NEFRİT

Alm. Nierenentzündung, Nephritis (f), Fr. Néphrite (f), İng. Nephritis. Böbreklerin iltihabî hastalıklarına genel olarak verilen ad. Fakat bu başlık altında incelenen çok sayıda böbrek hastalığı vardır:

A- Glomerülo nefritler:

1. Had seyirli olanlar:

1) Had basit glomerülo nefrit: Her yaşta görülebilirse de daha ziyâde çocuklarda rastlanır. Erkeklerde daha sıktır.

Hastalığa sebep olarak, bâzı streptokok adlı mikrop cinsleri sorumlu tutulmuştur. Antibiyotiklerin keşfinden önce, streptokoklara bağlı bir hastalık olan kızıl, bu hastalığa da yol açmaktaydı. Çocuklarda streptokoklara bağlı deri iltihapları hâlen, bu hastalık için bir kaynak teşkil etmektedirler.

Hastalık, bir boğaz iltihabından 1 ilâ 3 hafta sonra başlar. Teşhis için, bu sürenin mevcudiyeti önemlidir. Hastaların genel durumları iyi olmasına rağmen, zaman  zaman bulantı ve başağrısından şikâyet ederler. Orta derecede ateş olabilir, genellikle sabahları göz kapaklarında, yüzde, bacaklarda, kalçaların arka taraflarında, bileklerde orta derecede, ödem denilen şişlik vardır. Ödem ve tansiyon yüksekliği, böbrekteki bozukluğun meydana getirdiği su ve tuz tutulmasına bağlıdır. Bazı nâdir durumlarda (özellikle süt çocuklarında), akciğerlerde veya beyinde de su toplanması görülebilir ki bunlar, oldukça fazla hayatî tehlike arz ederler. Hemen hemen her hastanın günlük idrar miktarı azalmıştır. (300-500 ml kadar). İdrar, koyu kahverengi bir görünüm arz eder. Bâzan süratle, hastanın sun’î böbrek makinasına bağlanmasına yolaçacak ağır bir böbrek yetmezliği ile birlikte, tam bir idrar yapamama hâli sözkonusu olabilir.

Çoğu kimselerde hastalık belirtileri silik seyreder ve gözden kaçar. Hastaların idrarında alyuvarlar, az sayıda akyuvar ve protein bulunur. Alyuvarların sayısı ne kadar fazlaysa, hasta, idrarının o kadar koyu olduğunu ve kahverengi (et suyu gibi) olduğunu ifade eder.

Çocuklarda % 80-90 iyileşme görülmesine rağmen, yaşlılarda bu oran, % 50-70’tir. İyileşecek hastalarda, 1 veya 2 hafta sonra, idrar miktarında artma, şişliklerin kaybolması, yüksek tansiyon eğiliminin kalkması ve böbreğin vazifelerinin normale dönüşü görülür. Hastalığın kötü seyrettiği kişilerde; idrar miktarının azalması ile seyreden böbrek yetmezliğinin devam etmesi, tansiyonun yüksek kalması, aylarca gerilemeden devam eden idrarda protein ve kan mevcudiyeti sözkonusu olup, bu vak’alar genellikle birkaç yıl içinde, bâzan da birkaç ay içinde, yüksek tansiyona eşlik eden ağır böbrek yetmezliğiyle seyreder ve böbreklerin tamâmının harap olması ile sonuçlanır. Bâzan da hastalığın başlangıcında, akciğerde veya beyinde su toplanmasına bağlı ölümler, çok nâdir de olsa görülebilmektedir.

Hastalığın teşhisi; klinik belirtiler, kan ve idrar tahlilleri ve böbrekten parça alınıp mikroskopta incelenerek konur. Bu hastalığı, diğer böbrek hastalıkları ve enfeksiyonlarından ayırt etmek lâzımdır.

Hastalığın oluş mekanizması, streptokokan tijenlerine karşı meydana gelen antikorların (müdâfaa cisimcikleri), bu antijenlerle birleşip, böreğin glomerüllerinde oturmasına bağlanmaktadır.

Tedâvi, erken dönemde, iyileşme başlayıncaya dek, yatak istirahati tavsiye edilir, faydası tartışmalı olmakla beraber bir müddet antibiyotik verilir, tuzsuz rejim tavsiye edilir, ödemler fazlaysa, idrar söktürücü ilâçlar verilir. Böbrek yetmezliği, hipertansiyon varsa tedâvi ona göre ayarlanır.

2) Habis glomerülo nefrit: Çok nâdir görülür. Herhangi bir yaşta meydana gelebilir. Genellikle streptokoklarla olmayan bir enfeksiyondan sonra görülür.

Başlıca belirti, idrarda protein ve kan bulunmasının eşlik ettiği böbrek yetmezliğidir. Orta derecede şişlikler bulunabilir. Bu şişliklerle berâber yüksek tansiyon görülmez. Ekseriyetle birkaç hafta içinde idrar miktarının azalması ve böbrek yetmezliği, tabloyu ağırlaştırır. Teşhis için tek imkân, böbrekten parça alıp inceletmektir. Vak’aların çoğunluğunda, bütün glomerüller (böbreğin fonksiyon yapan alt birimleri) haraplanmıştır ki, bunlar genellikle bir daha iyileşmezler. Glomerüllerin hepsini değil de bir kısmını yer yer tutan şekiller de vardır ki, bunlar bâzı bozukluklar bırakarak gerileyebilir. Tedâvide, yüksek doz kortikosteroit ve immün sistemi baskılayıcı ilâçlar verilmektedir.

