MOTOSİKLET

Alm. Motorrad, Kraftrad, Krad (n), Fr. Motocyclette (f), İng. Motorcycle. İki tekerlekli motorlu taşıt. Motor gücü ve yapısına göre mobilet (motorlu bisiklet) ve motosiklet olarak iki ana tipi vardır. Mobilet veya motorlu bisiklet, bilinen bisiklet yapısına düşük güçlü bir motor takılmasıyla elde edilen taşıttır. Genellikle motor hacimleri 50-60 cm3 ve maksimum hızları saatte 50-60 km arasındadır. İkinci Dünyâ Savaşı öncesi Avrupa’da halkın bisikletlere küçük motorlar takmasına kadar dayanır. İlk motosikletler de bu yapıdaydı. Düşük mâliyetleri ve hafif olmaları sebebiyle ilgi gördü.

Motosiklet hem motor hem de konstrüksiyon bakımından mobiletlerden daha güçlü bir yapıya sahiptir. Kullanılış yerlerine göre, şehir içi ve şehir dışı maksatlı olarak ikiye ayrılabilirler. Şehir içinde ve köy yollarında kullanılan tipleri 80-400 cm3 hacminde, tek silindirli, hafif yapılı taşıtlardır. Maksimum hızları saatte 140 km’yi geçmez. Bunların skuter denilen küçük tekerlekli ve kaynaklı sacdan yapılan gövdeleri olan tipleri de vardır. Ulaşımda kullanılan tipleri 400-1000 cm3 hacminde güçlü vasıtalardır. Bunların orta güçlü olanları 400-500 cm3 hacminde, 2-3 silindirli, saatte 150-160 km hız yapabilen, 200-250 kg ağırlıkta vasıtalardır. Profesyonel maksatla kullanılanlar ise 500-1200 cm3 hacminde, 4-6 silindirli, saatte 200-220 km hız yapabilen güçlü vâsıtalardır. Bunlar, normal otomobillerden bile daha hızlı ve hareket kabiliyeti yüksek vâsıtalardır.

Ayrıca özel maksatlı olarak kullanılan yarış motosikletlerinin çeşitli tipleri vardır. Engebeli arazide yapılan motokros yarışmaları için kros motosikletleri geliştirilmiştir. Bunlarda yükseklik arttırılmış, vites oranları düşürülmüş, derin çivili lastikler kullanılmıştır. Çok iyi süspansiyonlarla donatılmış, hafif ve her türlü şartlarda gidebilen motosikletlerdir. Yol ve pist yarışlarında kullanılanlar ise en güçlü motosiklet tiplerindendir. Bunlar 150BG gücünde saatte 300 km hız yapabilen, rüzgâr direncini azaltabilmek için kısmî kaporta kullanılan vâsıtalardır. İki motorlu kapalı kaportalı 400 km/saat hıza ulaşan bâzı sürat motosikletleri, iki tekerlekli olmaları dışında motosiklete pek benzemez.

Târihi: Kaynaklarda motosikletin keşfi olarak aynı târihte gerçekleştirilen iki teşebbüs vardır. 1885 târihinde Alman G. Daimler kendiliğinden tahrikli bir motor yapmak için, ön model olarak, iki zamanlı bir benzin motorunu bisiklette deneyerek, motosikleti gerçekleştirmiştir.

Aynı târihte yine bir Alman, Haury Hildebrand, bisikletin üzerine buhar motoru takarak kendi motosikletini yapmıştı. 1892’de Hildebrand Alois Wolfmüller ile birlikte iki zamanlı sonra da 4 zamanlı motora sâhip motosikletler yaptılar. Bu ilk motosikletlerde arka tekerlek motor volanı olarak kullanılıyor, kayışla tahrik ediliyordu. Bütün bu tiplerde birinci motora ilk hareketi pedallarla veriliyordu.

Birinci Dünyâ Savaşı sonunda daha hızlı ve dayanıklı araçlar yapıldı. Yapıları ağırlaştı, oturma yerleri alçaltıldı. Ön çatala, biniciyi yol şartlarından korumak için süspansiyon takıldı. Motosikletin motor ile arka tekerlek arasına iki-üç vitesli bir dişli kutusu, bir sürtünmeli debriyaj ve rulolu zincirlerle sağlanan bir güç aktarma (zincirle tahrik) sistemiyle donatılmaları en önemli gelişmelerinden biri sayılır. Motor, eski modellerde pedalın bulunduğu yerdeydi. Motosikleti itme mecburiyeti, ayak marşı takılmasıyla son buldu.

Başlangıçta düşük motor gücüyle motosikletler motorlu bisiklet yapısındaydı. Daha sonraları yapılan yüksek güçlü modeller, hem iyi dengelenmemiş olduklarından, hem de motosikletin konstrüksiyon yapısının yeteri kadar güçlü olmamasından problemler çıkardılar. Lehimli, kaynaklı boru kadrolarla yapılan gövde çabuk kırılıyordu. Buna çözüm olarak 1945’ten îtibâren kaynaklı sacdan yapılmış gövdeleri olan skuterler geliştirildi. Skuterlerde araca küçük tekerlekler takılarak, motoru daha aşağı, eğik konuma yerleştirerek ağırlık merkezi aşağıya kaydırılıp, aracın dengesi iyileştirildi.

Günümüzdeki motosikletlerde kullanılan çelik alaşımları, en güçlü motorlara bile dayanabilecek yapıdadırlar. Daha alçak yapılı ve daha ağır olduklarından araçların ağırlık merkezi alçaltılarak gâyet iyi bir denge kazandırılmışlardır. Bu sebeplerden günümüzde skuterler azalıp kaybolmaya yüz tutmuşlardır.

