MOMENT

Alm. Moment (n), Fr. Moment (m), İng. Momentum. Fizikte (mekanikte), kuvvetin döndürme etkisi. Bir kuvvetin bir noktaya veya eksene göre momenti; kuvvet ile kuvvetin noktaya veya eksene olan dik uzaklığının çarpımına eşittir. F, kuvveti; d, kuvvetin noktaya olan dik uzaklığını ve M, momenti göstermek üzere; M= F.d şeklinde ifâde edilir.

F kuvvetinin A noktasına göre momenti saat ibrelerinin yönünde olmaktadır.

Kuvvet vektörel bir büyüklük olduğu için moment de vektörel bir büyüklüktür. Yâni momentin yönü ve şiddeti mevcuttur. Yönü, saat ibrelerinin dönme yönünün aynı veya tersidir.

Bir sistemin dengede olabilmesi, yâni hareketsiz kalabilmesi için iki şart gerekir:

1. Sisteme tesir eden kuvvetlerin vektörel toplamı (bileşkesi) sıfır olmalıdır:  

= O ¾ ¾ ¾ >   1+ 2+ 3+ … = O

2. Sisteme tesir eden kuvvetlerin herhangi bir noktaya göre momentlerinin vektörel toplamı sıfıra eşit olmalıdır.

  = O ¾ ¾¾ >   1 + 2 + 3 + … = O

  Bir kuvvet çiftinin toplam momenti, bu kuvvetlerden biriyle aralarındaki mesâfenin çarpımına eşittir.

Dönen cisimlerde ise eylemsizlik (atalet) momenti söz konusudur.

Eylemsizlik (atalet) momenti: Bir eksen etrafında dönen cismin eylemsizlik momenti, cismin kütlesi(m) ile dönme mesâfesi yarıçapı (r) karesinin çarpımına eşittir. (I= m.r2)

Bir sistemin herhangi bir eksene göre eylemsizlik momenti, o sistemi teşkil eden bütün kütleciklerle bunların eksene olan uzaklıkları kareleri çarpımlarının toplamına eşittir.

  I=∑  m.r 2= m 1r 1 2+ m 2r 2 2+ m 3r 3 2

Bâzı geometrik cisimlerin eylemsizlik momentleri:

1. Kütlesi m olan ince bir çemberin merkezinden geçen eksene göre Eylemsizlik momenti (E.MO)

I=m.r2

2. Çember kalın ise iç ve dış yarıçapların karelerinin toplamı hesaba girer.

      1      

 I = ¾  m(r 1 2+ r 2 2) olur.

      2

  3. Merkezinden geçen bir eksen etrafında dönen kürenin eylemsizlik momenti:

      2      

 I = ¾  m.r 2dir.

      5

MOMENTUM

(Bkz. İmpuls)

MONAKO

DEVLETİN ADI

Monako Prensliği

BAŞŞEHRİ

Monako-Ville

NÜFÛSU

 31.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

 1.81 km2

RESMÎ DİLİ

Fransızca ve Monakoca

DÎNİ

Katolik

PARA BİRİMİ

Fransız frankı

Akdeniz kıyısında veFransa’nın güneydoğusunda yer alan küçük bir prenslik.

Târihi

Bilinen ilk târihi, Fenikelilerle başlamaktadır. Fenikelilerden sonra ülke Romalılar tarafından işgâl edildi, kısa bir süre tekrar Fenikelilerin eline geçtiyse de bundan sonra 9. yüzyıla kadar Romalıların işgâlinde kaldı.

Onuncu yüzyıl başlarında prenslik hâline geldi ve Rainer I, Monako’nun ilk prensi oldu. Fakat Monako, 1848 yılına kadar, çoğunlukla İspanya ve Fransa entrikalarıyla dolu, kargaşalıklara şâhit oldu. Nihâyet 1861’de Fransa tarafından himâye altına alındı. 1922 yılında Prens Louis tahta geçti. Bunu, torunu Rainer tâkip etti. Bunun zamânı, Monako’nun gelişme ile kalkınma için başlangıç dönemi oldu. 1956 yılında Amerikan sinema artisti Grace Kelly ile evlenen Rainer III tahtını 1958’de oğlu Albert’e bıraktı. Uzun yıllar bağımsızlıktan mahrum yaşayan Monako, Grimaldi Sülâlesinin mücâdelesi sonucu Fransa’ya katılmaktan kurtulmuş ve bağımsız bir prenslik olarak günümüze kadar gelmiştir.

Fizikî Yapı

Akdeniz kıyısında yer alan bu küçük prensliğin sınırları, üç taraftan Fransa topraklarıyla çevrilidir. Yüzölçümü 1,81 km2 olup, dünyânın, Vatikan ve Maldiv’den sonra toprak bakımından en küçük ülkesidir.

Monako başlıca üç bölgeye ayrılır: Monako Ville, La Condamine ve Monte Carlo. Genellikle orta seviyede yükseklikte topraklara sâhip olup, çoğunlukta yayla görünümündedir. Ayrıca bir dördüncü bölge olarak kabûl edilen Fourthville bölgesinin bir kısım toprakları denizden kazanılmıştır.

İklim

Monako, diğer Akdeniz kıyısı ülkesi gibi Akdeniz iklimi tesiri altındadır. İklim genellikle bütün yıl hemen hemen aynı mevsimde geçer. Bol yağışlar ülkeyi yeşil bir örtüyle kaplamıştır. Yazları sıcak, kış ise oldukça ılık geçmektedir. Monako, sâhip olduğu bu mûtedil iklimi sebebiyle önemli bir turizm ülkesidir.

