METANAL
(Bkz. Formaldehit)
(Bkz. Alkoller)
Büyük Hun İmparatorluğu hâkanı. Orta Asya’da yaşayan Hunların bilinen ilk Yabgusu Tuman’ın (Teoman) oğludur. Mîlâddan önce üçüncü yüzyılın ortalarında doğdu. Çocukluğundan îtibâren iyi bir komutan ve muhârib olarak yetiştirildi. adı sonradan konuldu. Adı Çin kaynaklarında yazıldığı gibi olup, Çin dil bilimcileri (sinologlar), “Motun, Maoton, Modok, Mado, Mode, Mete” olarak okumuşlardır. Umûmî Türk târihi bilginleri; bu bakımdan adının; Çinlilerin Türkçe adları kaydetmek usûlünden, “Batur, Bağatur, Bahadır” olması gerektiği îzâhatını yaparlar.
Mete, Tuman Yabgu’nun büyük oğlu olduğu için, Hun veliahdı idi. Ancak Mete’nin üvey annesi, kendi oğlunu Hun hükümdârı yapmak için Tuman Yabgu’yu kandırdı. O çağlarda Orta Asya’da güçlü kavimler karşılıklı olarak birbirlerine, zayıf kavimler de güçlü kavimlere rehineler gönderirlerdi. Bu bir nevi saldırmazlık antlaşmasıydı. Tuman da oğlu Mete’yi batı komşusu Yüeçiler’e rehine olarak gönderdi. Sonra misilleme yoluyla oğlunun Yüeçiler tarafından öldürülmesi düşüncesiyle âniden bu güçlü komşularına savaş îlân etti. Fakat Mete Yüeçilerin elinden kurtulmayı ve babasının yanına dönmeyi başardı. Tuman ona on bin kişilik bir birlik verdi. Mete, demir disiplin altında eğittiği bu tümene bir sürek avı sırasında babasını öldürterek tahta geçti (M.Ö. 209).
Mete kendisine râkib olabilecek kişilerden kurtulduktan ve devlet içerisinde âsâyişi sağladıktan sonra tahta çıkış törenini icrâ ettirerek “Şanyu” ünvânını aldı. Hun tahtına genç ve tecrübesiz bir hakanın çıktığını gören Moğol Tung-hu’lar bu fırsattan istifâde etmek istediler. Mete’den önce hızlı koşan atını ve sonra da hanımlarından birini istedi. Mete devlet adamlarının karşı çıkmasına rağmen bu istekleri yerine getirdi. Tung-hu hükümdârı bu defâ da iki devlet arasında boş bulunan toprak parçasının kendisine verilmesini istedi. Mete bu talebi de Devlet Meclisinde müşâhade ettirdi. Bâzı üyeler, at ve kadın verilmişken böyle bir toprak parçasının önemi olmayacağını söyleyerek vermeye râzı oldular. Fakat Mete, toprağın devletin esâsı olduğunu, topraksız devlet olamayacağını söyleyerek, verelim, diyenlerin başlarını vurdurdu. Kararlı bir şekilde ordusunu alarak doğuya doğru sefere çıktı. Tung-hu’ları müthiş bir yenilgiye uğrattı. Reislerini öldürdü. Moğol Tung-hu’ların bir daha kendilerine gelemediği bu zaferden sonra, Hun sınırları doğuda Moğolistan’ın doğusuna kadar genişledi.
Mete ikinci seferini, Hunluları iktisâdî yönden güçlendirmek için; Doğu’yu Batı’ya bağlayan İpek Yolu’nu elde etme gâyesiyle Yüeçiler üzerine yaptı ve onları yendi. Hâkimiyetini kuvvetlendirmek için Türk kabîlelerini tek bayrak altında birleştirmeye teşebbüs edip, muvaffak oldu.
M.Ö. 201’de Hun Devletini iyice kuvvetlendirince, üç yüz bin atlı ile Doğu komşusu Çin’e sefer açtı. Çin İmparatorunu Bağ Teng Dağında kuşattı. Atları, Türklerin dört renk, dört yön usûlünce cepheye alıp; yağızları (kara) kuzeye, doruları (al, kırmızı) güneye, bozları batıya, kırları doğuya yerleştirdi. Çinliler sayıca Hunlardan çok fazla olduklarından kesin netice alınamadı. Hâtununun “Çin alınamaz, alınsa bile idâre edilemez.” sözü üzerine diplomatik münâsebetlerde bulundu. Çin İmparatoru ile anlaşıp, kuşatmayı kaldırdı. M.Ö. 198 yılındaki Türk-Çin Antlaşması süresiz olup, Çin Seddi hudut kesilerek, Çin haraca bağlandı. Mete düşmanları olan Moğollar ile Çinlileri mağlup ederek, hudutları emniyet altına aldıktan sonra Türkleri iktisâdî yönden güçlendirmek istedi. Türkistan’daki büyük ticâret ve tarım merkezlerine hâkim oldu. Türkleri siyâsî yönden birleştirip, bir bayrak altında topladı. Hun Devletini teşkilâtlandırdı. Türk ordusunu onlu sisteme göre, onlu, yüzlü, binli, on binli bölümlere ayırarak, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı, rütbelerinde kumandanlar tâyin etti. Hudutların emniyetini sağlayıp, fetihlerinin yanında devleti de teşkilâtlandırdıktan sonra; Mîlâddan önce 174 yılında öldü. Yerine, Çin kaynaklarında adı “Ki-yo” olarak bilinen oğlu, Gökhan geçti.
