MİTOZ BÖLÜNME
Alm. Mitose (f); mitosische Zellteilung (f), Fr. Mitose (f), İng. Mitosis. Hücrenin bütün elemanlarını eşleyerek iki eşit hücreye bölünmesi olayı. Çok hücreli bitki, hayvan ve bir kısım bir hücrelilerde görülen bölünme şeklidir. Çok hücrelilerde büyüme ve yıpranan kısımların onarılmasını, bir hücrelilerde üremeyi sağlar. Önce belli düzenler içinde çekirdek bölünür. Buna “karyokinez” denir. Çekirdek bölünmesini tâkip eden sitoplazma bölünmesine de “sitokinez” adı verilir. Mitoza, çekirdek bölünmesi mânâsında “karyokinez” adı da verilir. Mitoz sonucu, bir hücreden iki hücre meydana gelir. Meydana gelen hücrelerin yapısı ve kromozom sayısı ana hücreye benzer.
Mitoz, hücrelerde kromozom sayısını sabit tutarak hücre sayısını arttıran bir bölünme şeklidir. Genellikle vücut hücrelerinde görülür. Bölünecek hücrenin hazırlık safhasında (interfaz) kromozomların kimyâsal bileşimi olan DNA’lar kendilerini eşleyerek iki katına çıkar. Böylece kromozomun maddesi iki kat arttırılmış olur. Hücre bölünmesinde enerjiye ihtiyaç duyulacağından bu safhada hücrede ATP de depolanır.
Hayvanların çoğunda mitozu sentrozom başlatır; sentrozom ikiye bölünerek her biri bir kutba gider ve iğ ipliklerini meydana getirir.
Bölünme zamanı dışında bütün kromozomlar, çözülmez bir yumak hâlindedir, teker teker fark edilmezler. Bununla berâber, kromonema denilen ipliksi bâzı yapılar göze çarpar. Çekirdek bölünmeğe başladığında kromonemalar daha iyi görülebilir, kromozomlar da bazofil iplikler hâlinde tesbit edilebilir.
Mitoz sonucu meydana gelen hücrelerdeki DNA’ların nitelik ve niceliği birbirinin aynıdır. Mitoz muntazam bir şekilde ardarda meydana gelen bir dizi olaylar hâlindedir. İnterfaz dışında çoğunlukla (ortomitoz’da görüldüğü gibi) dört safhada incelenir. Mitozun bu safhaları: a) Profaz, b) Metafaz, c) Anafaz, d) Telofaz adlarını alırlar.
Mitoz iki ana tipe ayrılır; çekirdeğin mecbûri olarak metafazdan geçtiği ortomitoz (düz mitoz) ve kromozomların dağılışının farklı olduğu plöromitoz (eğri mitoz)dur. Plöromitoz, bir hücreli hayvanların çoğunda görülür. Bu mitoz tipinde, kromozomlar doğrudan doğruya iğ ipliğine yapışmaz ve metafaz devresi bulunmaz.
Ortomitoz bütün çok hücreli hayvanlarla; çok hücreli bitkilerin ve bir kısım bir hücrelilerin bölünme tarzıdır. Ardarda dört safhadan (evreden) meydana gelir.
a) Profaz: Çekirdek içinde bulunan kromatin iplikler kısalıp kalınlaşır ve kromozom hâline dönüşür. Çekirdek zarı erimeye, çekirdekçik kaybolmağa başlar. Sentrioller, sayılarını iki katına çıkararak (dörde çıkar) kutuplara hareket eder, aralarında iğ iplikleri (ışınsal uzantılar) meydana gelir. Her kromozom, dikine bölünerek kromatit denen iki yavru kromozom meydana getirir. Kromatitler, sentromerlerinden birbirine yapışık durumda ekvator bölgesinde dizilmeye başlar.
b) Metafaz: Kromozomların eşlenmesi biter. Kromatitler sentromerlerinden ayrılarak, ekvator bölgesinde karşılıklı dizilirler (kardeş kromatitler birbirinin karşısına geçer). Kromozomlar kutuplara çekilmek için sentromerlerinden iğ ipliklerine tutunur. Kromozomlar en belirgin bu safhada gözlenir ve sayılır.
c) Anafaz: Kromozomlar iğ iplikleri yardımıyla kutuplara çekilir. Eş kromozomlar farklı kutuplara giderler. Kromozomların kutuplara hareketi bu safhada net olarak görülür. Sitoplazma hafifçe içeriye çöker.
d) Telofaz: Profazın tersi olur. Çekirdekçik ve çekirdek zarı meydana gelir. Sitoplazma ortadan boğumlanarak ana hücre kadar kromozom taşıyan iki hücre meydana gelir. Bâzı hâllerde sitoplazma bölünmesi gerçekleşmez. Bu durumda çok çekirdekli bir hücre oluşur. Bu olaya “endomitoz” denir.
Bitki hücrelerinde de mitoz, aynı safhalarla devam eder. Yüksek yapılı bitki hücrelerinde sentrozom bulunmaz. Bunlarda iğ iplikleri kutuplardaki sitoplazmadan oluşur. Bitki hücrelerinde selüloz çeper bulunduğundan mitoz sonunda sitoplazma boğumlanamaz. Ekvator düzleminde “hücre plağı” denen bir yapı ile ikiye bölünür. Hücre plağına “orta lamel”de denilir. Daha sonra hücre çeperi oluşumunu tamamlar.
Mitozun süresi birkaç saatten birkaç güne kadar sürebilir. En uzun devre profazdır. Kanser hücreleri mitoz bölünmeyle süratle çoğalmak istidadındadır. Birçok kanser ilâcı bu hücre bölünmesini önlemek sûretiyle tesirli olmaktadır. Gut hastalığı (nikris) krizlerinde kullanılan ve çiğdemden elde edilen kolşisin adlı madde de mitoz bölünmeyi durdurur. Mitoz bölünme yolu ile en süratli bölünmeyi ana rahmindeki cenin göstermektedir. Hücreler yirmi dakikada bir mitoz bölünme geçirirler. En korkunç kanser türünde bile bu kadar çabuk bölünme kabiliyeti mevcut değildir. Dokuz ay gibi kısa bir süre içinde, toplu iğne başı büyüklüğündeki döllenmiş bir hücreden 3-4 kg’lık bir canlıyı yaratan Allahü teâlâ her şeye kâdirdir.
Gizli Mitoz (Amitoz=Basit bölünme): Amiplerde, kanın akyuvar hücrelerinde (lökositler) ve bâzı bakterilerde rastlanır. Bir hücrelilerde üremeyi sağlar. Sitoplazma ve çekirdek orta kısımlarından boğumlanarak her iki kutba doğru uzamaya başlar. Önce çekirdek ikiye ayrılır. Sitoplazma da bunu tâkip eder ve iki yeni hücre meydana gelir.