Tabiî Kaynakları

Monako tabiî kaynakları bakımından fazla zengin bir ülke değildir. İklimin bir özelliği olarak bütün yıl boyunca devâm eden yağışlar sebebiyle ormanlık alanlar oldukça fazladır. Bundan başka önemli sayılabilecek tabiî kaynakları mevcut değildir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Monako nüfûsu yaklaşık 31.000 civârında olup, bunun sâdece 1/6’sı ülkenin asıl yerlileri olan Monegoskilerden meydana gelir. Nüfusun çoğunluğunu iseFransız asıllı Monakolular teşkil eder. Bunun yanı sıra İngiliz, İtalyan, İsveç ve Belçikalı küçük gruplar da mevcuttur.

Monako her ne kadar Akdeniz kıyısı ülkelerinden ise de, insanları Akdeniz insanlarının özelliklerini pek taşımazlar. Halk, hayâtı bir takım zevkler ve eğlenceler peşinde geçirme meylindedir. Kumar salgın bir hastalık olup, bundan kurtulan pek az Monakolu vardır. Erkeklerin gayri meşrû âile hayâtı yaşamaları, âile bağlarının çok zayıf olması, Monako’nun geleceğini tehlikeye düşürmektedir. İstatistikî rakamlara göre ülkede doğum oranı binde 8,2 iken, ölüm oranı binde 12,3’tür. Bu sonuç nüfûsun giderek azalmasıyla tehlikenin yaklaşacağını göstermektedir.

Monako yerleşme merkezleri son derece lüks olup, hepsi birer kumarhâne yuvasıdır. Bunlardan Monte Carlo, dünyada kumarın en çok oynandığı bölgedir.

Monako’da halktan vergi alınmamakta ve askerlik hizmeti mecbûri değildir. Çünkü Monako’nun ordusu yoktur. Her türlü sosyal hakların tanındığı bu ülkede okuma-yazma oranı % 99’dur. Her ne kadar resmî dil Fransızca ile de, halk çoğunlukla İtalyanca-Fransızca karışımı olan Monako yerli dilini konuşur.

Siyâsî Hayat

Fransızlarla 1918’de imzâladığı Versaille Antlaşması ile bağımsızlığını garanti altına alan Monako, meşrûti bir hükümdarlıkla yönetilir. Âileden verâset yoluyla intikal eden hükümdarlık Monako Devletinin en yüksek organıdır. Ülkenin Devlet Başkanı olan Prense, Fransız vatandaşı olmak şartı ile bir Devlet Bakanı yardım eder. Ülkenin yönetiminde önemli ölçüde söz sâhibi olan, Millî Konsey 18 üyeli olup, 5 yılda bir seçilir. Ayrıca Prensin tâyin ettiği 7 üyeli Hükûmet Konseyi, kendisine yönetimde yardım eder. Kânunlar Millî Konseyin onayından sonra geçerli olabilir. Anayasayı değiştirme yetkisiyse yine Millî Konseye ve Prense verilmiştir.

Ekonomi

Monako’nun parfüm, süs eşyâsı, kozmetikler ve keyif verici tüketim maddeleri hâricinde gelir sağlayacak başka bir sahası mevcut değildir. Ülkenin en önemli gelir kaynakları ise bütün yıl boyunca eksilmeyen turistler, eğlence yerleri ve kumarhânelerdir. Monako’nun her mevsim mûtedil olan iklimi, yemyeşil bitki örtüsü ve güzel tabiat manzarasının yanında spor karşılaşmaları, araba yarışları, sosyal ve kültürel faâliyetlerin yaygınlığı turistleri kendisine çekmektedir.

Monako, kozmetikler, kimyevî maddeler, cam ve seramik eşyâ, hassas âletler ve plastik eşyâ dışındaki ihtiyaçlarını Fransa ve diğer komşu ülkelerden temin eder.

Ulaşım imkânlarının büyük bir bölümü Fransız demiryollarınca karşılanmaktadır. Ülkeden geçen ticârî vâsıtalardan alınan transit vergisi (aktarma vergisi), devlet hazînesi için önemli bir gelir kaynağıdır. Monako Fransız para sistemini kullanmaktadır.

MONARŞİ

(Bkz. Devlet)

MONDROS MÜTÂREKESİ

Birinci Dünyâ Savaşı sonunda Osmanlı Devletiyle Îtilâf Devletleri arasında imzâlanan mütâreke (30 Ekim 1918). Eylül 1918’e gelindiğinde savaşın Türkiye ve müttefikleri için kaybedildiği kesin olarak anlaşılmıştı. Nitekim Bulgaristan 29 Eylülde ve Almanya da 4 Ekimde ABD’ye başvurarak barış istediler. Bu durumdaOsmanlı Devletinin de yapacağı başka birşey kalmamıştı. Güneyde İngiliz kuvvetleri Anadolu sınırına dayanmış, batıda Bulgaristan’ın çekilmesiyle Makedonya cephesi çökmüş ve İstanbul doğrudan İtilaf Devletlerinin tehdidi altına girmişti. Bu şartlar altında Türkiye de 5 Ekimde mütâreke için ABD Başkanı Wilson’a başvurdu. Türkleri tarihinin en büyük felâketine götüren Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki Hükümeti istifâ etti (8 Ekim). 14 Ekimde İzzed Paşa başkanlığında yeni bir hükümetin kurulmasından sonra Osmanlı Devleti ile Îtilâf Devletlerini temsil eden İngiliz Amiral Calthorpe arasındaki barış görüşmeleri Limni Adasının Mondros Limanında başladı (27 Ekim 1918). Görüşmelerde Türkiye’yi, Bahriye Nâzırı Rauf (Orbay) Bey başkanlığında Hâriciye Nezâreti Müsteşarı Reşat Hikmet ve Miralay Sadullah Bey temsil etti.

