MOĞOLLAR

Alm. Mongole, Fr. Mongoles, İng. Mongols. Doğu Asya kavimlerinden. Asıl yurtları Moğolistan’dır. Kısa zamanda Asya kıtasının büyük bir kısmına sâhip olup, yayıldılar.

Memleketlerinden çıkıp da geri dönmeyenler, medenî milletler arasında eridiler. Bugün Moğollar, sâdece Çin ile Rusya arasındaki Moğolistan’da yaşarlar. Doğu Asya’daki sarı ırkın, mongaloit tipindendirler. Dilleri Moğolcadır.

Moğolların hakkında ilk bilgilere komşuları Çinlilerin târihlerinde rastlanır. Verilen bilgilere göre bu câhil ve vahşî kavim küçük kabîleler hâlinde ve göçebe şeklinde Gobi Çölünde yaşardı. Avcılık ve yağmacılıkla geçinirler, kan dökmeyi, kötülük yapmayı severlerdi. Baskınlarda ok kullanırlardı. Kadınları da harp ederdi. Güneşe taparlardı. Her kötülüğü işlerler ve yasak tanımazlardı. Şehirleri yakar, yıkarlardı. Çoluk-çocuk kadın-ihtiyâr demeyip, kendilerinden olmayan her insanı öldürürlerdi. Yiyeceklerini hayvânî gıdâlar teşkil ederdi. İnsan eti yiyenleri de vardı. Koyun, sığır, deve, at, merkep, katır, domuz yetiştirirlerdi. Nikâh ve âile bağı olmayıp, bir kadına sayısız erkek sâhip olabilirdi. Dağınık, teşkilâtsız, başsız ve vahşi Moğol kabîleleri 13. asrın başına kadar bu hâlde kaldı.

On üçüncü yüzyılın başlarında Cengiz’in halasının kocası Duş Han, Moğol Hanı idi. Duş ölünce, oğlu olmadığı için yerine Cengiz geçti. Cengiz, çetin mücâdelelerden sonra dağınık kabîleleri toplayarak itaat altına aldı. Karakurum’da 1205 senesinde İlk Moğol Devletini kurdu. Moğol ve Tatar hanlarının başı oldu. Câhil ve vahşi Moğol ve Tatarlardan, işi gücü yağmacılık olan büyük bir ordu topladı. Moğolistan’ın etrâfındaki ülkelere sefer açtı. On birinci yüzyıldan îtibâren bâzı Türk boylarının Hindistan’a Anadolu’ya ve Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara göç etmesi Moğollara kolayca yayılma imkânı sağladı. Cengiz Han, 1218 yılına kadar Doğu Türkistan ve Çin’i aldı. Pekçok Türk öldürttü. 1219’da Harezmşâh Devletine saldırdı.

Moğol ordusu; Batı Türkistan, Horasan, Kandehar, Mültan gibi devrin medeniyet merkezlerini tahrip etti. Buhârâ, Semerkand, Herat gibi hepsi birer kültür, sanat ve medeniyet âbidesi olan şehirleri yağmalayıp yıktılar. Bunlardan Merv, Rey ve daha pekçok şehir, uğradıkları bu tahribât sonunda bir daha kalkınamadı. Şehir olma vasfını kaybederek, yirminci asra kadar birer harâbe hâlinde kaldı. Bölgedeki şehirlerde yaşayan milyonlarca Müslüman öldürüldü. Akla gelmedik işler yapan bu kavmin mensupları, suçsuz insanların, kadın ve çocukların kanlarını, zevk ve eğlence için döktüler. İslâm medeniyetine telâfî edilemeyecek darbeler indirdiler. Kafkasya’ya, Rusya’ya ve Anadolu’ya yayıldılar. 1224 senesinde Kara Kurum’a çekildiler. Cengiz Hanın kurup güçlendirdiği Moğol Devletinin idâresinde; Çinli, Tunguz, Tibetli, Türk, İranlı, Afganlı, Arap, Ermeni, Rus ve Alanlara mensup çeşitli boylar vardı.

1227 senesinde Kansu’da ölen Cengiz Han, Moğolları birleştirip, teşkilâtlandırmış ve kendi adıyla anılan meşhûr Cengiz Yasasını çıkarmıştı. Boy beyleri ve kumandanların meydana getirdiği kurultayı vardı. Cengiz’in ölümüyle işgâl ettiği ülkeler, oğulları arasında paylaşıldı. Büyük oğlu Cuci’ye; Batı Sibirya ve Kıpçak bozkırlarından, Harezm’i de içine alan Kuzey Karadeniz kıyılarına kadar olan bölge düştü. Cuci’nin mirâsı, oğlu Batu’ya verildi. İkinci oğlu Çağatay’a Mâverâünnehr’den Doğu Türkistan’a kadar uzanan topraklar verildi. Üçüncü oğlu Ögedey; kurultay karârıyla Büyük Moğol Hanı seçildi. En küçük oğlu Tuluy’a Moğol İmparatorluğunun merkez toprakları olan Moğolistan verildi.

Cengiz Hanın teşkilâtlandırdığı Moğollarda, ahâliye ivgen, boya; obop, âile ve en küçük birliklere de Aymuğ ve Yasun denirdi. Ordu da bu usûle göre teşkilâtlanmıştı. Ulus denilen Moğol kâbile birliklerinin hepsi asker sayılırdı. Kabîleler sefere, kendi çadırları, hayvanları ve kadınları ile bir ordu gibi giderdi. Her kabîle kendini idâre ederdi. Sanat bölükleri, idârî kumanda teşkilâtları yoktu. Silâhlarını kendileri yaparlardı. Sonradan işgâl ettikleri bölgelerde az çok bir şeyler öğrendiler. İşgâl ettikleri ülkeler, merkezî bir devletten idâre edilemeyecek kadar genişledi. Siyâsî ve idârî bakımdan tecrübesiz olan Moğollar, bu yüzden çok zor duruma düştüler. Devlet kadrosunda idâreci ve vergi tolayacak memurları yok denecek kadar azdı.

