MİLLİYETÇİLİK

Alm. Nationalismus, Fr. Nationalisme, İng. Nationalism. Bir ülkedeki insanlar arasında milliyet esâsına dayanan birlik ve dayanışma şuuru. Milliyetçilik, bir milletin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyâsî bağımsızlığına sâhip olması ideali, milletini bir bütün hâlinde mutlu kılmak arzusudur. Bunun için de millî kültür unsurlarının milletin bütün fertlerine yayılmış olması lâzımdır.

Milliyet realitesi çok eski zamanlardan beri kabul edilip, ehemmiyet verilmekle beraber siyâsî platformda milliyetçilik şuuru, 18. yüzyıldan îtibâren mühim rol oynamaya başladı. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da doğan milliyetçilik şuûru, zamanla bütün dünyâda tesirini gösterdi. Amerikan İstiklâl Mücâdelesi ve 1789 Fransız İhtilalinin temelinde bu duygu yatmaktaydı. Milliyetçilik cereyanları ile berâber milletlerarası hukuk alanında, her milletin kendi devletine ve kendisini idâre etmek hakkında (Self determination) sâhip olma meselesi ortaya çıktı. Yirminci yüzyıl başlarında Avrupa’nın diğer bölgelerinde, Asya ülkelerinde, Birinci Dünyâ Savaşından sonra ise Afrika’da kuvvetlenen milliyetçilik hareketleri, bu yüzyılın milliyetçilik yüzyılı olarak vasıflandırılmasına yol açtı.

Önceleri dilde ve edebiyatta başlayan bu akım, zamanla ilim ve siyâset sâhasında tesirini gösterdi. Milletlerin inkârı imkânsız sosyolojik ve objektif gerçeklerden biri olması, her milletin kendisine mahsûs husûsiyetlerinin de güçlendirilmesi gerektiği düşüncelerine yol açtı. Milliyetçiliğin doğuşunda yabancı dilde eğitim ve yabancı kültürlerin millet hayâtı üzerindeki menfî tesirlerinin anlaşılması da ayrıca büyük rol oynadı. Vatana, millî örf ve an’anelere sadâkatle bağlılık duygusu gibi milletlerin hayâtına ve fertlerine yaşayışına yön veren bu esaslar çerçevesinde dünyâ görüşü teşekkül ettirilmeye çalışıldı. Ancak bunda aşırılığa kaçarak ırkçı teoriler de ileri sürüldü. (Bkz. Irk-Irkçılık)

Milliyetçilik hareketleri her ülkede farklı karakter ve değişik fonksiyonlar kazanmaktadır. Her milletin kendisine mahsus husûsiyetlerinin ve içinde bulunduğu şartların bunda büyük payı vardır. Sanâyileşme esnâsında kaybolmaya yüztutan millî husûsiyetleri muhâfaza etmek, millî birlik ve berâberliği sağlamak, millî devleti kurmak, yeni bir milletin doğuşunu sağlamak, emperyalist devletlere bir reaksiyon olmak gibi mâhiyetler kazanabilmektedir.

Çeşitli dünyâ milletlerinde milliyetçilik hareketlerinin doğuş sebepleri, gelişme safhaları ve neticeleri birbirinden çok farklı olmuştur. Bunlardan Hıristiyan olan Avrupa milletleri, papazların asırlar boyu süren sonu gelmez tahrifâtları sonunda akla uygun bir esas kalmamış, hurâfelerle doldurulmuş ve baştan sona karışık bir merâsim hâlini almış olan Hıristiyanlığın kendilerini birbirlerine bağlayamadığını gördüler. Bundan başka aynı Hıristiyanlık dîninde, hattâ bu dînin aynı bir mezhebinde bulunan Hıristiyanlar, başka başka hükümetlerin idâresinde yaşamakta idiler. Avrupa hükümetleri ve bunların başında bulunan idârecileri kırallar, kendi iktidârlarını sürdürebilmek ve maksatlarına kavuşabilmek uğruna emirleri altındaki insanları, gerek topraklarını müdâfaada, gerekse komşu ülkeleri ele geçirmekte ölüme sürükleyebilmek için propagandasını yapabilecekleri bir bağ aradılar. Böylece Avrupa’da aslında ölmüş olan din birliğinin yerine milliyet his ve bağını ikâme ettiler. Avrupa milletlerinden İngilizlerde John Milton’un yazıları ve Puriten ihtilâliyle güçlenen İngiliz milliyetçiliği, İngiltere’nin iktisâdî gelişmesinin siyâsî zaferlere dönüştürülmesinde büyük rol oynadı. Amerikan İstiklâl Mücâdelesinde ise, İngiliz milliyetçilik hareketinin önemli tesiri oldu. Amerika İstiklâl Beyannâmesi Amerikan milletinin teşekkülü yolunda atılan ilk büyük adım oldu.

Milliyetçilik fikirleri 1789 Fransız İhtilali ve Napolyon’un harpleriyle bütün dünyâya yayılmaya başladı. Fransız ordusu Valmy Harbine kral adına değil millet adına girdi.

Alman milliyetçiliği, Napolyon’un Almanya’yı istilâsı üzerine idealist felsefenin tesiriyle ortaya çıktı. Napolyon’u kurtarıcı gözüyle karşılayan Goethe, Alman haysiyetinin, Fransızlarca rencide edilmesi üzerine Alman milliyetçiliğinin önde gelen temsilcilerinden biri oldu. Goethe ile Fichte yazıları ve nutukları ile Alman dilinin, Alman ırkının üstünlüğü temasını işlediler. Alman milliyetçiliğinin iktisâdî görüşlerini de Friedrich List ortaya koydu. Bismarck’ın Alman birliğini sağlamasından sonra, Alman milliyetçiliği giderek şovenist bir hüviyet kazandı. Alman milliyetçilik hareketi otoriter ve katı bir yorumla Fransız ihtilâlinin getirdiği liberalist, eşitlikçi düşünceleri “kozmopolitlik” olarak vasıflandırıp, karşı çıktı.

İtalyan milliyetçiliği eski Roma nizamını yeniden tesis etmek isteyen bir duygu atmosferi içinde birliği kurmak maksadına yöneldi. Ancak faşizmin gelişinden sonra emperyalist bir politikanın meşrûtiyet temeli olarak kabul edildi. Mussolini “Bıraktığımız topraklara geri dönüyoruz.” iddiası ile Trablusgarb’a ve Habeşistan’a saldırdı.

Rus milliyetçilerinin bir kısmı din ve mutlakiyet esaslarının önemini ortaya koyan panislavist bir politika tâkip ederken, diğer bir kısmı da Batı kültürünün Rusya şartlarına uydurulması gerektiğine inanıyorlardı. Tolstoy, Dostayevsky, Danilevsky Rus milliyetçilik hareketinin önde gelen temsilcileriydi. Milliyetçilikle halkçılık anlayışını bağdaştırmaya çalışan Rus Narodnik hareketinin başarısızlığa uğraması ise, Marksizmin güçlenmesine yol açtı. 1917 Bolşevik ihtilâli, Rus milliyetçiliğine yeni bir hüviyet kazandırdı. Marksizm felsefi plânda milliyetçiliğe karşı proleterya enternasyonalizmini savunmaktaysa da, eski Sovyetler Birliği’nde Slav ırkının azınlığa düşmemesi için gayri Rus unsurlar, özellikle Türkler asimile edilmeye (eritilmeye) çalışılmakta ve Komünist tatbikattan bu maksat için büyük ölçüde faydalanılmaktaydı. Sosyalizmin her ülkede değişik bir şekilde uygulanmaya çalışılmasında milliyetçilik fikirlerinin büyük tesiri olmuştu. Sovyetlerin yıkılmasından sonra Rusya Cumhûriyetinde Slav ırkının ilerlemesi için çeşitli birlikler kurulmakta ve desteklenmektedir. 1993’te kurulan Slav Birliği buna bir örnektir.

Hindistan’da Gandhi’nin İngilizlere karşı başlattığı Asya’daki pasif millî direniş, İngilizlerin Hindistan’a bağımsızlığını vermesiyle başarıya ulaştı. Sun-Yat-Sen Çin’de milliyetçilik akımının önderliğini yürüttü. Japonya ise otoriter bir milliyetçilik anlayışını kuvvetlendirerek, iktisâdî imparatorluğunun fikrî temellerini kurmayı başardı.

