MEVLİD GECESİ
İslâm dîninin kıymet verdiği mübârek gecelerden biri. Mevlid, Arapça “doğum zamânı” demektir. Kamerî takvimdeki aylardan Rebîu’l-evvel ayının on birinci ve on ikinci günleri arasındaki geceye Mevlid gecesi denir. Çünkü bu gece, dünyadaki bütün insanlara en son peygamber olarak gönderilen hazret-i Muhammed Mustafa’nın (sallallahü aleyhi ve sellem) doğduğu gecedir. İslâmiyette bu gece, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir.
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) nübüvvetten (peygamber olduğunun bildirilmesinden) sonra, her yıl bu geceye ehemmiyet verirdi. Her peygamberin ümmeti kendi peygamberinin doğum gününü bayram yapardı. Bu gün de bütün Müslümanların bayramı, neş’e ve sevinç günü olmuştur. Dünyânın her yerindeki Müslümanlar, bu kutsal gecede, Kur’ân-ı kerîm okuyarak, ibâdet ederek, mevlid okuyarak Allahü teâlâya yalvarırlar. Birbirlerini ziyâret ederek hediyeleşirler. Bu gece, Peygamber efendimiz doğduğu için sevinenler affolur. Bu gecede, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) doğum zamânı görülen halleri okumak, dinlemek, öğrenmek, dînen makbul ve mûteber olur. Peygamberimiz kendileri de bunları anlatırlardı. Eshâb-ı kirâm da bir yerde toplanıp okurlar, bu hâlleri anlatırlardı. Peygamberimizin doğum zamânı görülen hârikalar, sayılamayacak kadar çoktur. Bunlar Siyer kitaplarında uzun yazılıdır.
Peygamberimizin doğduğu zaman görülen hâllerden bâzıları şunlardır:
Abdülmuttalib’in kızı, yâni Peygamberimizin halası olan Safiyye Hâtun şöyle anlatıyor: “Muhammed aleyhisselâmın doğumu zamânında, annesinin yanında bulunuyordum. Kendisinde birçok alâmet gördüm. Bunların her biri, O’nun peygamberliğine delildi. Doğar doğmaz secdeye vardı. O anda yeryüzünde bulunan canlı-cansız her şey O’na uyarak Allahü teâlâya secde ettiler. O’nu yıkamak istedim; “Zahmet etmeyin. Biz O’nu yıkadık ve gönderdik.” diye bir ses duydum. Fasîh (apaçık) bir dille “Lâ ilâhe illallah İnnî Resûlullah” yâni (Allah’tan başka ilâh yoktur. Ben O’nun peygamberiyim) diyordu. Meleklerin, O’na “Esselâmü aleyküm yâ Resûlallah” dediklerini duydum.”
Halası Safiye Hâtun yine şöyle anlatıyor: “Oğlan mı, kız mı olduğuna bakayım dedim. Etrâfımı bir nûr kuşattı. Annesinden doğduğu zaman hava henüz karanlıktı. Baktım, bütün ev aydınlanmıştı. Gün ortası gibi olmuştu. Dışarı çıktım. Doğudan batıya kadar, bütün âlem Muhammed aleyhisselâmın nûrundan aydınlanmıştı. O anda, bütün yeryüzü yemyeşil oldu. Bütün sahrâlar otlanmış, bütün ağaçlar yaprak ve çiçek açmış, yeryüzünün bütün pınarları şırıl şırıl akmış, bütün dertlilerin derdi gitmiş, hepsi rahatlamış, bütün hastalar sıhhate kavuşmuş, bütün hâmileler doğurmuş, gökleri ve yeri, “Ümmî, Arabî, Hâşimî olan son Peygamber dünyâya geldi” nidâsı kaplamış gördüm.”
Muhammed aleyhisselâmın doğduğu gece yeryüzünde yüzüstü düşmeyen bir put, sönmeyen bir ateş kalmadı. Tahtlar tersine döndü, puthâneler sallandı. Kisra (İran şahı)nın sarayı çatladı, bütün kiliseler, havralar yerinden oynadı. Bütün şeytanlar korkup, “Ne oldu?” diye titrediler. Âlemdeki bütün hayvanlar ve kuşlar, birbirine yüz dönüp, Muhammed aleyhisselâmın dünyâya geldiğini müjdelediler.
Alm. Jahreszeiten (f.pl.), Fr. Saisons (f.pl.), İng. Seasons. Dünyânın güneş etrâfında dönmesi sonucunda, gün ve gecelerin uzunluğuna bağlı olarak belirlenen, senenin dört bölümünden her biri. Dönme sonucu ortaya çıkan değişiklik, güneşten alınan ısı miktarının da farklı olmasını doğurur. Mevsimler arası sıcaklık değişmesi, özellikle ılımlı bölgelerde kendisini en fazla gösterirken, ekvatorda bu oldukça azdır. Kutuplar ise dâimâ soğuktur. Ancak sıcaklıkta, mevsimlere bağlı olarak bir değişiklik fark edilir.
Mevsimler, ekliptik denilen dünyânın güneş etrâfındaki yörüngesinin düzlemiyle dünyânın dönme ekseninin yaptığı açı sonucu ortaya çıkar. Bu sebeple dünyânın güneş etrâfındaki hareketi sırasında kuzey ve güney yarım kürelerin yönelmesi değişir. 21 Marttan 23 Eylüle kadar kuzey yarım küre, güneye göre güneşe daha dönüktür ve daha çok güneş tarafından ısıtılır. Bu durum 23 Eylül- 21 Mart arasında tersine döner. Böylece kuzey yarım küresindeki mevsimlere 21 Marttan başlayarak aşağıdaki gibi isim verilmiştir: İlkbahar, 21 Mart-22 Haziran; yaz, 22 Haziran-23 Eylül; sonbahar, 23 Eylül-22 Aralık; kış, 22 Aralık-21 Mart. Güney yarım küresinde mevsimlerin sırası tersine olup, ilkbahar 23 Eylül de başlar. (Bkz. İlgili maddeler)
Alm. Süssholz (n), Fr. Réglisse (f.), İng. Licorice. Familyası: Baklagiller (Legüminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler:Anadolu.
Haziran-temmuz ayları arasında sarı-mavi veya kahverengi çiçekler açan, 0,4-2 m yüksekliğinde, çok yıllık çalımsı bitkiler. Yaprakları parçalı, yaprakçıklar 4-7 çiftlidir. Çiçekler başak şeklinde durumlar yapar. Taç ve çanak yaprakları iki dudaklı olup, üst dudak iki kısa dişli, alttaki üçü uzun dişlidir. Meyveleri düz ve salgı tüylüdür. Meyan bitkisinin 6 türü Türkiye’de yetişmektedir. Daha çok Güney, Orta ve Doğu Anadolu’da yaygınlık göstermektedir. Bir kısmının kökleri tatlı, bir kısmının ise acıdır.