Cengiz Hanın soyundan olanlar, Çağatay Hanlığı(1227-1370), İlhanlılar (1256-1353), Altınordu (1226-1502), Şeybânîler (1500-1598) ve Giray Hanlar devletlerini kurdular. Cengiz Hanın oğulları ve torunlarının hâkimiyeti çok kısa sürdü. Ancak İslâm âlemine ve medeniyetine çok zarar verdiler. On üçüncü asırda yapılan tahribâtla, altı yüz senede nice emeklerle elde edilmiş, hattâ İslâmiyetten önce de yapılmış pekçok mîmârî eserleri, kütüphâneleri, târihin kıymetli vesikalarını, mektepleri, rasathâneleri yok ettiler. Abbâsî halîfeliğinin merkezi Bağdat’ı 1257’de yakıp yıktılar. Yüz binlerce Müslümanı kılıçtan geçirdiler. Sûriye dâhil Doğu Akdeniz, Batı Anadolu kıyılarına Avrupa’da Viyana şehri civârına kadar hâkim oldular. Moğolların yenilmezliğini, Mısır Memlûkleri yıktı. Hülâgu Hânın ordusunu, Memlûk Sultânı Baybars, 1260’da Ayn Calut’ta büyük bir bozguna uğrattı. Mısır’a giremiyen Moğollar, İslâm ülkelerine Haçlı seferleri düzenleyenAvrupalı Hıristiyan devletlerle ittifâk kurdular. Doğu Karadeniz’deki Haçlı kralları ve KilikyaErmenileri ile de Müslümanlara karşı anlaştılar. Türkiye Selçuklu Devletinde ve beyliklerinde on üçüncü asrın ortalarından sonra Moğol vâliler söz sâhibi oldu. Hindistan’daki Türk-İslâm devletlerine yaptıkları akınlar, Müslümanları zor duruma düşürdüyse de, zamanla bölgeden atıldılar.

On dördüncü asrın başlarında Orta ve Güneybatı Asya’da İslâm ülkelerinde yaşayan Moğollar medenîleşmeye başladılar. İlhanlı hükümdârı Gazan Mahmud Hanın İslâmiyeti kabûl etmesiyle, kumandan, vezir ve askerlerinden pek çoğu Müslüman oldu. İslâmiyeti kabûl eden İlhanlı devlet adamları, bölgedeki ahâliyle kaynaşmayı sağladılar (Bkz. İlhanlılar). Mâverâünnehr, Yedisu ve Doğu Türkistan’a hâkim olan Çağatay Hanlığı, on dördüncü asrın sonunda Tîmûrluların hâkimiyetine girdi (Bkz. Çağatay Hanlığı). Güney Rusya ve Batı Sibirya’daki Cuci Sülâlesinden Altınordu Devleti Berke Hanın Müslüman olmasıyla medenîleşmeğe başladı. On beşinci asrın sonuna kadar bölgeye hâkim olan Altınordu Devleti, Tîmûrlular tarafından yıkıldı (Bkz. Altınordu Devleti). Bir kısım toprakları üzerinde Kazan Hanlığı kuruldu (Bkz. Kazan Hanlığı). Cuci Sülâlesinden sünnî bir İslâm devleti olan Şeybânîler, on altıncı asırda Mâverâünnehr’e hâkim olup, İran’daki bozuk îtikâd sâhibi Safevîlerle mücâdele ettiler (Bkz. Şeybânîler). Kırım’daki Cuci Sülâlesinden Giray Hânlar, en uzun ömürlü hânedân oldu. Osmanlı Devletine tâbi idiler. Ülkede Osmanlı kültürü hâkimdi. On beşinci asırdan on sekizinci asrın sonuna kadar iktidârda kaldılar (Bkz. Kırım Hanlığı). Dış Moğolistan’daki Moğolistan bağımsız, Rusya’ya; İç Moğolistan’daki muhtar idâre de Çin’e bağlıdır. Moğolistan’da yaşayan Moğollar, Buda inancının Lamaizm mezhebine mensuptur. Din adamlarına “lama” adını verirler. Lamalar, tabiblik ve büyücülük de yaparlar. Din merkezleri Tibet’teki Lhasa şehri olup ikinci derecedeki dînî merkezleri Urga’dır. Moğolistan’da, putperest ve Hıristiyanların yanında, çok az da İslâm dînine mensup olanlar vardır.

Târih, ırk, tip, din, dil, edebiyât, kültür bakımından Moğollar, bugün Türklerden ayrı bir millettir. Ural-Altay dil birliği içinde yer almaları sebebiyle târih öncesi bir aksaklıktan bahsedilebilir. Altay dilleri âilesi içinde yer alan, Mançu Tunguz, Kore, Japon, Türk ve Moğol dilleri arasında en çok yakınlık Türkçe ile Moğolca arasında görülmektedir. Hatta Türkçenin bir lehçesi olan Çuvaşça her iki dilin yapı ve unsurlarına yer veren köprü bir dil durumundadır. Türk çoğunluğunun içinde İslâm kültürünü benimseyenler de vardır. Dünyânın en büyük hükümdârlarından olan Tîmûr Han, aslen Moğol soyundan olmasına rağmen, Moğolca bilmezdi. Türkçe konuşurdu. Müslüman bir âileden gelip kültür bakımından da Cengiz Handan ayrıdır. Yine Tîmûr Hanın torunlarından Bâbür Şah da, Hindistan’da Gürgâniye Devletini kurdu. Bâbür Şah ve soyundan gelenler de Türkleşmişlerdi.

Moğol Büyük Hanları

Tahta Geçişleri

Cengiz Han

1205-1227

Ögedey Han 

 1227-1241

Töregene (Nâib olarak)

1241-1246

Küyük Han

 1246-1249

Oğul Keymiş (Nâib olarak)

 1249-1251

Möngke Han 

 1251-1260

Kubilay Han

 1260-1294

Temûr Olcaytu Han 

 1294-1307

Kaysan Külük Han

1307-1311

Buyantu Han

1311-1320

Kegen Han

 1320-1323

Yesün Temür Han

1323-1328

Arigaba Han

1328-1328

Tok-Temür

 1328-1329

Kutugtu Han 

 1329-1332

R.İnçendpar Han

1332-1332

Toğan Temür

1332-1370

MOHAÇ MEYDAN MUHÂREBESİ

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın 29 Ağustos 1526 târihinde Mohaç Ovasında Haçlılara karşı kazandığı zafer.