Afrika’daki milliyetçilik hareketleriyse, sömürgeci batılı devletlere tepki olarak ortaya çıktı. Bu devletlerin açtığı okullarda yetişen elit zümre milliyetçilik düşüncelerinin yayılışına önderlik etti. Beyaz insanın üstün olduğu inancının zayıflaması bu hareketlerin büyüyüp güçlenmesine yol açtı. Milletlerarası toplantılara beyaz bir taksi şoförü ile gitmek, îtibar meselesi hâline geldi. Birleşmiş Milletlerin de desteğiyle Afrika devletlerinin büyük bir kısmı bağımsızlıklarına kavuştular. Milliyetçilik bundan sonra millî husûsiyetlerin teşekkülü ve modernleşmenin bir vâsıtası hâline geldi.

İslâmiyetten önceki Türk târihinde milliyetçilik büyük bir yer tutar. Orta Asya’dan başlayıp çeşitli yönlere ve ana koluyla batıya doğru akan Türk milleti, İslâmiyetle karşılaşıp Müslüman olmakla şerefleninceye kadar, en kuvvetli bağ olarak, milliyetçilik his, düşünce ve ideallerine sahipti. Avrupa’da ancak 18 ve 19. yüzyıllarda başlamış ve zamanla kuvvetlenmiş, fakat günümüzde zayıflamaya yüz tutmuş bulunan milliyetçilik hareketlerinin en idealine Türkler binlerce yıl önce sâhiptiler ve bu ideali 10. yüzyıla kadar gerek harp meydanlarında ve gerekse günlük hayatlarında en mükemmel şekliyle yaşadılar. İslâmiyet öncesi Türk târihi incelenirse, o zamanki Türk milletinin bir din yaymak, bir rejimi kabul ettirmek veya bir felsefenin hâkimiyetini sağlamak için değil, millî varlıklarını sürdürmek, milletlerine daha iyi ve müreffeh hayat sağlamak, komşularını sindirerek millî istiklâllerini korumak ve rakiplerine fiilen veya hükmen hâkim olmak için savaştıkları görülür. Bütün bu gâyelerin ortaya çıktığı yegane kaynak Türk milliyetçiliğinden başka bir şey değildir. Hele Türklerin komşuları Çinlilerde olduğu gibi meselâ; bir Konfüçyüs felsefesine veya İranlılarınkine benzer, geçmiş çağların adı bilinen inançlarından olan Mecûsîlik gibi bir dine sâhip olmayışları ve kaynaklarda Şamanizm olarak isimlendirilen esasları çok basit ve merasimleri iyi bilinmeyen bir inanışa sahip oldukları söylentileri hatırlanırsa, o zamanki Türklerin yegane mânevî desteklerinin milliyetçilik duygularının olduğu daha açık ortaya çıkmış olur. Ayrıca bütün fertlerin kayıtsız şartsız uyduğu, âile hayâtından devlet idâresine kadar hayâtın bütün safhalarını düzenleyen ve sözlü bir anayasa hükmündeki örf ve âdetleri de büyük kısmıyla millî idi ve gene bu milliyetçilik duygularından kuvvet alıyordu.

Orta Asya Türk Devleti kağanlarından Oğuz Kağan, İlteriş Kutluk Kağan, Göktürk kağanlarından Bilge Kağan, Kültiğin Kağan ve vezirlerden Bilge Tonyukuk gibi Türk devlet idârecileriyle Kürşad gibi Türk kahramanlarının idealleri üstün millet fikrine dayanan bir milliyetçilikti. Nitekim Göktürk âbidelerinde anlatılan, millete nasihat olarak verilen şey, millete bağlı olmak, örf ve âdetlere sıkı sarılmak, başka milletlere özenmemek ve tatlı sözlerine aldanmamaktır. Dolayısıyla Türkler, Batı dünyâsının son bir-iki yüzyıldır sarıldıkları ve çeşitli yollar tutarak kendilerine göre şekil verdikleri cihan-şümûl bir îmân ve gâyeden mahrum olan basit milliyetçiliği bin yıl önce yaşadılar.

İslâmiyet beşeriyetin içine saplandığı bütün bâtılları yok edip, yerine hak olanı koyarak ve cihânı saran bütün karanlıkları aydınlatarak, Arabistan Yarımadasında doğup cihana yayılmaya başlayınca, 10. yüzyılda Maverâünnehr bölgesinde Türkler tarafından tanınıp seve seve kabul edildi ve kısa zamanda hemen hemen bütün Orta Asya Türklüğü kendiliğinden Müslüman oldu. Müslüman Türkler, eski bâtıl dinlerini bir daha dönmemecesine terkettikleri gibi, örf ve âdetlerinden İslâmiyetin bildirdiklerine uymayanları da kısa zamanda terkettiler ve milliyetçilik duygu ve düşüncelerinde de İslâmiyetin esaslarına göre düzeltme ve değişiklikler yaparak meşru hâle getirdiler. İslâmiyet, bâzılarının öne sürdüğü gibi Türk milletinin varlığını eritip yok etmedi. Tam tersine Müslüman olmayan eski Balkan ve Avrupa Türkleri kısa zamanda milliyetlerini kaybedip, Avrupa milletleri içinde eriyip Hıristiyanlaşmışken, Müslüman Türkler İslâmiyetle bu güne kadar Türklüklerini muhâfaza etmek imkânına da kavuştular ve günümüz Türk dünyâsı böylece teşekkül etti. Hattâ İslâmiyete olan hizmetlerinden, “Türk” kelimesi Batılı milletlerce “İslâm” mânâsında kullanıldı.

Gazneliler, Karahanlılar, Timuroğulları, Selçuklular ve Osmanlılar gibi Müslüman Türk Devletlerinde millî birlik ve varlıklarını sürdüren Türkler, artık yalnız milliyetçilik için yaşamıyor ve savaşmıyorlardı. Millî varlıklarını ve milliyet duygu ve düşüncelerini en yüksek gâyenin “i’lâ-yı kelimetullah” (Allah’ın dînini üstün kılmak) emrine vererek insanların saâdeti için çalıştılar. Hele Osmanlılar zamanında kıtaları sınırlarına dâhil ederek kurdukları cihan devletiyle kendilerini tamâmen tebaalarının huzur ve refahına ve dünyâda emniyet ve adâletin tesisine vererek, bütün insanlığa asırlar boyunca büyük hizmette bulundular. İslâmiyeti bütün samimiyetleriyle kabul edip sadâkatle bağlanan Türkler, Müslümanlığı yaşamak, yaymak muhâfaza ve müdâfaa etmek husûsunda diğer Müslüman milletlerden öylesine ileri gittiler ki “Türk” ve “Müslüman” kelimeleri aynı şeyi ifâde eder hâle geldi. Meselâ; birisi Müslüman olduğu zaman Cezâyir’de Mâveraünnehr’de veya Avrupa’da “Türk oldu” denilirdi.

Osmanlı Cihan Devletindeki milliyetçilik anlayışı, diğer Müslüman veya gayri müslim etnik gruplara baskı ve tahakkümden tamâmen uzak, kendini insanlığa hizmete adamış, bütün dünyâ insanlarına ulaştırmak istediği ilâhî bir mesaj sâhibi, bütün insanlığın râhat ve huzur içinde yaşamasını temin edecek ve kıt’aları bir arada idâre edebilecek yüksek adâlet ve idâre esaslarını kazanmış bir milliyetçilik anlayışı idi. Bunun içindir ki, Osmanlı Devletinde hiçbir azınlık unsuruna baskı yapılmadı; dinleri, dilleri ve milliyetleri değiştirilmeye kalkışılmadı. Hattâ devletin en yüksek mevkileri azınlıklara da dâima açık tutulurdu. Ancak Fansız İhtilâli sonrasında Avrupa devletlerinin gayret, aldatma ve teşvikleri neticesinde azınlıklar arasında ırkçılık ve milliyetçilik düşünceleri başlayıp, devlet dağılma vetiresine (sürecine) girince, birlik ve beraberliği sağlamak için Osmanlılık hareketi başlatıldı. “Osmanlılık”, güçlü bir devletin mensubu olmaktan doğan iftihâr ifâde ederken, “Osmanlıcılık” bu düşüncelere batılı unsurları sokmayı gâye edindi. Osmanlılık duygusu azınlıklara da mal olmuş iken, Osmanlıcılık azınlıklar tarafından rağbet edilen bir düşünce olmadı. Bu yıllarda Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın çok güzel tatbik ettiği hilâfet politikası, devletin otuz sene ayakta durmasını sağladı. Ancak onun tahttan indirilmesinden sonra her millet bağımsız bir devlet kurmak için başlattığı hareketleri hızlandırdı. Bunun sonunda, Balkanlarda, Ermenilerde, Suriye, Filistin ve Arabistan’da, bilhassa İngilizlerin teşvik ve kontrolünde, Fransız ve Rusların da mühim desteğiyle sürdürülen milliyetçilik hareketleri, küçük komitacı silahlı grup ve çetelerin zamanla kendi bölgelerine hâkim olmalarıyla, Birinci Dünyâ Harbinin sonunda yeni devletlerin kurulmasına sebep oldu. Bugünkü Balkan Devletleriyle irili ufaklı Ortadoğu ve Arap ülkeleri bunlardandır.