Tatlı meyan (Glycyrrhiza glabra):Anadolu’da iki varyetesi bulunur. Bu türün çiçekleri mor ve tüysü yapraklıdır. Meyvelerinin üzeri çıplaktır veya tüylüdür. Bâzı yerlerde piyan olarak da bilinir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kökleri, meyan kökü olarak tanınmakta ve kullanılmaktadır. Köklerinin kabuğu soyulduktan sonra veya soyulmadan güneşte kurutularak piyasaya sürülür. Bileşiminde nişasta, şekerler, zamk, rezin, glisirrizin vardır. Glisirrizin şekerden daha tatlı bir bileşiktir. Köklerdeki miktarı, bölgeden bölgeye değişir ve köklerin de etkili maddesidir. Kökler, göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, idrar çoğaltıcı ve tad düzenleyici özelliğe sahiptir. Eczâcılıkta toz hâlinde, hapların hazırlanmasında şekil vermede kullanılır. Sigara ve plastik sanâyiinde de kullanılan ilkel maddedir. Kola adı altında hazırlanan içeceklerin terkibine de girer. Ayrıca tâze veya kuru köklerinin kaynar su ile muâmelesi ve sonra alçak basınçta yoğunlaştırmak sûretiyle meyan balı elde edilir. Ticârette toz veya kalıplar hâlinde bulunur. Parlak siyah renkli, tatlı lezzetlidir. Suda kolaylıkla erir. Meyan balındaki glisirrizin miktarı daha fazladır. Memleketimizde de meyan balı elde eden tesisler vardır. Göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici, yara iyi edici özellikleri vardır. Mîde hastalıklarında (bilhassa gastritte) faydalıdır. Meyan kökünün su ile tüketilmesi sonucunda elde edilen hülasa ise meyan şerbeti olarak bilinir. Daha çok Güneydoğu Anadolu bölgesinde elde edilir ve kullanılır. Meyan şerbeti koyu esmer renkli ve tatlı lezzetlidir. Göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, öksürük kesici ve serinletici özelliktedir.
Acı meyan ve dikenli meyan (G.echinata): 1-2 m yükseklikte, beyazımsı, mor çiçekli ve tüysü yapraklıdır. Meyvelerinin üzeri dikenlidir. Daha çok Batı Anadolu’da yetişmektedir. Kökleri acı maddeler taşıdıklarından pek makbul değildir. Meyan kökü ile karıştırılarak ticârette kullanılmaktadır.
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek hanımlarından. İsmi, daha önce Berre idi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem “Meymûne” olarak değiştirdi. Mekke’de Benî Hilâl kabîlesindendi. 671 (H. 53) senesinde vefât etti.
Hazret-i Meymûne radıyallahü anhâ, câhiliyyet devrinde Mes’ûd bin Amr bin Umeyr-es-Sekâtî ile evlenmişti. Ondan ayrılınca Ebû Rühm bin Abdiluzza ile nikâhlandı. Bu da vefât edince dul kaldı. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem 629 (H. 7) senesinde, Hayber’in fethinden sonra Zilkâde ayında umre niyetiyle yola çıktı. Cuhfe’de bulunduğu sırada hazret-i Abbâs’la buluşunca, hazret-i Abbâs; “Yâ Resûlallah! Meymûne binti Hâris dul kaldı. Onu kendine hanımlığa alsan olmaz mı?” diye teklifte bulundu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Ebû Rafi ile Ensar’dan bir zâtı Mekke’ye dünürlüğe gönderdi.
Hazret-i Meymûne, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine dünür olduğu haberini deve üzerindeyken alınca; “Deve de, üzerindeki de Resûlullah’ındır (sallallahü aleyhi ve sellem).” dedi. Kendisini Peygamber efendimize bağışladı. Bu işin gereğinin yapılmasını da ablası Ümmü’l Fadl’a, o da kocası hazret-i Abbâs’a bıraktı. Böylece hazret-i Abbâs, Meymûne’nin nikahlanmasında vekil oldu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra Medîne’ye dönerlerken Şerîf mevkiine gelince hazret-i Abbâs, Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) dört yüz dirhem mehr alarak hazret-i Meymûne’yi Resûlullah’a nikâhladı. Burada düğün merâsimi de yapıldı. Hazret-i Meymûne, Resûlullah’ın nikâhıyla şereflenerek son hanımı oldu. Peygamberimiz bundan sonra bir daha evlenmedi.
Kendisinden 46 hadîs-i şerîf veya başka bir rivâyete göre 76 hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Bunlardan yedisi, Buhârî ve Müslim’de, diğerleri de çeşitli hadis ve fıkıh kitaplarında bulunmaktadır. Hazret-i Meymûne’den hadîs-i şerîf rivâyet eden zâtlardan bâzıları şunlardır: Hazret-i Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Şeddâd, Abdurrahmân bin Sâib, Ubeydullah el-Hulânî.
Hazret-i Âişe onun hakkında; “Meymûne bizim hepimizden fazla Allahü teâlâdan korkan ve sıla-i rahmi (yakın akrâbaları) gözeten bir hâtundu.” buyuruyor. Bâzan borç alır ve hayır işlerine harcardı. Bir ara çok borçlanmıştı. Bunu nasıl ödeyeceğini sordukları zaman, Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem); “Herkes iyi niyetle borçlanırsa, Allahü teâlâ onun borcunu öder.” hadîs-i şerîfini rivâyet etti. Dînî emir ve yasaklara da son derece dikkat ederdi.
Hazret-i Meymûne 53 (M. 672) senesinde Mekke’de hastalandı; “Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resûlullah benim Mekke’nin dışında vefât edeceğimi haber verdi.” dedi. Kendisini çıkardıkları zaman, Resûlullah’a nikâhı yapılmış olduğu yerde vefât etti. Cenâze namazını yeğeni hazret-i Abdullah bin Abbâs kıldırdı.
