan beyninin üçte biri ağırlığındadır. Zekâsı şempanze ve gorilden daha azdır.

Bulunan fosil kalıntılarından, eskiden Güney Asya, Hindistan ve Güney Çin’de de yaşadıkları anlaşılmıştır. Goril ve şempanzeler gibi Afrika’da bulunmaz. Bir zamanlar, bütün Güney Asya kıyılarında yarım milyon kadar mevcutken, bugün nesilleri tükenmeye yüztutmuştur. Bugün bütün dünyâda 5-10 bin kadar kalmıştır. Baş düşmanları ise insandır. Eskiden eti ve derisi için avlanırken, bugün ormandaki hayatlarına kadar girilmiştir. Yavruların eğitimi kolay olduğundan, her fırsatta onları yakalayıp, annelerini öldürerek, ya kafeslere koyar veya bir yere bağlayarak bahçelerinde muhafaza ederler. Çıkarılan yeni kânunlarla nesilleri korunmaya çalışılmaktadır. Nüfuslarının yarısının hayvanat bahçelerinde olduğu sanılan veya evlerde beslenen bu hayvanların, tekrar vahşileştirilerek ormana salınma çalışmaları, sistemli olarak sürdürülmektedir. Bu maksat için Endonezya’da ormanlık alanlarda bakım istasyonları kurulmuştur. Orangutanlar değişik hava ile uyuşamadığından çoğu göğüs hastalıklarına yakalanarak ölmektedir. Bakım istasyonlarına alınarak belli bir bakım ve eğitim sonunda vahşi çevreye uyumları sağlandığında serbest bırakılarak tabiî çevrelerine iâde edilmektedirler.

ORBİTAL

(Bkz. Atom, Element)