Son araştırmalar bunun görüldüğü kadar basit olmadığını, gizli mitoz şeklinde cereyan ettiğini, ancak safhalarının mitozda olduğu gibi gözlenemediğini ortaya koymuştur. Bu bölünmeye gizli mitoz anlamında “kripto mitoz” adı da verilir.
Alm. Humor (m), Fr. Humour (m), İng. Humor; joke. Hayâtın güldürücü yanlarını ortaya koyan sanat türü. İnsanı gülmeye sevk eden resim, karikatür, konuşma ve yazı sanatıdır. Mizah eserleri sâdece şaka, güldürme maksadıyla söylenip, yazılıp, çizildiği gibi belli fikirleri ifâde etmek için de ortaya konulabilir. Karikatür, hikâye, roman, komedi, nükte, fıkra, hiciv, taşlama gibi şekillerde karşımıza çıkan bu eserlerin en ehemmiyetli vasfı “espri” dediğimiz asıl can alıcı noktanın, eserin teferruatı arasında büyük bir maharetle gizlenmesi, tam sırası gelince de beklenmedik bir anda söylenmesidir.
Mizah, hayal ve hislerden daha çok zekâ mahsülüdür. Bir mizahçı, hayal gücünden, olup bitenlerden, târihten ve çeşitli bilgilerden faydalanabilir. Mizah, aynı zamanda sosyal ihtiyaçtır. Zaman zaman öfke ve sıkıntıların dağıtılmasında, emniyet supabı gibi tesirli olur.
Milletlerin ve cemiyetlerin mizah anlayışı birbirine benzemez. Millî karakter, yaşama tarzı gibi şahsa ve topluluğa âit özellikler mizah anlayışına tesir eder.
Türk mizahı: Türkiye’de ilk mizah, dünyânın başka taraflarında olduğu gibi sözlü olarak başlamıştır. Sözlü Türk Mizahı’nın en yaygın misâli fıkralardır. Fıkralar, şahıslara ve bölgelere göre çeşitli isimler altında toplanır. Bunlardan bir kısmı Türklüğün zekâ inceliğini, nükte gücünü ve hayat görüşünü en güzel yansıtan, Nasreddin Hoca fıkraları gibi, belli bir şahsa âittir veya o şahsa mâl edilerek anlatılır.
Mahallî fıkralar, bâzı bölge halkını ve ırk zümrelerini karakterize eder. Karadeniz, Doğu Anadolu, Rumeli, İstanbul insanlarına, Yahûdîlere, İskoçlara dâir anlatılan birçok fıkra, bu bölgelerde yaşayan kişilerin mizaçlarını, olaylar karşısındaki tepkilerini, bâzan da şivelerini mübalağalı bir tarzda işler.
Ayrıca büyük şehir fıkraları, karı-koca fıkraları, halk bilmecelerinin bir kısmı, tekerlemeler, Karagöz, ortaoyunu, meddah konuşmaları Türklere mahsus sözlü mizah çeşitleridir.
Bir kısım destanlar (Sivrisinek Destanı, Züğürtlük Destanı) ve bâzı halk mânileri de sözlü ve yazılı mizaha misal gösterilebilir.
Yazılı Türk Mizahı’nın kökü divan edebiyatının başlangıcına kadar iner. Eski mizah yazılarının büyük kısmı, güldürücü, hikmetli veya eğlenceli fıkraları içine alan, Letâif denilen kitaplarda toplanırdı. Divan edebiyatında mizahî eserlerin, hiciv, hezl, latîfe olmak üzere üç çeşidi vardı. Fuzûlî’nin Şikâyetnâme’si, Şeyhî’nin Harname’si (Merkep Hikâyesi), Kânî’nin Hirrenâme’si (Kedi Hikâyesi), Nef’î’nin Sihâm-ı Kaza’sı (Kaza Okları), İzzed Molla’nın Mihnet-i Keşan’ı (Keşan’da Çekilen Sıkıntılar), Edirneli Güftî’nin Tezkire’si, Sürûrî’nin Hezeliyât’ı (Hicivler) divan edebiyatının en önemli mizah eserleri arasındadır.
Halk edebiyatında taşlama, mâni, destan türünde birçok yazılı mizah eserine rastlanır. Anonim mâni, bilmece ve tekerlemeler arasında da mizahî olanlar çoktur. Halk edebiyatında mizah; topluma, zamâna bâzı meslek zümrelerine, ünlü kişilere dönük olması bakımından, divan edebiyatından ayrılır. Fakat halk edebiyatında da belli kişilere ve kavramlara sataşmalar oldukça çok görülür.
Tanzimattan sonra yazılı mizah daha çok cemiyet konularını işlemiştir. Ziya Paşanın 1870’te neşredilen Zafernâme’si, bu devrin en önemli mizah eseri kabul edilmektedir. Yirminci yüzyıl başlarında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Ahmed Râsim; millî edebiyat döneminden günümüze kadar da Neyzen Tevfik, Refik Halit Karay, Orhan Seyfi Orhon, Fazlı Ahmed Aykaç, Yusuf Ziya Ortaç (Akbaba Dergisi) gibi yazarlar mizah alanında isim yapan kimseler oldular.
Alm. Balance (m), Fr. Balance (f), İng. Balance. Maddî ve manevî ağırlıkları tartan terazi. Mizan, Arapça bir kelime olup, lügatta, “terâzi, ölçü, tartı, akıl, muhakeme ve idrak” mânâlarına gelir. Bu kelime çeşitli ilim dallarında kullanılagelmiştir.
Terâzi ve tartı âleti olarak mizan: İki kolu birbirine eşit olan hassas bir âlet olup, eski zamanda doğu ve batı memleketlerinde kullanıldığı gibi bugün de Anadolu’nun bâzı bölgelerinde pratik olarak kullanılan bir tartı âletidir. Buna “kabban” veya “kantar” da denir. Bilhassa Müslüman ülkelerinde, mizan (terâzi) kullanmaya çok ehemmiyet verilmiştir. Ticârî münâsebetlerde birbirlerinin hakkını yemek ve böylece kul hakkı günâhına düşmek endişesiyle Müslümanlar, hassas mizanlar yapımına çok gayret etmişler ve bunda başarılı da olmuşlardır. Sind bin Ali (vefâtı 864-H.250), Muhammed bin Zekeriyya Er-Râzî (v. 925-H. 313) bu konuda ismini dünyâya duyuran İslâm âlimlerinin ileri gelenlerindendirler.