Alm. Frucht (f.); Obst (n), Fr. Fruit (m.), İng. Fruit. Çiçeğin dişi organının, döllenme sonucunda farklılaşıp, yumurtalığın gelişmesiyle meydana gelen ve tohumları taşıyan organ. Olgunlaşma esnasında çiçeğin ovaryumundan başka, diğer kısımları genellikle dökülür ve ovaryum olgunlaşarak meyveyi teşkil eder. Ovaryumu meydana getiren karpeller (meyve yaprağı), meyve kabuğu (perikarp) hâline ve ovaryum içindeki tohum taslakları da tohum hâline döner. Döllenme meydana gelmeden meyve teşekkülüne partenokarpi, böyle meyvelere de partenokarp meyve denilir.
Meyveleri basit meyveler, küme (agregat) meyveler ve bileşik meyveler olmak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. Basit meyveler bir çiçeğe âit bir tek ovaryumun gelişmesiyle meydana gelir. Agregat meyveler, bir çiçeğe âit birbirinden ayrı ovaryumlardan, meselâ böğürtlen, çilek gibi; bileşik meyveler ise birden fazla çiçeğe âit ovaryumların bir bütün olarak gelişmesiyle meydana gelir, meselâ dut ve incirde olduğu gibi.
Meyveyi teşkil eden meyve kabuğu (perikarp), üç kısımdan meydana gelmektedir: Dıştan içe doğru dış kabuk (ekzokarp), orta tabaka (mezokarp) ile iç kısımdır ve çoğunluk sertleşmiştir (endokarp).
Basit meyveler, kuru ve etli meyveler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Fındık, buğday, ayçiçeği, keçiboynuzu, bakla ve fasulye kuru meyvelere misâl verilebilir. Etli meyveler de üzümsü (bakka) ve eriksi (drupa) olmak üzere ikiye ayrılır. Üzümsü meyvelerde dış kabuk (ekzokarp) ince ve zarımsıdır. Orta (mezokarp) ve iç (endokarp) kısım etlidir. Bu tip meyvelere üzüm, portakal, limon, kabak misal gösterilebilir. Eriksi meyvelerde ise iç kısım (endokarp) sertleşmiştir. Erik, kiraz, şeftalide olduğu gibi.
Memleketimizde takriben 70 tür kadar meyve yetişmektedir. Aynı zamanda memleketimiz fındık, alıç, antepfıstığı, vişne, üzüm ve incir gibi meyvelerin de anavatanıdır. Kuru incir, zeytin, kuru üzüm, antepfıstığı, fındık geleneksel ihraç ürünlerimizdir. Ayrıca ülkemizde, elma, armut, çilek ve fındık gibi serin iklim meyveleri; şeftali, vişne, kayısı gibi sıcak iklim meyveleriyle muz, limon, portakal gibi subtropik iklim meyveleri ayrı ayrı yetiştirilmektedir. (Bkz. Meyvecilik)
Kullanışı: Meyveler, tâze olarak, kurutulmuş olarak veya özel gıdâlar yapılmak sûretiyle tüketilirler. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki meyveler vitamin ve mineral tuzlar yönünden zengindir. Beslenmede önemli rol oynadığı gibi sindirimi de kolaylaştırmaktadır. Ülkemizde meyveler geleneksel olarak kurutularak ve pestil, pekmez, reçel, şıra yapılarak da tüketilir. Normal şartlarda uzun süre muhâfaza edilemezler. Bu durumda, meyvelerin işlenerek saklanılması önem arz etmektedir. Bâzı ileri ülkelerde dondurularak saklama, meyve suyu yapma, konservecilik ileri seviyeye gelmiş, bu şekliyle tüketim yapılmaktadır. Ülkemizde de meyve suyu teknolojisi önemli merhaleler almıştır.
Meyvelerin beslenmedeki önemi: Meyvelerin insan beslenmesindeki önemi, bilhassa vitaminler ve minerallerce zengin olmalarından ileri gelmektedir. Ayrıca bir kısım tâze meyveler de kalori ve protein bakımından zengindir.
Meyveler, gıdâ değerlerine ve beslenmedeki özelliklerine göre; sulu tâze meyveler, unlu meyveler, kuru meyveler, yağlı meyveler olmak üzere gruplara ayrılmaktadır.
Sulu tâze meyveler: Mineraller ve vitaminlerce zengin olup, % 80-90 su ihtivâ ederler. İçlerindeki şekerler, hazmı kolay glikoz şeklindedir. 100 gr meyve 50-60 kalori sağlar. Tâze meyveler özellikle C vitaminince zengindirler.
Unlu meyveler: Muz, kestane gibi besin değerleri yüksek meyvelerdir. Kestanenin 100 gramında 200, muzda ise 100 kalori vardır. Kestane vitamin ve mineralce de zengindir. Ayrıca % 2,5 yağ ve % 4 oranında protein bulunur. Turunçgiller kadar C vitamini de ihtivâ eder.
Yağlı meyveler: Fıstık, fındık, badem, ceviz, zeytin gibi meyvelerdir. Bileşimlerinde % 50-60 oranında hazmı kolay yağ bulunur. Proteince de çok zengindirler (% 10-30). Ayrıca potasyum, magnezyum, kireç, kükürt ve fosfor ihtivâ ederler. Yağlı meyvelerde C vitamini az bulunur. Kuru meyveler mâden tuzlarından, özellikle potasyum, kalsiyum, magnezyum ve demir bakımından zengindirler. C vitamini kurutma esnasında büyük ölçüde azalır. Kuru kayısı ve iğde B1 ve B2 vitaminlerince zengin olduğu gibi, A vitamini de bol miktarda bulunmaktadır.
Meyvelerin tarım sanâyiindeki yeri: Meyveler, tarım sanâyiinde hammadde olarak da büyük öneme sâhiptirler. Meyvelerin bu yönde en önemli değerlendirilme şekilleri şunlardır:
Meyve suyu olarak: Meyve suyu sanâyiinde en çok kullanılan meyveler, elma, vişne, şeftali, nar, turunçgiller ve üzümdür. Meyve suyu sanâyii bir yandan tüketiciye tâze meyvelerin pazarda bulunmadığı dönemde bu meyvelerin sularından faydalanma imkânı verdiği gibi, sofralık değeri olmayan meyvelerin değerlendirilmesiyle de üreticinin gelirinde artış sağlamaktadır.
Şekerleme îmâlâtında: Meyveler, şekerleme imâlatında önemli bir hammadde kaynağıdır. Bilhassa badem, antepfıstığı ve fındık şekerlemeleri dünyâ piyasalarında çok büyük bir ilgi görmektedir. Bursa’nın kestane şekeri meşhurdur. Bunların yanında kayısı, incir ve portakal gibi tâze meyvelerin şekerlendirilmeleriyle yapılan şekerlemeler de büyük önem arz etmektedir.