Görüşmelerin başlamasıyla birlikte Calthorpe önceden hazırlamış oldukları bir metni Osmanlı delegelerine okudu. Calthorpe, Osmanlı Hükümetinin bu metni imzâlamaktan başka çâresinin bulunmadığını, aksi takdirde Îtilâf Devletlerinin askerî harekâtı sürdürerek daha ağır barış şartları ileri sürebileceğini söyledi. Türk delegelerinin çabalarına rağmen mütâreke şartları İngilizlerin istediği şekilde gerçekleşti ve 30 Ekim 1918’de imzâlandı. Yirmi beş maddelik bu mütâreke ile Türkiye her bakımdan tesirsiz ve etkisiz bir hâle getirildi. Mütârekenin en ağır şartları şunlardı:

1. Karadeniz’e geçişi sağlamak için Boğazlar açılacak ve geçiş güvenliğini sağlamak üzere Çanakkale ve İstanbul boğazlarındaki istihkâmlar müttefiklerce işgal edilecektir.

2. Osmanlı sınırındaki bütün mayın tarlaları taranacak ve bunların kaldırılmasına yardım edilecektir.

3. Sınırların korunması ve âsâyişin sağlanması için gerekli sayıda askerî kuvvetin fazlası terhis edilecek ve bunların techizatı Îtilâf Devletlerine teslim edilecektir.

4. Güvenlik görevlisi küçük gemiler dışında bütün Osmanlı donanması teslim edilecek ve donanma Osmanlı limanlarından dışarıya çıkmayacaktır.

7. Îtilâf Devletleri güvenliklerini tehlikeye düşürecek olayların patlak vermesi durumunda başka stratejik nokta ve bölgeleri işgâl etme hakkına sâhip olacaktır.

10. Hükümet haberleşmeleri dışındaki bütün telsiz, telgraf ve kablo istasyonları da Îtilâf Devletlerince denetlenecektir.

16. Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı orduları en yakın Îtilâf kuvvetlerine teslim edilecektir.

24. Vilayât-ı Sitte’de (Altı vilayet: Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbekir, Sivas, Bitlis) karışıklık çıkarsa, Müttefikler bu illerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdir.

Mondros Mütârekesinin uygulanışı, şartlarından daha sert bir biçimde cereyan etti. Îtilâf Devletleri mütârekenin 7. maddesine dayanarak keyfi hareketlerle Osmanlı Devletini parçaladılar. Antlaşma şartlarını çoğu zaman kendi istekleri doğrultusunda yorumlayarak hareket ettiler. Bu durumda Türk milleti istiklal ve bağımsızlığını korumak üzere harekete geçti.(Bkz. İstiklâl Harbi)

MONGO

(Bkz. Firavunfâresi)

MONGOLİZM

Alm. Mongolismus (m), Fr. Mongolisme (m), İng. Mongolism. Zekâ geriliği ve bâzı bedenî kusurların berâber görüldüğü bir hastalık. Down sendromu veya trizomi 21 gibi isimleri de vardır. Bir kromozom sapmasından yâni, yirmi birinci kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunmasından ileri gelir. Bu yüzden mongoliyenler 47 kromozoma sâhiptirler. 600 doğumda bir görülebilir. Genellikle yaşlı annelerin çocuklarında ortaya çıkmaktadır. Yakın akrabâ evlilikleri de bu hastalıkta önemli rol oynar.

Bu hastaların boyları kısadır, enseleri düz ve kalındır, gözleri çekik ve birbirinden uzaktır, gözün burundan yana tarafında epikantus veya üçüncü göz kapağı denen bir deri kıvrımı bulunur. Dil, kalın ve pürtüklüdür; bâzan aralıklı duran dudakların arasından dışarı sarkar. Burun küçük ve yukarı kalkıktır. Zayıf bünyelidirler, çabuk hastalanırlar, çoğu zaman kalplerinde de bir kusur vardır. Çocuk ancak 3-5 yaşında konuşur. Ergenlik çağında ses bozuklaşır, çatlak çıkar, cümleler zor kurulur. Elleri kısa, toplu ve yumuşaktır, el ayasında bir tek bükme çizgisi vardır. Bunlarda “Kronik Myeloid Lösemi” denilen bir kan kanseri çeşidi beyin küçüklüğü, göz mercek kusurları ve katarakt, sinir bozuklukları, zekâ gerilikleri, bağışıklık sisteminde aksaklıklar, beyinde Alzheimer hastalığındaki gibi dejenerasyon belirtileri ve bunama çok görülür.

Eğitimin rolü çok mühimdir. Elverişli olanlara okuma, hattâ yazma öğretilebilir. Doğuştan bir hastalık olduğu için tedâvisi mümkün değildir.

MONİLİYAZİS

Alm. Monilia (f), Fr. Candidose (f), İng. Candidosis. Candida türü mantarlar tarafından yapılan, insan vücudunda çok çeşitli yerlere yerleşebilen bir mantar hastalığı. Hastalık yapan çeşitli candida türleri içinde en çok rastlanılanı, Candida Albicans’tır. Mantar, yerleştiği vücut bölgesine göre değişen iltihabî belirtilere sebep olur.

