NOTA (Müzik)
Alm. Note (f), Fr. Note (f), İng. Musical note. Müzikte (mûsikide), mevcut seslerin gösterilmesinde kullanılan işâretler. Nota, müzik seslerinin kâğıt üzerinde ifâdesi ve okuyucu tarafından anlaşılmasını temin eder.
Notanın târihteki ilk menşei hakkında bir bilgi yoktur. Yapılan araştırmalar, çok eski zamanlarda da notanın kullanıldığını göstermiştir. Çok çeşitli milletler, umûmiyetle kendilerine mahsus pekçok nota sistemi kullanmışlardır. Bu sebepten kendisine mahsus müziği ve yazısı olan her cemiyetin bir nota sisteminin olduğu fikri kuvvet kazanmıştır. Zamanla, bunların arasından şu anda kullanılmakta olan sistem yaygınlaşmıştır. Eskiden notalar, çoğunlukla harflerle ifâde edilen kısmen de özel işâretlerden meydana gelmekteydi.
Türk mûsikisinde de kullanılmış pekçok nota çeşidi olmuştur. Bunların içerisinden, zamânımızda bilinenlerinden bâzıları şunlardır:
1. Kindî Notası: Dokuzuncu asırda tertip edilen bu nota sisteminde işâretler, Arap alfabesiyle temsil ediliyordu.
2. Ebced Notası: Bu sistemde de işaretler Arap alfabesi harflerine göre olup, bu harflerin temsil ettikleri seslerin uzunlukları, altlarına yazılan rakamlarla ifâde edilirdi.
3. Kutbi Nayî Osman Dede Notası: Bu sistemin isminden başka bir bilgi elde edilememiştir.
4. Candemir (Kandemiroğlu) Notası: Türk mûsikisindeki perde adlarının ilk harflerinden meydana getirilmiş bir nota sistemidir.
Gerdaniye
¾¾¾¾¾¾¾¾¾Acem
Hüseynî
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾Neva
Cargâh
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾Puselik
Dügâh
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾Rast
Acemasiran
¾¾¾¾¾¾¾¾Aşiran
Yegâh
5. Abdülbâkî Dede Notası: Ebced notasının yeniden tertip edilmesi, geliştirilmesi neticesi elde edilen bir sistemdir.
6. Hamparsum Notası: Hamparsum Limoncuyan isimli bir Ermeni tarafından kurulmuş bir nota sistemidir. Kısmen Ermeni alfabesiyle ve kalan kısmı da batı müziği nota sistemlerinin işâretlerinden meydana getirilmiştir. Türk mûsikisinden ziyâde batı müziği için hazırlanmış bir sistemdir.
7. Eski Batı Notası: Batı müziğinde kullanılan notanın eski hâllerinden.
8. Çağdaş Batı Notası: Türk mûsikisinde kullanılmasına rağmen, bunda sekizliği 12 ye bölünüyordu. Türk mûsikisinde ise eşit olmayan 24 aralığa bölünmüştür. Bu ikisi arasında kesin bir tespit yapılamamıştır.
9. Arel-Ezgi Notası: Hüseyin Sadeddin Arel ve Suphi Ezgi tarafından hazırlanmış bir nota sistemidir. Batı notasına Türk mûsikisindeki değiştirme işâretlerinin ilâvesiyle tertip edilmiştir.