Pasta îmâlâtında: Meyveler, pastacılıkta ve diğer hamur işlerinde, tatlılarda çok miktarda kullanılmaktadır. Özellikle muz, çilek, üzüm, turunçgillerin pastacılıkta önemli bir yeri vardır.
Kurutulmuş meyve olarak: Üzüm, incir, kayısı, erik, şeftali, dut kuruları iç ve dış pazarlarda önemli bir besin maddesi durumundadır. Meyvelerin kurutulmaları, uzun zaman saklanmalarını mümkün kıldığı gibi, ayrıca nakliye imkânlarında da kolaylık meydana getirmektedir.
Konservecilikte: Meyveler, konserve sanâyiinin en önemli hammaddesini meydana getirir. Konserve sanâyiinde en çok aranan meyveler, şeftali, armut, kayısı ve çilektir.
Pekmez yapımında: Memleketimizde üretilen pekmezin büyük bir kısmı üzüm ve duttan yapılır. Pekmez, köylümüzün önemli bir besin kaynağıdır. Ancak, son senelerde bal ve şeker üretimindeki büyük artışlar, pekmez yapımını engelleyen önemli faktörler olmuştur.
Reçel ve marmelat yapımında: Reçel ve marmelat yapımında ana madde meyvedir. Son zamanlarda ülkemizde reçel ve marmelat imalâtında önemli artış meydana gelmiştir.
Derin dondurulmuş olarak: Bu metodla pekçok meyve çeşidini pişirerek ve sterilize ederek konserve etmek yerine, tâzeliklerine âit birçok özellikleri koruyarak saklamak imkânı doğmaktadır. Böylece her mevsim tâze meyve bulmak mümkün olmaktadır.
(Bkz. Bitki Hastalıkları)
Alm. Obsthandel (m); Obstbau (m.), Fr. Commerce (m.), fruiterie arboriculture (f), İng. Fruit trade; fruit culture. Zirâatin meyve ağaçları yetiştiriciliğiyle uğraşan kolu. Meyveciliğin çok eski bir târihi vardır. Göçebe olarak yaşayan insanlar, hayatları boyunca gezdikleri yerlerde yabanî hâlde bulunan meyveliklerden meyve toplayarak yemişlerdir. Saklanmaları kolay olan fındık, ceviz, badem, fıstık gibi meyveleri de toplayarak saklamışlardır. Daha sonra meyve ağaçlarının yetiştirilmesinin uzun zaman aldığını görünce, meyve ağaçlarının bulundukları yerlere yerleşmişlerdir. Böylece insanların göçebelikten kurtulmasında meyve ağaçlarının da rolü büyük olmuştur.
Meyveciliğin bundan sonraki gelişme dönemi, orman içindeki meyve ağaçlarının korunarak, meyveliklerin kurulması şeklinde olmuştur. Zamanla ormanlarda bulunan genç ağaç ve fidanlar sökülerek, evlerin önüne veya yakınına dikilmiştir. Bu dönemden sonra meyve ağaçlarının tohumla ve bitki parçalarıyla üretimleri başlamıştır. Yenilen meyvelerin atılan çekirdeklerinden yeni ağaçların meydana geldiğini gören insanlar, tohumla meyve ağaçlarını üretmeye başlamışlardır. Köksüz olan çeliklerin veya ağaçlardan kestikleri tâze dalların toprakta yeşerip, köklendiklerini görerek de vegatif olarak üretimi öğrenmişlerdir. Budama ve aşı gibi tekniklerse bundan sonra geliştirilmiştir.
Birçok meyvenin anavatanı Türkiye’dir. Yapılan arkeolojik kazı sonuçlarına göre bundan 4-5 bin yıl önce Anadolu’da ileri bir meyvecilik tarımının yapıldığı tesbit edilmiştir. Bu devirlerde incir, zeytin, muz, keçiboynuzu, üzüm, ceviz, kestane, ayva, antepfıstığı, elma, armut, erik, badem gibi meyveler yetiştirilmiştir.
Meyvecilik daha sonra Türkiye’den Avrupa’ya, oradan da Amerika’ya geçmiştir. Meyvecilik zirâatinde en ileri dönem ise, bitki fizyolojisi, kimyâ, bitki ıslahı gibi alanlarda meydana gelen ilmî gelişmelerin, meyveciliğe uygulanmasıyla başlamıştır. Son yıllarda ise büyümeyi düzenleyen hormon terkipli maddelerin bulunup uygulanması ve atom enerjisinden faydalanılarak yapılan çalışmalar, meyveciliğin gelişmesini daha da ileriye götürmektedirler.
Meyve özelliklerine göre meyve grupları: Meyve türleri, meyve özelliklerine göre dört gruba ayrılmaktadır.
1. Yumuşak çekirdekli meyve türleri: Elma, armut, alıç, muşmula, üvez, yenidünya (malta eriği) gibi meyveler bu gruba girer. Bu gruptaki meyveler, elmada olduğu gibi, yalancı meyvedir. Burada meyveyi çiçeklerdeki yumurtalığı meydana getiren asıl meyve yaprakları (karpeller) değil, çiçek çanağı meydana getirmiştir. Bu çiçek çanağının büyüyüp etlenmesi sûretiyle meyve dış kabuğu ve meyve eti hâsıl olmuştur. Asıl meyveyi teşkil edecek karpeller ise meyvenin içindeki kıkırdağımsı çekirdek evini meydana getirirler.
2. Sert çekirdekli meyve türleri: Erik, kayısı, kiraz, şeftali, vişne, kızılcık, iğde, zeytin gibi meyvelerdir. Bu gruptaki meyve türlerinin meyveleri, hakîkî meyvelerdir. Meyveler doğrudan doğruya yumurtalıktaki karpellerden meydana gelir. Bu karpel gelişirken dış kabuğu meyvenin iç kabuğunu (pericarp), iç dokusu meyvenin sulu ve etli kısmını (mesocarp), iç kabuğu (endocarp) ise, meyvenin içindeki çekirdeğin sert dış kabuğunu meydana getirir.
Üzümsü meyve türleri: Üzüm, frenküzümü, bektâşiüzümü, çilek, ahududu (ağaç çileği), böğürtlen, beyaz dut, incir, nar gibi meyvelerdir. Bu gruptaki (türlerin meyveleri botanik yapıları bakımından farklı üç kısma ayrılır:
Hakikî üzümler: Meyveleri sulu ve yumuşak olur. İçinde tohumu yâni çekirdeği bulunur. Üzüm ve frenküzümü gibi.
