NEPAL
DEVLETİN ADI |
Nepal Krallığı |
BAŞŞEHRİ |
Katmandu |
NÜFÛSU |
19.795.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
147.181 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Nepalce |
DÎNİ |
Hinduizm, Budizm ve İslâmiyet |
PARA BİRİMİ |
Nepal Rupisi |
Orta Asya’da, Büyük Himalaya Dağ Silsilesinin hemen güney eteklerinde yer alan, kuzeyde Çin, güneyde Hindistan ve doğuda Sıkkım ile çevrili küçük bir bağımsız krallık.
Târihi
Yapılan araştırmalara göre, Nepal’in bilinen ilk tarihi, M.S. 4. yüzyılda, küçük Hint prensliklerinin kurulmasıyla başlatılmaktadır. Nepal topraklarında yeralan bu birçok küçük prenslik 18. yüzyılın ortalarına kadar hayâtiyetlerini devâm ettirmişlerdir. 1769 yılında ilk defâ bu prensliklerden biri olan Gürkalar, Nepal topraklarını kontrol altına aldılar. İlk Gürka şahı Pritvi Narayan, Katmandu bölgesini ele geçirdikten sonra Nepal’de Gürkaların altın devri yaşandı. Narayan’dan sonra yerine geçen çocukları, Nepal topraklarını, batıda Sutley Nehrine, güneyde Ganj Ovasına ve kuzeyde Tibet’e kadar genişlettiler.
1814-1816 yılları arasında İngilizlerle yapılan savaşlar, Gürkaların mağlûbiyetiyle neticelendi. Bundan sonra 1846’ya kadar ülke, soylu âilelerin mücâdele alanı hâline geldi. Bu târihte Rana âilesi, diğerlerine karşı üstünlük kurdu. Nepal, 1951 yılına kadar bu âilenin kontrolunda kaldı. Aynı yıl Şah âilesinin üyesi olan Kral Tribhubana Bir Bihram, ülke idâresini ele geçirdi ve kabîneli hükûmet sistemine geçti. Meşrûti monarşi îlân etti. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mahendra, ülkede büyük değişiklikler yaptı. 1962 yılında yeni anayasa îlân edildi. 1972 de Mohendra’nın ölümüyle yerine oğlu Bir Bihram Şah Dev kral oldu. Ülke 1980 yılına kadar iç olaylar, protestolar ve çatışmalar içerisinde kaldı. 2 Mayıs 1980’de referandum ile partisiz yönetim şekli kabul edildi. 1990’da Kral Birendra Bir Bihram Şah Deva politika değişikliğine giderek iktidar tekelini gevşetti. 19 Nisanda Başbakanlığa Krişna Prasat Bhattanai’nin getirilmesiyle otuz yıldır ilk kez bağımsız bir hükümet kuruldu. Çok partili sisteme geçilerek Nisan 1991’de seçimler yapıldı. Seçimlerin ardından 32 sene sonra kurulan ilk demokratik hükümet Mayıs 1991’de göreve başladı.
Fizikî Yapı
Büyük Himalaya Dağlarının hemen güneyinde, 25°25’-30°17’ Kuzey enlemleri ve 80°6’-88°14’ Doğu boylamları arasında yer alan Nepal’in, 147.181 km2lik toprakları, yaklaşık olarak bir dikdörtgen şeklindedir. Nepal, başlıca üç büyük bölgeye ayrılır: Tarai, Orta Tarai ve Dağlık Bölge.
Tarai bölgesi, ülkenin güneyinde ve Sivalık Dağ Silsilesinin eteklerinde yer alır. Ganj Ovasının bir uzantısı şeklindedir. Orta Tarai Sivalık ile Mahabharat Lekh Dağ Silsileleri arasında yer alır. Bu bölgenin en önemli özelliği; bataklıkların, tepelerin ve vâdilerin bol miktarda mevcut olmasıdır. Ülkenin % 65’ini teşkil eden Dağlık Bölge ise Mahabharat Lekh ile Himalayalar arasındadır.
Büyük Himalaya Dağları, Nepal’in kuzey sınırı boyunca, 7600 metrenin üstünde yüksekliğe sahip, 23 zirve ile ülkeyi kuzeye karşı örter. Bu zirvelerin içinde en önemlisi 8.848 m ile dünyânın en yüksek noktası olan Everest Tepesidir. Ayrıca Lhotse, Makdu, Cho Oyu, Manasulu, Annapurna ve Dhaulagiri diğer önemli zirveleridir.
Doğudan batıya uzanan ülke dağ silsilesini, kuzeyden güneye kesen üç büyük nehir sistemi vardır. Kamali, Sapt Gandaki ve Sapt Kasi. Her üçü de Tibet’ten doğan nehirler, Nepal için ekonomik ve stratejik açılardan çok önemlidir.
İklim
Nepal iklimi, yüksekliğe bağlı olarak değişiklikler gösterir. Yükseklere çıkıldıkça iklim daha sertleşmektedir. Katmandu civarında yazları sıcak olup, kışları soğuk ve sert olmaktadır. Tarai ve merkezdeki dağlık bölgelerde de yaz ayları oldukça sıcak geçmektedir.
Ülkenin doğusu ve batı kenarı muson rüzgârlarının etkisinde, özellikle yaz aylarında bol yağış almaktadır. Yıllık yağış miktarı Tarai bölgesinde yaklaşık 2500-3800 mm kadar olurken, Batı tepeler bölgesinde bu rakam 1200-1900 milimetreye kadar düşmektedir. Ülkenin en sıcak bölgesi olan Tarai’de bâzan 54°C’ye kadar çıkabilen anormal sıcaklıklara da rastlanabilmektedir.
Tabiî Kaynaklar
Ülkenin güneyini meydana getiren Tarai bölgesi, geniş ovalar ve tarım sahaları yönünden zengin olup, yemyeşil bir bitki örtüsüne sâhiptir. Aynı zamanda bölgedeki bataklıkların sık olduğu yerlerde fil, kaplan, yırtıcı kuşlar ve gergedana bol miktarda rastlanır. Tibet’ten doğan ve ülke dağlarını kuzeyden güneye keserek, ülkeyi üç bölgeye ayıran üç büyük nehir, en önemli tabiî kaynaklardır. Bu üç nehrin suladığı bölgeler ve ülkenin doğu ve batı kesimleri verimli ovalara ve yeşil bir bitki örtüsüne sâhiptir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nepal’in etnik yapısının büyük bir bölümünü Moğollar ve Hint-Avrupa grubu insanlar meydana getirir. Konum îtibâriyle Tibet ve Hindistan arasında bulunması, bu bölgelerden gelen göçlerin, Nepal topraklarında son bulmasına sebep olmuştur.
