NAMİBİA
DEVLETİN ADI |
Namibia |
BAŞŞEHRİ |
Windhoek |
NÜFÛSU |
1.512.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
824.296 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Afrikaan, İngilizce |
DÎNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
G. Afrika Randı |
Güneybatı Afrika’da yer alan ve dünyânın en zengin elmas yataklarına sâhip, idârî yönden Güney Afrika Cumhûriyetine bağlı bir ülke.
Târihi
Bushmenler (Güney Afrikalı Zenciler), Namibia adı verilen bu toprak parçasının, bilinen ilk yerlileridirler. Bundan sonra sırasıyla Nama, Dama, Ovambo ve Herero kavimleri yaşamışlardır. On beşinci yüzyılda Portekizliler, bölgeye giren ilk Avrupalılar olmuşlardır. On dokuzuncu yüzyıla kadar bölgeye gelen Avrupalılar, yalnızca ıssız Namib Çölünde yaşamak zorunda kalmışlardır.
1884’te başlayan Alman himayeciliği, 1907’de 60.000 Afrikalının hayâtını kaybetmesiyle son buldu. 1915 yılında Güney Afrika Cumhûriyetinin kontrolu altına girdi. Yine bu ülkenin ırkçılığa dayalı ayrılıklar çıkarması ve manda görevini yerine getirmemesi üzerine, 1968 yılında Birleşmiş Milletler (BM), Namibia’nın idâresini 11 milletten teşkil eden bir konseye verdi. Milletlerarası Adâlet Divanı, 1971 yılında Güney Afrika’yı, Namibia’yı ilhak etmekle suçladı. Güney Afrika, Namibia üzerinde şiddetli bir baskı uygulamaya başladı. 1977’de yapılan referandumda beyazlar çok ırklı bir hükümet sistemini desteklerken, Marksist Güney Batı Afrika Halk Teşkilâtı (SWAPO), bunu reddederek gerilla harbini başlattı. 1978 yılında Güney Afrika ve SWAPO, BM bağımsızlık plânını kabul ettiler. Fakat Güney Afrika daha sonra bundan vazgeçti.
Birleşmiş Milletler 1982 yılında bir ateşkes çağrısında bulunarak, Namibia’nın, Angola ve Zambia sınırından îtibâren 60 km’lik bir kısmının, barışgücünün kontrolünde kalmasını teklif etti. Prensip olarak bunu kabul etmekle beraber Güney Afrika, Namibia’nın bağımsızlığı için Angola’dan Küba birliklerinin çekilmesini istedi. Güney Afrika, 18 Ocak 1983’te Namibia’nın meclisini dağıtarak, bölgeyi direkt kontrolü altına aldı. 1 Nisan 1989’da resmen ve bir yıl sonra da fiilen bağımsızlığa kavuştu.
Fizikî Yapı
Namibia, Güneybatı Afrika’da, Atlantik Okyanusu kıyılarında yaklaşık 1600 km’lik bir saha boyunca uzanan bir toprak parçasıdır. Yüzölçümü, 1.124 km2lik Walwis Bay de dahil olmak üzere 824.296 km2 dir. Ülke 16° 52’ ve 28° 58’ güney enlemiyle, 11° 43’ ve 25° 16’ doğu boylamları arasındadır. Yengeç Dönencesi ülkenin hemen hemen ortasından geçer. Bu yüzölçüme, bölgenin kuzeydoğu köşesinden Afrika içine doğru yaklaşık 500 km kadar uzanmış olan, Caprivi şeridi de dâhildir. Bu şeridin en geniş yeri 97 km’ye kadar ulaşır.
Ülkenin kuzeyinde Angola, kuzeydoğusunda Zambia, doğusunda Botswana, güney ve güneydoğusunda Güney Afrika Cumhûriyeti yer alır. Batısı ise Atlas Okyanusu ile çevrilidir.
Namibia toprakları, umûmiyetle Güney Afrika Yaylasının bir devamı şeklindedir. Oldukça yüksek olup, ortalama 1100 m’ye kadar ulaşır. Bu yayla, başşehir Windhoek’ın kuzeyindeki Kaokoveld Dağları arasında son bulur. Bu bölgede yer alan Brandberg Tepesi 2606 m ile ülkenin en yüksek yeridir.
Bütün kıyı bölgesini içine alan ortalama olarak 100 km genişliğindeki Namib Çölü oldukça kuru ve ıssız bir bölgedir. Ayrıca güneydoğu toprakları da Kalahari Çölüyle kaplıdır.
Ülkenin güney sınırını Orange Nehri ve kuzey sınırının büyük bir bölümünü ise Cunene, Okavango ve Chope nehirleri meydana getirir.
İklim
Namibia genel olarak sıcak ve kuru bir iklime sâhiptir. Yaz ayları çoğunlukla yağışlı geçer. Kıyı bölgelerde yıllık yağış miktarı yaklaşık 50 mm, güneyde 150 mm’dir. Bu rakam, kuzey bölgelerde yaklaşık 570 mm’ye kadar ulaşır. En çok yağışlar, ekim ve nisan ayları arasında olur. Bu yağışlar çoğu zaman sağnak hâlde kısa sürelidir. Namibia’nın kuzey bölgeleri ve Kalahari Çölünün doğu ve kuzeyi, uzun otlardan müteşekkil tropikal savanalarla örtülüdür.
Tabiî Kaynakları
Namibia kıyıları çöllerle kaplıdır. Ülkenin doğu ve kuzeyinde ise tropikal savanalar mevcuttur.
Ülke içindeki ve sınırlardaki nehirler, elektrik üretimi bakımından büyük önem taşırlar. Bunlardan Cunene Nehri sulama için büyük bir kaynaktır.
Namibia Çölleri, özellikle kıyı boyunca uzanan Namib Çölü, önemli elmas yataklarına sâhiptir. Elmastan başka ayrıca, kurşun, çinko ve bakır ülkenin en önemli mâden kaynaklarıdır.
Tropikal ormanlarda nâdir rastlanan yırtıcı hayvanlar vardır. Sığır ve koyun, ülkenin önemli bir gelir kaynağı olup, halkın çoğunluğunun yetiştirdiği hayvan türleridir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Yaklaşık olarak 1.512.000’lik bir nüfûsa sâhiptir. Nüfus yoğunluğu oldukça düşük olup, kilometrekareye iki kişi düşer. Toplam nüfûsun % 85’ini Afrikalı yerliler, % 12’sini Avrupalılar ve % 3’ünü melezler meydana getirir. Ülkenin en büyük şehri, başşehir Windhoek’tir.
Afrikalı yerli nüfus, birçok farklı dil ve etnik yapıda kabilelerden meydana gelmiştir. Bunlardan Bantu dilini kullanan kabileler en kalabalıktır. Ovambo, Okavango, Herero, Doğu Kaprivianlar, Kaokovelderler ve Tswana kabileleri Bantu dilini; Berg-Dama, Nama ve Bushmenler ise Khoisan dilini kullanırlar.
Yerli halkın çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Beyaz nüfus ise mâdencilik, çiftçilik ve endüstri sahalarını kontrol etmektedir.
