MÎSÂK-İ MİLLÎ

İstiklâl Harbi yıllarında toplanan son Osmanlı Mebuslar Meclisinin aldığı kararlar, “Ahd-i Millî” ve “Mîsâk-ı Millî” adı altında altı maddeden meydana gelir. Meclis 28 Ocak 1920’de toplandı. Osmanlı Sultanı Vahideddîn Han rahatsız olduğundan, Meclisin açış konuşmasını İçişleri Bakanı Dâmâd Şerîf Paşa okudu. “Felâh-ı Vatan” yâni vatanın kurtuluşu istendi. Mecliste, Erzurum Mebusu Celâleddîn Ârif Beyin başkanlık ettiği Felâh-ı Vatan grubundaki milletvekillerince Mîsâk-ı Millî hazırlandı. Erzurum ve Sivas kongrelerindeki beyannâmeler kabul edildi. Millî Kurtuluş Programı hazırlandı ve millî hudutlarımız tespit edilerek, hukuk ve siyâset anlayışı esaslarına göre ortaya kondu.

Altı madde hâlinde yazılıp, oybirliği ve heyecanla kabul edilen Mîsâk-ı Millînin girişinde şöyle deniliyordu: “Osmanlı Mebuslar Meclisi üyeleri, yapılacak fedakârlığın en son mertebesine göre hazırlanan aşağıdaki esaslarla, devletimizin istiklâlini ve milletimizin sulh ve sükûna kavuşabilmesi, bunlar gerçekleşmeden Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin varlığı ile devâmının imkânsızlığını, hep birlikte kabul ve tasdik etmişlerdir.”

Mîsâk-ı Millînin altı maddesi şunlardır:

1. Arapça konuşan ancak, 30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesine göre; düşman işgali altında kalan bölge halkının durumu, bunların hür olarak verecekleri oylara göre belirlenmelidir. Mütâreke çizgisinin içinde ve dışında kalan bu yerlerin İslâm ve soyca bir olan Osmanlı çokluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından, Anayurttan hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür. (Bu maddeye göre; Irak kuzeyindeki Musul-Süleymaniye-Erbil ve Kerkük bölgeleri Türkleriyle Suriye kuzeyindeki Rakka-Halep-Antalya veİskenderun-Hatay kesimlerindeki Türklerin Anayurttan koparılamayacağını belirtiyor, Kıbrıs Adası, Devletler Hukûku bakımından Türkiye’ye âit olduğundan, 1914 sonunda İngiltere’nin tek taraflı ilhakı, hükümsüz sayılıyordu.)

2. Halkın, ilk serbest kaldıkları sırada (Haziran 1918’de) verdikleri oylarıyla Anayurda katılma kararını belirten Elviye-i Selâse (Üç Sancak: Kars; Oltu, Olur ve Şenkaya dâhil Ardahan; Artvin ve Avara ile Çürüksu dâhil Batum) için gerekirse yeniden serbestçe oylama yapılmasını kabul ederiz.

3. Batı Trakya’nın geleceği de oralarda oturanların serbestçe verecekleri oylara göre belirlenmelidir.

4. İslâm Halîfeliğinin Osmanlı Saltanatının ve Hükûmetinin merkezi İstanbul şehriyle, Marmara Denizinin (Boğazlarla birlikte) güvenliği korunmalıdır. Bu şartlara uyularak, Akdeniz-Çanakkale ve Karadeniz-İstanbul Boğazlarının dünyâ ticâretiyle ulaşımına açık tutulması için bizim de, ilgili devletlerle birlikte vereceğimiz karar, geçerli sayılır.

5. Azınlıkların hakları, Îtilâf Devletleriyle hasımları ve bir takım ortakları arasında kararlaştırılan anlaşma esaslarına göre (komşu ülkelerdeki Müslümanların da bu haklardan istifâdeleri güveniyle) tarafımızdan sağlanacaktır.

6. Millî ve iktisâdî gelişmemize imkân vermek ve daha çağdaş, muntazam idâre ile işleri yürütmek için, her devlet gibi, bizim de gelişmemizi sağlamak üzere tam bir serbestliğe ulaşmamız, hayat varlığımızın temelidir. Bu sebeple, siyâsî, adlî, mâlî ve diğerleri gibi gelişmemize engel olan bağların karşısındayız. Ortaya çıkacak devlet borçlarımızın ödeme şartları da, bu esaslara aykırı olmayacaktır.

Türk Millî Mücâdelesinin ana programını, hem de Türkiye’nin millî ve etnik hudutlarını belirten bu Mîsâk-ı Millî; 28 Ocak 1920 Çarşamba günü kabûl edilip, 17 Şubat 1920’de gazete ve ajanslar yoluyla bütün dünyâya îlân edildi. Anadolu’da başlatılan Millî Mücâdelenin İstanbul’da Osmanlı Mebuslar Meclisince kabulü, meselenin Devletler Hukûkunca sağlanmasını ortaya koyması bakımından önemlidir. Osmanlı Devletinin varlığına ve istiklâline tahammül edemeyen işgalci İtilâf Devletleri, Türk Kurtuluş Mücâdelesine karşı harekete geçti. 16 mart 1920’de İstanbul, İngilizler tarafından işgâl edildi. Anadolu, Trakya ve Adalar’daki işgâl ve hareketler hızlandı. Buna tepki olarak da Türk Milleti, bütün imkânlarını seferber ederek, başlatılan Millî Mücâdeleye katıldı. (Bkz. İstiklâl Harbi)

MİSK

Alm. Moschus (m.), Fr. Musc (m.), İng. Musk. Erkek miskgeyiğinin vücûdundan çıkan, kokusu hoş ve kuvvetli yağlı bir salgı. Salgı, geyiğin karnının alt tarafında bulunan salgı bezinden gelir. Misk salgısına koku veren ana madde muskon organik bileşiğidir. Misk, parfüm yapımında esans rûhu olarak, koku ve renk vermek için kullanılır. Misk elde etmek için, geyiğin salgı yapan bezleri bulunduğu yerden çıkarılarak kurutulur. Bu bezlerin büyüklüğü, iri bir yumurta büyüklüğünü geçmez. En iyi misk, Tibet’te yaşayan geyiklerde bulunur (Bkz. Geyik). Doğu ve Orta Asya’da yaşayan miskgeyiğinin yüksekliği 55 santimetreyi geçmez. Küçük yapılı bir hayvandır. Etinden ziyâde parfümcülükte kullanıldığından, misk üreten bezlerini almak için avlanır. Sayıları süratle azalmaktadır. Esâsen misk elde etmek için avlamak gerekmez. Normal olarak hayvan misk salgısını kendiliğinden salgılar. Salgının rengi siyahtan ayırt edilmeyecek şekilde koyu kahverengidir. Biriktirilip kurutulduktan sonra işleme tâbi tutularak misk esansı elde edilir.