1833 yılında İkinci Mahmud’un yirmi beşinci cülus yıldönümünde çıkarılan ayarı düşük, îtibârî değeri yüksek, yeni kara beşliklere verilen isim. Bundan sonra kesilen meteliklerin, cülûsun yirmi ikinci ve yirmi dördüncü yıllarında çıkarılanlardan ayırdedilmesi için, kurdele düğümünün altına bir nokta konuldu ve ayarları binde 175-170’e kadar düşürüldü. 1898 târihinde terkibinde yüzde on gümüş ile bakır alaşımından meydana gelen 10 ve 5 paralık sikkeler basıldı ve bunlara halk arasında yeni metelik denildi.
Yeni meteliklerin zamanla azalması ve bozuk para sıkıntısı göstermesi sonucu, 1910’da kabûl edilen bir kânunla 40, 20, 10 ve 5 paralık olmak üzere 100 milyon kuruşluk nikel basıldı. Ayarları binde 980 idi. Eskiden para değeri çok kıymetli olduğundan meteliklerin hesâbı yapılırdı. Zamânımızda kolleksiyon meraklılarının kolleksiyonlarını zenginleştirmek ve hâtıra kıymetinden başka bir işe yaramamaktadır.
Ayrıca değerinin düştüğü dönemlerde metelik kelimesi bâzı deyimlere girmiş olup bugün hâlâ geçerliliğini korumaktadır: Meteliğe kurşun atmak: Hiç parası olmamak. Metelik vermemek: Önemsememek, hiç değer vermemek. Metelik etmemek: Hiç kıymeti yok. Meteliği kalmamak: Züğürt ve parasız olmak.
(Bkz. Akanyıldız)
Alm. Meteorologie (f), Fr. Météorologie (f), İng. Meteorology. Atmosferi inceleyen ilim. Meteoroloji, dünyânın kara kısmı ile ilgilenen fizik ve denizlerle ilgilenen oşinografi ile birlikte jeofizik (yer fiziği) ilim dalını meydana getirir.
Atmosfer içindeki basınç, sıcaklık, rüzgâr, nem, görüş mesâfesi, bulut teşekkülü, yağış, şimşek, yıldırım, fırtına gibi şart ve olayları ve bunların birbirlerine tesirlerini inceleyen meteorolojinin de pekçok dalı vardır. Atmosferdeki elektrik, türbülâns, kirlilik, hava tahmini, hava haritalarının analizi, bulutların fiziği ve yağışları, meteoroloji cihazları ve gözlem (müşahade) metodları, hava şartlarının ortalamaları ile ilgilenen klimatoloji (iklim ilmi), küçük bir sahadaki atmosfer olayları ile uğraşan mikrometeoroloji, dünyâ üzerindeki su devridâimini inceleyen hidrometeoroloji, hep meteorolojinin dallarıdır. Sıcaklık, rüzgâr, yağış gibi havanın fizikî elemanlarını analitik meteoroloji, atmosferdeki hareketleri, olayları ve bunların birbirlerine tesirlerini ise dinamik meteoroloji inceler. Ziraî meteoroloji, hava şartlarının ziraat üzerindeki; tıbbî meteoroloji de, insan üzerindeki tesirlerini araştırır.
Bir hava okyanusu içinde yaşamakta olan insanoğlu, her ne kadar geliştirdiği ısıtma ve klima sistemleriyle hava şartlarına karşı kendini korumaya çalışmakta ise de, hava şartlarına bağımlılık bugün de gittikçe artmaktadır. Roketlerin ateşlenmesi, fırtınanın şiddetine; jet uçaklarının inişi, görüş mesâfesi ve rüzgâr durumuna sıkı sıkıya bağlıdır. Motorlu vâsıtalar, sanâyi tesisleri ve meskenlerden havaya karışan zehirli gazlar, atmosferi aşırı derecede kirletmekte, bu kirlenmeyse, atmosferdeki tabiî temizleme mekanizmasından daha hızlı olmaktadır.
Meteorolojinin târihî gelişmesi, çeşitli sahalarda meydana gelen ilerlemelerle yakından ilgilidir. Dünyânın çeşitli yerlerinde yapılan sürekli gözlemlerden elde edilen bilgilerin bir araya toplanması, hassas gözlem cihazlarının bulunup yaygın bir şekilde kullanılması, haberleşme vâsıtalarının hızla gelişmesi, elde edilen bilgilerin bilgisayarlarla değerlendirilmesi ve bütün bunların yanında ulaşım imkânlarının artışıyla birlikte kamuoyunun bu konuya daha fazla alâka duyması, meteorolojinin son asırda büyük bir sür’atle gelişmesine yol açmıştır.