Hâlen Türk müziğinde kullanılan nota sistemi, batı nota sistemidir. Bu sistemin menşei kilise müziğinde bulunan Johannes Battista ilâhîsindeki mısraların ilk hecelerinin alınmasıyla isimlendirilmiştir. Sekizinci veya dokuzuncu yüzyıllarda meydana gelen bu sistem, pekçok merhalelerden geçtikten sonra bugünkü durumuna gelmiştir. Önceleri harflerle, daha sonraları şekille ifâde edilen sesleri herbirini ayrı grafikle göstermek külfetiyse, beşli çizgi ve dört aralıktan meydana gelen “porte” ismi verilen grafikle kaldırılmıştır. Nota isimleri do (On yedinci asra kadar bu kelime ut olarak kullanılmıştır), re, mi, fa, sol, lâ, sî dir. Bu isimler, çeşitli sesleri temsil etmek ve bu seslerin birbirine karıştırılmasına mânî olmak için verilmiştir. Porte’deki çizgi ve aralıklar belli sesleri gösterirler:
Nota sisteminde her işâret, temsil ettiği sesin yüksekliğini ve uzunluğunu belirtir. Notalamada işâretin şekli, sesin uzunluğu ve değerini gösterirken, porte üzerindeki yeri ise yükseklik derecesini ifâde eder. Sesin değer ve uzunluğunu gösteren yedi farklı şekil vardır. Bunlar: Yuvarlak şekil olan “birlik”, içi beyaz (boş) olan “ikilik”, içi dolu (siyah) “dörtlük”, dörtlüğün yukarı veya aşağıya doğru olan sapında bir çengelli şekli “sekizlik”, iki çengellisi “on altılık”, üç çengellisi “otuz ikilik”, dört çengelli olan ise “altmış dörtlük”tür. Seslerin bu nota değerleri aslâ değişmez. Her notanın değeri kendisinden bir evvelkinin iki katıdır. Notada ses perdeleri, porte’de baş tarafa konulan, “anahtar” ismi verilen şekille ayarlanır. Müzik seslerinin porte içersine düşürülmesi temin edilmeye çalışılır. Bu durumun mümkün olmadığı hâllerde porte dışına yazılan işâretler (sesler) için kısa ek çizgiler çizilir:
Türk mûsikisinde umûmiyetle porte’nin alttan ikinci çizgisinden başlayan sol anahtarı kullanılır. Bu anahtar, başladığı çizgi üzerindeki seslerin frekansının 384 olduğunu belirtir. Böylece diğer çizgi ve aralıklardaki seslerin yüksekliği (frekansları) de belirtilmiş olur. Nota sistemlerinde, ifâde ettikleri müzik eserlerindeki çalınış özellikleri gibi çeşitli ayrıntıları göstermek için, muhtelif işâretler ve kısaltmalar kullanılmaktadır.
Nota işâretinin önüne bir nokta konulduğu zaman, nokta, önünde bulunduğu notanın değerini, yarısı kadar artırır. Sekizlik ve daha küçük değerli notalar, birbirlerine bağlı icrâ edilecekse, bu notalar kalınca bir çizgi ile birleştirilir. Notaları birleştiren çizgilerin sayısı, çengel sayısına eşit olur. (Sekizlik için bir, 16’lık için iki, 32’lik için üç, 64’lük için dört çizgi olur):
Çizgiyle birleştirilen 8’lik veya daha küçük değerli notalar grubunun yanına, iki tarafında birer nokta bulunan küçük iki eğri çekilmesi, oraya kadar olan bölümün iki defâ icrâ edilmesi gerektiğini ifâde eder. Nota üzerine konulan vurgu işâretleri ( ), o notanın kuvvetli icrâ edilmesi için konur:
Müzik seslerinin notalarla işâretlenmesi (yazılmasında), seslerin devamlılığı gibi sükûtların da miktarı, uzayan kalın çizgiler ve özel işâretlerle ifâde edilir:
Notaların okunmasına “solfej”, enstrümanlarla veya bir kişinin güfteyi notalara uygun olarak okumasına da “icrâ” denir.
Alm. Notar (m), Fr. Notuire (m), İng. Notary. Hukûkî güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için hukûkî işlemleri belgelendiren, Adâlet Bakanlığına bağlı ve özel statüye tâbi kişi.
Târihçesi: Hukûkî yapısı gereği olarak, noterlik iş ve işlemleri, her milletin târihinde, çok eskiden beri bulunagelmiştir. Noterliğin esaslı bir şekilde ilk tatbikatlarına Roma Hukûkunda ve İslâmHukûkunda rastlanmaktadır. Roma’da noterlik, başlangıçta, hiçbir resmî sıfatı olmayan kimselere ücret karşılığında veya ücretsiz olarak kölelere yaptırılıyordu. Sonraları, “Tabellion” adı verilen, noter işini gören kimseler, devlet tarafından tâyin edilerek, belediye kontrolüne verildi. Dördüncü ve beşinci yüzyıllarda Roma Devlet teşkilâtı düzeltilirken, amme hizmeti gören yerlerdeki bu kâtiplere Exceptores, kayzer yanında görev yapanlara da Notari adı verilirdi. Bu kelime, çabuk yazan anlamına gelmektedir. Fransa’da ilk zamanlarda noterlik işleri, sinyorlar ve mahkemeler tarafından görülürdü. On altıncı yüzyılda bunlara, Tabellion veya Garde-Note denirdi. Kral Dördüncü Henry zamanında bu kimselere Noter adı verildi ve babadan oğula geçen bir meslek hâlini aldı.
İslâm Hukûkunda noterlik işlerini yapacak kişilerin âdil, güvenilir, kusur ve açıktan günah işlemeyen kimseler olması istenmiştir. İslâmiyette noterlik işleri Kur’ân-ı kerîm’de, bir borcun âdil bir kâtip tarafından şâhit huzûrunda yazılması emredildiğinde, başlamış ve bu işlemi yapana “kâtib-i âdil” denmiştir.