Toplu üzümler: Bunlarda meyve küçük küçük, birçok üzümün bir meyve ekseni etrâfında toplanmasıyla meydana gelmiştir. Ahududu, böğürtlen gibi.
Yalancı üzümler: Bunlarda da çiçek tabanı etlenerek meyveyi teşkil etmiş ve bunun üzerine küçük birer cevizden başka bir şey olmayan hakikî meyveler oturmuştur. Çilekte olduğu gibi. Diğer bir şekilde de bir çiçek ekseni üzerinde bulunan birçok çiçeklerin çanak yaprakları etlenmiş, sulanmış ve şekerlenmiştir. Yine küçük birer cevizden ibâret olan hakikî meyvecikler bu çanak yaprakların içerisinde gömülü kalmıştır. Dutta durum bu şekildedir.
Türkiye’de meyveciliğin yeri ve önemi: Meyvecilik Türk çiftçisinin önemli bir gelir kaynağıdır. Bu sebeple Türkiye’de meyve sahaları her geçen yıl biraz daha artış göstermektedir. 1983 yılında 1 milyon 453 bin hektar olan meyvelik saha, 1988 yılında 1 milyon 531 bin hektara çıkmıştır.
Meyveciliğin millî ekonomideki yeri: Tarım sektörü içinde meyvecilik değer îtibâriyle tarla bitkileri ve hayvancılıktan sonra üçüncü sırada yer almaktadır. Bağbahçe mahsüllerinin toplam zirâat geliri içindeki oranı % 16’dır.
Meyveler, Türkiye’nin dış ticâretinde de önemli bir yer tutar. Değer olarak Türkiye ihrâcâtının % 20’sini meyveler meydana getirmektedir. İhraç edilen meyveler arasında en önde fındık, kuru üzüm, incir ve antepfıstığı gelmektedir. Tâze meyvelerden de turunçgiller ve tâze üzüm ihrâcâtı ilk sıradadır.
Meyve zirâatinin yapıldığı bölgeler: Bâzı çok soğuk bölgeler dışında Türkiye’nin hemen her yerinde meyvecilik yapılabilmektedir.
Karadeniz kıyısı boyunca, fındık, elma, erik, şeftali, mandalina yetiştirilir. Türkiye’de en çok fındık bu bölgede elde edilir.
Marmara bölgesinde zeytin, şeftali, incir, mandalina ve bağ zirâati geniş çapta yapılmaktadır. Akdeniz kıyısında turunçgil, muz, zeytin bahçeleri bölgenin çok önemli gelir kaynaklarıdır. GüneydoğuAnadolu’da fıstık ve zeytin tarımı büyük bir iktisâdî zenginliğe sâhiptir.
Kıyılardan Anadolu’nun içerisine gidildikçe geniş ve dar alanlar üzerinde, sulak vâdiler boyunca meyvecilik yapılmaktadır. Gediz, Büyük Menderes, Küçük Menderes, Fırat, Dicle, Yeşilırmak, Kızılırmak, Sakarya, Seyhan ve Ceyhan vâdileri çok önemli meyve sahalarını teşkil eder.
Türkiye tür zenginliği yanında büyük bir çeşit bolluğuna da sâhiptir. Elmalarda çeşit sayısı 500’ü, armutlarda 600’ü, eriklerde 200’ü ve şeftalilerde 100’ü bulmaktadır.
Türkiye’deki bu çeşit zenginliği dünyânın diğer ülkelerinde çalışan meyve ıslahcılarına damızlık materyalı sağlıyacak kadar kaynak teşkil etmektedir. Ayrıca Türkiye diğer tarım ürünlerinde olduğu gibi, meyvecilik yönünden de bir gen merkezi durumundadır.
Türkiye’de yetişen önemli standart meyve çeşitleri şunlardır:
Elmalar: Grafenştayn, Kırmızı Astrahan, Amasya, Hüryemez, Kanada renet, Karasakı, Kombiyuti, Starking, Golden Ferik elması ve Demir elma.
Ayvalar: Ekmek, Karaali, Şeker gevrek, Tekkeş ve Limon ayvası.
Erikler: Burbank, Frenk, Formoza, Klimaks, Köstendil, Redayç, Santaroza ve Üryani eriği.
Fındıklar: Badem fındık, Sivri fındık, Tombul fındık.
Fıstıklar: Uzun fıstık.
İncirler: Akçe inciri, Göklop inciri, Sarılop inciri.
Kayısılar: Çöloğlu, Derânde, Hacıhaliloğlu, Luvizet, Nansi, Pavyo, Şam, Şekerpare, Tokaloğlu.
Kirazlar: Cemal, Dalbastı, Karabodur, Napolyon, Sultani, Turfanda, Kara kiraz.
Vişneler: Kütahya vişnesi, Macar vişnesi.
Şeftaliler: Mayıs çiçeği, Amisten şeftalisi, Karmen şeftalisi, Gürcü güzeli, Elberta, Alyanak hülü, Hale, Leyt elberta, Kromel aktober, Tüysüz şeftali.
Portakallar: Şeker portakalı, Alanya portakalı, Yafa portakalı, Vaşington ve Valansiye portakalı.
Mandalinalar: Yerli mandalina, Rize mandalinası.
Limonlar: Lamas limonu, Yediveren limonu.
Narlar: Tirbeyi narı.
Meyvecilik Tekniği:
Bahçe yerinin seçimi: Başarılı bir meyvecilik yapabilmek ve kuruluşta yapılacak hataların zararlarını uzun yıllar çekmemek için, bahçe tesis edilecek yerin seçiminde şu hususlara dikkat edilmesi gerekir:
Çevre şartları (Ekoloji): Bahçe yerini seçerken ekoloji şartlarının, yâni çevrenin, iklim ve toprak şartlarının, yetiştirilecek meyve üzerine olan uygunluk derecesinin incelenmesi çok önemlidir.
Meselâ, GüneydoğuAnadolu’da elma, erik yetiştirmek istenildiği zaman kuzeye bakan ve 1000 metreden yüksekçe vâdiler; fıstık, badem, kayısı yetiştirilmek istendiği zaman, kuzeyden başka yönler ve bilhassa batı yönleri ile 600-1000 metre arasındaki yükseklikler; zeytin, incir, nar yetiştirilmek istendiği zaman güneye bakan alçak, doğu ve kuzeyi kapalı vâdiler seçilir.
Ege bölgesinde, soğuk ılıman iklim meyve türleri yetiştirilmek istendiği zaman, 1000 metre yükseklikler ve tercihan kuzeyler; zeytin, incir için alçak yerler ve güney ve batı yönler seçilir.
