MİKDAD BİN ESVED (Amr)
Eshâb-ı kirâmın meşhurlarından. Takriben 584 yılında Behrâ’da doğdu. 653 (H. 33) senesinde Medîne’de vefât etti. İslâmiyeti ilk kabul edenlerden olan Mikdad bin Esved’in asıl ismi Mikdad bin Amr’dır. Esved bin Abd-i Yagûs tarafından evlatlığa kabul edildiği için Mikdad bin Esved adıyla meşhur oldu. Müslüman olduğu sırada Mekkeli müşriklerin, ağır işkencelerine mâruz kalıp, Habeşistan’a giden ikinci kâfileyle hicret etti. Mekke’den Medîne’ye hicret edilince, Habeşistan’dan Medîne’ye döndü. Mekke’den hicret eden Müslümanlar ile Medîne’de bulunan Müslümanlar arasında kardeşlik îlân edilmiş ve Müslümanlar onar kişilik gruplara ayrılmışlardı. Böylece mallarını ve mülklerini Mekke’de bırakan Müslümanlara (Muhâcirler), Medîneli Müslümanlar (Ensar), mallarını onlarla paylaşmak sûretiyle yardım etmişlerdi. Bu yardımlaşma gruplarına katılan Mikdad bin Esved, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bulunduğu grupta idi. Bir tâne keçileri vardı. Hergün onu sağarak sütünü içip, karınlarını doyuruyorlardı. Ayrıca Peygamberimizin amcası Zübeyr’in kızı ile evlendiğinden Peygamberimizle akrabâ olmuştur.
Bedir Savaşı başlayacağı sırada Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâbın ileri gelenlerini toplayıp, onlarla istişâre etti. Bu sırada konuşmak için müsâade isteyen Mikdad bin Esved, kendisine müsâade verilince şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana neyi emrettiyse onu yap. Vallahi biz İsrâiloğullarının hazret-i Mûsâ’ya dediği gibi; “Git, Rabbinle berâber düşmanlara karşı çık. Biz buradan kımıldamayız!, şeklinde bir söz söyleyecek değiliz. Biz sana tâbiyiz senin sağında, solunda, önünde ve arkanda dâimâ düşmanla çarpışırız.” Onun bu ferâgat ve şecâat misâli sözlerinden son derece memnun olan Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem duâ etti. Bedir Savaşında büyük bir şecâat gösteren Mikdad bin Esved, bu savaşta İslâm ordusundaki tek süvârî olduğu için, kendisine Resûlullah’ın Süvârisi denilirdi.
Uhud, Hendek, Hayber, Benî Kureyzâ ve diğer savaşlara katılan Mikdad bin Esved, bâzı seriyyelerde de (keşif kolunda da) bulundu ve ilk seriyyede İslâm askerinin kumandanı tâyin edildi. Uhud Savaşından sonra Mekke civârında oturan kabîleler tarafından Eshâb-ı kirâmdan Hubeyb’in hîle ile esir alınıp, Mekkeli müşriklere satılması ve îdam edilerek şehit edilmesi üzerine, Peygamberimiz Hubeyb’in cesedini müşriklerin elinden alıp getirmek üzere Mikdad bin Esved’i görevlendirdiler. Mekke’nin fethinde, Huneyn Gazvesinde, Tebük Seferinde ve Vedâ Haccında da bulunan Mikdad bin Esved, Peygamberimizin vefâtından sonra çok büyük hizmetlerde bulundu.
Hazret-i Ebu Bekr’in halîfeliği sırasında mürtedlerle yapılan savaşa katılmıştır. Ebû Bekr radıyallahü anh Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir araya getirilip toplanması için kurduğu heyete, Mikdad bin Esved’i de almıştır. Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında Suriye harekâtına katıldı ve Mısır’ın fethi için Amr bin Âs’a gönderilen yardımcı kuvvetlere kumandan seçildi. Hazret-i Ömer vefât edeceği zaman onu çağırıp; “Yâ Mikdad! Beni kabre koyduktan sonra şûrâ erbâbını çağır ve onları bir evde topla. İçlerinden biri halîfe seçilinceye kadar onları orada tut.” emrini vermiştir. O da bu emri, gereği gibi yerine getirdi.
Mikdad bin Esved, hazret-i Osman’ın halîfeliği sırasında da, ihtiyarlamış olduğu hâlde, savaşlara katıldı. Ömrünü savaş meydanlarında cihadla geçirmiş olan Mikdad bin Esved, yetmiş yaşlarında iken, Medîne’de vefât etti ve cenâze namazını hazret-i Osman kıldırdı.
Peygamber efendimiz, kumandanlarından olan Mikdad bin Esved’i çok severdi. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Allah bana Eshâbımdan dört kişiyi özellikle sevdiğini bildirip, benim de onları sevmemi emir buyurdu ki bunlar: Ali, Mikdad, Selman ve Ebû Zer’dir.”
Mikdad bin Esved radıyallahü anh, Eshâbdan olmayan Müslümanlardan birinin kendisine hayıflanarak; “Ne mutlu size, siz Resûlullah’ın zamânında yaşadınız.” şeklinde konuşması üzerine, Mikdad bin Esved şunları söylemiştir: “Sizleri bunu istemeye sevk eden nedir? O devirde yaşasaydınız, Resûlullah’a karşı tavrınız ne olacağını biliyor musunuz? Allah’a yemîn ederim ki, Resûlullah kendisine uymayan ve tasdik etmeyen pekçok kavimle karşılaşmıştı. Halbuki Allahü teâlânın sizi bu devirde yaratması sebebiyle Resûlullah’ın size getirdiklerini tasdik ederek yalnız Allah’ı biliyor ve O’na îmân ediyorsunuz. Sizin sıkıntılarınızı başkaları çekti. İnsanların azgınlıkları sebebiyle peygamberler gönderilmiştir. Resûlullah ise insanların puta tapmaktan başka hiçbir şey tanımadıkları câhiliyyet ve vahşet devrinin en korkuncunda gönderilmişlerdir. O Kur’ân-ı kerîmi getirdi, O’nunla hakkı ve bâtılı birbirinden ayırdı. O kadar ki; bir kimse, kalbine îmân yerleştikten sonra îmân etmeyen babasının, çocuğunun veya kardeşinin küfürde olduğunu görüyor ve karşı duruyordu. Dostunun Cehenneme gitmesine katiyyen sevinmezdi ve îmân etmesini arzular bunun için çırpınır, Cehennemden kurtulmasını isterdi. Bu hususta Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle duâ etmeyi emretti: “Yüce Rabbimiz, zevcelerimizden ve çocuklarımızdan gözlerimizi aydın edecek, bizi sevindirecek olanları bahşet.” (Furkan sûresi: 74)
Mikdad bin Esved radıyallahü anh çok sâde bir hayat yaşar, herkes ona imrenirdi. Kimseyi incitmez, herkese iyiliği, emirleri ve yasakları öğretirdi. Resûlullah efendimizin sünnetine titizlikle uyardı. Konuşurken herkes hakkında ihtiyatlı konuşurdu. Ancak işlerinin neticesine bakarak hüküm verirdi.