Osmanlı Devletinde noterlik işlerini kadı veya nâibler yapardı. 1877’de bunlara “Mukâvelât Muharriri” denilmiş ve bu isimde bir tüzük yürürlüğe girmiştir. 1913’te Kâtib-i Âdil Kânunu Muvakatı kabul edilmiştir. Osmanlı Devletinde, hukûkî işlemlerin vesikalandırılmasına son derece önem verilirdi. Çünkü bu, dînî bir emirdi. Bunun en açık delili de ağzına kadar dolu olan devlet arşivleridir. Ülkemizde 1939’da Noterlik Kânunu’nun kabul edilişine kadar, bu kânun yürürlükte kalmıştır. Bugün 1512 sayılı Noterlik Kânunu yürürlüktedir.
Noterlik mesleği, 1512 sayılı Noterlik Kânunu ve bu kânun gereğince hazırlanmış Noterlik Kânunu Yönetmeliğince düzenlenmiştir.
Her asliye mahkemesinin bulunduğu yerde (ilçede), o mahkemenin yargı çevresindeki noterlik işlerini görmeğe yetkili olmak üzere bir “Noterlik” kurulur. Her noterliğin başında bir “Noter” vardır. Noter olabilmek için Hukuk Fakültesi mezunu olmak ve noterlik stajını tamamlayarak, noterlik belgesini almış olmak gerekir.
Noterlik bir kamu hizmetidir. Fakat noterler devlet memuru değildir. Devletten aylık almazlar. Gördükleri hizmete karşılık iş sâhiplerinden Noterlik ücret târifesine göre belli bir ücret alırlar. Bundan başka noterler, tahsil ettikleri vergi, resim ve harç tutarları üzerinden, yüzde üç oranında noterlik hissesi alırlar.
Noterler, devlet memuru olmadıkları hâlde memurlar gibi, Adâlet Bakanlığı tarafından tâyin edilirler. Kural olarak hiçbir hizmet ve görev noterlikle birleşemez.
Ayrı noter bulunmayan yerlerdeki (ilçelerdeki) noterlikler (dördüncü sınıf noterlikler), Adâlet Bakanlığınca görevlendirilecek kâtip sınıfından bir adâlet memuru (genellikle mahkeme başkâtipleri) tarafından geçici olarak yönetilir. Bu gibilere “Geçici Yetkili Noter Yardımcısı” adı verilir.
Noterin vazifeleri: Noterler, hukûkî güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirirler. Bunlar, yapılmaları kânunen başka bir makam veya şahsa verilmemiş hukûkî işlemlerle, yapılmaları ve resmiyet verilmesi noterlerden istenen hukûkî işlemler, gayri menkul satış vaadleri ve noterlikte ve dışarda yazılan kâğıtlardaki imzâların onaylanması, resmî yazılı belgelerin örneğini vermek, bir dilden bir dile yazıyı çevirme işleri ile ihtar, ihbar, protesto, tescil, tespit, emânet gibi iş ve işlemlerdir.
Noter odaları: Üç veya daha fazla, noterlik bulunan her belediye hudûdu içinde bir “Noter odası” kurulur. Her noter, bölgesi içinde bulunduğu odaya kayd olmak mecburiyetindedir.
Türkiye Noterler Birliği: Bütün noterlerin tabiî üyesi bulundukları bu birlik, tüzel kişiliğe sahip, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Noter odaları, bu birliğin mahallî organlarıdır.
Noterlik Kânunu hükümlerine göre belgelendirilen, yapılan işlemler resmî sayılır. Gerek düzenleme, gerekse tasdik etme (onaylama) biçimindeki noter senetleri resmî senettirler. Kesin delil olup, sahteliği ispatlanmadıkça doğru kabul edilirler. Gayri menkul satış vaadi sözleşmesi gibi bâzı hukûkî sözleşmeler noterlikçe yapılmadıkça geçerlilik kazanamazlar.