3) Gebelik nefritleri: Gebelik zehirlenmesi olarak da bilinmektedir. Bunlara, gebeliklerin % 5’inde rastlanmaktadır. Bu hastalık, özellikle ilk defâ gebe kalan kadınlarda, gebeliğin son üç ayı içinde ortaya çıkmaktadır.

Hastalık, tansiyon yüksekliği, vücutta su toplanması (ödem) ve idrarda protein çıkması ile belirir. Böbreğin vazifelerinde orta derecede bir bozukluk sözkonusudur. Ayrıca çocuğun ve annenin hayâtını tehdit eden havale krizleri de görülebilir.

Doğumdan sonra bu hastalık süratle iyileşir. Genellikle sonraki gebeliklerde bir daha görülmez.

Tedâvi: Gebeliğin 5. ve 6. ayından îtibâren tuzdan fakir diyet verilerek, gebelik sırasında aşırı kilo alınmasına mâni olmak, uygun koruyucu bir tedbirdir. Anormal bir belirti görüldüğünde, mutlak yatak istirahati, tuzsuz bir diyet, idrar söktürücü ve sâkinleştirici ilâçlar verilir. Aşırı yüksek tansiyon durumunda, tansiyon düşürücü diğer ilâçlar verilir. Havâle krizleri, yoğun tedâviyi îcâb ettirir ve hâmileliğe son vermek durumu ortaya çıkar, çünkü bebeğin hayâtına ilâveten, annenin de hayatı tehlikededir. Hastalık hafif seyrediyorsa ve bebekte tehlike belirtileri ortaya çıkmamışsa, devamlı olarak kontrol şartıyla, doğum zamânı bir süre daha uzatılabilir.

2. Müzmin glomerülo nefritler: Genellikle ödemler, idrarda protein veya kan çıkması ile belirir. Yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliği ilk tehlike belirtisi olabilir. Proteinin idrarda bulunuşu önemli derecede değilse, hastalığın teşhisinde böbrekten parça alınarak incelenmesi, tek teşhis vasıtasıdır.

Böbrek yetmezliğinin bulunmadığı durumlarda hastalığın gidişi; altta yatan sebebe ve hastalığın tipi gibi birçok faktöre bağlıdır.

Müzmin glomerülo nefritlerin % 15-20 kadarı belli bir sebebe dayanmaktadır ki, bunlara ikincil (sekonder) müzmin glomerülo nefritler ismi verilmektedir. Frengi, kalp zarı iltihabı, sıtma, ağır metal zehirlenmeleri, şeker hastalığı gibi birçok hastalığın seyri sırasında bu durum sözkonusudur.

Tedâvi: İdrar söktürücü ilâçlar ve tuzsuz bir diyet oldukça faydalıdır. Kortikosteroit denen ilâçlar ancak hastalığın bâzı tiplerinde fayda sağlar.

İmmün sistemi (bağışıklık sistemi) baskılayıcı ilâçlar da bâzı vak’alarda kullanılmaktadır.

Kötü huylu yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliği durumlarında, böbrek nakli veya hemodializ (sun’î böbrek makinası) yoluna gidilir.

B- Tübüler nefritler: Böbrek borucuklarının iltihapları.

1. Had tübüler nefrit: Meydana gelmesinde, zehir özelliği taşıyan maddeler (civa, kurşun, karbontetraklorür, bâzı antibiyotikler, böcek öldürücü maddeler vs.) ve böbreğin kansız kalması en mühim unsurlardır. Kansız kalmasına yol açan sebepler arasında büyük travmalar (çarpma ve ezilmeler), geniş yanıklar, had pankreas iltihapları, ağır cerrâhî müdâhaleler, çeşitli sebeplerle vücuttan kan kaybının meydana gelmesi sayılabilir. Sebepler arasında, alyuvarların parçalanmasına yolaçan, yanlış kan nakilleri, karasu humması ve mikroorganizmaların kana yayılması(septisemi) sayılabilir ki, bu durumlarda parçalanan alyuvarlardan açığa çıkan hemoglobin isimli madde, böbreğin tübülüs adı verilen idrarı süzme birimlerinde çökerek had tübüler nefrite yol açar.

Hastalık, ânî olarak ortaya çıkar, hemen dâimâ idrar miktarının azalması, bâzan da idrar miktarının artışı ile seyreden ağır bir böbrek yetmezliği sözkonusudur. Altta yatan sebebe ilişkin belirtiler tabloya eşlik eder.

Bu hastalık, iyileşebilen bir durumdur. Genellikle idrar miktarı 8 ilâ 15 günler arasında artmağa başlar ve durum giderek düzelir. Hastanın istikbali, altta yatan sebeple sıkı ilişkilidir. 50 yaşın üstündekilerde ölüm oranı yüksektir.

Tedâvide; su ve mineral dengesinin iyi ayarlanması, sun’î böbrek makinasının veya periton dializinin uygulanması sözkonusudur.

2. Müzmin tübüler nefritler: Çeşitli sebeplere bağlı olarak uzun bir süre içerisinde, böbrekteki tübüler yapıların bozulması sonucu ortaya çıkan bir müzmin böbrek yetmezliği sözkonusudur. Sebepler arasında; böbrek kaynaklı şekersiz şeker hastalığı (diabetes incipitus), böbrekteki kusura bağlı olarak idrarla şeker atılması, çeşitli toksik maddeler sayılabilir.

C- Pyelo nefritler:

1. Mikrobik olanlar: En sık görülen nefrit türüdür. Had şeklinde antibiyotik tedâvisi iyi gelmektedir. Fakat müzminleşmesi önlenmezse, tedâviye direnen bir hastalık hâline gelir ve giderek böbreklerin harap olmasına sebep olur.