İltihabın başlangıcında, epitelde şişme meydana gelir. Bunu, epitel hücreleri arasında mantar sporcuklarının toplanması ve mantar misellerinin (dallanmış şekillerinin) ortaya çıkması takip eder. İlerleyen zamanla birlikte yaralar belirir ve iltihap giderek derinleşir.

Moniliyazis, hayâtın ilk aylarından beri insanın karşılaşabildiği bir enfeksiyondur. Süt çocuklarında rastlanan şekline pamukçuk denir ve ağızda beyaz lekelere sebep olur. Bu lekemsi zarlar kolayca kalkar ve altlarının kırmızı olduğu görülür. Yine küçük çocuklarda ve daha büyük yaşlarda görülen bir şekli de dudak köşelerine yerleşir ve yalama (perlèche) adını alır. Özellikle yaşlı ve şeker hastası kadınların edep yerlerinde yerleşen moniliyazis, kaşıntı ve akıntıyla çok rahatsız edici bir hastalıktır.

Deri moniliyazisi birkaç şekildedir. Deri kıvrımlarında, tırnaklarda ve saçlı deride yerleşebildiği gibi nâdir vakalarda mantar, bütün deriyi hastalandırabilir. Yaptığı bozukluk kızarık bir lekeden su toplamış şekillere ve akıntılı sivilcelere kadar değişir.

Moniliyazis, bunlardan başka fazla sık olmamak şartıyla vücudun diğer sistemlerini de tutabilir. Solunum sisteminde bronşit ve zatürrelere, bâzan zatülcenpe (akciğer zarı iltihabı), sindirim sisteminde daha çok ishallere sebep olur. İdrar yollarında ve böbrekte iltihap, özellikle mesane iltihabı yapabilir, ancak bunlar çok nâdirdir ve daha çok ağır antibiyotik tedâvilerinden sonra görülür. Candidalar bundan başka kalbe yerleşip endokard denilen iç zarı iltihaplandırabilirler. Bu, daha çok kalp kapaklarını döşeyen zarda rastlanan bir olaydır.

Moniliyazisin tedâvisi, günümüzde etkili mantar ilâçları sâyesinde kesin, fakat sabır isteyen bir iştir. Clotrimazole (canesten) ve nystatin (mycostatin) gibi ilâçlar hekim kontrolünde uygulanır. Tedâvi sonucu çoğu zaman yüz güldürücüdür. Sistem moniliyazislerinde, ağızdan alınan antimantar ilâçlar kullanılır.

MONT BLANC

Kafkaslardan sonra Avrupa’nın en yüksek noktasının bulunduğu dağ. Devamlı karlı olması sebebiyle “Akdağ” anlamına gelen Mont Blanc denilmiştir. Alp sıradağlarının üzerinde, Fransa-İtalya ve İsviçre’nin sınır noktasında bulunur.

Mont Blanc’ın en yüksek zirvesi 4810 metredir. 4000 metrenin üzerinde dokuz zirvesi daha vardır. Güneydoğu etekleri İtalya’da, kuzeydoğu etekleriyse Fransa’da bulunmaktadır. 1965’te Fransa ile İtalya arasında, Mont Blanc Dağlarının altından bir karayolu tüneli açılmıştır. Bu tünel, Fransa ile İtalya arasında bütün sene açık kalan tek yol olmaktadır. Fransa’nın Haute Savoie eyâletinde Ghononiy Vâdisinin güneyine düşer. Dağ üzerinde İtalya’nın Valveni ile Vol feret akarsularının kaynağı ve Fransa’daki Arue Irmağının kaynağı bulunur. Mont Blanc, granitli bir dağ kütlesidir. Bâzı bölgelerinden nâdir olarak geçit verir. Bu bölgelerden biri Col Du Géant (3359 m) denilen yerdir. Dağın yüksek bölümleri buzullarla kaplıdır. Fransa’ya âit kısımda Mer de Glace 55 km2, İtalya’ya âit kısımda Miage 8 km2, Brenva 7 km2 kadardır. İsviçre’ye âit kısımdaki buzullar çok küçüktür. Bu buzulların zamanla çözülmesi veya parçalanması tabiata ayrı bir güzellik kattığından, kış sporları ve turistler açısından çok önemli bir bölgedir. Mont Blanc Dağındaki tepelerden Grander Jorasa 4205 m, Dent Du Géant 4014 m, Aiguille Du Midi 3843 m, Aiguille Naire Du Peferet 3775 m’dir.

Dağın zirvesine ilk olarak 1786 senesindeFransız dağcıları Jacques Balmat ve Michel Parçar çıkmışlardır.

MONTAJ

Alm. 1. Montage, Aufstellung (f), 2. (Film) Schnitt (m) und Zusammenstellung (f), Fr. Montage (m), İng. Mounting, fitting, setting, assembly. Ayrı ayrı parça, kayıt veya görüntüleri birleştirerek kullanılacağı işe uygun duruma getirme. Kelime, bir işin bitirilmesi yerine de kullanılabilir.

Fotoğraf tekniğinde ise montaj veya foto-montaj, farklı görüntü kısımlarının negatifleri birleştirilerek tekrar basılması veya bir film üzerine çok sayıda sıralanmasıdır.

Sinemacılıkta, ayrı film parçalarının birleştirilerek kesiksiz görüntü sağlanması için yapılan işlem.

Resim sanatında montaj, basılı resim parçalarını bir araya getirerek yeni bir resim meydana getirmektir. Parçaların konusundan çok sembolik ve estetik değerine önem veren kolajdan farklıdır. Yirminci asır ressamlarından Amerikalı Robert Rauschenberg montaj, kolaj ve resim tekniklerini bir arada kullanmıştır. Montaj resimler genellikle reklâmcılıkta kullanılmaktadır.