Yapıları ve dizayn: Tek ana parçadan meydana gelen bir yapıları vardır. Ön tekerlek, teleskopik bir çatal bağlantı ile sarmal (helisel) yaylar ve hafif yağ kullanarak, süspansiyonu sağlanmış ve desteklenmiştir. Arka tekerler “U” şeklinde bir eleman tarafından, otomobil tipinde amortisörlerle desteklenmiştir. Amortisörler tekerlekle ana gövde yapısının arka tarafına hafif eğik olarak bağlanmıştır. Ana yapı çelik boru eleman ve çok yük taşıyan kısımlarda çelik levha-köşebentlerle desteklenmiştir.

Hidrolik disk frenler 1970’lerde kullanılmaya başlandı. Bütün hafif modellerde bu istenilir. Ön tekerleklerde standart olarak kullanılır. Yalnızca mobiletlerde ön tekerleklerde papuçlu tel frenler bulunur. Çoğu motosiklette arka tekerleklerde tanbur frenlere rağmen, gün geçtikçe disk frenlerin kullanılması artmaktadır. Tekerlekler tel yapılı ve tek döküm parça şeklindedir.

Motorlar çok çeşitlidir: 1-6 silindir arasında 50-1200 cm3 hacminde tek sıra, V, ters konumlarda yerleştirilen çeşitli tipleri vardır. İki veya dört zamanlı modelleri en çok kullanılanıdır. Su ve hava ile soğutmalı olabilirler. Dört zamanlılarda otomobile benzeyen bir yağlama sistemi vardır. İki zamanlılarda yağlama, yağ-benzin karışımıyla gerçekleştirilir. Ama bu motorlar, artık yalnızca ucuz modellere takılmaktadır. İki zamanlılarda süpab sistemi döner ve titreşimli, dört zamanlılarda ise üstten kam tahrikli süpab sistemi kullanılmaktadır.

Motosiklet motorları normal otomobil motorlarına göre daha gelişmiştir. Otomobillerin 16 cm3 motor hacmi için 1 BG güç vermelerine karşılık, motosikletlerde iki zamanlılarda 2 BG ve dört zamanlılarda 1,4 BG  güç elde edilerek daha yüksek performans göstermektedirler. Bunu sağlamak için her silindire ayrı karbüratörlü ve ön yanma odalı motor tipleri kullanılır. Motosiklet motorları yarış arabalarının güç/hız oranlarına yaklaşan bir performans gösterirler. Aynı zamanda otomobillerden daha ekonomiktirler.

Vites kutuları mobiletlerde üç, motosikletlerde ise genellikle dört viteslidir. Özel hâllerde, güçlü tiplerde 5-6 kademeli vites kullanılabilir. Elle veya ayak pedalıyla kontrollu, çok diskli yağ banyolu, sürtünmeli, kavramalı vitesler kullanılır. Vites değişikliği otomobillerdeki gibi dişlileri aynı hıza getirip vites değiştiren bir senktromeş tertibatıyla değil kastonyola mekanizmasının vites pedalına yaptığı basınçla gerçekleştirilir. Bu yüzden vites değiştirme otomobillerden daha hızlıdır. Bâzı küçük modellerde otomatik vites vardır.

Bilhassa güçlü motosikletlerde göstergeler otomobile benzer şekildedir. Mobiletlerde yalnızca hız ve motor devir (takometre) göstergeleri bulunmasına karşılık, bunlarda yağlama ve benzin göstergeleri, elektrik sistemleri için uyarıcı ışıklar bulunur. Pahalı modellerde elektrikli marş motorları, dönüş sinyal lambaları da vardır. Gaz kumandası, sağ gidon sapı çevrilerek yapılır. Sağ gidonda ön fren, soldakinde debriyajı çalıştıran kollar vardır.

Motosiklet yarışı: Belirli bir pistte veya açık arâzide motosikletle yapılan heyecanlı fakat tehlikesi çok olan spordur. Yarışlar hıza ya da puana dayalı olarak yapılmaktadır.

Motosiklet yarışı, otomobil yarışlarından sonra 1897’de İngiltere’de Londra yakınlarında Richmond’da ilk olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. İlk milletlerarası motosiklet yarışları Avusturya, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın katılmalarıyla 1904’te Fransa’da düzenlendi. Aynı yıl içersinde günümüzde milletlerarası motosiklet pist yarışlarını düzenleyen FIM (Uluslararası Motosiklet Federasyonu) kuruldu. İlk pist yarışı 1907’de İngiltere’de yapıldı. Aynı yıl içersinde Man Adasında düzenlenen Otomobil Birliği Turist Kupası (TT) yarışı İngiltere’de yapıldı. Bu yarış 1911’den beri dünyânın en uzun ve en ünlü yarışlarındandır. Yarışın yapıldığı parkur uzunluğu (60.72 km), 264 dönemeçli olmasıyla da meşhurdur.

Başlıca milletlerarası motosiklet yarışları, Grand Prix (Büyük Ödül) yarışları olarak isimlendirilir. İlk Grand Prix yarışmaları 1920’de Fransa’da, 1921’de Belçika ve İtalya’da, 1922’de İsveç’te, 1923’te Almanya’da düzenlenmeye başlanmıştır. 1969’a kadar yapılan motosiklet yarışı şampiyonalarında motor silindiri hacimleri 125, 250, 350 ve 500 cm3 olarak 4 grupta yapılıyordu. Daha sonraları 50 cm3 hacimli motorlarla sepetli motosikletlerde yarışlara katılmaya başladı. Bir Grand Prix yarışını birinci olarak bitiren 15 puan, ikinci bitiren 12 puan, üçüncü bitirene 10 puan alır. Puanlama bu şekilde devam eder. Onuncu ise bir puan alır.