Mevcut kabîle ve kast sistemi sebebiyle insanlar, küçük topluluklar hâlindedir. Bu küçük bölünmeler Nepal’in sosyal ve politik hayâtında çok önemli olmaktadırlar. En etkili grup, Hint kökenli Brehmenlerdir. Yaklaşık 19.795.000 civârındaki nüfûsun % 40’ı Hintlidir. İkinci büyük topluluk, Nepal’in en eski yerlileri olarak bilinen Nevarlardır. Tibet ve Moğol kökenli Kiranti, Magar, Grung ve Serpa kabileleri de üçüncü büyük etnik topluluk olarak kabul edilebilir.
Nepalin dil problemi, oldukça fazla dilin olmasıyla kalmayıp, bu dillerin ayrı ayrı dil âilelerinden gelmesiyle daha çok karışır. Resmî dil olan Nepalce, Hint-Avrupa dil âilesinin, Hint-İran kolundan gelmektedir. Halkın yarısından fazlası bu dili konuşur. Okur-yazar oranı % 50’dir. Eğitim seviyesi oldukça düşüktür. Nüfûsun büyük bir bölümü Hinduizm taraftarıdır. Toplam nüfûsun % 5’e yakın bir bölümü Budisttir. Müslümanların sayısı 500.000 civârındadır.
Siyâsî Hayat
Nepal, bütün gücün kralda toplandığı bir Hindu monarşi idâresine sâhiptir. 1846 ile 1951 yılları arasında bu güç, Rana âilesinin eline geçen başbakanlığa verilmiştir. 1959 yılı genel seçimlerinde Nepal Kongre Partisi büyük bir üstünlükle seçimi kazanarak, hükûmeti kurmuştur. Nepal, anayasal monarşi idâresine sâhiptir. Kral, hem devlet hem de hükümet başkanıdır. 1962 Anayasasına göre icra (yürütme) gücü, kralda ve Bakanlar Kurulundadır. Bakanlar Kurulu ve Başbakan, Millî Panchayat (Meclis)’ten seçilir. Panchayat hem seçilmiş hem de tâyin edilmiş 125 üyeli bir meclistir. Siyâsî partiler mevcut olmayıp, kânun yapma gücü meclise âittir. 1959 seçimlerinden sonra hükümet başkanlığı, başbakana verilmiştir.
1991’den sonra çok partili sisteme geçilmiştir. Lokal idâresi 14 bölgeye ve 75 il’e ayrılmış olan Nepal, Birleşmiş Milletler üyesidir.
Ekonomi
Yaklaşık olarak halkın % 90’nı tarımla uğraşır. Toplam arâzinin % 30’u tarıma elverişlidir. En önemli ürünler; pirinç, mısır, darı, buğday, şekerkamışı, tütün, jüt, meyve ve sebzedir. Çiftçilik ve ormancılık halkın uğraştığı diğer iki önemli alandır. Ülkedeki mevcut, büyük ölçüdeki ormanlar ve stepler, önemli ekonomik kaynaklardır.
Nepal, zengin mika cevherinden başka, bakır, kobalt, linyit, demir ve kuartz çıkarır. Fakat ülkenin ulaşım imkânlarının zayıf olmasından dolayı, bu mâdenlerden ve akarsulardan tam olarak faydalanılamamaktadır.
Nepal para birimi, Rupi (Rupee)’dir. Ülke, ticâretini daha çok Hindistan, Japonya ve Almanya ile yapar. Kişi başına düşen millî gelir 170 dolar civârıdır.
Turizm Nepal için çok büyük gelir kaynağı teşkil etmektedir. Ayrıca metal işçilik ve ağaç işleri önemlidir. Ülke endüstrisi, cam eşyâ, kâğıt, kimyevî maddeler, çimento ve çömlek alanlarında gelişmiştir.
Ülkede ulaşım kara, demir ve havayollarıyla sağlanır. Karayollarının uzunluğu 7007 km olup ancak yarısına yakın kısmı asfalttır. Demiryollarının uzunluğu 53 km olup, çok azdır.
Alm. Neptun (m), Fr. Neptune (m), İng. Neptune. Güneş sisteminin sekizinci ve büyüklük bakımından üçüncü gezegenidir. Çıplak gözle görülemez.
Ekvatordaki Çapı |
49.500 km |
Kütlesi |
17,2 x dünyâ kütlesi |
Yoğunluğu |
2,3 g/m3 |
Hacmi |
42 x dünyâ hacmi |
Satıhtaki (yüzeydeki) çekim kuvveti |
1,41 x dünyâ çekim kuvveti |
Kaçma hızı |
23,9 km/sn |
Kendi etrâfındaki dönüşü |
0,65 gün |
Ekvatorun yörünge ile açısı |
28,8° |
Güneşten uzaklığı |
4,497 x 106 km |
Güneş etrâfındaki dönüşü |
164,83 sene |
Yörüngedeki hızı |
5,4 km/sn |
Yörüngeden egzantrik kaçıklığı |
0,009 |
Yörünge meyli |
1,8° |
Uydu sayısı |
2 |
Ortalama yüzey ısısı |
220°C |
Neptün, güneş etrafında elips biçiminde bir yörüngede dolaşır. Teleskopla bakıldığında, Uranüs ve Pluton arasında görünür. Teleskoptaki görüntüsü, donuk yeşilimtraktır. Yeşil renkli gözükmesinin sebebi, atmosferinde bol miktarda metan gazı bulunmasıdır. Metan gazı, ışık tayfındaki kırmızı rengi yutar ve yeşil baskın renk olur. Teleskop görüntüsündeki donukluk ise, atmosferinin çok kalın olmasındandır. Ancak büyük teleskoplarla düzgün yüzeyli bir gezegen olarak farkedilir. Neptün’ün güneşten ortalama mesâfesi 4,5 milyar kilometredir. Güneş etrafındaki bir turunu 165 senede tamamlar.