Matbaacılıkta, ofset baskı tekniğinde formayı meydana getiren resim ve yazıları cam levha veya plastik üzerinde uygun biçimde bir araya getirme işlemidir. Bu işlem, aydınlatılmış ve üzeri camla kaplı montaj masasında yapılır.

Montaj sanâyi ise tamâmen yerli malzeme kullanarak îmâli ekonomik olmayan malları, ithal edilen parçalarla yerlileri birleştirerek îmâl eden bir sanâyi çeşididir. Memleketimizde otomobil, kamyonet, traktör, otobüs, kamyon minibüs, radyo, teyp, telefon, televizyon, elektrikli traş makinası, hesap makinası îmâlinde montaj tekniği kullanılmaktadır. Zamanla montaj sanâyii yerli üretim hâline gelmektedir.

MONTESQUIEU, Baron de

Fransız, yazar ve düşünürü. 18 Ocak 1689’da Château de Brède’de doğdu. Asıl adı Charles de Secondat olan Montesquieu, hukuk öğrenimi yaptı. 1716’da ölen amcasının servetini, Montesquieu Baronu ünvanını ve Bordeaux Parlament’indeki Başkan Yardımcılığını devraldı. Araştırmalarını bilimsel açıdan yapan Montesquieu 1721’de Fars Mektupları mânâsına gelen Lettres Persanes adlı eserini kaleme aldı. 1728-1731 yılları arasında bir Avrupa gezisi yaptı ve intibalarının ışığında kânunları inceleyen geniş bir araştırmaya başladı. Neticesinde Romalıların Hıristiyanlık dînini nasıl siyâsete âlet ederek kullandıklarını yazıları ile anlattı. 1719’da dünyâ târihiyle ilgilendi. Descartes ve Newton ile tanışarak siyâsî ve ilmî konuları birlikte yürüttü.

Zamânının idarî ve siyâsî sistemine karşı olan Montesquieu, eserlerinde sık sık tenkitler ve yorumlar yapmıştır. Fars Mektupları adlı eserinde iki İranlının ağzından Fransız idârî sistemini, mutlâkiyet idâresini ve Fransız toplumunu eleştirdi. Ayrıca yorumlar da yapan Montesquieu asıl ününü Kânunların Rûhu adını taşıyan Esprit des Lois adlı kitabıyla yapmıştır. Bu eserinde modern bir anlayış ve demokratik bir görüşle kânunları incelemiştir. Mutlâkiyet sistemine karşı olan Montesquieu, kendisine İngiliz idârî sistemini örnek almıştır. Kânunların; toplumların örf ve âdetleri, dîni, tabiatı, maddî-mânevî değerleriyle dengeli yapılması gerektiğini savunan Montesquieu, ayrıca kuvvetlerin ayrılması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre yasama, yürütme, yargı kuvvetleri birbirlerinden ayrılmalıdır. Kânunların Rûhu adlı eser, bir bakıma liberal anayasaların hazırlanmasında mühim rol oynamıştır. Bu kitabı yayınlandığında çok büyük başarı sağladı ve Cizvitlerle Janseniusçuların şimşeklerini üstüne çekti. Kilise tarafından okunmaması gereken yasak kitaplar listesine alındı(1751).

Bütün eserlerinde akıcı, fakat dolaylı bir üslup kullanan Montesquieu, birçok bakımdan günümüz fikir ve anlayışlarıyle uyuşan eserler vermiş, modern Avrupa hukukunun babası sayılmıştır. Liberalizmin savunacağı temel hürriyetleri târif etmiştir.

MONTGOMERY, Bernard Law

Ünlü İngiliz mareşali. 1887-1976 yılları arasında yaşadı ve İkinci Dünyâ Savaşında İngiliz birliklerine komutanlık yaptı.

Montgomery, 1908’de Kraliyet Askerî Akademisinden mezun oldu ve Birinci Dünyâ Savaşında Fransa ve Belçika’da vazîfe yaptı. 1938-1939 târihleri arasında Filistin ve Ürdün’de birlik kumandanı olarak bulundu. İkinci Dünyâ Savaşının başlarında Fransa’da bir tümene komuta etti. Müttefik kuvvetlerin Dunkarguve’ü boşaltmasından sonra, Almanların saldırı ihtimâline karşı İngiltere’nin güneydoğu bölgesine komutan tâyin edildi.

1942’de Mısır’daki Sekizinci Ordunun başına getirildi. Aynı yılın Ekim-Kasım aylarında Almanların ünlü mareşali Erwin Rommel’i El-Alameyn’de yenerek sonunda Tunus’ta teslim olmaya zorladı.

Daha sonra 1943’teki Sicilya çıkartmasına katıldı ve iki ay sonra İtalya’yı işgâl etti. 1944’te Normandiya Çıkartmasından sonra bütün kara harekâtını idâre edip daha sonra İngiliz ve Kanada ordularının başına getirildi.

Eylül 1944’te Hollanda’nın Arnhem şehrinde Ren Nehrini geçmeyi plânlayan Montgomery, 6000 kişilik bir kayıpla geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Bu, onun en büyük mağlûbiyeti oldu. 1945’te Hollanda ve Kuzeybatı Almanya’daki Alman birliklerinin teslim olmasında bulunan Montgomery daha sonra Almanya’yı işgâl eden İngiliz kuvvetlerinin komutanlığına getirildi.

