OLTUOTU (Pyrethrum roseum)

Alm. Pyrethrum (n), Fr. Pyrethre (m), İng. Pyrethrum. Familyası: Bileşikgiller (Compositae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Karadeniz bölgesi.

Mayıs-haziran ayları arasında çiçek açan, 50-70 cm boylarında, çok yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri dik ve olukludur. Çiçek durumu kapitulum olup, gövdenin ucundadır. Kapitulumun kenarında 20 kadar gül renginde dilsi dişi çiçekler bulunur. Ortada ise çok sayıda sarı renkli tüpsü çiçekler vardır. Bitki, pireotu olarak da bilinir.

Kullanıldığı yerler: Baş kısımları (kapitulumları) kurutulur. Kurumuş ve toz edilmiş çiçekler oltutozu adıyla tanınır. Çiçek durumlarında pyrethrin, reçine ve yağlar vardır. Çiçek durumlarının tozu iyi bir haşarat öldürücüdür. Pyrethrin maddesi ise barsak parazitlerine karşı veterinerlikte kullanılır.

OMURGA

Alm. Wirbelsäule (f), Fr. Colonne (f) vertébrale, İng. Backbone. Omurgalılarda, iskeletin esâsını ve vücûdun eksenini teşkil eden yapılar. Omurgayı meydana getiren her bir birime de “omur” denilir. Omurga, değişik sayıda ve yapılışta omurlardan meydana gelmiştir. Omur cisimlerinin kemikli balıklarda iki tarafı çukur, kuyruksuz kurbağalarda arka, kuyruklu kurbağalarda ön yüzleri çukur, memelilerde iki tarafı da düzdür.

Omurlar vücûdun bükülmesini sağlayacak destekleyici bir yapı şeklinde birbirine sıkıca bağlıdırlar. Omurga sütunu çok kuvvetli bir destek olmasına rağmen, aynı zamanda eğilebilir bir yapıdadır. Bütün omurgalılarda, iskeletin gövde kısmının esası omurgadır.

İlkel balıklarda omurga kıkırdak hâlindedir. Meselâ bağabalıkları böyledir. Köpekbalıkları ve mersinbalıklarında ise omurga yarı kıkırdak, yarı kemiktir. Kemikli balıklardan îtibâren bütün omurgalılarda omurga kemikten yapılıdır. Balıkların omurları tek parçadır. Aralarında eklem yoktur. Bu yüzden omurgaları, ancak esnek bir çubuk gibi bükülebilir.

Omurgalılarda, omurlar arasında eklemler meydana gelmiştir. Bu sûretle omurganın çeşitli yönlerde hareketi mümkün olur. Kurbağagillerde omurga bölgelere ayrılmağa başlamıştır. Boyun bölgesinde halka şeklinde tek bir omur, göğüs bölgesi omurlarında ise güdük kalmış kaburga çıkıntıları vardır. Kuyruksuzlarda, tek bir kuyruk sokumu omuru bulunur.

Kuşlarda sırt, bel ve sağrı bölgeleri omurları kaynaşarak yekpare bir hâl almışlardır. Kaplumbağada ise, bu üç bölgenin omurları ile kaburgalar, bağaya yapışmıştır. Memelilerde omurga beş bölgeye ayrılmıştır. Bunlar, boyun, göğüs, bel, sağrı ve kuyruk sokumu bölgeleridir.

İnsan omurgası: Omurların üstüste sıralanması ve birbirine bağlanmasıyla gövdenin arkasında orta çizgide yer alan, gövdenin ağırlığını taşıyan, kafatasından leğen kemiğine kadar uzanan kemik sütun.

Omurganın vazîfesi: Başın, gövdenin, göğüs ve karın boşluğundaki birçok iç organın ağırlığını taşımak ve bunlara sağlam bir destek olmaktır. Ayrıca baş ve gövdenin hareketlerini de sağlar. Bu arada omurga kanalı içindeki omurilik gibi çok ehemmiyetli bir organa sağlam ve emniyetli bir kılıf teşkil eder.

Omurga, insanda, 33-34 adet omurdan meydana gelmiştir. Bu omurlardan ilk 24 tânesi, birbirleriyle, omurlararası disk denilen kıkırdakların bulunduğu eklemler aracılığıyla bağlanmışlardır. Bu omurlar üç gruba ayrılır. Bunlar 7 boyun omuru, 12 sırt omuru ve 5 bel omurudur. Kalan 9-10 omurun ilk beşinin birleşmesiyle kuyruk sokumu kemiği, en altta bulunan küçük ve tam gelişmemiş 4-5 tâne omurun birleşmesinden de kuyruk kemiği meydana gelmiştir.

Omurganın çeşitli parçalarına âit omurlar arasında büyüklük ve şekil bakımından bâzı farklılıklar göstermekle berâber benzer ve hepsinde olan ortak özellikleri de vardır. Omurların benzerliği, yeni doğanlarda daha fazladır. Gelişme sırasında gittikçe artan ağırlık, hareket, gövdenin durumunda meydana gelen farklılıklar ve omurgaların çeşitli kısımlarına yapışan kasların tesirleri, omurganın bütün kısımlarında aynı olmadığından, omurlar arasında şekil farklılıkları ortaya çıkar. 1. ve 2. boyun omurları, başın değişik ve fazla hareketleri yüzünden diğer omurlara nazaran daha çok farklılaşmışlardır ve sırasıyla “atlas” ve “aksis” isimlerini alırlar. Omurganın, önden veya arkadan bakıldığında yana doğru eğrilmiş olması durumuna tıpta “skolyoz” denir.

Omurlar arası disk fıtığı. Omurlararası disklerin, çeşitli sebeplerle meydana gelen, harâbiyetle kendini gösteren ve şiddetli ağrıya sebep olan durumu. (Bkz. Bel Fıtığı)

OMURGALILAR (Vertebrata)