Neptün kendi etrâfında bir turu, 15,8 saatte yapar. Çapı, dünyânınkinin 3,5 katı daha büyük olup, 49.500 km’dir. Kütlesi, dünyânınkine nazaran 17,2 kat daha fazladır.
Neptün’ün bilinen iki uydusu vardır. Neptün’den 354.000 km mesâfede dönen, 2700 km çaplı Tritton uydusu 1846 senesinde; 5,6 milyon kilometre mesâfede dolaşan, 300 km çaplı Nereid uydusu 1946 senesinde keşfedilmiştir.
Neptün’ün atmosfer kalınlığı 3200 km olup, ortalama sıcaklık -220°C, atmosfer basıncı, yüzeyde, dünyâdakinden 200.000 defâ daha fazladır. Neptün’ün ekseni etrâfında dönüşü çok hızlı ve atmosfer yapısı iletken özellik taşıdığı için, manyetik sahası çok kuvvetlidir.
24 Ağustos 1976 günü Neptün yakınından geçen Voyager 2 isimli uzay sondası sâyesinde bu gezegen hakkındaki bilgiler büyük ölçüde yenilenmiştir. Yakından gözlendiğinde Neptün’ün yeşil değil, aynen dünyâmız gibi mavi bir atmosfere sâhip olduğu görülmüştür. İkinci olarak, Dünyâdan pürüzsüz, dolayısıyla sâkin görünen Neptün atmosferinin Voyager 2’nin gözlemlerine göre beklenenin tersine çok dinamik olduğu anlaşılmıştır. Çekilen fotoğraflarda Neptün’ün 20 derece güney enleminde, aşağı yukarı dünyâ büyüklüğünde koyu bir bölgenin ve bu bölgenin kenarında geniş sahalar kaplayan metan kristallerinden meydana gelmiş parlak “Cirrus” bulutlarının varlığı göze çarpmaktadır.
Yine beklenenin tersine, Neptün’ün manyetik alanı çok zayıf (hatta dünyânın manyetik alanından daha zayıf) bulunmuştur.
Voyager 2 Neptün’e yaklaştıkça, Neptün yöresinde dünyâdan gözlenemeyen yeni uydular gözlenmiştir. Şu anda Neptün’ün ikisi önceden bilinen (Triton ve Nereid), çapları 100 km’den daha büyük 8 uydusu belirlenmiştir. Ancak bu uydular küresel yapılı değildir. Meselâ 1989 N I daha çok üçgen biçiminde görünmektedir.
Voyager 2 fotoğraflarında ayrıca Neptün etrafında gezegen yüzeyinden aşağı yukarı 60.000 km ötede üç tâne içiçe halka görülmekte olup, bazı bölgelerde çok sayıda 10-20 km çaplı katı cisimlerin varlığı tesbit edilmiştir.
Voyager 2, Neptün gezegeninin en büyük uydusu Triton hakkında da değerli bilgiler kazandırmıştır. Önceleri bu dev uyduda yoğun bir atmosfer ve yüzeyinde denizlerin bulunduğu sanılıyordu. Denizler olunca belki canlılar da olabilirdi. Voyager 2’nin gözlemleri bu açıdan bilim adamlarını hayal kırıklığına uğrattı. Triton’da ne deniz vardı, ne de atmosferi beklenildiği kadar yoğundu. Fotoğraflarda yüzeyi net bir şekilde görülen Triton’da atmosfer ince olduğu için yüzey beklenenden çok daha soğuk bulunmuştu. Sıcaklık sıfırın altında 236 dereceydi ve mutlak sıfıra yakın olan bu soğukta her şey donmuş olmalıydı.
Yüzeyin üstündeki azot ve metan gazından meydana gelen atmosfer yüzeyden 800 km’ye kadar uzanıyordu. Orada atmosfer basıncı 10 mikrobar (dünyâ yüzeyindeki atmosfer basıncının 10 milyonda biri) ölçülmüştür.
Alm. Neptunium (n), Fr. Neptunium (m), İng. Neptunium. Sentetik yolla elde edilen radyoaktif bir element. Sembolü Np; atom numarası 93 tür. Neptünyum aktinitler serisinin bir üyesi olup, ilk üretilen geçiş elementidir. Amerikan fizikçileri Edwin M. Mc Millan ve Philip H. Abelson ilk defâ 1940 yılında uranyumu nötronlarla bombardıman ederek neptünyumun izotopu Np-239’u elde ettiler. Neptünyumun birçok izotopu olup, en stabil (kararlı) olanı Np-237’dir ve 2,2 milyon yıllık bir yarılanma süresine sahiptir.
Alm. Narciss (us) (m), Fr. Narcisse (m), İng. Narcissus. Familyası: Nergisgiller (Amaryllidaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.
20-60 cm boylarında, soğanlı bitkiler. İlkbaharda çok güzel kokulu çiçekleriyle baharın müjdecisi olarak bilinirler. Çiçekleri kuvvetli kokulu, sarı veya beyaz renkli, tek tek veya birkaçı bir arada bulunurlar. Her bir çiçeğin ortasında beyaz veya sarı renkli bir tacı vardır. Organik maddelerce zengin, nemli, kumlu, tınlı toprakları sever. Soğanlariyle üretilir. Nergis türleri daha çok süs bitkisi olarak yetiştirilir. Fulya, beyaz nergis, yabânî zerren gibi çeşitleri vardır.
Kullanıldığı yerler: Bitki, zehirli alkaloitler taşır. Kusturucu ve ishal etkilidir. Kurutulmuş çiçekleri yatıştırıcı, müshil ve ateş düşürücü olarak (% 1-2’lik) çay hâlinde kullanılabilir.
Alm. Amaryllidazeen, Amaryllisgewächse (pl), Fr. Amaryllidacees (pl), İng. Amaryllidacea. Toprak altında soğan veya rizomları bulunan çok yıllık otsu bitkiler. Yapraklar genellikle şeritsi, bâzan etli, sert ve liflidir. Çiçekler çoğunlukla şemsiyeye benzer durumlarda toplanırlar. Çiçek örtüsü altı parçalıdır. Taç yapraklarının iç kısmında ayrı bir taç vardır. Kum zambağı, sümbülteber, kardelen, nergis bu familyaya âit bitkilerdir.