Orta Anadolu’da soğuk ılıman iklim türleri için kuzeye bakan dar vâdiler, sıcak ılıman iklim türleri için güney vâdiler seçilir.
Ekonomik şartlar: Bahçe yerini seçerken ekonomik şartları bakımından dikkat edilecek hususların başında ulaştırma ve pazar durumları gelir. Mahsülün tâze olarak piyasaya sunulması hâlinde ulaştırma şartları bakımından çok dikkatli ve hesaplı olmak îcap eder. Bundan başka; incir, üzüm, şeftali, kayısı gibi meyvelerin tâze olarak geniş ölçüde ihraç için yetiştirilmeleri arzu edildiği takdirde, ihraç merkezlerinde soğuk hava depoları ve soğuk hava tertibatlı ulaştırma vâsıtalarına ihtiyaç vardır.
Meyvecilikte toprağın özellikleri: Her toprakta verimli bir meyvecilik yapılamaz. Çünkü meyve ağaçlarının her birinin kendine has özel istekleri vardır. Genel olarak, derin, nemli ve fazla su tutmayan, kolay işlenebilen ve humusça zengin topraklar meyvecilik zirâati için elverişli topraklardır.
Meyve ağaçlarının kökleri türüne ve iklimine göre 1-8 metre derine gittiğinden, meyvecilikte toprak derinliğinin büyük önemi vardır. Genel olarak armut, kiraz, ceviz gibi derin köklü ağaçlar için en az 2 metre; ayva, elma, erik gibi yüzlek köklü ağaçlar içinse en az 1 metre kalınlığında bir toprak tabakasının bulunması lâzımdır.
Bahçe toprağını seçerken taban suyunun yüksekliğine de dikkat etmek gerekir. Taban suyu bir metreden daha yukarı yükselen yerlerde meyvecilik yapılmaz.
Elma, erik, ayva gibi yüzlek köklü ağaçlar için taban suyunun en çok bir metrede; armut, vişne, şeftali gibi ağaçlar için 2 metrede; kayısı, badem, ceviz gibi ağaçlar için 3-5 metrede olması lazımdır.
Meyvelik kurulacak topraklarda toprağın asitliği de çok önemlidir. Meyve ağaçlarının çoğu en iyi 6-8 pH derecesinde gelişir. Asitliği hafif topraklarda vişne, fındık, kestane, frenküzümü, ahududu daha iyi gelişir. Bu topraklarda kireci seven kiraz, kayısı, bâdem, zeytin gibi meyve ağaçları yetişmez.
Meyvecilikte çoğaltma usûlleri: Meyvecilikte çoğaltma iki yolla yapılır:
1. Eşeyli (Generatif) çoğaltma: Generatif çoğaltma, tohumla üretme şeklidir. Süs ve orman ağaçlarının çoğu tohumla üretilir. Buna karşılık meyve ağaçları genellikle vegatif yoldan çoğaltılır. Çünkü tohumla üretildikleri zaman yozlaşırlar. Tür ve çeşit özelliğini kaybederler.
2. Eşeysiz (Vegatif) çoğaltma: Meyve ağaçlarının kök sürgünleri, daldırma, çelikler ve aşı ile üretilmesidir. Meyve ağaçlarından kök, dal, sürgün, göz gibi vegatatif organların köklenme özelliği gösterenler, kendi kökleri üzerinde yetiştirilebilirler. Fındık, zeytin, incir, ayva, erik ve bâzı elma ve armut türleri gibi. Vegatatif organları köklenme özelliğinde olmayan veya geç köklenenler aşı ile çoğaltılır. Fıstık, badem, ceviz, elma, armut, turunçgiller gibi.
Meyvecilikte dikim: Meyve ağaçlarında dikim genel olarak üç şekilde yapılır.
1. Kare şeklinde dikim: Bu şekilde ağaçlar bir karenin dört köşesine dikilir. Bu durumda gerek sıra aralarında ve gerek sıra üzerlerinde mesâfeler aynı olur. Kapama bahçeler için en uygun ve en çok kullanılan bir dikim şeklidir. Çünkü, hem ağaçların kökleri ve taçları iyi büyür ve hem de toprağın çiftle ve motorlu vâsıtalarla iki taraflı olarak çaprazına işlenmesi kolay olur.
2. Dikdörtgen şeklinde dikim: Bu şekilde ağaçlar bir dikdörtgenin köşelerine düşer, yâni ağaçların mesâfeleri, sıra aralarında sıra üzerlerinden daha geniştir. Bu dikim şekli ara zirâati yapılan yerlerde uygulanır.
3. Üçgen şeklinde dikim: Bu şekilde ağaçlar, kenarları birbirine eşit bir üçgenin köşelerine dikilir. Böylece ağaçların birbirlerine olan mesafeleri her yandan tamamiyle eşit olur. Ağaçlarda en sık dikimi sağladığı için yerden en fazla faydalanmayı mümkün kılar. Toprağı kıymetli olan, yerlerde, özellikle, kurak bölgelerdeki sulu bahçelerde kuraklığa hassas çeşitler için tercih edilen bir dikim şeklidir.
Dikim zamanları: Meyve ağaçlarının en uygun dikim zamanı kış uyuma devreleridir. Yâni, yapraklarını döktükten sonra ilkbaharda tekrar su yürüyünceye kadar geçen zamandır.
Akdeniz kıyı bölgesi gibi kışın don yapmayan bölgeler dışında Türkiye’nin bütün diğer bölgelerinde en uygun dikim zamanları sonbahar ve erken ilkbahardır. Yâni, don tehlikesinin olmadığı zamanlardır. Kışları fazla ve şiddetli don yapmayan yerlerde sonbahar dikimi tercih edilmelidir.
Dikim aralıkları: Meyve bahçesi kurarken ağaçlara verilecek dikim aralıkları, ilerde ağaçlar normal büyüklüklerini aldıkları zaman sıklaşmayacak ve normal kalacak şekilde olması lâzımdır. Fazla sık dikilen bahçelerde ağaçlar iyice güneşlenmediğinden dallar pişkinleşemez.
Ağaçlara verilecek dikim aralıkları iklim şartlarına, toprağın kuvvetine, dikilecek fidanın tacının şekline ve kalemin büyüme gücüne göre değişir. Muhtelif boyda yetiştirilen meyve türleri için ağaçlar arasında bırakılması lazım gelen mesâfeler, cetvelde gösterilmiştir.