Bundan başka Amerika-İngiltere ikili yarışlarıyla ünlü yol yarışı olan Daytona 500motosiklet yarışları da dünyâca meşhurdur.

Motosiklet yarışları bir bitiş çizgisine ulaşmak için yapıldığı gibi puan sistemine dayalı olarak da yapılmaktadır. FIM’ın düzenlediği Dünyâ Kupası şampiyonaları 1949’da başlamıştır.

MOTOSİKLET YARIŞI

(Bkz. Motosiklet)

MOZAİK

Alm. Mosaik (n), Fr. Mosaigue (f), İng. Mosaic. Değişik renklerde pişirilmiş sert toprak, taş, cam ve mermer parçalarının harçla duvar, taban gibi yerlere belirli bir desen veya şekil hâlinde tesbit edilmesiyle elde edilen yüzey işleme usûlü. Önceleri çizgiler hâlinde işlenen mozaik, sonradan insan ve hayvan resimlerini çizmede bir usûl olarak kullanıldı. Günümüzde pekçok insan, hayvan ve ağaç resimleri yapılmış târihî mozaik işlemeler vardır.

Bilinen en eski mozaik M.Ö. 8. yüzyıldan kalma olup çakıl taşlarından yapılmıştır. Yunanlılar, M.Ö. 5. yüzyılda bu tekniği daha da geliştirip, siyah, beyaz ve grinin tonlarındaki çakıl taşlarıyla zemin ve yol döşemeleri yaptılar. M.Ö. 4. yüzyılda ise, daha değişik desenler yapabilmek için kırmızı ve yeşile boyanmış çakıl taşlarını kullandılar.

Mozaik sanatında cam eski Yunan döneminde kullanılmaya başlandı ve bütün Bizans dönemi boyunca bu tekniğin en önemli malzemesi oldu. Camı her renkte îmâl etmek mümkün olduğundan sanatçının kullanabileceği renk çeşidi de boldu. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında camın üstüne metal varak kaplanarak altın ve gümüş tessera yapılması keşfedildi. Bu ayna cam, ışığın çok daha kesif şekilde yansıtılmasını sağladı. Özellikle altın, Bizans döneminin titrek ışıklı mozaiklerinin en tipik özelliklerinden biri oldu.

Romalılar mozaikleri özellikle evlerinin yer döşemesinde yaygın olarak kullandılar. Bugün bu yer döşemelerinin; İtalya’da Pompei, Herculaneum ve Ostia’da, Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesinde ve Türkiye’de Hatay Arkeoloji Müzesinde değerli örnekleri vardır. Roma mozaik sanatının en üstün örnekleri ise İtalya Ravenna’daki S. Apollinare Nuova Kilisesi ve San Vitale Bazilikasında, İstanbul’da Ayasofya, Fethiye ve Kariye camilerindedir.

İslâm âleminde pekçok câminin duvarlarında çeşitli çini işlemeleri vardır. İslâm dünyâsındaki çinicilik mozaik sanatının en ideal hâlidir. Güzel çinilerle süslenen parçalar duvarların süslenmesinde kullanılır. Bu akım İstanbul’dan Hindistan’a kadar yayıldı.

Orta Amerika’daki bâzı ülkelerde de mozaik hayli gelişti. Hatta Meksikalı mücevherciler değerli taşlarla mozaik işlemeleri ağaç, taş, deri gibi malzemeler üzerine kakmalar yaptılar. Bunları bıçak sapı, kalkan, madalyon gibi yerlerde kullandılar. On dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da mozaik sanatı yeniden canlandı ve çok sayıda konut, serî üretimle elde edilen mozaik malzemeyle bezendi.

Günümüzde de banyolarda, binâların iç ve dışını kaplamada serî üretilen mozaikten faydalanılmaktadır.

MOZAMBİK

DEVLETİN ADI 

Mozambik Halk Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

 Maputo

NÜFÛSU

 14.842.000

YÜZÖLÇÜMÜ

799.380 km2

RESMÎ DİLİ

Portekizce

DÎNİ

Putperest, İslâmiyet, Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ 

Mozambik esküdosu

Güneydoğu Afrika’da bağımsız bir devlet. Mozambik’in kuzeyinde Tanzanya, kuzeybatısında Malawi, Zambiya, batısında ve güneybatısında Güney Afrika Cumhûriyeti, Swaziland, doğusunda Hind Okyanusu yer alır. Önceden Portekiz’in denizaşırı bir eyâleti olarak bilinen Mozambik, 25 Haziran 1975’te bağımsızlığını kazanmıştır.

Târihi

Portekiz, 15. yüzyıl sonlarında Hind Okyanusuna açıldığında, ticâretin kontrolü Arapların elindeydi. Doğu Afrika’da Portekiz’in hedefi, Araplardan kıyı limanlarını elde ederek, altın ve gümüş mâdenlerini eline geçirmekti.

Mozambik 1520’lere doğru Portekiz’in eline geçti. Portekiz her sene buradan tonlarca fildişi satın alıp götürdü. Güney Amerika’daki kolonisi Brezilya’nın işçi ihtiyâcını karşılamak için köle ticâretini başlattı. Bununla berâber doğu kesimin çoğu İngiltere ve Hollanda’nın eline geçince, Mozambik’in limanlarındaki ticâret âniden düştü. Böylece Mozambik 200 yıl süren gerileme dönemine girdi.