Beşinci Romaİmparatoru. Asıl adı Lucius Domitus Ahenobarbus’tur. M.S. 54-68 seneleri arasındaki imparatorluğu boyunca ve daha sonraları Neron Claudius Caesar olarak anılmıştır. 15 Aralık 37’de İtalya’nın Antium şehrinde doğdu. Julio-claudion imparatorlarının son ferdidir. Babası ve annesi ilk Roma İmparatoru Augustus’un soyundandır.
Babası 40 senesinde ölünce annesi Aggrippina, amcası ve aynı zamanda imparator olan Claudius ile evlendi. Claudius’un meşrû vârisi, oğlu Britlanicus’tu. Ancak Aggrippina İmparatoru iknâ ederek, tahtın vârisinin kendi oğlu Neron olmasını sağladı. Meşrû vârisi isteyenleri de işbaşından uzaklaştırdı. Claudius, 13 Ocak 54’te Aggrippina tarafından zehirlenerek öldürüldü. Ondan sonra 17 yaşındaki Neron hükümdâr oldu. Hakîkatte ise annesi ve adamları idâreyi ellerine aldılar. Aggripina’nın plânları mûcibince Neron’un yakınlarından olan Burrus ve filozof Senaka, uzun süre imparatorluğun en tesirli kişileri oldular.
Neron’un ilk beş hükümdarlık senesi, altın yılları oldu. Yardımcılarının tavsiyeleri doğrultusunda, önceden yaptırdığı vaadleri tuttu, vergileri azalttı, halkın faydasına mâlî reformlara girişti, iç barışı ve sınır emniyetini tesis etti. Ancak bu beş yılın hemen ardından zevk ve sefâhate daldı. Sefâhat âlemlerinde 2.200.000 sestier (Roma parası) sarfetti. Annesi bu hayâtına müdâhale edince, onu öldürttü. Bu yıllarda Neron’un en mühim işi, ülkenin bozulan düzenini tekrar kurmaya çalışmak oldu. Bu yolda, etrâfındakilerden Burrus’u 62’de, Senaka’yı 65’te öldürttü. İsmi sayılanların hâricinde öldürülenlerin arasında karısı ve bir senatörle çok sayıda önemli kişi de vardı.
64 yılında hayâtının en büyük fikr-i sâbiti olan Roma’yı zevkine göre yeniden inşâ etmek için, Büyük Roma Yangınını başlattı. Yangın sonucu Roma’nın tamâmına yakını kül oldu. Suçu, Hıristiyan ve Yahûdîlerin üzerine atarak binlerce kişiyi katletti. Bundan sonra halkın önünde şarkı söylemeye, çalgı çalmaya başlayan Neron, nüfûzunu iyice kaybetti. Senato ve ordu, kendisini kundakçılık, kâtillik ve uygunsuz davranışlarda bulunma ile suçlayarak, başkaldırdı. Kendisine bağlı olanlar Roma’yı kan gölü hâline getirerek ayaklanmayı bastırdılar.
67 senesinde, şarkıcılık, çalgıcılık, şâirlik ve binicilik alanlarındaki kâbiliyetlerini ispatlamak üzere Yunanistan’a gitti. Bu davranışı, diğer hareketleriyle birlikte, onun ruh hastası olduğu üzerindeki şüpheleri kuvvetlendirmektedir. Yunanistan’da ikinci senesini doldurduğunda Britanya, Filistin, Mısır, Afrika’daki sömürge ve koloniler başkaldırdılar. Bunun üzerine Neron derhal Roma’ya döndü. Ancak, bu sırada ortaya çıkan Galya ve İspanya ayaklanmalarına mâni olamadı. Ülkesinde senato ve halk tarafından vatan hâini îlân edildi. 9 Haziran 68’de Roma dışına çıkarak, bir mağarada boğazını kesmek sûretiyle intihar etti.
Büyük hadis ve fıkıh âlimi. Künyesi Ebû Abdurrahmân; ismi, Ahmed bin Şuayb bin Ali bin Sinân bin Bahr bin Dînâr’dır. İmâm-ı Nesâî diye meşhûrdur. Aslen Horasan’ın Nesâ şehrindendir. 830 (H. 214) yılında orada doğdu. 915 (H.303)te Filistin’in Remle şehrinde vefât etti. Mekke’de vefât ettiği veya Hâricîler tarafından şehit edildiği de bildirilmektedir. Hadîs ilminde imâmdı, yâni üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle birlikte ezbere bilirdi. Yazdığı Sünen-i Sagîr’i, Kütüb-i Sitte adı verilen altı büyük hadis kitabından biridir. Hadis ilminde rumuzu sin (s)’dir.
İlim tahsiline Horasan’da başlayan İmâm-ı Nesâî; Irak, Şam, Mısır, Hicâz (Mekke ve Medîne) ve Cezîre (bugünkü Cizre civârı) âlimlerinden ders aldı. Mısır’da yerleşti. On beş yaşında Kuteybe bin Saîd’e talebe olup, bir sene iki ay yanında kaldı. İshâk bin Râhaveyh, Hişâm bin Ammâr, Îsâ bin Hammâd, Hüseyin bin Mansûr Sülemî, Amr binZürâre, Muhammed bin Nasr-i Mervezî, Süveyd bin Nasr, Ebû Kureyb, Muhammed bin Râfiî, Ali bin Hucr, Ebû Yezîd Cermî, Ebû Dâvûd Süleymân Eş’as, Yûnus bin Abdila’lâ, Muhammed bin Geylân ve daha birçok âlimden ders aldı. Onların bir çoğundan hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyet etti.
Hadis ilminde zamânının bir tânesi olan İmâm-ı Nesâî, Mısır âlimlerinin en fakîhiydi. Haramlardan sakınmakta ve ibâdetlere düşkünlükte eşi yoktu. Her yaptığı iş, her söylediği söz, Allahü teâlânın rızâsı içindi. İmâm-ı Nesâî’nin hadîs-i şerîf rivâyetinde râvîlere koyduğu şartlar, Buhârî ve Müslim’den daha sıkıydı. Hadis ravîlerinin güvenilir olup olmamasındaki tesbitlerine bütün âlimler îtibâr ederlerdi.