Osmanlı Devletinin son yıllarında Türkler arasında da yayılıp genişleyen Avrupaî milliyetçiliği, ilk defa Yusuf Akçura Üç Tarzlı Siyaset adlı eseriyle siyâsî bir hareket olarak ortaya koydu. Irka dayalı bir idâre kurulması gerektiği düşüncelerini ileri sürdü. Türkçülük olarak bilinen ve 1908’den sonra güçlenen bu hareket, Türk Yurdu dergisiyle edebî bir akım hâline geldi. Leon Cohen, Ziya Gökalp, Ağaoğlu Ahmed Bey gibi yazarlarca Türkçülüğün fikrî temelleri ortaya konuldu. Hamdullah Suphi Bey teşkilatlanma faaliyetlerini yürüttü. Bu Türkçülük faaliyetleri, Avrupa tarzı milliyetçilik anlayışını esas almakta idi ve ideologları tarafından öne sürülen pekçok umdeleri İslâmiyete ters düşüyordu.

Millî mücâdele, Türk milletinin güvenebileceği en büyük kudretin önce Allah, sonra da kendi millî varlığında bulunduğunun anlaşılmasına sebep oldu. İstiklal Harbi, “Türkün en büyük dostu yine kendisidir” şeklinde ifâde edilen bir anlayış ve îmânın kuvvetiyle başarıldı.

Milliyetçilik fikirleri, Cumhûriyetin kuruluşundan sonra da devletin hayâtına yön veren ictimâî prensipler olarak kabul edildi. Türk Ocaklarının statüsünde yapılan bir değişiklikle faaliyet sâhası olarak Türkiye sınırları kabul edildi. 1931 yılında ise, Türk Ocakları kapatılarak, Halkevi hâline getirildi. Milliyetçilik, 1937 yılında da Anayasaya girerek, Anayasa prensibi hâline geldi.

İslâmiyet, âlemşümul bir din olarak belli esaslara uygun olmak kaydıyla, millî hasletlerin geliştirilmesi ve muhâfazasına büyük yer vermiş, ancak bunların temel değerler olarak kabulünü isteyen fikirleri de yasaklamıştır.

Kur’ân-ı kerîmde Er-Rûm sûresinde meâlen; “O gökleri, o yerleri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması, O’nun âyetlerindendir. Hakikat, bunlarda bilenler için elbette ibretler vardır.” buyrulmaktadır. Hucurat sûresinde de; “Ey insanlar! Biz sizleri bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirlerinizle tanışasınız diye sizi şubelere (ırklara, milletlere, kabilelere) ayırdık.” buyrulmaktadır. Nitekim millî kültür ve medeniyetlerin gelişmesinin garantisi de ayrı milletlerin mevcûdiyeti olmaktadır. Ancak Türk târihinde milletin bütünlüğüne mâni olan kabile bağları ve göçebe hayat tarzı, özellikle Osmanlılar tarafından önlenerek örf, âdet ve an’aneler vâsıtasıyla sürekliliği olan güçlü bir millet yapısı teşekkül ettirilebilmiştir. Böylece Türk ve İslâm dünyâsına dışarıdan gelen saldırılar tesirsiz bırakıldı. Bu asırlarda Türk Milletinin, İslâmiyeti hücrelerine kadar sindirerek yaşaması, milletin ve devletin varlığının en kuvvetli teminâtı idi. Din ve millet kelimeleri de o zamanki ilmî ve ıstılahî mânâlarıyla aynı mânâları ifâde ediyorlardı. Milliyetçilik fikirleriyle beraber, Milliyet mefhumu yalnız başına ele alınmaya, sosyal müesseseler milliyet esâsına göre teşekkül ettirilmeye başlandı.

Milliyetçilik; milletini sevmek, onun yükselmesi için çalışmak demektir. Fakat milliyetçilik, âlem şümûl bir fikir, bir düşünce sistemi, dünyâ görüşü de değildir. Bütün insanlık câmiasının kabul edebileceği esaslar, prensipler ve idealler, hiçbir “milliyet” unsuru temel alınarak ortaya konulamaz. Millî varlığını, istiklâlini, vatanını, devletini koruyan bir milletin insanlık câmiasına bunlardan hareketle verebileceği hiçbir şey bulunmayabilir. Çünkü bir milletin varlığı, istiklâli ve diğer hususları bir başka milleti hiç ilgilendirmeyebilir. Ancak, bu ayrı milletler arasında onları birbirine bağlayacak çok kuvvetli ve milliyet esasına ve maddî şeylere dayanmayan sarsılmaz bir gönül bağı da olmalıdır. Ancak bu sûretle birbirlerinin dertleriyle dertlenip, neşeleriyle neşelenebilsinler ve gönüllerinden gelerek birbirlerinin yardımına koşsunlar. Böyle bir bağ ancak din ve îmân bağı olabilir. İslâmiyet îmân ve ibâdet esaslarının yanısıra ticâret, sanâyi ve sosyal nizam esaslarını da kurduğundan milliyet düşüncesini de içine almış, asırlar boyunca Müslümanlar arasında ayrı milliyetler kurmaya ihtiyaç duyulmamıştır. Bunun içindir ki bütün ilmihal kitaplarında (Din ve millet, ikisi birdir) denilmekteydi. Hattâ Avrupalıların İslâm Dinine karşı olan şüphelerinin İslâmiyetin hemen her hükmünde ayrıca bir milliyet hissi de bulunduğundan ileri geliyor denilse yeridir.

Milliyet, insanın çalışması ve dilemesiyle elde edebileceği bir meziyet değildir. Milliyet, aynı vatanda, aynı toprakta doğup yetişenlerin din, örf, âet ve menfaat birliğidir. Çalışmadan, doğuşta ele geçen bir nimettir. İslâm dîni, asırlar boyu olduğu gibi bugün de Türk milliyetçiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu milliyetçiliğin devamı için ve kendisinden çok faydalanılması için çalışmayı, sevişmeyi, başka dinden olan vatandaşlara da aynı hakları sağlamayı, adâletten, sosyal haklardan eşit olarak istifâde edilmesini emretmektedir. Asırlardır cephelerde döğüşerek şehit düşen şerefli Türk milletinin sonraki nesillere bıraktıkları din, milliyet, vatan, bayrak ve istiklâl marşını sevmek, saygılı olmak, kânunlara itaatkâr yaşamak ve durmadan çalışarak her sâhada dünyâ milletleri içinde en öne geçmek için çırpınmak, Türküm diyen herkesin esas vazifeleri olmaktadır. Böyle milliyetçi nesiller, kendi millet ve devletlerine olduğu gibi, dünyâ milletlerine ve insanlık câmiasına da büyük hizmetler yapabilirler.