Alm. Nova, Fr. Nova, İng. Nova. Normalde sönük hattâ görünmeyen, fakat zaman zaman âniden parlayarak dikkati çeken bir yıldız çeşidi. Lâtince yeni kelimesinden alınmış, hiç yokken âniden yeni görünen yıldız anlamında kullanılmıştır. Gökyüzünde her yıl birkaç tâne nova keşfedilmektedir. Novaların parlaklıkları âni parlamalarla binlerce, hattâ on binlerce defâ artmaktadır. Yıldızlar ekseriya çok uzakta olduklarından, novalarda bu tip patlamalar halkın dikkatini çekmezler. Novaların parlamaları bir-iki gün sürdüğü halde, sönerek eski parlaklıklarına gelmeleri aylar hatta yıllar alır. Novalar, görüldükleri yıl ve takımyıldızın adıyla anılırlar. Meselâ; 1901 yılında İskoçyalı Astronom T. D. Anderson tarafından Perse Takımyıldızında görülen nova “Nova Persei 1901” olarak adlandırılmıştır. Bu nova bir günde normal parlaklığından 10.000 kat parlamış ve o zaman gökyüzünün en parlak yıldızlarından biri olmuştur. Parlayan novaların tayflarından anlaşılmaktadır ki, parlamayı meydana getiren şey yıldızın etrafında sâniyede 2000 kilometrelik hızla genişleyen gaz bulutudur. Bir patlama sonucu başlayan bu âni genişlemeyle yıldız kütlesinin çok azı(yüz binde biri) uzaya atılır. Bu çeşit patlamaya da “nova patlaması” denir.
Bir yıldızda nova patlamaları düzensiz aralıklarla defâlarca tekrar edebilir. Meselâ; Nova Pyxis’in 1890, 1902/I, 1902/II ve 1944 yıllarında olmak üzere dört defâ parladığı gözlenmiştir.
Alm. Wache (f), Wachdienst (m), Fr. Tour (m), İng. Watch. Askerî birliklerde ve bâzı kuruluşlarda, vazifelerin aralıksız devâmını sağlamak için, sıra ile görülen hizmet, keşik. Askeriyede, barış ve savaşta aksamadan yürütülen nöbet hizmetlerinin esası talimâtlarla belirtilir. Orduda hizmetlerin yapılması devamlılık arzettiğinden, bunların belli bir sıra ve süre ile subay, askerî memur, astsubay, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile silahlı kuvvetlerde vazifeli bütün siviller tarafından nöbet esasına göre yapılması gerekir. Normal zamanlarda mesâî bitiminde hizmetlerin devamı nöbetçi heyetleri tarafından yürütülür. Nöbetler, karargâh ve kurumlarda sabah 09.00’dan ertesi günü saat 09.00’a kadardır. Kıtalarda ise birliğin özelliğine göre komutanın uygun göreceği zamanda başlar ve 24 saati geçmez. Rütbeli şahıslar tarafından tutulan nöbetlerde her nöbet hizmeti için ayrı bir defter tutulur. Buraya devir teslimde önemli konular yazılır. Defter, nöbeti teslim eden ve alan tarafından imzâlanır ve komutan tarafından onaylanır.
Nöbet tutulan yerin özelliğine ve yapılan vazifeye göre nöbet hizmetleri çeşitli adlar alırlar. Askerî okullarda; okul nöbetçi âmiri, okul nöbetçi öğretmenliği, nöbetçi subaylığı, karargâh ve kurumlarda; nöbetçi âmirliği, nöbetçi subaylığı, nöbetçi astsubaylığı, bölüklerde; nöbetçi onbaşılığı, nöbetçi çavuşluğu, bölük nöbetçi astsubaylığı, ayrıca tabur nöbetçi âmirliği, alay nöbetçi âmirliği, tabur nöbetçi subaylığı, alay nöbetçi subaylığı, mutfak nöbetçi astsubaylığı birliklerin subay, astsubay ve erbaşları tarafından sıra ile tutulur.
Erlerin belli bir yerin korunması ve emniyetini sağlamak üzere tuttukları nöbetin süresi hava şartlarına göre değişir. Umûmiyetle bu hizmet iki saat aralıklarla değişir.
NÖROFİBROMATOZİS (Sinir Tümörü)
Alm. Neurofibromatosis, Fr. Neurofibromatose, İng. Neurofibromatosis. Derinin irsî bir tümöral hastalığı. Diğer ismi Von Reckling hausendir. Deride iki çeşit değişiklik görülür. Birincisi; lekelerdir. Bunlar, sütlükahve renkli küçüklü büyüklü değişik şekillerdeki renk değişiklikleridir. İkincisi; darı büyüklüğünden yumurta büyüklüğüne kadar değişen çeşitli büyüklükteki tümörlerdir. Çok defâ bütün vücûda serpilmiş olarak bulunurlar. Bunlardan bâzıları sinir kökenli olabilir. Belirtiler el içi ve ayak tabanı hâriç derinin her tarafında yerleşebilirler.
Hastaların şikâyetleri genellikle ya hiç olmaz, veya ileride iyice büyüyen tümörlerin bulunduğu bölgelere göre çeşitli şikâyetleri olur. Göz sinirinde, beyinde, akciğerlerde çeşitli bozukluklara sebebiyet verir.