Eski dilimizde kimyâ ilmi, konuları içinde yer alan maddelerin çeşitli ağırlıklarının ölçülmesinden bahsettiği için, bu ilme “İlmül-mîzan (terâzi ilmi)” denildi. Müslümanlar “Pappus mizanı” ile, hacimleri eşit sıvıların ağırlığı ile aynı ağırlıktaki sıvıların hacimlerindeki farklılıkları belirlemişlerdir. Ayrıca mîmârî eserlerde ve su yolları yapımında “mîmar mîzanı”nı ustalıkla kullanmışlardır. Yine eski dilimizde fizik ilminin konuları arasında yer alan ve mizan kelimesiyle ifâde edilen birçok âlet vardır. Meselâ, mizanül-harâre (termometre), mizanür-rîh (rüzgârın hızını ölçen âlet), mizanül-hevâ (barometre), mizanür-rutûbe (hidrometre) gibi. Matematik ilminde, yapılan hesabın doğruluğunu anlatmak için yapılan hesaba da “mizan” denirdi. Şimdi buna “sağlama” veya “sağlay” denilmektedir.
İslâm dîninde mizan: İslâm dîninde, âhiret gününe inanmak îmânın şartlarındandır. Dünyânın sonu gelip, kıyâmet kopunca, bütün canlılar yok edilecektir (Bkz. Kıyâmet). Allahü teâlânın dilediği bir zaman sonra bütün insanlar kabirlerinden diriltilip dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere, mahşer denilen yerde toplanacaklardır (Bkz. Mahşer). Dünyâda yapılan iyiliklerle (sevaplarla), kötülükleri (günâhları) tartmak için yüce bir mizan (terâzi) kurulacaktır. Bu mizan bilmediğimiz ve bildiklerimize benzemeyen bir âlettir. Yer ve gök bir kefesine sığar. Sevap gözü parlak olup, Arşın sağında Cennet tarafındadır. Günâh tarafı Arşın solunda Cehennem tarafında olup, karanlıktır. Dünyâda yapılan işler, sözler, düşünceler, bakışlar, orada şekil alacaktır. İyilikler (sevaplar) parlak, kötülükler (günâhlar) karanlık ve iğrenç görünüp, bu terâzide tartılacaktır. Bu terâzi, dünyâ terâzilerine benzemez. Ağır tarafı yukarı kalkar, hafif tarafı aşağı iner, diye bildirildi. Âhiret bilgileri aklın üstünde olduğu için akıl bu konuyu kavramaktan uzaktır, anlayamaz.
Mizanın hak, gerçek olduğunu bildiren âyet-i kerîmelerde buyruldu ki:
Kıyâmet gününde amellerin tartılması haktır. Mizanı ağır gelenler, işte onlar kurtulmuştur. Mizanı hafif gelenler, işte bunlar da âyetlerimize zulmettikleri sebebiyle kendilerine yazık edenlerdir. (Âraf sûresi: 8-9)
Kıyamet günü için adâlet mizanlarını kurarız. (Enbiya sûresi: 47)
Alm. Möbel (-einrichtung f) pl., Mobiliar (n), Fr. Meuble, mobilier (m), İng. Furniture. Çalışılan ve oturulan yerlerin, günün şartlarına, insanların zevklerine göre süslenmesine, değişik gâyelerle donatılmasına yarayan, portatif ve taşınabilir eşyâlar. Dilimizde bu gibi yerlerde kullanılan masa, iskemle, koltuk, kanape, divan, dolap, kitaplık, büfe, karyola vb. eşyaları “mobilya”, bu eşyaları yapıp satanlara da “mobilyacı” denmektedir.
Mobilya ve mobilyacılığın târihçesi, Mîlâddan binlerce sene öncesine kadar uzanmaktadır. M.Ö. yaşayan Asurlulara ait saray kalıntılarının duvarlarındaki süslü kabartmalar, tezyinatlı kapı kanatları, iskemleler, aslan ayaklı ve diğer motiflerle süslü masaların bulunması; eski Mısır mezarlarında (odalarında) süslü sehpaların, kabartmalı duvar taşlarının görülmesi, yaşadıkları asırların “mobilya” örnekleri hakkında bilgi vermektedir. Bunun yanında eski Mısırlıların oturdukları iskemlelerin, yattıkları kerevitlerin üstlerini hasırla döşeyerek şilteler serdikleri bilinmektedir. Yapılan arkeolojik kazılarda, kullandıkları eşyâların pekçoğunun bugünkülere benzemekte olduğu anlaşılmıştır. Eski Mısır mobilyalarının pek çoğuna bugün dünyâ müzelerinde rastlanmaktadır.
M.Ö. 8. ve 7. asırlarda Asurlular zamânında mobilya yapımında değişiklikler görülmeye başlandı. Bu mobilyalar çok süslü ve işlemeliydi ve tunç, bakır gibi metallerin de mobilya işlemeciliğinde ve yapımında kullanılmaya başlaması yine bu devirde olmuştu. Hükümdârların tahtları, koltukları, karyolaları bu stil yeniliklerle süslenirdi. Hatta bâzı hükümdar tahtlarının som altından yapıldığı da târih kitaplarında yazılıdır.
M.Ö. 5. yüzyıl sonlarına doğru mobilyacılık daha da gelişti. Bu değişiklik eski Yunan ve Roma medeniyetinde de kendini gösterdi. Pompei Harâbelerinde yapılan arkeolojik araştırmalarda, dağılmadan ve kırılmadan kalmış ev eşyâları, Romalıların mobilyacılığı hakkında yeterli bilgi vermektedir.
İlk ve Ortaçağ Avrupası, doğuda gelişen diğer medeniyetlerin tesirinde kaldığı gibi, mobilya sanat biçimlerinin de etkisine girdi. Mobilya süslemeleri büyük ölçüde değişti. On ikinci yüzyıldan sonra yapı biçiminde mobilyalar kendini göstermeye başladı. Rönesanstan sonra sanatın değişik kolları meydana çıktığı gibi, mobilyacılıkta da bu akım kendini gösterdi. Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya gibi memleketlerde çeşitli mobilya şekilleri uygulandı. On dört, on beş ve on altıncı asırlarda ise Fransızlar dünyâ mobilyacılığına hâkim oldular. Louis tipi mobilya örnekleri bugün bile hâkimiyetini sürdürmektedir. On dokuzuncu yüzyılda ulaşımın ilerlemesi, devletlerarası münâsebetlerin artması sonucu, mobilyacılık daha da gelişerek, ayrı bir ticâret kolu hâlini aldı.
Orta Asya’da ve diğer yerlerde Türklerin göçebe hayâtı yaşadıkları dönemlerde mobilya kullanılmazdı. Çadırda kullanılan eşyâlar, kolay taşınabilir ve basitti. Bu zamanlarda kullanılan eşyâlarda dokumalar (halı, kilim vb.) hâkimdi. Yalnız hükümdâr ve oba beylerinin çadırlarında bâzı ağaç eşyâlar bulunurdu.