Genç Osmanlı Sultanı Süleymân Hanın Avrupa kıtasındaki fetihleri, başta Papalık olmak üzere, Hıristiyan devletlerini telâşa düşürdü. Kendi aralarında olduğu gibi doğuda İran Safevî Devletiyle de ittifak kurdular. Macar Kralı İkinci Layoş, Alman İmparatoru Şarlken’le akrabâlık kurduktan sonra, Osmanlı hâkimiyetindeki Eflâk ve Boğdan prensliklerini de kışkırttı. Bu durum üzerine Macarlara kesin bir darbe vurmak isteyen Kânûnî SultanSüleymân Han, Rumeli’ndeki ordu kumandanı ve devlet adamlarına gönderdiği fermanda ilkbaharda Sofya’da toplanmalarını bildirdi.

Anadolu Beylerbeyi Behrâm Paşa, Bosna Sancakbeyi, Kırım Hanı Saâdet Giray ile diğer kumandan ve devlet adamlarının da sefere hazırlanmasını istedi.

1526 baharında bütün hazırlıklarını tamamlayan Kânûnî Sultan Süleymân Han, 23 Nisanda yüz bin kişilik ordu ve üç yüz top ile İstanbul’dan hareket etti. Büyük bir nizam ve disiplin içinde yürüyen ordunun; yol boyunca ahâlinin canına, malına, ırzına dokunmaması bölgedekiOsmanlı hâkimiyetini daha da kuvvetlendirdi. Ramazan Bayramını 30 Haziranda Belgrad’da geçiren Sultan Süleymân Han, bölgede fetihlerde bulunarak hâkimiyetini genişletti. Bu sıradaOsmanlıların üzerlerine yürüyeceğini haber alan Macar Kralı bir taraftan savaş hazırlıklarına başlamış öte yandan Avrupa’nın bütün devletlerine başvurarak yardım istemişti. Ancak, Kânûnî’nin hedefinin Budin olduğunu bilen Macar Meclisi, Kralı bizzat ordunun başında görevlendirdi. Budin istikâmetinde ilerleyen Osmanlı ordusu, Macar ordusunun Mohaç Ovasında karargâh kurduğunu haber aldı ve süratle o tarafa yürüdü.

Mohaç Ovasına gelindiğinde derhal harp nizâmına girildi. Buna göre merkezde Sultan Süleymân Han, Yeniçeri Ağası ve Kapıkulu Askerleri; sağ kolda Vezir-i âzam ve Rumeli Beylerbeyi İbrâhim Paşa; sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa bulunuyordu. Düşman kuvvetlerinden, yetmiş bin zırhlı süvârinin birbirlerine zincirle bağlı ve tâlimli atlarına karşılık, akınlarda tecrübe sâhibi olmuş, Akıncı Beylerinin tavsiyesiyle Osmanlılar yeni bir harp nizâmı aldı. Semendire Beyi Yahya Paşazâde Bâli Beyin tavsiyesiyle; Osmanlı ordusunun ağırlıkları ve Yeniçeriler geriye alındı. Yeniçerilerin önüne ateşli silahlardan toplar birbirine zincirle bağlı olarak yerleştirildi. Kapıkulu Süvârileri ve Bosna Beyi Hüsrev Beyin Delibalta Kuvvetleri ihtiyata kalıp, ihtiyaç olmadan muhârebeye katılmayacaklardı. Muhârebede taktik; Osmanlı ordusunun taarruzla berâber sağ ve sola açılarak, Macar süvârilerini araya alıp topların önüne çekerek, geriden ve yanlardan vurulmasıydı.

Mohaç Meydan Muhârebesi, 29 Ağustos 1526, Çarşamba günü ikindi vakti Macar hücumu ile başladı. Macarlar yetmiş bin kişilik zırhlı süvârileriyle taarruza geçip, Osmanlı merkezini imhâ etmek azmindeydi. Vezîr-i âzam İbrâhim Paşa kumandasındaki Rumeli askeri üzerine gelen hücumda, yeni harp plânı gereğince, Osmanlı kuvvetleri geri çekilip, düşmanı içeriye aldılar. Yandan Anadolu kuvvetlerinin de tazyikiyle Macar Kuvvetleri daha içeri alınıp, toplar önüne getiriliyordu. Bâli Bey kuvvetleri, süratle düşmanın arkasını çevirerek Macar süvârilerini ikiye ayırdı. Kral İkinci Layoş kumandasındaki kuvvetler de Anadolu kuvvetleri üzerine yüklendi. Anadolu kuvvetleri mukâvemet edememiş gibi hareket ederek, sahte ric’atle geri çekildi. Kral İkinci Layoş, muvaffakiyet hissiyle Osmanlı ordusunun merkezine hücum etti. Bu arada Pâdişâhı esir etmeye veya öldürmeye yemin eden Markzali ismindeki şövalyenin kumandasındaki kırk kişilik fedâi müfreze tarafından Pâdişâhın üzerine ok yağdırıldığı, hattâ, zırhına birkaç isâbet olduğu halde Sultan Süleymân yerinden kımıldamıyordu. Markzali ve iki arkadaşı Pâdişâhın yanına kadar gelmeye muvaffak oldu ise de kılıcını çeken Kânûnî, bu namlı üç Macar şövalyesini öldürdü. Nihâyet Macarların Kral kumandasındaki kuvvetleri de içeriye alınıp topların önüne çekildikten ve gerileri de akıncı ve deli kuvvetleri tarafından çevrildikten sonra, üç yüz top birden ateşe başladı.

Top ateşiyle düşman ordusu karmakarışık hâle geldi. Panik başladı. Macar Kralı İkinci Layoş öldü. Gerilerden Bâli Bey tarafından sıkıştırılan düşman ordusu da darmadağınık oldu. Kalanlar bataklığa düşüp boğuldular. İki saat süren muhârebede; yüz elli bin kişilik Macar, Alman, Çek, İspanyol, İtalyan, Leh kuvvetleri imhâ edildi.

Mohaç Zaferiyle, müstakil Macar Krallığı yıkıldı. Macaristan’ın içine akınlar tertiplendi. Macaristan’ın başşehri Budin dâhil, Segedin ve diğer bâzı şehirler fethedildi.

MOLDOVA

DEVLETİN ADI

Moldova Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Kişinev

NÜFÛSU

4.394.000

YÜZÖLÇÜMÜ

33.700 km2

RESMÎ DİLİ

Romence

DÎNİ

Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ

Ruble

Doğu Avrupa’da yer alan bir devlet. Kuzey, güney ve doğusunda Ukrayna, batısında Romanya yer alır.