Alm. Wirbeltiere, Vertebraten (pl), Fr. Vertébrés (pl), İng. Vertebrates. Hayvanlar âleminin kordalılar (Chordata) şûbesinin bir alt şûbesi. Omurgalıların en karakteristik özelliği, birbirini tâkip eden omurlardan yapılmış bir omurgaya sâhip olmalarıdır. Omurga sütunu çok kuvvetli bir destek, fakat aynı zamanda eğilebilir bir yapıdadır. Aşağı omurgalılarda, omurga kıkırdak hâlinde olmasına rağmen, yüksek yapılı omurgalılara doğru kemikleşmeye başlar. Birçok omurgalıda omurgaya iki çift ön ve arka üyeler de tutunur. Vücut bilateral (iki yanlı bakışımlı) simetriktir. Baş, gövde ve kuyruk olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. Sölom yâni vücut boşluğu yalnız gövde bölgesinde bulunur. Sindirim kanalı bel kemiğinin karın (ventral) tarafındadır. Dolaşım sistemi kapalıdır. Yürek en az iki, en çok dört boşluk ihtivâ eder. Kanın alyuvarlarında hemoglobin denilen solunum pigmenti vardır. Hemoglobin, kana kırmızı rengi verir. Boşaltım organları çifttir. Boşaltım ve üreme organı açıklıkları, tek veya ayrı ayrı olarak bulunur. İki çift ekstremiteleri vardır. Bunlar balıklarda bulunan göğüs ve karın yüzgeçleri, karada yaşayanlarda ise ön ve arka bacaklardır. Suda yaşayanlar solungaç, havadakiler akciğer solunumu yapar. Kafatası içinde muhafaza edilen karmaşık yapılı bir beyinleri vardır. Omurgalılar altı sınıfa ayrılır. Memeliler (Mammalia), kuşlar (Aves), sürüngenler (Reptilia), kurbağa ve semenderler (Amphibia), balıklar (Pisces) ve yuvarlakağızlılar (Cyclostomata)dır.

OMURİLİK

Alm. Rückenmark (n), Fr. Moelle (f) épinière, İng. Spinal marrow. Beyin sapından başlayıp, omurga içinde ikinci bel omuruna kadar uzanan ve bundan sonra fibröz (bağdokusu) bir kordon şeklindeki filum terminale denen kısımla devam eden merkezi sinir sisteminin önemli bir parçası.

Beyin gibi omurilik de meninksler ismini alan (pia, arachnoidea ve dura) zarlar tarafından çevrilmiştir. Bu zarlar, beyin zarlarının devamıdır. Pia ve arachnoidea zarları arasında, beyin omurilik sıvısı bulunur. Bu sıvı, beyindeki özel boşluklarda bulunan koroid ağları tarafından salgılanır ve özel kanallar vâsıtasıyla omuriliğe ulaşır. Merkezî sinir sistemiyle ilgili bâzı hastalıkların teşhisinde bu sıvının alınıp incelenmesi büyük önem taşır. Bu sıvının alınması işine (lomber ponksiyon), halk arasında “belden su aldırmak” denir.

Omuriliğin enine kesitinde ortadaki gri maddeyi çevreleyen beyaz bir cevherin mevcudiyeti görülür. “H” harfi şeklindeki gri maddenin ön boynuzları vücûdun ön tarafına, arka boynuzları da arka tarafına uzanır. Ön boynuzlar, vücûdun hareketlerini sağlayan motör sistemle ilgilidir. Arka boynuzlar da hissî sinirlerle ilgili olup, beyne hislerin iletilmesinde görevlidirler.

Omurilik, önden arkaya doğru hafifçe yassılaşmış bir silindir şeklindedir. Yetişkinlerdeki uzunluğu 44-46 cm kadardır. Kalınlığı 8-12 mm arasında değişmektedir. Toplam ağırlığı ise 25-30 gram kadardır. Omurilik baştan sona kadar aynı kalınlıkta değildir. İki yerde şişkinlik gösterir. Bunlardan biri 3. boyun omuru ile 2. sırt omuru arasında; ikincisi ise 10. sırt omuru ile 2. bel omuru arasındadır. Bu şişkinliklerden, alt ve üst uzuvlara giden sinirler çıkar.

Ak madde, omurilik boyunca uzanan sinir liflerinden meydana getirilmektedir. Bu lifler, vazifelerine göre belirli bir düzende seyrederler. Omurilikten çıkan 31 çift sinir, baş ve boyunun bir kısmı dışında vücûdun kaslarını sinirlendirir. Aynı zamanda buralardan kalkan hissî uyarıları beyne iletirler. Her birinin içinde, motor liflerin seyrettiği bir ön kökü ve hissî liflerin bulunduğu bir arka kökü vardır. Arka kökte bir sinir düğümü (gangliyonu) bulunur. İki kök birleşir ve omurlar arasındaki delikten çıkıp iki dala ayrılır. Bir dal vücûdun arkasına bir dal da önüne gider. Kol ve bacaklara gidecek sinirler, büyük sinir demetlerini (pleksusları) yaparlar.

Omuriliğin bir vazîfesi de çeşitli reflekslerin merkezlerini taşımasıdır. Omurilik hastalıkları arasında yaralanmalar, tümörler, iltihaplar ve multipl skleroz hastalığı sayılabilir.

OMUZ

Alm. Schulter (f), Fr. Epaule (f), İng. Shoulder. Boynun iki tarafında bulunan, kolu göğüsle birleştiren kısım. Omuz iskeleti üç kısımdan meydana gelmiştir. Önde köprücük kemiği, arkada kürek kemiği, dış yanda kol kemiğinin üst ucu. Kol kemiğiyle kürek kemiğini birleştiren eklem, hareket kabiliyeti bakımından vücudun en oynak eklemidir.

Anatomik olarak, omuz üç bölgeye ayrılır: Kürek bölgesi, koltukaltı bölgesi ve deltamsı kas (deltoid kas) bölgesi. Omuz eklemi küremsi bir biçim arzeder. Kürek kemiğinin çukurunun kıyısında, kırırdaktan yapılmış bir dudak vardır. Kol kemiğinin başı bu dudağa temas eder. Kol kemiğinin başının, eklemin içinde durmasını sağlayan çeşitli bağlar mevcuttur.

Omuz eklemi, insan vücudunda en geniş hareketleri yapan eklemdir. Hemen her yöne hareketi mümkündür. Vücutta çıkıkların en kolay ve sık meydana geldiği yerlerden biri de omuzdur.

Omuz çıkığı: Kol kemiğinin kürek kemiğindeki yatağından çıkmasıdır. Bu yatak çok yayvan olduğundan omuz ekleminin yerinde muhâfazası, ancak çevre yumuşak dokuları tarafından sağlanır. Bu yapı itibarı ile, omuz çıkığı sık görülür. Kol kemiğinin başı öne veya arkaya çıkabilirse de, öndeki dokuların daha gevşek olmasından ötürü öne çıkıklar çok daha fazladır. İltihap, felç, tümör gibi hâdiselerden dolayı kendiliğinden gelişebilmesine karşı en çok düşme, çarpma, asılma durumlarında ortaya çıkar.

