MORFOLOJİ

Alm. Morphologie, Formenlehre (f), Fr. Morphologie(f), İng. Morphology. Biyolojinin, mikro canlılar da dâhil olmak üzere, bitki ve hayvanların şekil ve yapılarıyla meşgul olan bir dalı. Canlıların gelişmelerini ayrı ayrı incelediği gibi, bütün olarak birbirlerine benzerliklerini ve farklılıklarını da araştırır.

Morfoloji ile meşgul olanlar, bitki ve hayvanların hassas bir şekilde sınıflandırılmaları için, çeşitli yollar takip ederler. Bunlardan birinde, vücuttaki uzvî simetri analiz edilir. Böyle bir çalışma pekçok bitki ve hayvanın küresel, ışınsal veya iki yönlü simetrilerden birine sâhip olduğu esasına dayanır. Meselâ basit bitki ve hayvanlardan bâzıları küresel simetriye sâhipken, mantar ve deniz yıldızları ışınsal simetri gösterirler. Bunların parçaları bir merkezsel eksenden çıkarlar. İnsan ve bâzı diğer yüksek hayvanlar iki yönlü simetriye sâhip olup, simetrik olan yarılardan meydana gelmiştir.

Morfolojik araştırmalar, en basitinden en mükemmeline kadar bütün canlılarda mevcut olan muntazamlığı, en ince teferruatına kadar göstererek, tesâdüf ve evrimin olamayacağını ispat etmektedir.

MORG

Alm. Leichenschauhaus (n), Fr. Morgue (f), İng. Morgue, mortuary. İçinde otopsi salonu, teşrih odası, cesetleri muhâfaza etmeye yarayan soğuk hava odası veya soğuk hava dolapları bulunan binâ veya binâ kısımları.

Her hastânede bu bölüm bulunur. Adlî tıp müesseselerinde çok geniş ve teşkilâtlıdır. Otopsi salonunda bir veya daha fazla, genellikle mermerden yapılan otopsi masaları vardır. Masanın bir kenarına yakın yerde su çıkış deliği bulunur. Otopsi için lâzım olan bistüri, makas, küvetler, formüllü nümune şişeleri gibi teçhizat ve lavabolar bu salonda bulunur. Gözle incelenen parçalar, gerektiğinde mikroskop altında da incelenir. Ayrıca doku parçaları nümuneleri, gerekli merkezlere formol içinde gönderilebilir.

Adlî olaylarda, şüpheli ölümlerde, bâzı bulaşıcı hastalıklarda otopsi yapılmaktadır. Patoloji mütehassısı, adlî makam temsilcileriyle birlikte ceset üzerinde yapılan otopsi ile ölüm sebebini araştırır.

MORİNA (Gadus callarias)

Alm. Kabeljau (m.), Fr. Morue (f.), İng. Cod. Familyası: Mezgitgiller (Gadidae). Yaşadığı yerler: Soğuk denizlerde yaşar. Atlantik ve Kuzey Denizinde boldur. Özellikleri: Sivri başlı, yumuşak yüzgeçli yırtıcı bir balık. Alt çenesinde sarkan bir bıyığı vardır. 1,5 metre boyunda, 40 kg ağırlıkta olanlara rastlanır. Eti yenir ve karaciğerinden balık yağı çıkarılır. Çeşitleri: Birçok ırkı vardır. Küçük morina, mavi morina, yeşil morina meşhurlarıdır.

Soğuk denizlerde sürüler hâlinde dolaşan gezici balıklar. Çoğunlukla 1,5 metre boyunda 40 kg ağırlıktadır. 500 metre derinlere iner. Kumlu diplerde ve kayalar arasında sürü hâlinde dolaşarak avlanır. Balık, kurtçuk ve yumuşakçalarla beslenir. Yalnız üremek için kış aylarında sâhillere sokulurlar. Türkiye denizlerinde morina balığı yoktur. Atlantik ve Kuzey denizinde boldur.

Morina, ortaboy balıklardandır. Başı ve karnı büyük, kuyruk yüzgeci kısa ve çenesinin altında da uzun bir bıyığı vardır. Erginleri mavi veya yeşil renklidir. Üzeri kahverengi benekli, karın kısmı beyaz, iri bir balıktır. Çeşitli ırkları bulunur. Norveç ve İzlanda sularında avlanan küçük morina bunların önemlilerindendir.

Morina balıkları kış aylarında ürer. Yumurta verimleri fazla olup, bir metre boyuna erişmiş bir morinadan 9 milyon civarında yumurta çıktığı tesbit edilmiştir.

Dünyâda en çok Batı Avrupa denizlerinde eti, yağı ve yumurtası için büyük balıkçı gemileriyle yılda 30-40 milyon civarında morina balığı avlanılmaktadır. Dünyâca meşhur balıkyağı, morina balıklarının karaciğerinden elde edilir. Ayrıca eti kurutulduğu veya tâze olarak yenildiği gibi konserve olarak da değerlendirilir.

MORİTANYA

DEVLETİN ADI

Moritanya İslâm Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Nouakchott

NÜFÛSU

2.108.000

YÜZÖLÇÜMÜ

1.030.700 km2

RESMÎ DİLİ

Arapça, Fransızca

DÎNÎ

İslâm

PARA BİRİMİ

Ouguiyya

Afrika’nın kuzey batısında, Afrika Sahrasının batısından Atlas Okyanusuna kadar uzanan, çöllerle kaplı bir ülke.

Târihi

Moritanya târihinin, 4. yüzyılda kuzeyden gelen ve bugünkü Moritanya topraklarına yerleşen Berberîlerle başladığı kabul edilir. Zenet ve Şanhaca kabîlelerinin de bu topraklara gelerek Berberîlerle birleşmesi ile Moritanya güçlenmeye başladı. Gana İmparatorluğuna son verildi ve Fas işgâl edildi. Bu arada bölgeye gelen Müslüman Araplar, Moritanya idâresini ele geçirdiler. Böylece 11. yüzyıl başlarından îtibâren Moritanya halkı İslâmiyetle şereflenmiş ve İslâmiyetin yayılmasına çalışmışlardır.