Halkın çoğunluğu putperestir. Az sayıda Hıristiyan da mevcuttur. Resmî dil Afrikaan dilidir. İngilizce de resmî dil olarak kullanılmaktadır. Nüfusun % 70’i Afrikaan, % 22’si Almanca ve % 8’i İngilizce konuşur.
Eğitim seviyesi düşüktür. Afrikaan diliyle öğretim yapan yerli okulların yanısıra melezler ve Avrupalılar için de ayrıca iki değişik cins okul sistemi mevcuttur.
Başşehir Windhoek’tan başka önemli şehirleri Lüderitz, Keetmanshoop ve Swakopmund’dur. Önceleri Namibia’ya âit bir liman şehri olan Walvis Bay, 1922 yılında Güney Afrika Cumhûriyetinin kontrolu altına girdi.
Siyâsî Hayat
Namibia, Güney Afrika Cumhûriyeti tarafından yönetilmeye başlamadan evvel bir Alman kolonisiydi. 1920’de Güney Batı Afrika adı altında Güney Afrika’nın kontrolüne girdi. 1963 yılında ise Birleşmiş Milletler Teşkilâtı tarafından, Güney Afrika’nın kontrolünden alınarak 11 üyeli bir meclisin yönetimine bırakıldı. 1976 yılından sonra BM koruyuculuğu altında müstakil bir ülke hâline geldi. Millet Meclisi kânun yapma görevini üstlendi. 1979 seçimleriyle meclis, 50 üyesiyle ülke idâresini ele aldı. Fakat 18 Ocak 1983’te Angola’daki Küba kuvvetlerini bahane eden Güney Afrika, meclisi dağıtarak ülkeyi kendi kontrolu altına aldı. 1989’da resmen bağımsızlığını kazandı.
Ekonomi
Faal nüfûsun üçte ikisi çobanlık veya hayvancılıkla uğraşır. Fakat ülkenin ekonomisi mâdencilik, balıkçılık ve çiftçilik gelirlerine dayanır. Ülke gelirlerinin % 60’ını elmas üretimi ve % 25’ini ise balıkçılık meydana getirir. İşçi gücünün çoğunluğu ekonomik üretim ünitelerinde kullanılır.
Ülke topraklarının % 30’una yakın bir bölümü ekime müsâittir. Orta bölgeler çiftçiliğin ve koyun yetiştiriciliğinin en çok olduğu alanlardır. Dünyânın en iyi karagül kuzusu, kıvırcık yünü Namibia’da elde edilir. Balıkçılıkta, en çok sardalya balığı tutulur.
Namibia, yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Toplam ihrâcâtın % 65’ini mâdenler meydana getirir. Bu mâden ürünleri içerisinde ise elmas, mâden ihrâcâtının % 70’ini teşkil eder. Namibia, dünyânın en çok elmas üreten ülkelerinden biridir. Ülkenin diğer önemli yeraltı zenginlikleri uranyum, çinko, bakır, kalay, petrol ve pirinç metalidir. İhrâcâtında mâdenler hâricinde, genellikle hayvan ürünleri de vardır. Ülkenin diğer önemli gelir kaynağı da turizmdir. Ülke dışardan daha çok gıdâ maddeleri, imâl edilmiş çeşitli eşyâlar, otomobil ve otomobil parçaları ve petrol ürünleri ithal eder.
Ulaşım: Ulaşım ağı daha çok güneyde gelişmiştir. Önemli şehirler ve mâdencilik merkezleri kara ve demiryolu ile Güney Afrika Cumhûriyetine bağlanır. Karayolunun yapımı çok pahalı olduğu için havayolu ulaşımı ülkede önem kazanmıştır. Windhoek’te milletlerarası bir havaalanı vardır.
Alm. Minze, Fr. Menthe, İng. Mint, Pennroyal. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu’nun her yerinde yetişir.
0,5-1 m boylarında, hoş kokulu, otsu çok yıllık bitkiler. Gövdeleri dört köşeli, yeşilimsi veya kırmızımtrak renkli, tüylü veya tüysüzdür. Yaprakları saplı, almaşlı olarak dizilmiş, oval şekilli, kenarları dişli, hafif tüylüdür. Çiçekler genellikle temmuz-ağustos ayları arasında açmakta olup mor, pembe, beyaz veya leylak rengindedir.
Nâne, tohum veya kök sürgünleriyle yetiştirilir. Tohumlar ilkbaharda bir metre kareye 0,5 gr hesabıyla serpilir. Tohumlar derine ekilmez, biraz bastırmak yeterlidir. Kök sürgünleriyle yetiştirmede, sürgünler şubat-nisan aylarında dikilir. Nâne tavaları sık sulanmalıdır. İki ayda nâne gelişir ve yaprakları koparılabilir. Kışın nâne tavalarına bol yanmış ahır gübresi verilebilir.
Türkiye’de tabiî olarak yetişen nâne türü bulunmaktadır. Bunlardan İngiliz nânesi (M. piperita), su nânesi (M. aquatica), tüylü nâne(M. tomentosa) ve yarpuz (M. pulegium) önemli nâne türledir.
Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları yaprakları, çiçekli dalları ile yapraklarından elde edilen uçucu yağdır. Yapraklar veya çiçekli dallar bitki çiçek açmaya başladığında toplanır ve demetler hâlinde gölgede kurutulur. Yapraklarda şekerler, reçineli maddeler, tanen ve uçucu yağ vardır. Uçucu yağda menthol, sineo, menthol esterleri, bâzı organik asitler bulunur. Yaprakları çay hâlinde yatıştırıcı, mîdevî, gaz söktürücü, bulantıyı giderici olarak kullanılır. Bunun yanında çeşitli ilâçların terkibinde kullanıldığı gibi, yaprakları çiğ veya kurutulmuş olarak yemeklere konur. Nâne esansı, çok miktarda zehir etkili olmasına karşılık az miktarı mîde ağrılarına ve bulantılara karşı kullanılabilir. Nâne uçucu yağı da oldukça fazla kullanılan bir yağdır.
Norveçli bilim adamı, diplomat, hürriyet taraftarı bir siyâsetçi ve Kuzey Kutbu kâşiflerinden. 10 Ekim 1861’de Norveç’in Fröen şehrinde doğdu. Bugünkü adıyla Oslo Üniversitesinde, zooloji tahsili yaptı. Mezuniyetten sonra 1882’de araştırma yapmak üzere, gemiyle Grönland’e gitti. Dönüşte Besgen’de tabiat târihi müzesini (Muscumof Natural History) kurdu. Nansen, 1888’de, Grönland Adasını baştan başa geçmek üzere yola çıktı. Kışı adada geçirdi. Başından geçen olayları Eskimo Hayâtı adlı kitabında anlattı. Daha sonra 1893-1896 yıllarında Kuzey Buz Denizini güney kuzey istikâmetinde geçmeye çalıştı. Fram adında özel bir gemi yaptırdı. Geminin okyanus akıntılarıyla kuzey kutbuna taşınacağını ümid ederek Yeni Sibirya Adaları açıklarında denizde donmaya bıraktı. Bu yolla netice alamayacağını anlayınca, kızaklarla kuzey kutbuna ulaşmayı denedi. Fakat fena hava şartlarından dolayı geri dönmek zorunda kaldı. Ama o güne kadar ulaşılmış olandan daha da öteye, 86° lik kuzeye varmayı başardı. Bu hatıralarını En Uzak Kuzey adlı kitabında yayınladı.