Milliyetçilik için tehlikeli olan iki tavır mevcuttur. Bunlardan birisi: Milliyetçiliği lüzumsuz gören ve inkar eden kozmopolitizm, diğeri bütün değerleri millet esâsına bağlayarak milliyetçiliği aşırı bir ırkçılık olarak mütalaa eden şovenizmdir. Milletlerin mevcudiyetini inkâr eden komünizm ve “devletin asıl vazifesi her türlü terakkinin esas kaynağı olan ırkı geliştirmek, muhâfaza etmektir.” anlayışına sâhip olan nazizm, bu hususta takınılan iki aşırı tavrın bâriz bir misalidir. Türklerde din ve millet mefhumları birlikte mütala edildiği için bu tür aşırılıklara rastlanmamış, bu tipteki bâzı hareketler de rağbet görmemiştir. Hatta Müslümanlık ve Türklük bir kumaşın iki yüzü gibi olmuştur.

MÎMAR SİNÂN

Türke şeref, cihâna ise yüzlerce medenî eser veren bir sanatkâr olarak târihe geçen büyük Osmanlı mîmarı. Koca Sinân diye de anılır. Tahminen 1490 senesinde Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. Babası Abdülmennân olup, bu ismi sonradan almıştı. Yavuz Sultan Selim Han zamânında devşirme olarak İstanbul’a geldi.

Burada iyi bir eğitim ve öğretim gördükten sonra Acemi Oğlanlar kışlasına verildi. Acemi Oğlanlar ocağındaki gençler çok sıkı bir askerlik eğitiminin yanında, genellikle büyük inşâatlarda, veya gemilerde hizmet ederlerdi. Böylece, Acemi Oğlanları, askerliğin yanısıra bir de meslek öğrenirlerdi. Mîmar Sinân da neccârlık (marangozluk) mesleğini öğrendi.

Acemi Oğlanlık devresini dokuz yılda tamamlayan Sinân, 1521 yılında Kânûnî Sultan Süleymân’ın Belgrad Seferine Yeniçeri olarak katıldı. Büyük kâbiliyeti sebebiyle Yeniçerilikte sık sık terfi etmeye başladı. 1522’de Rodos Seferine Atlı Sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç Meydan Muhârebesinden sonra, gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi Oğlanlar Yayabaşılığına (Bölük Komutanı) terfî ettirildi. Daha sonra Kapıyayabaşı olup, 1534 Alman ve Bağdat seferlerine Zemberekçibaşı olarak katıldı.

1533 yılında Kânûnî Sultan Süleymân’ın İranSeferi sırasında Van Gölüne geldiklerinde, Sadrâzam Lütfi Paşa karşı sâhile gitmek ve düşmanın ahvâlini gözetlemek istedi. Bu maksatla Sinân’a kadırga yapması emredildi. Sinân’ın iki hafta gibi kısa bir sürede üç adet kadırga yapıp donatmasına, çok memnun olan Lütfi Paşa, gemilerin idâresini ona verdi. Bu başarısı ile büyük îtibâr kazandı. İran Seferinden dönüşte,Yeniçeri Ocağında îtibârı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi. Bu rütbeyle, 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Kara Boğdan (Moldavya) seferlerine katıldı.

Son katıldığı seferinden olan Kara Boğdan Seferinde, ordunun Prut Nehrini geçmesi için bir köprü yapılması gerekiyordu.Zemin kaygan olduğundan bu işi kimse başaramadı. Bu iş Lütfi Paşanın teklifiyle Sinân’a verildi. Sinân, ordudaki bütün mîmâr ve neccârları toplayarak on üç gün gibi kısa bir sürede köprüyü yapıp ordunun karşıya geçmesini sağladı. Bu olaydan bir müddet sonra, Hassa Başmîmarı Acem Ali ve Vezîriâzam Ayas Paşa vefât ettiler. Ayas Paşanın türbesini yapmak için yeni bir başmîmar tâyin edilmesi gerekiyordu. Lütfi Paşa bu sefer de Sultan’a gidip, bu iş için en uygun kimsenin Sinân olduğunu söyledi. Böylece 1538 yılında Hassa Başmîmarı oldu.

Katıldığı her seferde gördüğü binâ ve harâbelerden bir ders alan Mîmar Sinân, Batının ve Doğunun mîmârî tarzını tedkik imkânını buldu. Bu iki uslûbu birleştirerek orjinal eserler verdi.

Mîmar Sinân’ın, Mîmarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Haleb’de Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesidir. Haleb’deki Hüsreviye Külliyesinde, tek kubbeli câmi tarzı ile, bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilâve edilerek yan mekânlı câmi tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mîmarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imâret ve misâfirhâne gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesindeyse renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede câmi, türbe ve diğer unsurlar gâyet âhenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mîmar Sinân’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mîmârî unsurları taşımaktadır. Câmi, medrese, sıbyan mektebi, imâret, dârüşşifâ ve çeşmeden teşekkül eden külliyede câmi, diğer kısımlardan tamâmen ayrıdır.

Mîmar Sinân’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul Şehzâdebaşı Câmii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezî bir kubbe tarzında inşâ edilen Şehzâdebâşı Câmii, daha sonra yapılan bütün câmilere örnek teşkil etmiştir. (Bkz. Şehzâdebaşı Câmii)

Süleymâniye Câmii, Mîmar Sinân’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tâbiriyle kalfalık döneminde yapılmıştır. (Bkz. Süleymâniye Câmii)

Mîmar Sinân’ın en güzel eseri, seksen yaşında yaptığı ve ustalık eserim, diye takdim ettiği Edirne’deki Selimiye Câmiidir. (Bkz. Selimiye Câmii)

Mîmar Sinân, Mîmarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı. Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en kesif çabalarını Ayasofya için harcadı. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yaptı ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı. Eski eserlerle âbidelerin yakınına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı. Bu sebeplerle Zeyrek Câmii ve İstanbul Hisarı civârına yapılan bâzı ev ve dükkanların yıkımını sağladı.

İstanbul caddelerinin genişliği, evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı. Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı. Günümüzde bile bir problem olan İstanbul’un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir. Bu konuya ne kadar önem verdiği, vakfiyesinde İstanbul’un kaldırımları için para bırakmasından anlaşılmaktadır.

Aynı anda birçok eseri plân hâline getirip yapımlarını sürdüren Mîmar Sinân, en geniş çaptaki yapım işlerinin en ufak detaylarıyla bile kendisi ilgilenirdi. Fakat bu işler altında ezilmezdi. Bütün bu başarılarıyla berâber, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış mütevâzî bir insandı. Mühründe bulunan; “El-hakîr-ül-fakîr Mîmar Sinân” yazısı, bunu en iyi şekilde isbât eder.

Türk mîmârisinin yetiştirdiği, İslâm âleminin bu büyük mîmar ve mühendisi doksan yaşın üzerinde, faal bir hayat sürdü. Sâî Mustafa Çelebi’nin Tezkiret-ül-Ebniye’de belirttiği gibi; Mîmar Sinân seksen dört câmi, elli iki mescit, elli yedi medrese yedi dârül-kurrâ, yirmi türbe, on yedi imâret, üç dârüşşifâ, beş su yolu, sekiz köprü, yirmi kervansaray, otuz altı saray, sekiz mahzen ve kırk sekiz de hamam olmak üzere üç yüz altmış dört eser vermiştir.

Eserlerinin bir kısmı İstanbul’dadır. Osmanlı ülkesinde damgasını vurmadığı bir köşe yok gibidir. 1588’de İstanbul’da vefât eden Mîmar Sinân, Süleymâniye Câmiinin yanında kendi yaptığı mütevâzi ve sâde türbeye defnedildi.

Mîmar Sinân’ın Başmîmarlığa getirildiği dönemde Osmanlı Cihân Devleti, bir Türk-İslâm devleti olarak ekonomisi, müesseseleri, adâleti ve sosyal yapı bakımından dünyânın en güçlü devletiydi. Böyle kudretli bir devletin güçlü bir sanatçısı olan Sinân da yaklaşık elli senelik mîmârlık döneminde kendisine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdi. Mîmârî dehâsı yanında güçlü organizasyon ve disiplin kâbiliyetiyle o günlerde dünyânın hiçbir yerinde görülmeyen bir hassa mîmarları teşkilâtı geliştirildi. Bu teşkilât, Sinân’dan îtibâren, devletin her tarafına İstanbul’un mîmârî kâidelerini götürdü. Sarayda, mîmârînin her alanında atölyeler kurdu. Bu atölyeleri Mîmarbaşı, Hattâtbaşı, Doğancıbaşı gibi büyük devlet memurları yönetti. Bu atölyelerde Sultanahmed Câmiini yapan Sedefkâr Ahmed Ağa ve Dâvûd Ağa gibi mîmarlar yetişti.