Daha sonra Portekizliler, İspanyollar, Hollandalılar, İngilizler ve Fransızlar sırasıyla buraya saldırarak talan ettiler. En son olarak 1904 yılında Fransız emperyalizmi Moritanya’yı sömürge îlân etmiş ve Müslüman halkı 1958 yılına kadar ezmiştir. Bu târihte Müslümanlar Moritanya İslâm Cumhuriyetini kurdular. Fransa, iki yıl daha zulmüne devâm etti. Moritanya halkı, nihâyet 1960 yılında tam bağımsızlığını elde ederek, Fransızları memleketlerinden kovdular. Devlet Başkanlığına getirilen Maktar Ould Daddah, Batı Sahra’nın bağımsızlığı için mücâdele eden gerillalara karşı başarılı olamayınca 1978’de Albay Mustafa Ould Salek askerî darbe ile başa geçti. Ertesi sene yerine Yarbay Muhammed Mahmud Ould Louly geçti. Aynı sene Polisario gerillaları ile anlaşma imzâlandı. 1980’de Moritanya, Taris el-Gharbia bölgesindeki haklarından vaz geçince bölge Fas’a bağlandı. 1980’de Devlet Başkanlığını üstlenen Yarbay Muhammed Khovna Ould’un yönetimi sırasında, İslâmiyete dayalı hukuk sistemi benimsendi ve kölelik kaldırıldı. 1984’te Albay Muaouya Old Sidi Ahmed, kansız bir darbe ile yönetimi ele geçirdi. Sidi Ahmed’e karşı 1987’de darbe girişimi başarısızlıkla netîcelendi. 1989’da siyah-beyaz mücâdelesi şiddet hareketlerine dönüştü. Bu mücâdele Senegal’e sıçrayınca iki ülke arasında sınır savaşı oldu ve diplomatik ilişkiler kesildi. 1991’de Başkan Sidi Ahmed 13 senedir devam eden askerî yönetime son veren bir kânun çıkardı. 1992’de ilk çok partili seçimler yapıldı. Aynı yıl Moritanya ile Senegal arasında yeniden diplomatik ilişki kuruldu.

Fizikî Yapı

Afrika’nın batısındaki büyük çıkıntıda yer alır. Kuzeyinde Fas, kuzeydoğusunda Cezayir, güneyinde Senegal, doğu ve güneyinde Mali ile komşudur. Batısı Atlas Okyanusu ile örtülüdür. Yüzölçümü 1.030.700 km2dir. Bu toprakların % 70’i çöldür. Kuzeydoğu ve güneybatı istikâmetinde geniş bir düzlük hâlinde uzanan Moritanya toprakları, dört büyük yayladan meydana gelir. Bunlar; Adrar, Tagant, Afollé ve Assaba yaylalarıdır. Doğu bölgesi, Affolé Yaylası dâhil genellikle düzlüktür. Yer yer kum tepelerine rastlanır. Güneyde Assaba bölgesi yarı çöldür. Batıda Adrar Yaylasında en yüksek yer ancak 5000 metreye ulaşır. Ülkenin tek nehri adını aldığı Senegal Devletiyle olan sınırı çizer. Kıyılar umûmiyetle düz ve girintisiz çıkıntısızdır.

İklim

Ülkenin doğusu Büyük Sahra Çölünün bir bölümü ile kaplı olduğu için çöl ikliminin, batısı ise umûmiyetle Atlas Okyanusunun tesiri altındadır. Kıyı bölgeleri ve Assaba Yaylası yumuşak Okyanus iklimine ve verimli topraklara sâhiptir. Kuzeyde Adrar Yaylasında yıllık yağış ortalaması ancak 110 mm iken güneyde bu rakam 640 mm’ye ulaşır. Sıcaklık ortalaması yaklaşık olarak bölgelere göre kış aylarında O°C ilâ 38°C ve yaz aylarında 16°C-50°C arasındadır. Gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok yüksektir. Gece O°C olan sıcaklık gündüz 38°C’ye kadar çıkabilmektedir. Senegal Nehri boyunca uzanan nemli bölgede ise sıcaklık ortalaması 24 ilâ 35°C’dir.

Tabiî Kaynakları

Sıcak ve kurak bir ülke olan Moritanya’nın bitki örtüsü çok zayıftır. Yarı çöl olan güney bölgeler cılız bitki ve çalılıklarla örtülüdür. Tamâmen çöl olan kuzey ve doğu bölgelerinde ise ancak seyrek akasya ve dikenlere rastlanır.

Yeraltı kaynakları, özellikle demir, bakır iridyum ve titan mâdenleri bakımından zengindir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Moritanya nüfûsu 2.108.000’dir. Bunun % 42’ye yakın bölümü çok genç olup, 15 yaşın altındadır. Toplam nüfusun % 70’lik büyük bir bölümünü Moors (Berberîler), % 15’ini Halphoolloren ve % 15’ini ise Fulbe, Wolof ve Bombarlar gibi çeşitli yerli kabileler teşkil eder. Nüfus yoğunluğu kilometre kareye 1.6 kişidir. Daha çok başşehir Nouakchatt ile Senegal Nehri arası bölgeler kalabalıktır. Halkın çoğu tarım, hayvancılık ve çiftçilikle uğraşır.

Coğrafî açıdan hem kuzey hem de alt Sahra Afrikasına bağlı olurken, kültür bakımından da hem beyaz Ortadoğu’ya hem de siyah Afrika’ya dâhildir. Bir yandan Arap Zirvesi üyesi, diğer yandan da Afrika Birliği Teşkilâtı üyesidir. Etnik yapısı karışık olduğu gibi dil açısından da zenginliğe sâhiptir. Resmî dil Arapçadan başka Fransızca da konuşulur. Arapçanın değişik Hassani lehçesi yaygındır. Ayrıca her kabilenin kendilerine âit yerli dilleri mevcuttur. İnsanları kuvvetli bir hâfıza ve iz sürme kâbiliyetine sâhiptir.

Hemen hemen tamâmı Müslüman olan halkın büyük bir bölümü Mâlikî mezhebindendir. İslâmiyet, Moritanya sosyal hayatında çok tesirli olup, halkın birlik ve berâberliğini sağlamaktadır.

Halkın büyük bir bölümü göçebe olduğundan dolayı okuma yazma oranı düşüktür. Yetişkin nüfus gözönünde tutulursa, okuma yazma oranı % 20’dir. Eğitim ve Öğretim dili Arapça ve Fransızca’dır. Ülkede 3 Yüksek okul vardır. Ayrıca dış üniversitelere öğrenci gönderilmektedir.