Nansen, bundan sonra okyanus coğrafyasıyla ilgilenmeye başladı. 1900’de Kuzey Atlantik Denizinde yapılan çalışmalara iştirâk etti. 1901’de Milletlerarası Deniz Araştırması Komisyonu başkanı oldu.
1910-1914 yılları arasında birçok okyanus coğrafyası araştırmalarına katıldı. 1905’te Norveç’in, İsveç’le olan bağlantısının ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynadı.
1906-1908 döneminde Norveç’in İngiltere elçisi oldu.
Birinci Dünyâ Savaşından sonra, Norveç’i milletler cemiyetinde temsil ederek, harp esirlerinin iâdesi anlaşmasına varılması için çalıştı.
1921’den 1923’e kadar Rusya’daki açlıkla mücâdeleye yardım çalışmalarını yönetti. 1922’de şahsî çabalarıyla mültecilere kimlik belgesi verilmesini sağladı. Bu çalışmaları neticesinde 1922’de Nobel barış ödülünü aldı. 13 Mayıs 1930’da Oslo yakınlarında öldü. 1931’de Nansen’in çalışmalarını devam ettirmek üzere Milletlerarası Nansen Mülteci Bürosu kuruldu.
Alm. Napalm (n), Fr. Napalm (m), İng. Napalm. Bir çeşit yangın çıkarıcı bomba. Bombanın yakıcı maddesi benzinle dolgu maddesinden meydana gelmiştir. Dolgu maddesi, napalm bombasına ismini veren naftanik asitle alüminyum sülfatın kimyâsal bileşiminden elde edilir. Naftanik asit yerine palmitik asit de kullanılır. Bu yakıcı madde, şurup kıvamındadır. Bombanın çarpması veya bu sıvının herhangi bir şekilde basınçlı bir şekilde püskürtülmesiyle hedefe yapışarak yanmaya sebep olur. Alevler kolay kolay söndürülemez.
Almanlar, Birinci Dünyâ Savaşında alev püskürten silahlar yaparak, bu silahlarda gazyağı kullandılar. Amerikalılar, İkinci Dünyâ Savaşında bu silahı geliştirerek geç sönen napalm bileşimini buldular. Napalm, İkinci Dünyâ Savaşı ile Vietnam Savaşında hem alev püskürtücü hem de bomba olarak, Kore Savaşında ise, çok etkili bir silah olarak kullanılmıştır.
Alev püskürten silahlarda, napalm karışımından % 5 oranında bulunur. Napalm bombalarında ise % 12 nisbetinde napalm karışımı(naftanik asit+alüminyum sülfat) vardır.
Fransız İmparatoru, Bonapart Hânedanının kurucusu. 15 Ağustos 1769’da Korsika Adasının Ajaccio şehrinde doğdu. İtalyan asıllı hukukçu Charles Bonaparte ile Letizia Rumolino’nun oğludur. Ağabeyi Joseph ile berâber 1778’de, Fransa’nın Auton kasabasındaki Kolejde öğrenime başladı. Korsikalı olduğundan, Fransa’yı sevmedi. Kendini hep yabancı hissetti. Mevkii kumandanının himâye ve tavsiyesiyle 1779’da Brinne’deki Askerî Koleje girdi. Enerjik, inatçı ve ihtirâslı olup, Fransa’nın işgâlindeki Korsika’yı kurtarmak hissiyle okuyup, 1784’te mezun oldu. Burs kazanarak Paris’teki Fransa Kraliyet Askerî Harbiyesine girip, 1785’te Topçu Teğmen rütbesiyle mezun olunca, La Fréré’deki Topçu Alayına tâyin edildi. Çok kitap okuyup, bilgi ve kültürünü devamlı arttırdı. 1791’de Korsika Millî Muhafız Birliğine tâyinini yaptırıp, Jakobinler safında yer aldı. Fransız İhtilâlinden sonra kralcıları destekleyen İngilizlere cephe aldı. Korsika’dan uzaklaştırıldı. Bir müddet Nis ve Marsilya’da kalıp fakir düştü. 1793’te Yüzbaşı rütbesiyle tekrar askerî hizmete alındı. Marsilya’daki âsileri yola getirmekle vazifelendirildi. Muvaffak oldu. Aynı yıl, İngilizlerin elinde bulunan Toulon Kalesinin kuşatmasına gönderildi. Kuşatmadaki muvaffakiyeti üzerine, Tuğgeneralliğe terfi ettirildi. Bütün Fransa’da ünü duyuldu.
1794’te, Topçu Kumandanı olarak İtalya Seferine gönderildi. Robespierre’nin iktidardan düşmesiyle, Paris’e çağrılarak vazifesinden alındı. Bunun üzerine Osmanlı Sultanı Üçüncü Selim Hanın, kurmakta olduğu Nizâm-ı Cedid askerini tâlim ettirmek için vazife istedi. Bu teşebbüsü anlaşılınca tekrar Fransız Ordusunda vazife verildi. Paris’teki kralcıların ayaklanmasını bastırınca, Tümgeneral rütbesiyle Yurtiçi Merkez Kumandanlığına getirildi. 1796’da, İtalya Harbinde bozulan Fransız Ordusu Kumandanlığına tâyin olundu. 1796 İtalya Seferinde,Avusturya ve Müttefiki Sardunya ordularını yendi. Fransa hükümetini dinlemeyerek, Viyana Harekâtını başlattı. Avusturya’yı antlaşmaya mecbur etti. Fransa’ya Belçika’yı kazandırıp; Venedik Devleti, iki devlet arasında paylaşıldı. Paris’e meşhur bir general olarak döndü. İngiltere üzerine gönderilecek ordunun başkumandanlığına tâyin edildi. İngiltere’nin Hindistan ile olan hayatî bağına darbe vurmak üzere Mısır’a asker çıkarılmasını istedi. Büyük bir donanmayla, 1798 Temmuzunda Mısır’a çıktı.
Napoléon Mısır’a çıkmakla, İslâm âlemiyle alâkadâr oldu. Kahire’de ilmî cemiyetler kurdu. İslâm dînini araştırdı. İslâmiyetin büyüklüğüne, doğruluğuna, hayran kaldı.