Târihi

Mîlattan önce yedinci asırdan îtibâren İskitler, Sarmatlar, Galatlar, Traklar, Daklar ve Slavların yerleşim merkezi olan bölge, 12. asırda Macarların hâkimiyetindeydi. Karpat Dağlarında yaşayan Ulahlar, 1349’da Macarlara karşı ayaklandılar ve Moldovya’ya yerleşerek bağımsızlıklarını îlân ettiler. Bu devlet, kuruluşundan îtibâren çeşitli hücumlara mâruz kaldı. Leh, Macar ve Altınordu devletleri tarafından yapılan bu saldırılara karşı, Moldovya Devleti savunmada çok zorluk çekti.

On beşinci asrın başlarında Osmanlı akıncıları Moldovya topraklarına girdiler. 1455’te Fâtih Sultan Mehmed Hanın İkinci Sırbistan Seferi dönüşünde Moldovya Prensliği Osmanlı Devletine tâbi olmayı kabul etti. Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altına giren bölgeye Boğdan ismi verildi. Üç asır boyunca Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Moldovya’da 18. asırdan îtibâren Rus etkisi arttı. Osmanlı-Rus devletleri arasında önemli bir problem hâlini aldı. 1812 Bükreş Antlaşmasıyla bölge Rusya hâkimiyetine girdi. Moldovya, Birinci Dünyâ Harbinden sonra Romanya’ya bağlandı. 1924’te bölgeyi işgâl eden Rusya, Ukrayna’ya bağlı özerk bir cumhûriyet kurdu. İkinci Dünyâ Savaşında bölge yeniden Rumenlerin eline geçtiyse de savaşın sonunda Rusların geri aldığı topraklarda Moldovya Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti kuruldu. Sovyet Sosyalist Cumhûriyetler Birliğinin dağılması üzerine 24 Ağustos 1991 bağımsızlığını îlân etti ve Moldovya olan adını Moldova olarak değiştirdi. Yeni cumhûriyet 1991 Aralık ayında Bağımsız Devletler Topluluğuna katıldı. Ruslar ve Ukraynalıların nüfus bakımından fazla olduğu Dinyester Irmağının doğusunda kalan bölgenin Rusya’ya bağlanmasını isteyen isyancılarla hükümet kuvvetleri arasında çatışmalar 1992 sonuna kadar devam etti. Ülkede hâlihazırda iç huzur sağlanmış değildir.

Fizikî Yapı

Aşağı Dinyester ve Prut ırmakları arasında kalan Moldova toprakları alçak tepeler ve alüvyonlu ovalarla kaplıdır. Ovalar kuzeye doğru yükselirken plato görünümünü alır. En önemli dağ silsilesi 300-400 m yüksekliğindeki Kadri Dağlarıdır.

İklim ve Bitki Örtüsü

Moldova oldukça ılıman ve yağışlı bir kara iklimine sâhiptir. Kışları ılık, yazları sıcak geçer. Ülkenin kuzey ve orta kısımları ormanlarla kaplıdır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

4.5 milyon civârındaki nüfûsunun % 64’ünü Moldavyalılar, % 14’ünü Ukraynalılar, % 13’ünü Ruslar, % 4’ünü Türk asıllı Gagavuzlar meydana getirir. Ülkenin resmî dili olan Moldavca, Romencenin lehçelerindendir. Gagavuzlar kendi dilleri olan Gagavuzcayı kullanırlar. Başşehir Kişinev dışında önemli şehirleri Tiraspol, Beltiy ve Bender’dir. Ülkede okuma yazma bilmeyen yoktur. On yıllık bir temel eğitim programı uygulanır.

Ekonomi

Ülke ekonomisi tarıma ve gıdâ sanâyiine bağlıdır. Çalışan nüfûsun % 35’i tarımda, % 28’i sanâyide, geri kalan kısmı diğer işlerde çalışır. Verimli topraklarda bağcılık, meyve ve sebzecilik yapılır. En önemli tarım ürünleri buğday, mısır, ayçiçeği, şekerpancarı ve tütündür.

Gıdâ sanâyiinin yanında tüketim maddeleri, elektrikli âletler ve inşâat malzemesi sanâyileri de gelişmektedir. Ülkede termik santrallerin dışında, Dinyester Irmağı üzerinde bir hidroelektrik santrali vardır. Moldova’da ulaşım demiryolu ve Dinyester Irmağı yoluyla sağlanır. Tek havaalanı başşehir Kişinev’dedir.

MOLEKÜL

Alm. Molekül (n), Fr. Molécule (m), İng. Molecule. Bir kimyâsal maddenin bağımsız olarak bulunabilen en küçük parçası. Moleküller bir veya birden fazla atomdan müteşekkildirler. Bir veya daha fazla türden atomu ihtivâ ederler. Asil (veya nâdir) gazların molekülleri tek atomdan meydana gelmiştir. Bu elemanlar, atomlarının birbirleriyle birleşme yönünden az eğilim göstermesi yönünden değişik bir özelliğe sâhiptirler. Asil gazların, molekülleri ve atomları aynıdır. Diğer bütün moleküller birden fazla atomdan meydana gelmiştir. Hidrojen H2, oksijen O2, azot N2 ve klor Cl2 gibi sık rastlanan gazların molekülleri, aynı elemanın iki atomundan ibârettir. Su H2O, hidrojen peroksit H2O2, karbon monoksit CO, karbon dioksit CO2 ve amonyak NH3 gibi çevremizde sık rastlanan bileşiklerin moleküllerinde farklı atomlar bulunur.

En küçük molekül, hidrojen molekülü (H2) olup, çapı 2,3-2,4 angstron (1 angstron= 10-8cm) ve ağırlığı 3,3x10-24 gramdır. Meselâ bir çay kaşığında bulunan su moleküllerinin sayısı, Atlas (Atlantik) Okyanusunda bulunan suyun, çay kaşığı sayısına eşittir. En büyük moleküller, protein ve DNA gibi karmaşık organik moleküllerdir. Bunlar binlerce tek atomdan müteşekkildir ve molekül ağırlıkları hidrojeninkinin birkaç milyon katıdır.