Mikdad bin Esved hazretleri gittiği yerlerde insanlara Kur’ân-ı kerîmi öğretmiş ve hadis rivâyetinde bulunmuştur. Onun Peygamber efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Kıyâmet günü güneş insanlara bir mızrak mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır.
İnsanlar kıyâmet gününde günahlarına göre tere batacaklardır. Ter kiminin topuğuna kadar, kiminin dizlerine, kiminin beline, bâzısının da ağzına kadar yükselir.
...Kur’ân-ı kerîme sarılınız, çünkü o şefâat eden ve şefâati kabul edilendir. Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır. Kim Kur’ân-ı kerîmi rehber edinirse (Kur’ân-ı kerîmden müctehid olan âlimlerin çıkardığı hükümlere uyarsa) Kur’ân onu Cennet’e götürür. Kim de Kur’ân’a sırt çevirirse, Cehennem’e gider. Kur’ân en hayırlı yolu gösterir. Emirleri açık ve kesindir. Boş sözler değildir... Mânâları çok derindir. Güzellikleri sayılamaz. Âlimler ona doymazlar. O hakîkate ulaşmak için Allah’ın sağlam ipidir. Dosdoğru yoldur. Cinlerin Kur’ân’ı duydukları zaman hayretten; “Doğrusu biz doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’ân dinledik ve hemen inandık ve artık Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız” dedikleri hakîkattır...
(Bkz. Mikrobiyoloji)
Alm. Stromunterbrecher (m), Fr. Coupe-circuit (m), İng. Cut-out, circuit-breaker. Her çeşit makina, tezgah, cihaz ve âletlerin elektrik devrelerini istenilen anda açmak ve kapamak sûretiyle, onların çalışma ve hareketlerini yakından veya uzaktan kontrol ve kumanda imkanını sağlayan “devre kesicileri”ne verilen ad.
Mikro anahtar, genellikle geçici “yay geri dönüşlü” kontaklıdır. İticiye uygulanan kuvvet kaldırılınca kontaklar eski durumuna gelir. Daimi kontaklı olanlarda ise, kontakların eski durumlarına gelmesi için, çalışma kuvvetinin iticiye tekrar uygulanması gerekir.
Mikro anahtarının üzerinde elektrik değerleri yazılıdır. Bu değerler, genellikle 5-25 amperle 125, 250, 380, 500, 600 volt alternatif akım, ayrıca 0,5-0,25 amper ve 125, 250 volt doğru akım arasında değişir.
Mikro anahtarların normal olarak üç bağlantı ucu vardır. Çok devreli olanlarda uç sayısı daha fazladır. İki bağlantı ucu olan mikro anahtar tipi pek azdır. Mikro anahtarların kontak dirençleri çok azdır. Bağlandıkları devrelerin fonksiyonlarına zarar vermezler.
Mikro anahtarlar, çeşitli makina ve cihazların iş emniyetini sağlamak, muhtemel bir kazayı önlemek gâyesiyle de kullanılır. Meselâ bir buhar kazanının kapağı açık bırakılmışsa brülör devreye girmez. Mikro anahtar, arıza sinyalini verir. Brülörün çalışmasına mâni olur. Çamaşır makinalarında santrifüj kapağı açıldığı taktirde kurutma silindiri durur. Kapak kapanırsa, düğme açıksa silindir döner. Bunu kumanda eden bir mikro anahtar, emniyet tedbiri olarak, muhtemel bir iş kazasını önlemek gayesiyle kullanılmıştır.
Mikro anahtar, modern endüstrinin ve otomatik kontrolun ayrılmaz bir parçasıdır. Tekniğin her sahasında kullanılır.
Alm. Mikrowelle (f), Fr. Onde (f.) ultracourte, İng. Microwave. Radyo dalgalarının, dalga boyları kısa olan bölümü. Bunlar, normal uzun olan dalga boylarına göre farklı davranışa sahiptir. Mikro dalgaların spektrumunda (tayf), dalga boyu yaklaşık olarak 30 cm ile 1 cm arasındadır. Daha kısa milimetre mertebesindeki dalga boyları olan dalgalar, kırmızı ötesi görülür, ışığa karşı gelir. Milimetre mertebesinde dalga boyları olanlar genel olarak laboratuvarda kullanılır. Diğer mikro dalga frekanslar; televizyon, hareketli radyo, telefon ve diğer haberleşme araçları için kullanılır. Uzay haberleşmesinde ve pekçok radarda da mikro dalgalar kullanılır.
Mikro dalgaların, dalga boyları kısa olduğundan dolayı ışık gibi davranırlar. Dalga boyları uzun olanlar, atmosfer tabakalarından geçerken yansıdığı hâlde, mikro dalgalar doğrusal hareket ederler. Bu sebepten dolayı yayın yapan ve alan antenlerin birbirlerini görecek yükseklikte bulunması ve bunların yüksek tepelere kurulmuş olması gerekir. Diğer bir özellikleri de antenlerinin kısa olmasıdır. Bu sebepten mikro dalga haberleşmesi, özellikle hava araçları ve uydularla olan haberleşmede kullanılır.
Mikro dalgaların bir mahzuru, iletişim sırasındaki kayıplarının büyük olmasıdır. Bu sebepten dolayı, yüksek güçte iletim âletlerine ve duyarlı alıcılara ihtiyaç gösterir. Antenin gücünde, sıcaklıkta ve nemde olabilecek ufak değişiklikler veya âletin kritik parçalarına yakın bulunan cisimler âletlerin çalışmasını etkiler. Âletteki bu tesirleri en düşük seviyeye indirebilmek için karmaşık elektronik devrelere ihtiyaç duyulur. Hem yaymak hem de almak için âletin mikro dalga frekanslarında verimli şekilde özel türlere ihtiyaç vardır. Bu türlerin îmâlâtında gerekli karakteristiklerin elde edilmesi önemlidir.