Bâzan her iki çeşit belirti mevcut olmaz, bir de çok az belirti olabilir. Bu vak’alar tâkip edilmeli ve araştırılmalıdır. Vücutlarında ikiden fazla ikişer santimetrekareden büyük kahverengi leke varsa, çeşitli tetkikler yapılmalıdır. Çünkü, bu hastalık çeşitli konjenital (doğumdan beri mevcut) bozukluklarla berâber bulunabilir.
Tedâvisi için belli bir metod yoktur; sinire tazyik yapan tümörler cerrâhî olarak çıkartılmalıdır.
Alm. Neurologie (f), Fr. Neurologie (f), İng. Neurology. Sinir sisteminin anatomi, fizyoloji ve hastalıkları ile ilgilenen tıp dalı. Nörologlar, beyin, omurilik ve çevre sinirlerin rahatsızlıklarının tedâvisi ile ilgilenirler.
Sinir sistemi vücûdun idâresinde rol alan, yapısı ve işleyişiyle çok karışık olan bir sistemdir. Bu sistemin incelenmesi, fonksiyonlarının aydınlatılması daha çok son yüzyılda olmuştur. Elektroensefalografi metodunun, bilgisayarlı beyin tomografisinin ve manyetik rezonans cihazının tıp alanında kullanılmaya başlanması bu ilmin erken teşhis ve yerinde tedâvi imkânlarını arttırmıştır.
Beyni, omuriliği ve etraf sinirlerini ilgilendiren hastalıklar, (tümör, iltihap, kazalar vb.), umûmiyetle aynı şeylerdir. Ancak bu yapıların görevine göre vücuttaki aksaklığın şekli ve genişliği değişir. Etraftaki sinirlerin rahatsızlıklarında görülen, o sinirin gittiği bölgede kuvvet ve his azalmasıdır. Yine sinirsel etkiyle bu bölgelerde terleme ve kanlanma da bozulur. Bunun sebebi bitkisel sinir sistemi liflerinin de etraf sinirleri içinde taşınmış olmalarıdır.
Omurilik, organlardan beyne hissi, beyinden etrafa motor (hareketle ilgili) uyarılar ulaştıran bir ana yoldur. Buranın rahatsızlığında kuvvet kaybı, his kaybı ve bitkisel fonksiyonların yapılamaması ortaya çıkar. Ayrıca omuriliği zedelenen kişi, idrar ve dışkı kontrolünü de kaybeder.
Beynin hastalıkları genel veya lokal olabilir. Bir tümör veya travma (zedeleme, yaralama) lokal etkiyle çeşitli belirtiler ortaya çıkarırken, beyin iltihabı (ensefalit) veya zehirlenme bütün vücudu etkileyen belirtilere sebep olacaktır.
Yakın zamana kadar sinir sistemiyle ilgili bir rahatsızlıkta nörologun yapacağı pek bir şey yoktu. Hâlen de ilerlemiş bir beyin tümörünün tedâvi açısından pek de yüzgüldürücü olduğu söylenememektedir. Belirtilerin iyi değerlendirilmesi ve teşhis metodlarının yerinde kullanılması erken teşhisi sağlar. Nöroşirürji (beyin ve sinir cerrahisi) alanındaki ilerlemeler, tedâvisi imkânsız olarak ele alınan birçok nörolojik hastalığı tedâvi edilebilenler arasına sokmuştur. Nörolojinin ilgilendiği hastalıklara misal olarak; multipl skleroz, sinir felçleri, konuşma bozuklukları, parkinson hastalığı gibi hastalıklar sayılabilir.
Alm. Neuron, Nervenzellen, Fr. Neurone, cellule nerveuse, İng. Neuron, nerve cell. Sinir sisteminin bağımsız en küçük ünitesi. Sinir hücresi denilen bu hücrelerin birbirleriyle ilişkileri bir devamlılık şeklinde değil, bir alışveriş şeklinde olur. Bu alış veriş olayına “nöronal transmisyon”, transmisyonun yapıldığı geçit yerine de “sinaps” adı verilir.
Sinir hücresinin de diğer hücreler gibi protoplazması, çekirdek ve çekirdekçiği vardır. Protoplazma içinde ayrıcac “Nissl cisimcikleri” dediğimiz küçük partiküller ve bâzı kısımlar (Golgi appareyleri) bulunur. Ayrıca diğer hücrelerden farklı olarak sinir hücrelerinde bir takım uzantılar vardır. Bu uzantılardan kısa olanlarına “dentrit”, uzun olanına “akson” denilir. Dentritlerin sayıları birden fazla olup, diğer sinir hücreleriyle birleşip (sinaps yapıp) onlardan uyarıları almakla vazifelidirler. Akson ise her hücre için bir tâne olup, hücrenin diğer sinir hücrelerinden aldığı uyarıları kendinden sonra gelen hücreye iletmekle görevlidir.