Moleküller gaz, sıvı ve katı olarak bulunurlar. Genel olarak, diğer özellikleri aynı olmak şartıyla, moleküller, büyük ve ağır oldukça daha zor buharlaşırlar. Meselâ, metan (CH4)dan butan (C4H10)a kadar olan moleküller normal sıcaklıkta gazdırlar. Ancak pentan (C5H12)’dan pentadekan (C15H32) a kadar olanlar ise sıvıdırlar. Heksadekan (C16H32) ve daha ağır olanlar ise katıdır. Bu durum ayrıca sıcaklığa ve moleküller arası çekim kuvvetine bağlıdır. Molekül yığınlarında moleküller, oldukça zayıf moleküller arası kuvvetle tutulurken; moleküllerin elektrik yüklü olması hâlinde kuvvetli bir elektrostatik kuvvetle bir arada tutulurlar. Böyle bir katı kristali eritmek için bu kuvvetli bağların çözülmesi gerekir. Bu ise erime noktasının yüksek olması ve daha fazla enerjiye ihtiyaç olunması sonucunu getirir.

Molekül içi kuvvetler: Bir kimyâsal maddede moleküller elektronların etkili olduğu iki tür kimyasal kuvvetle bir arada tutulurlar. Moleküllerden meydana gelmeyen bileşikler iyon bağı ile bir arada bulunurlar. Böyle durum bir veya daha fazla elektronun bir elektropozitif elementten (genellikle metaldan) bir elektronegatif elemente (genellikle metal olmayan) geçişi şeklinde meydana gelir. Bir atomun elektronegatifliği, elektronların cezbedilmesinin bir ölçüsüdür. Bu ölçünün büyüklüğü oranında iyon bağı teşkil etme eğilimi fazladır. Meselâ, yüksek elektropozitif olan sodyum metali, yüksek elektronegatif olan klor gazı içinde yanarsa, her bir sodyum atomu bir elektron kaybederek tek yüklü bir pozitif iyon meydana getirirken, her bir klor atomu bir elektronu alarak tek yüklü bir negatif iyon meydana getirirler. Böyle bir değişimin sonucu olarak her bir atom, dış halkalarında sekiz elektrona sâhip olarak kararlı bir yapı kazanırlar. Sonuç olarak sodyum klorür (NaCl) normal yemek tuzu ortaya çıkar. Yemek tuzunda sodyum ve klorlar üç boyutlu yerleşmiş olarak bulunurlar. Hiçbir sodyum, belirli bir klora âit değildir.

İyonik bileşiklerin tanınmış özelliklerinden biri de sıvı hâlde ve bir sıvıda çözüldükleri zaman elektrik iletmeleri, oldukça yüksek erime ve kaynama noktasına sâhip olmaları ve su gibi sıvılarda çözülebilmeleridir.

Diğer taraftan molekülün meydana gelmesinde etkili olan kovalent bağı, iki atom arasında elektronun geçişi şeklinde değil de, elektronun ortaklaşılması sûretiyle ortaya çıkar. Bu genellikle metal olmayan elementlerde görülür. Atomların tamâmen aynı olması durumunda her ikisi de, aynı elektronegatifliğe sâhiptir. Birbirlerine elektron vererek kararlı duruma gelemezler. Bunun yerine her bir atomun dış kabuğunda bulunan elektronlar, diğer atom tarafından karşılıklı paylaşılır. Böylece her biri kararlı duruma gelir. Meselâ, iki flor atomu bir araya gelerek, bir elektronlarını karşılıklı paylaşırlar. Azotta ise, karşılıklı üç elektronun paylaşılması sûretiyle molekül meydana gelir. Bu tür moleküller genellikle elektrik akımı iletmezler. Erime ve buharlaşma noktaları düşüktür. Sadece kovalent bağı ile aynı cins atomların birleşmesiyle meydana gelen Cl2 gibi olan moleküllerde, atomlar aynı elektronegatifliğe sâhiptir. Ortaklaşa kullanılan elektronlar arada bulunur.

Bu şekilde açıklamalar yanında moleküler yapı, kuvantum mekanik teorisi yönünden de açıklamalara sahiptir. Kuvantum mekanik, kimyâsal bağları ve değişiklikler için bir teori verirken, moleküllerin üç boyutlu yapıda nasıl titreştiğini açıklar. Bu yaklaşımda elektron, artık, ayrık parçalar olarak düşünülmez. Burada önemli kabul, Heisenberg’in belirsizlik prensibidir. Buna göre bir elektronun hem yerini ve hem de hızını kesin olarak aynı zamanda ölçmek mümkün değildir. Bu hâlde elektron bulutları söz konusu olur. Bu tür bulutların yoğunluğu, verilen bir noktada elektron bulunma ihtimaliyle orantılıdır. Ancak bu tür yaklaşımda basit atomların dışında çözümü zor denklemlerle karşılaşılır. Bu sebepten tekrar ayrık elektron kabulüne gerek duyulur.

Moleküller arası çekim:

Moleküller arasında çekici ve itici olmak üzere iki tür kuvvet mevcuttur. Bir maddenin molekülleri, birbirine birkaç angstrom mertebesinde yaklaştıkları zaman, negatif yüklü iki elektron bulutu birbirini kuvvetli bir şekilde iter. Ancak biraz büyük mesâfelerde, çekici kuvvetler daha önemli olabilir. Basınç ve sıcaklığa bağlı olarak bu kuvvetler, molekülleri sıvı veya katı hâlde bir arada tutacak kadar kuvvetli olabilirler.

Moleküllerin hareketi: Genel olarak bir madde ısındıkça, yâni ısı enerjisi arttıkça, moleküllerinin de hareketi artar. Ötelenme, dönme ve titreşim olarak üç türlü molekül hareketi vardır. Ötelemede molekül, atılan bir top gibi hareket ederken, dönmede karmaşık bir molekülün bir parçası, diğer bir parçası etrafında döner. Titreşim hareketinde ise moleküller birbirine yaylarla bağlanmış gibi ileri geri hareket ederler. Bu tür harekette moleküller arası mesâfe onda bir oranında azalır veya artar. Titreşimleri çok hızlı olup, sâniyede 10 trilyon (1013) mertebesinde iken, dönme yaklaşık bunun yüzde biri hızında, sâniyede 100 milyar (1011) civarındadır. Moleküllerin öteleme hızları ise, saatte birkaç kilometre mertebesindedir.