MİSKFÂRESİ (Fiber zibethicus)

Alm. Bizamratte, Fr. Rat musqué, İng. Muskrat. Familyası: Sıçangiller (Muridae). Yaşadığı yerler: Kuzey Amerika ve Orta Avrupa’da bataklık ve su kenarlarında toplu hâlde yaşar. Özellikleri: Vücut uzunluğu 30, kuyruğu 25 cm’dir. Ağırlığı 1,5 kg kadardır. Yassı kuyruğunu yüzerken dümen olarak kullanır. Postu kürkçülükte kıymetlidir. Çeşitleri: En çok Ondatra cinsine rastlanır. O. obscura ve F. zibethicus meşhurlarıdır.

Sıçangiller âilesinden, Kuzey Amerika’nın su kıyılarında yaşayan bir kemirgen. Ondatra, Maskarat veya Bizam sıçanı olarak da bilinir. Boyu 30 cm kadardır, 25 cm’lik yassı kuyruğu pulludur. Vücut ağırlığı 1,5 kg kadardır. Kahverengi kadife gibi yumuşak ve sık tüylü postu kürk sanâyiinde kıymetlidir.

Bataklık, göl ve nehir kıyılarında kapan kurularak avlanır. Yuvasını su kenarlarına yığdığı saz ve kamışların altında yapar. Yuvanın girişi su altındadır. Ayrıca karaya açılan gizli bir emniyet kapısı vardır. Sürüler hâlinde yaşar. Su kenarlarındaki bitki ve ağaç kökleriyle beslenir. Nâdiren balık ve kabukluları da avlar. Ağzı küttür. Arka ayakları geniş ve kısmen perdelidir. Çok iyi yüzücüdür. Tehlike ânında suya dalar. Gerektiğinde kulaklarını kapatıp, su altında 12 dakika kalabilir. Gece faaldir. Gazla dolan kör barsağının yüzmesinde etkili olduğu sanılır. Tüyleri su geçirmez.

Postundan yapılan kürkler piyasada “Hudson samuru” adıyla satılır. Üretilmek için 1909 yılında Avrupa’ya getirilmiştir. Bugün Doğu ve Batı Almanya, Finlandiya ve Rusya’da çok ürediğinden bahçelere zarar vermeye başlamıştır. Kokusu misk keselerinden gelir. Misk bezinden elde edilen salgısı lavantacılıkta kullanılır. Kış uykusuna yatmaz. Besin bulamadığında yuvasının bitkisel duvarlarını kemirir.

Yılda iki-dört defâ yavrular. 30 günlük bir gebelikten sonra beş-yedi yavru doğurur. Yavrular yıl sonunda erginleşerek üremeye başlar. Aşınan kesici dişleri diğer kemiriciler gibi yenilenir.

MİSKGEYİĞİ

(Bkz. Geyik)

MİSKİNHÂNE

Alm. Leprosorium (n.), Fr. Léproserie (f.), İng. Leper hospital. Cüzzamlı hastaların halkla temâsına mâni olmak için yaptırılan özel binâlara verilen ad. Halk arasında Miskinler dergâhı ve Miskinler tekkesi denilmektedir.

Sosyal devlet anlayışının en iyi örneklerinin müşâhade edildiği Osmanlı Devletinde düşkünler, hastalar, hattâ hayvanlar için vakıflar kurulmuş, onlara insanca muâmele edilmişti. Sultan Üçüncü Selim Han (1789-1807) zamanında, Karacaahmed’in ortasında cüzzamlılar için dokuz hânelik binâlar yapıldı. Sultan İkinci Mahmûd Han (1808-1839) zamânında bunlara ilâve on bir ev daha eklenerek genişletildi. Miskinhâne denilen bu yerdeki hastalara, Evkaf (Vakıflar) Nezâreti tarafından ayrıca istihkak verildiğinden geçimleri garanti altına alındı. Her miskine Üsküdar imâretinden günde iki ekmek, sabahları çorba, akşamları çorba, et, pilav ve haftada iki gün tatlı verilirdi.

Miskinhâneler 1908 inkılâbından sonra kapatıldı. Halk arasında çalışmayan tembellerin toplandıkları yerlere de miskinhâne denmektedir.

MİSKKEDİLERİ (Viverridae)

Alm. Schleichkatzen, Fr. Civettes, İng. Civet cats. Familyası: Miskkedisigiller (Viverridae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Asya, Afrika ve Madagaskar’ın tropikal bölgelerinde. Özellikleri: Gövdeleri uzun olup, kedi ve sansara benzerler. Burunları sivri ve kuyrukları uzundur. İyi tırmanıcı ve yüzücüdürler. Çeşitleri: Afrika miskkedisi, Asya miskkedisi, Madagaskar miskkedisi, Palmiye miskkedisi, Firavun fâresi, Jenet en meşhur türleridir.

Eski dünyânın tropikal bölgelerinde yaşayan misk gibi koku salgılayan etçil memelilerin bir familyasına verilen genel ad. 75 türü bilinmektedir. İnce uzun gövdeli, ağız kısımları sivri, kuyrukları uzundur. Toprak rengindeki postları çizgili veya beneklidir. Genellikle 70-80 cm boyundadırlar. Palmiye miskkedisi 120 cm’ye ulaşır. Mungos ve Jenet de bu familyadandır. Suda, toprakta ve ağaçta yaşayabilirler. Ormanlık, çalılık ve bozkırlarda rastlanırlar. İyi tırmanırlar ve yüzücüdürler. Çoğunlukla yalnız dolaşırlar. Gündüzleri toprakaltı inlerinde çalılıklar arasında, ağaçlarda veya terkedilmiş, yapılarda barınır, gece ortaya çıkarlar. Böcek, kurbağa, yılan, kuş ve bunların yumurtalarını yiyerek beslenirler. Balık avlayanları da vardır. Afrika miskkedisi etçil olmasına rağmen sulu meyve de yer. Sindiremediği çekirdekleri dışkıyla dışarı atarak bitkilerin geniş alanlara yayılmasında rol oynar.