Aksonun etrafını, miyelin kılıfı dediğimiz bir yalıtkan zar sarmaktadır. Bu zar, çevre ile akson arasında yalıtkan bir niteliğe sâhip olmakla berâber, aksonun, uyarıyı ileten asıl bölümü kendisidir. Bunun da dışında Schwann kılıfı denilen bir kılıf bulunur.
Schwann kılıfında aksonun gıdâ alışverişine yarayan boğumlar (Ranvier boğumları) vardır. Uyarı, bu boğumlarda, bir taraftan diğer taraftaki miyeline atlayarak geçer. Miyelin kılıfı ne kadar kalınsa uyarı o kadar hızlı iletilir. Bu şekilde aksonlar kalın, orta, ince miyelinli diye üçe ayrılırlar.
Kendilerine gelen uyarıyı kendinden sonrakilere nakleden nöronlardan başka sinir sisteminde çeşitli görevler yapan nöronlar da vardır. Meselâ, bir uyarı bir nörondan öbürüne geçirilmez, bloke edilir veya uyarının şiddeti arttırılarak bir sonrakine iletilir; ya da bir tek uyarı tekrarlayıcı uyarı hâline dönebilir. Bu da kimyâsal transmitterler (iletim ayarlayıcıları) ile sağlanır.
Alm. Neurochirurgie (f), Fr. Neurochirurgie (f), İng. Neurochirurgy. Sinir sisteminin, cerrahi müdâhale gerektiren hastalıklarıyla ilgilenen bilim dalına verilen isim. Sinir cerrâhisi, beyin cerrâhisi gibi isimler de verilmektedir. Çeşitli kazâlar ve travmalar neticesinde ortaya çıkan (beyin, sinir ve omurilik yaralanmalarının) tedâvisiyle ilgilenmektedir. Trafik kazâsı neticesi bel kemiği kırılıp, omuriliği sıkışan bir şahıs, vaktinde hastâneye yetiştirildiğinde ancak nöroşirurjistler ameliyat yapabilmektedir. Nöroşirurjist, nöroşirurji ihtisası yapan hekimlere verilen isimdir. Herhangi bir kazâ neticesi kafa travmasına uğrayan ve beyin kanaması durumu sözkonusu olan şahıslara müdâhale edilmesi, beyindeki tümörlerin çıkarılmaları, kesilen sinirlerin dikilmesi, bel fıtığının cerrâhî tedâvisi gibi hususlar hep, nöroşirurjinin ilgi alanı içerisine girmektedir. Özellikle beyinle ilgili ameliyatlar oldukça zordur. Hem uzun süre, hem de tecrübe gerektirir.
Alm. Neutralismus (m), Fr. Neutralisme (m), İng. Neutralism. Herhangi bir devletin, hukûkî statü, denge ve antlaşmalarla gerek barış ve gerekse savaş sırasında tarafsızlık durumunu benimsemesi. Nötralizm (neutralisme) aslen Fransızca bir kelimedir. Tarafsız, çekimser mânâlarına gelen nötr kelimesinden türemiştir.
Fakat bloksuz ülkeler (bugün üçüncü dünyâ ülkeleri), taraf tutmayan devletler için gerçek bir nötralizmden bahsedilemez. Bunlarda sâdece bir fiili durum, bir uygulama için nötralizm vardır. Bir dış politika ilkesi olarak benimsemişlerdir. Bunlar için hukûkî bir statü sayılamaz.
Ancak bir orta Avrupa ülkesi olarak İsviçre, nötralizmi asırlardır, dikkatle ve başarıyla tatbik eden bir devlettir. Birinci ve İkinci Dünyâ Savaşları sırasında da bu vaziyetini muhâfaza etmiştir. Hattâ bölgesel, mevziî harpler karşısında da İsviçre Devleti, çatışan ülkeler ve ordularca dâimâ tarafsız olarak kabul edilmiş ve birçok sâhalarda, yardımına müracaat edilmiştir. Silahlı kuvvet sâhibi olsun veya olmasın, nötralizm rejimi uygulayan bir devlet, tarafsızlıktan ayrılmaz. Siyâsî statükosunu muhâfaza eder.
Nötralizmi benimseyen devletlerin gerçek vaziyetleri, herhangi bir harp zamânında meydana çıkar. Fiili nötralizm, bir devletin hukûkî bir vesikaya bağlı olmadan, dürüst bir şekilde ve devletler arasındaki savaşta tarafsızlık esâsına sâdık bir siyâset tâkip etmesidir.