Hastalığa en çok sebep olan mikrop, E. coli’dir. Mikroplar genellikle aşağıdan yukarıya doğru, idrar yolları vâsıtasıyla veya kan yoluyla gelip, böbreğe yerleşirler. Hazırlayıcı sebepler arasında; idrar yollarında tıkanmaya yolaçan bütün etkenler (taş, ur, darlık, vs.), idrar yapıcı ve boşaltıcı sistemin doğuştan olan bütün anormallikleri, idrar yollarına çeşitli ürolojik âletlerin tatbiki, sonda takılması vb. sayılabilir.

Bu hastalık; yüksek ateş, titreme, böbreğe uyan bölgede ağrı, kusma ve eşlik eden bir mesane iltihabı şeklinde görülür. Nâdiren mikropların kana yayılması, şok ve idrar yapılmaması ile kötü bir hâl alır. Bunların hepsi birkaç gün içinde düzene girer, fakat bâzan yeterli bir tedâvi yapılmadığında müzminleşir.

Müzmin pyelo nefritin başlangıcı normalde sessizdir, yorgunluk, kansızlık, iştahsızlık, sindirim şikâyetleri, baş ağrıları ve soluk bir görünüm sözkonusudur. Tansiyon yüksekliği de bulunabilir.

Bu hastalıkta idrarda az miktarda protein, bol sayıda akyuvar çıkar.

Tedâvide; en mühim husus, hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştıran durumların ortadan kaldırılmasıdır. Teşhis konunca, uygun antibiyotikler tesbit edilinceye kadar, hemen bir antibiyotik tedâvisine geçilir, gelen sonuca göre icâb ederse antibiyotik değiştirilir, yeterli süre ve uygun doz verilir. Ayrıca mineral dengesizliği, tansiyon yüksekliği ve üre yükselmesine mâni olacak bütün tedbirler alınmalıdır.

Müzmin pyelonefritler, tedâviye daha çok direnirler. Burada hasta ile hekim arasındaki iyi irtibat, dayanışma ve başarısızlık karşısındaki sabır da oldukça mühimdir.

2. Mikrobik olmayan pyelo nefritler: Bâzı antibiyotiklerin (meselâ gentamisin) yüksek dozda ve uzun süre kullanılması, aşırı derecede aspirin gibi ağrı kesici ilâçların kullanılması, şua tedâvisi, gut hastalığı vb. sebepler rol oynamaktadır. Ayrıca hiçbir sebep bulunmayan nefritler de bu gruba sokulmaktadır.

NEFROLOJİ

Alm. Nephrologie (f), Fr. Néphrologie (f), İng. Nephrology. Böbreğin fonksiyonlarını, çalışması ve yapısı ile ilgili bütün hastalıklarını inceleyen bilim dalı. Dâhilî hastalıkların bir şûbesi olarak da sayılabilir. Yapılan idrarı boşaltıcı sistemle ilgili hastalıklar ve böbrek taşları nefrolojinin değil, ürolojinin konusuna girer.

Nefroloji dalında çalışarak, ihtisas yapmış olan hekimlere nefrolog ismi verilir. Hâlen Türkiye’de nefrolog olmak için dört senelik iç hastalıkları ihtisasına ilâve olarak iki sene yüksek ihtisas yapılmaktadır.

NEGATİVİZM

(Bkz. Katalepsi)

NEHİR

(Bkz. Akarsular)

NEHRU, Cevahirlâl

Hintli, tanınmış devlet adamı. 14 Kasım 1889’da Allahâbâd’da doğdu. 27 mayıs 1964’te Yeni Delhi’de öldü. İngiltere’de eğitim görürken, İngiliz ve Avrupa edebiyâtını, târihini inceledi. 1912’de Hindistan’a dönerek avukatlık yapmağa başladı. Daha sonra mesleğini bırakarak politikaya atıldı ve Gandhi’nin yardımcısı oldu. 1929-1937, 1946, 1951-54 yılları arasında Hindistan Millî Kongresi Başkanlığı yaptı. Bu arada, Mahatma Gandhi ile berâber Hindistan’daki İngiliz idâresine karşı mücâdele etti. Tevkif edilerek, 13 yıl hapis yattı.

Nehru, Hindistan ile Pakistan’ın ayrılması ve bağımsızlıkları ile ilgili görüşmelere katıldı. 1947 Ağustosunda Hindistan istiklâline kavuşunca başbakanlık ve dışişleri bakanlığına getirildi. 1950 yılında cumhûriyetin îlânından sonra da başbakan oldu.

Dünyânın en büyük devletlerinin, Doğu ve Batı bloku diye ikiye ayrıldığı bir dönemde Nehru, Birleşmiş Milletler ve milletlerarası toplantılarda bir kısım üçüncü dünyâ ülkeleriyle berâber, tarafsızlık ve bağlantısızlığı savundu. Daha sonra kurulan Bağlantısızlar Blokunu meydana getiren ülkelerin önderliğini, Nehru, Tito, Nkrumah gibi devlet adamları yapmışlardır. Ancak bu birlik fazla uzun ömürlü olmadı ve liderlerinin ölümüyle kendiliğinden dağıldı.

Nehru, 1947 yılından, ölüm târihi olan 1964 yılına kadar Hindistan başbakanlığı görevini yürüttü. Milletlerarası platformda, müstemleke aleyhtârlığı ve Komünist Rusya paralelinde bir dış politika tâkip etti.