İmâm-ı Nesâî hazretlerinden; Ebû Bişr Devlâbî, Ebû Ali Nişâbûrî, Hamza bin Muhammed Kesâsî, Ebû Bekr Ahmed bin İshâk, Muhammed bin Abdullah bin Hayyûye, Ebü’l-Kâsım Taberânî, Fakîh Ebû Câfer Tahâvî ve daha birçok âlim ilim tahsil edip, hadîs-i şerîf rivâyet etti.
İmâm-ı Nesâî hazretleri, ilk önce yazdığı Sünen-i Kebîr’inde, hadîs-i şerîflerin kaynakları ve toplanması hakkında bilgiler verip, şartlarına uyan hadîs-i şerîfleri yazdı. Zamânın vâlilerinden birinin; “Kitabındaki hadîs-i şerîflerin hepsinin sıhhat derecesi aynı mıdır?” sorusu üzerine, yeniden seçmeler yaparak, Sünen-i Kebîr’i kısalttı. İsnâd edilen râvîlerine, âlimlerin îtirâz ettikleri hiçbir hadîs-i şerîfi almadı. Bu eserine, kendisi Müctenâ adını vermesine rağmen Sünen-i Sagîr adıyla meşhûr oldu. Şimdi, daha çok Sünen-i Nesâî adıyla bilinmektedir. Bu kıymetli eser, altı meşhur hadis kitabından biri olarak Müslümanların baş tâcı oldu.
İmâm-ı Nesâî hazretleri, ömrünün sonuna doğru Şam’a gitti. Orada hazret-i Ali’yi kötüleyen hâricîlerden bâzı kimseler gördü. Bunun üzerine hazret-i Ali ve Ehl-i Beyt-i Nebevî’yi öven Kitâb-ül-Hasâis fî Fadli Ali bin Ebî Tâlib ve Ehl-i Beyt adlı eserini yazdı. Bu eserindeki hadîs-i şerîflerin çoğunu Ahmed bin Hanbel hazretlerinin rivâyetlerinden aldı. Bu kitabını niçin yazdığını bilmeyen bâzı kimseler; “Şeyhayn’ın yâni Ebû Bekr ve Ömer’in (radıyallahü anhüm) üstünlüklerini niçin yazmadın?” dediler. Bunun üzerine; Fedâil-üs-Sahâbe adlı Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm) üstünlük ve fazîletlerini anlatan kitabını yazdı, Müsned-i Ali, Müsned-i Mâlik ve Duafâ ve’l-Metrûkîn adlı kitaplar, onun pek kıymetli eserleri arasındadır. Sonuncusu, basılmıştır.
İmâm-ı Nesâî hazretlerinin Sünen-i Sagîr’inde rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Besmele ile başlanmayan mühim işlerde, hayır ve bereket bulunmaz.
Allahü teâlâ bu dîni, âhiretten nasîbi olmayan kimselerle de kuvvetlendirir.
Allahü teâlâ üç kişiye buğzeder. Bunlar; yaşlandığı hâlde zinâ edenler, verdiğini başa kakan cimriler ve kibirlenen fakirlerdir.
Cimrilikle îmân bir kalpte toplanmaz.
Üç şeyden uzak olduğu hâlde ölen Cennet’e girer. Bunlar kibir, borç ve azgınlıktır.
Gördüğü iyilikleri gizleyip, gördüğü kötülükleri teşhir eden kötü komşudan Allah’a sığının.
Üç kişiye acıyın: Câhiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düşene ve kabîle arasında hâtırlı iken îtibârını kaybedene.
On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda yetişmiş büyük fıkıh ve tefsir âlimi. İsmi, Abdullah bin Ahmed bin Mahmûd’dur. Künyesi Ebü’l-Berekât, lakabı Hâfızüddîn’dir. Nesefî nisbesiyle meşhur oldu. Doğum yeri ve târihi kesin olarak bilinmemektedir. 1310 (H.710) senesinde Bağdat’ta vefât etti.
Ebü’l-Berekât Abdullah Nesefî, zamânının büyük âlimlerinden Şemsü’l-eimme Muhammed bin Abdüssettâr el-Kerderî, Hamîdüddîn ed-Darîr, Bedrüddîn Hâherzâde gibi zâtlardan aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Fıkıh, usûl, tefsir, hadis ve diğer ilimlerde derin ilim sâhibi oldu. Müteahhirîn (sonra gelenler) diye isimlendirilen büyük âlimlerden olup, fıkıh ve usûlde üstâd oldu. Çok kimseler ondan fıkıh ve ahlâk ilmini öğrendiler ve hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Es-Sefnâkî bunlardandır. Zamânında emsâlsiz bir âlim olan Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin yazdığı eserlerle ismi ve nâmı her yerde yayıldı. 1310 (H.710) senesinde Bağdat’ta vefât etti.
Buyurdu ki:
Bir kimse, hüzünden sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, on dört secde âyetini ezbere ayakta okuyup, her birinden sonra hemen secde ederse, Allahü teâlâ o kimseyi o dert ve belâdan korur.
Eserlerinin bâzıları şunlardır:
1) Vâfî, 2) Kâfî; Vâfî kitabının şerhidir. 3) Kenz. İlk üç eser fıkıh ilmine dâirdir. 4) Menâr; usûl-i fıkha dâirdir. 5) Medârik; tefsir kitabıdır. 6) Müstesfâ; Ömer Nesefî’nin manzûmesine yazdığı şerhtir. 7) Umdet-ül-Akâid; bu kitap, William Courton tarafından 1843 senesinde Londra’da basılmıştır.
On birinci ve on ikinci yüzyıllarda yaşamış olan Hanefî mezhebi fıkıh ve kelâm âlimlerinden. İsmi, Meymûn bin Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Muîn’dir. Nesefî nisbesiyle bilinir. 1027 (H.418) senesinde doğdu, 1114 (H.508)te vefât etti.
Önceleri Semerkand’da ikâmet ederdi. Sonra Buhârâ’da yerleşti. Zamânının âlimlerinden ilim tahsil etti. Kelâm, fıkıh, usûl ve başka ilimlerde o zamanda bulunan Hanefî mezhebi âlimlerinin en büyüklerinden idi. Kendisinden Alâüddîn bin Ebû Bekir Muhammed es-Semerkandî fıkıh ilmini öğrendi.