Meteorolojinin temelini, çeşitli cihazlarla hava şartlarının hassas bir şekilde ölçülmesi teşkil eder. Havanın sıcaklığını termometre ile, basıncı barometre ile, rüzgârın yönü rüzgâr gülü ile, hızı anemometre ile, yükseklerdeki hava şartları meteoroloji balonları ile, izâfî (bağıl) nem higrometre ile, yağış miktarları yağmur ölçeği ile, bulutların şekillenmesi ve cephe sistemleri radarlar ve meteoroloji peykleri ile gözlenmekte ve tespit edilmektedir. Sunî peykler, 1960’tan îtibâren meteorolojik maksatlarla kullanılmaya başlanmıştır.
Bulutlar: Su veya buz parçacıklarından müteşekkil olan bulutlar, şekillerine göre üç ana grupta toplanabilir: Düz görünüşle stratüs, pamuk gibi kabarık kümülüs ve tüy gibi hafif ve seyrek sirüs bulutları. İki km yüksekliğe kadar stratüs ve kümülüs bulutlarına rastlanır. 5-6 km’ye kadar üst stratüs ve üst kümülüsler bulunur. Sirüs bulutları ise 10-13 km yükseklerde görülür.
Güzel havalarda kümülüs bulutlarına sık sık rastlanır. Beyaz renkli ve pamuğa benzeyen kümülüsler, bâzan da kule gibi yükselerek, fırtına, yağmur, kar ve dolu getirirler. Stratüs bulutları gri renkli ve düzdür. Kümülüslerle de birleşerek çeşitli şekiller alır. Kalın tabakalar hâlinde, ince ince çiseleme şeklinde yağmur ve hafif kar getirirler. Sirüsler yüksek bulutlardır. Kümülüs ve stratüs şekillerinde de olabilirler. Işığı kırarak güneş ve ay etrafında hâle meydana getirirler.
Meteoroloji istasyonlarında, bulutların, cinsi, miktarları, yükseklikleri, hareket yönü ve hızları devamlı takip edilir. Bulutların yüksekliği çeşitli usûllerle bulunmaktadır. Tecrübeli bir gözlemci bu yüksekliği oldukça hassas bir şekilde tahmin edebilir. Bulutların içinden geçen uçaklarda pilotlar, altimetreden okudukları yüksekliği yer istasyonlarına bildirirler. Yükseliş hızı bilinen bir balonun, bulutun içinde kaybolmasına kadar geçen zaman hız ile çarpılarak da yükseklik tespit edilebilir. Geceleri bulut üzerine gönderilen bir ışık hüzmesi yardımıyla ve trigonometri ile yükseklik bulunur. Fotosel kullanarak yapılan ve bulut yüksekliğini ölçen özel cihazlar (ceilometer), gece ve gündüz kullanılabilir.
Yağışlar: Belli bir müddet zarfındaki yağış miktarı, yağmur ölçerlerle ölçülür. Gâyet basit olan ve çok eskiden beri kullanılan yağmur ölçerler, üstü açık bir silindirden ibârettir. Daha hassas ölçmeler için silindirin üzerine bir huni konur. Huni ağzının alanı ile silindirin kesit alanı arasındaki oran yardımıyla gerçek yağış miktarı bulunur. Kar ve dolunun miktarı da, bunların erimesi beklenerek, aynı şekilde ölçülür. Meteoroloji istasyonlarında bundan başka kar yüksekliği de ölçülür. Bunun için birçok ölçmeler yapılıp, ortalaması alınır.
Yağışlar, meteorolojinin en düzensiz ve bir prensibe bağlanamayan bir unsurudur. Aralarında birkaç kilometre mesafe bulunan iki yerde bile yağış miktarları çok farklılık göstermektedir. Yağışlar genellikle, ekvatordan kutuplara doğru azalmaktadır. Dağların, rüzgârlı olan yamaçları daha fazla yağış alır. Sahiller de iç kesimlerden daha yağışlıdır.
Bir senede kaydedilen en fazla yağış, 1860 Ağustosu ile 1861 Temmuzu arasında Hindistan’da Cherrapunji’de 2644 cm’dir. Bir dakika içinde tespit edilebilen en yüksek yağış miktarı ise 10 Haziran 1955’te Amerika’da Jefferson’da 1,75 cm’dir.
Sıcaklık: Bir maddede bulunan ısı miktarının bir ölçüsüdür. Meteorolojide üç türlü sıcaklık ölçeği kullanılır. Celsius ölçeğinde 0°C’de donan su 100°C’de kaynar. Fahrenheit ölçeğinde suyun donma noktası 32°F, kaynama noktası ise 212°F’dir. Mutlak sıcaklık ölçeğinde ise suyun donma noktası 273°K (Kelvin), kaynama noktası 373°K’dir.
Sıcaklığın zamanla değişimi, kaydedici termometre (veya termograf) ile elde edilir. Farklı madenî malzemeden iki çubuk birbirine kaynak yapılır. Sıcaklık yükselince çubuklardan herbiri farklı miktarlarda uzar ve kaynaklı olduklarından eğilmeye zorlanırlar. Bu eğilme miktarı bir kalem ile kâğıt üzerinde işaretlenir.