Pakistan’la Hindistan arasındaki Keşmir meselesini bir türlü halledememesi ve 1962’de Kızıl Çin karşısında uğranılan bozgun sebebiyle îtibârını kaybetti.

Gandhi’den sonra ülkenin ikinci adamı olan Nehru; Asya dışında herhangi bir askerî pakta girmediği gibi Amerikan askerî yardımını kabul etmedi. Ölümünden iki sene sonra başbakan olan kızı İndra Gandhi de 1984 Kasım ayında bir suikast sonucu öldürüldü. Nehru’nun Bir Babanın Kızına Mektupları (1930) ve Dünyâ Târihine Bakışlar (1934) isimli eserleri neşredilmiştir.

NEKÂHAT

Alm. Gesundung, (Wieder-) Genesung, Rekonvaleszenz (f), Fr. Convalescence (f), İng. Convalescence. Bir hastalık veya ameliyat geçiren şahsın, tamâmen eski sağlığına kavuşabilmesi için geçen süre. Nekâhat devresi çok kısa veya çok uzun sürebilir. Bu süre üzerinde; hastanın yaşı, genel vücut direnci, hastalığın cinsi, hastaya uygulanan tedâvi ve gösterilen ihtimamın derecesi etkilidir. Hasta bu nekâhat devresini hastânede, evinde veya özel nekâhathânelerde geçirebilir. Hastalıktan sonra uzun süren nekâhatlerde, hareketsiz kalmak fayda yerine zarar vermektedir. Devamlı yatan şahıslarda, özellikle bacaklardaki toplardamarlarda, tromboflebit adı verilen iltihabi tıkanıklıklar olmakta ve bâzan buradan kopan pıhtılar akciğerlere gelip tehlikeli durumlara ve hattâ ölüme sebep olmaktadır.

Devamlı yatan, hareket etmekten kaçınan hastalarda, böbrek taşları daha kolay meydana gelmektedir. Bu hastalarda, kemiklerdeki kalsiyum da giderek çözülmekte ve kemikler zayıflamaktadır. Bu durum sırt ve bacak ağrılarına, omurgada şekil bozukluklarına yol açabilmektedir. Hareketsizlik, kişiyi psikolojik olarak da etkiler ve nekâhat süresini uzatır. Ameliyat sonrası hareket etmekten, kalkmaktan korkan hastaların ameliyat yaraları da geç iyileşir.

Ameliyat olan birisinin, ameliyattan sonraki günlerde yorgunluk duyması ve bu yorgunluğun derecesinin yapılan cerrâhî müdâhalenin büyüklüğüyle ilgili olması beklenen bir husustur. Bu yorgunluk, insan vücûdunun ameliyat travmasına cevap olarak karşılık verdiği bâzı sinir, iç salgı bezleri ve metabolizma hadiselerinin toplamıdır. Ameliyatın ehemmiyetine, ameliyat sonrasında hastanın iştahının açılmasına kadar geçen sürenin uzunluğuna, hastâne yemeklerinin kalitesine ve personelin tutumuna bağlı olarak, hastada kilo kaybı olur. Hastanın ateşi de hafifçe yükselir, nabız sayısı artar. Ameliyattan sonra vücutta su ve tuz tutulmasına bağlı olarak idrar miktarı azalır. Kan şekerinde bir artış görülür. Birkaç gün sonra bütün bu hâdiseler tersine döner. Su ve tuz bol miktarda atılır, idrar miktarı da artar, hasta giderek kilo almaya başlar, artık iştahı da açılmıştır. Böylece ameliyat sonrası nekâhat dönemi belirmiştir. Nekâhat dönemi süresince hastânedeki bakımı, personelin durumu, iyi anlaşılmış bir psikiyatrik tedâvi ve gerektiğinde verilen bâzı müsekkinler oldukça mühim rol oynarlar. Güven verip, hastayı cesâretlendirmek, ameliyat sonrası bakımın en mühim unsuru olan erken ayağa kalkmayı sağlar. Ameliyat sonrası nekâhat döneminin uzunluğu konusunda bir şey söylemek güçtür. Fıtık ve apandisit gibi ameliyatlarda iki ay kadar sürer. Bu süreleri geçen bir nekâhat dönemi, anormal bir yorgunluğu düşündürmeli ve bunun sebepleri aranmalıdır.

Enfeksiyon hastalıkları veya ateşli hastalıklardan sonra da, hastalar bir nekâhat dönemi içine girerler. Bâzı had hastalıklar, nekâhat dönemi esnâsında aşırı derecede yorgunluğa sebep olurlar. Viral hastalıkların çoğu böyledir. Meselâ grip, aşırı derecede yorgunluğa yol açtığı için paçavra hastalığı da denilmektedir. Viral sarılıklar da böyledir. tifo, kolera gibi bâzı mikropların sebep olduğu ağır nekâhat dönemleri, antibiyotiklerin bulunmasından sonra ehemmiyetlerini kaybetmişler ve oldukça kısalmışlardır.

Nekâhat dönemi esnâsında hastanın beslenmesi, düzenli ve dengeli olmalıdır. Hastanın bu dönemde güzel hazırlanmış, iştah açıcı yemeklere başka zamanlarda olduğundan daha çok ihtiyacı vardır.

Nekâhatli hasta hareketsiz kalmamalı, fakat kendisini yormamalıdır. Üzüntülü olmamalı, streslere mâruz bırakılmamalıdır. Hastalıktan sonra da bir süre için uyku saatleri dokuz saat kadar olmalıdır. Hasta; rahatsızlık, sancı gibi sebeplerle uyuyamıyorsa doktorun verdiği ilâçları kullanmalıdır.