Buyurdu ki:
Ehl-i sünnet îtikâdına göre kul ihtiyâç ve sıkıntı içerisinde ise, çalışması farzdır. Allahü teâlâya tevekkül etmek ise, elbette farzdır. Fakat çalışmakla insan tevekkülü terk etmiş olmaz. Tevekkül, sebeplere yapıştıktan sonra netîceyi Allahü teâlâdan beklemek, O’na güvenmek, rızkın O’ndan olduğunu bilmektir.
Eserleri:
1) Et-Temhîd li-Kavâid-it-Tevhîd, 2) Bahr-ül-Kelâm fî Akâid-i Ehl-i İslâm, 3) Tabsırat-ül-Edille, 4) Şerhu Câmi-ul-Kebîr liş-Şeybânî, 5) Menâhic-ül-Eimme.
On birinci ve on ikinci yüzyıllarda yetişmiş hadis ve kelâm âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Muhammed’dir. Künyesi, Ebû Hafs, lakabı Necmüddîn’dir. İran’ın Fâris vilâyetindeki Nesef kasabasında doğduğu için Nesefî diye meşhûr olmuştur. 1069 (H.461) senesinde doğdu. 1142 (H.537)de Semerkand’da vefât etti.
Nesefî Ömer, Hanefî mezhebinde imâm idi. Kelâm, tefsir, hadis, fıkıh, nahiv âlimi olup, hâfız idi. Fıkıh ilmini Sadr-ül-İslâm Ebû Yüsr MuhammedPezdevî’den, diğer ilimleri ise, zamânının diğer âlimlerinden öğrendi. İlminin çokluğu ve cinlere de fetvâ vermesinden dolayı kendisine “Müftiyüs-Sekaleyn” ünvânı verildi. Zekâsı ve hâfızası çok kuvvetliydi. Kendisinden oğlu Mecd-i Nesefî ve Ebü’l-Leys Ahmed fıkıh ilmini öğrendi. Ebû Bekr Ahmed Belhî, Burhâneddîn Mergınânî de Nesefî Ömer’den ilim tahsil ettiler. Nesefî Ömer, insanların iki cihânda kurtuluşa kavuşması için çalıştı. Yüze yakın eser yazdı.
Buyurdu ki:
Kur’ân-ı kerîm’i kendi aklı ve görüşleriyle bozuk tefsir edenler beş türlüdür.
1. Tefsir için lâzım olan bilgileri bilmeyen câhiller,
2. Müteşâbih âyetleri tefsir edenler,
3. Sapık fırkalardakilerin ve dinde reformcuların, bozuk düşünce ve isteklerine uygun tefsir yapanlar,
4. Delîl ve Senedle iyi anlamadan tefsir yapanlar,
5. Nefse ve şeytana uyarak yanlış tefsir yapanlardır.
Eserleri:
En meşhurları şunlardır: 1) Akâid-i Nesefî; Ehl-i sünnet îtikâdını anlatan bir eserdir. 2) Zâhire, 3) Tefsîr-i Teysîr, 4) Erbaîn-i Selmânî, 5) Târih-i Buhâra, 6) Kitâb-ül-Meşârî, 7) Kitâb-ül-Kand fî Ulemâ-i Semerkand.
Meşhur Müslüman târihçi. İsmi, Muhammed bin Ahmed’dir. Lakabı, Şihâbüddîn’dir. Horasan’da Nesâ şehrinde doğduğu için Nesevî nisbesiyle meşhûr olmuştur. Doğum ve vefât tarihleri bilinmemektedir. Moğol hükümdârlarından meşhûr kan dökücü ve zâlim Cengiz’in Türkistan ve Çin’i istilâ edip yağmaladığı 13. asrın ilk yarısında yaşamıştır. Kendisi, İran’ın en büyük münşîlerinden, (yâni edebî sahada mükemmel nesir yazarı, kâtib) ve Horasan’ın en eski hânedânlarından birine mensuptur. Nişabur ile Nesâ arasındaki Kârândâr Kalesinde sarayı ve köşkü vardı.
Cengiz Han, Kutbüddîn Muhammed Harezmşah’ın memleketini istilâ edince Horasan, Kandehar, Mültan gibi medeniyet merkezlerini yakıp yıktı. Milyonlarca Müslümanı şehit etti. Çoğunu câmilerde kılıçtan geçirdi. Harezmşah ülkesi karışıklıklar içinde kaldı. Moğolların girmediği memleketlerdeki vâliler istiklâl (bağımsızlık) dâvâsına kalkıştılar. Bu sırada Nesâ ve havâlisi, önce Melik Nasrüddin Hamza’ya, sonra da İnanç Hana intikal etti. Melik Nasrüddin Hamza da hükûmet işlerini tamâmen Şihâbüddin Muhammed Nesevî’ye verdi. Fakat Nesâ idâresi, İnanç Hana geçince Nesevî ile araları açıldı. Nesevî’nin idârî nüfûzu iyice azaldı. O sırada Hindistan’dan İran taraflarına dönen Celâleddin Harezmşah’ın yanına gitti. Onun meziyetlerini gören Sultan onu Serkâtipliğe tâyin etti. Bundan sonra CelâleddinHarezmşah’ın hizmetinde bulunan Nesevî, Moğollarla yapılan birçok kanlı muhârebeye katıldı.
Moğolların Âmid baskını sırasında Celâleddîn Harezmşah’tan ayrı kalan Nesevî bir mağaraya giderek üç gün gizlendi. Sonra Âmid’e döndü. İki ay orada kalıp Erbil’e, oradan da Âzerbaycan’a geçti. Mâişetini sağlayacak bir şeyi kalmamıştı. Bu hususta kendisi şöyle demektedir; “Yanımda on param yoktu. Geçtiğim yerlerde Celâleddîn’in hayatta olduğunu ve ordu hazırlamakla uğraştığı haberini işiterek ümitleniyordum. Meğer ki aldanmışım. Meyyâfârıkin’e geldiğimde Celâleddîn Harezmşâh’ın katledildiği hakikatini öğrendim. Bu haber beni çok üzdü. Elemlere gark oldum. Ömrümden sultana verilmesini arzu ettim. Fakat heyhat...”