Nötralizasyon: Bir bölgeyi, bir denizi veya bir devleti, tarafsız hâle getirmektir. Daha çok kuvvetli ve etkili bâzı güçlerin istek ve irâdesiyle ortaya çıkarılan zoraki bir durumdur. Etkili güç olan tarafların aralarındaki kuvvet ve menfaat dengesinin bir gereği olarak buldukları bir uzlaşma ve yasama düzeni, bir orta yoldur.
Ayrıca harp sırasında da, bir bölgenin, bir askerî birliğin veya (gemi, uçak, tank gibi) bir askerî aracın, çatışmada etkisiz hâle getirilmesidir. Taraflardan birine âit bir savaş gemisinin, tarafsız bir limana sığınması; düşmandan kaçan bir askerî birliğin bu devlet topraklarında nötralize edilmesi, tarafsız bir devletin îfâ etmesi gereken bir husustur.
Alm. Neutrino (n), Fr. Neutrino (m), İng. Neutrino. Maddelerle etkileşimi fevkalâde zayıf, hızı ışık hızında ve hareketsiz hâldeyken kütlesi sıfır olan, kararlı yüksüz tânecik. Nötrinoya g ışını da denir ve ono şeklinde ifâde edilir. Çekirdekte bir nötronun, proton ve beta ışınma dönüşmesi sonucu bir kütle kaybı olmaktaydı. Bu da enerjinin korunumu kânununa ters düşmektedir. Enerjinin korunumu kânununu çıkmazdan kurtarmak için, nötrino fikrini 1927’de Pauli ortaya atmıştır. Fermi ise 1934’te bu küçük tâneciğe nötrino ismini vermiştir.
Bir beta (b) ışıması olduğu zaman çekirdekte on’ Æp+b- şeklinde reaksiyon olur. Proton (p) çekirdekte kalır. b- ışını ise çekirdeği terk eder. Aynı bir elementin atomlarının verdiği beta ışınları farklı enerjili olduğuna göre, artık çekirdeklerin farklı kütlede olmaları gerekirdi. Oysa ki hassas ölçümler böyle bir şey göstermiyor. Bu durumda bir nötron yukardaki reaksiyona uğrarken proton, beta ışını ve bir de nötrino denilen yüksüz, pratik olarak kütlesiz bir tâneciğin de çıktığı kabul edildi.
Buna göre yukarıdaki denklem on (çekirdekte) Æ P (çekirdekte) +b- + g şeklinde yazılır. O hâlde düşük enerjili beta ışınlarına yüksek enerjili nötrinolar, yüksek enerjili beta ışınlarına da düşük enerjili nötrinolar eşlik eder. Böylece enerjinin korunumu kânunu kurtarılmış olur.
Bugün on’Æp dönüşmesindeki, nötrinoya, antinötrino, antinötrino (g-), PÆon’ dönüşmesindekine de nötrino (g) denir.
nÆp- b-+g
pÆon’+b++g
Antinötrinonun varlığını, Cowan ve Reines 1956’da tecrübî olarak ortaya koydular. Nötrino ile antinötrino spin vektörü dışında aynı özelliklere sâhiptir.
Alm. Neutron (n), Fr. Neutron (m), İng. Neutron. Bütün atomların çekirdeğini meydana getiren iki temel tânecikten biri. Bu iki temel tânecikten proton artı yüklü olduğu hâlde, nötron yüksüzdür. Hidrojenin dışında, bütün elementlerin çekirdeğinde nötron ve proton bulunur. Bir elementin çekirdeğinin nötron sayısı, ya protona eşit veya proton sayısından fazladır. 1920 yılında Rutherford ve 1931’de Heisenberg nötrondan bahsetmişlerdir. Nötron, 1932 yılında Sir JamesChadwick tarafından keşfedildi.
Nötron (0n’) sembolüyle ifâde edilir. Nötronun kütlesi 1,0086654 ± 4,3x10-7 atomik kütle birimidir. Hakiki kütlesi; karbon-12’nin 1/12’si kadardır. Bu kütle de 1,6604x10-24 gramdır. Nötronun yarı çapı 1,37x10-13 santimetredir. Nötron elektrik bakımından yüksüz olduğundan, bir madde içinde uzun yol alabilir. Ancak atom çekirdeğiyle çarpışmalarda enerjilerini kaybederler. Nötronların hızı, ışık hızı ile sâniyede birkaç kilometre arasında olabilir. Serbest nötron, bir radyoaktif tânecik olup, yarılanma süresi 12,8 dakikadır ve;
on’Æ 1H1(p+) + b- + g (nötrino)
şeklinde bozunma reaksiyonu verir. Bu reaksiyonda çıkan enerji 0,78 MeV dir. Bu enerji 0,00584 atomik kütle birimine (akb) kütleye tekabül eder ki; proton kütlesi 1,0078252 akb ile 0,00584 akb toplamı nötronun kütlesine eşittir.