Siyâsi Hayat

Moritanya 1960 yılında bağımsızlığını kazandı. İdâre şekli İslâm Cumhûriyetidir. Moritanya yedi idâri bölgeye ayrılır. Devlet Başkanı ve 70 üyeli Millet Meclisi beş yıllığına seçilir. 19 Aralık 1980’de îlân edilen anayasa taslağına göre, çok partili demokratik düzene geçmiştir. Fakat, seçimlere hâlen tek parti listesiyle, Moritanya Halk Partisi girmektedir. Aynı anayasa Cumhurbaşkanlığı süresini altı yıla çıkarmış milletvekili süresini dört yıla düşürmüştür. Cumhurbaşkanı, meclis çoğunluğu içerisinden bir başbakan seçer ve bunu meclis onaylar.

Ekonomi

Nüfûsun % 87’si tarım, hayvancılık ve balıkçılıkla geçinir. Bununla beraber bu alanlardan elde edilen toplam millî hâsıla payı son yıllarda % 33’e düşmüştür. Darı ve sorgrum en önemli ürünlerdir. Tarım, güneyde özellikle Segenal Nehri Vâdisinde yapılmaktadır. Hurma, patates, mısır, pirinç ve kauçuk diğer ürünlerdir. Ayrıca hayvancılık ve balıkçılık çok önemlidir.

Mineral kaynaklarının gelişmesi ile, kişi başına gelirde Batı Afrika ülkeleri içerisinde önde gelmeye başladı. Bunlardan en önemlisi demirdir. Ayrıca tungusten, petrol, uranyum, fosfat, fypsum ve bakır diğer önemli mâdenleridir.

Son yıllarda çelik endüstrisi, petrol rafinerileri ve elektrik enerji üretimi önemli ölçüde artış göstermiştir.

Moritanya’daki mevcut demir-rezervlerinin işletilmesi ile 1960 ve 1976 yılları arasında, Moritanya ihrâcâtı, sekiz kat artış gösteren ithâlâta mukâbil, on bir katlık bir artış göstermiştir. Fakat daha sonraları yıllık ihrâcâtı düşmüş ve ithâlâtı ise yükselmiştir. Daha çok Fransa, Belçika, İspanya, İtalya, Japonya ve İngiltere ile ticârî münâsebetleri vardır. En önemli ihraç ürünleri arasında demir, bakır, balık ürünleri, hayvan ürünleri, canlı hayvan, tuz ve hurma yer alır. Kişi başına yıllık millî gelir 490 dolar civârındadır (1993).

Ülkede ulaşım çok ilkel karayolu ve 675 km’lik demiryolu ile sağlanır.

MORMONLAR

Alm. Mormone (m), Mormonin (f), Fr. Mormon (e) (m,f), İng. Mormon. Hıristiyanlığın, âhir zaman azizleri kilisesine bağlı mezhep mensupları. Jon Smith tarafından 1831 yılında Amerika’da kuruldu. Temel felsefelerini Mormon Kitabı ile yayarlar. İncil’in, Allahü teâlânın kitabı olduğuna ve “Allah, Îsâ ve Rûhül-Kudüs” teslisine inanırlar. Ruhbanlık yoktur. Çok evliliğe taraftardırlar. Evliliğin ölümle bitmeyip, devâm ettiğine inanırlar. Amerika’nın her eyâletinde ve yabancı ülkelerde teşkilâtları vardır. (Bkz. Hıristiyanlık)

MORS (Odobenus rosmarus)

Alm. Walross, Fr. Mors, İng. Walrus. Familyası: Morsgiller (Odobenidae). Yaşadığı yerler: Kutup denizlerinde ve Kuzey Atlantik Okyanusunda. Özellikleri: İri gövdeli bir memeli. Boyu 3-4 m, ağırlığı 1000-1500 kg kadardır. Üst köpek dişleri aşırı uzamıştır. Çeşitleri: İki türü kalmıştır. Atlantik morsu (O. rosmarus), Pasifik morsu (O. obesus)

Soğuk denizlerde yaşayan iri gövdeli, yüzgeç ayaklı bir memeli. En çok Kuzey Buz Denizinin yüzen buzları ile kayalık kıyılarında barınır. Boyu 4,5 m, ağırlığı 1000-1500 kg kadardır. Karada, yüzgeç ayakları ile güçlükle sürünür. Çok iyi yüzer, 30 metreden daha derinlere dalabilir. Soğuk ve fırtınalı zamanlarda yüzen buzlara çıkar. Karaya çıktıklarında güneşin sıcaklığı ile kan damarları genişlediğinden pas kırmızı renkte görünürler.

Gerçek foklar gibi bunlarda da dış kulak görülmez. Küçük kanlı gözleri vardır. Hem erkek hem de dişi bireylerin üst çenelerindeki köpek dişlerinin uzamasından oluşan birer çift tos dişi bulunur. Dişler, yavru dört aylıkken çıkmaya başlar. Uzunlukları erginlerde bâzan bir metreyi aşar. Bu dişlerden biblo gibi süs eşyâları yapılır. Gelişmemiş olan diğer küçük dişler ise, kabuklu yumuşakçaları ezmeye yarar. Her iki eşeyde fırça gibi sert bıyıklar bulunur. Vücut gri renkte sert ve kırışık bir deriyle örtülüdür.

Uzun ön dişleriyle diplerden kopardıkları midye, tarak gibi yumuşakçalarla beslenirler. Yumuşakça kabuklarını arka dişleriyle kırar ve etle beraber yutarlar. Yiyecek bulamadıkları zaman fok yavrularını ve diğer mors yavrularını da yerler.

Morsların koku alma duyuları keskindir. Arka yüzgeç ayaklarını öne getirebilirler. Erkekler binlerce fertten hâsıl olan gruplar hâlinde yaşarlar. Dişi ve yavrular ayrı gruplar hâlindedir. Kışın daha güneylere göç ederler. Sâkin yaratılışlı olmalarına rağmen kızdırıldıklarında veya tehlike karşısında gürültülü sesler çıkarır, kutup ayısı ve kâtil balinaya karşı uzun dişleriyle kendilerini savunurlar. Toplu böğürtüleri birkaç kilometreden duyulur. Dişi, on bir aylık bir gebelik sonucu nisan veya mayısta bir yavru doğurur. Yavrusunu bir yıl kadar sütle besler. İki yaşında yavru yalnız yaşamaya başlar.

Derileri, yağları, etleri ve dişleri için avlanırlar. Eskimolar morsun yağ ve etlerini yer, derisinden elbise, kemiklerinden çeşitli âletler yaparlar. Yavru ve anne birbirine çok düşkündür. Anası öldürülen yavru anasının ölüsünü terk etmez. Yavru öldürüldüğü taktirde, ana, yavrusu için gözyaşı döker. Ölü yavruyu ön yüzgeçleri ile kaparak suyun derinlerine dalar. Morsun en büyük düşmanı kutup ayısı, kâtil balina ve insandır. Kıymetli dişleri için bol avlandığından soyları tükenme tehlikesi içindedir.

