MURÂD HAN-2
Altıncı Osmanlı sultanı. Babası Çelebi SultanMehmed, annesi Dulkâdir âilesinden Emine Hâtun olup, 1404’teAmasya’da doğdu. Çocukluğu Amasya, Bursa ve Edirne’de geçti. Küçüklüğünden îtibâren devrin büyük âlimlerinden okuyarak yetişti. 1415’te on iki yaşındayken idârî ve askerî bilgileri öğrenip, tecrübe sâhibi olması için, lalası Yörgüç Paşanın yanında Amasya Vâliliğine tâyin edildi.
Şehzâde Murâd, ilk vazîfe yeri Amasya’dayken, 1416’da âsi Börklüce Mustafa isyânını bastırdı. 1421’de Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey ile İsfendiyaroğullarından Samsun’u aldı. Babasının vefâtıyla 25 Haziran 1421’de Bursa’da tahta çıktı.
Sultan İkinci Murâd Han 1422’de Osmanlı Devleti için büyük tehlike arz eden Bizans’ın entrikalarına son vermek ve hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem tarafından vaad edilen mânevî müjdelere kavuşmak için İstanbul’u kuşattı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Anadolu Beyliklerini Osmanlı Devleti aleyhine kışkırttı. Sultan İkinci Murâd Hanın kardeşi Küçük Mustafa isyan ederek Karaman ve Germiyan beylik kuvvetleriyle Bursa’yı kuşatınca, İstanbul’da kâfi miktarda kuvet bırakıp, Edirne’ye gitti. Edirne’den Bursa’ya geçti. Küçük Mustafa yakalanıp, cezâlandırıldı. Karaman, Eflak beyleri ve Venedikliler ile antlaşma yapıldı. Candarlı İsfendiyar Bey itâat altına alındı. İstanbul kuşatmasını hızlandıran Murâd Han İmparatorun şehri Venedik hâkimiyetine teslim edebileceği ihtimâliyle 22 Şubat 1424’te Bizanslılarla antlaşma yaptı. Bu antlaşma ile Ege ve Karadeniz kıyılarınıOsmanlılara terkeden Bizanslılar, yıllık otuz bin düka altın haraç vermeyi kabûl ettiler. Anadolu’da İzmir, Menteşe ve Teke beylikleri Osmanlı hâkimiyetine geçti. Germiyan Beyliği, Osmanlı Devletine katıldı. 1425’teSelânik’i ele geçiren Venedikliler Osmanlılara karşı Macarlar ile ittifâk kurdular. 1426’da Batı Anadolu’dan hareket eden Türk denizcileri, Venediklilere âitEğriboz, Modon ve Koron’a sefer yaptılar. Osmanlı-Venedik Harbi 1425-1430 yılları arasında devâm etti. Venediklilerin batı ve doğu devletleriyle ittifâk kurmasına rağmen, Sultan İkinci Murâd Han Şubat 1430’da Selânik’i fethetti. Venedik donanması Gelibolu’da Türk donanmasına taarruz ettiyse de müthiş bir bozguna uğradı. Temmuz 1430’da Osmanlı-Venedik Harbine son veren Lapseki Antlaşması imzâlandı. Selânik Osmanlılarda kaldı. Venedikliler yıllık vergiye bağlandı.
İtalyanların hâkimiyetindeki Yanya’da ahâli despot kavgalarından bıkmıştı. Yanyalılar Selânik’te bulunan Osmanlı Sultanı İkinci Murâd Hana mürâcaat edip, Türk adâletine sığınarak hürriyet istediler. Rumeli Beylerbeyi Sinân Paşa, ahâlinin hürriyetine dâir Sultan Murâd Hanın fermânını getirince, şehrin anahtarı Osmanlılara teslim edildi. Böylece 1431’de Yanya ve çevresi de Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu.
Balkanlarda ahâlinin Osmanlı adâletini, kendi ırk, din, dil ve kültüründen olan idâreye tercihi, başta Papalık olmak üzere Hıristiyan kral, despot ve prenslerini telaşâ düşürdü. Balkan milletlerinin Osmanlı idâresini tercih etmelerinin önüne geçmek için, içeride ahâliye zulüm, dışarda da diğer devletlerle ittifak kurdular. Türkü Türke düşürmek için, hâkimiyet mücâdelesindeki Anadolu beyliklerini Osmanlılar üzerine saldırtırken, Papanın da teşvikiyle büyük bir Haçlı ordusu kurmak için hazırlıklara başladılar.