Napoléon’un ordusunu Mısır’a çıkartan Fransa donanması, meşhur İngiliz Amiralı Nelson tarafından tahrip edildi. Donanmadan mahrum kalan Napoléon, Mısır’da mahsur kaldı. Osmanlı Devletinin Mısır’a sevk edilmek üzere, karadan Suriye’ye, denizden Rodos’a sefere hazırlanması üzerine, Napoléon Suriye Seferine çıktı. 19 Mart 1799 târihinde Akka’yı kuşattı. Osmanlı Kumandanı Cezzâr Ahmed Paşanın müdâfaasıyla karşılaştı. Napoléon, Osmanlılara mukâvemet edemedi. Fransız ordusu açlık tehlikesi ve vebâ salgınına uğradı. Akka Kuşatmasının ikinci ayında ordusunun mevcudu yarıya inince, bozulup; “Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum.” diyerek geri çekildi. Fakat cihangirlik ve dünyâyı fethetme dâvâsının sona erdiği Akka Kuşatması hezîmetinin verdiği kızgınlıkla elinde bulunan dört bin Türk esirini hunharca katletti. Fransa’daki iktidar boşluğundan faydalanarak vazife almak ümidiyle, 22 Ağustos 1799 târihinde gizlice Mısır’dan ayrıldı. Fransa’ya dönüp, Paris’e geldi. 9-10 Kasım 1799 darbesiyle Direktuar idâresini dağıtarak, üç konsülden meydana gelen bir hükümet kurdu. Birinci Konsül seçilerek on yıllığına iktidarı teslim aldı.
Napoléon, konsül seçilip, iktidar olunca, siyasî, idârî, kültürel ve askerî alanda reformlar yaptı. İdârenin aslı Cumhûriyet olmasına rağmen Napoléon diktatördü. Hâkimlerin, hükümet tarafından tâyin edilmesini kânun hâline getirdi. Paris emniyet teşkilâtını kuvvetlendirdi. Fransız Bankasını, üniversitesini ve teknik okulunu kurdu. Fransız ordusunu yeniden teşkilatlandırarak, hızla seferî duruma getirdi. Kuzey İtalya’yı işgal eden Avusturya’ya cephe aldı. 1800’de Kuzey İtalya’yı yeniden ele geçirdi. GüneyAlmanya’da Avusturya kuvvetlerini yendi. Avusturya barış istedi. 9 Şubat 1801 Lunéville Antlaşmasıyla Kuzey İtalya’da tekrar cumhûriyet idâresi kuruldu. Fransa ile harp hâlindeki İngiltere de sulh istedi. 27 Mart 1802’de Amiens Antlaşmasıyla sömürgeler meselesini halletti. Hayâtı boyunca olması şartıyla konsüllüğünü tastik ettirdi. 1804’te kendisini imparator îlân etti. 1805’te İtalya Krallık tacını da giydi.
Napoléon imparator olmasıyla, İngiltere’yi istilâya teşebbüs etti. Büyük bir ordu topladı. İngiltere’nin denizlerdeki üstünlüğüne karşı İspanya ile ittifâk kurdu. Fransa-İspanya müttefik donanması 20 Ekim 1805’te Trafalgar’da meşhur İngiliz AmiralıNelson’a yenildi. İngiltere, Napoléon’a karşı, Avusturya, İsveç, Napoli ve Rusya ile birleşti. Napoléon karada başarılı oldu. 13 Kasım 1805’te Viyana’ya girdi. Avusturya ve Rusya ordularını Austerlitz Muhârebesinde 2 Ocak 1805’te mağlup etti.
1806 sonbaharında Prusya’ya karşı harekete geçerek, Berlin’e girdi. Prusya’yı ele geçirdi. Rusya’ya yöneldi. Napoléon, Rus kuvvetlerini 1807 Şubat ayında önce Eylam’da, sonra da 14 Haziran 1807’de Fridlond’da yenerek, Rus Çarı Aleksandr’ı antlaşmaya mecbur etti. İki imparator arasında 9 Temmuz 1807’de Tilsitt Antlaşması yapıldı. Buna göre: Elbe Nehri Prusya’nın batı hududu kesildi, Elbe ile Ren nehirleri arasında Westfalya Krallığı kuruldu ve başına Napoléon’un kardeşlerinden Jérome Bonaparte getirildi. Varşova Büyük Dükalığı adı ile bağımsız bir Polonya Devleti kuruluyordu. Napoléon Rusya’nın İsveç’e âit Finlandiya’yı ele geçirmesini kabul ediyordu. Gizli maddeye göre de; Fransa’ya İspanya’yı, Rusya’ya da Finlandiya’yı zaptetmek hakkı veriliyordu. Osmanlı Devletinden ve İngiltere’den başka bütün Avrupa kıtası Fransa ile Rusya arasında paylaşılması da kabul edildi. İki imparator arasında anlaşma böyle olmasına rağmen Rusya, Slavlık ve Ortodoksluğun hâmisi rolünden vazgeçmedi. Rusya’nın Balkanlardaki faaliyeti sebebiyle iki imparatorun 1808 Eylülünde Erfurt’ta görüşmesinde, Napoléon Aleksandr’a iltifât etmedi. İki imparator arasında menfaat çatışması meydana geldi.
Napoléon’un Avrupa kıtasında başlattığı nasyonalizm akımı, milliyet ve hürriyet fikrini kuvvetlendirdi. İspanya, İtalya ve Almanya’da istiklâl fikri yaygınlaştı. İberik Yarımadası Napoléon’a karşı cephe aldı. Hürriyet mücâdelesini başlattılar. Napoléon bölgeyi kontrol altında tutabilmek için çok sayıda asker gönderdi. Üç yüz bine yakın Fransız askeri, hâdiseler karşısında çok güç duruma düştü. Çok kayıp verip, askerin altıda biri yaralı vaziyette hastânelik oldu. Almanya ve İtalya da aynı vaziyette olmasına rağmen Napoléon’un sert idâresi, buralarda isyâna dönüşemeyip, gizli teşkilâtlanma yolunda oldu. Napoléon’a açılan bu cepheden, Avusturya faydalanmak istedi. Avusturya asker hazırlıklarını tamamlayıp, kendisine müttefik aradı. Napoléon’a karşı İngiltere’nin yardımını, Rusya’nın tarafsızlığını sağladı. Avusturya ordusu, 1809 muhârebelerinde Napoléon’a yenildiler. 14 Ekim 1809 Viyana Antlaşmasıyla Napoléon üstünlüğünü Avusturya’ya tekrar tasdik ettirdi. Avusturya Prensesi Marie Louise ile evlendi. Rusya, Napoléon’un kara ablukasından vazgeçerek, menfaati îcabı İngiltere ile ticârete başladı. Napoléon ve Aleksandr’ın 1807’de imzâladığı Tilsit Antlaşmasına rağmen, Rusya’nın İngiltere’ye yanaşması Napoléon’u kızdırdı. Hazırlıklarını tamamlayıp, müttefiklerinden topladığı beş yüz bin kişilik büyük bir orduyla 1812 yılında Moskova Seferine çıktı. 24 Haziran 1812’de başlattığı harekâtla, Rusları üst üste mağlup ederek, 14 Eylül 1812’de Moskova’ya girdi. Rusları antlaşmaya mecbur etmek istediyse de, muvaffak olamadı. Moskova’da bir ay kadar bekledi. Kış bastırınca geri dönmek istedi. Çok büyük güçlüklerle karşılaştı. Ağır kış şartları, ikmalsizlik ve Rusların devamlı saldırıları Fransız kuvvetlerini eritti. Napoléon’un geri çekilişi tam bir hezimet oldu. Nasyonalizm, hürriyet, istiklâl fikirlerini yaydığı Avrupa milletleri Napoléon’un hezimetinden faydalanmak istedi. Aleyhinde koalisyon kuruldu. Prusya başta olmak üzere Avrupa devletlerinden meydana gelen kuvvetler 19 Ekim 1813’te yapılan Leipzig Muhârebesinde Napoléon’u mağlup ettiler.