Yerliler palmiye bitkilerinin öz suyunu elde etmek için gövdesinde yaralar açar ve buradan sızacak sıvıyı biriktirmek için altına kaplar koyarlar. Palmiye miskkedisi kaplarda biriken bu sıvıya düşkünlüğünden bu adla anılır. Miskkedilerinin anüs çevresinde misk salgılayan birer bezleri vardır. Gece dolaştıkları bölgenin ağaçlarına kokulu sıvılarını sürerek türler birbirleriyle haberleşirler. Bundan elde edilen misk, parfüm sanâyiinde ve bâzı ilâçların yapımında kullanılır. Hindistan miskkedisi tehlike zamânında anüs salgı bezinden kokarca gibi pis kokulu bir sıvı fışkırtır.

Miskkedileri arka aykalarında beşer parmak bulunmasıyla, kedilerden ayrılırlar. Kedilerde ön ayaklarda beş arka ayaklarda dörder parmak vardır. Miskkedilerinin bir kısmı kanca tırnaklarını içeri çekebilirler. Büyük Sahra’nın güneyinde bol rastlanan Afrika miskkedisinin kuyruğu siyah-beyaz halkalıdır. Vücut uzunluğu 70, kuyruğu 40 cm’dir. Sarımtrak kürkü siyah lekelidir. Gece faaldir. Küçük hayvan ve bitkisel besinlerle geçinir. Yerin altındaki bir inde veya kovukta 2-5 yavru doğurur. Güney Asya ve Çin’de yaşayan Asya miskkedisinin iriliği hemen hemen Afrika miskkedisi kadardır. Boğazında siyah beyaz lekeler ve omurgası boyunca uzanan dik tüyleriyle tanınır.

İlkbaharda 3-4 yavru doğurur. Miskkedileri kürkleri ve misk bezleri için avlanır. Veya özel kafeslerde beslenerek 2-3 haftada bir misk sıvısı alınır.

MİSKOTU (Mimulus moshatus)

Alm. Gelbblütiges Moschuskraut, Fr. Armoise, İng. Musk Plant. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Karadeniz bölgesi.

Temmuz-ekim ayları arasında, pembe renkli çiçekler açan, 20-60 cm boyunda, çok yıllık, otsu bir bitki. Gövdeleri dik, köşeli, tüylü ve dallanmıştır. Yapraklar karşılıklı, uzunca saplı ve tüylüdür. Çiçekler saplı üst yaprakların koltuğunda gruplar hâlinde toplanmıştır. Taç yaprakları tüp şeklinde ve iki dudaklıdır. Meyveleri açık kahverengindedir.

Kullanıldığı yerler: Çiçekli dallar toplanır ve gölgede kurutulur. Yapraklarında uçucu yağ vardır. Uyarıcı, hazmettirici ve antiseptiktir.

Ayrıca erkek pelin otuna (Artemisia abrotonum) ve yabânî oğul otuna (Calamintha officinalis) da miskotu adı verilmektedir.

MİSKÖKÜZÜ (Ovibus moschatus)

Alm. Öftlicher Moschusochse, Fr. Boeuf musqué, İng. Musk ox. Familyası: Boynuzlugiller (Bovidae). Yaşadığı yerler: Arktik Kuzey Amerika veGrönland’da bulunur. Özellikleri: Büyüklüğü öküzle koyun arasıdır. Erkek ve dişiler boynuzlu ve uzun kahverengi tüylüdür. Kurtlara karşı çember meydana getirerek kendilerini savunurlar. Çeşitleri: Üç türü vardır. Bunlar: Karayüzlü misksığırı, Beyaz yüzlü misksığırı, Hudson Körfezi misksığırıdır.

Boynuzlugiller âilesinden, Arktik Kuzey Amerika ve Grönland’da yaşayan boynuzlu bir memeli türü olup misksığırı da denir. Uzun ve alçak vücudu uzun tüylerle örtülüdür. Sırtında kamburumsu bir çıkıntı vardır. Gerçek bir sığır değildir. Daha çok koyun ve keçiye benzer. Bacaklarının kısalığına rağmen hızlı koşar. Tırnaklarının arasında bulunan tüyler sâyesinde kar ve buzların üzerinde rahatça hareket eder. Kısa kuyruğu uzun tüylerle örtülmüştür. Büyüklüğü ve yapısı öküzle koyun arasıdır. Yerden yüksekliği 120-130 cm, ağırlığı 300-450 kg’dır. İri başlı ve küçük gözlüdür. Kulakları büyük ve uçları sivridir. 60 cm uzunluğa varan boynuzları, önce aşağı sonra yukarı doğru kıvrılır. Dişilerin gövde ve boynuzları daha kısadır. Yabânî hayvanların en uzun tüylüsüdür. Tüyler 90 cm’yi bulur. Düzensiz olan dıştaki kalın tüyler koyu kahverengidir. Yumuşak alt tüyler sık ve açık kahverengidir. Kalın bacakları beyazdır. Çok kuvvetli ve saldırgan mizaçlıdır. Kızılderililer ve eskimolar tarafından eti ve yünü için avlanır. Av sporlarında çok tüketildiklerinden Kanada’da kânunla koruma altına alınmıştır.

30-40 bireylik gruplar hâlinde dolaşırlar. Ot, yosun, yaprak vs. ile beslenirler. Saldırıya uğradıkları zaman, yavruları ortaya alarak kapalı bir çember meydana getirirler. Ortaya çıkan kesintisiz boynuz duvarı kurtların cesaretini kırar. Kuşatma uzun sürdüğünden üç-dört erkek misksığırı, kurt sürüsünü püskürtmek için sivri boynuzlarıyla saldırıya geçer. Fakat bu çember savunma sistemi tüfekle kolayca avlanmalarını sağlar.

Çiftleşme temmuz-eylül arasında olur. Nisan veya mayısta genellikle tek yavru doğar. Dokuz ay kadar anne sütüyle beslenir. Dişi misköküzü dört yılda, erkekleri beş-altı yılda eşeysel erginliğe erişir. Misk bezleri sâyesinde erkekler kızgınlık devresinde 90 metreden duyulan bir misk kokusu yayarak dişileri cezbederler. Göç ederek kayalıklı dağlara tırmanır. Rahatça evcilleşebilir. Derisi ve postu işe yarar. Eti kokulu olduğundan pek makbul değildir.

