MÜHENDİSHÂNE-İ BERRÎ-İ HÜMÂYÛN
Topçu ve istihkâm subayı yetiştiren okul. Osmanlı Devleti yükselme devrinden sonra, bilhassa başta 1683 Viyana bozgunu olmak üzere, birbirini tâkip eden mağlûbiyetlerle karşılaştı. Bu durum, askerî sâhada yeni bilgilerle mücehhez bir orduya sâhip olma zarûretini ortaya çıkardı. Bu sebeple orduda ilk defâ modern bilgilerle tâlim ve terbiye, 1728’de Sultan Üçüncü Ahmed zamânında humbaracı (topçu) sınıfında başladı. Sonra 1734’te Sultan Birinci Mahmûd, Üsküdar’da bir Mühendishâne (mühendis mektebi) açtı. Mühendishâne 1759’da Kâğıthâne’den Karaağaç’a nakledildi. 1784’te BirinciAbdülhamîd zamânında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn olmak üzere ikiye ayrıldı. Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn, topçu ve istihkâm subayı, askerî mühendis yetiştirmeye devâm etti. 1793’te Kasımpaşa’dan Eyüp’teki Bahâriye Sarayına, sonra Hasköy’e, daha sonra Maçka’ya taşındı. 1796’da Üçüncü Selim zamânında Mühendishâneye kırk talebe alındı. Cebir, trigonometri (ilm-i müsellesât), mekânik, atıcılık, hey’et (astronomi), harp târihi, hendese, coğrafya ve istihkâmcılık okunan dersler arasındaydı.
Mühendishâne, yüksek matematik okutan tek mektep olduğundan ve asker arasında yüksek matematik okuyanlara Erkân-ı Harp denildiğinden, Mühendishânenin ilk mezunları, Sultan İkinciMahmûd zamânında kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusunda, Erkân-ı Harplik (kurmaylık) vazîfesine tâyin edildiler.
Mühendishânenin başında nâzır denilen bir yetkili bulunmakla berâber, esas sevk ve idâreyi baş hoca adındaki vazîfeli yapardı. Baş hoca, baş mühendis ve Mühendishânenin en bilgili ve lisan bilen subayı idi. Talebenin tâlim ve terbiyesi (eğitim-öğretim) ve idâresi ile meşgûl olurdu. Mühendishânede başhocalık yapanlar arasında en meşhûru İshak Efendidir. Fen ilimlerinde mütehassıs, lisan bilen bu zâtın koyduğu fennî ıstılahlardan bâzısı, dilimizde hâlâ kullanılmaktadır. 1830 senesinde Sultan Üçüncü Selim’e Mühendishânenin ıslâhı husûsunda bir lâyiha (rapor) vermiştir.
Mühendishânenin (mektebin) iki kat üzerine dört dershânesi, hocalara mahsus odaları, kütüphânesi ve matbaası vardı.
1834’te Harbiye Mektebi açıldığında Harbiyeye ve Mühendishâneye hoca, askerî fabrikalara teknik eleman yetiştirmek üzere Mühendishâne hocalarından iki zâbit (subay) ile on talebe tahsil için Avrupa’ya gönderildi. Dönenler orada öğrendiklerini öğretmeye ve tatbike başladılar.
Avrupa’da tahsilini tamamlayıp dönen tophâne nâzırı Bekir Paşanın teklifiyle bir nizâmnâme çıkarıldı. Buna göre, 64 senelik Mühendishâne, topçu ve mîmar yâni istihkâm mektebine çevrildi. Mevcut mektep idâdî kabul edilip, ayrıca dört senelik Harbiye ve mîmar sınıfları açıldı ve binâya ilâveler yapılarak, Avrupa askerî mekteplerindeki gibi fen dersleri okutulmaya başlandı.
Yine mektebin hoca ihtiyâcını gidermek için çeşitli târihlerde Avrupa’nın muhtelif merkezlerine pekçok zâbit gönderildi. Bununla berâber topçu mektebini daha da geliştirmek için Avrupa’dan mütehassıslar getirildi.
1864’te bütün askerî idâdîlerin Galatasaray’da birleştirilmesi karârı üzerine, topçu mektebi de Galatasaray’a nakledildi. Ancak 1867’de Galatasaray’daki İdâdî-i Umûmî, Kuleli Kışlasına kaldırılarak Galatasaray’da sivil mâhiyette ve Mekteb-i Sultânî adı ile umûmî bir idâdî açıldı.
1871’de ise, harbiye öğrencileri, tatbîkâtlı tâlim yaparak mesleklerinde yetişebilmeleri için Harbiye Mektebine nakledildiler. 1878’de Harbiye’deki topçu ve istihkâm sınıfları tekrar Harbiye’den ayrılıp mekteplerine döndüler.
Mühendishâne-i Berrî-i hümâyûn, Yüksek Mühendis Mektebi adıyla kurulup, 1944’te İstanbul Teknik Üniversitesi adını alan okulun çekirdeğini teşkil etmiştir.
Sultan Üçüncü Selim Han (1789-1807) zamânında, fen bilgileri öğretmek için açılan okul. Pâdişâh olduğu andan îtibâren bir takım ıslâhatlara teşebbüs eden Üçüncü Selim Han, açtığı okullarla dikkat çeken bir pâdişahtır. Okul, Enderun ağalarının kâbiliyetli ve en genç olanlarının seçilip, başlarına fennî ilimleri çok iyi bilen öğretmenlerin tâyin edilmesiyle, 1792-93 senesinde Eyüp Bahariye’deki sarayda öğretime başladı.
Burada iki yıl öğretim gören talebelerden fen dallarında öğrenim yapabilecek seviyeye gelenler Mühendishâne-i Bahri-i hümâyûna gönderilirdi.