Meteorolojide, havanın sıcaklığı gölgede ölçülür. Bunun için termometreler güneş ışığından korunur.
Hava ile denizler arasındaki ısı alış-verişi, hava şartlarına ve olaylarına tesir eder. Bu bakımdan deniz sathının sıcaklığı muntazam olarak ölçülür ve gemiler vasıtası ile haber verilir. Karaların sıcaklığı da böyle önemli olduğu hâlde düzenli olarak ölçülmez.
Hava sıcaklığının, yakıt sarfiyatı üzerindeki tesirini kolayca hesaplayabilmek için, o günün sıcaklığının 18°C’den ne kadar düşük olduğu bulunur. Bulunan miktarla yakıt sarfiyatı doğru orantılıdır. Bu bağlantıdan faydalanılarak ısı santrallerinin verimi tahmin edilebilir.
Atmosferin alt tabakası olan troposferde genellikle her 150 metre yükseldikçe havanın sıcaklığı 1°C düşmektedir. Hava kütlelerinin alçalıp yükselmesiyle de sıcaklık değişir. Hava kütleleri yükseliyorsa, basınç azaldığından genişlerler. Alçalıyorlarsa, üzerlerindeki basınç arttığından sıkışırlar. Bu hareketleri esnâsında çevrelerindeki hava kütleleriyle ısı alış-verişi çok az olup, ihmâl edilebilir. Isı alış-verişi olmayan (adyabatik olan) bu hareketlerin neticesinde sıcaklık değişir. Genişleyen havanın sıcaklığı düşer. Sıkışan, hacmi azalan havanın sıcaklığı artar. Yükselerek genişleyen hava kütlesi kuru ise, her 150 metrede 1,5°C soğur. Bu değer ise, troposferde sıcaklığın yüksekliklerde düşmesinden 0,5°C daha fazladır. Demek ki bu hava kütlesi, çevresindeki hava kütlelerinden daha soğuktur. Bu farkın neticesinde hava kütlesi tekrar alçalacaktır. Bu hâlde, atmosfer stabil dengededir denir. Bâzan da, hava şartlarından dolayı bu sıcaklık düşüşleri arasındaki fark tersine olabilir. Yâni yükselen hava kütlesi, etrafındaki hava kütlelerinden daha sıcak olabilirler. O zaman hava kütleleri yükselmeye devam eder. Bu hâlde, atmosferin dengesi anstabil (eski hâlini almaz) demektir.
Görüş mesâfesi: Görüş mesâfesi, aydınlığın şiddetine, bırakılan yerle arkasındaki manzaranın parlaklıkları arasındaki farka ve bulunulan yerle bakılan yer arasındaki hava içinde ışığın yayılma ve absorbsiyon miktarına bağlıdır. Atmosferde görüş mesâfesini azaltan çeşitli unsurlar bulunur. Bunlar; yağışlar, duman, toz ve kum gibi değişik şekillerde karşımıza çıkmakla beraber, görüş mesâfesi deyince akla ilk gelen hâdise sistir. (Bkz. Sis)
Basınç: Birim yüzeye dik olarak tesir eden kuvvet olan basınç, meteorolojide daha ziyade, sıvısız barometrelerle ölçülür. İçindeki havası boşaltılmış (vakumlu) bir mâdenî kutusu bulunan bu barometrelerde kutunun, üzerine gelen basınca göre şekil değiştirmesi, kollar vasıtasıyla bir kadran üzerinde basıncı gösterir. Bu barometrelere bir kalem ilâvesiyle, basıncın zamana göre değişimini gösteren barograf elde edilir.
Havanın ağırlığından doğan basınç, deniz kenarında en yüksek değere ulaşır. 760 milimetre civa sütunu veya 1013,2 milibar olan bu basınç, yaklaşık 5,5 kilometre yükseklikte yarıya düşer. Basıncın yükseklikte böyle düşmesinin, hava olaylarının üzerinde çok önemli tesiri vardır. Yükselen hava genişliyerek soğumakta, böylece yoğunlaşan su buharı ile bulutlar teşekkül etmektedir.
Bir yerdeki basınç sâbit kalmaz. Atmosferdeki günlük salınımlar ve hareketli basınç sistemlerinin geçişi, basıncı değiştirmektedir. Atmosferdeki günlük salınımlar, sabah ve akşam saat 10’da basıncı en yüksek değere çıkarır. Sabah ve öğleden sonra saat 4’te ise basınç en düşük değerdedir. Aradaki fark, ekvatorda 2,6 milibar, kutuplarda ise sıfırdır. Bu salınımların güneşin çekimi ile meydana gelen gerçek bir med-cezir mi olduğu, yoksa günlük ısınmalar ile mi ortaya çıktığı henüz anlaşılamamıştır. Hareketli basınç sistemlerinin yol açtığı basınç farkları ise 50 milibara ulaşabilir. 100 milibarlık basınç farklılıklarında hortum ve kasırgalar meydana gelir.