1948-1951 arasında Batı Avrupa’nın Savunması Dâimî Heyetinde görev aldı ve 1951’den emeklilik yılı 1958’e kadar NATO’da Komutan Yardımcılığında bulundu. Askerî faal görevi sırasında giydiği ceket türü montla, sivil ve askerî giyim hayâtına etkili olmuştur.

MONTREUX SÖZLEŞMESİ

İsviçre’nin Montreux şehrinde, 20 Temmuz 1936 yılında Boğazlarla ilgili olarak yapılan antlaşma. Lozan Antlaşmasının imzâlandığı gün (24 Temmuz 1923) Boğazlar Sözleşmesi de yapıldı. Buna göre; Boğazların her iki kıyısı, Marmara Denizindeki adalar askersiz hâle getirilerek, bu bölgelerde tahkimât yapmak ve asker bulundurmak yasaklandı. Bölgenin emniyeti, Milletler Cemiyetinin garantisi altına alındı. Bu antlaşmanın yürütülmesi için Türk temsilcisinin başkanlığında, sözleşmeye imzâ koyan devletlerin temsilcilerinden meydana gelen bir Boğazlar Komisyonu kuruldu.

Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki hâkimiyetinin sınırlandırılması şeklinde olan bu sözleşme, silâhsızlaşmanın Milletler Cemiyeti tarafından gerçekleşebileceği düşünülerek o günün şartlarına göre imzâlanmıştı. Fakat geçen zaman bu cemiyetin etkili olamıyacağını, silahsızlanmanın da gerçekleşemiyeceğini ortaya çıkardı. Bu durum karşısında Türkiye, 1933 yılından îtibâren hükümranlık hakkı ile bağdaşmayan Boğazlar Sözleşmesinin kaldırılması çalışmalarına başladı. Almanya’nın silahlanması karşısında 17 Nisan 1935’te toplanan Milletler Cemiyeti Konseyinde, Türk Dışişleri Bakanı bu konu üzerinde ısrarla durdu. Bundan sonra yapılan toplantıların hepsinde konuyu gündeme getirerek diplomatik olgunlaşma sağlandı.

İtalya’nın Habeşistan’a saldırması, Almanya’nın Ren bölgesindeki faaliyetleri üzerine Türkiye de 10 Nisan 1936’da Boğazlar Sözleşmesini imzâlamış olan devletlere nota vererek eski statünün değiştirilmesini istedi. İtalya hâriç, diğer devletler Türkiye’nin isteğini kabul ettiler. 1923’te kabul edilen Boğazlar sözleşmesini değiştirecek konferans, 22 Haziran 1936’da Montreux’de toplandı ve sözleşme 20 Temmuz 1936’da Türkiye, Fransa, Japonya, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya, İngiltere, Sovyetler Birliği tarafından ve 2 Mayıs 1938’de İtalya tarafından imzâlandı.

Tamamı yirmi dokuz madde, üç ek protokoldan meydana gelen sözleşmeye göre:

1. Boğazlardan serbest geçiş esâsı kabul ediliyordu. Ancak ticâret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi, barış ve savaş hâline göre, ayrı statüye bağlanıyordu. Savaş durumu da Türkiye’nin girdiği, girmediği ve savaş tehlikesi olma durumlarında uygulanacak esaslara ayrılıyordu.

2. Boğazların askerî kontrolü ve savunma tedbirleri tamâmen Türkiye’ye âitti.

3. Boğazlardan geçişi denetleyen Milletlerarası Boğazlar Komisyonu kaldırıldı.

Bu ana maddelerle Türkiye’nin boğazlar üzerindeki genel hâkimiyeti sağlandı. Diğer maddelerin bâzıları ise;

Barış zamânında:

a. Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin ticâret gemileri serbestçe geçerler. Savaş gemileri 8-15 gün önceden haber verilmek ve bir arada dokuz gemiyi ve belli tonajı aşmamak üzere geçebilir. Denizaltılar, uçak gemileri ve 10.000 tondan büyük savaş gemileri hiç geçemez. Sözleşmeye uygun şekilde geçen savaş gemileri Karadeniz’de yirmi bir günden fazla kalamaz.

b. Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlerin ticâret gemileri serbestçe geçerler. Savaş gemileri geçmeden sekiz gün önce Türkiye’ye haber verecekler, bir arada geçen gemilerin tonajı 15.000’den fazla olmayacaktır. Karadeniz’de kalışları için belli bir süre yoktur.

Savaş zamânında:

a. Türkiye savaşa katılmışsa; her cins gemiyi geçirip geçirmemekte serbesttir. İsterse Boğazları kapayabilir.

b. Türkiye tarafsızsa; ticâret gemileri serbestçe geçmesine rağmen savaşan tarafların savaş gemileri geçemez.

c. Savaş tehlikesinin çok olduğu zamanlarda; Türkiye yine karar serbestisine sâhip olarak Boğazları kapayabilir.

Bunların yanında pekçok teknik hususun hükme bağlandığı sözleşmenin süresi yirmi yıl olacaktı. Bu sürenin bitiminden iki yıl önce taraflardan hiçbiri sözleşmenin feshini istemezse, böyle bir istekten iki yıl sonraya kadar yürürlükte kalacaktı.

MOR SALKIM (Wistaria sinensis)

Alm. Wistarie Glyzinie (f), Fr. Glycine (f), İng. Wistaria. Familyası: Baklagiller (Leguminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kültür bitkisi olarak yetiştirilir.

Boyları 20 m’ye varan odunsu sarılıcı bitkiler. Genç sürgünler ve yapraklar önceleri tüylü, sonra çıplaktır. Yaprakçıkları 7-13 kadar olup, yumurtamsı-elipsi şeklindedir.