Çıkan kolda âni ve şiddetli bir ağrı olur. Bir süre sonra eklem civarı şişer ve hassas hâle gelir. Hareketler kısıtlıdır. Damar ve sinir zedelenmesi olunca, kolda dolaşım bozukluğuna bağlı morarma veya solukluk ve sinir arazları gelişebilir. Hasta sağlam koluyla çıkık omuzunu tutarak tespit etmeye çalışır. Tedâvisi, çıkığın yerine konması ve bir süre eklem kapsülü tâmir olana kadar tespitidir. Kol, bir üçgen askı ile boyuna asılmalı ve başka bir sargı ile de gövdeye bağlanmalıdır. Tespit süresi 40 yaşın altında 6, daha yaşlılarda 3 haftadır.

ON EMİR

(Bkz. Mûsevîlik)

ONİKİ ADA

Türkiye’nin Ege kıyıları yakınında, Ege Denizinin güney-doğusundaki adaları topluluğu. Türkiye’ye iki kilometre mesâfedeki Sisam ile Rodos adaları arasında yay şeklinde dizilmiş olup, Sporatlar’ın güney bölümünü meydana getirirler. Yüzölçümleri toplamı; 1244 km2, nüfûsu takriben 200.000’dir. İdarî bakımdan Rodos’a, dolayısıyle de Yunanistan’a bağlıdırlar.

Oniki Ada, derinliği 200 m olan kara sahanlığı üzerindedir. Önceden batmış bir kara parçasının su üstündeki kalıntılarıdır. Tipik Akdeniz iklimi hüküm sürmekte olup yazları sıcak ve kurak, kışları da ılık ve yağışlıdır. Kayalık ve dağlık bir yapıya sâhip olduklarından tarıma pek müsâit değildirler. Rodos, Sisam ve İstanköy’de zeytin ve turunçgiller yetiştirilmektedir. Osmanlılar zamânında adaların iâşesi Batı Anadolu’dan sağlanırdı. Yunanistan’ın siyâsî sınırları içinde bulunmalarına ve özel alâka gösterilmesine rağmen coğrafî yer açısından ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalan bu adaların halkı İkinciDünyâ Savaşı sırasında Türkiye’nin yardımları sâyesinde açlık felâketinden kurtulabilmiştir.

Anadolu’nun tabiî bir uzantısı sayılan Oniki Adanın bir kısmı Türk karasuları içinde kalmaktadır. Türkiye’ye “horoz ötüşü” mesâfesindedirler. Ege Adalarının da, karasuları olduğu kabul edilirse, bunların karasuları Türk karasuları ile karışmaktadır. Hal böyle olunca devletler umûmî hukûku kuralıyla çatışan durumlar ortaya çıkmaktadır. Oniki Adanın stratejik ehemmiyeti târihte olduğu gibi gelecekte de büyük önem arzedecektir.

Oniki Ada şunlardır:

1. Batnos (Patmos): Sisam’ın güneyinde ve Leros Adasının kuzey batısındadır. Anidro, Arkoı, Gaydaro, Kaproni, Strongilo, Maroti, Lunga, Gilyomodi, Grilusa ve Petrokaravi adacıkları buna bağlıdır.

2. Lipsos (Lipsoı): Batnos’un doğusundadır. Lodos tarafında Skorno denilen tabiî bir limanı vardır. Arefuza, Kalepodi, Kalavropa, Kulura veFranko adacıkları buna bağlıdır.

3. Kerupe (Karpatos): Rodos’un güney-batısında olup, uzun ve dağlıktır. Kaşot ve Kerpe, Preveze Deniz Savaşından önce Barbaros tarafından fethedilmiştir. İstanköy’e 30 km mesâfededir. Bağcılık yapılmakta ve turunçgil yetiştirilmektedir. Sarya, Skastro, Stakida, Sofrana, Karavi, Avga, Üniye ve Kamila adacıkları buna bağlıdır.

4. İstanköy (Kos): Eskiden Türk deniz üssüydü. Limanı batı rüzgârlarına kapalıdır.

5. Kaşot (Kasos): Kerupe Adasının güney-batısındadır. Yüzölçümü 100 km2 kadardır. Kuzeyindeki tabiî limanı, üç küçük adayı kuzey rüzgârlarına karşı korumaktadır. Armatio, Makra ve Platio adacıkları buna bağlıdır.

6. İstanbali Stampalea: İstanköy’ün doğusunda olup, Adelfi, Karvi, Grossa, Sinenda, Fokinisya, Ova, Ofridusa, Pondikosa, Sisina, Treskoli, Sirina, Mezzo ve Placida adacıkları buna bağlıdır.

7. Hereke (Kalkiya): Rodos’un batısındadır. Sen Teodara veTraguza adacıkları buna bağlıdır.

8. Sömbeki (Simos): Datça’nın güneyinde, Rodos’a 33 km, Türkiye’ye de 5 km mesâfededir. Yüzölçümü 61 kilometrekaredir. Eskiden bu adada yapılan gemilere Sömbey denilirdi. Söm Bey, adada tersâneyi kuran eski bir Türk denizcisidir. Arazisi dağlık olup, taraça hâline getirilmiş yamaçlarında bir miktar zirâat yapılmaktadır. Nimo, Sesoli, Kamoka, Diovata, Sesli ve Trombeto adacıkları buna bağlıdır.

9. Leryos (Leros): Batnos’un güney-doğusunda, Kilimli’nin de kuzeyindedir. Arkangelo, Farmako, Levita, Pega, Sandormenik, Farado, Strongilo, Triptio, Leriko ve Kinaros adacıkları buna bağlıdır.

10. Kilimli (Kalimnos): İstanköy’ün kuzeyinde olup, 109 kilometrekaredir. Kalovro, Kalolino,  Kaprari, Psarimo, Nera, Sandomenika, Tolendo, Sopra ve Sari Galbioni adacıkları buna bağlıdır.

11. İncirliada (Nisiros): İstanköy’ün güneyinde volkanik bir ada olup, kaplıcaları vardır. Yüzölçümü 40 kilometrekaredir. Tek yerleşim yeri Mandrake’dir. Türkiye’ye uzaklığı 17 kilometredir. Kandelyuza, Yalı, Priguza ve Rakkiyya adacıkları buna bağlıdır.

12. Tilos (Tilostos): Datça Yarımadasının güneyinde Rodos’a 32 km mesâfededir. Yüzölçümü 63 kilometrekaredir. Eskino ve Antitilo adacıkları da buna bağlıdır.