Sinân, Selçuklu dönemi yapılarını, dekoratif anlamdaki taş işçiliğini çok yakından bilmesine rağmen, eskiyi körü körüne taklit etmekten çok, kendi sentezlerine değer verip uyguladı. Bu sebeple eserlerindeki süsleme, yalnızca mukarnaslar ve kapı kenar motifleri üzerinde yoğunluk kazandı. Kullandığı malzeme yeknesak, ağır başlı ve sâde bir anlatım içinde kaldı. Yine Selçuklu dönemiyle İran ve Arap mîmârîlerinde çok rastlanan dekoratif seramik malzemelerine özellikle dış cephelerde hiç yer vermedi.

Konstrüksiyon araştırmalarının üzerinde durup her eserinde ayrı bir sistem analizine yöneldi. Kare prizma üzerine yarım kürenin çeşitli varyantlarını tek tek denedi. Statik endişeden kaynaklanan kalın taşıyıcı duvarların kesitlerini inceltip, yapıda modül sistemini kullandı. Farklı renk ve dokuda çeşitli malzemeler kullanmak yerine, aynı malzemeyle ışık gölge oyunlarına tâbi tutarak çeşitli zenginlikler ortaya koydu. Bu amaçla düzlemden eğri yüzeylere geçerken uygulamaya koyduğu mukarnaslar, kapı çevrelerinde yer verdiği sâde taş bordürleri sık sık kullanırdı. Mekân içinde özellikle konstrüksiyona yönelik yapı elemanlarını belirleyici bir malzeme kullanımına gidip, sâdece dekoratif bir görüntü elde etme gâyesine yönelik malzeme kullanımına ihtiyaç duymadı.

Kubbenin beden duvarına oturuşunda veya cephe kuruluşunda eskinin masîf ve boşluksuz anlayışını tamâmen değiştirdi. Geliştirdiği teknik çözümlerle bu noktalarda birbirini tâkip eden diziler hâlinde pencere boşlukları meydana getirip, iç mekânın ferah, aydınlık olmasına îtinâ gösterdi. Kullanılan pencerelerde işin önemine göre alçı çerçeve içinde renkli cam uygulamalarına yer verdi. Hiçbir zaman fonksiyon dışında bir malzeme kullanımına gitmedi. Bu özelliğiyle yapı elemanları binâ bütününde birbirlerini tamamlayarak gelişti ve yapı, onu taçlandıran, âdetâ boşlukta yüzer görünümündeki bir kubbe ile noktalandı.

Sinân, her mîmârî eseri kendine has bir biçimle ele almak, yapıda form ve konstrüksiyon berâberliğini kurmak, dış mekân ve kuruluşunun iç mekâna bütünlük kazanmasını sağlamak, mevcut teknolojik imkân ve malzeme denemelerinin üstünde, onları kendi istekleri doğrultusunda kullanmayı bilmek, akılcı ve sâde bir malzeme kullanma anlayışına sâhip olmak gibi günümüzde de geçerli mîmarlık prensiplerini bundan dört asır önce eserleriyle ortaya koydu. Bu sebeple dâimâ sanatı ile asırlar ötesi bir mîmârî dehâ olarak anıldı ve anılacaktır.

Her bakımdan parlak bir devirde yetişen Mîmar Sinân, Osmanlı mîmârîsinin zirvesini temsil eder. Mustafa Sâ’i’nin hazırladığı Tezkiret-ül-Ebniye kitabında yazılı üç yüz altmış dört eseri şöyle bildirilmektedir:

Câmiler:

1) İstanbul Süleymâniye Câmii, 2) İstanbul Şehzâdebaşı Câmii, 3)Haseki Hürrem Câmii, 4)Mihrimah Sultan Câmii (Edirnekapı’da), 5) Osman Şah Vâlidesi Câmii (Aksaray’da), 6) Sultan Bâyezîd Kızı Câmii (Yenibahçe’de), 7)Ahmed Paşa Câmii (Topkapı’da), 8)Rüstem Paşa Câmii (Tahtakale’de), 9)Mehmed Paşa (Sokullu) Câmii (Kadırga Limanında), 10) İbrâhim Paşa Câmii (Silivrikapı’da), 11)Bâli Paşa Câmii (Hüsrev Paşa Türbesi yakınında, 12)Hacı Evhad Câmii (Yedikule yakınında), 13)Kazasker Abdurrahmân Çelebi Câmii (Molla Gürânî’de), 14) Mahmûd Ağa Câmii (Ahırkapı yakınında), 15) Odabaşı Câmii (Yenikapı yakınında), 16)Hoca Hüsrev Câmii (Kocamustafapaşa’da), 17) Hamâmî Hâtun Câmii (Sulumanastır’da), 18) Defterdar Süleymân Çelebi Câmii (Üsküplü Çeşmesi yakınında), 19) Ferruh Kethüdâ Câmii (Balat Kapısı içinde), 20) Yunus Bey Câmii (Balat’ta), 21) Hürrem Çavuş Câmii (Yenibahçe yakınında), 22)Sinan Ağa Câmii (Kâdı Çeşmesi yakınında), 23) Ahî Çelebi Câmii (İzmir İskelesi yakınında), 24) Süleymân Subaşı Câmii (Unkapanı’nda), 25) Zâl Mahmûd Paşa Câmii (Eyüp’te), 26) Nişancı Paşa Câmii (Eyüp’te), 27) Şah SultanCâmii (Eyüp’te), 28) Emir Buhârî Câmii (Edirnekapı dışında), 29) Merkez Efendi Câmii (Yenikapı dışında), 30) Çavuşbaşı Câmii (Sütlüce’de), 31) Turşucuzâde Hüseyin Çelebi Câmii (Kiremitlik’te), 32) Kasım Paşa Câmii (Tersâne yakınında), 33) Sokullu MehmedPaşa Câmii (Azapkapısı’nda), 34) Kılıç Ali Paşa Câmii (Tophane’de), 35) Muhiddin Çelebi Câmii (Tophâne’de), 36) Molla Çelebi Câmii (Tophâne Beşiktaş arasında), 37) Ebü’l-Fazl Câmii (Tophâne üstünde), 38)Şehzâde Cihangir Câmii (Tophâne’de), 39) Sinân Paşa Câmii (Beşiktaş’ta), 40) Mihrimah Sultan Câmii (Üsküdar’da, iskelede), 41) Eski Vâlide Câmii (Üsküdar’da), 42) Şemsi Ahmed Paşa Câmii (Üsküdar’da), 43) İskender Paşa Câmii (Kanlıca’da), 44)Çoban Mustafa Paşa Câmii (Geğbüze’de), 45)Pertev Paşa Câmii (İzmit’te), 46)Rüstem Paşa Câmii (Sapanca’da), 47)Rüstem Paşa Câmii (Samanlı’da), 48)Mustafa Paşa Câmii (Bolu’da), 49) Ferhad Paşa Câmii (Bolu’da), 50)Mehmed Bey Câmii (İzmit’te), 51)Osman Paşa Câmii (Kayseri’de), 52)Hacı Paşa Câmii (Kayseri’de), 53) Cenâbî Ahmed Paşa Câmii (Ankara’da), 54) Lala Mustafa Paşa Câmii (Erzurum’da), 55) Sultan Alâeddin Selçûkî Câmiinin (Çorum’da) yenilenmesi, 56)Abdüsselâm Câmiinin (İzmit’te)yenilenmesi, 57) Kiliseden dönme Eski Câminin (İznik’te)Sultan Süleymân tarafından yeniden yaptırılması, 58) Hüsreviye (Hüsrev Paşa)Câmii (Haleb’de), 59) Sultan Murâd Câmii (Manisa’da), 60)Orhan Câmiinin (Kütahya’da)yenilenmesi, 61) Kâbe-i şerîfin kubbelerinin tâmiri, 62)Hüseyin Paşa Câmii (Kütahya’da), 63)Rüstem Paşa Câmii (Bolvadin’de), 64)Sultan Selim Câmii (Karapınar’da), 65) Sultan Süleymân Câmii (Şam, Gök Meydanda), 66) Sultan Selim Câmii (Edirne’de), 67)Taşlık Câmii (Mahmûd Paşa için, Edirne’de), 68) Defterdar Mustafa Çelebi Câmii (Edirne’de), 69) Haseki Sultan Câmii (Edirne, Mustafa Paşa Köprüsü başında), 70)Semiz Ali Paşa Câmii (Babaeski’de), 71) Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Hafsa’da, Trakya), 72) Sokullu MehmedPaşa Câmii (Burgaz’da), 73)Semiz Ali Paşa Câmii (Ereğli’de), 74) Bosnalı MehmedPaşa Câmii (Sofya’da), 75)Sofu MehmedPaşa Câmii (Hersek’te), 76)FerhadPaşa Câmii (Çatalca’da), 77)Maktul Mustafa Paşa Câmii (Budin’de), 78) Firdevs Bey Câmii (Isparta’da), 79)Memi Kethudâ Câmii (Ulaşlı’da), 80)Tatar Han Câmii (Kırım, Gözleve’de), 87) Rüstem Paşa Câmii (Rodoscuk’ta), 82) Vezir Osman Paşa Câmii (Tırhala’da), 83)Rüstem Kethüdâsı Mehmed Bey Câmii (Tırhala’da), 84)Mesih Mehmed Paşa Câmii (Yenibahçe’de).