Alm. Ingenieuwissenschaften (pl); Ingenieurwesen (n); Maschinenbau (m), Fr. Génie (m) civil; logistique (f) industrielle, İng. Engineering. İnşaat, makina ve cihazları, imâl usullerini, bunları yalnız veya birlikte kullanan işlemleri tasarlayan ve geliştiren; inşâ eden veya çalıştıran; özel çalışma şartları altındaki özelliklerini tesbit eden ve bütün bunları iktisâdi ilmini ve iş emniyetini gözeterek yerine getiren fenni prensipler. Mühendislik, tabîatta hazır ve dolaylı yollardan sağlanan malzeme ve enerjiyi, insanların faydasına, ekonomik olarak kullanma yollarını arayıp bulan ve tatbik eden bir meslek dalı olarak da târif edilebilir. Çalışmalar, matematik formüllerle ve diğer tabiî ilimlerle izah edilir. Pratikte mühendislik; bir takım çalışmasını, iyi bir işbirliğini gerektirir. Sistemler birçok konuları içine aldığı için, takım içindeki her dal kendi ihtisas konusu ile uğraşır. Sistem, meydana gelirken, araştırma, geliştirme, yapım, tecrübe, îmalât programlanması, işletme, satış, bakım, tutum ve idâre safhalarından geçer.
Mühendisleri ilim adamlarından ayıran özellik, mühendisliğin tatbikattaki özel problemlerle uğraşmasıdır. İlim adamları “ne, niçin” ile ilgilenirken, mühendisler “ne, nasıl işe yarar” ile kafa yorarlar.
Mühendislik konuları içine barajlar, yollar, kanallar, binâlar, makinalar ve silahlar girer. Yirminci yüzyılda teknoloji o kadar ilerlemiştir ki, buna paralel olarak mühendislik dalları da artmıştır. Mühendislik dallarında ilk akla gelen İnşâat, Makina, Elektrik, Endüstri, Mâden, jeoloji, Metalurji, Elektronik, Kimyâ, Zirâat, Nükleer, Aeronatik konularıdır.
Mühendislik, çalışılan sahalara göre 50’yi aşkın branşa ayrılır. Aeronotikal (seyir) mühendisliği, atmosfer içi ve dışında seyahatla ilgili problemlerle ilgilenir. Balonlar, uçaklar, roketler, uzay araçları ve denizaltı, hücumbotlarla yapılan seyirler bu araçların araştırması, geliştirilmesi ve dizaynı aeronotikal mühendislik konularıdır. Okyanuslardan daha önce faydalanabilmek için, denizaltı nakliyesi üzerine geniş çalışmalar başlamıştır. Zirâat mühendisliği, zirâat âletleri ve makinaları, binâları ile ilgili araştırma, geliştirme ve dizayn işleri yanında, toprağın işlenmesi, mahsulün tarladan toplanıp saklanması ile ilgili çalışmalar da yapar. Diğer mühendislik dallarından aktarmalar yaparak daha verimli ürün elde etme yollarını araştırır. Biyo-mühendislik, klasik mühendislik branşlarına son zamanlarda eklenen en son mühendislik dallarından biridir. Bu mühendislik branşı insanların sıhhatli ve konforlu yaşamalarıyla ilgili problemlerle uğraşır. Biyo-mühendisliğin dallarından biyokimyâ mühendisliği, çevre sağlığı mühendisliği de, insan çalışma ve yaşama konularıyla ilgilenen mühendislik dalıdır.
Seramik mühendisliği, inorganik malzemeler kullanarak yüksek hararet işlemleriyle üretim konularını içine alır. Cam, çimento, porselen, yarı iletken elektronik malzeme ve uzay araçlarının dış yüzeylerinin koruma kaplaması, seramik mühendisliğiyle ilgilidir. Kimyâ mühendisliği, ham maddelerin kimyâsal bileşimini ve fizikî şeklini değiştirerek, bunları endüstrinin gerektirdiği yerlerde kullanmayı gâye edinen geliştirme ve îmalât çalışmalarını içine alır. Sentetik fiber, yakıtlar, plastikler, ilâçlar, kâğıt gibi malzemeler elde edilen ürünlerden bir kısmıdır. Kimyâsal konularda araştırma yapanlara “kimyâger” denir.
İnşaat mühendisliği, en eski mühendislik branşıdır. Binâlar, yollar, köprüler, barajlar, inşaat mühendisliğiyle ilgili konulardır.
Elektrik mühendisliği, mühendisliğin en büyük branşlarındandır. Elektronik, enerji üretimi ve nakli, bilgi işlem gibi geniş sâhalara etki eden dalları vardır. Elektronik mühendisleri, alçak voltajda çalışan radyo, radar, sonar ve daha birçok cihazın geliştirilmesi ve îmalâtı yanında güç üretimi, dağıtımı ve işletmesiyle ilgilenirler. Bilgi işlem mühendisleriyse, konuşma devreleri (telefon) radyo, televizyon uyduları, kompüterler ve ölçü kontrol sistemleri gibi cihazların geliştirilmesi ve yapılmasıyla ilgilenirler. Diğer mühendislik branşlarına en çok giren ve gelişmelerine yardımcı olan, elektrik mühendisliği branşıdır.
Endüstri mühendisliği, üretilen maddelerin îmâlât ve fiyatları ile ilgilenir. Personel, malzeme, makina faktörlerini dikkate alarak en verimli üretimin nasıl yapılacağını inceler ve tatbik eder. Îmalât sırasında verimi arttırcı iş sırası tâyinini yapar.
Malzeme mühendisliği, endüstride kullanılacak yeni malzemelerin bulunması ve kullanılmasıyla ilgili konuları içine alır. En uygun malzemenin en uygun yerde kullanılmasını tâyin eder.