Hafif güzel kokulu ve baharın müjdecisi olan çiçekler, mavimsi mor renklerdedir. Uzun bir eksen üzerinde sık salkım hâlinde yerleşmiş olan çiçek toplulukları aşağıya sarkar. İçlerinde 1-3 tohum bulunan meyveleri bakla şeklindedir. Üretilmeleri tohum veya çelikledir. Mor salkım gevşek, kireççe fakir, nemli fakat sıcak toprakları sever. Güneye bakan nemli kumlar üzerinde iyi yetişir. 65-70 yaşında olanlar 40-50 m2lik bir çardağı örtebilir.

Vatanı Çin’dir. Fakat dünyânın çeşitli yerlerine dağılmıştır. Beyaz çiçekli formları da bulunur.

Kullanıldığı yerler: Bitki, glikozitler taşımaktadır. Bütün bitki ve bilhassa dal ve gövde kabuğu zehirleme yapabilir.

MORA

Güney Yunanistan’ın büyük bir kısmını içine alan, dut yaprağı biçimindeki denize uzanan kara parçası. Morea, Lâtince “dut” mânâsına gelir. Eski Yunan devirlerinde bu kara parçasına Peloponese denirdi. Mora, Ege Denizine uzanan çok dağlık bir yarımadadır.

Mora, ana karaya Korent Kanalı ile birleşir. Eski devirlerde Mora, ortada Arcadia, kuzeyde Achaia, batıda Elis, güneybatıda Messenia, güneydoğuda Loconia ve kuzeydoğuda Argolis olmak üzere altı bölgeye ayrılmıştı.

Türk beylikleri Mora Yarımadasına on dördüncü yüzyıl başlarında akınlar yapmaya başladılar. İlk önemli akını yapan 1340 senesinde Umur Beydir. Yıldırım Bâyezid Han, Mora’yı vergi ödemeye mecbur etmişti. İkinci Murâd Han zamanında hem denizden hem karadan seferler yapıldı. Mora’nın kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçişi, 1458 senesinde Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından sağlandı. Bu târihten 1830 senesine kadar Mora, Osmanlı toprakları içinde kaldı. Bu târihte Yunanistan bağımsızlık kazanınca buralarda bulunan Müslüman Türk ahâli Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. (Bkz. Yunanistan)

MORARMA

Alm. Blauer Fleck, Fr. Meurtrissure, İng. Bruise, purpleness. Özellikle el, ayak, çene, burun, dudak gibi vücudun uç kısımlarında ortaya çıkan renk değişimi, tıp lisanındaki ismi siyanoz dur.

Siyanozda; deri ve mukoza kılcaldamarlarında indirgenmiş hemoglobinin artması sonucu deri ve mukozaların mavimsi-mor bir renk alması söz konusudur. Hakikî siyanozu; anilin türevleri, nitratlar ve bâzı ilâçların alınmasıyla kanda methemoglobin ve sulfhemoglobin teşekkül etmesinden ileri gelen ve kurşunî bir nüans gösteren mor renkle karıştırılmamalıdır.

Siyanozun şiddeti, deri kılcaldamarlarının durumuna, derinin kalınlık ve inceliğine, pigmentasyon derecesine bağlıdır. Siyanoz; el, ayak gibi uç kısımlarda, yanak, kulak, tırnak dibi gibi kılcaldamarlarca zengin az pigmentli olan bölgelerde, ağız ve dil mukozasında daha bâriz olarak görülür.

Siyanozun meydana çıkması için, deri ve mukoza kılcaldamarlarında indirgenmiş hemoglobin miktarının 100 ml kanda 5 gramı geçmesi lâzımdır. Anemilerde (kansızlıkta) kandaki hemoglobin miktarı düşük olduğu için, indirgenmiş hemoglobin miktarı kolay kolay 5 grama erişemiyeceğinden siyanoz görülmeyecektir.

Şoktan ileri gelen siyanozda, kılcaldamarlar iyi dolmadığından ve çevresel kan dolaşımı yavaşladığından deri soluk, grimsi-mor bir renk alır.

Siyanoz, merkezî ve çevresel olmak üzere ikiye ayrılır:

1. Merkezî siyanoz: Atardamar kanının oksijen saturasyon (doygunluk) kesikliği, % 1 volüm olacak yerde 4.5 volüm olursa, vücûdun çevresel dokularında da 5 volüm (hacim) oksijen dokulara geçeceğine göre kılcaldamar kanındaki oksijen saturasyon eksikliği 7 volüm olur ve böylece siyanoz meydana çıkar. Atardamarlarda oksijen saturasyon eksikliği şu durumlarda ortaya çıkar: Sol kalp yetmezliklerinde, soluk borusu ve bronşları tıkayan durumlarda, astma ve amfizemde, yüksek irtifalarda, bâzı doğuştan olan kalp anomalilerinde (fallot etralojisi, truncus ar teriosus, büyük damarların yer değişikliği gibi). Merkezî siyanozda, özellikle dudak ve dil morarmıştır.

2. Çevresel siyanoz: Atardamar kanındaki oksijen saturasyon eksikliği, % 1 volüm etrafında yâni normal sınırlar içinde kaldığı hâlde dokulardaki kan akımı durgunluğu veya diğer sebepler yönünden oksijen saturasyon eksikliği % 13 volümün üstüne çıkarsa, kılcaldamar kanının saturasyon eksikliği 6,5 volümün üstüne yükselir ve böylece siyanoz husule gelir. Soğuk, sağ kalp yetmezliği, triküspit darlığı, konstriktif perikardit, bir uzvun turnike ile sıkıştırılması durumunda ve şokta siyanoz husule gelir. Çevresel siyanozda; özellikle el, ayak gibi uzuvlarda morarma söz konusudur.