Oniki Adanın târihi çok eski zamanlardan beri Sakız ve Rodos adalarının târihine bağlı olarak gelişmiştir. Târih boyunca, Oniki Adaya hâkim olanların hepsi Batı’dan gelmiştir. Osmanlılar bunun tek istisnâsıdır. Rodos’un 1522’de alınmasından kısa bir müddet sonra diğer adalar da ele geçirildi ve 1912 yılına kadar 390 sene Türk hâkimiyetinde kaldı. İtalya, 1911 yılında Trablusgarb’da Osmanlı direnişini kıramayınca, kamuoyunu oyalamak için 4 Mayıs 1912’den îtibâren Oniki Adayı işgâle başladı. İşgal, adalardaki yerli Rumların da işbirliği sâyesinde yirmi günde tamamlandı. Osmanlı Devleti o sırada içinde bulunduğu meseleler sebebiyle bu işgâli önleyemedi. Ancak 18 Ekim 1912’de İtalya ile yapılan Uşi Antlaşmasının ikinci maddesinde, İtalya’nın adaları boşaltıp, Osmanlılara teslimi şartını koydurabildi. Lâkin Balkan Harbi çıkınca İtalya antlaşma ile taahhüd ettiği sözüne uymayarak işgalini mülkiyete dönüştürdü. Birinci Dünyâ Savaşına Îtilaf Devletleri arasında girince de bu durum iyice kesinleşmiş oldu.

24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşmasında, bâzı şartlarlaOniki Ada üzerindeki İtalyan hâkimiyeti kabûl edildi. Bunların en önemlileri Kızılhisar, İstanköy ve Sömbeki’nin Türkiye’ye iâdesiydi. 1931 Ankara Antlaşmasında ise müspet bir gelişme olmadı. Oniki Ada üzerinde İkinci Dünyâ Savaşına kadar devam eden İtalyan hâkimiyeti, savaş esnâsında yerini Almanlara bıraktı. Almanlar, bu adaları üs olarak kullanıp Girit’i havadan işgâl ettiler. Almanya’nın savaş sonunda yenilip, burayı boşalttığı sırada, adaların Türkiye tarafından işgal edilmesi teklifi, o günkü hükûmet tarafından kabul edilmedi. 10 Şubat 1947’de yapılan bir antlaşma ile adalar Yunanistan’a verilip, aynı yılın Nisan ayında bir Yunan askerî heyeti tarafından teslim alındı.

Oniki Adanın Yunan hâkimiyetine girişinden sonra adalardaki Türklere yapılan baskılar sebebiyle, bunların büyük bir kısmı Türkiye’ye göç etti. Adalara; turistik tesis adı altında askerî tesislerin inşâsı, silahlandırılması, hava meydanları yapılması, balıkçılık ve karasuları meseleleri sebebiyle Oniki Ada Türk-Yunan münâsebetlerinde dâimî bir ihtilaf konusudur.

ONİKİ EYLÜL HAREKÂTI

Türk Silahlı Kuvvetlerinin idâreye el koymak üzere 12 Eylül 1980’de emir komuta zinciri içinde giriştiği harekât.

Oniki Eylül Harekâtı öncesinde Türkiye’de siyâsî ve ekonomik bunalım hüküm sürüyordu. Ayrıca, 1974 senesinde çıkarılan genel afla daha önce devleti yıkmaya kast etmiş, devletin güvenlik kuvvetlerine kurşun sıkmış olan anarşistler de affedilmişti. Aftan faydalanan kimseler devletin temel nizâmını yıkmaya yönelik şiddet hareketlerine başladılar. Şiddet olayları bilhassa fakülte ve yüksek okularda olmak üzere orta dereceli okullara kadar sıçradı. Devletin devâmını isteyen ve okullarda okuyup milletine faydalı olmayı gâye edinen kimseleri rahatsız eden şiddet olayları karşılıklı çatışmalar hâline döndü.

1978 senesinde iktidâra gelen CHP Hükümeti gittikçe büyüyen şiddet olayları ve artan ekonomik problemler karşısında önemli derecede yıprandı. Kahramanmaraş’ta meydana gelen olaylar üzerine 13 ilde sıkıyönetim îlân edildi. Çorum ve başka yerlerde karşılıklı çatışmalara varan şiddet olayları yaygınlaştı.

1979 ara seçimlerinden sonra Adâlet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, Millî Selâmet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinin dışarıdan desteklediği bir azınlık hükûmeti kurdu. Ancak yeni hükûmet de siyâsî ve ekonomik bunalımı gideremedi. Şiddet hareketleri gün geçtikçe arttı. Siyâsîlerin farklı teşhis ve yorumları olayları daha da şiddetlendirdi. 1979 senesinin sonlarında Türk Silahlı Kuvvetleri Cumhurbaşkanına bir “Uyarı Mektubu” sundu. Mektupta iktidar ve muhâlefetteki partiler arasında uzlaşmaya gidilmesi, anayasal kuruluşların vazîfelerini tam olarak yerine getirmeleri isteniyordu. Uyarı Mektubu gidişi değiştirmediği gibi, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün vazîfe süresinin dolmasıyla gündeme gelen Cumhurbaşkanı seçimi de meclisteki siyâsî tansiyonu yükseltti. Anlaşmazlıklar sebebiyle altı ay müddetle Cumhurbaşkanı seçilemedi.

Adâlet Partisi Azınlık Hükûmetinin aldığı 24 Ocak Kararları ekonomik yapıda köklü değişikliklere gidilmesini gerekli kıldı. Siyâsî ve ekonomik bunalımın son haddine vardığı bu günlerde Nihat Erim, Gün Sazak,Kemal Türkler gibi tanınmış kişilerin ard arda düzenlenen suikastlarla öldürülmesiyle şiddet hareketleri en üst seviyeye ulaştı. Sıkıyönetim îlân edilen il sayısı 22’ye yükselmesine rağmen gidişe dur denilemedi.

Bütün bu gelişmeler üzerine ülkenin durumunun daha kötüye gideceğini düşünen Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980 Cumâ gecesi duruma el koydu. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Karakuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Denizkuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı OrgeneralSedat Celasun’dan meydana gelen Millî Güvenlik Konseyi, parlamento ve hükûmetin feshedildiğini, parlamento üyelerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığını, bütün siyâsî faâliyetlerin yasaklandığını, ülkenin her tarafında sıkıyönetim îlân edildiğini ve sendikal faâliyetlerin durdurulduğunu açıkladı. AP lideri Süleyman Demirel, CHP lideri Bülent Ecevit, MSP lideri Necmettin Erbakan ve MHP lideri Alparslan Türkeş ve bâzı milletvekilleri gözetim altına alındılar. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) geçici olarak kapatıldı.