Hava haritaları: Çeşitli meteoroloji istasyonlarında yapılan gözlemler, telefon, telgraf, radyo gibi vâsıtalarla belli merkezlerde toplanır. Greenwich saati ile, gece yarısından başlayarak her altı saatte bir yapılan standart gözlemler, toplanarak haritalar üzerine işlenir. Meteorolojide başlıca iki türlü harita düzenlenir. Hava tahminleri için en önemlisi yüzey hava haritalarıdır. Bu haritalarda her meteoroloji istasyonunun yeri ile bulut durumu, bulutların cinsi, en alçak bulutun yüksekliği, rüzgâr yönü ve hızı, sıcaklık, çiğ noktası, görüş mesâfesi, deniz seviyesine icra edilmiş basınç, son üç saatteki basınç değişimi, yağış miktarı ve son altı saatteki hava durumu görülebilir. Bu haritalara sinoptik (özet, hülâsa) haritalar da denmektedir.
Bir de sâbit basınç haritaları vardır. Bu haritalarda basınç sâbittir. Harita üzerinde meteoroloji istasyonlarının yerleri, bu basıncın okunduğu yükseklikler, bu yüksekliklerde tespit edilen sıcaklık, çiğ noktası ve rüzgâr görülür. Eşit yükseklikler birleştirilerek eş yükseklik eğrileri (izobar) çizilmiştir.
Basınç sistemleri: Haritalar üzerindeki izobarların bâzıları kapalı bir eğri meydana getirirler. Böyle bir kapalı eğri, bir minimum basınçlı nokta tarafındaysa, böyle bir basınç sistemine ve bu nokta etrafında dönerek esen rüzgâra siklon denir. Siklonların çapı yüzlerce kilometreyi bulur. Kuzey yarımkürede rastlanan siklonlar, saat yelkovanının ters yönünde, güney yarımkürede rastlanan siklonlarsa saat yelkovanı yönünde eserler. Antisiklonlarda izobarlar, maksimum basınçlı bir nokta etrafında kapalı bir eğri meydana getirirler. Bunların da çapları yüzlerce kilometredir. Kuzey yarımkürede saat yelkovanı yönünde, güney yarımküredeyse aksi yönde, yâni, siklonların ters yönünde dönerler. Antisiklonlar da sıcak ve soğuk antisiklonlar olmak üzere iki çeşittir.
Atmosferin ısı dengesi: Atmosferin dış kısmına, santimetre kare başına bir dakikada, dik olarak 1,94 kalori ısı gelmektedir. Bir kalori, bir gram suyun sıcaklığını 1°C yükselten ısı miktarıdır. Dünyâ yuvarlak olduğu için ve günün yarısı gece olduğundan bu ısıdan ancak 0,5 kalorisi yeryüzüne ulaşmakta, bunun da yüzde kırk kadarı bulutlar ve yeryüzü tarafından fezaya yansıtılmaktadır. Geri kalan 0,3 kalorilik ısı ise atmosferin ve yeryüzünün ısısını sağlamakta, rüzgârlara sebep olmaktadır. Yapılan ölçümler, fezaya enfraruj ışınları şeklindeki ısı kaybının güneşten gelen ısı kazancına hemen hemen eşit olduğunu göstermektedir.
Hava tahminleri: Meteorolojinin en önemli bir konusu olup, bu ilim dalına sağlanan devlet desteğinin de başlıca sebebidir.
Hava tahminlerindeki hassasiyet, tanınan toleranslara bağlıdır. Meselâ, sıcaklık için 10 derecelik bir tolerans tanınırsa hassasiyet yüksek olur. Toleransı bir dereceye düşürülürse, yâni en fazla bir derecelik bir hata kabul edilirse, bu kadar doğru tahmin yapma ihtimali, yâni hassasiyet çok düşük olur.
Hava olaylarının yapısı ve meydana gelişi çok karmaşıktır. Haritalarda görülemeyen ufak bir karışıklık, bir gün içinde bir siklon hâline gelebilmektedir. Hava tahminleri çok geniş sahalar için yapılabilmektedir. İstanbul gibi büyük bir şehir için hava tahmini yapılabilir. Fakat Fâtih için, Üsküdar için ayrı ayrı hava tahmini yapmaya imkân yoktur.
Hava tahminlerinde başlıca iki metod kullanılmaktadır. Analog metodunda, geçmişteki hava olaylarının benzer şekilde gelecekte de vukû bulacağı prensibinden faydalanılır. Ekstrapolasyon metodunda ise, havadaki değişikliklerin ekstrapolasyonu yapılarak tahmin yapılır. Yâni, hava şart ve olaylarının gösterdiği meyil göz önüne alınır.
Halkın tecrübe ile bulduğu bâzı hava tahminleri şöyledir:
Güneşin veya ay’ın etrafındaki hâle, ne kadar büyükse, yağmur o kadar yakındır.
Saat yediden evvel yağan yağmur, saat on birden evvel havanın düzeleceğini gösterir.
Karıncalar, canlı barometredir. Basınç yükselirken, daha hızlı hareket ederler.
Geceki kırmızı gökyüzü havanın düzeleceğine, gündüzdeki kırmızı gökyüzü havanın bozacağına alâmettir.