1435’te Karamanoğlu İbrâhim Bey yola getirildikten sonra İkinci Murâd Han Rumeli’ye geçti. Akıncı Beyi Ali Bey’e Macaristan’ı vurma emri verildi. 1437’de Ali Bey’in kırk beş gün süren Macaristan akınında, Demirkapı geçilerekErdel’e girildi. Akıncılar Macar şehirlerinin askerî mevkilerini tahrip edip, yetmiş bin esir alarak, pekçok ganîmetle döndüler. Osmanlılara karşı düşmanca tavır alan Sırp Kralı Brankoviç’ten, 1439’da ülkesinin başşehri Semendire’nin anahtarı istendi. Brankoviç, Osmanlı teklifini kabul etmediği gibi ayrıca ordu hazırlattı. Osmanlıların taarruz harekâtını haber alan Brankoviç, Semendire’nin müdâfaasını oğluna bırakıp, Macar Kralına sığındı. Üç ay kuşatmadan sonra Semendire kalesi 27 Ağustos 1439’da fethedildi. Almanya İmparatoru ve Macaristan Kralıİkinci Albert, Semendire’yi kurtarmak için sefere çıktı. Macaristan Seferi kumandanlarından İshak Bey ve Osman Çelebi kumandasındaki Osmanlı ordusuyla karşılaşan İkinci Albert, muhârebe başlamadan ordusuyla kaçmaya başladı. Macar ordusunun müthiş bir bozgun havasıyla kaçışı, İkinci Albert’i de korkuttu. Albert bu telaş içinde canını zor kurtardı. Bu seferden ürken Bosna Kralı Tvartko yıllık yirmi bin düka altın vergisini, yirmi beş bin düka altına çıkardı. 1441’de Belgrad Kuşatmasının netîcesiz kalışı Avrupalıları ümitlendirip, yeni bir ittifaka heveslenmelerine sebep oldu. Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş’un Bosna’ya girişi, Balkan hükümdârlarının ve Anadolu beyliklerinin Osmanlılara karşı birleşmesine yol açtı. Bu sırada İkinci Murâd Hanın Karamanoğulları meselesiyle meşgul olmasından istifâde eden Haçlı ordusu, 1443’te Tuna’yı aşarak Sofya ve Niş’i aldı. 1444’te Yalvaç Muhârebesinde iki taraf da kesin bir üstünlük kuramadı. Haçlılar, geri çekildiler. Neticede 12 Temmuz 1444’te Macarlarla on yıl süreli Segedin Sulh Antlaşması imzâlandı.
Sultan İkinci Murâd Han, Segedin Antlaşmasından sonra; Hacı Bayram-ı Velî’nin İstanbul’u fethedeceğini işâret buyurduğu oğlu Mehmed (Fâtih) lehine; “Sağlığımda oğlumun pâdişâhlığını göreyim.” diyerek saltanattan çekildi. Osmanlı tahtına on iki yaşındaki İkinci Mehmed Hanın geçirilmesi on yıllık Segedin Sulh Antlaşmasına rağmen, başta Papalık ve Macarlar olmak üzere Avrupa devletlerini ümitlendirdi. Osmanlılara karşı birleşerek hazırlıklarını süratle tamamladılar. Hunyadi Yanoş Segedin Antlaşmasını bozarak, yanında Papalık kuvvetleri de olduğu hâlde, büyük bir Haçlı ordusuyla hareket etti. On iki yaşındaki Sultan Mehmed Han, ömrünün yirmi sekiz yılını muhârebe meydanlarında geçiren babası İkinci Murâd Hanı yaşından ümid edilmeyecek ifâdelerin bulunduğu târihî dâvet mektubu ile tahta geçmeye çağırdı. İkinci Murâd Han, Manisa’dan Edirne’ye geldi. Murâd Hanın kumandayı ele almasından sonra, tecrübe, dirâyet ve askerlerin içten bağlılığının da verdiği kuvvetle, Varna’da Haçlılara karşı İslâm-Türk târihinin en muhteşem zaferlerinden biri daha kazanıldı. (Bkz. Varna Muhârebesi)
Tekrar tahta çıkan Murâd Han, ilk seferini Bizans İmparatorunun kardeşi, Mora despotu Konstantin’in tecâvüzkârâne faâliyeti üzerine yaptı. Despot Konstantin’den, Mora’da tecâvüzleri durdurması ve işgâl ettiği arâziden çekilmesi istendiyse de reddedildi. Elde edilen bilgiler neticesinde Turahan Bey kumandasında öncü akıncı kuvvetleri gönderildi. Sultan Murâd kumandasındaki asıl Osmanlı ordusu 1446’da Korent ve Balyabadra’yı zaptetti. 1447’de Arnavutluk isyânı bastırıldı.
Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş, Varna Muhârebesi mağlûbiyetinin lekesini silmek için Macarlardan başka Eflak, Bohemya ve Almanya’dan kuvvet toplamıştı. Âsi Arnavutluk Beyi dönme İskender ile de ittifak kuran Hunyadi Yanoş kendisiyle berâber olmayan Sırbistan’ı işgâl edip, Tuna’yı geçti. Osmanlı Sultanı Murâd Han, Haçlı ittifakına karşı lüzumlu hazırlıkları tamamlayıp, Anadolu Beyliklerinden de yardımcı kuvvetler aldı. Kosova’da düşmana karşı cephe alan Murâd Han, Türk-İslâm anânesince Muhârebeden önce antlaşma teklif ettiyse de Haçlılar kabul etmedi. 17 Ekim 1448’de başlayan ve üç gün devam eden meydan muhârebesi Haçlıların bozgunu ile neticelendi (Bkz. Kosova Meydan Muhârebesi). Hunyadi Yanoş canını güçlükle kurtarabildi. Murâd Han, 1450’de Arnavutluk Seferine çıktıysa da tamamlayamadı. 3 Şubat 1451 târihinde vefât etti. Vasiyetnâmesini tanzim edip vezirlere şâhitlik ettirdi. Bursa’ya defnedildi. Türbesi, Bursa’da Murâdiye mahallesinde yaptırmış olduğu câmi yanındadır.
Sultan Murâd, büyük bir sarsıntıdan yeni çıkmış olan devletin hükümdârı olduğu zaman çok gençti. Anadolu’da Tîmûr Hanla yeniden ortaya çıkan Türk Beyliklerinin; Rumeli’de ise devletin zaafından istifâde etmek için fırsat gözleyen Balkan ve Avrupa devletlerinin korkunç ihtiraslarıyla karşı karşıya idi. Bizans, devletin başına her gün yeni bir gâile, bir iç buhran açmak için sinsi sinsi çalışıyordu. Böyle buhranlı bir devirde devlet idâresini eline alan Sultan Murâd Han, hayâtı boyunca, Anadolu’da Türk birliğinin kökleşmesi için çalıştı. Rumeli’de tabiî hudutlar içinde yaşamayı tercih etmesine rağmen, memleket menfaatı îcâb ettiği vakit aslâ vazîfeden kaçmayacak ve hayâtını bu uğurda fedâdan çekinmeyecek kadar cesur, metin, irâdeli, azimkâr idi. İç ve dış gâilelerle geçen hükümdârlık hayâtı sonunda, sâdece siyâsî ve askerî bakımdan değil, medeniyet bakımından da yeni çağı açacak olan oğlu Sultan Mehmed’e mâmur ve her türlü ilmî gelişmeye hazır bir ülke bıraktı.
Murâd Han, ince rûhlu, hassas, lütûfkâr âdil, merhametli olup sözüne sâdık, cesur ve tedbir sâhibi, kumanda kâbiliyeti yüksek bir devlet adamıydı. On iki yaşında şehzâde iken başlayan muhârebe hayâtı, vefâtına kadar devâm etti.
İlmî sohbetleri sever, âlimleri himâye eder ve onların ihtiyâçlarını karşılardı. Haftanın iki gününü ilim meclisinde sohbetle geçirirdi. Kendisinin de ilmi ve ibâdeti çok; zühd, verâ ve takvâsı pek fazlaydı. Oğlunu ve kızlarını evlendirdikten sonra, bir gün vezîri Çandarlı İbrâhim Paşaya dönmüş; “Koca Çandarlı! Bu dünyâda arzûlanan nedir ki? Oğul evermek, kız çıkarmak... Bunları Allahü teâlânın izniyle yerine getirdik. Geriye îmân ile gitmek kaldı.” demişti.