Harekâttan hemen sonra MGK yasama yetkisini üstlendi. MGK Başkanı Kenan Evren devlet başkanı oldu. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu başkanlığında yeni bir hükûmet kuruldu. Başbakanlık ve Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı Turgut Özal başbakan yardımcılığına getirildi. Faâliyetleri durdurulan siyâsî partiler kapatılarak mal varlıkları hazîneye devredildi. 12 Eylül öncesinde anarşi ve terörün kaynakları olarak görülen kuruluşlar üzerinde merkezî denetim kurulmasını sağlayacak düzenlemeler yapıldı. Üniversitelerdeki özerkliğe son veren Yüksek Öğretim Kânunu (YÖK) kabûl edildi. Türk Dil Kurumu ve Türk Târih Kurumu kapatılarak, Atatürk Kültür Dil ve Târih YüksekKurumu adıyla yeni bir kuruluş meydana getirildli. Kesinleşen îdâm cezâları MGK tarafından onaylanarak infaz edildi. Ekim 1980’den îtibâren siyâsî parti liderlerinden üçü serbest bırakıldı. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, partisi için açılan soruşturmaya bağlı olarak tutuklandı. MSP hakkında da soruşturma açılarak iki partinin idârecileri yargılanmaya başlandı. DİSK idârecileri hakkında dâvâ açıldı. Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP), Barış Derneği ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) idârecileri hakkında dâvâlar açıldı. Harekât sonrasında alınan tedbirlerle silâhlı çatışma ve olaylar kısa sürede azaldı.

Millî Güvenlik Konseyi yeni Anayasayı hazırlamak ve yeni siyâsî sistemi belirlemek üzere Haziran 1981’de Kurucu Meclis Teşkili Hakkındaki Kânun’u kabul etti.Kânuna göre MGK ve Danışma Meclisinden meydana gelen Kurucu Meclis teşkil edildi. Kurucu Meclisin hazırladığı kamuoyunda ve basında sınırlı biçimde tartışılan Anayasa taslağı 7 Kasım 1982’de halk oyuna sunularak kabûl edildi. Kabul edilen Anayasanın geçici birinci maddesiyle Kenan Evren de Cumhurbaşkanlığına getirilmiş oldu.

Anayasa doğrultusunda hazırlanan Siyâsî Partiler Kânunu 24 Nisan 1983’te yürürlüğe girdi. Aynı ayın sonunda siyâsî parti çalışmaları serbest bırakıldı. İlk olarak Emekli Orgeneral Turgut Sunalp’ın başkanlığında Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), eski Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın başkanlığında Anavatan Partisi (ANAP), başbakanlık eski müsteşarlarından Necdet Calp’ın başkanlığında Halkçı Parti (HP) ve emekli Orgeneral Ali Fethi Esener başkanlığında Büyük Türkiye Partisi (BTP) kuruldu. BTP eski AP’nin devâmı olduğu gerekçesiyle MGK tarafından kapatıldı. Aynı siyâsî görüşteki kimseler Yıldırım Avcı başkanlığında birleşerek Doğru Yol Partisini (DYP) kurdular. Son olarak da Erdal İnönü başkanlığında Sosyal Demokrat Partisi (SODEP) kuruldu.

Yeni partilerin kurucu üyelerini inceleme yetkisi bulunan MGK  bu üyelerden birçoğunu uygun bulmayarak veto etti. ANAP, MDP ve HP veto barajını aşarak kurucu üye sayılarını tamamlarken DYP ve SODEP gerekli müddet içinde veto barajını aşamadıklarından genel seçimlere katılamadılar. 6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimde oyların yüzde 45,1’i ile 400 üyeli TBMM’de 211 milletvekilliği kazanan Turgut Özal başkanlığındaki ANAP iktidar partisi oldu. Oyların yüzde 30,46’sını alan HP, 117 milletvekilliği, MDP ise 71 milletvekilliği elde etti.

Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 1 Temmuz 1983’te askerlik vazifesinden ayrıldı. MGK’nin varlığı da TBMM Başkanlık Dîvânının 7 Aralık 1983’te toplanmasıyla sona erdi. Emekliye ayrılan öteki MGK üyeleri Nurettin Ersin, TahsinŞahinkaya, Nejat Tümer ve Sedat Celâsun altı yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeliklerine getirildiler. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ve Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerinin görev sürelerinin bitmesiyle Oniki Eylül Dönemi fiilen sona ermiş oldu.

ONİKİ İMÂM

Peygamberimizin nesebinden olup, ilim, takvâ, ahlâk, şecâat, soy bakımından zamânındaki insanların en üstünlerinden olan, yüksek şahsiyet sâhibi oniki mübârek zât. Herbiri büyük âlim ve velî olan oniki kişi. Hazret-i Ali’den başlayıp aynı soydan (hazret-i Fâtıma’dan) gelerek Muhammed Mehdî’ye kadar devâm eden oniki din büyüğüne verilen isim. Bunlara Arapça, “Eimme-i İsnâ Aşere” de denir. İmâm, lügatte önder, lider demektir. İlimde önde olana imâm dendiği gibi, namaz kıldıranlara da cemâatın önünde bulunmasından dolayı imâm denilmiştir. Devlet başkanları halkın önderi olduğu için devlet başkanlarına ve söylediği söz kânun kabul edilen kimseye de imâm denilmiştir. (Bkz. İmâm)

Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üç türlü vazîfesi vardı: Birincisi, ahkâm-ı fıkhiyeyi (fıkıh hükümlerini) bütün insanlara tebliğ etmek, bildirmek idi. Ahkâm-ı fıkhiye, yapılması emir veya yasak edilen işlerdir. İkinci vazîfesi, Kur’ân-ı azîmüşşânın ahkâm-ı mâneviyesini, yâni Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit mârifetleri (yüksek bilgileri), yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalplerine akıtmaktır. Üçüncü vazîfesi, ahkâm-ı fıkhıyeyi, vâz ile, nasîhatle yapmıyan Müslümanlara, kuvvet kullanarak, zor ile yaptırmaktır.

Resûlullah efendimizden sonra dört halîfeden herbiri bu üç vazîfeyi tam olarak başardı. Hazret-i Hasan’ın imâmeti zamânında, fitneler, bid’atler çoğaldı. İslâmiyet üç kıtaya yayıldı. Resûlullah efendimizin nûru yeryüzünden uzaklaştı. Sahâbe-i kirâm radıyallahü anhüm ecmaîn azaldı. Bu üç vazîfeyi, bir kişi yapamaz oldu. Bu üç vazîfe, başka başka üç sınıfa ayrıldı. Usûl ve fürû ahkâmını tebliğ vazîfesi, yâni imânı ve ahkâm-ı fıkhiyeyi bildirmek vazîfesi, din imâmlarına, yâni müctehidlere verildi. Bu müctehidlerden îmânı bildirenlere “mütekellimîn”, fıkhı bildirenlere “fukahâ” denildi. İkinci vazîfe, yâni dileyen Müslümanları Kur’ân-ı kerîm’in mânevî hükümlerine kavuşturmak, Ehl-i Beytin oniki imâmına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Cüneyd-i Bağdâdî ve Sırrî-yi Sekatî bunlardandır.