Bacalardan çıkan dumanlar, göğe doğru yükseliyorsa, sabahleyin bitkiler üzerinde çiğ tâneleri görülüyorsa, kuşlar yüksekten uçuyorlarsa, yaz gecelerinde ufukta şimşekler çakıyorsa, güneş doğmadan önce tan yerindeki bulutlar kırmızı renkliyse havanın iyi olacağı tahmin edilir.
Kuşlar alçaktan uçuyorsa, bacalardan çıkan dumanlar yere doğru alçalıyorsa, güneşte büyük lekeler görülüyorsa, çok uzaklardaki gemiler bütün teferruatıyla ve çok büyük olarak görülebiliyorsa havanın bozulacağı tahmin edilir.
Meteoroloji istasyonları: Meteoroloji gözlemlerinin yapıldığı, kaydedildiği ve bir merkeze bildirildiği istasyonlardır. Kara istasyonları, gemi istasyonları, okyanus istasyonları, uçak istasyonları, otomatik istasyonlar gibi çeşitleri vardır. Ayrıca bu istasyonlar kullandıkları cihazlara göre de sınıflandırılabilirler. 1950’de kurulan Dünyâ Meteoroloji Teşkilâtı (WMO), bu sahadaki çalışmaları, dünyâ çapında koordine etmektedir.
Türkiye’de meteoroloji çalışmaları: Büyük Türk denizcisi Pirî Reisin Kitab-ı Bahriye isimli eserinde, denizciler için rüzgâr ve fırtına hakkında çok önemli bilgiler verilmektedir. Bu eserde genel hava bilgilerinin yanında, Akdeniz ve Ege’deki iki yüzden fazla limanın hava durumları bulunmaktadır.
1579 yılında Raşid Takiyeddin Efendi tarafından Türkiye’de bir rasathâne kurulmuştur. 1847-1858 târihleri arasında Türkiye’de yapılan gözlemler, L’annaire Meteoroloji que de France ve Asie Mineur isimli Fransızca kitaplarda mevcuttur. 1867 yılında Kandilli Rasathânesi kuruldu.
1873 yılında Viyana’da toplanan milletlerarası Meteoroloji Kongresine Türkiye de katıldı ve İstanbul, İzmir, Sinop, Bursa, Trabzon, Beyrut, Selânik ve Avlonya’da birer rasathâne kurulması kararlaştırıldı. 1875’de 16 merkezde PTT memurlarına gözlemler yaptırılmaya başlandı. 1894 yılında ise demiryolları kuruluşları tarafından gözlemlere başlandı ve elde edilen bilgileri Fitzner, 1907’de yayınladı.
Osmanlı Devleti zamanında yapılan çeşitli gözlemler, Hann’ın Hand buch der Klimatologie isimli kitabının üçüncü cildinde yayınlamıştır. Bu kitapta İstanbul’un 48 yıllık, İzmir’in 40 yıllık, Tarsus’un 19 yıllık, Samsun ve Trabzon’un 10 yıllık, Afyon, Ankara, Elazığ, Eskişehir ve Konya’nın 6-7 yıllık gözlem kıymetleri bulunmaktadır.
Birinci Dünyâ Harbinde Almanlar, 1915’te merkezi İstanbul olan “Rasadı Havâiye Müdürlüğünü” kurdular. Personeli Türk yedeksubaylardan meydana gelen bu teşkilât harp bitince dağıldı.
1925 yılında Ankara’nın Etlik semtinde Rasadât-ı Cevviye Müessesesi kuruldu. Daha sonra çeşitli bakanlıklar tarafında da kurulan benzer teşkilatların hepsi 28 Şubat 1937’de 3127 sayılı kânunla birleştirilerek, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu. 1980 yılına kadar Tarım Bakanlığına bağlı olarak çalışmalarını sürdüren Müdürlük, bu târihten sonra Başbakanlığa bağlandı. Merkezi Ankara’da olan genel müdürlük, çalışmalarını; Hava Tahminleri Eğitim ve Araştırma, Araştırma ve Bilgi İşlemi, Zirâî Meteoroloji ve İklim Rasatları, Personel ile İdârî ve Mâlî İşler Dâire Başkanlıklarının ve yurdun çeşitli bölgelerine dağılmış 1200 kadar gözlem istasyonunun bağlı bulunduğu 15 kadar bölge müdürlüğünün işbirliğiyle sürdürmektedir. Ayrıca Ortaokula dayalı 4 yıl süreli Anadolu Meteoroloji Meslek Lisesinde ihtiyaç duyulan eleman yetiştirilmektedir. Genel Müdürlük, son yıllarda bilim ve teknolojiyi takip etmeye ve teşkilâtı en modern araç ve gereçlerle donatmaya başlamış, bu gâyeyle Dünyâ Meteoroloji Teşkilâtı (WMO), Avrupa Orta Süreli Hava Tahminleri Merkezi, Avrupa Meteoroloji Uyduları İşletme Örgütü ve Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü gibi kuruluşlarla yakın işbirliğine girmiştir.