Hemen bütün ömrünü gazâ meydanlarında geçirdiği hâlde, îmâr işlerine ehemmiyet verip çok eser bıraktığı için Ebü’l-Hayrât diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde, yoksullar için imâret ve ulemâ için medrese yaptırdı. Edirne’de dârülhadîs ve buna gelir olarak Tahtakale Hamamı, Alacahamam ve Üç Şerefli Câmiini yaptırıp, bunları bir çok vakıflarla destekledi. Bursa’da Murâdiye semtinde câmi, medrese ve imâret yaptırdı. Edirne’de Ergene civârında bir köprü yaptırıp, Uzunköprü kasabasını kurdu. Selânik ve İpsala’da da câmiler inşâ ettirdi. Her yıl Kudüs, Halîl-ür-Rahmân, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere yoksulları için otuz beş bin altın gönderirdi. Ankara bölgesinde Balıkhisarı adlı büyük bir subaşılığın köylerini Mekke yoksullarına vakfetmişti. Bulunduğu şehirde her yıl on bin altını kendi eliyle seyyidlere paylaştırırdı. Tebeasının hakkına ziyâdesiyle riâyet eder, kul hakkından pek sakınırdı. Babası Çelebi Sultan Mehmed Handan kalma, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere fakîrlerine, Resûl-i ekrem efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) komşularına hediye gönderme âdetini devâm ettirdi.
Tezkirelerin kendisini şiir söyleyen ilk Osmanlı sultânı olarak zikrettikleri İkinci Murâd Han;
Gerçi-kim haddim değüldür bûseni kılmak dilek,
Ârif olan çün bilür ânı ne lâzım söylemek.
gibi ustaca şiirler yazabilecek kadar kuvvetli bir şâirdi. İlme ve âlimlere çok hürmet edip evliyâya izzet ve ikrâmda kusur etmediği için memleketi âlim ve evliyâ yurdu oldu. Herkesin duâsını aldı, pek kıymetli eserlerin yazılmasına, tercüme edilip Türkçeye kazandırılmasına ve kıymetli ilim müesseselerinin inşâsına vesîle oldu.
Yazılan eserlerde açık bir dil kullanılmasını emrederek Türkçe yazmak husûsunda titizlik gösterdi. Devrinde Osmanlı sarayı, âlim ve şâirlerin buluştuğu bir yer oldu. Büyük âlim Molla Yegân bile ona hac dönüşünde hediye olarak, Fâtih’in hocası âlim Molla Gürânî’yi getirmişti. Bu husus hiç bir milletin kültür târihinde rastlanılmayan eşsiz bir hâdise olup, İkinci Murâd Hanın ilme verdiği değeri de gösterir. Osmanlı Devletinde devrinde en çok eser yazılan pâdişâh olması bakımından dikkat çeker. Gerçekten onun devrinde manzûm, mensur pekçok eser yazılmış ve Osmanlı sarayı eserler hazînesi durumuna gelmiştir.
Yine tezkirelerin kaydettiğine göre, Osmanlı pâdişâhları içinde şiirleri ilk defâ kaydedilen pâdişâhtır. Devrinde şuarâ tezkirelerinde temel teşkil eden bâzı nazîre mecmûaları da onun adına ithâf edilmiştir. Ayrıca adına ithâf edilen pekçok eser vardır ve hemen hepsinde İrşâdü’l-Murâd ile’l-Murâd, Mesnevî-i Murâdiyye ve Murâdnâme gibi bu pâdişâhın ismi geçer.
Devrinde görülen geniş tabanlı bu kültür faaliyeti sonraki asırlara da temel teşkil etmiştir.
Osmanlı sultanlarının on ikincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş yedincisi. Babası on birinci Osmanlı sultanı İkinci Selim Han, annesi Nûr Bânû Sultandır. 4 Temmuz 1546’da Manisa’nın Bozdağ Yaylağı’nda doğdu. 1558 târihine kadar Saruhan (Manisa)’da kaldı. Babasının Saruhan Sancakbeyliğinden Karaman Beylerbeyliğine tâyiniyle, Şehzâde Murâd’a da Alaşehir Sancakbeyliği verildi. 1526’da Manisa Sancakbeyliğine tâyin edildi. 22 Aralık 1574 târihinde tahta çıkıncaya kadar bu vazîfede kaldı. Sancağa çıkarılan en son Osmanlı hükümdârıdır.
Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir devirde sultan olan Üçüncü Murâd Han, dünyâ siyâsetinde faal bir rol oynadı. Osmanlı hâkimiyeti en geniş sâhasına ulaştırıldı. Akdeniz’de denizci bir kavim olan Venedikliler ve kara Avrupa’sında Avusturya ile antlaşmalar yenilendi. Lehistan (Polonya) ile Osmanlı Devletinin kuzey siyâsetini belirleyen antlaşma, 30 Temmuz 1577’de imzâlandı. Rus Çarlığının yayılma siyâsetine karşı, Lehistan ile Kırım Hanlığının münâsebetleri tanzim edildi. Şiî ideolojisinin temsilcisi İran Safevî Devletinin Osmanlı ülkesindeki yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine karşı 1578’den îtibâren her türlü tedbire başvuruldu. Ahâlisi sünnî olan Şirvan ve Dağıstanlıları Safevî taarruzlarına karşı korumak ve hudûdu emniyet altına almak için 5 Nisan 1578’de başlatılan harekât 21 Mart 1590 târihinde imzâlanan İstanbul Antlaşması ile tamamlandı. Antlaşmaya göre;
1. Tebriz şehri ile Âzerbaycan’ın Tebriz mıntıkası, Karabağ, Gence, Kars, Tiflis, Şehrizûr, Nihâvend, Lûristan tarafları Osmanlılara kalacaktı.
2. Şiîler hazret-i Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm) ile hazret-i Âişe’ye iftirâ ve küfür etmeyeceklerdi. İran’daki Ehl-i sünnet Müslümanlara kötü muâmele yapılması Şah tarafından yasaklanacaktı. Üçüncü Murâd Han devrinde on iki yıl süren Şark seferleri sonunda Kafkasya ve Âzerbaycan Osmanlı Devletine bağlandı. Hazar Denizine hâkim olan Osmanlı donanması, Safevîlere karşı Sünnî Özbek Hanlarınca topçu ve yeniçeri askeri yardımı götürdü.
Avrupa kıtasında Osmanlı Devletine tâbi Erdel (Transilvanya) Beyi İstefan Batori, 1577’de Lehistan (Polonya) Kralı seçtirildi. Böylece Baltık’taki bu ülke de Osmanlı himâyesine alınarak, yıllık haraca bağlandı. İşgal ve tecâvüzlerden muhâfaza altına alınıp, Rus yayılmasının önüne geçildi. Avusturya ile münâsebetler hudut tecâvüzleri sebebiyle, 1592’de bozuldu. Yıllık otuz bin düka altın haracın gönderilmemesi üzerine, Vezîriâzam koca Sinan Paşa, Avusturya seferi için vazifelendirildi. 1592’de başlayan Avusturya harbi, 1606 yılına kadar devâm etti.
Fas’taki Sâdi Şerîfleri, Osmanlı sultanından İspanyollara karşı yardım istediler. Fas Şerîflerine yardım etmek için Cezâyir Beylerbeyi Ramazan Paşa vazîfelendirildi. Osmanlı kuvvetleriyle Fas Şerîfleri İspanyollarla Portekizlileri bölgeden attılar. Fas’tan Hıristiyanların atılması, başta Papalık olmak üzere Güney ve Batı Avrupa devletlerini harekete geçirdi. Osmanlı taraftarı Fas Şerîfi Abdülmelik aleyhine tertiplenen Akdeniz Hıristiyanlığının son Haçlı seferine Papalık, Fransa, Portekiz ve İspanya katıldılar. 4 Ağustos 1578’de Tanca yakınlarındaki Vâdi-yüs-Seyl (el-Kasr-ul-Kebir, Alkazar)de yapılan muhârebede Haçlılar büyük bir hezîmete uğradı. Portekiz Kralı öldürülüp, ordusu imhâ edildi. Fas, Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak, Şerîf Ahmed Mansur, emir tâyin edildi. Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Kuzey Afrika Osmanlı hâkimiyetine girdiği gibi, Orta Afrika ülkesi olan Bornu da Osmanlı sultanına itâatini arz etti. Bu devirde bütün Kuzey Afrika’nın ve Bornu’nun tâbiiyete girmesiyle, Osmanlı Devleti en geniş ve tabiî hudutlarına kavuştu.
Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde, ordunun seferde olmasından istifâde eden Dürzîler Lübnan’da, Zeydîler Yemen’de, Hâricîler Trablusgarp’ta, Şah İsmâil Safevî taraftarı âsiler Kığı’da isyân etmişlerse de, hepsi de itaate getirilmişlerdir.
Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Osmanlı ülkesinde pekçok ilim, kültür ve sanat eserleri inşâ edilmiştir. Bu hususta ilk icrâat, Kâbe-i şerîf duvarlarının mermerden yaptırılıp, Harem-i şerîfin su yollarının temizletilmesi oldu. Medîne’de bir medrese, mektep, zâviye ve büyük bir imâret yaptırıldı. Üçüncü Murâd Han bununla da kalmayarak, Harem-i şerîfi tâmir ettirip, kubbelerini kargir yaptırdı. Manisa’da daha şehzâdelik devrinde câmi, medrese, imâret, tabhâneden meydana gelen Murâdiye Külliyesini, İstanbul’da Toptaşı, Tımarhânesini yaptırdı. İyi bir tahsil gördüğünden ilme meraklı olan, İkinci Murâd; âlimleri çok severdi. Nakşibendî meşâyihinden Hâce AhmedSadık Kâbilî’den feyz alarak kemâle geldi. Tasavvufa âit Fütûhât-ı Sıyâm adlı kitabı yazdı. “Murâdî” mahlasıyla tasavvufa âit kıymetli şiirleri vardır. Dîvânında Türkçe gazellerinin yanında Arapça ve Farsça gazelleri de vardır. Türkçe dîvânını Şemseddîn Sivâsî açıklamıştır. Ayrıca Gelibolulu Âli, hoş görünmek maksadıyla, bâzı gazellerini şerh etmiştir. Ocak 1595’te İstanbul’da vefât eden Sultan Üçüncü Murâd Han, babası İkinci Selim Hanın Ayasofya Câmii yanındaki türbesine defnedildi.
Osmanlı pâdişâhlarının on yedincisi veİslâm halîfelerinin seksen ikincisi. Babası Birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultandır. 27 Temmuz 1612’de İstanbul’da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından husûsî dersler aldı. Genç Osman’ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623’te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceği görüşü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi.
Tahta geçtiğinde, iç ve dış işlerdeki karışıklıklar devam ediyordu. İdârî işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri zorbalığa baş vuruyorlardı. Vasî durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem Sultanın yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek, ortalığı düzeltti. İran Şâhı Birinci Abbâs (1588-1629), Osmanlı hudûdunu geçip, Bağdat’ı işgâl ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümânı kadın, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdi. Rus Kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yaktılar. 1625’te sadrâzamlığa getirilen Hâfız Ahmed Paşa, Kazak korsanlarına ve Safevîlere karşı harekete geçti. 1625’te Köstence’de Kazakların iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü. Şah Abbâs’ın Bağdat’taki zulmünün önüne geçmek için 1625’te ordu sevk edildi. 11 Kasım 1625’te Bağdat yakınlarındaki Azamiyye kurtarılarak, Bağdat kuşatıldı. Ancak yeniçerilerin isyânıyla Bağdat kuşatmasını kaldıran Sadrâzam Hâfız Paşa, Irak’ın kuzey ve güneyini işgalden kurtardı.
1 Aralık 1626’da Sadrâzamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar başlayan Safevî saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak için 4 Aralık 1626’da sefere çıktı. Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6 Nisan 1628’de Sadrâzamlığa Hüsrev Paşa getirildi. 22 Eylül 1628’de Abaza Mehmed Paşayı yola getiren yeni sadrâzam Safevîlere karşı 5 Mayıs 1630’da Mihribân’da, 14 Temmuz 1630’da Cemhâl’da zafer kazandı. İranlılar mağlup olunca, Anadolu’da asâyiş temin edildi.