MİSSİSSİPPİ

Amerika Birleşik Devletlerinin en uzun nehri. Kollarının uzunluğu ve suladığı alan îtibâriyle dünyânın en büyük nehir sistemidir. Nehrin ismi Ojibya yerlileri tarafından konmuştur. “Missi” ve “Sippi” kelimeleri, bu kabîlenin dilinde, “Büyük Nehir” anlamına gelir. Taştığı zaman milyonlarca dekar arâziyi kaplaması sebebiyle bâzı yerlilerce de “Suların Babası” olarak adlandırılan Mississippi, Minnesota eyâletinin kuzeyindeki Hasca Gölünden doğar. Ancak, Missuri’yi meydana getiren üç ayrı ırmağın birleştiği Montana, nehrin asıl kaynağı olarak kabûl edilir.

Nil Nehrinden biraz kısa olan Mississippi yaklaşık 3.220.000 km2lik bir alanı sular. Nehrin 250 civârında kolu vardır. Bu kolların 45’inde ulaşım yapılmaktadır. Nehrin en önemli kolları Missouri, Ohio, Arkansas, Red River ve Des Moines’tir. Nehrin uzunluğu ile ilgili olarak değişik rakamlar verilmiştir. Bunlardan Mississippi Nehri Komisyonunun bildirdiği rakkam 6415 km’dir. Kaynağından denize döküldüğü yer arası 3779 km’dir.

Mississippi Nehrinin ülke ulaşımında ve zirâatta ve diğer alanlarda sağladığı sayısız faydalı yönünün yanında, bir de zararlı tarafı bulunmaktadır. Her yıl 400 milyon ton verimli toprağı Meksika Körfezi ağzındaki deltaya yığar. Mississippi birkaç defâ taşmıştır. 1929 ve 1937 yılında meydana gelen taşkınlarda büyük hasar meydana gelmiştir. Taşkınları önlemek için nehir üzerinde barajlar, pompalama istasyonları ve tâli kanallar yapılmıştır.

Mississippi Nehri dünyânın en işlek ticâri su yollarındandır. Nehirde petrol, petrol ürünleri, demir, çelik, kömür, kum ve çakıl başlıca taşınan yüklerdir.

MİSSOURİ

ABD’de bir ırmak. Mississippi Nehrinin bir koludur. 4370 km uzunluğundadır. Kayalık dağlardan doğar. Yellowstone Millî Parkından çıkan üç su kaynağı birleşerek Missouri’ye katılır ve ırmağı kuvvetlendirir. Kaynaklandığı yerden îtibâren hızlı bir akımla ve yer yer çağlayanlar meydana getirerek bir seri geçitler dizisinden geçer. Batıdan doğuya doğru olan akış istikâmeti. Yellowstone Nehri ile birleştikten sonra güneydoğuya yönelir. Güneye doğru akmaya devâm ederek Omaha kenarında, Platte Nehriyle ve arkasından Kansas Nehriyle birleşir. Missouri eyâletini batıdan doğuya doğru geçerek, Saint-Louis de Mississippi Nehriyle birleşir.

Yatağı dar ve düzensizdir. Kolları, toprağı büyük ölçüde aşındırarak, özellikle kışın çamurlu akarlar. Akımını düzenlemek, ovaları sulamak ve enerji elde etmek gâyesiyle üzerinde hidroelektrik santrali ve barajlar kurulmuştur. Irmak, Montana, Dakota ve Missouri ovalarını sular. Nehir, aşağı kısımları hâriç, ulaşıma elverişli değildir.

MİSVAK

Diş temizliğinde kullanılan bir çeşit tabiî fırça. Arabistan’da bulunan erâk ağacının dalından, bir karış uzunlukta kesilen parçadır. Erâk dalı bulunmazsa, zeytin veya başka dallardan da olabilir. Nar ve fesleğen dalından misvak olmaz.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem abdestte, ağzı yıkarken, dişleri misvak ile temizlerdi. Âdem aleyhisselâmdan beri bütün peygamberler, misvak kullanmışlardır. Hadîs-i şerîfte: “Dört şey, peygamberler tarafından hep yapılmıştır: Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek.” buyuruldu. İslâmiyet, her türlü beden ve kalp (mânevî, iç) temizliğini, ehemmiyetle emretmektedir. Allahü teâlâ; “Temiz olanları severim.” ve Peygamberimiz de; “Din, temizlik üzerine kurulmuştur.” buyurdu. Yine Peygamber efendimiz; “Namazın anahtarı temizliktir.” ve “Temizlik, îmândandır” buyurmaktadır. Diş temizliğinin, insan sağlığının korunmasında mühim yeri vardır. Beden sıhhatinin korunması üzerinde titizlikle duran Peygamberimiz, dişlerin sağlığının nasıl korunacağını bizzât kendisi yaparak öğretmiştir. Hadîs-i şerîflerinde; “Ey ümmetim, misvak kullanınız. Muhakkak ki onda, on haslet (faydalı özellik) vardır. Misvak kullanmak, ağzı temizler, Allahü teâlâyı hoşnûd, râzı eder, melekleri sevindirir, gözün görmesini keskinleştirir, dişleri beyazlaştırır, çürümeleri önler ve diş paslarını yok eder, yemeğin hazmını kolaylaştırır, balgamı keser. Misvak kullanarak kılınan namazlar, sevap bakımından kat kat olur. Ayrıca ağızdaki çirkin kokuyu giderip, güzel kokmasını sağlar. O ağız ki, Kur’an yoludur.” buyurmuşlardır.

Misvak kullanmanın, hem insan sağlığı bakımından dünyevî ve hem de Allahü teâlânın rızâsını kazanmak ve bütün Peygamberlerin sünnetine uymak bakımından uhrevî (dînî) faydaları vardır. Peygamberimiz abdest alırken, her namaza başlarken, yatmadan önce ve yataktan kalkınca, eve girince evden ayrılırken, yemekten önce ve yemekten sonra, Kur’ân-ı kerîm okumaya başlarken dâimâ misvak kullanırdı. Oruçlu iken de kuru ve ıslak olduğu hâlde misvak kullandığı görülmüştür. Misvağını yanından ayırmazdı. Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâm, savaşlarda bile misvaklarını yanlarına alırlar ve kılıçlarının kınında saklarlardı.