Bundan sonra Fransa, gâlip milletlerin istilâsına uğradı. Fransızlar da Napoléon’a cephe almaya başladılar. Avusturya, İngiltere, İspanya, İsveç, Prusya, Rusya, Napoléon’a karşı müttefik oldular. 1914’te Avusturya, İngiltere, Prusya ve Rusya aralarında anlaşarak, Napoléon’u iktidardan düşürünceye kadar ortak mücadele kararı aldılar. Müttefik kuvvetler, 30 Mart 1814’te Paris’e kadar geldiler. Napoléon, şehirden çıkıp, güneye çekildi. 2 Haziran 1814’te Senato Napoléon’u imparatorluktan indirdi. Napoléon, oğlu lehine tahttan çekilmek istediyse de kabul edilmeyip, 1 Mart 1815 târihine kadar burada kaldı.
Napoléon, 1 Mart 1815’te tekrar Fransa’ya döndü. 20 martta Paris’te bir kahraman gibi karşılandı. Tekrar iktidar oldu. Avrupalılar, aleyhinde ittifaklarını tekrar yenilediler. Fransa hudutlarına askerî yığınak yaptılar. Bunların önüne geçmek için, Napoléon 15 Haziran 1815’te Belçika’ya girdi. Prusyalıları 16 Haziranda Ligny’de mağlûp etti. 18 Haziranda İngilizlerle muhârebeye teşebbüs ettiyse de, Belçika’da Vaterlo Muhârebesinde muvaffak olamayıp, Paris’e çekildi. Tekrar toplanıp, karşı harekete geçmek istediyse de, taraftar bulamadı. 22 Haziran 1815 târihinde oğlu lehine tahtından feragat etti. Amerika’ya sığınmak istedi. Muvaffak olamayınca, 15 Temmuz 1815’te İngilizlere teslim oldu. İngiltere, Sent Helen Adasında ikâmete mecbur tuttu. 15 Ekim 1815’ten ölüm târihi olan 5 Mayıs 1821 yılına kadar Sent Halen Adasında kaldı. Burada hâtırâtını yazıp sonradan beş cilt hâlinde yayınladı. Napoléon, önce Sent Halen Adasına, 1840’ta da kemikleri Fransaya getirilip, Paris’e gömüldü.
Napoléon Bonaparte, Fransız asıllı olmamasına rağmen Fransa târihinde adından en çok bahsedilen şahsiyettir. Fransa’da idârî, siyâsî, iktisâdî ve askerî köklü reformlar yaptı. Târihe dünyânın büyük askerî dehası, aynı zamanda kıymetli bir devlet adamı olarak geçti. Avrupa kıtasında nasyonalizm ve liberalizm fikirlerinin gelişip, yayılmasında hizmeti geçti. Napoléon’un hayâtı pekçok hâdiselerle dolu olup, alâka çekicidir. Bunlardan biri de, 1798’de Mısır’a gelip, İslâmiyetle alâkadar olmasıdır. İncelemesinde; İslâmiyetin büyüklüğüne, doğruluğuna hayran kalıp, bir aralık Müslüman olmayı bile düşünmüştü. İşte Bonaparte et İslâm isimli eserden Napoléon’un İslâmiyet hakkında fikirleri:
“Allah’ın varlığını ve birliğini, Mûsâ kendi milletine, Îsâ Romalılara, fakat Muhammed bütün eski dünyâya bildirdi. Arabistan tamâmiyle puta tapar (putperest) olmuştu.Îsâ’dan altı asır sonra Muhammed, kendisinden evvel gelmiş olan İbrâhim, İsmâil, Mûsâ ve Îsâ’nın Allah’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler hakikî Îsâ dînini bozarak onlara Allah, Allah’ın oğlu, Rûhulkudüs gibi, kimsenin anlayamayacağı dogmaları yaymaya çalışıyor, şarkın sulh ve huzurunu tamâmen bozuyorlardı. Muhammed onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Allah olduğunu, onun babası ve oğlu bulunmadığını, böyle birkaç Allah’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı.”
Ve devamında:
“Öyle sanıyorum ki, yakında bütün dünyânın aklı başında kültürlü insanlarını biraraya toplayarak bir hükümet kurmak ve bu hükümeti “Kur’ân’da yazılı olan esaslara göre” idâre etmek imkânını bulacağım. Ancak Kur’an’da yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar insanları bahtiyarlığa götürecektir.” diyordu.
Birinci Napoléon’un, daha doğduğunda Roma Kralı ünvânını alan oğlu. Annesi Avusturya Prensesi Marie Louise’dir. 20 Mart 1811’de Paris’te doğdu. Adı, François Joseph Charles Bonaparte’tır. Doğduğu gün Roma kralı îlân edildi. Birinci Napoléon Fransa’yı terke mecbûr olduğunda, bu oğlu adına saltanattan feragat etti. 1815’te senato tarafından İkinci Napoléon ünvanıyla imparatorluğunun îlânı, Bonapartlılar dışında kabul edilmedi. Avusturya’ya gönderilip, Viyana’da büyüdü. 1818’de Reichstadt Dükası ünvaniyle Albaylık rütbesi verildi. 22 Temmuz 1832 tarihinde veremden öldü.
On dokuzuncu yüzyıl Fransa İmparatorlarından. 20 Nisan 1808’de Paris’te doğdu. Birinci Napoléon’un kardeşi Louis Bonaparte’ın oğlu olup, annesi Hortense de Beauharnais’tir. Asıl adı Charles Louis Napoléon’dur.
Çocukluğu amcası Birinci Napoléon’un tahttan el çektirilip, Bonaparte âilesinin Fransa’dan kovulmasıyla çeşitli Avrupa ülkelerinde geçti. Almanya, İsviçre ve İtalya’da yaşadı. Gençliğinde özel bir eğitim gördü. Askerliği bırakıp, siyâsete atıldı. İtalya’da siyâsî hâdiselere katıldı. 1832’de amcası BirinciNapoléon’un dâvâsına sâhip çıkarak, vârisi olduğunu ispatlarcasına faaliyetlere girdi. 1832’de İsviçre’de siyâsî ve askerî kitaplar yazmaya başlayıp, yayınlatarak dağıttırdı. Hükümet darbesiyle iktidar olmak istedi. Bir yüzbaşıyla anlaşıp 30 Ekim 1836’da askerî darbeye teşebbüs etti ancak başaramadı. Fransa Kralı Louis Philippe, onu mahkeme ettirmeden Amerika’ya gönderdi. Amerika’da fazla kalmayıp, İsviçre’ye döndü. Fransa hükümetinin baskısıyla İsviçre’den çıkarılınca Londra’ya gitti. İngiltere’de siyâsî çevrelerle münâsebette bulundu. Napoléon’un Fikirleri kitabını yazıp, Fransızca ve İngilizce yayınlattı. 1840’ta amcasının kemikleri St. Halen Adasından Paris’e nakledildiğinde tekrar hükümet darbesine teşebbüs ettiyse de, yine başaramadı. Yakalanıp, ömür boyu hapisle cezâlandırıldı. Hapsedildiği Ham Kalesinde yazmaya devam etti. Küçük kitap, makale ve yazılardan başka Sefaletin Yok Edilmesi adlı kitabını yazdı. 1846’da hapishâneden kaçıp, önce Belçika’ya, sonra da İngiltere’ye gitti. Avrupa’da 1848 ihtilalleri başlayınca Fransa’ya döndü. Halkın desteğini sağlama faaliyetlerine başladı. Aday olmadığı halde, Paris ve üç eyaletten Millet Meclisine seçildi. Kabul etmeyip, tâlihin bütünüyle şahsına dönmesini bekledi.