MORS ALFABESİ

Alm. Morseealphabet (n), Fr. Alphabet (m) Morse, İng. Morse alphabet, Morse code. Harf, sayı ve noktalama işâretlerinin gönderilmesinde ve alınmasında kullanılan çizgi ve noktalardan ibâret olan alfabe şekli. 1840’ta Amerikalı Samuel F. B. Morse ve yardımcısı Alfred Vail tarafından elektrikli telgraf haberleşmesinde kullanılmak üzere geliştirilmiştir. Başarılı olarak 1920’ye kadar kullanılmıştır. Daha sonra aynı maksatla değişik alfabeler de ortaya atılmıştır. İlk defâ ABD’de Baltimore ve Washington arasında 1844 Mayısında kullanılmış ve ilk iletilen mesaj, İncil’den yaratıcının büyüklüğünü bildiren bir cümle olmuştur.

1851’de Mors alfabesi standartlaştırılarak milletlerarası şekle getirilmiştir. Mors alfabesi özellikle, deniz ulaşımında, radyo, telgrafta, hareketli vâsıtaların haberleşmesinde ve ışıkla karşılıklı haberleşmede kullanılır. Ancak, uyduların uzak mesafeler için bile ses haberleşmesini mümkün kılması, alfabenin eski önemini zayıflatmıştır.

MORSE, Samuel Finley Breese

Amerikan sanatkâr ve kâşifi. İyi bir ressam olup, ilmî araştırmalar da yapardı. Kendi ismiyle bilinen Mors alfabesinin bulucusudur. 27 Nisan 1791 senesinde Charlestown’de doğup, 1872’de New York’ta öldü.

On dokuz yaşında Yale Üniversitesinden mezun oldu. Londra’ya gidip döndükten sonra portre çizimi revaçta olduğu için ağırlığını portreye verdi. Eski Millet Meclisi (The Old House of Represantatives), Louvre Galerisi (The Gallery of The Louvre), Herkülün Sonu (The Dying Hercules) en meşhur tablolarıdır.

1826 senesinde Millî GüzelSanatlar Akademisinin kurulmasında rol oynadı ve ilk başkanı oldu. 1832 senesinde New York Üniversitesi Resim ve Heykel Bölümü Profesörlüğüne getirildi. Telgraf çalışmalarına başlayınca portre çizimine ara verdi.

Morse’un mekanik araştırmalara merakı genç yaşlarında başlamıştır. 1832 senesinde yaptığı okyanus seyâhatinde, Charles Thomas Jackson’un elektrikle ilgili son gelişmeleri anlatması üzerine, New York Üniversitesinde elektromanyetik konularında öğrendikleri konular, kafasında elektrikli telgraf fikrini doğurdu. Morse’un elektrikli telgrafı, bir elektrik devresinde bobinin bir kolu çekmesi ile rulo kâğıdı üzerine izler bırakması esasına dayanıyordu. Kısa ve uzun çekmeler, kısa ve uzun izler bırakıyordu. 1835 senesinde başlayan bu çalışmalarına destek bulmak için Avrupa devletlerine başvurularda bulundu. Ancak bir netice elde edemedi. Bunun üzerine arkadaşı Chamberlain’i İstanbul’a gönderdi. Onlar ilme ve ilim adamlarına fevkalade destek veren Osmanlı ülkesinden çok ümitliydiler. Nitekim Chamberlain İstanbul’da büyük bir ilgi ve destek gördü. Fakat elindeki âlet henüz pek ilkel bir vaziyetteydi. Bu sebeple âleti Viyana’da iyi bir işçilikle tekrar yapmak ve ondan sonra pâdişâha takdim etmek üzere geri döndü. Ancak Tuna Nehri yoluyla Viyana’ya hareket eden Chamberlain’in gemisi yolda batarak beş arkadaşı ile birlikte öldü. BöyleceOsmanlı Devletinde telgraf kurulması için yapılmak istenen birinci teşebbüs sonuçsuz kalırken, Sultan Abdülmecîd Han, bu yoldaki ilerlemeleri yakından tâkip etmeye devam etti. Nitekim, âlet üzerinde çalışan Morse’u tebrik ederek bir de murassâ nişan gönderdi. Bu konuda Morse:

“Sultan Abdülmecîd, bu nişanı ve tebrikiyle keşfimin değerini anlayan Avrupalı ilk büyük insan oldu.” demiştir.

Morse, ilk elektrikli telgraf denemesini 1844 senesinde Washington ile Baltimore arasına 65 kilometrelik bir hat çekimiyle yaptı. Osmanlı Devleti ilk defâ 1855 senesinde Kırım Savaşı esnâsında Morse telgraf sistemini kullanmıştır. (Bkz. Telgraf)

MOSKOVA

Rusya Federasyonu’nun başşehri. Rusya’nın batı kesiminde yer alır. Dış sınırlarını kabaca Moskova Çevreyolu’nun çizdiği yaklaşık 1000 km2lik bir alanı kaplar. Siyâsal konumuyla târih boyunca önemli bir rol oynayan Moskova halen ülkenin en büyük şehri ve önde gelen sanâyi, kültür, bilim ve eğitim merkezidir. Nüfûsu 9 milyon civârındadır.

Avrupa Rusyası’ndaki geniş ovanın ortasında yer alan Moskova, Volga’ya dökülen Oka’nın bir kolu olan Moskova Irmağının geçtiği sığ bir vâdide kuruludur.

Moskova’da Atlas Okyanusundan gelen ılıman batı rüzgârlarının bir ölçüde yumuşattığı bir kara iklimi hâkimdir. Kışlar uzun ve soğuk, yazlar ise kısa ve serin geçer. Ocak ve Temmuz ortalama sıcaklıkları sırasıyla -10 ilâ 18°C dir.

Ülkenin en gelişmiş ve en yoğun nüfuslu kesimini meydana getiren Merkezî Ekonomik Bölgenin merkezi olarak sanâyide birinci sırada yer alır. Başşehir olarak taşıdığı idârî öneme rağmen, şehrin hizmet sektörünün istihdam içindeki payı oldukça düşüktür. Toplam işgücünün yarıdan fazlasını genellikle dokuma ve gıdâ sanâyilerinde çalışan kadınlar meydana getirir.

Şehrin önde gelen sanâyi dalları metal işleme ve makine yapımıdır. Diğer önemli sanâyi ürünleri arasında dokuma ve giyim eşyâsı, kimyevî maddeler, gıdâ, ayakkabı ve ağaç işleri sayılabilir.