Nötron, laboratuvarda küçük bir ampul içinde, berilyum tozlarıyle radyum karışımından ibaret kaynaktan elde edilir. Radyum ışın kaynağı olarak iş yapar.
2He4+4Be9 ―> 6C12+on’
Bugün en iyi nötron kaynağı reaktörlerdir. Küçük bir yüksek gerilim jeneratörü ve hızlandırıcı tüpten faydalanmak suretiyle döteryum ve trityumdan nötron elde edilir.
21H+31H ―> 42He+on’
Antimon ve berilyum kullanmak sûretiyle foto-nötron kaynağı da piyasada sağlanabilir. Bugün nötron, difraksiyondan faydalanarak bilhassa hafif atomları(H, C, N, O vs.) ihtivâ eden kristallerin yapılarını incelemede çok faydalıdır.
Hızlı nötron radyasyonuna kalan vücut hücresinde proton, yavaş nötron radyasyonuna mâruz kalan hücrede ise gama ışını meydana gelir. Bu iki olayın sonucunda hücrede tahribat görülür. Uzun mesâfe katetme özelliğine sâhip olduğundan, Nötronların hücredeki tahribatı büyük olur. Bu yüzden kanser tedâvisinde iyonize radyasyonlar kullanılır. Çünkü iyonize radyasyonların hücre tahrip hacmi, nötronunkinden çok azdır.
Alm. Neutronenbombe (f), Fr. Bombe (f) a neutron, İng. Neutron bomb. Nükleer bir bomba. Nükleer silahlar ya çekirdeğin parçalanması (fisyon) veya çekirdeğin kaynaşması(füsyon) ile meydana gelirler. Nötron bombası, çekirdeğin kaynaşması ile meydana gelir. Bu reaksiyonda yüksek basınç ve ısı altında hidrojen atomları erir ve helyum elementi meydana gelir. Bu kaynaşma esnâsında yüksek enerji, gama ve nötron radyasyonları hâsıl olur. Yalnız burada meydana gelen enerjinin basınç, ısı ve radyasyon olarak dağılımı, diğer nükleer silahlardan farklıdır.
Nötron bombası, bir füsyon silahıdır. Bu tip silahlar, 1952 yılından beri mevcuttur. Bu silahlar, aynı infilak değerindeki bir çekirdek silahının hâsıl ettiği radyasyondan on kat fazla radyasyon meydana getirirler. Basınç ve ısı etkisi ise yarı yarıya daha azdır. Çok fazla olan radyasyon tesirinden dolayı, ilk defâ ABD’de ortaya çıktığından, günümüze kadar devamlı tartışmalara sebep olmuştur.
Bütün nükleer silahlar, insanlar ve malzeme üzerinde tesirli olarak, onların tamâmen tahribine sebep olmaktadır. İnfilak noktasından uzaklığa göre, radyasyon, basınç ve ısı etkisi değişik oranlarda tesirli olur. Böylece nükleer silahların zararları sivil halk, alt yapı tesisleri ve silahı kullananın kendi birlikleri için de her zaman olabilmektedir. Bu zararları ortadan kaldırmak veya asgariye indirmek için, nötron bombası en uygun nükleer silahtır. Çekirdek silahlarından 10-60 misli küçük bir nötron bombası ile arzu edilen askerî gâyeye ulaşılabilmektedir. Radyasyonun fazla olması ile büyük zararlar meydana getirilirken, basınç ve ısı etkisinin az olması ile tahribatın önüne geçilmektedir. Böylece askerî hedefin dışındaki zararlar önlenmekte, malzeme tahribatından ise büyük ölçüde kurtulunmaktadır. Dolayısıyla harplerde esas olan; insanı muhârebe dışı bırakmak, malzemeyi işler hâlde ele geçirmek prensibi yerine gelmektedir.
Diğer nükleer silahlar, arzu edilmeyen büyük zararlara sebebiyet verdiğinden kullanılması riskli olmaktadır. Halbuki bu silahlar, askerî alanlarda tesirli bir şekilde kullanılmasının plânlanabilme imkânı ve arzu edilmeyen zararın kontrol altına alınabilmesi sebebiyle, diğer nükleer silahlara göre daha büyük bir tehdit unsurudur. Elinde bulunduran devlet veya paktlara, caydırıcılık husûsunda önemli destek sağlamaktadır.