Ehl-i Sünnet âlimleri, Resûlullah efendimizin bu ikinci vazîfesini oniki imâmdan öğrenerek, tasavvuf ilmini meydana getirdiler. Bâzıları, evliyâya, kerâmetlere ve tasavvufa inanmıyorlar. Onların bu inanmamaları, oniki imâmla ilgileri olmadığını göstermektedir. Oniki imâm, Ehl-i Sünnetin imâmlarıdır.

Ehl-i Beyti seven ve oniki imâmın yolunda olanlar Ehl-i Sünnettir. İslâm âlimi olabilmek için, Resûlullah’ın bu iki vazîfesinde, kendisinin vârisi olmak lâzımdır. Yâni, bu ilimlerin ikisinde de mütehassıs, uzman olmak şarttır.

Üçüncü vazîfe, yâni ahkâm-ı dîniyyeyi kuvvetle satvet ve saltanatla yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara, yâni hükûmetlere verildi. Birinci sınıfın kısımlarına “mezheb” ikincisinin kısımlarına “tarîkat” üçüncüsüne de “kânun” denildi. Îmânı bildiren mezheplere “Îtikâdda mezheb” denir. Îtikâd mezheplerinin yetmiş üçe ayrılacağını, bunlardan yalnız birinin doğru, ötekilerinin bozuk olacağını, Peygamber efendimiz haber vermişti. Öyle de oldu. Doğru yolda olduğu müjdelenen fırkaya “Fırka-ı nâciye” veya “Ehl-i Sünnet vel-cemâ’at” mezhebi denir. Yanlış oldukları bildirilen yetmiş iki fırkaya “Bid’at fırkaları” yâni, “sapık yollar” denir. Bunların hiçbiri kâfir değildir.

Tasavvufta ikinci yol olan vilâyet yolu(Bkz. Tasavvuf), oniki imâm vâsıtası ile insanlara ulaşmıştır. Bütün evtâd, büdelâ, nücebâ ve evliyâ hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Peygamberimizden gelen feyizler, mârifetler ve sesli zikir bu oniki imâm vâsıtasıyla gelmiştir.

Ehli Sünnet olanlar, oniki imâmı sevme konusunda çok hassas davranmışlar ve gereken hürmeti göstermişlerdir. Çocuklarına oniki imâmın isimlerini koymayı da, kendileri ve çocukları için bir şeref kabûl etmişlerdir.

Doğru yoldan ayrılanlar, oniki imâmı sevme adı altında oniki imâma iftirâ edip, haklarında kötü sözler sarfetmektedirler. Doğru yoldaki İslâm âlimleri hiçbir devirde, hiçbir zaman oniki imâm hakkında iftirâda bulunmamışlar, bilakis oniki imâm sevgisini son nefeste îmân ile gitmek için şart görmüşlerdir. Oniki imâmda Resûlullah efendimizin zerreleri vardır. Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her Müslümanın vazîfesidir.

Oniki imâm sevgisi, edebiyât alanında da etkisini göstermiştir. Oniki imâm sevgisini terennüm eden binlerce şiir ve methiye yazılmıştır. Bu arada oniki imâm sevgisini istismâr ederek Müslümanları birbirine düşürmek isteyen bâzı bölücü kimseler, oniki imâm hakkında gerçek dışı yazılarla Müslümanlar arasına fitne sokmak istediler. Bâzı câhil kimseler de böyle şiir ve uydurma hikâyeleri okuyarak, dinliyerek ağlamayı ve din büyüklerini kötülemeyi ibâdet sandılar. Hakîkî din âlimleri yazılarıyla, vâz ve öğütleriyle bu konuda da insanlara doğru yolu gösterdiler. Oniki imâm diye anılan mübârek insanlar, sırasıyla şu zâtlardır:

1. Ali bin Ebî Tâlib: Resûlullah’ın amcası Ebû Tâlib’in oğlu ve Peygamber efendimizin dâmâdıdır. İslâm halîfelerinin ve Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Hicretten 23 sene evvel Mekke’de doğdu. 661 (H.40) senesinde İbn-i Mülcem tarafından şehit edildi.

2. Hasan bin Ali: Resûlullah efendimizin kızı hazret-i Fâtıma’nın oğludur. Hicretin üçüncü yılı Medîne’de doğdu. Hicrî 49’da Medîne’de vefât etti. Yüzü Resûlullah efendimizin yüzüne çok benzerdi. Babası hazret-i Ali’nin vefâtı üzerine halîfe oldu ise de, yedi ay sonra hilâfeti hazret-i Muâviye’ye bıraktı. Soyundan gelenlere “şerîf” denir. (Bkz. Şerîf)

3. Hüseyin bin Ali: Resûlullah efendimizin torunu ve hazret-i Ali’nin, hazret-i Fâtıma’dan olan ikinci oğludur. Bunun soyundan gelenlere “seyyid” denir (Bkz. Seyyid). Hicretin altıncı senesi doğdu. 681 (H.61) senesinde Kerbelâ’da şehit oldu.

4. Zeynelâbidîn bin Hüseyin: Hazret-i Hüseyin’in oğlu, Muhammed Bâkır’ın babasıdır. 666 (H.46) senesinde doğdu, 713 (H. 94) de Medîne vâlisi Osman bin Hayyân tarafından zehirletilerek şehit edildi.

5. Muhammed Bâkır: Zeynelâbidîn’in oğlu, Câfer-i Sâdık’ın babasıdır. 676 (H.57) senesinde Medîne’de doğdu, 732 (H. 113) senesinde vefât etti. Medîne’de Cennet-ül-Bakî’de, babasının yanındadır.

6. Câfer-i Sâdık: Muhammed Bâkır’ın oğlu ve Mûsâ Kâzım’ın babasıdır. 702 (H.83)de Medîne’de doğdu. 765 (H. 148)’te Medîne’de vefât etti. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe ve kimyâger Câbir, bunun talebesiydiler.

7. Mûsâ Kâzım: Câfer-i Sâdık’ın oğlu, İmâm-ı Ali Rızâ’nın babasıdır. 745(H. 129)’te Medîne’de doğdu. 802 (H. 180)de Bağdat’ta vefât etti. Kâzımiyye’dedir.