Molekülün hareketinin tür ve derecesi, maddenin sâhip olduğu ısı enerjisine bağlıdır. Eğer sıcaklık çok düşükse, moleküller sıkı olarak yerleşmiş olur ve sâdece titreşim hareketi yaparlar ve madde katı hâlde bulunur. Sıcaklık yükseldikçe molekül, titreşim yanında dönme de yapar. Ancak yerleri sâbit kaldığı müddetçe madde katı kalır. Sıcaklık daha da yükselirse moleküller sıkı yerleşmiş olmakla beraber öteleme hareketi, kayma, birbiri üzerinde atlama yaparlar. Bu hâlde de sıvı durumdadır. Daha yüksek sıcaklıklarda ise moleküller birbirlerine daha az bağlıdırlar. Uzayda serbestçe hareket ederler. Bir gaz olarak, bir kap içinde değilseler, sınırsız bir şekilde hareket ederler.

Karmaşık moleküler yapılar:

Düz zincirler: Düz zincir moleküllerine tipik misal olarak, hidrokarbon serilerini gösterebiliriz. Metan (CH4) en basit hidrokarbon bileşiği, tetraedral yapıya sâhiptir. Tetraedrin her köşesinde bir hidrojen atomu bulunur. Karbon atomu ise tetraedrin tam merkezindedir. Bu, karbon atomunun bağlarının köşelere doğru yöneldiği sonucunu verir. Metan genellikle

      H

      |

H – C – H

      |

      H

şeklinde gösterilir. Metanın hidrojen atomlarından birinin yerine metil gurubu (CH3-) konulursa, hidrokarbonların bir üst üyesi olan etan meydana gelir. Buna benzer olarak bundan sonra gelen üye propandır. Hidrokarbon serisinde birbirini tâkip edenler arasında (CH2) kadar bir fark vardır. Bu tür hidrokarbon zincirleri aslında dosdoğru değildir. Komşu karbon atomları arasındaki açı, tedraedral (109°28’) olduğu için zincir zikzak şekle sahiptir. Kapalı zincirlere karşılık olarak “düz” ismilendirilirler.

Halkalar: Karbon atomunun bağlanma açısı tedraedral olduğundan, halka yapısı, zincirin sonlarının birbirlerine bağlanmasıyla meydana gelir. Bu yapıya aromatik bileşikler, siklohegzan ve steroitler misâl olarak verilebilir.

Halkalı bileşiklerin en önemli sınıfı aromatik bileşiklerdir. Bu bileşiklerin en basit üyesi benzen (C6H6)dir. Benzende karbonlar arasında sırayla bir tek ve bir çift bağ bulunmaktadır. Karbonlar arasında çift bağ olduğu hâlde, doymamış hidrokarbonların özelliğini göstermez. Bu çift bağlar belirli bir yerde değildir. Titreşim hâlinde karbonlar arasında değişir. Halka yapı, organik bileşiklere has bir yapı olmayıp, bâzı anorganik bileşiklerde de görülür. Bor elementinin meydana getirdiği borazin bileşiği, elektronik yapı bakımından benzene benzer ve buna bâzan “anorganik benzen” de denir.

Kafes yapısı: En basit kafes yapı, beyaz fosforda (P4) bulunur. Bu, fosfor atomlarının bir tedrahedrin köşelerine yerleşmesinden meydana gelir. Fosforun oksitlerinden P4O6 ve P4O10 kafes yapısına sâhiptirler. P4O6 ile aynı sayıda elektron sayısına ve aynı yapıya sâhip olan fosfor imid P4(NCH3)6 de kafes yapısına sâhiptir.

Sandaviç bileşimler: Metal atomun iki hidrokarbon halkasının arasında bulunduğu oldukça büyük bir organometalik bileşiklerdir. İlk sandaviç bileşim ferosende bulundu. Benzene olan benzerliğinden (aromatik reaktivitesinde) bu isim verildi.

İzomerler: İzomerler aynı kimyasal bileşime ve moleküler ağırlığa sahip, fakat farklı özellik gösteren moleküllerdir. Çeşitli türde sınıflandırıldığı hâlde, yapısal izomerler ve stereoizomerler esas grubu teşkil eder.

İzomerler, aynı tür ve sayıda atomlara sahip olmakla beraber, atomlar arası bağlar farklıdır. Atomların ve bağlarının uzayda yerleşmesi farklıdır.

Makromoleküller: Makromoleküller veya polimerler, kovalent bağlar yardımıyla aynı küçük moleküllerin biraraya gelmesi sûretiyle meydana gelirler. Meselâ, formaldehit (HCHO) simetrik trioksan olarak isimlendirilen bir trimer (HCHO)3 ve uzun bir zincir polimer olan paraformaldehit HO (HCHO)nH’i teşkil eder. Burada n, 8 ile 100 arasında değişir.

Makromoleküller bir boyutlu polimerler olabilir. Bunlar tabii olarak ortaya çıkan lastik, ipek, aspest ile sunî madde olan polietilen ve sıvı silikonlardır. Kezâ, bunlar mika, grafit veya volkanize (çapraz bağlı) lastikte olduğu gibi iki boyutlu ve kuars veya elmasda olduğu gibi üç boyutlu da olabilirler.

Polimerlerin özelliklerini bunu meydana getiren dev moleküllerin özellikleri belirler. Silikon sıvılar, mika ve kuarsın hepsi silikooksijen bağlara sâhiptir. Fakat birbirine olan bağlantı sıra ile bir, iki ve üç boyutludur. Diğer bir misal de grafit ve elmas olup, tamamen karbondan ibâret olmalarına rağmen, çok değişik yapıya sâhiptirler. Grafitte karbon atomları iki boyutlu levhalarda bağlı olup, levhalar arasındaki bağ oldukça zayıftır. Levhalar birbiri üzerinde kolayca kayarak grafiti yumuşak ve mükemmel bir yağlayıcı yaparlar. Elmasta ise karbon atomları birbirine üç boyutlu bağlı olup, üç boyutlu bir yapı ortaya çıkar. Elmas, kuvvetli kovalent bağlardan dolayı en sert maddedir.

Canlılardaki glikojen, nişasta, selüloz ve protein, polimerdirler.

MOLEKÜLER BİYOLOJİ

Alm. Molekularbiologie, Fr. Biologie molèculaire, İng. Molecular biology. Canlılardaki olayları moleküler seviyede tetkik eden biyoloji dalı. Moleküler biyoloji son yıllarda ehemmiyet kazanan genetik, biyokimyâ ve biyofizik gibi dalların gelişmesiyle ortaya çıktı. Canlı organizmada hayâtî ehemmiyetleri fevkalâde çok olan nükleik asitler, proteinler ve enzimlerin yapılarının tamâmen aydınlatılması moleküler biyolojinin ilgi alanıdır. Bu maksatla X ışınları difraksiyonu ve elektron mikroskobu gibi ileri tekniklerden faydalanılır. Moleküler biyoloji ayrıca genlerle ilgili hâdiselerin moleküler seviyedeki incelemesini de yapar. Bu maksatla araştırmacılar genlerin kromozomlar üzerindeki yerini ve bu genlerin canlılardaki rolünü inceler. Netice olarak farklı genler elde etmek için tecrübî çalışmalar yaparlar.