Türklerin İslâmiyeti kabulü ve bununla beraber yerleşik hayâta geçişi, mobilyanın günlük hayata girmesine vesile olmuştur. Türklerde, Avrupalılarda olduğu gibi evler, bir mobilya deposu şekline getirilmemiştir. Türk evlerinin dışardan çok sâde gözükmesine rağmen iç kısımları, insana rahatlık verecek bir şekilde ferah döşenmiştir. Döşemesi sâde ve kibardır. Yerler parke, boyalı, cilalı veya âdî beyaz tahtadır. Zenginliğe göre hasır, bâzan kilim, umûmiyetle halı döşenir, sokak ayakkabısı ile eve girilmezdi. Oturmak için koltuk yerine, pencere kenarlarında rahatlık ve zerâfeti temin edici sedir bulunurdu. Duvarlara, yerli dolaplar, yükler ve hücreler yapılırdı. Bunların kapakları kakma ve oyma işlemeleriyle zarîf bir şekilde süslenir, böylelikle oda, kapı dizisi gibi görünmekten kurtarılırdı. Oda içerisinde görünen zenginlik, umûmiyetle halı ve kumaşlarda idi. Önemli mobilyalar, sandık, rahle, sofra iskemlesi, beşik, çekmece, kutu, çubukluk, kavukluk, ayaklı saatlerdi. Osmanlılarda sandıklar, genellikle selvi veya ceviz ağacından yapılır, nakışlar ve oymalarla süslenirdi. Bilhassa gelinlerin çeyiz sandıkları ihtimamla hazırlanır, altın ve gümüşle süslendiği olurdu. Üzerinde Kur’ân-ı kerîm okumak için yapılan rahleler ve Kur’ân-ı kerîm’leri muhâfaza etmek için yapılan kutular, her evin en zarif ve en güzel mobilyası idi. Bu mobilyalara gösterilen ihtimam, Kur’ân-ı kerîm’e duyulan hürmetten ileri gelmekteydi. Bunlar, ekseriyâ ceviz ağacından yapılır, üzerleri fildişi ve sedef kakma ile tezyin olunurdu. Bu mobilya çeşidinin en güzel nümuneleri câmilerde bulunan sedef işlemeli büyük rahle ve kürsülerdir.
Üzerine yemek sinisi koymak için yapılan, açılır kapanır iskemleler her evde bulunurdu. Bunlar, nakışlarla işlenir, cilalanır veya boyanırdı. Ayaklı saatlerin muhafâzaları ile, bugünkü vitrin yerine kullanılan hücreler, umûmiyetle oymalı yapılırdı. Nakış işlemelilerin içerisinde “Edirnekârî” denileni en meşhurlarındandır. Isıtmada kullanılan şamdanlar ve ince zevkin, büyük emeğin mahsülü olan çini vazolar, günümüzde paha biçilemeyen eserlerdir.
Tanzimatın îlânıyla Batı’nın sosyal ve kültürel hayâtını esas alan Batılılaşma taraftarları, kendi örf, adet ve an’anelerine sırt çevirerek Avrupa’nın günlük hayâtını Osmanlı halkına adapte etmeye çalıştılar. Bu gâyenin bir neticesi olarak, Osmanlılarda kullanılan mobilyaların yerine, Avrupaî tarzda mobilyaların kullanılmasına ve bunların zamanla yerleşmesine önayak oldular. Böylece Tanzimatla birlikte an’anevî Osmanlı mobilyaları yerine Avrupaî mobilyalar yurdumuza girmiş oldu. Bu durum Türk evlerinde çok fonksiyonlu olarak kullanılan odaların tek maksat için kullanılmaları neticesini doğurdu.
Meşrutiyetten sonra başlayan millî hareket tesiriyle bâzı kimseler evlerini eski Osmanlı tarzında döşemek hevesine düşmüşlerse de, bu teşebbüsler bir kolleksiyonculuk mâhiyetini geçmedi ve Avrupa’yı taklit oldu. Çünkü Avrupa 18. yüzyıldan daha önce Turquerı’e (Türköri) cereyanı ile Osmanlı yaşayışını taklit ediyordu. İçine saksılar konan eski sedefli beşikler ve pirinç mangallar, kısa iskemleler üstüne sıralanmış sahanlar ve bardaklar, raflarına çeşm-i bülbüller oturtulmuş kavukluklar, nargile şişesinden yapılmış abajurlu lambalar vesaire ile bir Osmanlı odası yapmak cihetine gidildi. Bedestenden toplanan eski eşyâları Louis X üslubunda vitrinlere doldurarak bunları ecnebilere Osmanlı odası, diye göstermekle iftihar edenler oldu. Bâzıları da Şam işi sedef kakmalarla süslü sandalyeler veya Türk sütun başlıklarına benzeyen karnaslı (stalaktitli) oymalarla müzeyyen ve Hereke kumaşı kaplı dörtköşe koltuklar, üstü çini kaplı ve sedefli iskemle gibi şeyler yaptırarak mobilyalara bir Osmanlı üslûbu vermek istediler. Fakat, eski eşyâları toplayıp bir odaya koymakla modern bir Türk odası yapacaklarını zannedenlerin ortaya çıkardıkları şeyler, bir ucûbeden öteye geçmedi.
Mobilyalar, çevrenin ve günün ihtiyaçlarına göre şekil değiştirdiği gibi, her çağın zevkine, sanat anlayışına, göz zevkine göre de çeşitli biçim ve isimler almıştır. Bunların bir çoğu müzelik olduğu hâlde, bâzıları da antika eşyâ adı ile asıllarını veya bu tarzı taklit ederek yapılmış yeni kopyaları ile de günümüzde kendilerini göstermektedir.
Mobilyalar, kullanıldıkları yerlere göre ad alırlar. Yatak odası, yemek odası, salon takımı vs. gibi isimler altında satılırlar.
Mobilyaların bakımı ve konulduğu yer çok önemlidir. Ağaç eşyâlardan yapılan mobilyalar sıcaktan çok zarar görür. Hele fırınlanmamış mobilyalar hemen çatlar, sağa sola eğilip bükülürler. Bunun için mobilyaları, kışın soba yanında bulundurmamalı, yazın da sıcaktan korumalıdır. Zaman zaman mobilyaların cilaları kontrol edilerek, ömürlerinin uzun olması sağlanmalıdır.
Alm. Mode (f), Fr. Mode, nouveadutè (f), İng. Fashion. Toplum hayâtına, değişiklik ihtiyacı veya süslenme arzusuyla giren, geçici yenilik. Moda, genel bir tâbirdir. Günlük hayâtın, çeşitli kısımlarında geçici bir süre hâkim olan zevk anlayışına denir. İnsanların umûmiyetle kullandığı hemen her şeyde zaman zaman moda akımları olmuştur. Fakat moda bütün dünyâda en çok ve en yaygın olarak giyim-kuşam konusunda görülür. Bilhassa kadınlara âit her türlü giyecek eşyâsı ve süslenme şekillerinin mevsimlere ve yıllara göre modası değiştirilmektedir.