Makina mühendisliği, güç üretimi ve transferini sağlayan makinaların yapılması ve çalıştırılması ile ilgili branştır. Nükleer reaktörler, türbinler, dişli mekanizmaları, dizel ve benzinli motorlar, klima sistemleri genel makina mühendisliği konularıdır.
Metalurji mühendisliği, doğrudan doğruya malzemenin kendisiyle ilgilenir. Mâdenlerin ayrılması ve saflaştırılması, alaşımlar meydana getirilmesi, ısıl işlem yapılması, bu mühendislik dalının konularıdır. Bütün mühendislik branşlarının da birçok dalları bulunmaktadır.
Mühendislikte ihtisaslaşma: Her yeni teknoloji yeni bir mühendislik dalı meydana çıkarmaktadır. Bir sistem, birkaç mühendislik dalında çalışma gerektirebilmektedir. Bu bakımdan her branşta ihtisaslaşma esastır. Bu mühendislik dallarında ihtisaslaşan mühendislerin tıp, hukuk, idârî ve eğitim dallarında da eğitilmesinde fayda vardır. Çünkü mühendisliğin her konuda yeri vardır.
Mühendislik; okuldan sonra da devamlı teorik konuları ve yeni buluşları inceleme ve çalışmayı gerektiren bir meslektir. Yeni konularla ilgilenmeyen mühendisin, her sene mühendislik konusundaki bilgisi % 20 zayıflar. Bu bakımdan mühendislerin seminerler, dergiler ve fabrika gezileriyle bilgilerini yenilemeleri lüzumludur.
Türkiye’de mühendisliğin eğitimi ve tatbikâtı: Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, Karadeniz Üniversitesi ve diğer üniversitelerimizin bünyesinde bulunan mühendislik fakülteleri, Türkiye’de mühendis yetiştiren okulların belli başlılarıdır.
Türkiye’de mühendislik hizmetleri devamlı artmaktadır. Bu hizmetler, devlet, iktisâdî devlet ve özel kuruluşlarla yapılmaktadır. Etibank, Türkiye Elektrik Kurumu, Mâden Tetkik Arama Enstitüsü, Karabük Demir Çelik Fabrikaları ve çoğu fabrikalar mühendislik hizmeti yaparlar. Silahlı kuvvetlerin bünyesindeki fabrikalar ve tersâneler de harp teknolojisinde mühendislik hizmeti yapmaktadır.
Alm. Munıtıon, Fr. Munıtıon (f), İng. Ammurıtıon. Personele, malzemeye veya askerî hedeflere zarar vermek için bir yere yerleştirilen, atılan ve havadan bırakılan, güdümlü olarak veya diğer bir şekilde yönetilen patlayıcı veya kimyevî, biyolojik ve radyolojik bir maddeyi veya maddeleri ihtivâ eden harp malzemeleri.
Târihçesi: Silah, insanoğlunun aralarındaki ilk mücâdelelerinde taş, sopa olarak doğmuştur. Taş; bugünkü merminin atası olup, önceleri silah idi. Silahların geçirdiği safhalarla birlikte mermiler de geliştirilmiş ve bugünkü duruma getirilmiştir.
Eldeki bilgilere göre kara barutun miladdan 400-600 yıl önce bulunmasından sonra ateşli silahlar yapılmaya başlanmıştır. İlk yapılan ateşli silah (top)tur. On beşinci yüzyıla kadar mermiler, taş gülleler hâlinde olup, toplarda çoğunlukla kalelerde ve kalelerin muhasaralarında kullanılırdı.
Türkler, Anadolu’ya geldikten sonra topçuluğa önem verdiler. Osmanlıların muhârebelerdeki başarılarında, topun önemli bir yeri vardır.
Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında başlayan Osmanlı topçuluğu; top Mühendisleri Muslihiddin ve Sarıca Sekban ile ustabaşı Macar Urban gibi döküm ustalarının bir araya getirilmeleri ile daha da gelişmiştir. Fâtih Sultan Mehmed Han, topun ve mermilerin balistik hesaplarını bizzât kendisi yapıyor ve topa göre mermiyi tesbit ediyordu. İstanbul’un kuşatılmasında kullanılan ağır toplardan atılan gülleler mermerden olup, 100 kg barut hakkı kullanılıyordu. Bu mermer güllelerin ağırlığı 528 kilogramdı. Ayrıca İstanbul fethinde kullanılan demirden yuvarlak gülleler döküldü.
Fâtih Sultan Mehmed Han topçu tekniğinde bulduğu yeniliğe (Bkz. Top, Topçuluk) paralel olarak mermilerde de değişiklik yaptı. 1450’li yıllarda ilk defâ vuruşta paralanıp etrafa parçalar saçan taş ve metal parçalarıyla dolu içi oyulmuş gülleler kullanması, bu günkü şarapnelin öncüsü olarak topçuluk devrini başlatmıştır.
1858 yılında top namlularına da yiv yapıldı ve gülleler uzun mermi şekline döndürüldü. Fâtih’in İstanbul’un fethinde kullandığı mermilerin biraz değişiği olarak, içinde karabarut ve misket bulunan mermiler Avrupa’da ancak bu târihlerde yapıldı. Güllelerin terkinden sonra, bütün mermilere tapa tatbik edildi. Bu tapalar; hedefe çarpınca mermiyi paralandıran (Desmarets) müsademeli tapalar ile 500-800, 1000 ve 1200 metrelik menzillerde mermileri havada paralandıran ihtiraklı tapalardı.
1880’li yıllara kadar ağızdan dolan toplarda kama tertibâtına yer verildi ve krupp fabrikasında yapılan namlulara uygun mermiler yapıldı.