Alm. Methyl (n.), Fr. Mèthyle (m.), İng. Methyl. CH3 formülü ile gösterilen, en basit ve yaygın olan organik radikal. Kolaylıkla görülebilir ki metan (CH4) molekülünün bir hidrojen kaybetmiş hâline karşılık gelmektedir. Bunun için kararlı bir yapısı yoktur. Zâten organik reaksiyonlardaki mevcudiyeti bir anlıktır.
Radikal terimi, karbon bileşiklerinin kimyâsında yaygın bir kullanım görürken, diğer elementlerin kimyâsında kullanılmaz. Bu terim esas îtibâriyle birkaç atomdan meydana gelmiş bir grubun, birçok benzer bileşikte aynı kimyâsal özellikleri göstermesinden kaynaklanmıştır. İnorganik radikaller sülfat (SO4), nitrat (NO3) ve amonyum (NH4) gibi gruplardır. Modern iyonlaşma teorisi geliştirildiğinde, bu grupların, kendilerini ihtivâ eden bileşiklerin, dielektrik sâbiti yüksek olan sıvılarda çözünmeleriyle ortaya çıktıkları tesbit edilmiştir.
İyonlaşma, organik kimyâda çok az yaygın bir olaydır. Nitekim nispeten az sayıda organik radikalin ömrü sâniyenin bir kesrinden uzundur. Bununla berâber, böyle ayrı grupları düşünme fikri, bunların organik bileşikler üzerindeki etkilerini daha fazla anlamak bakımından faydalı olup, hâlâ da geçerlidir.
Hidrokarbon radikalleri genel olarak, bir hidrokarbondan bir hidrojenin uzaklaştırılmış hâline karşılık gelip isimlendirilmeleri de bu prensiplerdir. Meselâ metil (CH3), metandan (CH4); butil (C4H9), butandan (C4H10) ismini alır. Bir istisna olarak fenil (C6H5) söylenebilir. Benzer olarak benzenden (C6H6) gelmesi düşünülebilirken ismi fenolden (C6H5OH) gelir.
Değişik radikallerin, aynı türden maddelere etkisine misâl olarak alkil resorsinoller denilen boya veya ilâç îmâlinde kullanılan maddeler verilebilir. R’ler, CnH2n±1 formülü ile gösterilen herhangi bir radikali göstermek üzere alkil resorsinoller, RC6H3 (OH)2 şeklinde gösterilir. Metille başlamak üzere, düzgün zincir yapıdaki radikaller kullanıldığında, alkilin karbon sayısı arttıkça (heksile, C6H11, kadar) alkil resorsinollerin antiseptik özelliği artar. Zincirin daha ileri derecede büyümesiyle fizyolojik aktiflik azalır.
Öğretim maksadıyla, birçok organik maddelerin bir veya daha fazla hidrojen atomunun yerine bir atom veya atom grubunun geçtiğini düşünmek kolaylık sağlar. Petrolden elde edilen hidrokarbonların kimyâsal ham kaynak olarak kullanılmasının artmasına rağmen, nispeten az sayıda karbon bileşiği yukardaki yolla elde edilmektedir.
Hidrokarbonu başlangıç noktası olarak düşünmek sûretiyle, birkaç maddenin aynı tipten olduğu addedilir. Meselâ metandan gelen metil grubu, metil klorür CH3Cl, metilalkol CH3OH, metil siyanür CH3CN, metilamin CH3NH2 ve dimetil eter CH3OCH3 bileşiklerinde bulunur.
Alm. Methylbromide, Fr. Bromure de mèthyle, İng. Methyl Bromide. CH3Br formülü ile gösterilen renksiz, zehirli bir gaz. Bromometan olarak da bilinir. Zehirliliğinden faydalanılarak bilhassa tarım ürünü depolarında böcek öldürücü olarak kullanılır. Haşerelere karşı kullanılırken ekseriya kloropikrinle karıştırılarak kullanılır.
Metil bromür kolayca sıvılaşan, yanıcı olmayan, suda az çözünen rahat organik çözücülerde kolayca çözünen bir maddedir.
Alm. Methylchlorid, Fr. Chloromèthane, İng. Methyl Chloride, Chloromethane. CH3Cl formülü ile gösterilen renksiz zehirli bir gaz. Klorometan olarak da bilinir. Kimyâ sanâyiinde; tetrametil kurşun, metilselüloz ve silikon polimerleri gibi organik maddelerin imalinde hammadde ve butil kauçuk için bir çözücü olarak kullanılır. Metil klorür kolayca alevlenir. Kaynama noktası 24°C olup umûmiyetle sıvı halde bulunur.
Alm. Dichlormethan, Fr. Chlorure de mèthylene, İng. Methylene Chloride. CH2Cl2 formülü ile gösterilen uçucu bir organik madde. Diklorometan olarak da bilinir. Metilen klorür yaklaşık 40°C de kaynayan, yanıcı olmayan, renksiz bir sıvıdır. Sanâyide çözücü olarak çok kullanılır. Bunda zehirsiz olması, geri kazanılmasının kolay olması ve kimyevî olarak kararlı olması gibi iyi özellikleri önemli rol oynar.