Mescitler:

1)İbrâhim Paşa Mescidi (Îsâ Kapısında), 2)Sinân Paşa Mescidi (Yenibahçe’de), 3)Rüstem Paşa Mescidi (Yenibahçe’de), 4)Mîmar Sinân Mescidi (Yenibahçe’de), 5) Hâfız Mustafa Çelebi Mescidi (Yenibahçe’de), 6) Müftü Çivizâde Efendi Mescidi (Topkapı yakınında), 7) Emir Ali Çelebi Mescidi (Karagümrük çevresindee), 8) Üçbaş Mescidi (Karagümrük yakınında), 9) Defterdar Şerifezâde Efendi Mescidi (Fâtih Çarşamba’da), 10) Defterdar Mahmûd Çelebi Efendi Mescidi (Defterdar’da), 11)Simkeşbaşı Mescidi (Lütfi Paşa Çarşısının yakınında), 12) Hâcegizâde Mescidi (Fâtih Câmii yakınında), 13)Çavuş Mescidi (Silivrikapı yakınında), 14) Civizâde Kızı Mescidi (Davutpaşa yakınında), 15)Takyeci Ahmed Çelebi Mescidi (Silivrikapı civârında), 16)Hacı Nasuh Mescidi (Sarıgez yakınında) 17) Kasap Hacı İvan Mescidi (Sarıgüzel’de), 18)Hacı Hamza Mescidi (Ağa Çayırında), 19)Tok Hacı Hasan Mescidi (Zeyrek’te), 20)İbrâhim Paşa Zevcesi Mescidi (Kumkapı yakınında), 21)Bayram Çelebi Mescidi (Langakapısı yakınında), 22)Kemhacılar Mescidi (Çakmakçılar’da), 23)Kuyumcular Mescidi (Çakmakçılar’da), 24)HersekBodrumu üzerinde olan mescit (Ayasofya yakınında), 25)Yayabaşı Mescidi (Fenerkapısı içinde), 26)Abdî Subaşı Mescidi (Sultan Selim yakınında), 27)Hüseyin Çelebi Mescidi (Sultan Selim Câmii yakınında), 28)Hacı İlyas Mescidi (Ali Paşa Hamamı yakınında), 29)Duhanîzâde Mescidi (Kocamustafapaşa yakınında), 30) Kâdızâde Mescidi (Çukurhamam yakınında), 31)Müftü Hâmit Efendi Mescidi (Azaplar Hamamı yakınında), 32)Tüfenkhâne Mescidi (Unkapanı’nda), 33) Saray Ağası Dâvûd Ağa Mescidi (Edirnekapı dışında), 34)Dökmecibaşı Mescidi (Eyüp’te), 35)Arpacıbaşı Mescidi (Eyüp’te), 36) Hekimbaşı Kaysûnîzâde Mescidi (İstanbul’da), 37) Kaysûnîzâde Mescidi (Sütlüce’de), 38) Karcı Subaşı Süleymân Mescidi (Eyüp’te), 39)İki Mescid (İstanbul’da), 40)Ahmed Çelebi Mescidi (Kiremitlik’te), 41)Yahya Kethüdâ Mescidi (Kasımpaşa’da), 42) Şehremini Hasan Çelebi Mescidi (Kasımpaşa’da), 43)Süheyl Bey Mescidi (Tophâne’de), 44)İlyaszâde Mescidi (Topkapı’nın dışında) 45)Sarrafbaşı Mescidi (Topkapı’nın dışında), 46)Pazarbaşı Nemu Kethüdâ Mescidi (Kasımpaşa’da), 47)Mehmed Paşa Mescidi (Büyükçekmecede), 48)Hacı Paşa Mescidi (Üsküdar’da), 49)Saraçhâne Mescidi (Hasköy’de), 50) Ruznâmeci Abdi Çelebi Mescidi (Sulumanastır’da), 51)Kürkçübaşı Mescidi (Kumkapı hâricinde), 52)Şeyh Ferhad Mescidi (Langakapısı yakınında).

Medreseler:

1)SultanSüleymân Medresesi (Mekke’de), 2) Süleymâniye Medreseleri (İstanbul’da), 3)Yavuz Sultan Selim Medresesi (Halıcılar Köşkünde), 4)Sultan Selim Medresesi (Edirne’de), 5)Sultan Süleymân Medresesi (Çorlu’da), 6) Şehzâde Sultan Mehmed Medresesi (İstanbul’da), 7)Haseki Sultan Medresesi (Avratpazarı’nda), 8)Vâlide Sultan Medresesi (Üsküdar’da), 9)Kahriye Medresesi (Sultan Selim yakınında), 10) Mihrimah Sultan Medresesi (Üsküdar’da), 11)Mihrimah Sultan Medresesi (Edirnekapı’da), 12)MehmedPaşa Medresesi (Kadırga’da), 13) MehmedPaşa Medresesi (Eyüp’te), 14)Osman Şah Vâlidesi Medresesi (Aksaray yakınında), 15)Rüstem Paşa Medresesi (İstanbul’da), 16)Ali Paşa Medresesi (İstanbul’da), 17)AhmedPaşa Medresesi (Topkapı’da), 18)Sofu MehmedPaşa Medresesi (İstanbul’da), 19)İbrâhim Paşa Medresesi (İstanbul’da), 20)Sinân Paşa Medresesi (Beşiktaş’ta), 21)İskender Paşa Medresesi (Kanlıca’da), 22) Kasım Paşa Medresesi, 23)Ali Paşa Medresesi (Babaeski’de), 24)Mısırlı Mustafa Paşa Medresesi (Geğbüze’de), 25) Ahmed Paşa Medresesi (İzmit’te), 26)İbrâhim Paşa Medresesi (Îsâ Kapısında), 27) Şemsi Ahmed Paşa Medresesi (Üsküdar’da), 28) Kapı Ağası Mahmûd Ağa Medresesi (Ahırkapı’da), 29) Kapıağası Câfer Ağa Medresesi (Soğukkuyu’da), 30)Ahmed Ağa Medresesi (Çapa’da), 31)Hâmid Efendi Medresesi (Filyokuşu’nda), 32)Mâlûl Emir Efendi Medresesi (Karagümrük’te), 33)Ümm-i Veled Medresesi (Karagümrük’te), 34)Üçbaş Medresesi (Karagümrük’te), 35)Kazasker Perviz Efendi Medresesi (Fâtih’te), 36)Hâcegizâde Medresesi (Fâtih’te), 37)Ağazâde Medresesi (İstanbul’da), 38)Yahya Efendi Medresesi (Beşiktaş’ta), 39) Defterdar Abdüsselâm Bey Medresesi (Küçükçekmece’de), 40)Tûtî Kâdı Medresesi (Fâtih’te), 41)Hakîm Mehmed Çelebi Medresesi (Küçükkaraman’da), 42) Hüseyin Çelebi Medresesi (Çarşamba’da), 43)Şahkulu Medresesi (İstanbul’da), 44)Emin Sinân Efendi Medresesi (Küçükpazar’da), 45)Yunus Bey Medresesi (Draman’da), 46)Karcı Süleyman Bey Medresesi, 47)Hâcce Hâtun Medresesi (Üsküdür’da), 48)Defterdar Şerifezâde Medresesi (Kâdıçeşmesi’nde), 49)Kâdı Hakîm Çelebi Medresesi (Küçükkaraman’da), 51)Kirmasti Medresesi, 52)Sekban Ali Bey Medresesi (Karagümrük’te), 53)Nişancı MehmedBey Medresesi (Altımermer’de), 54)Kethüdâ Hüseyin Çelebi Medresesi (SultanSelim’de), 55)Gülfem Hâtun Medresesi (Üsküdar’da), 56)Hüsrev Kethüdâ Medresesi (Ankara’da), 57)Mehmed Ağa Medresesi (Çatalçeşme’de).