Mikro dalga frekanslarında enerji, tellerin ortasından değil, tellerin etrafında hızlı değişen elektrik ve manyetik alanlar şeklinde iletilir. Yayın âletiyle anteni arasında veya benzeri yerlerde mikrodalga enerjisi en çok dalga kılavuzları kullanılarak iletilir. Dalga kılavuzları, içi boş halka veya dikdörtgen kesitli tüplerdir.
Alm. Mikrobiologie, Mikrobenforschung (f), Fr. Microbiologie (f), İng. Microbiology. “Mikrop” diye de isimlendirilen, gözle görülemeyecek kadar küçük canlıları inceleyen ilim dalı. Mikroorganizma denilince bakteriler, virüsler, protozoonlar, mantarlar ve ilkel algler anlaşılır. Mikrobiyoloji ilim dalının faydalı olduğu branşlar, tıp, tarım ve endüstridir.
Mikrop terimi, ilim dünyâsına ilk defâ 1878’de Fransız cerrahı Charlet Sédillot tarafından getirilmiştir. Sédillot, mikropların kendilerine has apayrı bir dünyâsı olduğunu savunmuştur. Mikrobiyoloji ilim dalı beş ana kısma ayrılmıştır: Viroloji, bakteriyoloji, protozooloji, algoloji ve mikoloji. Bunlara ilâveten moleküler ve hücresel biyoloji, biyokimya, fizyoloji, ekoloji, botanik ve zoolojiyle de yakından ilgilidir.
Uzun müddet insanlar, çevrelerinin mikroplarla dolu olduğundan habersizdi. Halbuki mikroorganizmalar, onun etrafındaki her yerde, eşyâlarında hatta derisinde ve barsaklarında milyonlarca bulunuyordu. İlerleyen yüzyıllarda insan bilmeden mikropları işlerinde kullanmaya başladı. Ekmek yapımı, peynir ve sirke imâli, boza yapımı bunların başta gelenleridir.
Mikroskobun bulunmasından (1590) 16 asır önce yaşamış olan Marcus Terentius Varro (M.Ö. 116-27), iltihaplı alanlar için; “Buralarda çok küçük hayvanlar ürüyor ki, bunların gözle görülmesi imkânsızdır.” demiştir. Fâtih Sultan Mehmed Hânın hocası Akşemseddîn hazretleri de; “Hastalık insandan insana veya topraktan insana gözle görülemeyen canlı tohumlar vasıtasıyla iletilir.” demiştir. Mikroplar hakkında ilk kayıt, Robert Hooke’un Mikrographa eserindedir. 1665’te basılan bu eserde bir küf mantarının sporları ve birçok küçük deniz kabuklusunun kabukları anlatılmıştı. Antony Van Leeuwenhoek ise kendi yaptığı mikroskoplarla 1674’te protozoonları ve 1676’da bakterileri görmeyi başardı.
Mikrobiyolojinin kurulması, Pasteur ve Koch: Fransız kimyâcısı Louis Pasteur, mikrobiyolojinin kurucusu olarak kabul edilir. Pasteur alkollü içki îmâlâtında ortaya çıkan fermentasyonun mayalar tarafından yapıldığını söyledi (1856).
Pasteur’ün mayalar üzerindeki bu açıklamasından sonra 1867’de İngiliz cerrahı Joseph Lister, antiseptik solusyonları infeksiyonlara karşı koruyucu olarak kullanmaya başladı. “Otoklav” denilen mikropsuzlaştırma (Sterilizasyon) aracının Pasteur’ün çalışma arkadaşlarından Charles Chamberland tarafından bulunmasıyla sterilizasyon işlemi laboratuvar ve ameliyathânelerde devamlı kullanılmaya başladı.
1877’de Prusya’da adı duyulmamış bir kasaba hekimi olan Robert Koch, belli bir bakterinin (Bacillus anthracis) şarbon etkeni olduğunu ispat etti. Pasteur bir adım daha ileri giderek, laboratuvar şartlarında mikropların hastalandırıcılık özelliklerini azaltmayı başardı.
Koch’un ikinci büyük başarısı, 1882’de kendi adıyla anılan verem basilini bulmasıdır. 1885’te ise Pasteur Fransız Bilimler Akademisine sunduğu bildiride, kuduza karşı aşıyı bulduğunu açıkladı.
Tıbbî Bakteriyolojinin gelişimi: Pasteur ve Koch’un çalışmasından sonra, bu bilgilerin ışığında birçok hastalık, bakterilerin mevcudiyetine bağlandı. Koch’un asistanlarından ve aynı zamanda da bir askerî cerrah olan Friedrich Loeffler kendi adıyla anılan Difteri basilini buldu (1884). Emil Behring ise, difteri toksinine karşı bağışıklanmış hayvanların serumlarını vererek insanlarda difterinin hafifletilebileceğini söyledi. 1893’te Alexander Yersin, Hong Kong’ta veba etkenini izole etmeyi başardı. Yersin’in bu buluşuna paralel olarak veba mikrobu Koch’un Japon asistanlarından Shibasaburo Kitasato tarafından da bulunmuştu. Kitasato 1889’da tetanus âmilinin bir anaerobik sporlu ve toksin îmâl edici bir mikrop olan Clostridium tetani tarafından husûle getirildiğini açıkladı. Zamanla bakteriler ve yaptıkları hastalıkların listesi giderek genişledi.
Topraktaki bakteriler: Bakteriler yalnızca hastalık yapan varlıklar olarak ele alınmamalıdır. Tabiatta birçok yerde bakteriler çok önemli bir denge rolü oynamaktadır. 1878’de iki Fransız ilim adamı Théophile Schloesing ve Achille Mantz, topraktaki nitrat bileşiklerinden amonyak îmâlinin basit bir kimyâsal reaksiyon olmayıp, olayın bâzı mikroorganizmalarca yapıldığını açıkladılar. Bu olayı yapan bakterileri 1890’da bir Rus bilim adamı Sergei Winogradsky buldu. Bu tip bakteriler enerji ihtiyaçlarını karşılamada organik maddeleri kullanamazlar, ancak bu iş için amonyağın oksitlenmesiyle ortaya çıkan enerjiyi kullanırlar. Vücut maddelerinin yapımı için gereken karbonu karbondioksitten alırlar. Bu iki özellikleri dolayısıyla bunlara kemoototrof (kimyevî yolla kendi kendine beslenen) denmiştir. Aynı Rus bilim adamının bir diğer açıklaması bâzı anaerobik (oksijene ihtiyâcı olmayan) bakterilerin toprakta serbest bulunduğu ve atmosferdeki azotu, bitkilerin kullanabileceği hâle getirdiği şeklindeydi.