Cumhurbaşkanlığına aday gösterilerek, diğerlerine büyük bir fark yaptı ve 10 Aralık 1848 târihinde Cumhurbaşkanı seçildi. Dört yıl olan Cumhurbaşkanlığını uzatmak için, 2 Aralık 1851’de hükümet darbesi yaptı. 20 Aralık 1851’deki Halk oylamasında büyük bir çoğunlukla Cumhurbaşkanlığı müddetini on yıla çıkarttı. Bir yıl sonra tekrar halk oylaması yaptırarak, Cumhurbaşkanlığını bırakıp, kendisini imparator seçtirdi. 2 Ekim 1852’de Bonaparte Hânedânından Üçüncü Napoléon ünvanıyla Fransa İmparatoru oldu.
Üçüncü Napoléon; 1852’den 1870 yılına kadar on sekiz yıl süren imparatorluk devrinde, Fransa her bakımdan ilerledi. Kara, deniz ordusunu ve ekonomiyi kuvvetlendirdi. Fransa ekonomisini ve ülkesini tanıtmak için büyük sergiler açtı. Avrupa ve Asya hükümdarlarını Fransa’ya dâvet etti. 1867 Paris Milletlerarası Fuarına Osmanlı Sultanı Abdülazîz Hanı da dâvet ederek ülkesini gezdirdi. Çin’de sömürge kurup, Çin ile Avrupa’nın ticârette bulunmasında İngiltere ile ortak hareket etti. Çin’in Avrupa limanlarında ticâret yapmasını ve batıya açılmasını sağladı. Fransa’daki siyâsî faaliyetleri kontrol altına alıp, sosyalistlere karşı cephe aldı. Liberalizm’e açıldı. 8 Mayıs 1870 halk oylamasıyla Liberalizm’i kabul ettirdi. İktidarının son yıllarında, Liberal İmparatorluk denemesini tatbik edemedi.
Dış politikada barışçı bir siyâset güttü. İngiltere’yle ortak hareket etti. Kırım Harbinde Osmanlı Devleti ile müttefik oldu. İngiltere ve İtalya ile berâber Ruslara karşı Kırım’a donanma gönderdi. Kırım Harbi sonrasında görüşmelerin ülkesinde yapılmasını sağladı. 30 Mart 1856 Paris Antlaşmasıyla dünyâ kamuoyunda Fransa’nın prestijini yükseltti. İtalya meselesinde Avusturya ile anlaşmazlığa düştü. Avusturyalıları İtalya’dan çıkarmak için teşebbüs ettiyse de kazandığı birkaç zaferi devam ettiremedi. İtalya’daki Nasyonalist hareketi kontrol altında tutamadı. Nice ve Savoie’yi İtalya’dan alıp, ilhak edince, İngiltere ile münâsebetleri bozuldu. Meksika’da Lâtin İmparatorluğu kurmak istedi. Kuzey Amerika’daki Birleşik Devletleriyle arası açıldı. Meksika’daki Lâtin İmparatorluğunu kurmakla vazifelendirdiği Avusturyalı Arşüdük Maximilian’ın 1862’de îdâm edilmesiyle bu teşebbüsü de başarısızlığa uğradı. Almanya’nın birleşmesini istedi. Bu teşebbüsü de 1866’da Prusya’nın Avusturya’ya savaş açmasıyla değişik bir hâl aldı. Prusya’nın Avusturya’yı yenmesiyle, Fransa-Prusya münâsebetleri de bozuldu. Fransa Donanmasını güçlendirip, buharlı ve zırhlı gemilerle takviye edip, donatınca Uzak Doğu’da İngiltere ile menfaat çatışması içine girdi. Üçüncü Napoléon Fransız Nasyonalisti olmayıp, idealist olduğundan dış politikada büyük hâdiselerin içine girmekten çekindi ve savaştan devamlı kaçındı.
Üçüncü Napoléon’un sonunu, Avrupa’daki Nasyonalist hareketler hazırladı. İspanya’daki iç hâdiseler, Fransa, Prusya münâsebetlerini savaşa sürükledi. Prusya’nın İspanya tahtına Alman asıllı Hohenzollerin Hânedanından Leopold’u teklifi Üçüncü Napoléon’u kızdırdı. 1870’te hazırlıksız olarak Prusya’ya savaş açtı. Şahsiyetine karşı bir vaziyet olmasına rağmen hasta hâliyle ordusunun başında sefere çıktı. Fransız ordusu Sedan’da çembere alındı. Üçüncü Napoléon 2 Eylül 1870’te teslim oldu. Napoléon’un esir olmasıyla, Fransa’da Cumhûriyet îlân edildi. Almanlar, Üçüncü Napoléon’u serbest bırakınca, İngiltere’ye gitti. Chislehurs’a yerleşip, 9 Ocak 1873 târihinde ölümüne kadar orada yaşadı. Üçüncü Napoléon 1853’te İspanyol Kontesi Eugenie de Montijo ile evlenip, 1856’da Louis adıyla bir oğlu olmuştur. Louis’in 1879’da ölümüyle Bonaparte Hânedanı da sona erdi.
Alm. Granatapfelbaum (m), Fr. Granadier (m), İng. Pomegranate. Familyası: Nargiller (Punicaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı ve Güneydoğu Anadolu.
Haziran-temmuz aylarında kırmızı renkli çiçekler açan, iki ile beş metre boylarında ağaççıklar. Gövdeleri gayri muntazamdır. Yapraklar karşılıklı, kısa saplı ve kırmızı kenarlıdır. Çiçekler kısmen sapsız, tek tek ve birkaçı birarada bulunur. Çanak yaprakları kırmızı renkli, dökülmeyen ve etlidir. Meyveleri küre şeklinde ve portakal büyüklüğünde, önceleri yeşil, olgunlukta kırmızımsı renkte, derimsi kabuklu, çok tohumlu ve etlidir. Meyvenin yenen kısmı, tohumlarının etli ve bol usâreli olan kabuğudur.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin tohumları meyve olarak yenildiği gibi, gövde-kök ve dal kabukları ile meyve kabuğu da tıbbî olarak kullanılır. Kök ve gövde kabuğu tanen, nişasta ve alkaloitler (pelletierin) taşır. Nar meyvesi kabuğu tanen, triterpenler ve az alkaloitler ihtivâ eder.