Ev hanımlarına yardım olunması bakımından, yeni buluş ve modelleri, ilâve patronlarıyla beraber yayınlayan dergilere de “moda” ismi verilmektedir. Üçgen biçiminde, serenleri direğin gerisinde bulunan yelkenlere de moda adı verilmiştir.
Modanın târihçesi mîlâddan binlerce sene öncesine uzanmaktadır. Çinlilerin, ayaklarını küçültmeleri için sıkıntılara girmesi, Bâbilli ve Asurlu erkeklerin genellikle kaba, saçaklı ve yün elbise giymeleri asırlarına göre birer moda hareketleridir.
Kırım civarında yapılan arkeolojik kazılar sırasında M.Ö 3. ve 5. yüzyıllara âit renkli, çizgili ve değişik desende kumaşların bulunması o zamanda da modanın olduğunu ortaya koymaktadır.
On dört ve on beşinci yüzyıllara kadar, biçilerek dikilmiş elbiselere çok az rastlanmaktaydı. Bu tarihlerden sonra elbiselerde, işleme tarzında şahsî işâretler kendini göstermeye başladı. On beşinci yüzyıldan sonra terzilik alanında yeni bir gelişme ortaya çıktı. Bununla berâber, kişilerin kendi zevklerini ortaya döken moda örnekleri de görülür. On dokuz ve yirminci yüzyılda ise bu işlerle uğraşmak özel ihtisas sâhaları hâline gelip, “moda evleri” adı altında çeşitli elbise-dikim yerleri ortaya çıktı.
Moda, toplumların geçmiş dönemlerine âit örf-âdet ve sanat yönünde meydana getirdikleri yenilikler yanında, zevkleri, nâmus ve ahlâk anlayışları, ekonomik durumları hakkında da geleceğe bilgi vermektedir. Yirminci yüzyılın yarılarından sonra moda, birçok konularda insanlara öncülük eden, hattâ onları yönlendirip çeşitli davranışlara sevk eden en müessir faktörlerden oldu. Bu bakımdan giyim-kuşamda veya süslenmede görülebildiği gibi, düşünce alanında, kişilerin davranışlarında bu gibi akımlar etkili olmaya başladı. Meselâ, gençler arasında “Hippy”, “Pop”, “Punk”, “Heavy Metal” gibi isimlerle anılan akımlar bunlardandır. Özellikle mânevî boşluk ve tatminsizlik içinde bulunan insanlar arasında ve Avrupa gençliğinde ortaya çıkıp yaygınlaşan bu akımlar, bir süre devam eden çılgınlıklardan sonra kaybolup gitmektedir.
Moda, ayrıca sosyal ve ekonomik bir olaydır. Ekonomik değişiklikler, âile çevresi, toplumun ahlâk anlayışı, içinde yaşadığımız tabiat şartları, iklimler, mevsimler, mensubu olunan milletin kültür değerleri, dinler, töreler, çalışılan iş ve meslekler, yaş, cinsiyet, zevkler daha bunun gibi pekçok şeyin hepsi, moda akımlarına hem zemin hazırlar hem de müessir olur. Moda, bir anlamda kişilerin iç dünyasını dışarıya vurmasına yardımcı olan, psikolojik tatmin vâsıtası olarak görülen bir fenomendir, vak’adır.
Moda, kimi zaman sanat ölçüleri içinde, aşırıya kaçmadan bir yol tâkip edebildiği gibi, bâzı zaman da kişiyi kendine esir eder, onu aşırılığa sevk eden itici güç hâlini alır. Hattâ bâzı durumlarda, âilelerin yıkılmasına, baba-oğul, anne-kız arasında zıtlaşmaya kadar ulaşmakta, çok insanın da rûhî bunalıma düşmesine sebep olmaktadır.
İslâm dîninde çirkinliği gidermek, vakâr sâhibi olmak ve şükretmek, Allahü teâlânın nîmetini üzerinde göstermek için, mümkünse elbiselerin en iyisini giyinmek tavsiye edilmiştir. Gösteriş, öğünmek için veya bir başka menfaat için bunlar yapılırsa büyüklenme ve kibir olur ve bu dînimizin emrettiği bir şey değildir.
Ayrıca modanın getirdiği bir israf da vardır. Moda merkezlerinin milletlerin ahlâkî çöküntüye gitmeleri göz önünde tutulduğu bir yönlendirme içinde çalıştıkları ifâde edilmektedir.
Moda akımları, umûmî olarak moda merkezlerinden idâre edildiği gibi bâzen de ictimâî veya ekonomik faktörlerden etkilenerek kendiliğinden ortaya çıkar. Giyimde moda akımlarını yönlendiren merkezler de çeşitlidir. Erkek giyiminde “Londra”, kadın giyiminde ise “Paris” moda merkezi olarak ün yapmışlardır.
Alm. 1. Modell (n), Muster (n) 2. Schnitt (m), Fr. Modèle (m); type (m), İng. model, pattern; example. Bir konunun temsilen yapılan, bâzı özelliklerini anlatan, üç boyutlu tipik ve küçük mâmûl parçalarına verilen isim. Benzer örnek. Model cinsleri o kadar çoktur ki, birbirini içine alan ortak bir model târifi yapmak oldukça güçtür. İlimde, eğitimde, mühendislikte ve endüstride kullanılan modeller vardır. Model geleceğe açık olarak ihtimal ve düşüncelerin maddeye aksi ve yığılışıdır.
Model, umûmiyetle aslından küçük olur. Meselâ güneş sistemini sembolize eden model oldukça küçüktür. Bunun tam tersine, maddenin moleküler yapısını temsil eden model ise çok büyüktür. Topografik modeller, aslın dıştan görülen özellikleri, belli bir ölçekle küçültülerek yapılır. Târih ve tabiatla ilgili bu tür modeller bâzan çok karmaşıktır.
Uçak, otomobil ve gemi yapımında modelcilik başlıbaşına bir konudur. Önce tasarlanan resimler çizilir. İkinci kademe olarak bu resimlerden istifâde edilerek belli ölçekte model yapılır. Model, yapımcıya üç boyutlu düşünme imkânı tanır. Uçaklar ve otomobiller hava tünelinde, gemiler su havuzlarında akış testlerine tâbi tutularak aerodinamik yapıya tesir eden rüzgâr, dalgalar ve diğer değişken şartları incelenerek, yapı formunda değişiklikler yapılır. Gemi ve uçak montajında model, bilhassa cihazların yerli yerine montesi, boruların birbirini engellemeden bükülerek yerleştirilmesi yönünden plân kadar önem taşır.
Şehircilikte model, karmaşıklığı ortadan kaldırmaya yardımcıdır. Şehir trafik akışı, fabrikaların yerleşme sahası, okullar, hastahâneler ve evler, şehirde daha faaliyet başlamadan model üzerinde yerleştirilerek, doğabilecek problemler önceden çözümlenir.