Temiz ve güneşli havanın nekâhatli hasta üzerindeki tesiri daha ziyâde psikolojiktir. Şehrin pis havası ve gürültüsünden uzak bir yerde bulunmanın faydasını küçümsememelidir.

Nekâhatli kişi, artık hastalıktan kurtulmuş ve tam sağlıklı hayâta geçiş dönemi içerisine girmiştir. Bâzı enfeksiyon hastalıklarında, nekâhat dönemindeki kişilerden alınan serumlar kullanılmaktadır. Çünkü bu serumlarda bol miktarda bağışıklık cisimcikleri (antikorlar) bulunmaktadır.

NEKTARYUM

Alm. Nektarium (n), Fr. Nectaire (m), İng. Nectarium. Böceklerle tozlaşan (entomogam) çiçeklerde bulunan ve şekerli bir üsâreden meydana gelen balözü (nektar) salgılayan bezler. Bu salgı bezleri, epiderma (bütün bitkinin yüzeyini örten tek hücre sırasından yapılmış tabaka) ile örtülüdür. Nektar, bu epiderma tabakasındaki gözeneklerden veyahut da ince olan epidermanın yüzeyinden salgılanır.

Nektaryumlar çiçeğin değişik yerlerinde bulunur. Bâzan taç yapraklarının iç yüzü tamâmen nektar salgılar. Bâzan da, yalnız taç yapraklarının tabanında olan bir çukurda salgılanır. Bâzı durumlarda, taç yaprakları tamâmen nektaryum hâline dönüşebilir. Erkek organların üzerinde, tabanında nektaryumlara rastlanılabilir. Hatta, erkek organlar da körelerek nektaryum hâline geçebilir.

Birçok çiçekte nektaryumlar çiçek ekseninden meydana gelebilir. Çiçeklerin dışında, yâni vegatif organların üzerinde de nektaryumlara rastlanabilir. Meselâ yaprak sapı üzerinde, yaprakların üzerinde de nektaryum görmek mümkündür.

NELSON, Horatio

Meşhur İngiliz kaptanı. 1758’de doğan Nelson, denizciliğe 12 yaşında başladı. 19 yaşında teğmen oldu. Başarılı olduğu için 21 yaşında yüzbaşı (kaptan) yapıldı. 1784’te Batı Hind Adalarında bulundu. 1787’de burada evlendi. Bundan sonraki beş senesi durgun geçti.

Nelson, ihtilâlci Napolyon Fransası ile İngiltere arasında cereyan eden savaşlarda üne kavuştu. 1783’ten sonra sık sık Akdeniz’de görüldü. 1794’te Korsika Adasındaki Bastia ve Calvi kalelerinin alınması esnâsında sağ gözü kör oldu. 1796’da Fransa’nın İtalya ile mücâdele ettiği dönemlerde, İtalya kıyılarında devriye gezdi.

1797’de İspanyollara karşı kazandığı başarı netîcesinde şövalye ünvânını aldı. 24 Temmuz 1797’de Tenerif’te bir gece baskınında sağ kolunu kaybetti.

Nelson asıl ününe 1-2 Ağustos 1798’de Fransız filosuna karşı kazandığı zaferle kavuştu. Fransız donanmasının imhâsıyla İngiltere, Fransızlara karşı Akdeniz’de üstünlük sağladı ve söz sâhibi olmaya başladı.

Nil Muhârebesinde yaralandığı için Napoli’ye götürülen Nelson, burada İngiliz sefirinin evinde tedâvi gördü. Sefirin karısıyla adı skandallara karıştı. Hattâ bir zaman İngiltere’den gelen emirlere uymadı. Napoli sarayı iç işlerine karıştı. Prensle berâber, birçok Napolilinin asılmasına sebep oldu.

1801’de Napoli’den ayrıldı. Rusya ile kuzey devletlerinin meydana getirdiği tarafsızlar birliğine karşı, İngiltere’nin açtığı muhârebelerde bulundu. Kopenhang Limanına saldıran Nelson, Danimarka’yı denizden topa tutarak teslime zorladı. Böylece tarafsızlar birliği dağıldı. Kendisi viskont yapıldı.

Fransa’nın Atlantiğe geçerek İngiltere’ye saldırmasına mânî olmak için Toulon’u abluka altına alan Nelson, Fransızları elinden kaçırınca tâkip ederek Trafalgar’da yakaladı. 21 Ekim 1805’te şiddetli bir muhârebe cereyan etti. Fransızları bu deniz muhârebesinde mağlup ettiyse de, kendisi de öldü.