Ülkenin şimdiki sınırları 1884-1885 Berlin Konferansında tesbit edildi. Avrupalı güçler Afrika’yı sömürge olarak paylaştığında, Mozambik, Portekiz tarafından denizaşırı bir eyâlet olarak kabul ediliyordu. Ülke Lizbon’dan tâyin edilen bir genel Vâli tarafından yönetiliyordu. 1961 yılında Tanganyika’nın (sonra bu devlet Zengibar ile birleşerek Tanzanya’nın bir parçasını meydana getirmiştir), bağımsızlığını kazanmasından sonra Mozambik’in bağımsızlığını hedef alan milliyetçi bir hareket başladı. 1962’de dağınık gruplar Frente de Libertacao de Mozambique (Frelimo) veyaMozambik Hürriyet Cephesi adı altında birleştiler. Frelimo büyük ölçüde dış destek sağladı. Bilhassa silahlar ve diğer askerî techizat Doğu Avrupa’dan ve komünist Çin’den, mâlî yardım ise Afrika Birliği Teşkilâtından geldi.

Gerillalar 25 Eylül 1964’te Tanzanya sınırından Mozambik’e girip Portekiz askerî tesislerine saldırınca isyan hareketi başlamış oldu. Uzun süre devâm eden mücâdele sonrasında 1974 başlarında Portekiz’deki yeni ihtilal hükûmeti Afrika’daki sömürgelerine bağımsızlık verme niyetini açıkladı. Böylece 25 Haziran 1975’te 470 yıl devâm eden sömürge idâresi ve 10 yıllık gerilla savaşı sona erdi. Frelimo’nun siyâsî kontrolünde Mozambik Halk Cumhûriyeti kuruldu. Günümüzde hâlâ Marksist-Leninist bir idâre ile yönetilmektedir.

Fizikî Yapı

Kıyı Ovası Mozambik topraklarının beşte ikisini ihtivâ eder. Bu bölgenin batısında, deniz seviyesinden yaklaşık 150 ilâ 200 metre yüksekliğe sâhip alçak yaylalardan ve tepelerden meydana gelen bir geçiş bölgesi bulunur. Ülkenin batı kısımları ortalama 1050 metre yüksekliğiyle üçüncü bir bölge teşkil eder. Bu bölge Rodezya dağlık arâzilerinin bir uzantısıdır. Tete’nin kuzeybatı eyâletindeki 2000 metre yüksekliğindeki Namuli Dağları, merkezi Mozambik’teki Gorongossa Dağları ve güneybatı sınırı boyunca uzanan Lebombo Dağları bu bölgede yer alır.

Mozambik’in bütün nehirleri Hint Okyanusuna dökülmekte olup, ülkede yoğun bir ağ meydana getirir. Kuzeyden güneye büyük nehirler Ruvuma, Ligonha, Lurio, Zambezi ve Limpopo’dur. Yağış miktarı değişiklikleri, nehirlerin akışını düzensiz hâle getirir. Dolayısıyla düzenli olarak nehirlerde ulaşım yapılması mümkün olmaz.

İklimi

Mozambik’te tropikal iklim hüküm sürer. Yılda, bir kurak ve bir yağışlı mevsim olmak üzere iki mevsim vardır. Hemen hemen yıllık yağışın hepsi, ekimden marta kadar devâm eden yağışlı mevsimde görülür. Bu dönemde yağmur getiren kuzeydoğu muson rüzgârları ile değişen sıcaklıklar yüksektir. Kıyıda sıcaklık, yağışlı mevsimde % 80 civârında nisbî bir nemlilikle, 27°C ilâ 29°C arasında değişir.Yağış miktarı Quelimane veBeira arasındaki merkezi kıyıda oldukça fazla olup, yılda ortalama 760 mm’dir. Kıyıdan içeriye uzanan ovanın bu kısmında yağış ve nem azalır. Fakat iç kesimdeki yaylada tekrar yükselir. Mozambik’te en yüksek yıllık yağış miktarı 1650 mm ile kuzey dağlarında ve Rodezya sınırı boyunca vukû bulur. İç kesimin iki büyük kısmı oldukça kuraktır. Bunlar yılda 300 mm yağış alan Gaza’nın güneybatı eyâleti ve Tete etrâfındaki Zambezi Vâdisidir.

Hafif kurak mevsim, nisan ayından eylüle kadar devâm eder. Bu dönemde, ekvatordan güneye doğru akan Mozambik sıcak su akıntısı, kıyıya 19°C’lik sıcaklık ortalaması kazandırır.

Tabiî Kaynakları

Kıyıdan îtibâren kuzeyde ve güneyde, iç kesimde yabânî mahuncevizi ağaçları bulunur. Kıyı hattı boyunca, bilhassa nehir yolları dışında, mangrar (tropik deniz sâhillerinde bataklıklarda mevcut olan karakteristik bir bitki) bataklıkları ve hindistancevizi ile hurma ağaçları mevcuttur. Diğer ağaçlar sedir, abanoz, demirağacı ve sandal ağacıdır. Nehir kıyılarında bamba ve mızrakotu, ormanlarda kauçuk asmaları yetişir.

Mozambik’te çok çeşitli hayvanlara rastlamak mümkündür. Zebra ve ceylanların çoğu türleri, manda, aslan ve leoparlar ülkenin her tarafında bulunur. Timsah ve suaygırları nehirlerde ve göllerde mevcuttur. Kuzey ve kuzeydoğuda gergedanlar, Güney Afrika sınırında zürafalar bulunur.

Ülkenin yeraltı zenginlikleri mâden kömürü ve boksitten ibârettir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Mozambik nüfûsunun % 98’den fazlasınıAfrikalılar meydana getirir. Kalanı Avrupalılar, Hintliler, Doğu Asyalılar ve melezlerden (Afrikalı-Avrupalı karışımı) ibârettir. Nüfûsun % 90’ı tarım işçisidir. Hintliler ve Doğu Asyalılar önceden beri ticâretle meşgul olurlar. 1974’lerde 120.000 Portekizlinin göçü, ülkeyi, modern ekonominin iyi işlemesi için gerekli eğitimli personelden mahrum bırakmıştır.