Dârülkurrâlar:

1) SultanSüleymanHanDârülkurrâası (İstanbul’da), 2) Vâlide Sultan Dârülkurrâsı (Üsküdar’da), 3)Hüsrev Kethüdâ Dârülkurrâsı (İstanbul’da), 4)Mehmed Paşa Dârülkurrâsı (Eyüp’te), 5)Müftü Sa’di Çelebi Dârülkurrâsı (Küçükkaraman’da), 6)Sokullu MehmedPaşa Dârülkurrâsı (Eyüp’te), 7)Kâdızâde Efendi Dârülkurrâsı (Fâtih’te).

Türbeler:

1)Sultan Süleymân Türbesi (Süleymaniye’de), 2) Şehzâde Sultan MehmedTürbesi (Şehzâdebaşı’nda), 3)SultanSelim Türbesi (Ayasofya civârında), 4)Hüsrev Paşa Türbesi (Yenibahçe’de), 5)ŞehzâdelerTürbesi (Ayasofya’da), 6)Vezir-i âzam RüstemPaşa Türbesi (Şehzâde Türbesi yakınında), 7)Ahmed Paşa Türbesi (Eyüp’te), 8)MehmedPaşa Türbesi (Topkapı’da), 9)Çocukları için inşâ ettiği türbe, 10)Siyavuş Paşa Türbesi (Eyüp’te), 11)Siyavuş Paşanın çocukları için yapılan türbe (Eyüp’te), 12) Zâl Mahmûd Paşa Türbesi (Eyüp’te), 13)Şemsi Ahmed Paşa Türbesi (Üsküdar’da), 14) Yahya Efendi Türbesi (Beşiktaş’ta), 15)Arap AhmedPaşa Türbesi (Fındıklı’da), 16)HayreddinPaşa Türbesi (Beşiktaş’ta), 17)Kılıç Ali Paşa Türbesi (Tophâne’de), 18)Pertev Paşa Türbesi (Eyüp’te), 19)Şâh-ı Hûban Türbesi (Üsküdar’da, 22)Haseki Hürrem Sultan Türbesi (Süleymaniye’de).

İmâretler:

1) SultanSüleymân İmâreti (Süleymaniye’de), 2)Haseki Sultan İmâreti (Mekke’de), 3)Haseki Sultan İmâreti (Medîne’de), 4) Mustafa Paşa Köprüsü başında bir imâret (Edirne’de), 5)SultanSelim İmâreti (Karapınar’da), 6)SultanSüleymân İmâreti (Şam’da), 7)Şehzâde Sultan Mehmed İmâreti (İstanbul’da), 8)SultanSüleymân İmâreti (Çorlu’da), 9)Vâlide Sultan İmâreti (Üsküdar’da), 10) Mihrimah Sultan İmâreti (Üsküdar’da), 11)Sultan Murâd İmâreti (Manisa’da), 12)Rüstem Paşa İmâreti (Rodoscuk’ta), 13)Rüstem Paşa İmâreti (Sapanca’da), 14)MehmedPaşa İmâreti (Burgaz’da), 15)MehmedPaşa İmâreti (Hafsa’da), 16)Mustafa Paşa İmâreti (Geğbüze’de), 17)MehmedPaşa İmâreti (Bosna’da).

Dârüşşifâlar:

1)SultanSüleymân Dârüşşifâsı (Süleymaniye’de), 2)Haseki Sultan Dârüşşifâsı (Haseki’de), 3)Vâlide Sultan Dârüşşifâsı (Üsküdar’da).

Su Yolları Kemerleri:

1)Bend Kemeri (Kağıthâne’de), 2)Uzun Kemer (Kemerburgaz’da), 3)Muglava Kemeri (Kemerburgaz’da), 4)Gözlüce Kemer (Cebeciköy’de), 5)Müderris köyü yakınındaki kemer (Kemerburgaz’da).

Köprüler:

1)Büyükçekmece Köprüsü, 2)Silivri Köprüsü, 3)Mustafa Paşa Köprüsü (Meriç üzerinde), 4)Sokullu MehmedPaşa Köprüsü (Tekirdağ’da), 5) Odabaşı Köprüsü (Halkalıpınar’da), 6)Kapıağası Köprüsü (Harâmidere’de), 7)MehmedPaşa Köprüsü (Sinanlı’da), 8)Vezir-i âzam Mehmed Paşa (Mostar) Köprüsü (Bosna’da, Vişigrad kasabasında).

Kervansaraylar:

1) Kervansaray (Sultan Süleymân İmâreti yakınında), 2)Kervansaray (Büyükçekmece’de), 3)RüstemPaşa Kervansarayı (Rodosçuk’ta), 4)KebecilerKervansarayı (Bitpazarı’nda), 5)Rüstem Paşa Kervansarayı (Galata’da), 6)Ali Paşa Kervansarayı (Bursa’da), 7) Ali Paşa Kervansarayı (Bitpazarı’nda), 8)Pertev Paşa Kervansarayı (Vefâ’da), 9)Mustafa Paşa Kervansarayı (Ilgın’da), 10)Rüstem Paşa Kervansarayı (Sapanca’da), 11) Rüstem Paşa Kervansarayı (Samanlı’da), 12)Rüstem Paşa Kervansarayı (Karışdıran’da), 13)RüstemPaşa Kervansarayı (Akbıyık’ta), 14)Rüstem Paşa Kervansarayı (Karaman Ereğlisi’nde), 15)Hüsrev Kethüdâ Kervansarayı (İpsala’da) 16)MehmedPaşa Kervansarayı (Hafsa’da), 17)Mehmed Paşa Kervansarayı (Burgaz’da), 18)RüstemPaşa Kervansarayı (Edirne’de), 19) Ali Paşa Çarşısı ve Kervansarayı (Edirne’de), 20)İbrâhim Paşa Kervansarayı (İstanbul’da).

Saraylar:

1) Saray-ı atîk tâmiri (Beyazıt’ta), 2)Saray-ı cedîd-i hümâyûn tâmiri (Topkapı’da), 3) Üsküdar Sarayının tâmiri (Üsküdar’da), 4)Galatasarayın eski yerine yeniden inşâsı (Galatasaray’da), 5)Atmeydanı Sarayının yeniden inşâsı (Atmeydanı’nda), 6)İbrâhim Paşa Sarayı (Atmeydanı’nda), 7)Yenikapı Sarayının yeniden inşâsı (Silivrikapı’da), 8)Kandilli Sarayının yeniden inşâsı (Kandilli’de), 9)Fenerbahçe Sarayının yeniden inşâsı (Fenerbahçe’de), 10)İskender Çelebi Bahçesi Sarayının yeniden inşâsı (İstanbul şehir dışında), 11)Halkalı Pınar Sarayının yeniden inşâsı (Halkalı’da), 12)Rüstem Paşa Sarayı (Kadırga’da), 13)MehmedPaşa Sarayı (Kadırga’da), 14)Mehmed Paşa Sarayı (Ayasofya yakınında), 15)MehmedPaşa Sarayı (Üsküdar’da), 16)Rüstem Paşa Sarayı (Üsküdür’da), 17) Siyavuş Paşa Sarayı (İstanbul’da), 18)Siyavuş Paşa Sarayı (Üsküdar’da), 19)Siyavuş Paşa Sarayı (Üsküdar’da), 20) Siyavuş Paşa Sarayı (yine Üsküdar’da), 20)Ali Paşa Sarayı (İstanbul’da), 21)AhmedPaşa Sarayı (Atmeydanı’nda), 22)Ferhad Paşa Sarayı (Bâyezîd civârında), 23) Pertev Paşa Sarayı (Vefâ Meydanında), 24) SinânPaşa Sarayı (Atmeydanı’nda), 25)Sofu MehmedPaşa Sarayı (Hocapaşa’da), 26) Mahmûd Ağa Sarayı (Yenibahçe’de), 27)MehmedPaşa Sarayı (Halkalı yakınında Yergöğ’de), 28)Şâh-ı Hûbân Kadın Sarayı (Kasımpaşa Çeşmesi yakınında), 29) Pertev Paşa Sarayı (şehrin dışında), 30)AhmedPaşa Sarayı (şehrin dışında), 31) AhmedPaşa Sarayı (Taşra Çiftlik’te), 32) AhmedPaşa Sarayı (Eyüp’te), 33)Ali Paşa Sarayı (Eyüp’te), 34) MehmedPaşa Sarayı (şehrin dışında, Rüstem Çelebi Çiftliğinde), 35) Mehmed Paşa Sarayı (Bosna’da), 36)Rüstem Paşa Sarayı (İskender Çelebi Çiftliğinde).