Model, askerî sâhada eğitim maksadı ile kullanılır. Askerî taktik ve strateji oyunları, bölgenin topografik modelinin yapılması ile kara, hava ve denizdeki harekat gözle tâkib edilir.
İkinci Dünyâ Savaşında, topografik model kullanılarak, adım adım Avrupa’nın işgali gerçekleştirildi. Bu model, binâların konumlarını bile içine alacak kadar teferruatlı idi.
Alm. Modulation (f), Fr. Modulation (f), İng. Modulation. Bir bilginin (ses, resim gibi) uzayda uzak mesâfelere iletilebilmesi için yüksek frekanslı elektromanyetik dalgaya bindirilme işlemi. Bu bindirilme işlemi, elektromanyetik dalganın frekansının veya başka bir karakteristiğinin, diğer bir dalganın karakteristiğine bağlı olarak değiştirilmesidir. Ayrıca, birkaç bilginin bir telden aynı anda iletilmesi de modülasyon yardımıyla gerçekleştirilir.
Modülasyon dörde ayrılır: 1) Genlik modülasyonu, 2) Frekans modülasyonu, 3) Faz modülasyonu, 4) Darbe modülasyonu.
1. Genlik modülasyonu (GM) veya amplitöd modülasyonu(AM): Taşınacak bilginin genliğine (büyüklüğüne, voltajına) göre taşıyan dalganın genliği değişir. Bu tip modülasyon, çok geniş olarak radyo ve televizyon yayınlarında kullanılır. En önemli mahsuru, hâricî parazitlerden etkilenmesidir.
2. Frekans modülasyonu(FM): Taşınacak bilginin genliğine göre taşıyıcı dalganın frekansı değişir. Frekans modülasyonunun en büyük özelliği, modüle edilmiş (bilgi yüklenmiş) sinyalin genliğinin dâima sâbit olmasıdır. Böylece yüklenen bilgi; şimşek, araba paraziti, motor paraziti gibi hârici (dış) tesirlerden etkilenmediği için özellikle kaliteli ses ve görüntü nakli için kullanılır. Yalnız yayın mesâfesi kısadır.
Nisbeten dar bantlı bir FM, çok kanallı telefon, TV yayınlarının mikrodalga riley sistemi üzerinde aktarılmasında ve uydularla olan haberleşme bağlantılarında kullanılır. Geniş bantlı FM ise, telgraf, telefon, radyo, yayın, telemetri, hareket hâlindeki haberleşmede, rota tesbitinde, meteorolojik yardımcı olarak ve tıbbî teşhis aracı olarak kullanılır.
FM az gürültülü ve çok sahayı kaplayan bir telekomunikasyonu sağlar. Ancak bu, her bir kanal için geniş bant kullanmakla elde edilir. AyrıcaFM’in özelliği, eğer iki yayın mevcutsa, bunlardan kuvvetli olan alınır, zayıf olan tamâmen saf dışı bırakılır. Bu da düşük güçlü radyo istasyonlarının birbirine yakın aynı frekans üzerinde faaliyet göstermesini mümkün kılar.
3) Faz modülasyonu: Taşıyıcı dalganın fazı, taşınacak bilginin fazına göre değişir. Bu şekilde modülasyon en çok renkli televizyonlarda, renk bilgisinin taşınmasında kullanılır.
4) Darbe (puls) modülasyonu: Bu tip modülasyonda taşıyıcı dalga kesik kesik uzaya yayılır. Genellikle radarlarda kullanılır. Dalga gönderilmediği sürede radar, alıcı olarak çalışır ve cisimden yansıyan dalgayı alır.
Bütün bu modülasyon çeşitlerinde bahsedilen düşük frekanslı elektrik işâretini yüksek frekanslı dalgaya bindirme işini “modülator” denen elektronik cihazlar gerçekleştirir. Verici cihazı da bu elektromanyetik enerjiyi uzaya yayar. Alıcıda ise alınan bu enerjiyi tersine işlemler yapılarak “demodülator” denen devrelerde esas bilgi alınır, gerekli yerlerde kullanılır. Meselâ; radyoda ses olarak, televizyonda görüntü olarak, telekste yazı olarak.
Frekans modülasyonda bir sinüs, taşıyıcı dalgasının âni frekansı, modüle eden dalganın büyüklüğü ile orantılıdır. Genlik modülasyonunda ise, bir sinüs taşıyıcı dalgasının genliği modüle eden dalga ile orantılıdır.
1922’de Amerikalı Matematikçi R.Carson, ilk defa “ânî frekans” deyimini kullanmıştır. Argüman’ı, zamânın fonksiyonu olan sinüs dalgasının açısında, zamanla olan değişim olarak târif etmiştir. Matematik formülüyle ilk defâ bütün FM işlemi açıklamıştır. 1936’da da Amerikalı Edwin H. Armstrong FM’in gürültü azaltıcı özelliğini fark etmiştir. Bu buluşu FM’in çok daha pratik kullanılışına yol açmıştır.
Ankara’nın 15 km güneyinde bulunan göl. Elmadağı kitlesinin güneybatısındaki etrâfı faylı 30 km uzunluğundaki bir oluğun, kuzeybatısında bulunur. Alüvyon seddinin arkasında suların toplanması ile meydana gelmiştir. Mogan Gölünün uzunluğu 4 km, en geniş yeri 1250 m, yüzölçümü ise 2,5 km2dir. İlkbaharda su seviyesi beş metreye kadar yükselirse de genelde sığ ve az tuzlu bir göldür. Bu tuzluluk, buharlaşmanın fazlalığından meydana gelen bir özelliktir.
Göl kıyısında bâzı kamu kuruluşlarına âit dinlenme tesisleri ve halka açık plajlar vardır.
DEVLETİN ADI |
Moğolistan |
BAŞŞEHRİ |
Ulan-Bator |
NÜFUSU |
2.182.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
1.565.000 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Moğolca |
DÎNİ |
Budizm |
PARA BİRİMİ |
Tugrik |
Asya kıtasının doğusundaki memleketlerden. Kuzeyinde Sibirya (Rusya), batısında Doğu Türkistan (Çin), güneyinde Kıta Çini, doğusunda Mançurya (Çin) vardır. Moğolistan, Rusya Cumhûriyeti ve Çin Halk Cumhûriyeti ile çevrili olduğu gibi, siyâsî bakımdan da bu iki devletin hâkimiyetindedir. Dış Moğolistan’da Rusya’ya bağlı, Moğolistan Halk Cumhûriyeti; İç Moğolistan’da Çin’e bağlı, İç Moğolistan Muhtar idâresi olup, siyâsî istiklâle sâhip değildirler.