Mozambik’le Afrikalı toplumlar ve komşu devletlerdeki kabîleler arasında büyük bir benzerlik vardır. Hepsi Bantu dillerini konuşur. En çok kullanılan diller güneyde Thonga, Zambezi Vâdisinde Nyanja, kuzeyde Maksa ve Yao, kuzeydoğuda ve kıyıda Swahili’dir. Resmî dil Portekizcedir.

Zambezi Nehrinin kuzeyinde Moravi, Yao, Makoe ve Lomue kabîleleri bulunur. Güney Mozambik’te ise Shona, Thoaga, Chopi ve Ngoni kabîleleri vardır.

Nüfûsun % 58’i putperest olup, kalanını Müslümanlar ve Hıristiyanlar meydana getirir.

Bütün eğitim kuruluşları devletin elindedir. Okullarda ülkenin tek partisi olan Frelimo’nun ideolojisi öğretilmektedir. Okuma-yazma oranı % 15 civârındadır.

Siyâsî Hayat

Ülkenin siyâsî hayâtına marksist bir parti olan Frelimo hâkimdir. Anayasa, bütün hükûmet kuruluşlarının Frelimo’ya tâbi olduğunu belirtir. Bunun başkanı otomatik olarak cumhurbaşkanıdır. Halk Meclisi, Frelimo’nun merkezî ve yürütme komitelerinden ve kabînedeki yardımcı bakanlardan ve eyâlet yöneticilerinden meydana gelir. İlâve olarak Frelimo her eyâletten iki temsilci ve ordudan üyeler seçer. Merkezî Komite de nüfûsun büyük çoğunluğunu temsil etmek üzere 10 vatandaş seçer. Mozambik en çok Tanzanya ile sıkı siyâsi bağlar kurmuştur.

Ekonomi

Mozambik ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanır. İşlemeye elverişli toprakların % 5’i ekilidir. Mahuncevizi, şeker ve pamuk başlıca ihraç ürünleridir. Ayrıca, çay; kurutulmuş hindistancevizi içi ve sisal de (bir çeşit elyaf) önemlidir. Bu altı mahsul Mozambik ihrâcatının % 60’ını teşkil eder. Büyük hindistancevizi, pirinç, buğday, mısır, yerfıstığı ve muz esas îtibâriyle iç tüketimde kullanılmak üzere yetiştirilir. Mozambik, dünyânın en çok mahuncevizi üreten ülkelerinden biridir. Bunun en büyük müşterisi Hindistan ve ABD’dir.

Sanâyi ürünleri her ne kadar millî gelirin % 10’unu meydana getiriyorsa da, 1960’tan beri arttırılmaktadır. Sanâyi esas îtibâriyle şeker, hindistancevizi, buğday ve pamuk gibi temel ürünlerin işlemesine tahsis edilmiştir. Çimento ve sun’î gübre fabrikaları iç ihtiyaçları karşılar. Komşu ülkelere ihraç için; demiryolu, araba ve makinaları îmâl eder. Başşehir Maputo’daki bir petrol rafinerisi, Güney Afrika Cumhûriyetine ve Swaziland’a petrol ihraç etmektedir.

Zembezi Nehri üzerindeki Cabora Bassa Barajı Afrika’nın en büyük hidroelektrik projesidir. 1969’da yapımına başlanan baraj 1974’de tamamlanarak bir milyar dolara mal olmuştur. Üretilen elektriğin çoğu, Güney Afrika’ya satılmaktadır.

Ülkenin demiryolu şebekesi, öncelikle kıyı ile iç kesim arasında yük taşımaya tahsis edilmiştir. Ana limanların herbiri (Maputo, Beria ve Nacola) komşu ülkelere uzanan demiryollarının uç noktasıdır. Esas îtibârıyla bu yollarda yapılan transit ticâret, Mozambik döviz gelirlerinin % 30’unu sağlar. Ülkeyi kaplayan demiryolu ağı, Mozambik’i iyi karayollarından mahrum bırakmıştır. Yolların yaklaşık % 10’u asfalttır. Bütün ana yollar, iç kesimi limanlara bağlar ve Beira-Maputo karayolu hâriç pek az iyi tali yol vardır.

MOZART, Wolfgang Amadeus

Avusturyalı besteci. Salzburg şehrinde 1756’da doğan Mozart, dört yaşındayken babasından müzik dersleri almaya başladı. Beş yaşında beste yaptı. Daha sonra babası ile birlikte Avrupa’nın bâzı şehirlerini dolaşarak konserler verdi. Avusturya’ya döndükten sonra besteci Weber ile karşılaştı. Weber’in kızı Constanze ile evlendi. Hayâtının bundan sonraki bölümü fakirlik içinde geçti. Nihâyet 1791’de 35 yaşındayken öldü. Hayâtı boyunca 20 opera, 52 senfoni, 40 lied, 50’den fazla konçerto, 70’ten fazla arya ve şarkı besteledi. Eserlerinden bâzıları: Saraydan Kız Kaçırma (1782), Don Giovanni (1787), Cosi fan Tutte (1790), Sihirli Flüt (1791).

MTA

(Bkz. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü)

MUALLİM CEVDET (İnançalp)

Eğitimci, yazar, kütüphâneci. 1883’te Bolu’da doğdu. Evkâf memuru Mehmed Said Efendinin oğludur. Dedesi Said Efendi, Niş’te bir tekke şeyhiydi. Âilesi 1877 Harbinden sonra Bolu’ya göçmüş ve Cevdet orada doğmuştu.