Hafif silahlardaki gelişmeler, tabanca ve tüfek mermilerinin değişimine sebep oldu. Barutlar kovan içerisine konarak çekirdek ile kovan birleşerek fişek şeklini aldı.
1900’lü yıllardan îtibâren hafif ve ağır silahlardan bilhassa topların yapımında çeşitli mermiler kullanılmaya başlandı. Hedeflerin cinslerine ve mukâvemetlerine göre mermilerin çeşitleri arttı. Zırhlara ve tanklara karşı mermiler yapıldı.
Çukur imlalı mermilerin içindeki, ortası konik şekilde olan boşluğuna infilak maddesi konur, merminin tanka çarpması ile infilak enerjisi yâni ısı ve basınç, hedef yüzeyinde dar bir alanda toplanarak zırhı deler. Birinci Dünyâ Savaşına kadar sadece hafif silahların ve topların mermilerinde gelişmeler oldu. Bu arada el bombaları ve mayınlar yapılıp kullanılmaya başlandı.
İkinci Dünyâ Savaşından îtibâren günümüze kadar olan gelişmeler, atom başlıklı mermiler, roketler ve füzeler şeklinde olmuştur. Mermilerdeki 40-50 senelik çok kısa bir zamanda olan bu son gelişmeler, eski devirlerdeki gelişmelerle hiç bir sûrette kıyas kabul etmez ölçüdedir.
Günümüzde kullanılan mühimmat iki bölümde incelenir:
A. Hafif silâh mühimmatı (cephânesi): Çapları 15,24 mm (0,06 inç) veya daha küçük silahlarda kullanılan cephâneye denir. Hafif silah cephânesinde komple bir atıma “fişek” denir. Bir hafif silâh fişeği mermi, kovan, sevk barutu ve kapsülden ibârettir. Fişeğin çapı, silahın çapı ile söylenir. Amerikan cephânesinde kalibre bizde ise milimetre ile ifâde edilir. Meselâ, 30 kalibrelik bir fişek 7.62 milimetrenin karşılığıdır.
Mermi: Mühimmatın içinde bir eleman olup, doğrudan doğruya veya paçrası ile hedefte tesir meydana getirir. Modern hafif silah mermileri, zırh delmek, yangın çıkarmak veya canlı hedeflere karşı kullanılmak gibi özel maksatlar için gayet hassas olarak yapılmışlardır. Mermi, yer yüzündeki bütün değişik ısı ve hava şartlarında kullanılabilmeli ve her türlü şartlar altında depo edilebilmelidir. Mermilerin gövdesi silindir şeklindedir. Bu kısım bütün uzunluğunca silahın set ve yivleri vâsıtası ile çok az miktarda kesilerek merminin dönmesini sağlar. Baş kısımlar toplu tabanca, yarı otomatik tabanca ve makinalı tabanca fişeklerinde yuvarlak, tüfek ve makinalı tüfek fişeklerinde sivridir. Dip kısmı ise, silindirik veya koniktir. Presle, gömlek içe doğru bükülerek, çekirdek üstüne kapatılmıştır.
Fişek kovanı: Pirinç levhalar, fabrikada evvela zımbalanıp yuvarlak şekilde kesilir. Sonra birçok presten geçerek kovan şekli verilir. Tavlama ameliyesine tâbi tutularak lüzumu kadar sertleştirilen kovan mekanizma tırnak tertibatının çekmesi için, tırnaklı yapılır. Kovan dip tablasının kenarları nisbeten daha kalın yapılıdır ve ortasına da kapsülün geçmesi için bir delik açılmıştır. Kovanın üç vazifesi vardır. Bunlardan birincisi sevk barutu, kapsül ve mermiyi bir araya getirmek, ikincisi sevk barutunu rutubetten korumak, üçüncüsü ise atış anında sevk barutunun basıncı ile boyun kısmının şişerek geriye gaz kaçırmasını önlemektir.
Kapsül: Kapsül, kovanlarının dip kısmına pres edilerek geçirilir. Yumuşak madenden yapılmış bir yüksüktür. Kapsül eczası (Fülmenat dömerkür) bunun içine konur. Ucu kapsül eczâsına doğru uzanmış bir örsten müteşekkildir. İğne kapsüle çarptığı zaman diskle örs arasında sıkışan kapsül eczâsı ateşlenir. Alevi, kapsülün önündeki alev kanalından, kovanın içindeki sevk barutunu tutuşturur. Kapsülün mâdeni fişeğin cinsine göre değişebilir.
Sevk barutu: Hafif silah cephânesinde kullanılan sevk barutu, dumansız baruttur. Barut hakkının ağırlığı; kullanılan silahın tâyin edilmiş limitleri dâhilinde, istenilen mermi hızını sağlayacak hazne basıncını temin maksadı ile, her bir barut kafilesine göre ayarlanır. Bunun için 7.62 milimetrelik cephaneye yaklaşık olarak 3.25 g, 12,7 lik fişeklere de 15,5 g barut konur.
Hafif silah mühimmâtı (cephânesi) kullanıldığı maksatlara göre Muhârebe Fişekleri ve Özel Fişekler şeklinde ikiye ayrılır.
1. Muhârebe fişekleri:
a) Normal (sivri) fişek: Canlı hedeflere ve mukâvemeti az mâdenî hedeflere karşı kullanılır.
b) Çelik çekirdekli fişek: Uçaklara, hafif zırhlı araçlara ve normal mermilere mukâvemet eden diğer hedeflere karşı kullanılır.
c) Yangın fişeği: Yangın çıkarma maksadıyla kullanılır.
d) İzli fişek: Atışı gözle tâkip edebilmek için kullanılır. Yangın çıkarmak ve işâret vermek maksadıyla ikinci derecede kullanılır.
e) Çelik çekirdekli yangın fişeği: Zırh delme ve yangın çıkartmak için kullanılır.
f) İzli çelik çekirdekli yangın fişeği: Çelik çekirdekli yangın fişeği gibidir. Ayrıca iz maddesi vardır.
g) Bomba sevk fişeği: Barutla dolu mermisiz bir fişektir. Tüfek bombalarının atılması için kullanılır.