Bugün, modern tıbbın diş sağlığı konusunda ortaya koymaya yeni başladığı tedâvi usûllerini, İslâmiyet on dört asır, yâni bin dört yüz sene önce haber vermiş, öğretmiştir. İnsanın diş sağlığına büyük bir fayda temin eden misvak, basit bir usûl olmakla berâber, en iyi diş temizleme vâsıtasıdır. Dişlerin çürümesini önlemek için misvak kullanmak, bütün diş macunlarından daha faydalıdır. Larousse İllustre Medical ismindeki Fransa’nın kıymetli tıp kitabı, ağız temizliği husûsunda diyor ki: “Bütün diş mâcunları ve tozları ve suları, dişlere zarar verir. En iyi diş temizleme vâsıtası, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz.” Bu şekildeki diş temizliğini sağlayan en iyi vâsıta misvaktır.

Abdest alırken, misvak kullanmak sünnet-i müekkededir. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan yetmiş kat üstündür”. Misvağın sağladığı faydalarından tam olarak istifâde edilebilmesi için Peygamberimizin misvak kullanmada riâyet ettiği bütün edeplere, sünnetlere riâyet etmelidir. O’nun yaptıklarına aynen uymalıdır. Edeplerdeki noksanlıklar, faydalarından mahrûm kalmaya sebep olur. Ağzı yıkarken, dişleri misvak ile temizlemek, abdestin edeplerindendir.

Misvak kullanmanın diğer faydaları fıkıh kitaplarında yazılıdır.

Misvak kullanmanın önemi hakkında hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:

Devamlı misvak kullanın. O ağzı temizler. Allah’ın sevgisi ondadır. Misvak kullanma üzerine Cebrâil aleyhisselâm bana o kadar ısrar etti ki, misvağın bana ve ümmetime mecburî  (farz) olacağından korktum.

Misvak kullanmakla o kadar çok emir olundum ki, bir ara bu konuda vahy geldiğini zannettim.

Kur’ân-ı kerîmin yolu olan (Kur’ân-ı kerîm okunan) ağzınızı misvakla temizleyiniz.

Bir kimse namaza, abdeste ve Kur’ân-ı kerime başlamadan önce misvak kullanmaya önem versin.

Ey Eshâbım! Allah Cumâ gününü Müslümanlara bayram kıldı. O hâlde, o gün gusül abdesti almayı, koku sürünmeyi ve misvak kullanmayı kendinize vazîfe edininiz!

Zeytin dalından da misvak kullanın! O mübârek bir ağaç misvağıdır. Ağzı temizler. Dişlerdeki, sarı rengi giderir. O benim ve benden önce gelen peygamberlerin misvağıdır.

Beş şey insanın fıtratındandır (yaratılışındandır). Bıyıkların uzayan kısmını traş etmek, tırnakları kesmek, etek (kasık) traşı yapmak, koltukaltlarını traş etmek ve misvak kullanmak.

Ağız kokularını güzelleştiriniz! Şüphesiz ki, ağızlarınız Kur’ân’ın yollarıdır. O ağızlar, Kur’ân okur.

MİSVAK AĞACI (Salvadora persica)

Alm. Zahnbürstenbaum (m), Fr. Salvadora, İng. Toothbrush tree. Familyası: Misvakgiller (Salvadoraceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.

Afrika ve Asya’nın steplerinde yetişen, tuzlu toprakları seven, dikensiz çalı ve küçük ağaçlar. Arabistan’da bu ağaca “erâk ağacı” denir. Yaprakları karşılıklı, tam ve derimsidir. Çiçek halkaları dört parçalıdır. Meyveleri küçük bir kiraz gibidir, yenilebilir. Misvak ağacının odunu liflidir.

Kullanıldığı yerler: Dalların ucundan tiftiklenebilen lifleri dolayısıyle diş fırçası olarak kullanılır. Misvak, parmak kalınlığında, 20 cm kadar boyda, esmer renkli çubuklar hâlinde olup, bitkinin kurutulmuş gövde ve dal parçalarıdır (Bkz. Misvak). Misvak bitkisinin yaprakları kuvvet verici, ateş düşürücü ve yatıştırıcı, meyveleri ise gaz söktürücü ve idrar arttırıcı olarak kullanılır. Misvak su ile birleşince kimyasal olarak meydana gelen madde, mikropları öldürür. Bu bakımdan diş temizliğinde kullanılır.

MİSYONER

Alm. Missionor (m), Fr. Missionaire (m), İng. Missionary. Hıristiyanlık dînini  yayma gayreti içinde olan kişi. Henüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş ülkelerde, çeşitli faaliyetler adı altında yürütülen Hıristiyanlık propagandasının her türüne “misyonerlik” denir. Hıristiyan batı kültüründe “misyonerlik” adı verilen faaliyetin târihi, Hıristiyanlık dîni kadar eskidir. Bu faaliyette bulunan, papaz, râhip ve çeşitli Hıristiyan din adamlarına “misyoner” denilmiştir.

Hıristiyanlık, Allahü teâlâ tarafından Îsâ aleyhisselâma gönderilen hak bir dindir. Hazret-i Îsâ otuz yaşında Yahûdî kavmine peygamber oldu. Kendisine on iki kişi inandı. Bunlara Havâriyyûn (veya Havârîler) denir (Bkz. Havârî). Îsâ aleyhisselâm, üç sene bu dîni kendisi yaymaya çalıştı. Havârîlerin dışında çok az kimse inandı. Yahûdîler, bu peygamberi beğenmediler. Çok yumuşak huylu olduğunu ileri sürdüler. Kudüs’teki Roma vâlisine şikâyet edip ortadan kaldırılmasını teklif ettiler. Vâli, askerlerine emir verip yakalanmasını ve çarmıha gerilmesini istedi. Hazret-i Îsâ’nın saklandığı mağarayı, daha önce kendisine inanan ve az bir menfaat karşılığında dîninden dönen Yehuda adında biri, Romalı askerlere haber verdi. Allahü teâlâ, bir mûcize olarak, o anda Yehuda’yı Îsâ aleyhisselâm şekline çevirdi. Romalı askerler, Îsâ olmadığını söylediği hâlde, Yehuda’yı çarmıha gererek öldürdüler. Îsâ aleyhisselâm ise göğe kaldırıldı. (Bkz. Îsâ Aleyhisselâm-Hıristiyanlık)

Hazret-i Îsâ, otuz üç yaşında göke kaldırılınca, Havârîler dağılıp, bu yeni dînî yaymağa çalıştılar. Îsâ aleyhisselâmın hak olan dîni, az zaman sonra Yahûdîler tarafından sinsice değiştirilmişti. Bolüs (Pavlos) adındaki bir Yahûdî, hazret-i Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncil’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, on iki Havârîden işittiklerini yazarak, İncil adında dört kitap meydana geldi. Fakat Bolüs’ün yalanları, bunlara da karıştı. Uydurma İnciller zamanla çoğalarak, her yerde başka bir İncil okunur oldu. (Bkz. İncil)

Îsâ aleyhisselâmın dîni üç yüz sene gizli tutuldu. Çünkü bu dîne girdiği duyulanlara işkence ediliyordu. Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde, bu dîne izin verdi. Kendi de Îsevî oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma’dan İstanbul’a taşındı. Fakat bu dînin esasları bozulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak oldu.