Meyvecilikte gübreleme: Meyvecilikte bol ve kaliteli meyve elde etmek ve meyve ağaçlarının verimlilik sürelerini uzatmak için düzenli bir gübrelemeye ihtiyaç vardır.
Gübrelemede genel olarak organik ve anorganik (ticâret) gübreleri kullanılır. Ahır gübresi, çürüntü (komposto) ve yeşil gübre, başlıca organik gübreleri teşkil ederler.
Meyve bahçelerinin gübrelenmesinde bu organik gübreler her zaman yeterli olmaz, toprağın besin ihtiyacını karşılamak için ticâret gübrelerine de ihtiyaç vardır.
Ticâret gübreleri ihtivâ ettikleri besin maddelerine göre azotlu, fosforlu ve potaslı olmak üzere üç ayrı gruba ayrılır.
Azotlu gübrelerden amonyum nitrat içinde % 35 azot ihtivâ eder. Dönüme 18-20 kg kullanılır. Bütün topraklara iyi gelir.
Amonyum sülfat içinde % 20 oranında azot bulunur. Dönüme 20-40 kg kullanılır.
Kalsiyum nitrat, % 15,5 azot ihtivâ eder, dönüme 20-50 kg kullanılır.
Sodyum nitrat (Şili güherçilesi) ise % 16 azot ihtivâ eder, kireçli topraklarda kullanılır.
Fosforlu gübrelerden süperfosfatın içinde % 18 oranında fosfor asidi vardır. İlkbaharda dönüme 15-25 kg olarak verilir.
Tomas unu ise içinde % 16-18 oranında fosfor asidi ihtivâ eder, kireci az asitli topraklarda dönüme 20-30 kg olarak kullanılabilir.
Potaslı gübrelerden kaynıt, içinde % 12-15 potas bulunan bir ham potas taşı olup, dönüme 40-60 kg kullanılır. Sonbaharda verilir.
Potasyum sülfat % 48-50 potas ihtivâ eder, dönüme sonbaharda olmak üzere 27-40 kg verilir. Potas tuzlar ise % 30-40 potas ihtivâ eder, dönüme 20-40 kg olarak kullanılır.
Meyve bahçelerinin gübre ihtiyacı iklim ve toprak şartlarına, çeşitli ağaçların özel isteklerine, işletme şekillerine, ağaçların yaş ve mahsül durumlarına göre değişiklik gösterir.
Meyvecilikte hasat: Hasat olgunlaşmış meyvenin ana bitkiden koparılmasıdır. Meyve hasadında en önemli nokta, maksada uygun hasat zamanını tâyin etmektir. Bu ise meyvenin tür ve çeşit özelliğine, pazar durumuna ve değerlendirme şekline göre değişir. Burada temel prensip, mümkün olduğu kadar, çeşit özelliğine mahsus lezzet ve kokunun meyvede belirdiği ve en yüksek randıman alınabileceği bir zamanda hasadı yapmaktır.
Hasat geç yapılırsa meyvelerin dayanma kabiliyeti azalır, çabuk yumuşar ve kepeklenir, buna karşılık erken hasadın da mahzurları vardır. Bu durumda meyveler anbarda buruşur, ağırlıklarını kaybeder, kalitesi düşük olur, ağaçlarda randıman düşer, kabukta çürüklük nisbeti artar.
Hasat zamanını tâyin etmede çeşitli usuller vardır. Fakat bunlardan en iyisi meyvelerin rengine ve etine bakarak bu zamanı tâyin etmektir.
Hasat, meyveleri teker teker elle kopararak yapılır. Fakat meyveleri saplarıyla birlikte koparmaya, örselememeye ve aynı zamanda meyve dallarında zarar yapmamaya dikkat edilmelidir. Üzeri puslu olan meyvelerin güzelliğini gidermemek için, mümkün olduğu takdirde toplarken saplardan tutulmalıdır.
Hasatta, hasat merdivenleri, hasat sepetleri veya çantaları, çengelli sırık, makas, çeşitli taşıma kapları ve vasıtaları kullanılır.
(Bkz. Kabir)
Alm. Garbsteine (m.pl.), Fr. Pierre (f.), tombale, İng. Tombstones. Mezarların baş ve ayak kısmına dik olarak konan taşlar, hece taşları. Yüzyıllardır Müslümanların mezarlara diktikleri taşlar, sanat ve târihî değer bakımından önem taşırlar. Osmanlı mezartaşlarından, mezarda gömülü olanın sosyal durumu kolayca anlaşılır. Mezarın baş ucundaki taşın özelliklerinden ölünün cinsiyeti, askerî, mülkî ve sivil hayattaki yeri ve dereceleri bilinebilmektedir. Mezar taşlarının üzerlerindeki yazılar, hattatlıkla edebiyât ve târih bakımından önem taşır. Kabirlerimizdeki mânevî çekiciliği, güzellik sırrını, dinlendiriciliği bir târih olarak mezar taşlarında her zaman görmek mümkündür. Yalnız zamânımızdaki mezarlar tedkîk edildiğinde, devrilmiş kavuklar, upuzun yatan taşlar sâhipsizliğin nişânı olarak görülmektedir. Bunların bir kısmı çiğnene çiğnene toprağa gömülmüş, bir kısmı duvarlara hatıl, basamaklara taş olmuştur.
Bir mezar taşında; hattat, nakkâş ve mermer ustası gibi üç sanatkârın emeği vardır. Önce taşa kazılacak söz seçilir. Hattat hangi yazı karakteriyle yazılacaksa onunla ilgili ön hazırlığı yapar. Önce taşın ebadında siyâh bir kâğıt hazırlanır, bunun üstüne zırnık adındaki tabiî boya ile kalın kamış kalemle veya hazırlanmış tahta kalemle yazı yazılır. Buna, “kalıp yazı” denir. Bu kalıbın altına, aynı büyüklükte bir beyaz kâğıt konur. Zırnıklı yazının dışından iğneyle sık delikler delinir. Deliklerin altındaki beyaz kâğıda kolay geçmesi için kâğıtların altına ıhlamur ağacından bir levha konur. Yazı işi tamamlandıktan sonra nakkâş tarafından taşın şekli belirlenir. Bundan sonra kompozisyon için gerekli ilâveler yapılır. İş mermer ustasına kalır. Mermer ustası, büyük bir sabırla günlerce çalışır. Elindeki çekiç ve kalem denen ucu elmas çelik çubukla yazıları mermere nakşeder. Hüsnühatta (güzel yazı) milimetrik hatâlar bile sırıtacağından, bu çalışma da çok dikkat ve incelik ister. Yazılardan sonra, konacak olan sarığın kıvrımları, fesin püskülleri, gül ve karanfil demetleri bıkıp usanmadan ince ince işlenir.