NEM

Alm. (Luft-) Fecuhtigkeit (f), Fr. Humidité, moiteur (f), İng. Moisture, dampness; moist, damp; dew. Havadaki su buharı miktarı. Hafif ıslaklık ve yaşlılık mânâsına da gelir. Yeni yapılmış binâların bodrum ve zemin katlarında, tam kurumamış çamaşırlarda görülen, halk arasında rutubet olarak bilinen yaşlıklara da nem denir. Havaya da içinde bulunduğu nem durumuna göre nemli hava, rutubetli hava isimleri verilir. Hava, dâimâ az veya çok miktarda bir nem ihtivâ eder. Sıcaklık ne kadar çok, hava ne kadar hareketliyse, bu nem’i temin eden buharlaşma o kadar fazla olur. Mevcut havanın içinde devamlı su buharı bulunmaktadır. Bir m3 havada bulunan nem’in gram cinsinden ağırlığına, havanın “mutlak nemliliği” denir. Mutlak nemlilik sıcak ekvatoral bölgelerde daha çok, yüksek dağlarla Kutup bölgelerinde daha azdır. Bir m3 hacmindeki hava, belli bir sıcaklıkta bâzı ortalama miktarlarda nem taşıyabilir. Meselâ 0°C’de 4.8, 10°C’de 9.4, 20°C’de 17.3 30°C’de 30 gram nem taşır. Eğer nem miktarı, tekâbül ettiği derece oranlarının üstüne çıkarsa, nem artık buhar hâlinde durmaz, yoğunlaşır ve yeryüzüne yağmur olarak iner. Bu sebepten dolayı belli bir sıcaklıktaki havanın alabileceği en çok nem oranını bilmek, iklim bakımından çok önemlidir. Bilinmesi gereken bu oranlara “Bağıl nem-Nisbî nem” denir. Meselâ 20°C sıcaklıkta bir m3 havada 15 gram nem bulunsun. Fakat 20°C’de bulunan bir m3 havanın alabileceği nem, en çok 17.3 gramdır. Buna göre bu havanın bağıl nem’i: e= 100.F/f= 100.15/17,3= 1500/17,3= % 86’dır. Bu hava, henüz yoğuşma derecesine varmamıştır. Yâni % 100 değildir. Havadaki nemin yoğuşması neticesinde, çeşitli atmosfer yağışları meydana gelir. Bağıl nem (nisbî nem), mutlak nemden daha önemlidir. Mutlak nem, yapıldığı yerin rasat ve mevsim durumuna göre çeşitli özellikler arzedebilir. Yapılan hesaplamalara göre, mutlak nemlilik, güneşin doğmasında minimum, öğleden sonra ise maksimumdur.

Bütün su buharlaşması ve terleme, bağıl nem’e göre olabilir. Atmosferde bağıl nem % 100 olursa, hiç su buharlaşmaz ve terleme olmaz. İnsan vücûdu, terleme sırasında meydana gelen buharlaşma için ısı sarfedemeyeceğinden, vücut sıcaklığı yüksektir. Bu sıcaklıkta terleyememek insanı ölüme kadar götürebilir. Bu duruma göre suyun buharlaşması nisbî nem’le olur. Bunun, canlıların bilhassa insan yaşayışı üzerinde çok büyük önemi vardır.

Atmosferdeki nem’in derecesi higrometre denilen bir âletle ölçülmektedir. İzâfî nem, saclı higrometrelerle ölçülebilir. Higrometrenin içindeki saç, nem arttıkça uzar, azaldıkça kısalır. Bu uzama ve kısalmalar, kollar vasıtasıyla kadran üzerine aktarılır. Nemin zamanla değişmesini gösteren hidograflar da aynı şekilde çalışır. Saclı higrometreler zaman zaman hassasiyet kontrolünden geçirilmelidir. Bugün meteoroloji istasyonlarında, nem ölçmek için daha çok psikrometreler kullanılmaktadır. Bu cihazlarda iki termometre bulunur. Hava akımı altında tutulan bu termometrelerin birinin haznesi, ıslak bir bezle sarılmıştır. Hava akımında buharlaşan su, termometrenin haznesini soğutarak ısı çeker. Onun için bu termometre, kuru termometreden dâimâ daha düşük bir sıcaklığı gösterir. Yalnız, su buharına doymuş havada, yâni izâfî nem % 100 olduğunda iki termometrenin gösterdiği sıcaklık aynıdır. İki termometrenin gösterdiği sıcaklıklardan ve eldeki cetvellerden faydalanarak izâfî nem bulunur. Haznesi ıslak termometrenin gösterdiği sıcaklığa, yaş termometre sıcaklığı denir.

Konfor için, sıcaklığın yanında nemin de mühim rolü vardır. Bazı malların îmâli esnâsında nem dikkatle kontrol edilir. Orman koruyucuları da nem nisbetini devamlı tâkip ederler. Zîra havanın nemi azalınca yangın tehlikesi artmaktadır. Havanın nemliliğiyle yangınlar arasındaki ilgi araştırılmış, izâfî nem % 90’ın üzerindeyken çıkan yangınların sayısı, % 50’nin altındayken çıkanlarınkinin iki katı bulunmuştur.

Ne kadar dikkat çekicidir ki hava içinde en fazla % 4 gibi küçük bir miktarda bulunabilen su buharı, meteorolojik olayların çoğunun sebebidir. Bulutlar, sis ve yağışlar, hep su buharının mevcudiyetinden doğmakta, atmosferdeki ısı alışverişinin çoğu da yine su buharı vâsıtasıyla gerçekleşmektedir. Zîra bir gram suyun buharlaşması veya yoğunlaşması sırasında 500 kaloriden fazla bir ısı transferi ortaya çıkmaktadır.

Havada bulunan nisbî nem miktârı, toprağın nemliliğine etki ettiği gibi, bitkilerin büyümesine, gelişmesine ve terlemelerine yardımcı olur. Bitkilerin şekil ve yapıları üzerinde tesiri çoktur.

İnsanlar çok fazla soğuklara (kışın -40°C), Büyük Sahra ve Arabistan’ın yakıcı sıcaklarına (yılın ekserisinde 30°C’nin üstünde) tahammül edip dayanabiliyorlarsa, oralardaki havalarda nisbî nem miktârının çok düşük olmasındandır.

Türkiye’de nisbî nem oranı, bölgelere göre değişiklik arzetmektedir. Karadeniz ve Marmara bölgelerinde en yüksek, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde en alçaktır. Türkiye’nin Karadeniz bölgesi, nem yönünden zengindir. Sıcaklığın genellikle ılımlı seyretmesi bundandır.