Muallim Cevdet, ilk ve ortaokulu Bolu’da, liseyi Kastamonu’da bitirdi. Bilâhare İstanbul’a gelerek Dârulmuallimîn-i Âliye Edebiyat Şûbesini birincilikle bitirdi. Bir müddet İstanbul Hukuk Mektebine gitti; daha sonra yatılı olarak İstanbul Erkek Muallim Mektebine girdi. Dârüşşafaka, Robert Koleji ve Şemsülmekâtib gibi özel okullarda öğretmenlik yaptı. Arapça, Farsça, Fransızca ve Almancayı kendi gayretiyle öğrendi. Arkadaşlarıyla Bakü’de bulunduğu sırada, bir öğretmen okulu açarak, Türk-İslâm maârifinin gelişmesine hizmet etti (1907). Burada Rusça ve Latinceyi öğrendi. Ahmed Ağaoğlu’nun gazetesinde, Türk milliyetçiliği konusunda yazılar yazdı. Pedagoji ve târih araştırmaları yaptığı sırada, Rus hükümeti tarafından sınırdışı edilince İstanbul’a döndü (1908). İkinci Meşrutiyet döneminde çeşitli okullarda ders verdi. Dârülmuallimîn’de pedagoji hocalığına başladı. Robert Kolejinde Türk dili ve târihi, İstanbul Erkek Lisesinde din dersleri öğretmenliğine getirildi (1925). Erenköy Kız Lisesinde Farsça, İstanbul Erkek Muallim Mektebi ve Gelenbevi Ortaokulunda târih ve coğrafya öğretmenliği yaptı. Sebepsiz sık sık görev değişikliği sağlığının bozulmasına yol açtı. Üzüntüsünden hastalandı ve iki yıl derslere devam edemedi. Raporunun bitiminde Başbakanlık Târih Evrâkı İnceleme Kurulu ile İstanbul Kütüphâneleri Tasnif Heyeti reisliğinde bulundu. Üç ay hasta yürüttüğü görevine daha sonra gidemedi. Maaşı kesildi ve işten çıkarıldı. Hastalığı arttı. 1935 senesinde 52 yaşındayken İstanbul’da vefât etti.

Muallim Cevdet hiç evlenmedi; kazancını kitaplarına ve ömrünü mesleğine verdi. Her hâliyle tam bir medenî şarklı idi. Doğu ve batı kültürüne âşinâ idi. Birçok fikir adamının eserlerini incelemiş, istifâde etmiştir. Cevdet’in millî ve dînî yönü ağır basardı. Milliyetin teşekkülünde dînin en büyük unsur olduğuna inanırdı. Robert Kolejinde öğretmenlik yaptığı sırada, Türk ve Müslüman öğrencilerin kiliseye götürülerek dînî âyinlerin ve duâların öğretilmesine karşı çıktı. Müslüman öğrencilerin kiliseye gitmesine mâni oldu. Onlara dînî, âhlakî ve târihî dersler verdi.

Muallim Cevdet’in Türk kültür hayâtına büyük katkıları oldu. Bunlardan en önemlisi Türk arşivciliğinin temellerini atmasıdır. Hayâtı boyunca târihî evrakların ve vesikaların kıymetini savundu. İstanbul Defterdarlığı Hazine Dairesindeki 400 sandık tutarındaki evrakın Bulgaristan’a satıldığını duyması üzerine derhal harekete geçerek Başvekil İsmet İnönü’ye, Türk Târih Cemiyetine ve Bulgaristan Türk Cemiyetine yazılar yazarak satışı durdurtmak istedi. Ancak 200 balyadan, 51 çuvalını iâde ettirebildi. Cevdet’in bu büyük azmi, kararlılığı ve medenî cesâreti; resmî evrakların korunmasını emreden bir nizamnâmenin hazırlanmasına sebep oldu (1934).

Muallim Cevdet’in diğer bir hizmeti; zengin kütüphânesini vakfetmesidir. El yazması dâhil, çeşitli dillerde 11.000 cilt kitap bıraktı. Bu kitaplar, bugün İstanbul Belediye Kütüphânesinin en zengin bölümlerinden birini meydana getirmektedir.

Eserleri:

Zamanımızda Usûl-i İnşâ ve Muhâbere (1925), Şehnâme (1928), Askerî Din Dersleri (1928), Spor Kuhu (1928), İbn-i Batuta’ya Zeyl (1932), Müderris Ahmed Naim (1935), Târihî Sözlük (ancak altı forması basılabildi).

Makalelerinden bir kısmı, Mektep ve Medrese adıyla kitap hâline getirildi (1978).

MUALLİM NÂCİ

Tanzimat devri şâir ve edebiyatçılarından. Dil, edebiyat, edebiyat târihi çalışmaları, tenkit ve tercüme sâhalarında Tanzimat döneminin şöhret kazanmış yazarlarından birisidir. Annesi, 1829 Türk-Rus Savaşı sırasında göç ederek İstanbul’a yerleşen Fatma Zehra Hanım, babasıAli Beydir. Nâci, ailesinin üçüncü çocuğu olarak 1850 senesinde dünyâya geldi. Tahsiline Fevziye Mektebinde başladı, Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi, kardeşiyle birlikte din bilgilerini öğrendi. Varna’da kalaycılık yapan dayısı Ahmed Ağa, bir sene sonra babasının vefât etmesiyle Nâci ve annesinin oraya yerleşmelerini temin etti. O târihlerde daha Varna sancağında rüşdiyelerin açılmamış olmasına rağmen, Nâci, yarım kalan tahsilini, Hâfız Mahmûd Efendiyle okuduğu Gülistan, Hâfız Dîvânı kitapları, Kavalalı Hüseyin Hocadan aldığı Telhis, Arapça, Komyono Efendiden aldığı Fransızca, Abdülhakim Efendiden aldığı hat dersleriyle devam ettirdi.