İslâm âlimleri mezâr taşlarının zamanla yıkılıp ayak altında kalacaklarını düşünerek bunlara âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf yazılmalarına izin vermemişlerdir.
Alm. Schlachtaus (n), Fr. Abattoir (m), İng. Slaughterhouse. Eti yenen hayvanların kesildiği, yüzüldüğü yer. Kesim yeri. Kelime olarak eskiden kurban kesilen yerlere verilen “mezbah” isminden gelmektedir.
Târihi: Mezbahaların menşei, çok sayıda ve uygun bir biçimde hayvan kesme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Selçuklular zamânına kadar gerek İslâm dünyâsında, gerekse dış dünyâda teşkilâtlı olarak, böyle bir müessese görülmemektedir.
Mezbahaların ilk örneği Selçuklularda çok gelişen lonca teşkilâtlarına bağlı kasapların, toplu hâlde kesim yaptıkları yerlerdir. Osmanlılarda da bu şekilde devam etmiştir. Osmanlılarda Istabl-ı âmire denilen has ahıra bağlı haralarda beslenen et hayvanları, saray mutfağının ihtiyacı ölçüsünde kesilirdi. Halkın ihtiyacı olan eti ise kadıların tâyin ve teftiş ettiği, lonca teşkilâtına bağlı kasaplar temin ederdi. Bu kasaplar, kesimi, İslâm dîninin belirttiği usûllerde, isteğe göre temizliğe âzamî derecede riayet ederek yapmak ve her türlü îtinâyı göstermek mecburiyetindeydiler. Böyle olunca da etlerde bakteri barınması, çürüme, kokma problemleri ortadan kalkardı. Sefer hâlindeyse, ordunun et ihtiyacı mola yerlerine kurulan seyyar mezbahalardan veya kavurma şeklindeki etten karşılanırdı.
Osmanlılar hayvan kesimine bu kadar dikkat ederken, Avrupa ve Amerika’da böyle bir teşkilat yoktu. İstanbul’a gelen yabancı devlet adamları, Osmanlıların bu usûlüne hayran kaldılar, ülkelerinde de böyle bir şeyi kurmak istediler. Ancak Avrupa ülkelerinde kurulması için bir çaba sarfetmediler. Amerika’ya yerleşen Avrupalılar on yedinci yüzyılda burada ilk mezbahayı kurdular. Küçük olan ve temizliğe riâyet edilmeyen bu mezbahadan sonra 1640’ta Connecticut Nehri kıyısında William Py büyük bir mezbaha kurdu. Ancak Osmanlılar gibi modern ve temiz olan ilk Amerikan mezbahası, 1860’ta İspanyol göçmenlerce inşâ edildi. Avrupa’da ise ilk mezbahalara ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra rastlanılmaktadır. Öyle ki İkinci Dünyâ Savaşı sonrası yıllarına kadar Avrupa’da sıhhî teşkilatlar meydana getirilememişti. Ancak 1950’lerde halk sağlığının tehlikeye düşmeye başlamasıyla AET üyeleri toplanarak çözüm bulmaya çalıştılar.
Kesim ve değerlendirme: Kasaplık hayvanlar kesilmeden önce mezbahalarda bir müddet istirahat ettirilerek veteriner tarafından muayene edilir. Sıhhî bakımdan bir problem çıkmadığı takdirde kesime alınırlar. Kesim, tabanı beton kaplı geniş alanlarda yapılır. Kesilen hayvanlar tavanda bulunan raylarda hareket eden kancalara asılır. Daha sonra deri yüzme, parçalama ve artık kısımları atma işlemleri yapılır. Bu sırada çıkarılan barsak, işkembe, kemik, deri ve akan kan daha sonra kullanılabilecek şekilde uygun yerlerde toplanır. İşe yaramayan kısımlarsa sağlık yönünden zararsız hâle getirilir.
Mezbahalarda hayvanlar kesildikten ve diğer gerekli işlemler yapıldıktan sonra et, tüketiciye hemen ulaşacaksa ilâve olarak herhangi bir muâmeleye ihtiyaç yoktur. Ancak tüketiciye ulaşmanın zaman alacağı biliniyorsa veya mamül bekletilecekse, soğuk hava depolarına konulur. Nakil ise frigofrik (soğutma düzeni olan) vâsıtalarla yapılır. Bu şekilde muhâfaza edilmesinin sebebi, etlerin, böyle bir uygulama yapılmaması hâlinde protein bakımdan hızlı bir biçimde bakteri üremesine imkân vermesidir.
Mezbahaların yan ürünleri: Ana ürün olan etin hâricinde mezbahalar birçok yan ürün de çıkarırlar. En önemli ürün deridir. Hayvanların yağı ise sabun îmâlinde kullanılır. Yine sentetik temizleyicilerle nebâtî yumuşatıcıların îmâlinde kullanılan yağ asitleri ve diğer kimyevî maddeler de yağlardan yapılır. Bunlardan başka barsaklar temizlenerek sucuk, sosis ve salam yapımında kullanılır. Protein bakımından çok zengin olan kanın en önemli sarfiyat alanı ise gübrelemedir.
Türkiye’de mezbahalar: Ülkemizde mezbahalar yapı tüzüğüne (Umûmî Hıfzıssıhha Kânunu 197. madde) göre teşkilatlanır ve çalışırlar. Tüzüğün uygulanmasından İçişleri Bakanlığı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı mesuldür.
Ticârî amaçla kasaplık hayvan kesimleri 1580 sayılı Belediye Kânunu’nun 15/6. fıkrası ve 3285 sayılı kânunun 33. maddesi uyarınca mezbaha, et kombinası ve kapalı hayvan kesim yerlerinde yapılır. Kesim yerlerine gelen hayvanların menşe şehadetnâmesi veya veteriner sağlık raporu bulunması şarttır. Hayvanlar kesimden önce ve sonra veteriner hekim tarafından muâyene edilir. Özel mezbaha ve et kombinalarındaki kesimler de Sağlık Bakanlığının denetimi altında yapılır. Köylerdeki şahsî ihtiyaç, köy tüketimi ve kurbanlık hayvan kesimleri bu maddenin dışındadır.
Yurdumuzda belediye teşkilâtının bulunduğu her yerleşim merkezinde ihtiyâca yeterli mezbahalar ve bâzı illerimizde et kombinaları bulunmaktadır.