Nesevî, yakından tanıdığı ve meziyetlerini takdir ettiği Celâleddîn Harezmşah için çok üzüldü, senlerce gözyaşı döktü. O elemli zamanlarda, İbnü’l-Esîr’in El-Kâmil fit-Tarih adlı eserinden ilham alarak Harezm kahramanının şanlı olduğu kadar da kanlı olan Sergüzeştini yazmaya karar verdi. Sîret-i Celâleddîn Mengübertî adındaki târih kitabını yazdı. 180 bab (bölüm) dan meydana gelen eserde, Moğol istilâsı, Harezmşahlar târihi ve bilhassa Celâleddîn Harezmşah’ın mücâdelesi anlatılmaktadır Bizzat bir müşâhit (görgü tanığı) gözüyle anlatılması bakımından eser son derece önemlidir. Mısır hükümdârlarından Sultan Baybars ve Sultan Eşref’in sergüzeştlerinin de anlatıldığı Sîret-i Celâleddîn Mengübertî adlı eser târih ilmi ve edebiyat bakımından önemlidir. Eseri, Avrupalılar kendi dillerine tercüme etmişlerdir. Paris Şark Lisanları Enstitüsü profesörlerinden O. Hondras, Fransız Millî Kütüphânesindeki yazma nüshaya istinâden 1891 senesinde Paris’te yayınlamıştır. Sîret-i Celâleddîn Mengübertî’nin bu yayını Paris’tekiŞark Lisanları Enstitüsünün üçüncü serisinin dokuzuncu cildini teşkil etmektedir.
Anadolu Selçuklu Sultânı İkinci Kılıç Arslan’ın kızı. Hayâtı hakkında fazla bilgi bulunmayıp, kardeşi Gıyâseddin Keyhüsrev’in yaptırdığı Şifâiyye Medresesinin kapısı üzerindeki kitâbede kendisinden bahsedilmektedir. Kitâbede Şifâiyye Medresesi 1206’da tamamlandığı belirtildiğinden, NesibeGevher Hâtunun bu târihten önce vefât ettiği anlaşılmaktadır.
Gıyâseddin Keyhüsrev kendi adını verdiği medrese ile kızkardeşinin vasiyetini yerine getirmek için, Şifâiyye adı verilen; tıp tahsili yapılan medreseyle, hastâne olarak kullanılan eserleri yaptırdı. Bu eserler, Anadolu Selçuklu Devletinin kültür seviyesi ve mimarî tarzı bakımından ulaştıkları seviyeleri göstermesi bakımından çok önemlidir. Halk arasında Çifteler adı verilen bu ilim yuvaları, 1890 yılına kadar faaliyetlerine devam etti. NesibeGevher Hâtun için yaptırılan Şifâiyye, Anadolu’da tıp öğrenimi yapılan ilk binâ olarak kabul edilir. Yapılışından yedi yüz elli yıl sonra Şifâiyye restore edilerek, 1955’te Hacettepe Üniversitesine bağlı Kayseri Tıp Fakültesi Temel ilimler Enstitüsünün merkezi hâline getirildi. Böylece insanlara sıhhat sunması, hastaların yardımına koşulması vasiyet edilen bu eser, çalışır hâle getirildi.
On dördüncü yüzyıl şâirlerinden. Bir rivâyete göre, Bağdat’ın Nesîm nâhiyesinde doğdu. Şivesinde Âzerî özellikleri görüldüğü için de, Tebrizli olduğu sanılmaktadır. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir.
Nesîmî çok seyahat etti. SultanBirinci Murâd-ı Hüdâvendigâr zamânında Bursa’ya geldi. Sonra, Mısır’daki Çerkez sultanlarının elinde bulunan Halep şehrine yerleşti. Oradayken, Vahdet-i vücûd sarhoşluğundaki bâzı yazıları ve sözleri İslâmiyete uygun görülmeyerek, 1417 senesinde îdâm edildi.
Semerât-ül Füâd kitabında ve Rûh’ul Beyân Tefsiri’nde, Nesîmî’nin sünnî ve tarîkat ehli olduğu yazılıdır. Bu Türk şâiri hakkında en doğru ve güvenilir bilgiyi, kendi asrında yaşamış olan meşhûr âlim İbn-i Hacer-i Askalânî vermektedir. İbn-i Hacer’e göre, Seyid Nesîmî Tebrizlidir. Asıl ismi Şeyh Nesîmeddîn’dir. Hurûfîlik denilen yolun kurucusu Fadlullah-i Esterâbâdî’nin talebesidir. Bunlardan anlaşıldığına göre, Nesîmî’nin önce Hurûfî iken sonra pişman olduğu, tövbe ettiği anlaşılmaktadır. (Bkz. Hurûfilik)
Nesîmî, dîvân şiirinin âdetâ bir Yunus Emre’sidir. Fikirlerini korkusuz şekilde; her sıkıntıyı ve tehlikeyi göze alarak yazmış ve içli bir şekilde söylemiştir. Nesîmî, zamânının Türkçesini en güzel şekilde şiirlerinde kullanmıştır. Arapça ve Farsça bilen Nesîmî’nin tasavvuf kültürü derindir. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’ye hayranlığını ifâde eden şiirleri de vardır.
Nesîmî’nin bir Dîvân’ı vardır. Dîvânının en doğru olanı, Bâyezîd Kütüphânesindedir. Dîvânında, küçük mesnevîler ve gazellerden başka, devrinin Türklere has bir nazım şekli olan tuyuğlar ve bâzı Farsça şiirler bulunmaktadır.
Meşhur Osmanlı târihçisi. Asıl adı Muhammed’dir. Cihân-nümâ adlı eseriyle tanınan Neşrî’nin hayâtı hakkında kaynaklarda geniş bilgi yoktur. Doğum târihi bilinmemektedir. Karaman’da, Germiyan veya Edirne’de doğduğu rivâyet edilmektedir. 1512 veya 1519’da vefât etmiştir. Gençliğinde Bursa’da bulunduğu ve orada tahsil gördüğü rivâyet edilir.