NEMRÛD

Keldânî kavmi hükümdârlarına verilen ad. Birinci Nemrûd, Nûh aleyhisselâmın oğlu Hâm’ın soyundandır. Bâbil şehrini kurdu. Keldânî kavmi ve hükümdârları olan Nemrûdlar, putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. Dünyânın meskûn bölgelerine hâkim olan ve ilk tâc giyen Nemrud, kibir, gurûr, sefâhet ve câhillik sebebiyle tanrılık dâvâsında bulundu. İnsanların kendisine secde etmelerini istedi ve çok zulmetti. Allahü teâlâ Nemrûd ve kavmine doğru yolu göstermek, emir ve yasaklarını bildirmek için İbrâhim aleyhisselâmı peygamber gönderdi. Nemrûd ve kavmi İbrâhim aleyhisselâma îmân etmediler. Nemrûd, İbrâhim aleyhisselâmın dâvetini kabul etmediği gibi, onun kendisine secde etmesini emretti. İbrâhim aleyhisselâm Nemrûd’u ve Keldânî kavmini Allahü teâlâya îmân ve ibâdete dâvet etmeye devâm etti. Nemrûd önce hapsettirerek ateşte yakılmasını emrettiği İbrâhim aleyhisselâmı, kavminin haftalarca topladığı odunu ateşledikten sonra ateşe attırdı. Kendisi için yaptırdığı yüksek kuleden de hâdiseyi seyretti. Allahü teâlânın korumasıyla İbrâhim aleyhisselâmı ateş yakmadı. Gürül gürül yanan ateşin ortasında İbrâhim aleyhisselâmın yemyeşil bir bahçe içerisinde oturduğunu gören Nemrûd, hayretler içerisinde kaldı. İbrâhim aleyhisselâmla mücâdeleden âciz kaldığını anlayıp, bu işten vaz geçti. Fakat îmân etmedi. Hâdiseyi görenlerden bir kısmı îmân etti. İbrâhim aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle, kendisine inananlarla birlikte Bâbil’den hicret etti.

İbrâhim aleyhisselâm Bâbil’den hicret ettikten sonra, Allahü teâlâ Keldânî kavmi üzerine sürüler hâlinde sivri sinekler gönderdi. Sivrisinekler onların kanlarını emip, kupkuru bir hâlde bırakarak helâk etti. Sivrisineklerden birisi de Nemrûd’a musallat oldu. Sivrisinek burnuna girip, beynine kadar ilerledi. Beynine giren sineğin verdiği rahatsızlığı önlemek için başına bir tokmakla vurulmasını emr eden Nemrûd, sineğin verdiği ızdıraplarla öldü. Kendisi îmân etmemek sûretiyle ebedî kurtuluştan mahrum kaldığı gibi, başkalarının da îmân etmesine mâni olan Nemrûd’un hayâtı, saltanatı, serveti ve mülkü hebâ olup gitti.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi mâlik (hâkim) oldu. İkisi mümin, ikisi kâfir idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman (aleyhimesselâm) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri, yâni Mehdî (aleyhirrahme) mâlik olacaktır.”

NEMRUD DAĞI

Bitlis il sınırları içinde, Van Gölünün batısında, volkanik bir dağ. Çember biçimli olan dağın yukarı bölümü şiddetli patlamalarla eski sivriliğini kaybetmiş, genişlemiş ve bir krater meydana getirmiştir. Genç bir yanardağ olan Nemrud Dağının volkan bacasından püskürtülen lavlar, yanlarda eğimli olarak üst üste katlar hâsıl etmiştir. Çok şiddetli patlamalarla birlikte püskürmeler olmuş ve bunun netîcesinde 4000 metrenin üstünde yüksekliği olan dağ bugünkü seviyeye gelmiştir. Yanındaki Süphan Dağının 4000 metrenin üstünde olması, etrâfındaki lav birikintileri ve krater ağzındaki göl bunu göstermektedir.

Dağın yüksekliği kuzeyde 3050, batıda 2910 ve güney tarafında 3000 m’dir. Üzerindeki göl, sönmüş volkanik bir dağ olması, ayrıca yüksekliklerinden Van Gölünün görünüş güzelliği bu dağa turistik bir değer kazandırmaktadır.

NEMRUD GÖLÜ

Nemrud Dağının tepesinde bulunan Türkiye’nin en büyük krater gölü. Nemrud Dağının, çapı altı km kadar olan geniş ve derin krateri vardır.Göl, kraterin batı yarısını işgal eder. Deniz seviyesinden yüksekliği 2400 metre, yüzölçümü ise 10 km2dir. Nemrud Gölünün dışarıya akıntısı yoktur ve suyu tatlıdır. En derin yeri 150 metredir. Kraterin doğu kısmında bulunan üç küçük gölün, en kuzeyindeki Ilıca Gölünün suyu sıcaktır. Suları kışın dondurucu soğuklarında donmıyan bu göl, hem kar suları hem de sıcak kaynaklarla beslenmektedir.

NENE HÂTUN

Kadın kahramanların önde gelenlerinden. Türk kadınının kahramanlık sembolü olan Nene Hâtun, 1857 yılında Erzurum’da doğdu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslar, Erzurum’a kadar gelmişlerdi. Şehrin savunması sırasında Erzurumluların kadınlı erkekli yaptığı mücâdele, târihin şanlı sahîfeleri arasındadır. Azîziye Tabyasını geri almak için taş, sopa, kazma, kürekle gırtlak gırtlağa yapılan mücâdeleye Nene Hâtun da küçük kızını ve oğlunu evde bırakarak katılmıştı. Savaş sırasında yirmi yaşında olan Nene Hâtunun Çanakkale Savaşında oğlu şehit olmuştur.