8. Ali Rızâ: Mûsâ Kâzım’ın oğlu ve Muhammed Cevâd Takî’nin babasıdır. 770 (H.153)’te Medîne’de doğdu ve 818 (H. 203)’te Tus yâni Meşhed’de vefât etti. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, İmâm Ali Rızâ’nın sohbetiyle şereflenip kemâle geldi.

9. Muhammed Cevâd Takî: Ali Rızâ’nın oğlu, Ali Nakî’nin babasıdır. Lakabı Hâdî’dir. 810 (H.195)’da Medîne’de doğdu. 835 (H.220) senesinde Bağdat’ta vefât etti.

10. Ali Nakî: İmâm-ı Muhammed Cevâd Takî’nin oğlu ve Hasan bin Askerî Zekî’nin babasıdır. Lakabı Hâdî’dir. 819 (H.204)’da Medîne’de doğdu. 868 (H.254)’de Bağdat’ın Sermenray nâhiyesinde vefât etti.

11. Hasan bin Ali Askerî Zekî: Ali Nakî’nin oğlu, Muhammed Mehdî’nin babasıdır. 846 (H.232)’da Medîne’de doğdu. 875 (H.261) senesinde yine Medîne’de vefât etti.

12. Muhammed Mehdî: Hasan bin Ali Askerî Zekî’nin oğlu olup, Samarra’da vefât etti.

ONİKİ MART MUHTIRASI

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, 12 Mart 1971 târihinde Süleyman Demirel başkanlığındaki Adâlet Partisi Hükûmetini istifâya zorlayarak ülke idâresine dolaylı bir şekilde müdâhele etmek için Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a sunduğu yazılı muhtıra.

27 Mayıs 1960 ihtilâliyle Demokrat Parti İktidârına son verildikten sonra hazırlanan 1962 Anayasasındaki temel hak ve hürriyetleri istismar eden bâzı kimseler, Türkiye Cumhûriyetinin temel nizâmını yıkıp yerine komünist bir idâre kurmak için çalışmaya başladılar. 1965 ve 1969 senelerinde yapılan genel seçimleri Süleyman Demirel başkanlığındaki Adâlet Partisi kazandı. Seçimle iktidâra gelme ümidini kaybeden ve CHP’nin de destek ve teşviğini gören komünist düzen taraftarları, bâzı Anayasal kuruluşları kendilerine üs olarak seçtiler. Üniversitelerde ve bilhassa Orta Doğu Teknik Üniversitesinde teşkilatlandılar.

İlk zamanlar masûm öğrenci istekleri bahâne edilerek gösteri ve boykotlar yapıldı. Daha sonra sopalı ve silahlı çatışmalar şeklinde olaylar meydana geldi. Anayasa hükümlerine göre kurulmuş olan bâzı dernek ve sendikalar da gösteri ve şiddet hareketlerine katıldılar. Gelişen hâdiseler üzerine toplumun büyük kesimi, devletin devâmını isteyen devlet büyükleri ve Silahlı Kuvvetler mensupları gidişten endişelenmeye başladılar. Hükümetin aldığı bâzı tedbirler ise gelişen hâdiseler karşısında yetersiz kaldı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Fâruk Gürler,Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur,Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu tarafından hazırlanan muhtıra Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a sunuldu. TRT radyolarından yayınlanan muhtıra kamuoyunda büyük yankılar uyandırdı. Muhtıranın metni şöyleydi:

1. Parlamento ve hükümet; süregelen tutum, görüş ve icrâatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluk içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak umudunu kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları, tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhûriyetinin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetlerinin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek; çârelerin partilerüstü bir anlayışla meclisimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek; anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kânunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükûmetin demokratik kurallar içinde teşkili zarûrî görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri, kânunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhûriyetini korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idâreyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.

Bu muhtıradan sonra İkinci Demirel Hükûmeti istifâ etti.Partiler ve parlamento varlığını devâm ettirdi. Muhtırada belirtilen Partilerüstü Hükümeti, 26 Martta, CHP’den ayrılarak bağımsız olan Prof. Nihat Erim kurdu. 24 bakanlığın bulunduğu bu hükûmette AP’den 5, CHP’den 3, CGP’den 1, tabiî senatörlerden 1 kişi bulunuyordu. Diğer 14 bakanlığa ise parlamento dışından teknokratlar getirildi.

Erim Hükûmeti, anarşik hâdiseleri bastırma ve anayasanın öngördüğü reformları gerçekleştirmeyi hedef olarak seçti. Muhtıra öncesinde sol eğilimli teşkilâtların başlatmış olduğu silahlı hâdiseler daha da arttı. Bunun üzerine 26 Nisanda aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır’ın da bulunduğu 11 ilde sıkıyönetim îlân edildi.Sıkıyönetimin îlânıyla birlikte silâhlı hâdiselere karşı sıkı tedbirler alındı. Anarşik hâdiseleri tertipleyen ve çıkaran,anayasa düzenini yıkmak için çalışan pekçok kimse tutuklandı. Anayasada bâzı değişiklikler yapıldı. Anayasa Mahkemesi siyâsî yelpâzenin sol ucundaki Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile sağ ucundaki Millî NizamPartisini (MNP) kapattı. Sol hareketin liderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Hüseyin Arslan hakkında îdâm cezâsı verildi. 6 Mayıs 1972’de îdâm cezâları infaz edildi. Şiddet hareketlerine ve hâdiselere katılan rejim aleyhtarı diğer kimselere de çeşitli hapis cezâları verildi.

Erim Hükümetine reformları gerçekleştirecek ekip olarak alınmış olan ve sonradan 11’ler olarak adlandırılan bâzı bakanlar 3 Aralık 1971’de istifâ ettiler. Bu gelişme hükümetin yapmak istediği reformların önünü daha da tıkadı. Daha sonra kurulan İkinci Erim, Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri de reformlar husûsunda sınırlı çalışmalar yapabildiler.

12 Mart idâresi, 19 Ağustos 1972’de ordu içindeki değişikliklerle yeni bir döneme girdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç emekliye ayrıldı. Yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler; Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu’nun yerine de Kemal Kayacan getirildi.

Daha sonra Fâruk Gürler, 5 Mart 1973’te askerlikten ayrılarak Cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatör oldu. Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduysa da AP ve CHP’den yeterli desteği göremedi. Seçilemeyeceğini anlayınca da adaylıktan çekildi.