2. Özel fişekler:
a) Manevra fişeği: İçinde barut bulunan mermisiz kovandan ibarettir. Eğitim, tatbikât, manevralarda ve merâsimlerde kullanılır. Türk tipi manevra fişeklerinde sevk barutu olarak kara barut kullanılır. Tahta çekirdekleri vardır.
b) Talim (eğitim) fişeği: Silahın çalışmasını öğrenmek, tetik düşürmek, dolduruş eğitimlerini yapmak ve öğrenmek için kullanılır.
c) Sistem fişeği: Normal fişeğe benzer. Yalnız silah ve namlusunun mukâvemet tecrübesinde kullanılır.
d) Namlucuk fişeği: Namlucuk atış eğitimi için kullanılır.
e) Dağılır mermili fişek: Uçaklara karşı eğitim atışlarında kullanılır. Hedefe vurunca mermi dağılır.
B. Ağır silâh mühimmâtı (cephânesi): Çapları 15.24 milimetreden daha büyük silahlarda kullanılan mühimmattır. Bomba ve mayınlar da bu gruba dâhildir.
Topçu mermilerinin çeşitleri:
Topçu mermileri, genellikle şekilleri bakımından birbirlerine az çok benzerler. Bunların silindirik gövdelerinin içi maksada göre bâzan boş bâzan da çeşitli infilak (patlayıcı) maddeleriyle doludur. Yahut da kimyevî maddeler konur. Mermi gövdesinin içindeki patlayıcı veya kimyevî maddenin cinsi, mermilerin çeşitlerini meydana getirir. Bu bakımdan mermilerden beklenen tesir ve kullanma maksatları değişir.
1. Geliştirilmiş klasik cephâne (GKC): Dipten fırlatmalı mermilerdir. Bu mermiler ihtiraklı (yanmalı) tapa ile ateşlenirler ve içinde bombacıklar bulunan tali mühimmâtla doldurulmuşlardır. Tâli mühimmat ve bu bombacıklar, merminin dip tarafından dışarıya atılırlar ve hedef bölgesine yayılırlar. Bu mermiler iki çeşittir.
a) Antipersonel (AP) mermiler: Açıktaki personele karşı çok etkilidirler. Tapa çalıştığı zaman tutuşan kara barut, mermi gövdesinin içinde bulunan bombacıkları iterek, dip tarafından dışarıya doğru akar. Bombacık dışarı çıkınca, üzerindeki küçük kanatlar yukarıya doğru açılır. Bu kanatlar bombacığı kurar ve onu uçuşta dengeli bir duruma getirir. Bombacığın alt tarafındaki vurucu mâdensel levha yere değince, çelik top şeklindeki bombacık, 1,5-2 m kadar havaya fırlar ve parçalanır.
b) Çift amaçlı (ÇA-DP) GKC: Hafif zırhlı araçlarla diğer malzemeye karşı çok etkili olduğu gibi, aynı zamanda personele karşı da etkilidir. İnce uzun bir şerit, bombacığı kurar ve onu dengeli bir duruma getirir. Araca çarpınca, hafif zırhlı araçları delme kabiliyetinde olan boşluklu imla haklı bombacık parçalanır. Ayrıca bomba parçaları dışarıya doğru fırlar.
Her geliştirilmiş klasik cephânede bulunan bombacıkların sayısı silahların çapı ve mermi cinsine göre değişir. Mesela; 105 milimetrelik M 444 mermisinde (AP) bombacık sayısı 18 adet, 203 milimetrelik M 509 mermisinde (ÇA-DP) bombacık sayısı 195 adettir.
2. XM 836 mermisi: Geliştirilmiş klasik mühimmâtın en yenisi olanlardan biri de XM 836 mermisidir. Milimetrik dalga boylu bir radar cihazı ile ateşlenen ve parçalara ayrılabilen bir harp başlığı vâsıtasıyla, zırhlı araçların tepesine dik olarak atılabilen bir mermidir.
3. M 712 Topla atılan güdümlü mermi: Tanklara ve yüksek öncelikli hedeflere karşı kullanılır. 3 ilâ 16 km mesâfedeki lazer ışını ile tesbit edilen hedeflerden çıkan enerjiyle çalışır. Vuruş ihtimâli çok yüksektir. Mermi namlu içinden çok büyük bir itme gücü ile atılır. Mermi namluyu terk eder etmez, gerideki kontrol yüzeyi açılır. Tapa ve güdüm sistemi faaliyete geçer. Uzun mesâfelerde ve müsâit olmayan hava şartlarında arama ve hedef tesbiti için mermi, normal balistik mermi yolunu tâkip eder; arama ve hedef tesbiti için alçak uçuşa programlanır. Hedefe vuruş sağlanıncaya kadar güdüm devam eder.
Alm. Chorchorus olitorius, Fr. Coréte, İng. Jew’s-mallow. Familyası: Ihlamurgiller (Tiliaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Güney Anadolu. Hindistan ve tropik iklimlerde yetiştirilen, 1-2 m yüksekliğinde, bir yıllık bitkiler. Çiçekler yaprakların koltuğunda bir veya iki tânedir. Memleketimizde yabânî olarak yetişen bu türü, sarımtrak ve küçük çiçekli olup, genç sürgünleri sebze olarak kullanılır. Meyveleri silindirik ve uzundur.