Varna Rüşdiyesinin açılmasından sonra muallim-i sâniliğe tâyin edilen Muallim Nâci, böylece edebiyat hayâtına atıldı. Bundan birkaç sene öncesine âit şiirleri de bulunmasına rağmen, yayınlanan ilk yazıları Rusçuk Tuna Gazetesi’nde basılan, okumanın faydalarını anlatan fıkralarıdır. Bunlardan birisi aynı zamanda İstanbul’da çıkan Basiret Gazetesi’nde de yayınlandı. Yine bu yıllarda gelişen bir özelliği de her fırsatta, târih düşen mısralar yazmasıdır.

Nâci, Varna mutasarrıflığından ayrılarak Tulçı’ya tâyin edilen Kürt Said Paşaya kâtiplik yapmak üzere buraya gitti. 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrasında yine bu paşayla birlikte Osmanlı Pazarı ve daha sonra da Tırnova’ya geçti. Saîd Paşanın İstanbul’a taşınması üzerine Nâci de annesiyle buraya gelerek Cibali’ye yerleşti. Bundan birkaç yıl sonra yine Said Paşayla Yenişehir’e gitti. Yenişehir’de yazdığı güzellik şiirleri ve diğer eserleri ile Mehmed Kemaleddin ve Avni Beyin takdirlerini kazandı. Aynı zamanda Cinayet Mahkemesi Kâtipliği de yaptı, ancak bu meslekten hoşlanmayarak İstanbul’a döndü. Yenişehir’de bulunurken Siirt mutasarrıflığı yapan Said Paşanın Anadolu müfettişi olmasıyla, Nâci de tekrar onunla seyahat etmeye başladı. Yolculuğu sırasında “Dicle”, “Şam-ı gariban”, “Nusaybin civârında bir vâdi” şiirlerini yazdı. 1881’de, yine Said Paşa ile Sakız’a gitti, burada gördüğü büyük bir zelzeleden ilham alarak “Feryad”, “Mehtab”, “Sakız’da Bir Harâbede Bir Sevdâ-zede”, “Kebister” ve “Serzeniş” şiirlerini kaleme aldı. Bu şiirler ve Tercümân-ı Hakikat’de imzasız veya çeşitli müstear isimlerle yayınlanan şiirleriyle bir noktada edebî şahsiyetini kazandı. Kişiliğini en çok etkileyen Celâleddîn-i Rûmî ve onun Mesnevi’sidir. Nâci’nin Sakız’daki seneleri hayâtının en sıkıcı ve bezgin noktalarından biridir. Burada yazdığı ve hayâtının mânâsızlığını, basitliğini anlatmış olduğu, başlıksız, “Nedir o nevha şu vîrânenin civârında” mısraıyla başlayan şiiri bunun en güzel ifâdesidir. Bir süre sonra Tercüman-ı Hakikat’ten ayrılan Nâci, Saadet ve Mürüvvet gazeteleri ile İmdad-ül-Midad mecmuasında çalıştı. Mekteb-i Sultânî ile Mülkiye ve Mekteb-i Hukukta hocalık da yaptı. Bir ara Recâizâde Ekrem ve Abdülhâk Hâmid ile gazete sütunlarında karşılıklı tartıştılar. 1887’den îtibâren edebiyat ve edebiyat târihi üzerindeki çalışmaları Mehmed Muzaffer mecmuasında yayınlandı. Nâci’nin en verimli çağı bu yıllardır. 1893’te İstanbul’da vefât eden Nâci, Sultan Mahmûd Türbesine defnolundu.

Sanatı ve şahsiyeti: Nâci edebiyatta eskiye bağlı, ancak yeniye karşı olmayan bir simadır. Şiir dışındaki eserleri lisan, edebiyat, edebiyat târihi, tenkid ve tercüme alanlarındadır. Gerçek şahsiyetini 35 yaşlarındayken bulmuştur. Nâci, Tanzimat devrindeki arayışların içinde edebî, resmî nesrin en açık, sâde, düzgün örneklerini ortaya koymuştur. Nesir dalında çok fazla eser vermiştir. Bunların önemlileri Sünbüle’nin üçüncü bölümü olan Ömer’in Çocukluğu isminin verildiği bir kitapta toplanmıştır. Nâci’nin çok kitap yayınlamasının sebebi, fakir olması ve geçimini bu yolla temin etmek zorunda kalmasıdır. Şiirde ise hakikat ve tabiîliğe bağlı, hayal ve mübalağaya açık, divan edebiyatı şâirlerinin şiire hâkimliğinden örnek alınan, garp edebiyatından da faydalanılan bir yol tâkip etmiştir. Ancak bilinen 440 manzumesinin sadece 35’i garp nazım şekilleriyledir. Diğerlerinde divan edebiyatı şekillerini kullanan Nâci, bu edebiyatı hakkıyla tatbik edebilen, mazmunları ustalıkla kullanabilen ve bu alanda düzgün eserler verebilen tek tanzimat şâiridir.

Nâci, zamânındaki şâirler gibi yeni şiirin rüzgarına kapılmayıp, daha çok eski şiirle ilgilenmiştir. Bu tutumu Recaizâde Mahmûd Ekrem’in şiddetli tenkitlerine yol açmıştı. Nâci bu tenkitlere Demdeme başlığını verdiği yazılarıyla karşılık verdi. Böylece aralarında şiddetli bir edebî tartışma başladı. Her iki şâir de daha çok bu yönleriyle tanınırlar. Aruzu ustaca kullanabilen Nâci, eski şiir tarafında görülürse de, yeni şiire karşı olduğu söylenemez. O yeni şiire değil, eski şiir muhalifliğine karşıdır.