Siyanoz bir hastalık değil, bir hastalık belirtisidir. Siyanoza yol açan sebebin bulunup, tedâvinin ona göre yapılması lâzımdır.

MORATORYUM

Alm. Moratorium (n), Fr. Moratorium (m), İng. Moratorium. Vâdesi gelmiş borçların tamâmının veya bir bölümünün, belirli bir süre için ödenemeyeceğini bildiren resmî duyuru veya hükümet kararı. Lâtincede “geciktirme” anlamına gelen mora ve moratorius kelimelerinden alınmış bir terimdir.

Moratoryum çoğunlukla dış devlet borçlarını ödemeye yeterli altın ve döviz kaynaklarının olmaması hâlinde ilân edilir. Moratoryum sonucu, mevcut borçlar ertelenir ve uzun vâdeli bir ödeme plânına bağlanır.

Kânun ile ve hükümet kararı ile kollektif karakterli borçların ertelendiği vâkidir. Kuraklık sel baskını ve zelzele gibi felaketlere uğrayanların borçları genellikle yeni vâdelere bağlanmaktadır.

Harp zamanında devletin kamu kuruluşları, özel firmalar, kişiler, kendi faydasına moratoryum uygulaması mümkündür. İngiltere’de, 2 Ağustos 1914 târihli Royal Proclamation, bu tür moratoryumların bir örneğidir.

Türkiye, 1881 Muharrem Kararnâmesi, 1958 ve 1978 istikrar programları çerçevesinde moratoryum îlân etmiş ve dış borçların bir bölümü tenzil edilerek kalan kısım ertelenmiştir.

MORFİN

Alm. Morphium (n), Fr. Morphine (f), İng. Morphine. Afyonda yüzde on oranında bulunan, kuvvetli ağrı kesici özelliği olan bir alkaloid. Saf morfin; beyaz, billûrî bir tozdur, suda çözünmez. Solunum ve öksürük merkezini uyuşturur. Kusma merkezini uyarır, göz bebeklerini ileri derecede daraltır, kabızlık yapar, en büyük etkisi merkezî sinir sisteminde görülür. Geçici bir uyarılma devresinden sonra, sinir merkezleri felce uğrar ve kişi acıyı duymaz hâle gelir. Morfin, kolaylıkla alışkanlık yapabilen bir maddedir. Bu yüzden  alışanlar tarafından devamlı kullanılmaktadır.

Morfinin en çok kullanıldığı yer tıp alanıdır. Özellikle (0,01-0,02) gr dozda ameliyatlardan sonraki şiddetli ağrıyı azaltmada, âni ve şiddetli ağrı ile beraber olan durumlarda (yanık, kırık vs.) ve kanserli hastaların ızdırabını dindirmede işe yaramaktadır. Ayrıca şaşkınlık ve korkuyu da ortadan kaldırır, uykuya sebep olur. Akut morfin zehirlenmesi: 0,05 gramda toksik tesir başlar, cilt altından 0,10-0,20 gr ağızdan ise 0,20-0,40 gr alınan morfin öldürücü olabilir. Akut zehirlenmede; komaya meyil ve koma, solunum yavaşlaması, göz bebeklerinin küçülmesi, idrar etmekte güçlük görülür.

Morfinomani: Hastalık hâline gelmiş, morfin kullanma alışkanlığıdır. Başlangıçta ferahlık ve rahatlık verir, aynı durumu elde etmek için gittikçe daha yüksek dozda alınmağa başlanır, ama kısa sürede bedenî ve zihnî yorgunluklar ve bozukluklar ortaya çıkar, irâde ve ahlâk duyguları yok olur. Morfin bulamayınca kriz geçirir.

Morfinmanlara daha çok, ahlâk yapısı bozuk ve mânevî eğitimi zayıf olan batı toplumunda rastlanmaktadır.

Morfini zevk için kullanma ve buna alışma hâline “morfinomani”, bu hâle gelen tutsak kişilere de morfinman adı verilir. Tedâvide morfin 0,01-0,02 gramlık dozlarda kullanılmasına karşı, morfine alışanlarda bu doz kısa sürede 0,1-0,2 gr gibi çok yüksek seviyelere çıkar. Morfine ilk alışma günlerinde kişi küçük dozlarla kendini mutlu, rahat ve güçlü hisseder. Bu döneme “morfin ile balayı dönemi” denir. Günleri ilerleyip, dozlar arttıkça bu rahatlık ve güçlükleri kaybolur. Artık kişi morfine tutsak hâle gelmiştir. Morfin bulamadığı zaman korkunç belirtiler ortaya çıkacağını bilir ve kullanmayı sürdürür.

Eksiklik belirtileri; günde birkaç defâ gerekli dozu alan morfinman, vakti geldiğinde âni bir içgüdüyle morfini bulmaya çalışır, elbiselerini çıkarmaya bile fırsat bulamadan enjeksiyonu yapar. Bu doz bulunamazsa, esneme, salya artması, aksırma, titreme, kramplar, kusma, terleme, tüylerin diken diken olması, ishal, kalbde atım bozuklukları, şiddetli sıkıntı, şuur bulanıklığı hâli, hattâ kalp durması olabilir. Günümüzde morfinmanların tedâvisi modern kliniklerde psikiyatrik tedâvi ile ilâç tedâvisi birlikte yürütülerek yapılmaktadır.