Târihi
Moğolistan’da yaşayan Proto-Moğolları ve Tunguzları; Türklerin kurduğu büyük Hun İmparatorluğu birleştirdi. Mîladdan önce 3. yüzyıldan îtibâren bölge Türklerin hâkimiyetine geçti. On üçüncü yüzyılın başına kadar; Büyük Hun İmparatorluğu, Göktürk, Uygur, Karakutay devletleri hâkim oldu. Cengiz Hanın birleştirip teşkilâtlandırdığı kabîlelerle, 1205’te Moğolistan’da ilk Moğol Devleti kuruldu (Bkz. Moğollar). Cengiz Han, 1227’de ölünce Moğol İmparatorluğu oğulları arasında bölüşüldü. Moğolistan’a Ögedey ve Toluy’un neslinden hanlar, 1634yılına kadar hâkim oldu. 1634’te Mançu Hânedanının hâkimiyetine geçti. On yedinci yüzyılda Çarlık Rusyası, bölgeyi kontrolüne almak için teşebbüslere başladı. On sekizinci yüzyılda Moğolistan’da Rus ve Çin yanlılarının mücâdelesi başladı. Moğol prenseslerinin Çinliler gibi yaşaması Moğolistan’da milliyetçilik akımının başlamasına sebep oldu. Katolik misyonerlerinin faaliyetleriyle Moğolistan’da Hıristiyanlaşma başladı. Misyonerler Uzak Doğu’da dayanak noktası elde etmek ümidiyle Moğolistan’ın istiklâlini müdâfaa ettiler. İstiklâl fikri yayıldı. Yirminci yüzyılda. 1912’de Çin’de Mançu hânedanının yıkılmasıyla Moğol prensleri Rusların da yardımıyla Moğolistan’ın istiklâlini îlân ettiler. Çinlilerle mücâdeleye girişen Moğolistanlılar, 1915’te Çin’e de istiklâllerini tanıttılar. Çin-Japon Harbinde Moğolistan’da yeraltı faaliyetiyle komünist hareket başlatıldı. Japonya’nın Kuzey Çin’e girmesiyle 1935-1937’de Moğolistan da işgâle uğrayarak, mahallî muhtar bölgeler kuruldu. 1945’te İkinci Dünyâ Harbinin bitmesiyle ülkedeki istiklâl yanlısı teşkilâtlar faaliyetlerini komünizm paralelinde devam ettirdiler. Komünizme karşı mücâdele eden teşkilâtların zayıflatılmasıyla İç Moğolistan, Çin’in hâkimiyetinde muhtar hâle getirildi. İkinci Dünyâ Harbinden sonra dış Moğolistan’da, ABD ve İngiltere’nin tavsiyesiyle, Moğolistan Halk Cumhûriyeti kuruldu. 20 Ekim 1945’te referandumla istiklâlini îlân eden Moğolistan, önce Milliyetçi Çin tarafından tanındı. 1946’da Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhûriyetler Birliği aralarında ittifak imzâlandı. 1961’de Birleşmiş Milletler Teşkilâtına kabul edildi. Sovyetler Birliğindeki ve Doğu Avrupa’daki komünist yönetimlerinin çöküşü komünizmle idâre edilen Moğolistan’ı da etkiledi. 1990’da çok partili sisteme geçilerek; ekonomik, sosyal ve siyâsal reformlar yapıldı. Temmuz 1990 ilk çok partili seçimler yapıldı. Moğolistan’da bulunan Rus birlikleri yapılan anlaşma sonucu geri çekildi.
Fizikî Yapı
Moğolistan Halk Cumhûriyetinin arâzisinin büyük bölümü yayla görünümündedir. Yalnız ülkenin güneydoğusunda Gobi Çölü yer alır. Devletin doğudan batıya uzunluğu 2367 km, kuzeyden güneye ise 1258 kilometredir. Ortalama yüksekliği 1580 m olan bu dağlık ülkenin kuzey batısı güneydoğuya nazaran daha yüksektir.
Ülkenin içinde ve sınırlarında birçok dağ silsilesi yer alır. Rusya ile kuzeybatı sınırı boyunca Tanno-Ola Sıradağları yükselir. Kuzeydoğuda Kentei Dağları vardır. Ülkenin batı iç kısmında Hangay Dağları yer alır. Moğolistan ve Gobi Altayları batıdan güneydoğuya doğru Çin sınırı yakınlarına kadar uzanır. Altayların en yüksek zirvesi olan 4653 m yüksekliğindeki Tabun Boğdo, kuzeybatıda ilk silsile üzerinde bulunur.
Kuzeydeki nehir vâdileri, bilhassa Selenga ve Orhon verimlidir. Kerulen Vâdisi, Doğu Moğolistan’a doğru geniş bir anayol meydana getirir. Çok sayıda tuz gölleri ve denize çıkışı olmayan nehirleriyle ülke topraklarının üçte ikisi, İç Asya’da suyunu dışarı akıtmayan havzada yer alır. Sâdece Kerulen ve Onon nehirleri Pasifik Okyanusuna dökülür. Ülkenin belli başlı gölleri: Ubas Nor, Hara Usu, Airik Nor, Kirgis Nor ve Hubsugul’dur.
İklim
Moğolistan’ın büyük bölümünde, az yağış ve büyük sıcaklık değişikliklerine sâhip, sert bir kara iklimi hüküm sürer. Ekseriya yaz yağmurları şeklinde olan yağış, ülkenin değişik kısımlarında yılda 100 ilâ 300 mm arasında değişir. Aşırı soğukla gelen hafif kar, ülkenin kuzey kısmında devamlı donmuş olarak kalan, önemli bir kuşağı meydana getirir. Sıcaklık farkı oldukça büyüktür. Ulan Bator’da ocak ayındaki sıcaklık ortalaması -28°C, temmuz ayındaki ise 18°C’dir. En yüksek ve en düşük sıcaklıklar daha da büyüktür. Kışın ırmaklar ve göller donar. Kuvvetli toz ve kum fırtınaları görülür.
Tabiî Kaynakları
Gobi hâriç, Moğolistan’ın büyük bölümü hayvancılığa imkân veren çimenlik ve çayır hâlindedir. Dağlar, kuzey batıdaki hâriç, genellikle çıplaktır (ağaçsızdır). Ülkenin çoğu bölgelerinde vahşî hayvanlar bulunur. Bunlardan bol miktarda bulunan büyük memeli hayvanlar arasında koyun, geyik, ren geyiği (bilhassa Hubsugul Gölü çevresinde) bâzı vahşî deve ve atlar sayılabilir. Her yerde bulunan dağ sıçanı (marmota) sistemli olarak kürkü için avlanır. Moğol Paleontolojistlerinin yaptığı keşifler, ülkede bol miktarda dinazor fosilleri bulunduğunu göstermektedir. Mâden kömürü, tungsten, bakır, molibden, altın, kalay ülkenin yeraltı zenginliklerini teşkil eder. Moğolistan bakır bakımından Asya’da birinci, dünyâda ilk on sırada yer alır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
2.182.000’lik Moğolistan nüfûsunun % 76’sını Halha Moğolları, % 8’ini diğer Moğollar, % 5’ini Kazak Türkleri, kalanını diğer Türkler, Ruslar ve Çinliler meydana getirir.