Kullanılışı: Genç sürgün ve yaprakları sebze olarak kullanıldığı gibi, gövdelerinden jüt adını taşıyan ve dokumacılıkta kullanılan önemli bir elyaf elde edilir.
Alm. Kaiserliches Siegel (n), Fr. Sceau (m) impérial, İng. İmperial seal. Osmanlı pâdişahlarının kullandıkları mühüre verilen ad. Pâdişahların mühürlerine “Tuğra” denir. Mutlak vekil olduklarını belirtmek için sadrazamlara da verilen bu mühürlere “Mühr-i şerif”, “Hâtem-i vekâlet” de denilirdi. Vezirlere mühür vermek Abbasî halifelerinde ve Türk hükümdarlarında da âdetti. Osmanlı pâdişahlarından mühürleri görülenlerin en eskileri, Sultan İkinci Bâyezîd Han ile Yavuz Sultan Selim Handır.
Tahta geçen Osmanlı sultanı dört mühür hazırlattırırdı. Biri zümrüt, üçü altından olan bu mühürlerde sultanın kendi isimleriyle babalarının isimleri ve bunların üzerinde de “El-muzaffer dâimâ” yazılıydı. Hükümdâr değişince tuğra gibi mühürler de değişir, eskileri alınıp saray hazînesine konurdu. Dört köşeli ve diğerlerine göre daha küçük olup, zümrütten yapılanı, pâdişah tarafından yüzük şeklinde kullanılırdı. Diğer üçü beyzi şekilde altından olup, biri sadrâzamda, ikincisi hasodabaşında, üçüncüsü de harem-i hümâyûn hazinedârı olan kadın efendide bulunurdu.
Mühr-i Hümâyûn ilk önceleri yüzük şeklindeydi. Daha sonraları sadrâzamların zincire bağlı bir kese içinde boyunda taşımaları âdet hâline geldi. Mühr-i Hümâyûn vazifeden alınan sadrâzamdan alınır, saraya çağırılan yeni sadrâzama verilirdi. Vazifeden alınan sadrâzam seferde ise veya herhangi bir sebeple Mühr-i Hümâyûn zâyi olmuş ise, bu durumda has odabaşındaki mühür geçici olarak alınır, yeni sadrâzama verilirdi. Sadrâzam mühürü almadıkça pâdişaha vekil sayılmazdı. Sadrâzamların kendi isimleri yazılı mühür ilk defâ Keçecizâde Fuâd Paşa tarafından 1861-1862 senesinde kullanılmıştır. Bundan sonra sadrâzamların daha önce imzâ yerine kullandıkları “Sah” işareti yerine mühür kullanmaları âdet oldu.
Pâdişahlar, parmaklarında yüzük şeklindeki Mühr-i Hümâyûnu mâliye tarafından kendilerine takdim edilen şahsî para ve bâzı muayyen haraç ve sâirenin tesliminde, teslim aldığına dâir imzâladığı makbuzlarda kullanırdı. Mühr-i Hümâyûn Osmanlı saltanatının sonuna kadar kullanıldı.
MÜHRÜSÜLEYMAN (Polygonatum multiflorum)
Alm. Salomonsiegel (m), Fr. Sceau (m) de Salomon, İng. Solonon’s seal. Familyası: Zambakgiller (Liliaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı-Güney-Kuzey Anadolu.
20-80 cm boyunda, sarkık beyaz renkli çiçekler açan, kalın köklü, çok yıllık otsu bir bitki. Yapraklar sapsız, elipsoidik ve tüysüzdür. Çiçekler aynı sap üzerinde 2-6’sı bir arada sarkık durumda bulunurlar. Meyveleri mavimsi-siyah renkli ve küre şeklindedir. Daha çok orman altlarında, gölgelik yerlerde yetişirler.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kalın kökleri (rizomları) kullanılır. Rizomlarında şekerler, müsilaj, sapaninler vardır. Kabız edici, romatizmaya karşı, kandaki şekeri azaltıcı etkileri vardır. Köklerinden ezilerek yapılan lapa, yara iyi edici olarak kullanılır.
Alm. 1. (Amts) Siegel (n), 2. Stempel (m), Fr. Sceau, cachet (m), İng. Seal, mark. Bir şahsın veya makâmın alâmeti olarak üzerinde mektuplara, senetlere ve diğer evraka basılmak üzere kabartma bir işâret yâhut da bir yazı bulunan taştan, lastikten veyâhut mâdenlerden yapılmış âlet. İmzâ yerine veya imzânın tevsiki (kime âit olduğunu belirtmek) için kullanılır. Mühür, Farsça bir kelime olup, Lügatte yüzük, damga, alâmet ve bekâret mânâlarına gelir. Devletin resmî makamları şahıslar tarafından kullanılmıştır. Resmî makamların kullandığı mühüre “mühr-i resmî” veya “resmî mühür”; şahısların kullandığına ise “zâtî mühür” denilir. Mühür, bir malın muhâfazası ve emniyeti için, anahtar ve kilit maksadıyla da kullanılmaktadır. Doğu memleketlerinde, bilhassa İslâm ülkelerinde uzun zaman imzâ yerine mühür kullanılmıştır. Resmî devlet adamları, ilmiye sınıflarına mensup kişiler (âlimler de) mühür taşırlar ve kendilerine âit yazıların altına imzâ yerine kullanırlardı.