1901’de toprakta baklagiller cinsi bitkilerin köklerinde yaşayan “Rhizobium” türünde bakteriler keşfedildi. Bunlar, kökünde bulundukları bitkinin faydasına olarak, havadaki azotu tesbit edici özelliğe sâhiptir.
Viroloji: 1884’te Fransız bakteriyoloğu Charles Chamberland bakterilerin geçişine izin vermeyen porselen bir filtre îmâl etti. Bu filtre bakteriden arınmış su elde etmede kullanılıyordu. 1892’de Rus bilim adamı Dimitri İvanovsky tütün mozaik hastalığının etkeninin bu süzgeçten geçebildiğini gösterdi. Bu süzgeçlerden geçen mikroorganizmalara filtrabl (filtreden geçebilen) virüsler adı verildi.
1900’de Amerikalı ilim adamı Walter Reed’in bâzı filtrabl virüslerin belli bir hastalığı yaptığını (bu hastalık “Sarı Humma” dır) göstermesi kendine haklı bir şöhret sağladı. Aynı şekilde bakteriden arındırılmış filtratların (süzülmüş sıvıların) hayvanlarda tümör ortaya çıkmasında rol oynadığı ilk olarak V. Ellerman ve O. Bang (1908 Danimarka) daha sonra da Peyton Rous (1911 ABD) tarafından açıklandı. Virüslerin bakteriler içinde de gelişebildikleri 1915’te Frederick Twort tarafından bildirildi. Bu virüslere “Bakteriyofajlar” denildi.
Tütün mozaik virüsünün kristalizasyonla saflaştırılıp, elde edilmesi (1935), virüslerin birer mikrop olmaktan ziyâde, birer kimyevî molekül olduğu fikrini ortaya çıkardı. 1937’de virüslerin nukleoprotein yapısında oldukları İngiliz araştırmacılar F.C. Bawden ve N.W. Pirich’in ekibince bildirildi. Elektron mikroskobunun ilim dünyâsına sunulmasını takiben virüslerin fotoğrafları çekilebildi ve incelemeler sonucu hücresel yapıya sâhip olmadıkları anlaşıldı.
Yine elektron mikroskobunun ve moleküler biyolojinin gelişmesi “büyük virüs” veya “küçük bakteri” denilebilecek küçük mikroorganizmaların varlığını gösterdi. Bunlara riketsia denildi. Riketsialar tifus, siper humması, kayalık dağları humması ve diğer bâzı hastalıkları yaparlar.
Mikoloji: Mikrobiyolojinin, mantarlarla uğraşan dalı. Mantarların yapılarını, yaşayışlarını ve yaptıkları hastalıkları inceler. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısı ve 19. yüzyılın ilk yarısında mantarlar ciddî olarak bitki hastalıklarının âmili olarak tanındı. 1835’te Agastino Bassi, ipekböceklerinde hastalık yapan bir mikroorganizmanın günümüzde “Beauveria bassiana” adıyla anılan bir mantar olduğunu buldu. David Gruby adlı Paris’te yaşayan bir Macar ilim adamı da önce çocuk ağız-boğazındaki aftların amilinin “Candida albicans” adıyla anılan maya mantarı olduğunu açıklayıp, daha sonra derinin önemli mantar hastalıklarını bildirdi.
1841-1845 arasındaki bu keşiflerden sonra mantarların insan veya hayvan vücudunda yüzeyde ve derinde birçok iltihâbî hastalığa sebep olduğu anlaşıldı. Bununla birlikte genel olarak bakterilerin daha çok insan ve hayvanda, mantarların da daha çok bitkilerde hastalık yaptığı kabul edilir. Mantarlar üzerindeki çalışmalar bu şekilde ilerleyerek 1900 yıllarına varıldı.
1928 yılında Alexander Flemming, Penicillum cinsi mantarların, bakterileri tahrip eden bir madde îmâl ettiklerini keşfetti. Bu maddeye de“penisilin” adını verdi. 1940 yılına kadar önemli addedilmeyen bu keşif, o târihte Oxford Üniversitesindeki çalışma ekibinin penisilinin büyük antibakteriyel etkisini ortaya çıkarmasıyla önem kazandı. Penisilin gibi bakterilerin çoğalmalarını durduran maddelere antibiotik adı verildi.
Mikrobiyolojide ortaya çıkarılan ilerlemeler, 1900 yıllarından sonra süratle devam etti. Mantarların yaptıkları hastalıklar, ilâç yapımı endüstrideki kullanılışları yüzyılımızda çok araştırılan konular hâline geldi. Mikrobiyolojide kullanılmaya başlayan çok çeşitli metodlar, mikoloji ve mantar hastalıklarına da önemli katkılarda bulundu. Soburoaud’un bulduğu besi yeri birçok mantarın üretilerek teşhisini sağladı.
Mantar hastalıkları (mikozlar) çok rastlanan rahatsızlıklardır. Özellikle ayak mantarları pekçok kişide görülen ve rahatsız edici kaşıntılar yapan durumlardır. Deri mantarları ve sistemik hastalık yapan mantarlar olarak mantar hastalıkları ikiye ayrılabilir. Deride hastalık yapan mantarlardan kel, kandida hastalığı, sakal mantarları ve tırnak mantarları önemlidir. Blastomikoz, akdtinomikoz, histoplazmoz gibi hastalıklar vücudun derinliklerinde yerleşen mantar enfeksiyonlarıdır. (Bkz. Mantarlar)
Protozooloji: On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Almanya’da C.G. Ehrenberg, protozooloji dalını ilim dünyâsına takdim etti. O protozoonların hayvanlardaki her organ sistemine (çok çok küçültülmüş olarak) sahip olan canlılar olduğunu düşünmüştü. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Alman ilim adamı German Karl Van Siebold protozoonların tek hücreli canlılar olduğunu ortaya koydu. Günümüzde protozonların şark çıbanı, kala-azar, sıtma gibi hastalıkları yaptığı bilinmektedir.
Alm. Mikrofilm (m), Fr. Microfilm (m), İng. Microfilm. Fotoğrafları, planları, matbu yazıları, yazı parçalarını kısaltılmış hâlde depolamak, muhâfaza etmek veya neşretmek için kullanılan fotoğraf filmi.