Misyonerliğin târihçesi: Târihte ilk defâ misyonerlik  faaliyetinde bulunan havârîlerdi. Ancak bunlar aslı bozulmamış olan Hıristiyanlık dînini yaydılar. Münâfık Pavlos (Bolüs) ise Küçük Asya’da, Makedonya’da ve Yunanistan’da değiştirilmiş, bozulmuş Hıristiyanlığı yaymak için birçok kilise kurdu ve bunları teşkilâtlandırdı. Pavlos’un yetiştirdiği papazlar bütün Roma dünyasına yayıldılar. Bu arada Bizans İmparatoru Constantinus’un Hıristiyanlığı kabul etmesi, misyonerlik faaliyetlerine yeni bir hız verdi. Bundan kuvvet alan misyonerler, kısa zamanda İran ve Arabistan içlerine kadar yayıldılar. Altıncı yüzyılda Aziz Augustinus, Anglosaksonlara nasihatler verdi. Aziz Bonifacius, 8. yüzyılda Ren kıyıları boyunca Hıristiyanlığı yaydı. Ayrıca Charlemagne’in zaferleri de Saksonları Hıristiyanlığı kabul etmeğe zorladı. Dokuzuncu yüzyılda Germen kavimleri Hıristiyan oldu. Aynı yüzyılda Hıristiyanlık İsveç ve Bohemya’ya girdi. Daha sonra Rusya, Prusya ve Macaristan Hıristiyan oldular.

Roma Katolik Kilisesi Avrupa’ya tamâmen hâkim olduktan sonra dünyânın her tarafında yaşayan milletleri Hıristiyan yapmak üzere harekete geçti. Kilise, bu emeline kavuşmayı önce kılıç vâsıtasıyla denedi. Bu sebeple Haçlı Seferleri tertip edildi. Haçlı orduları muazzam dalgalar hâlinde Müslüman ülkelerine saldırdılar. Asırlarca süren kanlı savaşlar oldu. Bu savaşlarda Hıristiyanlar, gâyelerine erişemedikleri gibi Müslümanların ilerlemesine de mâni olamadılar. Endülüs, Müslümanların elinde kaldı. Hatta Türkler, on yedinci asrın ortalarında Avrupa’nın göbeğine kadar ilerlediler. bu durum karşısında kılıç kuvvetiyle Hıristiyanlığı yaymak fikri iflâs etti.

Artık 13. asırdan îtibâren savaşlar vâsıtasıyla başka milletleri Hıristiyanlaştırmaktan ümit kesilmişti. Bunun üzerine papa ve Hıristiyan hükümdârlar bu işi sulh yoluyla ve tatlılıkla yapmağa karar verdiler. İşte, bugünkü Hıristiyan misyonerliğinin kökü bu düşünceden başlar.

On üçüncü asırda Avrupa’da Dominiken ve Fransisken tarikatleri olmak üzere iki büyük Hıristiyan tarikatı vardı. Dominiken tarikatının kurucusu “Aziz Dominik” evvelce Tunus’a giderek Müslümanları Hıristiyanlığa dâvet yolunda çok uğraşmıştı. Ama tarikatını kurduktan sonra ilk işi Avrupa’daki “sapık” Hıristiyanlar arasında bir temizlik yapmak istedi. Böylece kendisi ve halefleri meşhur “Engizisyon” mahkemelerini kurdular. Bundan sonra bir asır müddetle Avrupa’da yaptıkları mezalimin dehşetinden herkesi korkuya düşürdüler.

“Aziz Fransuva”ya gelince, onun tabiatı daha yumuşak olduğundan, o, sapık Hıristiyanları yola getirmek için müritlerini Fransa, Almanya ve Macaristan’a yolladı. Fakat bu acemi misyonerler gittikleri memleketin dilini bile bilmedikleri için oraların Hıristiyan halkı tarafından evvela soyuldular. Sonra da “Bunlar sapıktır.” denilerek zindana atıldılar. Bu arada Tunus’a ve Fas’a gönderilen misyonerler de Arapça bilmediklerinden, bir de Müslümanların bunlara değer vermemeleri sebebiyle istedikleri gibi faaliyette bulunamadan memleketlerine elleri boş olarak döndüler.

Bu ilk teşebbüslerin toptan muvaffakiyetsizliğe uğraması karşısında, Müslümanları Hıristiyan yapmak ümidi kesilmeye başlanmıştı. Tam bu sıralarda Mayorkalı Ramon de Lulle adındaki şahıs ortaya çıktı.