Tercümeleriyse eserin aslını, aynen tercümesini ve açıklamalarını ihtivâ eden üçer bölümden müteşekkildir. Nâci’nin Hugo, Prodhomme ve Parny’den yaptığı manzum tercümeler, kendilerinin yeni akımlar ortaya koyduklarını iddia eden bâzı Tanzimat yazar ve şâirlerinin ona karşı cephe almalarına yol açmıştır. Bunun sebebi Nâci’nin onların birer kopyeci olduklarını söylemesi, vezin, edebî kâideler, üslup ve lisanda yaptıkları hatâları ortaya çıkarmasıdır.

Eserleri:

Âteşpâre (1883), Şerâre (1884), Sünbüle (1890), Yâdigar-ı Nâci (1896), Demdeme (1887), Yazmış Bulundum (1883), Muallim (1886), Ömer’in Çocukluğu, Tâlim-i Kıraat (Ders Kitabı), Osmanlı Şiirleri (On üç şâirin hayâtı ve şiirleri), Esâmî (850 İslâm büyüğünün ansiklopedik olarak anlatılışı).

İkinci Abdülhamîd Hana takdim ettiği Ertuğrul Bey Gâzi eserinin beğenilmesi üzerine Osmanlı Târihini yazmakla vazifelendirilmiş ancak ömrü buna yetmemiştir. Aynı zamanda usta bir hattât olan Nâci’nin bu alanda birçok eseri ve bir Kur’ân-ı kerîm yazması vardır.

MUAMMER KADDAFİ

Libya devlet başkanı. Liman şehri Site’ye yakın bir çölde 1942’de doğdu. Göçebe bir Berberî âilesine mensuptu. Babası ve amcası sömürgeciliğe karşı mücadeleden dolayı uzun süre hapiste kaldılar. İlk ve orta öğrenimini Sebra’da tamamladı. 1963’te Bingazi’deki Libya Üniversitesinden mezun oldu. Daha sonra Libya Askerî Akademisini bitirdi (1965). Ertesi yıl İngiltere’de altı ay Zırhlı Savaş Kursuna katıldı. 1969’da Libya Kara Kuvvetlerinde Yüzbaşılığa yükseldi.

Kaddafi, öğrencilik yıllarından îtibâren siyâsetle uğraştı. 1969 eylülünde “Özgür Subaylar Hareketi” adlı gizli örgütle birlikte askerî bir darbe sonucu kral İdris’in tahttan indirilmesinde büyük rol oynadı. Darbeden hemen sonra Albay rütbesi ile Libya Silahlı Kuvvetler Komutanlığı Devrim Komuta Konseyi başkanlığına getirildi. Kaddafi devrimden sonra ülkesinde Sosyalist bir rejim uygulamaya başladı. Dış politikada Arap ırkçılığına dayalı batı karşıtı bir rejimi benimsedi. İngiltere ve ABD’nin Libya’daki üslerini 1970’te kapattı. 1973’te Kültür Devrimi olarak nitelendirdiği bir hareket başlattı. Toplumsal ve siyâsî hayâtın bütün alanlarında yeni bir örgütlenmeye gidildi. 1977’de ülkenin resmî adı “Libya Arap Halk Cemâhiriyesi” olarak değiştirildi ve Devrim Komuta Konseyinin görevine son verildi. Genel Halk Kongresi Sekreterliğini üstlenen Kaddafi, 1979’da bu görevden çekildiyse de Devlet Başkanı olarak yönetimdeki etkisini devam ettirdi.

Kaddafi, İsrâil ile barış görüşmelerine karşı çıkarak, Red Cephesi diye bilinen sertlik yanlısı ülkelerle işbirliği yaptı. Diğer taraftan komşu ülkelerin iç işlerine karışarak, bâzı müdâhalelerde bulundu. Dünyânın çeşitli yerlerindeki şiddet yanlısı örgütlere destek sağladığını öne süren Reagan başkanlığındaki ABD yönetiminin baş hedeflerinden biri oldu. Halep, Libya Devlet Başkanlığını sürdüren Kaddafi’nin Yeşil Kitap adıyla yayınlanan üç ciltlik bir eseri vardır.

Kaddafî dînî bir tahsil görmedi. Yeşil Kitap’ta, konferans ve konuşmalarında dinde reform fikrini savundu. Kur’ân-ı kerîmden başka kaynak kabûl etmediğini söyleyerek bütün hadîs-i şerîfleri ve Müslümanların icmâlarını inkâr etti. “Buhârî, Müslim gibileri Arap değildir. Onların bize dînimizi öğretmeye hakları yoktur.” diyerek adı geçen ilim adamlarını münâfıklık ve zındıklıkla itham etti. Ülkesinde başörtülü hanımların sayısının gittikçe arttığını görünce kadın-erkek eşitliği dâvâsından hareketle kadınlara da askerlik yapma mükellefiyeti getirdi. Askere alınan hanımların askerî forma giymeleri ve başlarını açmalarını mecbur tuttu. Dünyâdaki bütün Ehl-i sünnet âlimleri ve sapık bir fırka olan Vehhâbî mensubu olanlar bile bu fikirlerine karşı çıkarak reddiyeler yazdılar. İslâm sosyalizmi sloganı ile uydurma bir yol tuttu ve komünist bir rejim uyguladı. Uyguladığı bu politikalar yüzünden ülkesinin milletlerarası siyâset sahnesinde yalnız bırakılmasına sebep oldu.