Bir bilginin orijinal kaynağı, meselâ bir kitap, istenilen ebadda (16 mm, 35 mm, 70 mm, 105 mm) fotoğrafı çekilerek saklanabilir. Kısaltılmış hâlde muhâfaza edildiğinden bilgiler daha küçük yerde, daha yüksek miktarda muhâfaza edilebilir. Meselâ, kısa bir film şeridine bir kitabın filmi çekilip saklanabilir. Böylece film, kitabın kapladığı yerden çok daha az yer kaplamış olur.
Mikrofilm bilgi işlem dâirelerinde çok rahat kullanılmaktadır. Her mikrofilm kaydı, okuma cihazı ile hemen okunabilir veya neşredilmek üzere işlem yapılabilir. Mikrofilmin neşriyatta ehemmiyeti büyüktür. Meselâ, bir kompüterden çıkan mâlumâtın mikrofilmi çekilerek çok sayıda, ucuz ve seri bir şekilde çoğaltılabilir. Yoksa mikrofilmi çekilmeseydi o kadar yazının aynı ebadda çoğaltılması çok zor olurdu.
Alm. Mikrophon (n), Fr. Microphone (m), İng. Microphone. Ses titreşimlerini elektrik işaretine çeviren âlet (transduser). Sesle yapılan her türlü muhâberede sesin elektrikî olarak yayın ve kaydını sağlamak üzere sese form verir. Birçok çeşidi vardır. Bir mikrofonda aranan özellikler şunlardır:
1. Duyarlık: Mikrofonun ses dalgalarını elektrik dalgalarına çevirebilme kâbiliyetidir.
2. Frekans karakteristiği: Konuşmalarda netliğin sağlanması için bütün ses frekansları(30 Hz ile 15.000 Hertz) aynı oranda elektrik işaretine çevirebilmelidir.
3. Direktivite: Yâni yön. Mikrofonlar kullanılacakları yere göre sadece bir yönde, iki yönde veya her yönde alış yapma özelliğinde olabilir.
4. Harmonik distorsiyon: Küçük olmalıdır. Yâni ses kesildiğinde kendiliğinden titreşimi devam ettirmemelidir. Aşırı seslerde bozulmaya gitmemeli veya tedbir alınmalıdır.
5. Çevre şartlarına uygunluk: Mikrofon kullanılacağı yere uygun seçilmelidir. Meselâ; neme, ısıya, sarsıntıya, elektrik veya manyetik alana dayanıklı, su geçirmez, rüzgârdan etkilenmeyen mikrofonlar yerine göre seçilirler.
Bütün bu özelliklerin bir mikrofonda toplanması hem gereksiz, hem de ekonomik değildir. Özelliklerine göre ve kullanılacakları yerlere göre mikrofonlar seçilir.
Yapılışlarına göre mikrofonlar beş ana bölümde incelenirler:
1. Kristal mikrofon: Bu tip mikrofonlar, kuartz kristali mekanik olarak titreştirildiğinde elektrikî titreşimler vermesi esâsına dayanarak çalışır. Mikrofonun diyaframını hava titreştirir, bu da kristali titreştirerek kristalin iki ucu arasından elektrik işareti alınır. Kristal maddesi olarak Roşeltuzu kullanılır.
Kristal mikrofonun özellikleri: Dirençleri çok yüksektir (3 ile 5 Mega Ohm). Frekans karakteristiği 75 Hz ile 6000 Hz arasındadır. Konuşma için yeterlidir. Yüksek çıkış gerilimi verme özelliğine sâhiptir. Mahzurları ise neme ve mekanik darbelere dayanıksızdır.
2. Karbon mikrofon: Karbon tozlarının ses dalgalarına göre sıkışıp gevşeyerek direncinin değişmesi esasına göre çalışır. Özellikle telefon cihazlarında kullanılır. Neme karşı dayanıksızdır. Çıkış gerilimleri oldukça yüksektir. Buna karşılık dirençleri düşüktür. Darbelere karşı dayanıklıdır. Frekans karakteristiği 80 Hz ile 6000 Hz arasındadır. Ayrıca doğru akım kaynağı gerektirir.
3. Dinamik mikrofon: En yaygın kullanılan mikrofon çeşididir. Hem ucuz hem de yapımı kolaydır. Ayrıca doğru akım kaynağı gerektirmez. Bu mikrofon, mıknatıs alanı içinde diyaframa bağlı bobinin hareket etmesiyle elektrik akımı üretir. Dirençleri düşüktür (40-150 Ohm arasındadır). Frekans karakteristikleri 20.000 Hz’e kadar düzgündür. Birçok uygulamalarda rahatlıkla kullanılırlar. Müzik ve ses yayınlarında kullanılabilirler. Oldukça sağlam ve dayanıklıdırlar. Daha çok sâbit konuşma mikrofonu olarak kullanılmağa uygundur.
4. Şerit mikrofon: Bir manyetik alan içinde ince şerit yapraklı bir iletkenin hareket etmesiyle elektrik üretir. Dirençleri çok düşüktür. Mekanik darbelere dayanıksızdır. 40 Hz ile 15.000 Hertz arasında frekans karakteristiği vardır. Daha çok sâbit konuşma mikrofonu olarak kullanılmağa uygundur.
5. Kapasitif mikrofon: İki iletken levha paralel olarak konur. Ses dalgası bu levhalar arasındaki mesâfeyi değiştirerek bir kapasite değişikliği meydana getirir. Bu değişme, biri direnç üzerinde gerilim değişmelerine dönüştürülerek, elektrik işareti elde edilir. Direnci çok büyüktür (10 Mega Ohm ve daha fazla). Frekans karakteristiği çok düzgündür. Ayrıca doğru akım kaynağı (pil) gerektirir. Çok uzun kablo ile kullanılamaz. Çok hassas olduğundan sâbit cihazlarda kayıt için yaygın olarak kullanılır. Başka bir tipi, daha geliştirilmiş elektrot mikrofondur. Çok küçük yapılabilir. Mâliyeti düşüktür.
Sonuç olarak, bir mikrofon ne kadar iyi olursa olsun elektrik işâretine çevirdikleri sesleri aynen karakterize edemezler. Ancak yaklaşık, benzeri bir elektrik işareti elde edilebilir.
Mikrofon, telefon vericilerinden başka, işitme cihazlarında, ses kayıt sistemlerinde ve yazdırma makinalarında kullanılır.
Alm. Mikrometer (n), Fr. Micromètre (m), İng. Micrometer. Teknikte, mühendislik alanında, cisimlerin ölçülerini 1/1000 mm hassasiyetle ölçmeye yarayan bir ölçüm âleti. Bir somun içinde hareket eden bir dişli vida ile gövdeden yapılmıştır.