Moğollar sarı ırkın klasik tiplerindendir. Bacakları kısa olup, boyları nâdiren 168 cm’yi aşar. Bunların belirgin özellikleri, yuvarlak baş (brekasefalik), kalın koyu saç, seyrek sakal, düz burun, çekik gözlerdir.
En kalabalık Moğol azınlık grupları, batı eyâletlerinde yaşayan Oryatlar ve Ulan Bator’un kuzeyinden îtibâren Sovyet sınırına kadar, esas olarak Selenga Vâdisinde oturan Buryatlardır. Güneydoğuda Dariganga Moğolları, kuzeybatıda Hubsugul Gölü yakınında Darhat Moğolları vardır.
Müslüman Kazak Türkleri, Moğol olmayan en kalabalık azınlık grubu olup ülkenin batı kesiminde muhtar bir arâziye sâhiptirler. Sınırlı sayıdaki Ruslar, Ulan Bator ve diğer yerleşim merkezlerinde bulunur. 10.000 civârındaki Çinli nüfus, ülkenin inşâat sektöründe önemli rol oynar.
Hızla şehirleşmekte olan Moğolistan’ın nüfûsunun günümüzde % 51,2’si şehirlerde yaşar. Geri kalanın çoğunluğu, sürüleri için otlak arayarak mevsimden mevsime göç eden göçebeler hâlindedirler. Göçebelerin yurt adı verilen çadırları bulunur.
Moğollar arasında en yaygın spor güreştir. Okçuluk ve at yarışlarının da yaygın olduğu ülkede, çocuklara küçük yaşta ata binmesini öğretirler.
Moğolların çoğunluğu Lama Budistdir. Türklerin çoğunluğu ise Müslümandır.
Moğolca çeşitli lehçelere ayrılır. En önemlisi Halhaların konuştuğu ve diğer bütün Moğollar tarafından anlaşılan lehçedir. Bu lehçe resmî lisan olarak kullanılır ve Rus alfâbesiyle yazılır. Okullarda Rusça öğretilir ve iki ülke arasında yüksek hükûmet çevrelerinde haberleşme vâsıtası olarak kullanılır. Okuma-yazma oranı % 95’tir.
Siyâsî Hayat
Ülke yönetiminde komünizm hâkim ise de Sovyetler Birliğinde başlayan Glasnost hareketi bu ülkeye de yansıdı. Tek partili düzene son verilmesi için Aralık 1988’de başlayan mitingler Ocak 1990’a kadar sürdü. Birçok siyasi parti kuruldu. Şimdiye kadar iktidarda olan Moğolistan Devrimci Halk Partisi, kendi bünyesinde büyük değişiklikler yaptı. Anayasa değiştirilerek başkanlık sistemi kabul edildi ve bir bölümü nispî temsille seçilen 50 üyeli sürekli yasama organı niteliğindeki Küçük Hural kuruldu. Büyük Hural ise 430 sandalyeden meydana geliyordu. Temmuz 1990’da yapılan seçimleri iç bünyesinde büyük değişiklik yapan MDHP, büyük çoğunlukla kazandı. Devlet Başkanı Büyük Hural üyeleri tarafından seçilir.
Moğolistan 18 eyâlete ve iki muhtar belediyeye ayrılır. Seçimler üç senede bir yapılır. Seçmen yaşı 18’dir. Adlî işler, üyeleri dört yıllık süreyle Büyük Halk Meclisince seçilen, Anayasa Mahkemesince yürütülür.
Bütün erkek vatandaşlar, günümüzde 90.000 kişilik kuvvete ulaşan İhtilalci Halk Ordusunda askerlik yapmaya mecburdur.
Ekonomi
Eski Sovyetler Birliğine bağlı bir ekonomik yapı gösteren Moğolistan’da 1990’dan sonra ekonomik yapıda büyük değişiklik yapılan Moğolistan’da devlet işletmeleri aşamalı olarak özelleştirilmeye başlandı ve serbest pazar ekonomisine geçildi.
Moğolistan ekonomisi esas îtibâriyle hayvancılığa dayanır. Sayısız kampanya ve teşviklere rağmen, çiftlik hayvanlarının toplam sayısı 40 yıldır artırılamamıştır. 1931’de başarısız olarak kolektivizasyona girişilmiş ancak, 1950’de tamamlanmıştır. Bununla berâber çiftlik hayvanlarının % 20’si hâlâ özel teşebbüsün elindedir. Buğdayın çoğu kolkhoz adı verilen devlet çiftliklerinde yetiştirilmekte, fakat hayvan yemi, şimdi solhoz adı verilen kollektif çiftliklerde üretilmektedir.
Moğolistan’da hafif sanâyi, ülkenin her tarafında mevcuttur. Sanâyisi esas îtibâriyle gıda, tekstil, kimyâ ve çimentoya dayanır. Yeni kurulan Darhan şehri, un fabrikası, depolama ve önemli ölçüde hafif sanâyiye sâhiptir. Ulan Bator’da, et paketleme ve hafif îmâlât sanâyi mevcuttur. Erdenet şehrinde Asya’da birinci, dünyâda ilk on sırada yer alan bakır mâdenleri işletilmektedir. Mâden kömürü ülke ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmaktadır.
Et ürünleri ve yün, esas îtibâriyle Rusya’ya giden önemli ihraç ürünleridir. Erdenet şehrindeki bütün bakır ve molibden üretimi Moğol-Rus ticâretini dengelemeyi amaçlamıştır. Moğolistan Rusya’ya ayrıca kalsiyum flörür satmaktadır. İthâlatın büyük çoğunluğu (% 91) Rusya’dan yapılmaktadır. İhraç ürünlerinin % 75’i de Rusya’ya gitmektedir.
1956’da açılan ve Moğolistan ötesine giden demiryolu, ülkenin modern nakliyat anayoludur. Ulan Bator’u Sibirya ötesine giden anahatta bağlayan kuzey kısmı, yükün büyük kısmını taşır. Doğu Moğolistan’da 1930’larda askerî maksatlarla inşâ edilmiş kısa demiryolları vardır. Az miktarda karayolları mevcuttur. Fakat Moğolistan arâzisi ulaşıma imkân vermemektedir.
Rusya Cumhûriyeti Havayolları Moskova ile Ulan Bator arasında direk uçuşlar yapmaktadır. Ülkenin iç havayolları başşehirle bütün eyaletler arasında bağlantı sağlar. Selenga Nehri ile Hubsugul Gölünde gemi ve mavnalar işlemektedir.