Dördüncü Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul’da zorbalıklarını ve ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar. Sadrâzam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden yeniçeriler ve sipâhiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni sadrâzam Müezzinzâde Hâfız Ahmed Paşayı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazâm olan Receb Paşa döneminde İstanbul’da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb Paşanın tahrîkiyle harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı. Diğer taraftan tahta geçtiği günden îtibâren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eşkiyanın elebaşılarını tesbit eden Sultan Murâd Han, 8 Haziran 1632’de devlet idâresini bizzât eline aldı. İsyancıların elebaşısı olan Topal Receb Paşayı öldürttü. Yeniçeri ve sipâhî ocaklarını sindirerek, zorbalıkların önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Emri dinlemeyenlere şiddetli cezâlar verileceğini îlân edip, sıkı kontroller yaptı ve yaptırdı.
Lehistan Kazaklarının Karadeniz’de Osmanlı sâhillerine ve Rumeli’de Tuna yalılarına yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan Seferine çıktı. Osmanlı ordusu Edirne’ye geldiğinde, Lehistan hükûmeti sulh istedi. 1634’te imzâlanan Osmanlı-Lehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına son verilmesi, Leh krallarının Kırım hanlarına ve Osmanlı sultanına vergi vermesi, esirlerin karşılıklı değiştirilmesi kabul edildi.
Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevî saldırılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere karar verip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635’te Revan Seferine çıkan Dördüncü Murâd Han, önceden tesbit ettirdiği zorbalardan yolu üzerindekileri cezâlandırdı. 27 Temmuz 1635’te Revan önlerine ulaştı. Sefer boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alâkadar olan, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen Sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet hissi uyandı. 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında bütün muhârebe plânları tatbik edildi. Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan askerleri ateş hattından geriye çektirerek hastahâne çadırlarında, cerrahlar tarafından tedâvi ettirip, ilâçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında bulunması askerleri coşturdu. Revan kalesini düşürmek için yapılacak umûmî taarruz öncesinde Safevîler vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler. 8 Ağustos 1635’te Revan kale muhâfızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı. 11 Eylül 1635’te Tebriz şehri tekrar zaptedildi. Safevî ordusu, Osmanlılarla meydan muhârebesine cesâret edemediğinden karşılaşılmadı. Aras Nehri taraflarındaki Zeynelli aşîretinden bin kadar nüfûsun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarındaki boş arâzilere iskân edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakır’da kalan Sultan Murâd Han, Revan Seferine çıkışından on ay sonra 27 Aralık 1635’te İstanbul’a döndü. Osmanlı ordusunun doğudan ayrılmasıyla; Safevîler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636’da Revan’ı işgâl ettiler. 2 Şubat 1637’de sadrâzamlığa getirdiği Bayram Paşayı Doğu Seferi serdarlığına tâyin eden Sultan Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637’de Bağdat Seferine çıktı. 16 Kasım 1638’de kuşatmanın başladığı sırada Pâdişâhtan, daha önce ele geçirilmiş bulunan İmâm-ı A’zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak Sultan; “Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten hayâ ederim.” cevâbını verdi. Derhâl tertibât alarak muhâsaraya başladı. Şehirde Bektaş Han Türkmen’in kumandasında 40.000 kişilik bir Safevî garnizonu bulunuyordu. Şâh Sâfî ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şîrîn’de olup Osmanlı muhâsarasını gün gün tâkip etmesine rağmen müdâhaleye cesâret edemiyordu. Sultan Murâd Han, 12.000 sipâhiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği hâlde, Şâhı savaş meydanına çekemedi. Şâh, Bağdat’taki büyük kuvvetlerine güveniyor, Pâdişâhın muhâsaradan bıkınca çekilip gideceğini zannediyordu.
Pâdişâhın ve seksen altı yaşındaki şeyhülislâm Yahyâ Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada dehşetli vuruşmalar oldu. Muhâsaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri coşturan Sadrâzam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada alnından vurularak şehit oldu. Yerine sadârete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi. Bu muvaffakiyetler üzerine muhâsaranın otuz dokuzuncu günü umûmî taarruza karar verildi. Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim oldu.
Böylece on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevîlerin eline düşen Bağdat artık kesin olarak Osmanlı idâresine geçti.
Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iş olarak İmâm-ı A’zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i şerîflerini ziyâret etti. Bu büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safevîler tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları yağmalanmıştı. Pâdişâh emir verip bütün kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi. Şeyhülislâm Yahyâ Efendiyi de, bu işlere nezâret etmekle vazîfelendirdi. Bu zaferden sonra Bağdat fâtihi diye anılan Dördüncü Murâd Han ordu ile Sadrâzam Mustafa Paşayı Bağdat’ta bırakarak İstanbul’a döndü. Sadrâzam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler geldi.SadrâzamKemankeş Mustafa Paşayla İran murahhasları Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aşağı yukarı bugünkü Türk-İran sınırının tesbit edildiği Kasr-ı Şîrîn Antlaşması imzâlandı (17 Mayıs 1639). Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havâlisinden mürekkep Irak-ı Arap Osmanlılarda, Erivan Safevîlerde kaldı. Ayrıca Safevîlerin gerek Irak, gerekse Kars, Ahıska ve Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı kötülemeyecekleri de antlaşma şartları içinde yer almıştı. (Bkz. Kasr-ı Şîrin Antlaşması)
Sultan Murâd Han, doğuda İran’la meşgulken, batıdaki hâdiselerden de günü gününe haber alıyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhûriyetle bütün ticârî münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti. Ancak bu sırada damla hastalığından muzdarip bulunan Sultanın durumu ağırlaştı. Bunun üzerine Dîvân, emri çeşitli bahânelerle on üç gün geciktirdi. Bu arada Venedik elçisi gelip, dîvânın bütün şartlarını kabûl etti ve savaş durduruldu.Nitekim çok geçmeden pâdişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş battıktan sonra İmâm Yûsuf Efendi Yâsîn-i şerîf okurken vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin “Er kişi niyyetine!” nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi.
Dördüncü Murâd Han Arapça ve batı dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine vâkıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi. Kur’ân-ı kerîm okumayı ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saâdet dâiresinde Kur’ân-ı kerîm okurdu.
Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu Türk Hakânı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pekçok iftirâlarına mârûz kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük pâdişâha da bulaştırmaya kalkıştılar. İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur.
Birçok târihçinin Kânûnî sonrası en büyük Osmanlı pâdişâhı olarak kabûl ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Fakat Yavuz’un sâhip olduğu kıymetli devlet adamlarına ve tecrübeye mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesâbı belli değildi. Avrupa baştan başa istihbârat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı Sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtında itâat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü Murâd Han, bozulmuş devlet nizâmını yoluna koymak için mülâzimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu. İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı. Sipâhilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükûmet hizmetlerini aldı. Sipâhileri intizam ve itâat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtının şuna buna yemlik olması sûistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslhah etti. Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve îtibârlı bir devlet bıraktı.
Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekâsı, hünerleri, askerî dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşörlükteki başarısı, askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde kullanırdı.
En küçük suçları bile memleketin selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen SultanDördüncü Murâd Hanın merhameti de çoktu. Savaş esnâsında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastahânelerdeki yaralı ve hastaları ziyâret eder, onlarla yakından ilgilenirdi.Memleketin her tarafındaki imârethânelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi.
Din ve devlet menfaatine iş yapanı hemen mükâfatlandıran Sultan Murâd Han, pekçok hayırlı işin yanında, Topkapı Sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşâ ettirdi.
Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu Muhammed’in doğumunda yedi gece kandiller astırıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar’daki kaleleri yaptırdığı gibi, pekçok şehrin de surlarını tâmir ettirdi. Bağdat’ı feth edince, İmâm-ı A’zam ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbelerinin tâmirini yaptırdı. Kâbe-i muazzamayı su basması üzerine; Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle vazîfelendirdi.
Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pekçok âlim, şâir, târihçi ve sanatkâr yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişlerdir. Bunlardan bibliyografya, târih, coğrafya sâhasında Kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülazîz, Târih-i Gılmânî sâhibi MehmedHalîfe, teşkilât ve idâre sahasında Koçi Bey vardır. Yine Erzurumlu Ömer, Nef’i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibî, Yahya, Bahâî, Cevrî ve Fehim-i Kadîm, devrinde önde gelen şâirlerdir. Yine süslü nesrin on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergîsî de Dördüncü Murâd devrinin meşhûrlarındandır.
Bundan başka şâir olan bu pâdişâhın devrinde halk edebiyâtı sarayca desteklenmiş, zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler yazılmıştır. Bu şâirlerden bâzıları saraya intisap etmişlerdir. Bunların belli başlıları Kuloğlu, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa gibi halk şâirleridir.
Yine devrin tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâyî de, bu devrin sahasında önde gelen şâirlerindendir.