Şehiriçi ulaşım metro, otobüs, tramvay ve troleybüs gibi toplu taşıma araçlarına dayanır. Banliyölere ulaşımı Moskova Küçük Çevre Demiryolu ile Moskova Metropoliten Alanı Çevre Demiryolu sağlar.

Çok sayıda eğitim kurumu toplanmıştır. En önde gelen yüksek öğretim kurumu Moskova Devlet Üniversitesidir. Şehirde ayrıca belirli sahalarda uzmanlaşmış birçok eğitim kurumu da vardır. Bunların en tanınmışları Moskova Tmiryazev Tarım Akademisiyle Çaykovski Devlet Konservatuvarıdır.

Moskova adının geçtiği ilk târihî kayıt 1147’den kalmadır. Bugün Kremlin’in bulunduğu yerde 1156’da savunmaya yönelik ilk toprak ve ahşap tahkimatın inşâ edilmesinden sonra Vladimir-Suzdal Prensliğinin en önemli şehirleri arasına giren Moskova, büyük Moğol istilâsı (1236-1240) sırasında yakıldı. Rus Ortodoks Kilisesi metropoliti 1326’da merkezini Vladimir’den Moskova’ya taşıdı. Moskova büyük prensleri zamanla çevredeki Rus prensliklerini de kendilerine bağladılar.

Moskova 15. yüzyılın ikinci yarısında, birleşik bir Rus Devletinin kurulması döneminde tartışmasız siyâsal merkez durumuna geldi.

1712’de I. Petro’nun başşehri Petersburg’a taşımasının Moskova üzerindeki olumsuz etkisi fazla sürmedi. Napoleon’un 1812’deki Rusya Seferi sırasında şehir Fransız kuvvetlerinin işgâline girdi ve binâların üçte ikisinden fazlası harap oldu. Savaştan sonra şehir yeniden îmâr edildi. 1917’de Şubat Devrimiyle birlikte şehirde işçi ve asker sovyetleri kuruldu. Ekim Devriminde, kısa bir çarpışmanın ardından Moskova Bolşeviklerin denetimine girdi. Lenin 1918 Mart’ında Sovyet hükümetini Moskova’ya taşıdı. Moskova’nın başşehir oluşu 30 Aralık 1922’de resmen onaylandı.

Sovyet iktidarının pekişmesini tâkip eden yıllarda Moskova geniş çaplı yatırımlarla ülke sanâyisine öncülük etti. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Rusya’ya giren Alman kuvvetleri 1941 sonlarında Moskova’nın dış mahallerine kadar ilerledi. Savaş sonrasında şehrin onarımı kısa sürede tamamlandı.

1991’de Sovyetler Birliği dağılınca Moskova Rusya Federasyonu’nun başşehri oldu.

MOSKOVA ANTLAŞMASI

İstiklâl Harbi esnâsında TBMM hükûmeti ile SSCB hükûmeti arasında 16 Mart 1921 târihinde yapılan antlaşma.

Rus Çarlığı, 1917 İhtilâliyle yıkılınca, 7 Kasım 1917’de komünistler idâreyi ele almışlar, fakat dünyâ kamuoyunda yalnız kalmışlardı. Sovyet Sosyalist Cumhûriyetler Birliği, siyâsî müttefik arıyordu. Yeni idâreyi dış dünyâya tanıtıp, taraftar toplamak istiyordu, İstanbul ve Ankara’ya da temsilci gönderip propaganda yaptırıyordu.

Dünyâ kamuoyundaki siyâsî yalnızlıkları TBMM ile SSCB’yi birbirine yaklaştırdı. TBMM, Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı muhârebe cepheleri açabilmek için, doğu cephesinde barışı temin ederek, buradaki komuta kademesini; asker, teçhizât, silah ve mühimmâtı batıya sevketmek istiyordu. Doğu Anadolu’dan Ermeniler atılıp, 2 Aralık 1920’de imzâlanan Gümrü Antlaşması ile Sürmeli Sancağı(Tuzluca, Iğdır, Ardahan) kurtarıldı. İran ve Çıldır arasındaki bugünkü Kars ili hudut kesildi.

Sovyet Dışişleri Bakanı ve Komiseri Çiçerin’in verdiği nota ve bunu tâkibeden devrede Sovyet Devlet Başkanı V. Lenin’in TBMM Başkanı Mustafa Kemâl Paşaya gönderdiği mektup, iki yeni hükümetin arasındaki anlaşmazlıkları kaldırdı.

TBMM adına Yusuf Kemâl ile Dr. Rızâ Nur beyler ve Moskova Büyükelçisi Ali Fuad Paşa; SSCB hükûmetinden de Dışişleri Bakanı ve Halk Komiseri Çiçerin, Karahan ve Celâl Korkmazof, Moskova’da bir araya gelerek on altı asıl, üç ek madde olarak hazırlanan antlaşmayı imzâladılar (16 Mart 1921).

Buna göre; Ruslar, Misâk-ı Millîyi tanıyacaklardı. Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasındaki antlaşmaların ve kapitülasyonların kaldırılması kararlaştırıldı. Kars ve Ardahan Türkiye’ye bırakıldı. Türkçe okuyup yazmaları, mektep, basın-yayın ile Türk kültürüne bağlı kalmaları şartıyla, Batum Gürcistan’a Nahçivan Âzerbaycan’a bırakıldı. Antlaşma 22 Eylül 1921’de yürürlüğe girdi.

Moskova Antlaşmasıyla TBMM ve SSCB arasındaki birçok siyâsî ve hukûkî meselenin halledilmesi hedef tutuldu. İstiklâl Harbi esnâsında bu durumdan sonra, Doğu hudutları emniyet altına alınarak, bütünüyle Batı Cephesine dönüldü.

MOSSAD

İsrâil Devletinin beş istihbârat teşkilâtından biri. İbrânice tam adı Mossad Merkazi Le-Modiin U-Letafkidim Meyuhadim (Merkezî İstihbârât ve Güvenlik Enstitüsü)dir. Mosad olarak da yazılır.

1951 senesinde câsusluk, istihbârât toplamak ve yabancı ülkelerde gizli operasyonlar düzenlemek gibi faaliyetler için kurulan Mossad, başta Arap ülkeleri olmak üzere yabancı ülkelere pekçok gizli ajan gönderdi.Yahûdî ırkının ikbâli için her türlü yollara başvurdu. Gizli ajanlar vâsıtasıyla İsrâil’in düşmanlarına ve başka ülkelerde yaşayan Nazi Savaş Suçlularına gizli operasyonlar düzenledi. Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çok sayıda Filistinli liderin öldürülmesi Mossad Teşkilâtı tarafından yürütüldü.