Teknikte kullanılan bir kısım mikrometrelerin genel görünüşünde bâzı konstriktif (yapısal) farklar olabilir. Fakat mühim olan husus, ölçü bakımından olan esasların göz önünde tutulmasıdır. Mikrometre hakkındaki açıklamalar Alman Normu DIN 863’e göredir. Bu norm, esas îtibâriyle 25 mm’lik bir ölçme boyu gösterebilecek ve skala taksimatı 0,01 mm olan mikrometreler içindir.
Mikrometrenin dişleri, büyük bir hassasiyetle açılmıştır. Milin dönmesi sonucu uc kısım ileri - geri hareket ederek, karşı çeneye(örs) yaklaşıp uzaklaşır. Dişlerin ve hatvenin toleransı 1,20 mikron seviyesindedir.
Milimetreleri ölçen bir mikrometre milinin üstündeki kovana “yüksük” denir. Mikrometre milinin üstündeki yatay çizgi 25 taksimata bölünmüştür.
Taksimatlar arası 1 mm açıklığındadır. Ayrıca, 1/2 milimetreyi gösteren çizgilerle ikiye ayrılmışlardır. Yüksük üstünde 50 taksimat bulunur. Bunların her biri, 0,5 milimetrenin ellide birini, yâni 0,5/50 mm’yi gösterir. Numaratörlü veya dijital mikrometreler de mevcuttur.
Çalışma şekli: Ölçülecek parça, mil ve örsün yüzeyleri arasına yerleştirilir. Her iki yüzey beraber olarak parça ile temas edinceye kadar tambur vâsıtasıyla mil döndürülerek ölçülür. İstenilen parçanın boyutu ana taksimat ve döner tanbur üzerindeki hassas taksimattan okunur.
Ölçmede dikkat edilecek hususlar: Normal sıcaklığı ISO’ya göre + 20°C veya + 68 F (Fahrenhayt) dir. Cihazların doğrulukları tamlıkları bu sıcaklıkta geçerlidir. Ölçme sıcaklığı, parçanın sıcaklığıyla âletin sıcaklığının normal şartlar altında (20°C) olması gerekir.
Mikrometrelerde hatâlı ölçme yapılmaması için ayar yapılması gereklidir. Uzun süre çalışma neticesi mil sonunda bir gevşeme veya boşluk ortaya çıkabilir. Bunu gidermek için, mil bütünüyle çıkartılıp, somun hafifçe sıkıştırılır. Kovan, ayar yapmak için, mil ile karşı çene birbirine değdirilir ve küçük bir anahtar yardımıyla kovan, yüksük üstündeki sıfır çizgisiyle çakışana kadar döndürülür.
Alm. Mikrobe (f.), Fr. Microbe (m.), İng. Microbe. Mikroskop ve elektron mikroskopta görülebilen, en küçük canlı yaratıklara verilen isim.
Canlı varlıklar olan mikropların, bünyevî ve yaptıkları işler bakımından incelenmesi, bunların çeşitli şekilde sınıflandırılmasına yol açtı. Bâzı mikroplar bitkiler âleminden sayıldı, diğer bir kısım mikropların da hayvanlar âleminden olduğu görüldü; bunlara bir hücreli hayvanlar adı verildi. Fakat mikroskobik ölçüde ele alınınca, hayvanlar âlemini, bitkiler âleminden ayıran özellikler kesinliğini kaybeder. Meselâ, bakteri ve virüs adı verilen mikroplar, ne hayvanlar, ne de bitkiler âlemine bağlanabilir. Bakteriler bitkilerin bâzı özelliklerini taşır, ama tifo basili gibi üzerinde titrek tüycükleri bulunanlar hareketlidir. Virüslerdeyse hareketlilik, bir ölçü olmaktan çıkar, bunların üremesi için canlı ortamlara ihtiyaç vardır. Dolayısıyla virüsleri ayrı bir grup adı altında incelemek gerekir.
Akşemseddîn hazretleri, virüs ve bakterilerin keşfinden çok önce mikropların varlığından bahsetmiştir. Maddet-ül-Hayât adlı eserinde şöyle buyurmaktadır: “Hastalıkların insanlarda teker teker peydâ olduğunu sanmak hatâdır. Hastalık, insandan insana bulaşma sûretiyle geçer. Bu bulaşma ise, gözle görülemeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vâsıtasıyla olur.” Böylece, ayrıca bir Türk hekimi olan Akşemseddîn tarafından, bundan beş yüz yıl evvel mikrop teorisi ortaya kondu. Pasteur, aynı neticeye, hem de teknik âletler elindeyken, Akşemseddîn’den dört yüz yıl sonra varabilmiştir. Buna rağmen mikrop teorisi, yanlış olarak Pasteur’e mâl edilmiştir. (Bkz. Bakteri, Virüs)
Mikroplar, diğer canlılarla olan ilişkileri bakımından hastalık yapan asalak mikroplar, hastalık yapmayan asalak mikroplar, çürümekte olan canlılar üzerinde yaşıyan çürükçül mikroplar, ortak yaşayan mikroplar diye kısımlara ayrılabilir. Ayrıca bâzı mikroplar bağımsız olarak yaşayabilir.
Zararsız mikroplar: Zararsız mikroplar çürüme, mayalanma olayını gerçekleştirirler. Bu mikroorganizmalar topraktaki organik maddeler üzerinde ürerlerken amonyak tuzları ortaya çıkar. Böylece toprak tabiî yoldan gübrelenmiş olur. Bu arada bitkilerin ve dolaylı yoldan diğer canlıların hayâtında kesin gerekli olan azot ortaya çıkar.
Dünyânın büyük bir laboratuvar olduğu düşünülürse, çürükçül mikroplar, diğer canlıların yaşamasını sağlamak için çalışan muazzam plânlı robot işçilere benzetilebilir.
Zararlı mikroplar: Mikrop denince akla gelen bu kısımdır. Canlıların başına büyük dert olan bu grup, târihte dünyâ savaşlarında bile ulaşılamayan sayılarda insanın ölümüne yol açabilecek güçtedir. Hastalık yapan mikroplar şöyle sınıflandırılabilirler.
A. Koklar: Eni boyu eşit, küre şeklinde yapılardır.
Streptokoklar: Zincir şeklinde yapılardır. Üremeleri zincirin uzaması şeklindedir.
Diplokoklar: İki kokun kendi aralarında birleşmesiyle meydana gelir.