Ramon de Lulle, Milâdî 1235 yılında İspanya’da doğdu. Babası bir asilzâde idi. Yetiştiği muhitte İslâm tesir ve nüfuzu hâlâ kuvvetini hissettiriyordu. Ramon de Lulle, gençliğinde dünya zevklerine düşkün bir asilzâde idi. Birtakım vehim ve boş hayallere kapılarak papaz olmaya ve Müslümanları Hıristiyan yapmak için faaliyete girişmeğe karar verdi. O sırada Mayorka Adasına yerleşmiş bulunuyordu. Evvelâ bir Müslüman esir satın alarak ondan dokuz yılda Arapçayı öğrendi. Bütün emeli Arapça öğreten bir papaz mektebi açarak misyoner yetiştirmekti. Bunun için Avrupa krallarına, papalara ve Viyana konsiline mürâcaat etti. Fakat her defâsında derdini anlatamadı. Bütün ömrü eserler yazmak ve Avrupa’nın başlıca merkezlerinde dolaşmakla geçti. İrili ufaklı iki bin kadar risâle yazdı. Hepsi yüz cilt ediyordu. Ramon de Lulle, misyonerlik faaliyetinde bulunmak üzere Mîlâdî 1291’de Tunus’a gitti. Orada Hıristiyanlığı yaymağa çalıştı. Fakat 1292’de sınırdışı edildi. 1305’te Buji şehrine gitti. Faaliyetlerinden dolayı yakalandı ve hapsedildi. Hapisten çıkarılmasına yardım eden bir Müslüman âlimi ile dînî konularda altı ay münâkaşa etti. Fakat iknâ olmadı. Buji Sultanı onu tekrar sınırdışı etti. 1311’de bütün ömrünce tahakkuku için çalıştığı şark (doğu) dilleri kürsilerinin (müsteşrik yetiştirme okullarının) papanın emriyle kurulduğunu gördü. 1315’te tekrar Tunus’a gitti. Sokaklarda İslâmiyet aleyhine vâzlar vermeye ve konuşmalar yapmaya başladı.  Kendisinin bu hâline tahammül edemeyen halk tarafından katledildi. Modern misyoner teşkilatının ve şarkiyatçılığın (müsteşrikliğin) kurucusu bu Ramon de Lulle’dir. (Bkz. Müsteşriklik)

Reform hareketi neticesinde Katolik kilisesinin hâkimiyeti parçalanıp ortaya çeşitli Hıristiyanlık mezhepleri çıktıktan sonra çeşit çeşit misyonerlik hareketleri görüldü ve bu hareketler gittikçe çoğaldı. Her mezhep kendine mahsus bir misyoner teşkilatı kurdu. Yurdumuzda faaliyet gösteren başlıca teşkilatlar Katolik, Anglikan ve Protestan kiliseleridir.

Misyonerlerin çalışma metodları: Tarih göstermiştir ki, misyonerler gâyelerine erişmek için her türlü vâsıtayı mubah gören bir zihniyete sâhip olmuşlardır. Bu yüzden, Afrika ve Asya milletlerini yıllar boyunca sömüren müstemlekecilerin ve emperyalistlerin en büyük yardımcıları Hıristiyan papazları olmuştur. Yerli halkı kendi dinlerine sokabilmek için, kanlı ve vahşi müstevlî ordularından meded ummuşlar ve bu uğurda en gayri insânî usullere başvurmaktan çekinmemişlerdir.

Misyonerler, girdikleri memlekette sâdece kendi dinlerini yaymakla meşgul olmazlardı. Çünkü bilirler ki, mahallî kültürleri yıkmadıkça, hiçbir yerli Hıristiyanlığı kabul etmez. Onun için misyonerler evvelâ oradaki milleti meydana getiren maddî ve manevî kıymetler manzumesini soysuzlaştırmakla işe başlarlar. Tahrip ettikleri millî duyguların enkazı üzerine kendi inançlarının binâsını yükselteceklerini sanırlar. Ellerinde var olan bütün imkânlarını bu yolda kullanırlar. Bir de zamanımızdaki misyonerlerin amaçları arasında kültür emperyalizmiyle iktisâdî emperyalizmi gerçekleştirme ve diğer milletleri sömürme, başka milletlerin politik ve ticârî hayatlarına hâkim olma emelleri de vardır. İngiliz misyonerlerinden birisine ihtiyar bir Afrikalının verdiği şu cevap bu durumu çok açık ifâde etmektedir: “Siz buraya geldiğinizde bizim toprağımız vardı. Şimdi sizin toprağınız, bizim de “Kutsal kitab”ımız var!”

İslâm memleketlerindeki misyoner teşkilâtı faaliyetlerinin yapıcı ve yıkıcı olmak üzere iki cephesi vardır. Buna bir başka deyişle eritici, yeniden şekil verici denebilir. Bunun için milleti bölücü ve yıkıcı kamplara ayırmaya çalışırlar.

Osmanlı Devletinin yıkılmasında misyonerlerin rolü: Osmanlı Devletinin yıkılış devrinde, misyonerler, faaliyetlerini iki noktada toplamışlardır:

a) Devletin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar vs. gibi Hıristiyan unsurların çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı Devletine karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memleket içindeki çeşitli unsurların arasına tefrika ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye’nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, “Türkler Hıristiyan ahâliyi kesiyor!” şeklinde propaganda yaparak, batı âlemini aleyhimize karar almak üzere harekete getirmeye çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar, Türk nüfûsunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilâyetimizde, sâkin bir hayat süren Bulgarların isyan etmelerine ve Avrupa devletlerinin yardımıyla muhtariyet ve bilâhare istiklâl kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul’da Protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Kollej isimli mektepti. Tuna Türklüğünün mahvına, Müslüman Rumeli’nin elimizden çıkmasına ve oradaki milyonlarca  Müslümanın barbarca katledilmesine, geride kalanlarına ise, bugün bile zulüm edilmesine, Bulgar yapılmak için zorlanmalarına, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.

Osmanlı Devletine bağlı Arap ülkelerinde yaşayan Hıristiyan Arap azınlıklara da, Beyrut’taki Katolik-Fransız ve Protestan-Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılayarak, Arap tebea arasında da ayrılma ve parçalanma temâyüllerini körüklemişlerdi. Yemen’de 1905’te ve daha sonra çıkan isyan hareketlerinde önemli bir rol oynamışlardı.

b) Misyonerler ilk hamlede Müslüman Türkleri doğrudan doğruya Hıristiyan yapamıyacaklarını bildiklerinden, onların genç nesillerini dinsiz olarak yetiştirmek, bu durumdan doğan maneviyât buhranına çâre olarak Hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlardı. Misyonerlerin bu siyâsetini şu tâbirle açıklamak yerinde olur: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri, Tevfik Fikret’in oğlu Halûk’tur. Bilindiği üzere, babasının fikirleriyle yetişen ve tahsilini bir misyoner mektebinde yapan Halûk, dînini ve tâbiyetini değiştirerek bir Protestan papazı olmuş Amerika’ya yerleşerek milletini ve vatanını inkâr etmiştir.