Mühür ve mühürcülük sanatı, çok eski medeniyetlerin bir damgası olmuştur. Mühür kullanılması, mîlâddan önceki devirlere kadar uzanmaktadır. Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve Roma’da mühür kullanılmıştır. Târihî kayıtların verdiği bilgiye göre; mührü ilk defa Mısır’da Yûsuf aleyhisselâm kullanılmıştır. İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilen Süleymân aleyhisselâmın kullandığı mühür de çok meşhurdur. “Mühür kimde ise, Süleyman odur.” sözü, onun mührünün meşhurluğundan doğmuştur. İran şahları da mühür kullanmışlardır. Papanın mühür kullandığı da târih kayıtlarında belirtilmektedir. Anahtar ve kilidin ne demek olduğunu bilmeyen Avrupanın eski kavimleri, muhâfaza edecekleri eşyâ üzerine balmumu ile mühür vururlardı.
İslâmiyetten önce, Araplarda mühür kullanmak âdeti vardı. En eski Arap mühürlerine Mısır’da mevcut papirüsler üstünde rastlanmaktadır. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın da hicretin yedinci senesinden îtibâren mühür kullanmaya başladığı hakkında hadîs-i şerîf kitaplarında geniş bilgiler mevcuttur. Onun yaptığı her işi, kendilerine bir hayat düstûru bilen ve O’na gönülden bağlı olan dört halîfesi, Eshâb-ı kirâmın çoğu ile İslâm âlimleri de mühür kullandılar. Bunlar mühürlerini, yüzük şeklinde parmaklarında taşırlardı. Bu yüzükler, gümüşten idi. Çünkü İslâmiyet, erkeklere gümüşten başka altın, bakır, demir ve diğer başka maddelerden yapılmış yüzükleri kullanmayı yasaklamıştı. Altın ve gümüş dışındaki madenleri takmak kadınlara da yasaktır. Peygamber efendimiz, mühür için kullandığı yüzüğünü sağ eline takardı ve helâya gittiği vakit çıkarırdı. O’nun yüzük taşındaki üç satırın birincisinde “Muhammed”, ikincisinde “Resûl”, üçüncüsünde “Allah” yazılı idi. Vefât edince, bunu Ebû Bekr; sonra Ömer radıyallahü anhüm kullandı. Bundan sonra halîfe olan Osman radıyallahü anh kullanırken Eriş Kuyusuna düşürdü. Çok mal sarfettiyse de bulunamadı. Hazret-i Ebû Bekr’in yüzüğünde “Ni’mel Kâdir Allah” (Allah ne güzel kudret sâhibidir.), hazret-i Ömer’inkinde “Kefâ bil-mevti vâızan yâ Ömer” (Yâ Ömer nasîhatçı olarak ölüm yeter.), hazret-i Osman’ınkinde “Le-nasbirenne” (Elbette sabredeceğiz.), hazret-i Ali’ninkinde “El-mülkü lillah” (Mülk Allahü teâlâya mahsustur.), hazret-iHasan’ınkinde “El-İzzetü lillah” (İzzet, şan, şeref Allahü teâlâya mahsustur.), hazret-i Muâviye’ninkinde “Rabbiğfir-li”(Ey Rabbim, beni mağfiret eyle), İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretlerininkinde, “Kul-il-hayr ve illâ fes küt” (Ya hayır konuş yoksa sus!”, İmâm-ı Yûsuf hazretlerininkinde, “Men amile bi-re’yihi, Nedîme (Kendi görüşüne göre iş yapan pişman olur), İmâm-ı Muhammed hazretlerininkinde “Men sabere zafire” (Sabr eden, zafere kavuşur.) İmâm-ı Şâfiî hazretlerininkinde “El-bereketü fil-kanâati” (Bereket kanaattadır.) yazılıydı.
Daha sonra İslâm devletlerinde, Peygamber efendimizin yüzükte olan mühürü misal alındı. Mühürlerde yalnız bir isim bulunur, umûmiyetle bulunulan mevkî ve ünvanı yazılmazdı. Daha sonraki devirlerde Hindistan ve İran’da mühür yazılarına çok şeyler ilâve edilmiş, pek şatafatlı mühür şekilleri ortaya çıkmıştır.
Osmanlılarda mühür ve mühürcülük belli başlı bir sanat hâlini almıştır. Daha çok kese ve küçük kutularda saklanan mühürler; altın, gümüş, pirinç, bakır, kurşun gibi mâdenlerden kazılır ayrıca; akik, yâkut, zümrüt, yıldız taşı, fîrûze, necef, yeşim gibi kıymetli taşlar üzerine de kazıldığı olurdu. Kıymetli taş, mühür olarak kullanıldığında buna kıymetiyle münâsip bir sap yapılırdı. Şekilleri yuvarlak, oval, kare ve dikdörtgen olabilirdi. Osmanlı Pâdişâhlarının mühürleri “Mühr-i Hümâyûn” ve “Mühr-i şerîf” adı ile anılırdı. (Bkz. Mühr-i Hümâyûn)
Osmanlılarda mühür hakkâklığı(kazıma sanatı), çok ileri bir seviyeye ulaştı. Hattâ bu yoldan geçimini temin eden bir esnaf grubu meydana geldi. Bu sanata girip yetişmek isteyenin önce hüsn-i hat (güzel yazma) ve tezyînât (süslemecilik) dersleri alması lâzımdı.
Mühürcü olmak isteyen kâbiliyetli bir genç, ustasının yanında bir iki yıl çalıştıktan sonra, eğer kâbiliyeti ustası tarafından kabûl edilirse, kalfa olur ve kalfalık mertebesini aştıktan sonra bir câmide peştemal kuşanırdı. Hakkâkbaşı başkanlığındaki mühürcülerden teşekkül eden bir heyet tarafından da yeni ustaya imzâ yerine kullanacağı mahlas verilirdi. Aynı mahlasın iki kişiye verilmemesine dikkat edilirdi.