Mahzenler:

1)Buğday mahzeni (Galata Köşesinde), 2)Zift Mahzeni (Tersâne-i Âmirede), 3) Anbar (sarayda), 4)Anbar (Has Bahçe Yalısında), 5)Mutbak ve kiler (sarayda), 6)Mahzen (Unkapanı’nda), 7)İki adet anbar (Cebehâne yakınında), 8)Kurşunlu Mahzen (Tophâne’de).

Hamamlar:

1)SultanSüleymân Hamamı (İstanbul’da), 2)Sultan Süleymân Hamamı (Kefe’de), 3)Üç Kapılı Hamam (Topkapısarayında), 4)Üç Kapılı Hamam (Üsküdar Sarayında), 5)Haseki SultanHamamı (Ayasofya yakınında), 6) Haseki Sultan Hamamı (Bahçekapı’da), 7)Haseki Sultan Hamamı (Yahudiler içinde), 8)Vâlide SultanHamamı (Üsküdar’da), 9)Vâlide SultanHamamı (Karapınar’da), 10)Vâlide SultanHamamı (Cibâli Kapısında), 11) Mihrimah SultanHamamı (Edirnekapı’da), 12) Lütfi Paşa Hamamı (Yenibahçe’de), 13)MehmedPaşa Hamamı (Galata’da), 14)MehmedPaşa Hamamı (Edine’de), 15)Kocamustafapaşa Hamamı (Yenibahçe’de), 16)İbrâhim Paşa Hamamı (Silivrikapı’da), 17)Kapıağası Yâkub Ağa Hamamı (Sulumanastır’da), 18) Sinân Paşa Hamamı (Beşiktaş’ta), 19)Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı’da), 20)Kaptan Ali Paşa Hamamı (Tophâne’de), 21) Kaptan Ali Paşa Hamamı (Fenerkapı’da), 22) Müfti Ebüssü’ûd Efendi Hamamı (Mâcuncu Çarşısında), 23)Mîrmirân Kasımpaşa Hamamı (Hafsa’da), 24)Merkez Efendi Hamamı (Yenikapı dışında), 25)Nişancı Paşa Hamamı (Eyüp’te), 26)Hüsrev Kethüdâ Hamamı (Ortaköy’de), 27)Hüsrev Kethüdâ Hamamı (İzmit’te), 28) Hamam (Çatalca’da), 29)RüstemPaşa Hamamı (Sapanca’da), 30)Hüseyin Bey Hamamı (Kayseri’de), 31)Sarı Kürz Hamamı (İstanbul’da), 32)Hayreddin Paşa Hamamı (Zeyrek’te), 33)Hayreddin Paşa Hamamı (Karagümrük’te), 34)Yâkub Ağa Hamamı (Tophâne’de), 35)Haydar Paşa Hamamı (Zeyrek’te), 36)İskender Paşa Hamamı, 37) Odabaşı Behruzağa Hamamı (Şehremini’de), 38) Kethüdâ Kadın Hamamı (Akbaba’da), 39) Beykoz Hamamı, 40) Emir Buhârî Hamamı (Edirnekapı dışında), 41) Hamam (Eyüp’te), 42) Dere Hamamı (Eyüp’te), 43)Sâlih Paşazâde Hamamı (Yeniköy’de), 44)Sultan Süleymân Hamamı (Mekke’de), 45) HayreddinPaşa Hamamı (Tophâne’de), 46)Hayreddin Paşa Hamamı (Kemeraltı’nda), 47)Rüstem Paşa Hamamı (Cibâli’de), 48) Vâlide SultanHamamı (Üsküdar’da).

MÎMARBAŞI

Alm. Generalbaumesister (m), Fr. Architecte (m), en chef, İng. Chief architect. Osmanlı Devletinde, umûmî olarak inşâ işleriyle meşgûl olan memur. Mîmarbaşıları, diğer şehirlerle birlikte, İstanbul’un îmâr edilmesine çalışırlardı. Mîmarbaşılar, pâdişâh ve saray mensuplarının, saray ve köşklerinin yanında, umûmun faydalanması için inşâ ettirilen câmi, medrese, çeşme gibi inşâatlarını yaparlardı. Savaş zamânında ordu ile berâber sefere çıkarlar, yıkılan kalelerle, tahrib edilmiş köprüleri tâmir ederler, askerin geçeceği yolları düzelterek, mühimmat geçebilecek hâle getirirlerdi.

Mîmarbaşıların maiyetinde “Başmîmar, İkinci mîmar, Kethüdâ ve Çavuş gibi memurlar vardı. Kethüdâ ve çavuş, hergün İstanbul’u dolaşır, umûmî yollar, caddeler üzerine veya fakirlerin evlerine tecâvüz edecek tarzda inşâ edilmiş binâları yıktırırlardı. Böylelikle zamânımızdaki Belediye Îmar İşleri Dâiresinin vazîfesini görürlerdi.

Yaptırılacak binâlar için mimârbaşından ruhsat alma ve plânın tasdik ettirilmesi mecbûriyeti vardı. Böylelikle inşâatların kânuna uygun olması kontrol edilirdi. Aksine hareket edenler men edilir ve cezâya mâruz kalırlardı. Arâzilerin taksiminde çıkan anlaşmazlıkların halledilmesi de mîmarbaşıların vazîfelerindendi. Ayrıca su bentlerinin inşâsı, suyun şehre taksimi, kaldırımların inşâsı da bu memurun göreviydi.

Mîmarbaşılık yalnızca İstanbul’a münhasır bir memuriyet değildi. Mühim hallerde ve büyük şehir merkezlerinde bu isimle anılan vazîfelilere rastlanırdı.

Evliyâ Çelebi, meşhur Seyâhatnâme’sinde, Bağdat şehrinin yüksek dereceli memurlarını sayarken emrinde beş yüz kişi çalıştıran bir mîmarbaşıya da yer vermiştir.

Şehremini denilen saray memurları da bâzı inşâat işleriyle alâkadârdılar. Bu sebeple zaman zaman mîmarbaşılarıyla birbirlerinin vazîfe sâhalarına girerlerdi. Geçen zaman içinde bu iki memuriyetin vazîfeleri tamâmen karışmış, ancak mîmarbaşların fennî hususlarda daha bilgili olmaları onları üst dereceye çıkarmıştır. 1831 senesinde her iki memuriyet de kaldırılarak Ebniye-i Hassa Müdürlüğü kurulmuş ve vazîfeleri bu memuriyete verilmiştir.

Mîmarbaşıları, yalnızca birer inşâat memuru değil, bugün hepimizin sâhip olmakla iftihâr ettiğimiz sanat âbidelerini meydana getiren büyük birer sanatkârdılar. Bunlar arasında Mîmar Ayas, Mîmar Kemâleddîn, Mîmar Kâsım, Mîmar Dâvûd, Mîmar Sedefkar Mehmed ve târihimizde erişilmez ve müstesnâ yeri olan Mîmar Sinân, mîmarbaşılık vazîfesinin en güzîde memurlarıydılar.