MOLİBDEN

Alm. Molybdän (n), Fr. Molybdène, İng. Molybdenum. Sert, kırılgan, gümüş beyazı metalik bir element. İlk olarak İsveçli kimyâger Carl Wilhelm Scheele tarafından 1778 senesinde molibdenit mineralinin sülfür minerallerinden ayrılması esnâsında bulunmuştur.

Sembolü Mo, atom numarası 42 ve atom ağırlığı 95,94’tür. Peryodik tabloda krom ve tungstenin de bulunduğu VI B grubundadır. Kimyâsal özellikleri bu iki elementinkine benzer.

Özellikleri: Yüksek ergime noktası, yüksek harârete mukâvemeti, ısıyı iyi iletmesi ve ısı ile az genleşmesi gibi üstün özelliklere sâhiptir. Bu özellikleri sebebiyle 1100°C üstündeki demir ve çelik sanâyiinde kullanılır. Molibden 2617°C’de erir. Bu özelliği ile metaller arasında altıncı sırayı alır. 4639°C’de kaynar. Özgül ağırlığı 10,2 g/cm3 tür. Canlı hücrelerinde eser miktarda bulunur.

Bulunuşu: Molibden yerkabuğunda tunsgten kadar bol, fakat dağınık olarak bulunur. Serbest hâlde bulunmaz. En çok bulunduğu mineral molibdenit (molibden disülfür, MoS2) tir. Molibden’in tabiatta bulunan yedi izotopu Mo-92, Mo-94, Mo-95, Mo-96, Mo-97, Mo-98 ve Mo-100’dür.

ABD’nin Kolorado eyâleti, molibden üretiminde başta gelir. Diğer üreticiler, Kanada, Rusya, Çin ve Şili’dir. Senelik üretim miktarı 90.000 tondur.

Bileşikleri: Molibden bileşikleri ekseriyâ oksitler hâlindedir. En önemli bileşikleri molibden dioksit (MoO2), molibden trioksit (MoO3)tir. Molibden kükürtle de sülfür bileşikleri meydana getirir. Meselâ molibdenit olarak bilinen molibden disülfür (MoS2) en önemli molibden cevheridir. Bundan başka halojenürler tellür ve selenür bileşikleri de vardır. Bileşiklerinde 2+, 3+, 4+, 5+ ve 6+ değerliklerini alabilir. En kararlı hâli 6+ değerlikli hâlidir.

MOLİERE (Molyer)

Fransız komedi yazarı. 1622 yılında Paris’te doğdu ve 1673’te orada öldü. Tiyatroculuk yaptı. Yazdığı komedileri oynardı. İlk öğrenimini bitirdikten sonra Paris’te Cizvit Papazlarının idâre ettiği Clermont Kolejine gitti. Burada kuvvetli bir klasik eğitim gördü. Yunanca ile birlikte Lâtinceyi de öğrenerek Yunan ve Roma kültürüne vâkıf oldu. Bu arada Descartes’in muhâlifi ve rakîbi Grassendi’nin (1592-1655) husûsî felsefe derslerine devam etti. Molière’in gördüğü eğitim ve içinde yaşadığı fizikî çevre, onun tiyatrocu olmasında mühim bir rol oynadı.

Hukuk tahsili de gören Molière bu sâhaya ilgi duymadı ve kendisini tamamen tiyatroya verdi. Tiyatroya meraklı birkaç arkadaşı ile berâber 1643 yılında İllustre Théâtre’yi kurdu. Ancak grubu çeşitli sebeplerle Paris tiyatro câmiasında tutunamadı. Sonunda kapandı, Molière de borçları sebebiyle hapse girdi.

Sahnelerde âile ismi yerine Molière müstear ismini kullanmış, fakat bu müstear isim zamanla esas âile ismini unutturmuştur.

İllustre Théâtre kapandıktan iki sene sonra grubuyla berâber Fransa turuna çıkan Molière, bunda başarılı oldu. 12 senelik turunda tecrübe ile berâber epey de para kazandı ve 1658 yılında Paris’e geri döndü. Paris o zamanlarda, Fransa’nın başşehri, Avrupa’nın da sayılı kültür ve sanat merkezlerinden birisiydi.

Paris’e döndükten sonra bir vesileyle saraya girip, Fransa Kralı Onbeşinci Louis’nin takdirlerini kazanan Molière, kralın himâyesi altında çalışmalarına devam etti. Kısa zaman sonra Paris’in en mümtaz tiyatrocusu oldu. Peşpeşe sahnelediği komedi eserleriyle çevresinde rakipsiz kaldı ve şöhretin zirvesine ulaştı.

Eserlerinin mevzûlarını ve mizah anlayışınıİtalya’dan alan Molière’in ilk orijinal eseri Gülünç Kibarlar (Les Précieuses Ridicules, 1659)dır. Bu eser sahneye konduğu zaman büyük alâka gördü.

Tiyatro yazarlığı, oyunculuğu ve grubun idareciliği gibi üç işi berâberce yürüten Molière, önceleri Fars tarzında ve hayâli unsurlara dayalı eserler veriyordu. Sonradan, müşâhadelerine dayanarak ve komediyi doğrudan doğruya hayâtın içine sokan eserler yazmaya başladı. Bu eserlerinde belli kesimleri, karakterleri ele alıp, onların gülünç taraflarını düşündürücü bir şekilde sahnelemeye başlayınca, muhâlifleri de kralın huzûrunda oynadığı Kocalar Okulu (L’école des Maris) ve onun devamı mâhiyetindeki Kadınlar Okulu (L’école des Femmes) isimli komedileri; hallerinde, sözlerinde ve düşünüşlerinde yapmacığa kaçan kibar çevre kadınları ve sonradan görme kadınlar arasında tepki doğurdu. Molière, muhaliflerinin yaptığı hücumlarına karşılık Kadınlar Okulu’nun Tenkidi’ni (La Critique de L’école des Femmes) yazarak cevap verdi. Yine, eserin kahramanı olarak iki yüzlü bir papazın gösterildiği Tartuffe (1664) ile de kilisenin düşmanlığını kazandı. Eser, üzerinde beş sene süren tartışmalardan sonra sahneye konulunca(1669) büyük bir alâka gördü ve üst üste 44 kere temsil edildi. Yazıldıktan beş yıl sonra kilisenin büyük muhâlefetine rağmen sahneye gelebilmesi kralın sâyesinde mümkün olmuştur.