1955 yılındaki Anneler Gününde “anneler annesi” seçilen Nene Hâtun, aynı sene doksan sekiz yaşında vefât etti.

NEO-KLASİK EKOL

Alm. Neo-klassische Schule (f), Fr. Ecolef néo-classique, İng. Neo-classic school. İktisat teorisinde; fiyat teşekkülünü, gelir dağılımını marjinal usulle açıklayan iktisâdî görüş.

Bu görüşün ilk iktisatçıları Stanley Jevons, Carl Menger ve Leon Walras’tır. Jevons nihâî fayda teorisinin, Walras da genel denge teorisinin kurucusudur. Bu ekolün gelişimi 20. yüzyılın başında Alfred Marshall ile tamamlanmıştır.

Alfred Marshall’den sonra Neo klasik ekolün temsilcileri İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi iktisatçıları olmuştur.

Tanınmış iktisatçılardan Keynes de Neo klasik ekol mensubu idi.

NEODİM

Alm. Neodym, Fr. Néodyme, İng. Neodymium. Nâdir toprak elementlerinden bir metal. Nd sembolüyle gösterilir. Atom numarası 60, atom ağırlığı 144.27, erime noktası 1024°C ve kaynama noktası 3027°C’dir. Elektron düzeni (Xe) 4f4 6s2 olup bileşiklerinde +3 değerliğini alır. Özgül ağırlığı da 7,004 g/cm3 tür.

Havada kolayca oksitlenebilir olduğundan genellikle mineral yağlarda veya plastik muhafaza içinde saklanır.

Yeryüzünde bolluk bakımından kurşunun iki misli kadardır. Bilhassa monazit ve bastnaezit minerallerinde bulunur. Neodim’in kütle numaraları 142, 143, 144, 145, 146, 148 ve 150 olmak üzere yedi tâne tabiî izotopu vardır. Neodim-144 dışındaki bütün izotoplar kararlıdır.

Neodim metalik halde, elektronik sanâyiinde, çelik ve çeşitli alaşımların îmâlinde kullanılır. Meselâ çakmaktaşlarında kullanılan mişmetalde yaklaşık % 15 oranında neodim vardır. Neodim’in oksitli bileşikleriyse pahalı gelmekle beraber seramiklerin sırlanmasında, porselen ve camların renklendirilmesinde kullanılır. Bâzı neodim bileşikleri, meselâ neodim izosülfonikotinat tıpta ilâç olarak kullanılır.

NEON

Alm. Neon (n), Fr. Néon (m), İng. Neon. Asal gazlar sınıfından bir element. “Ne” sembolüyle gösterilir. İlk defâ 1898 yılında, İngiliz fizikokimyâcı Sir William Ramsay tarafından, sıvılaştırılmış havanın fraksiyonlu damıtımı ile izole(ayırma) edilmiştir. Neon, havanın çok cüzî bir kısmını (55.000’de birini) teşkil eder.

Özellikleri: Atom numarası 10, atom ağırlığı 20,183, yoğunluğu havanınkinin 0,7 katı olan tek atomlu bir gazdır. Renksiz ve kokusuzdur. Elektron düzeni 1s22s22p6 olup, valensi sıfırdır. Erime noktası -248,7°C, kaynama noktası da -246,1°C’dir. Kritik basıncı 26,86 atmosfer ve kritik sıcaklığı da -228,7°C’dir. Kimyâsal reaksiyonlara karşı atıl (inert) dır.

Neon, havanın sıvılaştırılmasıyla, diğer soy gazlar (Argon, Kripton, Ksenon) ile birlikte ele geçer. Sıvalaştırılmış havanın, sıvı oksijenle yıkanmasıyla saf hâlde elde edilirler. Günümüzde laboratuvarlarda aktif kömürle yapılan adsorbsiyon ile soy gazların atom ağırlıklarına göre ayrılabilmeleri mümkün olmaktadır.

Kullanılması: Neon gazı ihtivâ eden bir tüp, neonca seyrekleştirildiğinde, elektrik akımını iletme hâssasına sâhip hâle gelir. Tüpteki basınç 10 mm cıva değerine düşürülmüşse, elektrik deşarjıyla bütün tüp bir ışıkla dolar ve neona has turuncu kırmızı bir renk meydana gelir. Neon ticârî maksatlı bu tüplerde mahdut bir kullanım görmüştür. Çok az miktardaki başka gazların bulunması, olayı olumsuz yönde etkilediği için güçlükler mevcuttu. George Claude, mangal kömürünün absorbant (tutucu) özelliğini geliştirerek söz konusu güçlüğe çözüm buldu: Elektrik akımı geçerken tüpte bulunan neon, sıvı hava ile sıcaklığı düşürülmüş mangal kömürü vâsıtasıyla saflaştırılır. Bu yolla safsızlıklar giderilip, geriye sâdece neon kaldığında tüp, kömür hücresinden ayrılır.

Neon tüpleri parlaklık ve verim bakımından azot tüplerine göre avantajlıdır. Ancak bir dezavantaj, yaydıkları ışının mavi dalgaların olmayışından dolayı aşırı derecede kırmızı olmasıdır. Bu, göz kamaştırıcı ışıkların kullanıldığı teşhir mahallerinde arzu edilen bir özelliktir.

Tungsten telli ampullerden daha az enerji sarfedip, daha bol ışık veren flouresans ampullerin içinde neon gazı vardır.