Mossad Teşkilâtının kurucusu ve 1963’e kadar başkanı olan İsserHarel, teşkilâtın profesyonelleşmesinde büyük rol oynadı. İsrâil’in en önemli istihbârât teşkilâtı olan ve doğrudan başbakana bağlı olan MOSSAD ABD ve İsrâil ortak çıkarlarını korumak için ABD gizli haber alma teşkilâtı CİA ile işbirliği yapmaktadır. Bilhassa İslâm ülkelerinde düzenledikleri ortak çalışmalarla iç kargaşalıklara ve kardeşin kardeşe vurdurulmasına sebep olmaktadırlar. Müslümanların bu çalışmalar karşısında uyanık ve akıllı hareket etmeleri, her türlü tertip ve tahrikten uzak olmaları gerekmektedir.

MOSTAR KÖPRÜSÜ

Bosna-Hersek Cumhûriyetinin Mostar şehrinde Neretva Nehrinin üzerinde 1566 senelerinde Osmanlılar zamânında Mîmar Sinân tarafından yapılan dünyânın sanat bakımından en müstesnâ taşköprüsü.

Kânûnî Sultan Süleyman zamânında Osmanlı Devleti sınırları içine giren Bosna-Hersek’te câmi, medrese, kervansaray ve köprü gibi mîmârî değeri yüksek pekçok eser yapılmıştır. Kânûnî Sultan Süleyman tarafından Mîmar Sinan’a Neretva Nehri üzerine yaptırılan “Mostar Köprüsü” de bunlardan biridir. Yapım harcında yumurta ve keçi kılı kullanılan köprü, tek kemerli iki ayak arası 28.59 metre genişliğinde olan hilâl şeklindeki köprünün yüksekliği 20 metredir. Taş korkulukları arasındaki genişlik 4.05 metredir. Üst döşemesi düz olmayıp kademelidir. Bu özelliğiyle köprüden yayalar ve arabalar rahatlıkla geçebilmektedir. Zamanla köprünün üst ve diğer kısımlarında bâzı değişiklikler yapılmıştır. Mostar Köprüsü, “Büyük Köprü” ismiyle de bilinmektedir.

427 yıl boyunca depremlere, sellere ve İkinci Dünyâ Savaşına direnerek İslâm dîninin ve Osmanlının sembolü olan hilâli, beş asırdır Avrupa’nın ortasında bütün mîmârî zarâfet ve güzelliğiyle koruyabilen köprü, iç savaşa yenik düştü. Hırvatlar’ın Bosna’ya yardım götüren bütün yolları ve köprüleri devreden çıkarma plânı gerekçesiyle Mostar Köprüsü de 9 Kasım 1993’te bombalandı ve Neretva Nehri sularına gömüldü. Böylece Hırvatlar burada sâdece taştan yapılmış bir köprüyü değil, asırlardan beri buradan geçen milyonlarca insandan geriye kalan hâtıralarla, pekçok mîmâra ilhâm kaynağı olan bir sanat eserini de yok ettiler. Avrupa topraklarında Müslümanlara ve İslâmî eserlere tahammül edemeyenler Haçlı zihniyetiyle her şeyi ortadan kaldırma gayretindedirler. Kendi târihî eserlerinin korunmasında gâyet insânî davrananlar, İslâmî eserlere karşı gaddar, barbar ve hâin olmaktadırlar.

Mostar Köprüsünün yıkılışı Bosna’daki savaşın hiçbir sınır ve kural tanımayışını ortaya koymaktadır. Fakat asıl önemli olan sanat için çırpındığını îlân eden milletlerin susması ve bunu yıkan bir kavmin kendi memleketini bile düşünmekten âciz oluşudur. Bunlar uygarlık adına barbarlık yapan, geleceği olmayan, hissiz, sanat zevkinden mahrum milletlerdir. Bundan sonra eski kartpostallarda kalacak olan Mostar Köprüsü günün birinde yeniden inşâ edilse bile, köprüyü yıkanlar târih karşısında barbarlıklarını gizleyemeyeceklerdir (1993).

MOTİF

Alm. (künstlerisches) Motiv (n), Fr. Motif (m), İng. Pattern, motif. Sanat eserleriyle süsleme işlerinde tekrar eden veya kendi başlarına ayrı ayrı bir grup meydana getiren şekillerin her biri.

Herhangi bir eserin temel fikri ile müzik parçalarında bestekârların kullandığı nağmeler topluluğu da bu isimle anılmaktadır.

Güzel sanatlar dalında, bir biçimin, bir grubun, genellikle bir manzaranın konusunun tekrar ve devam etmesi motif bilgisiyle mümkündür. Resimcilik ve süslemecilik sanatında bir bütünün değişik yönlerinin çizilmesi o bütünün motiflerini meydana getirir. Bu motiflerin değişik tarzda ve yönde birleşmesiyle de çizilmek istenen eserin bütünü ortaya çıkar.

İlk asırlardan beri bu şekilde var olan motifçilik sanatı, Osmanlılar zamânında süslemecilikle birleşerek zirveye ulaşmıştır. Câmilerin kubbe ve tavanlarında; saray, kasr ve köşklerin salon ve odalarının süslenmesinde motif sanatının ulaştığı ileri seviye açık olarak görülmektedir.

MOTOKROS

Alm. Moto-Cross (n), Fr. Moto-cross (m), İng. Moto-cross. Normal yolların dışında, engebeli, son derece iniş-çıkışların bulunduğu yörelerde, motosikletle yapılan yarış. İlk defâ 20. asrın başlarında İngiltere’de başlayan yarışlar, günümüzde Avrupa’da çok yaygın bir hâldedir. Motokros yarışları 40 dakika veya daha kısa süreli olmak üzere iki devrede yapılır. Motokros yarışları milletlerarası Motosiklet Federasyonunun (FIM) denetim ve gözetiminde yapılmaktadır.