Neşrî, Sultan İkinci Murâd, Fâtih Sultan Mehmed ve İkinci Bâyezîd Han devirlerini yaşamış ve hâdiselere şâhit olmuştur. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın pâdişâhlığının son senelerinde Bursa Sultâniyesinde müderrislik yaptı. Yazdığı Cihân-nümâ adlı târih, sekiz kısımdan meydana gelen bir dünyâ târihidir. Ancak bu eserinin sâdece Osmanlı hânedânıyla ilgili olan altıncı kısmı zamânımıza kadar intikâl etmiştir. Bu bölümü de Târih-i Âl-i Osmân adıyla meşhurdur. Bu altıncı kısım üç bölüm hâlinde olup, Evlâd-ı Oğuz Han, Rum Selçukluları ve Osmanlı Hânedânı şeklindedir. Osmanlı hânedânı ile ilgili kısım, Sultan İkinci Bâyezîd Han devrine kadar vukû bulan târihî hâdiseleri ihtivâ etmektedir. İkinci Bâyezîd Hanın başardığı büyük işlerden, inşâ ettirdiği binâlardan, uzak diyârlara gönderdiği elçilerden, vezirlerden, âlimlerden, velîlerden ve dervişlerden bahsetmiştir. Kendinden sonra gelen târihçilere büyük ölçüde faydalı ve tesirli olan Neşrî, bu meşhûr eserini, Sultan İkinci Bâyezîd Hanın saltanatının ortalarına kadar vukû bulan hâdiseleri anlatarak bitirmiş ve Bâyezîd Hanı medheden bir kasîde de eklemiştir.
Umûmî bir Türk târihi olarak yazılan Cihân-nümâ’nın bulunmayan kısımlarında Oğuz Han ve çocuklarından, Türk devletlerinden, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularından bahsedildiği tahmin edilmektedir. Neşrî’nin bu eseri, yazıldığı zamandan îtibâren mûteber tutulmuştur. İdrîs-i Bitlîsî, Hoca Sa’deddîn Efendi, Solakzâde, Rüstem Paşa, Âlî ve Müneccimbaşı gibi meşhûr târihçiler onun eserinden çok faydalanmışlardır.
Neşrî, eserinde hâdiseleri anlatırken, sâde bir dil kullanmıştır. Hâdiseleri tarafsız, ağırbaşlı ve îtimâd edilir bir üslûpla anlatmıştır. Yer yer yazdığı latîfelere rağmen ciddî târih üslûbundan ayrılmamıştır.
Neşrî, eserinde Osmanlı pâdişâhlarını, inanmış mücâhidler olarak, büyük bir gazâ rûhu ile savaşan, vazîfesini yerine getirmiş sultanlar şeklinde vasfeden nâdir târihçilerdendir. Osmanlı sultanlarının, İslâmiyeti tanımayan ülkeleri bu dinle şereflendirmek için çalıştıklarını ve bu uğurda gâzi veya şehit olmayı arzu eden kıymetli sultanlar olduklarını anlatmıştır. Fethedilen yerleri derhâl îmâra başladıklarını, ahâlinin refâhını temin için, çalıştıklarını zikretmiştir. Bu iş için derhâl câmiler, medreseler, imâretler, hanlar, hamamlar ve kervansaraylar yaptırdıklarını anlatmıştır. İslâm medeniyetinin yayılıp kökleşmesi için verdikleri hizmetleri dikkatle tâkip edip, yazmıştır.
Alm. Netzball (m), Fr. Netball (m), İng. Netball. Basketbol gibi sepete top atılarak, genellikle kadınlar tarafından yedi kişilik ekiplerle oynanan bir takım oyunu. İngiltere’de ve öteki bazı ülkelerde kız okullarında oynanmaktadır. Oyun, uzunluğu 30 m, genişliği 15 m olan sert zeminli ve dikdörtgen bir sahada oynanır. Sahanın iki ucunda atış yapılacak alanı belirleyen yarıçapı 4,8 m olan yarım daireler vardır. Skor ve iki yan hakeminin nezaretinde oynanır. Pota yüksekliği 3,05 metre, çemberin çapı 38 santimetredir.
Uluslararası bayan takımların yaptığı maçlarda, bütün görevliler bayandır. Yan hakemler sahanın kenarında bulunup, kendilerinin baktığı yarı saha ile ilgili kararları verir. Oyun, 15’er veya 20’şer dakikalık iki devre hâlinde oynanır. Devre aralarında üçer dakikalık dinlenme vardır.
Takımlarda üç orta saha, iki hücum ve iki de savunma oyuncusu yer alır. Oyuncular maç boyunca belirlenmiş bölgeleri içinde kalırlar ve koşmaksızın birbirlerine pas verirler. Orta saha oyuncuları topu, atış yarım dâiresinin içindeki hücum oyuncularına geçirirler. Yalnızca hücum oyuncuları atış yapabilir. Savunma oyuncuları rakip oyuncuları durdurmaya ve atışlara engel olmaya çalışırlar.
Türkiye’de iktisat öğreniminin gelişmesinde ve gelir vergisi yasalarının hazırlanmasında önemli katkıları olan Alman iktisatçı. 1900’de doğdu. Hitler Almanyasından 1936’da Türkiye’ye göç ederek, İstanbulÜniversitesine öğretim üyesi olarak katıldı. 1952 yılı başına kadar Türkiye’de kaldı. Üniversitede, maliye ve iktisat dersleri verdi. Türkçe olarak çok sayıda eser yayınladı. Türk Üniversitelerinde hâlen görevli bulunan çok sayıda iktisat ve mâliye öğretim üyelerinin hocasıdır.
Türkiye’den ayrıldıktan sonra Frankfurt Üniversitesinde uzun yıllar görev yapan ve Rektörlüğünde bulunan Neumark, Kamu Mâliyesi alanında milletlerarası kuruluşlarda görev yapmış ve vergi alanındaki incelemeleri yönetmiştir.
Alm. Neuropteren, Nezflügler (pl.), Fr. Neuroptores (pl.), İng. Neuroptera. Bir böcek takımı. Her iki çift kanatlarında, boyuna damarlar çok sayıda kollara ayrılmış ve bunlar da pekçok sayıda enine damarlarla birbirine bağlanmıştır. Kanatları dinlenme ânında vücut üzerinde çatı gibi durur. Ağız, parçaları çiğneyici tiptedir. Antenleri uzun ve çeşitli şekiller gösterir, gelişimlerinde tam başkalaşma(metamorfoz) gözlenir. Larvaları hızlı hareket ederler. Pupalama malpigi borularından salgılanan ipeğimsi bir koza içerisinde olur.
Bu takım böcekleri, genellikle larva ve ergin dönemlerinde, diğer böcek ve bâzı ufak hayvanları yiyerek beslenirler. Bu özelliklerinden dolayı, bâzı türleri, biyolojik savaş yönünden öneme hâizdirler. Karınca arslanları da bu takıma dâhildir.