Cevdet Sunay, 28 Mart 1973’te vazîfeden ayrılınca AP ve CHP’nin üzerinde anlaştığı kontenjan senatörü Fahri Korutürk, 6 Nisan 1973’te Cumhurbaşkanlığına seçildi. Bunu, sivilleşmeye doğru daha hızlı adımlar tâkib etti. Ağustostaki Yüksek Askerî Şûrâ toplantısından sonra Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da emekliye ayrıldı. Böylece 12 Marttaki Askerî idâreciler tamâmen tasfiye edildi. 14 Ekim 1973’teki genel seçimlerle 12 Mart dönemi son buldu. Seçimlerden birinci parti olarak çıkan Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP, Mecliste ekseriyeti elde edemediği için MSP ile koalisyon hükümeti kurdu. Her iki partinin anlaşarak 1974’te çıkardıkları genel afta 12 Mart döneminde tutuklanan ve hüküm giyen anarşistler serbest bırakıldı. Yavaş yavaş tekrar gelişen gösteriler ve silahlı hâdiseler ikinci bir askerî müdâhaleyi yâni 12 Eylül 1980 Harekâtını getirdi.

ONİKİ PARMAK BARSAĞI

Alm. Zwölffingerdarm (m), Duodenum (n), Fr. Duodénum (m), İng. Duodenum. İnce barsağın mîdeden hemen sonra gelen kısmı. Buranın önemi, ülserin en fazla görüldüğü yer olmasındandır. Karın arka kısmında, omurga ile aortun ön tarafında yer alır. Pankreasın baş kısmını bir halka gibi sarar. İnce barsağın diğer iki kısmından farklı olarak hareketsizdir. Oniki parmak barsağı mîde kapısından başlar, oniki parmak barsağı-boş barsak dirseğinde son bulur. Ortalama uzunluğu 22 cm’dir. Dört kısımdan meydana gelir. Birinci kısmı “bulbus duodeni” ismini alır. Karaciğerin göbek kısmıyla komşudur. İkinci kısım düşey olarak iner ve sağ böbreğin sağını örter. Üçüncü kısım yatay olarak seyreder, alt ve üst mezenter atardamarları arasında aort ile kesişir. Dördüncü bölümü de dikeye yakın olarak yukarı çıkar.

Ağızda başlayan sindirim fonksiyonu mîdeden sonra oniki parmak barsağında devam eder. Mîdeden asit olarak oniki parmak barsağına gelen yiyecekler buradaki bezlerin alkali (bazik) salgıları ile nötürleştikten sonra, oniki parmak barsağını terkederler.

İkinci kısmın iç yüzünde, koni şeklinde iki ufak çıkıntı bulunur. Üstteki çıkıntıya küçük etçik denir ve santorini kanalı gelip buraya ağızlaşır. Büyük etçik içinde ise vater ampulü denilen boşluk bulunur. Karaciğer ve safra kesesinden gelen koledok kanalıyla, pankreastan gelen wirsung kanalı bir veya iki delikle buraya açılır.

Oniki parmak barsağında sık olarak ülser görülür. Bu ülserin özelliği, yemeklerden bir iki saat sonra göbeğin hemen sağ üst tarafında ağrıya sebep olmasıdır. Oniki parmak barsağında kanser görülmesi son derece nadirdir.

ONKOLOJİ

Alm. Onkologie (f), Fr. Oncologie (f), İng. Oncology. Tümörlerle uğraşan bilim dalı. Onkos şişlik, logos bilim demektir. Onkoloji bu iki kelimenin birleşmesinden meydana gelmiştir.

Tümörler, iyi ve kötü huylu olmak üzere ikiye ayrılırlar. Onkoloji, bütün tümörlerin teşhis ve tedâvilerini ve bu konulardaki bütün gelişmeleri sahası içine almıştır.

Onkoloji, özellikle 20. asrın ikinci yarısından sonra hızla ilerlemeye başlamıştır. Çeşitli tip kanserlerin erken teşhislerinin sağlanması için birçok çalışmalar yapılmış, yeni teknikler geliştirilmiştir. Bilgisayarlı tomografi, ultrasound, nükleer manyetik rezonans tekniği bunlardan sâdece birkaçıdır. Kanser tedâvisi alanında da çok sayıda araştırmalar yapılagelmektedir.

Kanserin ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer alması sebebiyle günümüzde onkoloji önemli bir bilim dalı hâline gelmiştir. Onkoloji dalında mütehassıs olanlara onkolog denilmektedir.

OPAL

Alm. Opal (m), Fr. Opale (f), İng. Opal. Hidratlı fakat kristalli olmayan, silisyumlu bir mineral. Bazı çeşitleri, gökkuşağı gibi renkler neşreder. Opaldaki su oranı % 1 ile % 21 arasında değişir. İçindeki su, opala sertlik ve kolay kırılabilirlik husûsiyetini verir. Sertliği 5-6,5 arasında, çekimi 1,9-2,3 arasında yine su oranına bağlı olarak değişir.

Renkli olanlarına kıymetli opal denir. Bunlar eski çağlardan beri mücevher olarak bilinir. Böyle parlak olmayanlara âdi opal denir. Eskiden beri en çok tutulan opal çeşitleri beyaz, mor ve siyah opaldir. Bunlara beyaz, mavi ve siyah denmesinin sebebi, arkalarına mavi, beyaz ve siyah fon konunca çok güzel renkler neşretmelerinden ileri gelir.

Kıymetli opalin eski bir kaynağı Çekoslovakya’nın Kösice yakınlarında Czerwenitza’dadır. Çok güzel nümûnelerin geldiği yerler olan Queretaro ve Zimapan Meksika’da, Gracias ise Honduras’tadır. Meksika’da ateş opal adı verilen kırmızı ve turuncu-kırmızı opaller vardır. Bunlar ekseriya ışık neşretmezler.

Yakın zamana kadar opal kaynakları arasında Galler bölgesindeki White Cliffs ve Ligtning Ridge, Avustralya’daki Bulla Çayı ve Barcoo Nehri sıralanabilir. Nevada’da Humbolt yakınlarında, Idaho’da ise Latah yakınlarında çok nâdide opaller çıkmaktadır. Buradaki opaller, genellikle taşlaşmış odunlarla birlikte bulunur. Taşlaşmış odunların nadide nümûnelerinin içinde bâzı cisimler, orijinal hâllerini muhâfaza ederler. Bu sebeple quartzlar, opaller gibi taşlaşmış odunlarla beraber bulunmazlar. Quartzlar da silisyumludur ama muhteviyatında su yoktur. Kristallidir. Bambu ve diatomlar gibi bazı bitki ve hayvanlar, yapılarının sert kısımlarında opal biriktirirler.

Opal mücevherlerin bakımı: Avrupalılar, opalin kırılmasını daima bâtıl bir îtikâd olarak uğursuzluk saymışlardır. Kurak zamanlarda su kaybına bağlı olarak kırılan opal, kırılmaması için arasıra suya sokulmalıdır.