Yarış yapılacak yerler bayraklar ve özel işaretlerle belirlenir. Bu güzergâh pekçok tehlikelerle doludur. Bir ilâ üç mil uzunluğunda olan yol boyunca son derece pürüzlü inişli-çıkışlı, tümsekli bataklık engeller vardır. Çıkış yerinde toplanan yarışçılar çok kalabalık ise ayrı gruplar hâlinde yarışırlar. Başlangıç bayrak sallama veya ışıklı sinyalle olur. Yarışçı tâkip edeceği güzergâhtan ayrılırsa, ayrıldığı noktaya gelip, yarışa devâm edebilir. Yarış esnâsında müsâbıklar birbirlerini tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunamazlar. Bitiş çizgisine ilk gelen müsâbakayı kazanmış olur. Müsâbakalara katılan tekli motorlar 125 cc, 250 cc, 500 cc olmak üzere üç cinstir. Motorun önüne ve yanına yarış numaraları konur.

Motor sürücüleri, başa koruyucu başlık, ceket ve pantalon, uzun çizme, beli ve dizi koruyucularla eldiven giyerler.

MOTOR

Alm. Motor (m), Fr. Moteur (m), İng. Motor, engine. Herhangi bir enerjiyi, mekanik enerjiye çeviren makina. Kullandığı enerjiye göre değişik isimler alırlar: Su ile çalışan hidrolik motorlar, hava ile çalışan hava motorları, elektrik enerjisiyle çalışan elektrik motorları, ısı enerjisiyle çalışan içten yanmalı ve dıştan yanmalı motorlar gibi. Fakat, bunların içinde, motor deyince akla gelen, elektrik motorları ile içten yanmalı motorlardır. (Bkz. Elektrik Motoru)

İçten yanmalı motorlar: Yanmanın, makinanın içinde vukû bulduğu motorlardır. Buhar türbini gibi makinalarda ise yanma dışarda olmaktadır. Bugün kullanılan başlıca içten yanmalı motorlar, benzin motorları, dizel motorları ve gaz türbinleridir.

Benzin motorları: Otto çevrimi diye anılan termodinamik bir çevrime göre çalışırlar. Aynı güçteki dizel motorlarına göre daha hafif ve daha küçük hacimlidir. On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Otto, Langer ve Beau de Rochas tarafından bulunup geliştirilmiştir. Çok değişik kullanma yerleri olmakla beraber daha ziyâde otomobiller için îmâl edilmektedir.

Benzin motorunun çalışma prensibi, bir silindir içinde yakılan gazların genişleyerek, yine silindir içindeki bir pistonu itmesi ve pistonun bu hareketinin, bir krank-biyel mekanizması ile dönme hareketine çevrilmesidir. Silindir sayısı, kullanma yerine göre değişmektedir. Çimen biçme makinalarında tek silindirli motorlar kullanılırken, silindir sayısı, otomobillerde genellikle 4 veya 6, uçaklarda 28 olmaktadır. Benzin motorları iki zamanlı veya dört zamanlı olabilir. Tam bir çevrim için krank mili, iki zamanlı motorlarda 360°, dört zamanlı motorlarda 720°döner.

İki zamanlı motorlar: Bu motorlarda piston, silindir içinde en üst noktada (üst ölü noktada) iken birinci zaman başlar. Bu anda silindir içinde sıkıştırılmış gazlar ateşlenmiştir. Yanma neticesinde, bir ısı enerjisi ortaya çıkar. Bu ısı ile sıcaklığı yükselen gazlar hızla genişler ve pistonu alt ölü noktaya doğru iterler. Piston, alt ölü noktaya doğru giderken, silindirin yan yüzlerine açılmış olan eksoz ve emme kanallarının önünden geçer ve bunları açar. Piston önce eksoz kanalının üst noktası hizasına gelir. Bu noktadan sonra, silindir içindeki yanmış gazlar eksoz kanalından dışarı çıkmaya başlar. Daha sonra emme kanalının üst noktası hizasına gelen piston, içeriye benzinle hava karışımı olan tâze gazların girmesini sağlar. Tâze gazlar, silindir içine girerek, yanmış gazları süpürür ve hâlâ açık olan eksoz kanalından dışarı atarlar. Bu arada piston alt ölü noktaya ulaşır ve birinci zaman (strok) sona erer. İkinci zamanda piston, alt ölü noktadan geri gelmeye başlar. Önce emme kanalını kapatır. Silindir içine tâze gaz girişi durur. Fakat eksoz kanalı da kapanıncaya kadar geçen müddet zarfında bir miktar tâze gaz da dışarı atılmış olur. Eksoz kanalı da kapandıktan sonra sıkıştırma başlar. Piston gazları sıkıştırarak üst ölü noktaya yaklaşırken bujiler vasıtası ile ateşleme yapılır. Tekrar birinci zaman başlar. Birinci zaman genişleme, eksoz ve süpürme; ikinci zaman ise süpürme, eksoz ve sıkıştırma zamanıdır. Böylece bir iş çevriminde piston, üst ölü noktadan alt ölü noktaya bir kere gidip geri gelmiştir. Teorik olarak aynı büyüklük ve ağırlıktaki iki zamanlı motorlar, dört zamanlı motorlardan iki kat daha güçlüdürler. Fakat yanmış gazlarla tâze gazların yer değiştirmesi istendiği gibi sağlanamadığından pratikte bu kadar güç farkı görülmemektedir.

Dört zamanlı motorlar: Bu motorlarda bir iş çevrimi için piston, üst ölü noktadan alt ölü noktaya iki defâ gidip gelir. Bu motorlarda, iki zamanlı motorlarda piston tarafından açılıp kapanan emme ve eksoz kanallarının yerini, silindirin üst kısmındaki emme ve eksoz süpapları almıştır. Bu süpaplar, hareketlerini eksantrik milden (kam milinden) alırlar.

Yine piston üst ölü noktadayken birinci zaman başlar. Birinci zaman boyunca emme süpabı açık, eksoz süpabı kapalıdır. Piston alt ölü noktaya ininceye kadar silindir içine, benzinle havanın karışımı olan tâze gazlar girer. Piston alt ölü noktaya indiğinde emme süpabı da kapanır.

Bundan sonra başlayan ikinci zamanda piston alt ölü noktadan üst ölü noktaya kadar giderek silindir içindeki gazları sıkıştırır. Piston, üst ölü noktaya yaklaşırken, termodinamik bakımdan en elverişli bir zamanda ateşleme başlar. Ateşleme, elektrikî bir şerâre ile benzin-hava karışımının yakılması şeklinde cereyan eder. Piston üst ölü noktaya gelince ikinci zaman da bitip üçüncü zaman başlar.

Üçüncü zamanda ısınarak basıncı yükselen gazlar, pistonu kuvvetle iterler. Bu zaman, gazlardaki enerjinin mekanik enerjiye çevrildiği zamandır. Piston, alt ölü noktaya indiğinde, gazların enerjisi de minimuma iner ve eksoz süpapı açılır.