İlim ve mantık karşısında misyonerlerin durumu: Misyonerler dinlerini yaymak için ilmî ve nazarî yollardan faydalanmazlar. Zîra ilim ve akıl vâsıtasıyla Hıristiyanlığın Müslümanlığa üstün olduğunu ispat etmeye imkân ve ihtimal olmadığını bilirler. Bu yüzdendir ki, dolambaçlı ve sinsi yollara baş vururlar. On dokuzuncu asırda Hindistan’da cereyân eden bir hâdise, mevzuumuz itibariyle üzerinde ehemmiyetle durulması gerekir. Kısaca hâdise şudur:

İngilizler, Hindistan’ı işgal ettikten sonra Protestan misyonerleri bu ülkeye akın etmişler, yerli halkın lisanında risaleler (kitapçıklar) yazıp dağıtmak, meydanlarda nutuklar çekmek sûretiyle halkı Hıristiyanlığa dâvet etmeğe başlamışlardır. Bunun üzerine Müslüman din âlimleri, halkı uyandırmak için karşı faaliyete geçmişler ve bu arada ulemanın ileri gelenlerinden Halilürrahman Rahmetullah Dehlevî de, Hindistan’daki misyonerlerin en bilgilisi ve rütbece en büyüğü olan Papaz Pfander’i herkesin huzurunda yapılacak bir münazaraya dâvet etmişti. Papazın münâzarayı kabul etmesi üzerine bu münâzara Milâdî 1853 yılında Ekberâbâd şehrinde yapıldı. Toplantıda yüksek İngiliz memurları, ileri gelen Müslümanlar ve kalabalık bir halk kitlesi hazır bulundu. Rahmetullah Efendinin ve Pfander’in yanlarında yardımcıları vardı.

Münâzaranın programını Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında anlaşmazlık mevzuu olan şu beş ana mesele teşkil ediyordu: 1) Tahrif (Hıristiyanların kutsal kitaplarının muharref olup olmadığı meselesi). 2) Nesh (Hıristiyanların kutsal kitaplarının hükümden kaldırılıp kaldırılmamış olması meselesi). 3) Teslis (Hıristiyan inancına göre Allah’ın hem bir, hem üç; hazret-i Îsâ’nın hem Allah, hem insan, hem de Allah’ın oğlu oluşu iddiası. 4) Kur’ân-ı kerîm’in Allah tarafından gönderilmiş hak kitap oluşu meselesi). 5) Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliğinin hak oluşu meselesi.

Münâzaranın ilk iki maddesinde Rahmetullah Efendi gâlip geldiğinden, misyonerler diğer maddeleri görüşmeden kaçmak mecburiyetinde kaldılar. Bu hâdise, İslâmiyetin Hıristiyanlığa karşı ilim ve akıl yoluyla kazandığı parlak bir zafer olarak tarihe yazıldı. Rahmetullah Efendi daha sonra bu konuyu genişleterek İzhârul-Hak ismiyle, Arapça büyük bir eser yazdı. Bu eser, Türkçe, Fransızca ve İngilizce ile başka dillere tercüme edilmiştir. İngilizce tercümesi neşrolunduğu zaman meşhur Times gazetesinin edebiyat ilâvesinde, “Bu kitap batıda yayıldığı takdirde Hıristiyanlığın tutar tarafı kalmayacağını” ifâde eden bir yazı çıkmıştır.

Kültür emperyalizmi ve sömürgecilik bakımından misyonerler: Asrımızdaki eski sömürgecilik usulleri târihe karışmakta, yerine daha sinsi ve gizli bir sömürgecilik ikâme edilmektedir. Batı âlemi, Asya ve Afrika devletlerini eskisi gibi silah ve ordu kuvvetiyle ele geçirememektedir. Ancak, kültür, iktisat, ticâret sahalarında bu milletleri kendi hizmetinde kullanmağa devam etmektedir. Bu yeni sömürgecilikte misyonerler ve onların açtıkları okullar mühim rol oynamaktadır. Bu okullarda zehirlenerek yetişen ve bulundukları memleketlerde idareci mevkilerine geçen kimseler, sinsi sömürücülerin emellerine âlet olmaktadırlar. Öyle ki, misyoner mekteplerinde yetişip, sonra da mühim mevkilere gelen bu tür devlet adamları, kendi öz milletlerine, müstemlekecilerden daha fazla zarar yapmaktadırlar. Onlar kendi vatanlarını bir “autocolonie” olarak idâre etmekte, içinden çıktıkları milleti ezip soymaktadırlar. Misyoner okulları, Müslüman devletlerin milli istiklâllerini ihlâl eden zararlı müesseselerdir.

MİT

(Bkz. Millî İstihbârât Teşkilâtı)

MİTİNG

Alm. Versammlung (f), Tagung (f), Fr. Meeting (m), İng. (Public) meeting, demonstration. Belli siyâsî ve sosyal gâyelerle veya bir olay üzerine dikkati çekmek için geniş cadde ve alanlarda yapılan, silâhsız, saldırısız, teşkilâtlı gösteri toplantılarına verilen isim.

Miting, demokrasiyle idâre edilen ülkelerdeki insanların, çeşitli konular üzerindeki düşüncelerini topluca dile getirme hürriyetidir. Siyâsî partiler, öğrenci grupları, işçi sendikaları; bünyesindeki insanlara kendi konu ve gâyesinin propagandasını yapmak, fikirlerini aşılamak gâyesiyle mitingler düzenlerler. Ayrıca bâzı olayları da protesto etmek için bu yola başvurulmaktadır. Bâzan ekonomik gâyeler için de mitinglerin yapıldığı görülmektedir.

Mitingler için, genellikle açık yerler ve meydanlar kullanılır. Çünkü herhangi bir konunun ve düşüncenin îzah edilerek toplantıdakilere kabûl ettirilmesinden çok; belli bir insan grubu topluluğunun, belli konu ve olaylardaki düşünce ve tutumunu, siyâsî iktidara, çevre halkına, kamuoyuna duyurma ve onları etkileme gâyesi güder.

Mitinglere çok sayıda insan katılır. Katılanların ellerinde görüş ve düşüncelerini açıklayan pankartlar bulunur. Bâzan pankartsız ve sessiz mitingler de görülmektedir.

Ülkemizde yapılacak olan mitingler 1983 yılında çıkarılan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kânunu’na tâbidir. Kânun; toplantı, gösteri ve yürüyüş düzenleme haklarını, şekil, şart ve usûllerini, toplantının yeri ve zamânını usul ve şartlarını, düzenleme kurulunun görev ve sorumluluklarını, yetkili merciin (mülkî âmir) yasaklama ve erteleme hâllerini, güvenlik kuvvetlerinin görev, yetki ve yasaklarını ve cezâ hükümlerini düzenler.