Her mühür ustasının bir kataloğu bulunur, müşteriye bunu gösterir seçilen örneğe göre mühür kazılırdı. Mühür önce bir mengeneye sıkıştırılır, üzeri tesviye edilir. Üstübeçle silindikten sonra kazılacak isim, sağdan sola ters olarak, kurşun kalemle çizilirdi. Sonra çelik bir uçla, yazı sâbit hâle getirilir ve dört köşe çelik kalemle yazı mühüre hakk edilir (kazılır) ve nihâyet mühür tekrar tesfiye edilerek iş biterdi. Mühürlere yapılış târihleri ve ustanın mahlası da kazılırdı. Böylece hayat hikâyeleri bilinmeyen bâzı mühürcülerin yaşadıkları devirler buralardan anlaşılırdı.
Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Birinci Mahmûd usta bir hakkâktı. Bu pâdişâhın kendi yaptığı mühürleri el altından sattırıp elde ettiği kazancı, İstanbul’un fakirlerine dağıttığı bilinmektedir.
Mühür kazana “hakkâk” denirdi. Mühür kelimesinden bâzı kelimeler türemiştir. Mühürlenmiş kâğıt veya eşyâ için “memhûr” tâbiri kullanılırdı.
Alm. Steurpflichtiger (m), Fr. Contribuable, tenu, İng. Taxpayer. Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr akıllı ve bâliğ kişi. İslâm dîninin emirlerinden sorumlu olan. Vergi kânunlarına göre kendisine vergi borcu terettüb eden (düşen) kişi, yükümlü.
Mükellef gerçek kişi veya kurum olabilir. Vergi mükellefiyetinin başlangıcı, medenî haklardan istifâde ehliyetine bağlıdır. İstifâde ehliyetine sâhip küçük ve mahcurların vergi ile ilgili yükümlülükleri velî veya vâsileri aracılığı ile yerine getirir. Vergi mükellefi olan kurumlarda, mükellefiyeti kurumun kânûnî temsilcileri îfâ ederler.
Vergi kânunları yönünden mükellef kişiler, bu mükellefiyetlerini özel anlaşmalarla başkalarına devredemezler.
Yukarıda açıklanan kânûnî mükellefin yanısıra vergiyi bizzât gelir ve servetinden ödeyen nihâî veya îktisâdî mükelleften söz edilebilir. Ayrıca vergiyi kânuna göre ödedikten sonra, fiyât mekanizması aracılığı ile başkalarına devreden mükellefe “mutavassıt mükellef” denilir. Vergi sorumlusu ile vergi mükellefini de karıştırmamak gerekir. “Vergi sorumlusu”, mükellefin vergisinin, idâreye ödenmesinden sorumlu kişidir.
İslâm dîninde mükellef; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından sorumlu olan, akıl bâlig olan yâni çocukluktan erginlik çağına ulaşan, faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırabilen Müslüman demektir. Bu durum kızlarda 9 ilâ 12 yaşlarında, erkeklerde 12 ilâ 15 yaşlarında başlar. Mükellefin dînen yapması ve sakınması lâzım olan hususlar vardır. (Bkz. Ef’ali Mükellefîn)
Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski adı. Mekteb-i Mülkiye, Mülkiye de denir. Asker olmayan memur sınıfı.
Osmanlı Devletinde ilk Mekteb-i Mülkiye, kaymakam, müdür gibi devletin idârî kademelerinde görev alacak kimseleri yetiştirmek maksadıyla, 28 Ocak 1859 da kurulmuştur. Öğretim süresi iki yıl olan okula, öğrenciler imtihânla alınırdı. Öğretim programlarında kültür ve meslek dersleri, yâni kânunlar ve iktisat dersleri de konulmuştur. Bir müddet sonra okulun öğretim süresi dört yıla çıkarıldı. Coğrafya, hesap, ekonomi ve politika derslerine ilâve olarak muhâsebe, devletler hukûku ve Fransızca öğretilmeye başlandı. 1891’de okulun öğretim seviyesi biraz daha iyileştirildi.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, talebeleri çalışmaya teşvik etmek için, Mekteb-i Mülkiyeyi birincilikle bitireni saraya kâtip olarak alırdı.
1900 yılında, Mülkiye’nin çatısı altında Dârül-fünûnun İlâhiyat, Edebiyat, Riyâziyât (Matematik), Tabakat (Jeoloji) şûbeleri (fakülteleri) açıldı. Bu düzenleme ile Mülkiye, Dârülfünûnun bir fakültesi durumuna geldi. 1915’e kadar yatılı olan okul, bu târihten 1918’e kadar yatılı olmaktan çıkarıldı ise de, kuruluş gâyesiyle bağdaşmadığından 1918’de tekrar yatılı hâle getirildi.
Cumhûriyet döneminde de tedrisâtına aynı şekilde devam etti. 4 Aralık 1934’te Arapça mânâsız yarım bir kelime köküne Fransızca sal ekinin eklenmesi ile “Siya+sal” kelimesi yapıldı ve mektebin ismi Siyasal Bilgiler Okulu adını aldı.
1950 yılı Mart ayında 5627 sayılı kânunla fakülte hâline getirildi ve Ankara Üniversitesine bağlandı.
Mülkiye’deki iktisat, idâre ve hâriciye şubelerine, 1967 yılında işletme şûbesi de ilâve edildi. 1982 yılında şûbe sayısı iktisat, mâliye, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler, işletme ve çalışma ekonomisi olmak üzere yeniden altıya çıkarıldı.
Mülkiye, kuruluşundan bu yana kaymakam, vâli gibi idârî kademelerde görev alacak kimseleri, hâriciyeci, mâliyeci ve üst seviyede bakanlık görevlilerini yetiştiren bir okul olarak, önemini devamlı korudu. “Önce Türkiye, sonra Mülkiye” sözü bu önemi gösteren meşhur bir sözdür.