Nar ağacı kabuğu çok eskiden beri bilhassa barsak şeritlerine (tenyalara) karşı kullanılır. Yalnız zehirlenmelere yol açabileceğinden dikkatli olunmalıdır. Nar meyvesi kabuğu, ishale karşı (% 15’lik) çay hâlinde kullanılabilir. Ayrıca yün iplikler, sarımsı renklere boyanabilir. Hadîs-i şerîfte nar meyvesi medhedilmiştir: “Her narda bir damla cennet suyu vardır.” ve; “Narı içindeki zarı ile beraber yiyiniz, çünkü mîdeyi temizler.” buyrulmaktadır. Nar, çarpıntıya iyidir. Mîdeyi kuvvetlendirir. Et kısmı ile sıkılıp içilirse, safra söker, pekliği giderir.
Alm. Agrumenfrüchte (f.pl.), Fr. Agrumes (m. pl.), İng. Ciltrus. Familyası: Turunçgiller (Rutaceae), Türkiyede yetiştiği yerler: Güney, Güneybatı ve Kuzeydoğu Karadeniz bölgeleri.
Vatanı Çin ve Hindistan olan, fakat bugün hemen hemen ılıman iklime sâhip bütün memleketlerde kültür şekilleri yetiştirilen, yaprak dökmeyen, uçucu yağ taşıyan küçük ağaçlar. Yaprakları tam, yumurtamsı, parlak ve derimsidir. Çanak ve taç yaprakları beş parçalıdır. Taç yaprakları etli, beyaz veya pembe olup, hoş kokuludur. Meyve sarı ve turuncu renkli, çok gözlü ve etlidir.
Portakal, limon, mandalina, turunç, greyfrut gibi meyvelere de ortak ad olarak nârenciye denir.
Kullanıldığı yerler: Bu bitkilerin meyvelerinden gıdâ olarak faydalanıldığı gibi, meyve kabuklarından, yapraklarından veya çiçeklerden, parfümeride koku ve lezzet vermekte kullanılan uçucu yağlar da elde edilir.
Memleketimizde yetiştirilen önemli nârenciye (Citrus) türleri şunlardır: Turunç ağacı (Citrus aurantium), portakal ağacı (C. Sinensis), limon (C. limon), greyfrut (C. paradisi). bergamot (C. aurantium varyete bergamia), mandalina (C. nobilis).
Alm. Wasserpfeife, Nargileh (f), Fr. Narguilé, narghileh (m), İng. Water-pipe, narghile. Tömbeki adı verilen bir cins tütün içmeye yarıyan takım. Tahminen 15. asırda, narcil denilen büyük hindistancevizinin kabuğundan yapılarak kullanılmaya başlandı. Mısırlılar, bu âlete çok rağbet gösterdiler. Adına da “nargil” dediler. Nargile ismi buradan gelmektedir. Keyiflerine düşkün olan İranlılar narçil yerine fayanstan nargile şişesi, bronzdan başlık, marpuçu da ilâve ederek yaygınlaştırdılar. İsfehan, Şiraz, Keşan’da nargilelerde kullanılan kaliteli tömbekiler yetiştirildi.
Her şeyde zerâfete önem veren Türkler billûrdan, beyaz, renkli şişeler, işlemeli başlıklar yaldızlı lüleler ilâve ederek, nargilelerin çok çeşitli tiplerini yaptılar.
Arapların nargil, İranlıların galyan, Türklerin nargile adını verdikleri bu keyif aletinin marpucunun ucuna takılan kehribar ağızlı olanlar, tiryakileri tarafından çok tutuldu.
Genellikle camdan yapılan nargilenin içinde su bulunur. Bunun ağız kısmında çömlekçi çamurundan yapılan, tömbek koymaya yarıyan etrafı delikli lüle vardır. Şişenin üst kısmına marpuç takılır. Marpuçun ucunda, nargile emildiğinde, suyun içine doğru uzanan lüleden gelen tömbekin dumanı, su içinde süzülerek yukarı çıktığından ağza gelir. Eskiden çok kullanılan nargileler günümüz insanı tarafından pek rağbet görmemektedir.
Alm. Amtlich festgesetzter Preis (m), Fr. Prix (m) fixé officiellement, İng. Officially fixed pric. Yiyecek ve diğer tüketim mallarına konulan fiyat sınırı, sınırlandırma ve kontrol altında tutma, sabit fiyat tesbit etme. Devletin piyasadaki eşyâya fiyat koyması. Âzamî satış fiyatını belirleme. Narh, lügatte, kânunun yetkili kılmış olduğu, resmî makamlar tarafından, bir kısım malların, özellikle tüketim ve ihtiyaç maddelerinin satış fiyatları için tesbit edilen ve uyulması kânun gereği mecburî olan âzamî had, sınırdır. Narh koymak, ihtiyaç maddeleri için sâbit, âzamî fiyat tesbit etmektir.
Ayrıca, haksız rekâbeti önlemek ve üreticiyi de korumak gâyesiyle, taban fiyatı tesbit edilerek de, narh işlemi yapılabilir. Nitekim Türkiye’de bilhassa son yıllarda, buğday, arpa, pamuk, tütün, ayçiçeği ve hatta ipek kozası gibi, birçok üretim mallarında, sırf üreticiyi korumak için ve devlet siyâseti olarak, taban fiyatlar tesbit edilmekte ve bu şekilde narh uygulaması yapılmaktadır.
Târihte, birçok ülke ve milletlerde, narh uygulaması ve buna benzer bâzı sınırlamalar getirilerek, ihtiyaç malları alım ve satımları kontrol altında tutulmak istenmiştir. Ancak, Osmanlı Devleti, bugünkü iktisatçıları dahi hayran bırakacak şekilde, iktisâdî düzenleme şekli olarak narhı hakkıyla uygulamıştır. Mal kalitesinin bozulmasını, düşmesini önlemek için, aynı mallardan, kaliteli olanına kalite hakkı tanınmıştır. Osmanlı idaresi, hem üretici ve hem de tüketiciye, icabında narha başvurmak, hak ve yetkisini vermiştir. Bunun asıl sebebi, esnaf ve tüccar arasında doğabilecek haksız rekâbeti önlemekti. Bu konuda kendi arasında anlaşan esnaf, ortak kararını mahkeme vâsıtası ile tecil ettirirdi.
Aynı loncaya bağlı esnaf arasındaki rekâbeti önlemek gâyesi ile taban fiyatlar tesbit edilir ve uygulanırdı(Bkz. Lonca). Hammadde alımlarında kullanılan narhlar ise, üreticiye verilecek en yüksek fiyatı (âzamî fiyat) gösterirdi. Osmanlı Devletinde narh koyma işlemi, normal ve mevsimlere göre ayarlanan bir faaliyet tarzı hâline geldi. Yiyecek maddelerine ve yakacak olarak bilhassa odun ve kömüre, yaz ve kış mevsimi olmak üzere, ortalama iki defâ narh konurdu. Ayrıca meslek kuruluşu olan esnaf loncalarının dışında, devlet de re’sen narh tesbiti yapabilirdi.