Tetragenler: Dört kokun bir arada bulunmasından meydana gelir.
Staphilokoklar: Kokların düzensiz olarak üzüm salkımı gibi bir arada bulunması ile meydana gelir.
B. Basiller: Çubuk şeklinde yapılardır. Tifo, paratifo, dizanteri, veba, şarbon etkenleri bu sınıftandır.
C. Vibriyon: Kıvrık biçimli virgül şeklinde yapılardır. Bâzıları testere dişi gibi yapılar gösterir, buna kıvrık kıl anlamında “spiroket” denir. Frengi âmili olan mikrop bunlardandır.
Alm. Mikroskop (n), Fr. Microscope (m), İng. Microscope. Çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük cisimlerin birkaç mercek yardımıyle büyütülerek görüntüsünün incelenmesini sağlayan bir âlet. Öncelikle isminden de anlaşılacağı üzere, mikropların incelenmesi akla geliyorsa da aslında sanâyi, metalurji, genetik, jeoloji, arkeoloji ve kriminoloji alanında da büyük hizmetler görmektedir.
Mikroskobu, ilk önce Hollandalı Zacharias Janssen’in, 1590 dolaylarında bir teleskobu tâdil etmek sûretiyle meydana getirdiği kabul edilmektedir. Ancak bu sıralarda başka Hollandalı, Alman, İngiliz ve İtalyan bilginleri de, mercek sistemi tersine çevrilmiş bir teleskobun, cisimleri büyütmek için kullanılabileceğinin farkına varmışlardır.
Nitekim dünyânın güneş etrafında döndüğünü açıkladığı için engizisyon işkencesine tâbi tutulan ve dünyâyı güneş etrâfında döndürmekten vazgeçmesi şartıyla Papa tarafından serbest bırakılan meşhur İtalyan bilginiGalilei Galileo (1564-1642) iki mercek kullanarak bâzı tecrübelerde bulunmuştu. Bugünkü mikroskobun ana prensiplerini ise 17. asırda Hollandalı Auton van Leeuwenhoek ve İngiliz Robert Hook bulmuşlardır.
İnsan gözü tabiî bir mikroskoptur. Uzaktaki cisimler ufak gözükürler. Cisimler yaklaştıkça teferruatı daha iyi seçilmeye başlanır. Göz, sonsuz bir uyum özelliğine sahip olsaydı mikroskoba ihtiyaç olmazdı.
Genel olarak mikroskop iki büyük kısma ayrılarak incelenir:
Mekanik kısım, optik kısım.
1. Mikroskobun mekanik kısmı ayak, gövde, tabla ve tüpten ibârettir.
Mikroskop ayağı: Genellikle fonttan yapılmış ağır ve iyi denge sağlayacak nal şeklinde olup, mikroskobun bütün ağırlığını taşıyan kısmıdır.
Mikroskop gövdesi: Mikroskobun diğer parçalarının tesbit edildiği oynaklı mâdenî kısmıdır. Özel bir vida ile görmede istenilen rahatlığı temin edecek şekilde tesbit edilebilir.
Mikroskop tablası: Daire veya kare şeklinde olabilen sabit ve bâzan hareket edebilecek şekilde, ortasında aynadan (ışık kaynağından) yansıyan ışığın geçmesine yarayan bir deliği bulunan kısımdır. Tabla, preparatı koymaya yarar. Üzerinde ekseriya, kendisini hareket ettiren vidalar ve preparatı tesbitte kullanılan maşalar bulunur.
Mikroskop tüpü: İçiçe geçmiş iki mâdenî borudan ibârettir. Dış tüpü, düz bir dişliyle gövdeye tesbit edilmiştir. Bu kısım büyük ve küçük ayar vidalarıyla aşağı ve yukarı hareket edebilir. Bu sâyede göze göre nesnenin (objenin) net görülmesi ayarlanmış olur.
2. Mikroskobun ikinci ve en önemli kısmı optik kısmıdır. Optik kısmı okülerle objektifleri taşıyan ve dâiresel dönebilen rovelver denilen kısımdan ibârettir.
Oküler, farklı büyütmelere sâhip, göze gelen tarafta bulunan yakınsak bir mercekten ibârettir. Objektifin meydana getirdiği gerçek görüntüyü büyüterek zâhirî bir görüntü verir. Objektif ise cisme yakındır, cismin büyütülmüş ters görüntüsünü verir. Büyütme dereceleri her ikisinde farklı büyüklüklerde olabilir. Meselâ, bir ışık mikroskobunda objektif büyütmesi, 100x,40x,10x olabildiği gibi, oküler büyütmesi de 5x, 10x, 20x olabilir. (Büyütmeler x işâretiyle belirtilir.)
Rovelver: Bir-iki, üç veya daha fazla objektif takılmasına yarayan ve mikroskop tüpünün alt ucunda bulunan kısımdır. Rovelvere takılan mercekler de yakınsak merceklerdir. Nesneyi aydınlatma sistemi ayna veya ışık kaynağı, kondansör ve diyaframdan ibârettir. Ayna gelen ışığı alır. Ayna yerine bir ışık kaynağı da olabilir. Kondansör ise bir mercek sistemidir. Aynadan veya ışık kaynağından gelen ışınları preparat üzerlerinde toplayıp, objenin aydınlanmasını sağlar. Diyafram, kondansörün altında bir kol aracılığıyla ortasındaki delik kısmı istendiği kadar daraltıp genişletmek sûretiyle nesneye gelen ışık miktarını ayarlar.
Mikroskopta incelenecek olan materyel, mikroskobun tipine göre lam ve lamel adı verilen farklı kalınlıklarda iki ince cam kısım arasında veya doğrudan mikroskobik olarak gözlenir. (Lâm: 75 mm boyunda 25 mm eninde ince camdan yapılmış bir plâktır. Lâmel: 14, 18, 20 veya 22 mm en ve boyunda çok ince (0,2 mm kalınlıkta) bir cam karedir.)
Mikroskopların çoğu, 4x ile 15x arasında değişen büyütme özelliğini hâiz üç objektif ihtiva eder. Bunların odak noktaları, üzerlerinden ayarlanabilir özelliktedir. Her bir objektifte iki veya daha fazla mercek bulunur. Oküler, objektife nazaran daha basittir. Yine merceklerden meydana gelmiştir. Büyütme oranı 10x ile 20x arasında değişir. Mikroskobun büyütme oranını, objektifle oküler büyütme oranı tâyin eder. Meselâ objektifi 100x; oküleri 20x büyütme oranına sâhip mikroskobun büyütmesi 2000x olarak târif edilir.