Böylece başlayan dördüncü zaman, yanmış gazların eksoz süpabından atılma zamanıdır. Piston, üst ölü noktaya geldiğinde tekrar birinci zaman başlar.

Demek ki dört zamanlı bir motorda sırasıyle emme, sıkıştırma, genişleme (iş) ve eksoz strokları (zamanları) birbirini tâkip eder.

Benzin motorlarında akaryakıt techizatı, depo, yakıt pompası, karbüratör veya püskürtme pompasından müteşekkildir. Benzin motorlarında silindire gönderilen benzin-hava karışımı genellikle bir karbüratörle sağlanır. Sâdece uçak motorlarında yakıt enjeksiyonu (püskürtülmesi) usülü kullanılmaktadır.

Karbüratörün başlıca kısımları hava kelebeği, venturi lülesi, ana ve yardımcı yakıt memeleri, gaz kelebeği ve şamandıra kabıdır. Karbüratörün çalışma prensibi, silindir içine giden havanın, beraberinde, şamandıra kabından benzini de emerek götürmesidir. Motorun, her türlü şart altında daha emniyetli çalışması için karbüratöre bâzı ilâveler yapılır. Bunlar, yol verme, rölânti, ekonomi, azâmî güç ve ivme tertibatlarıdır.

Benzin motorlarında ateşleme genellikle bataryalı sistemle yapılmaktadır. Bataryalı ateşleme sistemi, batarya, kontak anahtarı, endüksiyon bobini, devre kesici, kondansatör, distribütör ve bujiden teşekkül eder. Otomobil motorlarındaki bataryalar daha çok 6 ve 12 voltluk, tayyare motorlarındaki bataryalar ise 24 voltluktur. İndüksiyon bobini bataryadan gelen akımın 6, 12 veya 24 voltluk gerilimini 10.000 ilâ 20.000 volta yükseltir. Bu akımı, ateşleme sırasına göre silindirlere taksim etmek, distribütörün vazifesidir. Distribütörde, elektrik akımını düzenlemek için bir de kondenser bulunur. Elektrik şerâresinin (arkının) meydana geldiği bujiler ise ortada bir elektrot ve bunun dışında bir çelik döküm parçadan meydana gelir. İkisi arası porselenle izole edilmiştir.

Benzin motorlarında ateşleme için manyetolu sistem de kullanılabilir. Bu sistemin prensibi de aynıdır. Yalnız burada batarya yerine bir jeneratör bulunur. Manyetolu ateşleme sistemleri daha emniyetli bir ateşleme temin ettiği için, çok silindirli ve yüksek devirli motorlarda bakımı daha kolay olduğu için de ziraat makinalarının motorlarında kullanılır.

Dizel motorları: Diesel çevrimi diye anılan termodinamik bir çevrime göre çalışırlar. 1895 yılında Alman Rudolf Diesel tarafından bulundu. Benzin motorlarına göre daha ağır ve büyük hacimlidirler. Daha çok kamyon, lokomotif, gemi gibi ağır vasıtalarda ve traktör gibi hızdan çok bakım kolaylığı ve emniyetin önemli olduğu hâllerde tercih edilirler. Fakat, dizel yakıtının, benzine göre daha ucuz olması sebebiyle son senelerde bütün dünyâda otomobiller için de tercih edilir duruma gelmişlerdir.

Dizel motorlarının çalışma prensibi de benzin motorlarının aynıdır. Aradaki başlıca fark; benzin motorlarında sıkıştırılan benzin-hava karışımı buji ile ateşlenirken dizel motorlarında silindir içinde sıkıştırılıp, sıcaklığı yükselen hava içine yakıt püskürtülür. Ayrıca bir ateşleme yapılmaz. Sıkıştırılan havanın sıcaklığı o derece yükselmiştir ki, içerisine püskürtülen yakıt kendiliğinden yanmaya başlar.

Dizel motorları da benzin motorları gibi iki veya dört zamanlı olabilir.

Dizel motorlarında yakıt-hava karışımı, silindir içinde teşekkül etmektedir. Yâni, benzin motorlarında olduğu gibi silindirden evvel yakıt-hava karışımını sağlıyacak bir karbüratöre ihtiyaç yoktur. Silindir içine alınıp sıkıştırılarak sıcaklığı 450-600°C’ye kadar yükselen hava içine, takriben 0,1-0,5 mm çapında ince bir delikten, 1400 kg/cm2ye kadar çıkabilen basınç altında yakıt püskürtülür. Püskürtülen yakıt, silindir içindeki hava akımları sebebiyle sıcak havaya iyice karışır ve buharlaşır. Havaya karışan yakıt, bu yüksek sıcaklıkta kendiliğinden tutuşup yanmaya başlar. Her püskürtmede silindire verilen yakıt miktarı, motor gücüne tesiri dolayısıyla önemlidir. Dizel motorlarında yakıt, silindir içine, çeşitli tiplerde püskürtme pompaları vasıtası ile gönderilmektedir.

Wankel motoru: 1954’te Alman Felix Wankel’in geliştirdiği bu motorun özelliği benzin ve dizel motorlarında olduğu gibi gidip-gelme hareketi değil de doğrudan doğruya bir dönme hareketi yapan pistonundadır. Böylece bir gidip-gelme hareketinin dönme hareketine çevrilmesi problemi ortadan kaldırılmıştır. Diğer bir fark ise, üçgen şeklindeki piston 360° dönerken üç defâ ateşleme yapılabilmektedir. Wankel motoru da Otto çevrimine göre çalışır. Motor hacmi, diğer benzin motorlarına göre daha küçüktür.

Gaz türbini: İkinci Dünyâ Harbinde jet uçakları için geliştirilen gaz türbini, 1960’lı yılların sonlarında, küçük pervaneliler dışında bütün uçaklarda kullanılmaya başlandı. Gaz türbini, uçak pervanesini çeviriyorsa buna turbaprop, hızla püskürtülen bir gaz akımı sağlayarak ortaya çıkan itme kuvvetiyle uçağı hareket ettiriyorsa, turbojet ismi verilmektedir. Gaz türbinleri uçaklar ve bâzı harp gemileri dışında henüz yaygın olarak kullanılmamakla birlikte, yakın gelecekte kamyon, otobüs ve otomobillerde de geniş bir tatbikat sahası bulması beklenmektedir. Bu gelişmeyi zorlaştıran tek sebep mâliyetinin yüksekliğidir. (Bkz. Gaz Türbini)