Narhın tesbiti işinin katileşmesi, adlî makamlara bırakılmış bir yetkiydi. Devlet adına, yargılama yapan kadılar, hâkimler, narhı koyma, tescil etme ve mahkeme sicillerine kaydetmek yetki ve sorumluluğuna sâhiptiler. Fakat, hiçbir zaman, kendi başına ve keyfi hareket edemezlerdi. Esnaf derneği loncanın teklifi üzerine, devletin yetkili iktisat âmiri olan iktisap ağası olan müktesibe danışarak hareket ederlerdi. Ayrıca, narhın takdiri sırasında şehrin ileri gelenleri, narh konacak malın âmili veya satıcısını temsil eden esnaf loncası, kethüdası ile, yiğitbaşılar ve yaşlılar hazır bulunurdu. Âcil durumlarda, bilgisine güvenilen müktesiblerin, doğrudan doğruya da, narh tesbit ettikleri olabilirdi. Fakat, konulan narh, günün şartlarına ve ihtiyaçlarına göre tesbit edilmemişse, ilgili esnafın kadıya (hâkime) başvurarak tekrar narh isteme hakkı muhâfaza edilmişti. Kadı, meseleyi kendi başına halledemeyeceğini anlayınca, dîvâna başvururdu. Dîvân ise, anlaşmazlığın halli için bir ferman çıkarılmasını sağlar ve işlem yapılmak üzere yeniden kadıya gönderirdi. Kadı gerekeni yaparak, narhın uygulanması için esnaf loncası ile, idareye bildirirdi.
Bugün, ülkeler içindeki üretici birlikleri olduğu gibi, devletler arası üretim birlikleri de vardır. Meselâ OPEC, dünyâ petrol ihrâcatçısı ülkelerinin kurduğu bir birlik olup, ham petrol fiyatlarına koyduğu sâbit fiyatlarla, bu üründe fiyat kontrolunu elinde tutmaktadır. Narh koymanın bir çeşidi olan bu tür işlemlere başka mal ve bilhassa bâzı mâdenlerde de rastlanmaktadır.
Bugünkü Türk hukûkunda narh: Narh, günlük lisanda ve belediye kânun ve mevzuatında, zarurî ihtiyaç maddelerinin âzamî satış fiyatlarının tesbiti mânâsında kullanılır. Narh, idârenin, iktisâdî alandaki zabıta görev ve hizmeti ifâ sırasında başvurduğu bir vâsıtadır. 1580 sayılı Türkiye Cumhûriyeti Belediye Kânunu, “âzamî ücret târifesi” ve “narh” terimlerini birlikte ele almıştır. Narh, aslında icraî bir işlemdir. Hükümet veya belediyeler tarafından tesbit edilir. Bununla birlikte bir yasama işlemiyle (bir kânunla), târifeler ve ek narh tesbiti de yapılabilir. Genelde, narh koyma görev ve yetkisi olan hükümet ve belediyelerin, narhın iktisâdî zabıta gâyelerine uygun olarak, ilâve ve tâlî tedbirleri de birlikte almaları gerekir. Bu cümleden olarak, narhın yanında tanzim satışları ve devlet olarak resmî tanzim alışları da yapılır. Yürürlükteki 1580 sayılı Belediye Kânunu, ihtikara, yâni karaborsaya engel olmak gâyesiyle, zarûrî ihtiyaç maddelerinin alım ve satımını yapmaya ve hayâtı ucuzlatacak tedbirleri almaya, belediye idârelerini vazifeli kılmıştır.
İslâm hukûkunda narh: İslâmiyet, ticâret hayâtında, kâr için bir had, sınır koymamıştır. Piyasa ekonomisinde, herkesin malını dilediği fiyatla satma serbestliği prensibi esas alınmıştır. Ancak, esnafın hepsi fiyatları fâhiş olarak (mâl alış fiyatının iki misline) arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükümetin tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması uygundur. Yine sıkışık durumda olana meselâ, aç, susuz, çıplak, evsiz kalana bunları piyasadaki en yüksek değerinden daha yüksek fiyatla satmak haramdır. Bu ihtikâra girer. İhtikâr demek, insan ve hayvan gıdâ maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahalandığı zaman satmaktır. (Bkz. Karaborsa)
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
Bir kimse gıdâ maddelerini alıp, pahalı olup satmak için kırk gün saklarsa, hepsini fakirlere parasız dağıtsa, günahını ödeyemez.
Bir kimse gıdâ maddelerini kırk gün saklarsa, Allahü teâlâ ona darılır. O, Allahü teâlâyı saymamış olur.
Bir kimse hâriçten gıdâ maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya göre satarsa, sadaka vermiş gibi sevap kazanır veya köle azat etmiş gibi sevap kazanır.
Hazret-i Ali buyurdu ki; “Gıdâ maddelerini kırk gün saklayanın kalbi kararır.” Ona bir muhtekiri (karaborsacılık yapanı) haber verdiklerinde, emredip sakladığı şeyleri yaktırdı. İhtikârın haram olması, Müslümanlara zararlı olduğu içindir. Çünkü, gıdâ maddeleri insanların ve hayvanların yaşayabilmesi için lâzımdır. Satılınca, herkesin alması mübahtır. Bir kişi alıp saklayınca, başkaları alamaz, sanki çeşme suyunu saklayıp, herkesi susuz bırakmağa benzer. Gıdâ maddelerini bu niyetle satın almak günahtır.
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh buyurdu ki; “Köylü, tarlasından aldığı gıdâ maddelerini, istediği zaman satabilir. Acele satması vâcib değildir. Fakat acele etmesi sevaptır. Pahalı olunca satmasını düşünmesi çirkindir.” İnsanlara lâzım olan herşeyde ihtikâr haramdır. Hükümet, ihtikâr edeni haber alınca, evine yetecek kadarı bırakıp, fazlasını halka satmasını emreder. Emre uyulmazsa, yetkili olan hâkim, ortalıkta kıtlık, harp hâli gibi zarûrî bir durum varsa, rey ehliyle istişâre ederek, ilgili eşyâlara kıymet takdir edebilir, yâni (narh koyar). Zarûret olmadığı müddetçe narh almaz. İmâm-ı Mâlik’e (rahmetullahi aleyh) göre, kıtlık yıllarında fiyatları tesbit etmek, vâli bulunan zat üzerine vâcibdir (şarttır, gereklidir).
Önceki İslâm devletlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da fiyatların gelişigüzel artırılmasına müsâade edilmemiş, narh tatbik edilmiştir. Narh işlerine bakan en yüksek devlet yetkilisi sadrâzam idi. Ancak narhın tanzim (düzenlenmesi) ve tesbitiyle daha çok kadılar uğraşırdı.
Narh ile ilgili kaynaklar çoktur. İslâm hukûkunu anlatan fıkıh kitapları narhtan bahseder. Ayrıca Selçuklu Vezirlerinden Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâmesi’nde, Osmanlı Devletinin hayâtında mühim yeri olan kânunnamelerde, bilhassa ihtisapla ilgili olanlarında narh mevzuuna yer verilmiştir. Tevkîî Abdurrahman Paşa adıyla anılan Kânunnâme’de narh ismi altında husûsî bir fasl (bölüm) açılmıştı.