Objektif ve okülerin, vazifelerini yapabilmesi için yeterli ışığa ihtiyaç vardır. Işığı toplayıp incelenecek cisimden geçirerek objektife ulaştıran optik kondansör kısmı da yine birkaç mercekten meydana gelmiştir. Kondansöre ışık ayna ile veya gelişmiş mikroskoplarda halojen lamba ile gönderilir. Objektife giden ışık miktarı ise, fotoğraf makinalarında olduğu gibi diyaframla sağlanır. İncelenecek cismin ışığı geçirme özelliğine göre diyafram açıklığı değiştirilerek objektife gidecek ışık miktarı ayarlanır.
Görüntünün meydana gelmesi: Ayna veya ışık kaynağından gelen ışınlar, optik kondansörden bir ışık hüzmesi hâlinde çıkarak incelenecek cisimden geçip objektife varır. Objektif, kuvvetli bir projeksiyon makinasında olduğu gibi, mikroskop tüpünün üst kısmından 11 mm aşağıda birinci görüntüyü meydana getirir. Burada bir prizma vâsıtası ile okülerden çıkan görüntü, gözün retinasına ulaşır. Oküler mercekleri, objektiften gelen görüntüyü gözden 25 cm uzakta tekrar büyüterek gösterir. Aslında göz retinasına düşen görüntü bu son görüntünün, görüntüsüdür. Objektifte 150x mertebesinde büyüyen ilk görüntü, okülerle 20x kadar daha büyütülünce; göz, cismi 150x20= 3000x misli büyük görmüş olur.
Mikroskop optiği: Mikroskop optiğinde bilinmesi gerekli iki önemli özellik vardır. Birincisi objektif açıklığıdır. Mikroskobun cisimleri inceleme kabiliyeti, objektif açıklığına bağlıdır. Objektif açıklığı A= n Sin U formülü ile târif edilmiştir. Burada n ortamın kırılma indeksi U ise objektife gelen ışık hüzmesinin açısının yarısıdır. Hava için n= 1, daha güçlü mikroskoplarda kullanılan özel yağlar için ise n= 1,40 ile 1,52’dir. İkinci mühim özellikse mikroskobun gücüdür. Objektifin ışığı kırması ve dolayısıyle tam toparlayamaması sebebiyle, ortada meydana gelen nokta ışık etrafında, dairevî ışık çizgileri hâsıl olur. Dışa doğru gittikçe soluklaşan bu ışık halkaları aslında mikroskop gücü için kayıptır. Mikroskobun gücü, merceklerde meydana gelen ışık halkalarına bağlı olarak değişir. Mikroskop gücü nokta ışığın yarıçapı olarak târif edilir ve:
0,61 λ 0,61 λ
r = ¾¾¾¾ = ¾¾¾¾
A n Sin U
formülü ile ifâde edilir. Burada l, ışığın dalga boyudur. (r) küçüldükçe mikroskop gücü artar. Buna göre ışığın dalga boyunun küçülmesi, n kırılma indisinin ve objektife gelen ışık konisinin açısının (u) büyümesi istenir ve mikroskop mercekleri buna göre seçilir.
Özel Mikroskoplar
Stereoskopik mikroskoplar: Cisimlerin üç buutlu (boyutlu) görüntülerini temin etmek maksadıyla stereoskopik mikroskoplar yapılmıştır. İki mikroskop optik sisteminin bir dürbün şeklinde bir sehpa üstüne montesinden ibârettir. Bu mikroskoplar biyoloji laboratuvarları için elverişlidir.
Metalurji mikroskobu: Mâden parçaları ışığı geçirmediği için mikroskoba kuvvetli bir ışık kaynağı ilâve edilmiştir. Kaynaktan gelen ışık incelenecek cisme çarptırılarak objektife yansıyan ışıklardan inceleme yapılır.
Elektron mikroskobu: Elektron mikroskopta görüntü elde etmede elektron kullanılarak görüntü birkaç milyon defâ büyütülebilmektedir. Bu kadar büyütme özelliği, elektronun dalga boyunun ışık dalga boyundan birkaç bin defâ daha küçük olmasındandır. Elektron mikroskop, ilmî araştırmalarda, atom ve virüs gibi çok küçük cisimlerin incelenmesinde kullanılır. (Bkz. Elektron Mikroskobu)
Saha-emisyon mikroskobu: Metal veya yarı iletkenlerin yüzey görüntülerinden kristal yapılarını incelemek için, saha emisyon mikroskopları kullanılır. Çok yeni bir teknik olan bu mikroskopları elektron ve optik mikroskoplardan ayıran özellik, cisimden ışık veya foton geçirmek yerine cismin kendisinden elektron veya iyon koparma (emisyon) olayıdır. Emisyon elektrik sahası ile sağlanır. İncelenecek metalden kopan elektrotlar televizyon tüpüne benzer bir ekran üzerine düşerek kristal yapıya göre izler bırakır. Kristal yapının ekrana düşen bu görüntüsü ayrıca fotoğraflanabilir. Elektron mikroskop kadar büyütme özelliği vardır. Görüntü çok net ve teferruatlıdır.
Polarıcı mikroskop: Döner bir tabla ile iki nicol prizma veya iki polarıcı çuhayla donatılmış bir optik mikroskoptur. Tablanın altına yerleştirilen polarıcı nicol, cismin üzerine polarılmış ışık gönderir; analizleyici nicol ise, objektifin biraz üzerine yerleştirilmiştir. Bu iki prizma karşılaştığı zaman, belli bir devrânî gücü olan maddelerin veya çift kırılımlı maddelerin bulunduğu bölgeler hâriç, mikroskobun alanı karanlık olarak gözükür.
Zıt fazlı mikroskop: Bu mikroskop, incelenen nesnelerin, kırılma indislerindeki küçük değişimlerin ortaya çıkarılmasını sağlar. Zernike’nin bulduğu bir optik tertibat, incelenecek cisimden çıkan titreşimlerin çok küçük faz değişimlerini bulmağa yarar; bunun için, kondansör içine halka şeklinde bir diyafram ve objektifin arkasına, faz farkı meydana getiren bir lam yerleştirilir. Cisim içindeki faz değişimleri, görüntüde ışık değişimleri şeklinde belirir ve ancak 30-40 angström kadar olan optik kalınlık farkları bile kolayca bulunabilir. Bu mikroskop, biyologlar tarafından canlı organizmaların incelenmesinde kullanılır.