Molière, aradan geçen beş yıl içinde Don Juan (1665), İnsandan Kaçan (Le Misonthrope, 1666), George Dandin (1668) ve Cimri (L’avare, 1668) isimli komedilerini yazdı.

Kralın kendisini kiliseye, asilzâdelere ve meslektaşlarına karşı himâye etmesi üzerine onun hoşuna gidecek eserler sergiledi. Rakslı, esprili, eğlenceli bu eserlerinin müziği, Fransa’da opera müziğinin kurucusu Lulli (1632-1687)ye âittir. Monsieur de Porceaugnac (1669), Şahane Âşıklar, Kibarlık Budalası (Le Bourgeois Gentilhomme, 1670) Psyché (1671) bu maksatla yazıldı.

Molière, son komedisi Hastalık Hastası (Le Malade İmaginaire)nı 1673’te yazdı. Bunun dördüncü temsilinde oynarken geçirdiği kriz sebebiyle birkaç saat sonra öldü. Hayattayken papazlara cephe aldığından cenâzesi ortada kaldı. Kralın müdâhalesiyle ölümünden dört gün sonra merâsimsiz gömülebildi. Mezarının kısa kitabesi, Lafontaine’e âittir.

İnsan unsurunun değişmez yönlerini çok iyi ifâde edebilmesi, karakter tasvir ve tahlilleri, bâzı insanların anormal hareketlerini, zihniyetlerini, davranışlarını ve hâllerini ince ve canlı bir şekilde verebilmesi Molière’in eserlerinin en bâriz vasıflarındandır.

Eserleri Fransız kültürünün zengin hazinelerinden birisidir. Fransız edebiyatının ve kültürünün ülkemizde yeni yeni teessüs ettiği zamanlarda Ahmed Vefik Paşa tarafından bütün eserleri dilimize tercüme edilmiştir.

Eserlerinden bazıları: Gülünç Kibarlar (Le Precieuses ridicules, 1659), Kocalar Okulu (L’école des Maris, 1661), Kadınlar Okulu(L’école des Femmes), Tartuffe (1664), Cimri (L’Avare, 1668), Kibarlık Budalası (Borugeois Gentilhomme) (Kibar Burjuva), Bilgiç Kadınlar (Les Femmes Savantes, 1672), Hastalık Hastası(Le Malade İmaginaire, 1673).

MOLLA ARAB

Osmanlılar zamânında yetişenİslâm âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Vâiz Muhammed bin Ömer bin Hamzâ Antakî, lakabı Muhyiddîn’dir. Haleb’den Bursa’ya geldiği için Molla Arab diye meşhur oldu. Antakya’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1532 (H.938) senesinde Bursa’da vefât etti. Molla Arab’ın dedesi büyük âlim Taftâzânî’nin talebelerinden olup, Mâverâünnehr’denAntakya’ya gelip yerleşmişti. Babası da âlim ve sâlih bir zâttı.

Küçük yaştan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Molla Arab babasından, amcaları Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmed gibi âlimlerden fıkıh, usûlü fıkıh, kırâat ve Arabî ilimlerde tahsil gördü. Tebriz’e gidip, Tebrizli Mevlânâ Mürid’den ilim öğrendi. Antakya’ya döndü. Haleb ve Kudüs’e giderek oradaki âlimlerin ilim meclislerinde bulundu. İlimde üstün derecelere yükselip, şöhreti etrâfa yayıldı. Hacca gittikten sonra Mısır’a gelip İmâm-ı Süyûtî ve Şa’bî’nin derslerine devâm etti. Hadîs ilminde icâzet aldı. Mısır’daki Memlûk Sultanlarından Kayıtbay ile görüşüp iltifâtlarına kavuştu. Sultan Kayıtbay vefâtı üzerine 1495 yılında Mısır’dan ayrılarak Bursa’ya geldi. Halktan ve şehrin ileri gelenlerinden çok hürmet gördü. Vâz ve nasîhat ederek, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Sonra İstanbul’a gelip Sultan İkinci Bâyezid Hanın iltifât ve ihsânlarına kavuştu. İstanbul halkına senelerce vâz ve nasîhat eden Molla Arab bâzı fetihlere katıldı. Daha sonra âilesiyle birlikte Haleb’e döndü. Haleb’de üç yıl kadar vâz, hadîs ve tefsîrle meşgûl olduktan sonra İstanbul’a döndü.

Yavuz Sultan Selim Hanı cihâda teşvik etti. Çaldıran Seferine katılıp, askeri vâzlarıyla cesâretlendirdi. Daha sonra Sarayköy ve Üsküdar’a giderek on sene vâz ve nasîhat ederek, Müslüman olmayan pekçok kimsenin Müslüman olmasına sebep oldu. Kânûnî Sultan Süleymân Han ile Engürüs Seferine katıldı. Daha sonra Bursa’ya gelip çeşitli kitaplar yazdı. İki mescit, iki câmi yaptırdı. 1532 (H.938) senesinde Bursa’da vefât etti. Bursa’nın kıble tarafında şimdi kendi adıyla anılan mahallede defnedildi. Kabrin bulunduğu yerden bir sokak sonra Molla Arab Câmii vardır. Şimdi iki kubbeli ve tek minâreli olan bu câmi, eskiden dokuz kubbeli ve üstü kurşun kaplı idi.

Eserleri:

1. Nihâyet-ül-Fürû; fıkıh ilmine dâir Müstasfâ ve Dürer Gurer kitâblarındaki meseleleri toplamıştır.

2. Tehzîb-üş-Şemâil; Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatıyla ilgilidir.

3. Hidâyetü’l-İbâd ilâ Sebîl-ir-Reşâd.

4. Es-Sedâd fî Fedâil-il-Cihâd; Yavuz Sultan Selîm Hanı cihâda teşvik için yazdığı eserdir.

5. El-Mekâsıd fî Fedâil-il-Mesâcid.