Alm. Methylenblau, Fr. Bleue de mèthylene, İng. Methylene blue. Parlak yeşilimsi mâvi renkte bir boyarmadde. Dimetilanilinden elde edilir. Bilhassa keten, kenevir ve jüt gibi yumuşak nebâti lifleri boyamakta çok kullanılır. Ayrıca az da olsa kâğıt, deri ve mordanlanmış pamuğu boyamada yükseltgenme-indirgenme reaksiyonlarında indikatör (belirteç) olarak kullanılır.
Alm. Methyilorange (f), Fr. Méthylorange (f.), İng. Methyl Orange. Helyantin veya Oranj III olarak da bilinen organik bir boyar madde. Formüler ismi “4- dimetilaminoazobenzen-4 sülfonik asidin sodyum tuzu”dur. Diazolandırılmış sülanilik asidin dimetilanilinle birleştirilmesi ve meydana gelen asidik bileşiğin sodyum tuzuna dönüştürülmesiyle elde edilir. Metiloranjin sarı renkteki sulu çözeltisi, mineral asit ilâvesiyle kırmızı renk alır. Bundan dolayı metiloranj asit-baz titrasyonlarında indikatör olarak kullanılır. Bu indikatörün dönme alanı (pH)= 3.1-4.4’tür. Renk dönme noktasındaki pH= 4.0’tür. İndikatör çözeltisi de % 0.01’lik sulu çözeltidir. Bu boyarmaddenin tekstil boyamada bir kıymeti yoktur.
FORMÜL VARR!!
Golcülüğüyle meşhur Türk futbolcusu. Metin Oktay 2 Şubat 1936’da İzmir’de doğdu. Futbol hayâtına 15 yaşında başladı. İzmir’de Damlacık ve Yün Mensucat takımlarında oynadığı futboluyla dikkatleri üzerine çekti. Gol atmaktaki becerisi, her iki ayağı ile sert ve mükemmel şut atışları, bilhassa kafa ve vole golleriyle tanındı. 1954 yılında Genç Millî Takıma seçildi. Aynı yıl İzmir Spor’da futbol oynadı. 17 golle ilk sezonda gol kralı oldu. 1955’te Galatasaraya transfer oldu. Bu yıl içinde A Millî Takımında oynadı. 1961’de dönemine göre rekor sayılabilecek transfer ücretiyle İtalya’nın Polermo takımına geçti. Burada 1 yıl futbol oynadıktan sonra 1962 yılında tekrar Türkiye’ye döndü ve Galatasaray futbol takımında top oynamaya başladı. 1962-1963 futbol sezonu içinde 26 maçta 38 gol atarak kırılması çok zor olan bir rekor elde etti. Bu rekor 1987-1988 futbol sezonunda, ancak Tanju Çolak tarafından 39 golle kırıldı.
Metin Oktay; futbol hayâtı boyunca 608 gol attı. 10 kere gol kralı oldu. Dördü Genç Millî, 37’si de Türkiye A Millî Takımında olmak üzere 41 defâ Millî formayı giyen Metin Oktay, 1969 yılında futbolu bıraktı. Galatasaray ve Bursa Sporda teknik direktörlük, Galatasaray’da yöneticilik yaptı. Bir gazetede spor yazarlığını sürdürürken, Boğaziçi Köprüsünde geçirdiği trafik kazâsı sonucu 13 Eylül 1991’de öldü.
Alm. Meter, Fr. Metre, İng. Meter. Temel uzunluk ölçü birimi. Bir ölçü birimi olup, genellikle desimetre, santimetre ve milimetrelere bölünmüştür. Üst katları onar onar büyür, alt katları onar onar küçülür. Dünyâda bütün metrelerin eşit olması istendiğinden bunu temin için bir örnek metre kabul edilir. Metre, ekvatordaki dünyânın çevresinin kırk milyonda biri olarak târif edilmiştir. Örnek kabul edilen bu metreye “etalon” denir. Platinden yapılan standart bu metre Fransa’da Sevres’de Milletlerarası Ağırlık ve Ölçüler Bürosunun yeraltındaki mahzeninde saklanır.
Ekim 1960 yılında Paris’te toplanan on birinci Ağırlıklar ve Ölçüler Genel Konferansında, kripton 86 atomunun 2P10 ve 5d5 seviyeleri arasındaki geçişine tekabül eden ışımanın boşluktaki dalga boyunun 1.650.763,72 katına eşit uzunluk, metre için esas alınmıştır.
Metrenin as katları; desimetre (dm), santimetre (cm), milimetre (mm)dir. Üst katları ise dekametre (dam), hektometre (hm), kilometre (km)dir. (Bkz. Birimler)
Alm. U-Bahn (f), Fr. Metro (m), İng. Subway. Şehrin semtlerini genellikle yer altından birbirine bağlayan ve elektrikle çalışan süratli trenlere ve bunların işlediği tünellere verilen isim. Metro ihtiyacı şehirlerin kalabalıklaşması sonucu düşünülmüş ve trafik akışına büyük kolaylık getirmiştir. Şehir, taşımacılık yönünden yer altına doğru gelişmekle hem yerden kazanılmış, hem de şehir gürültü seviyesi büyük ölçüde düşürülmüştür. Metroların nükleer savaşlarda en uygun bir sığınak olduğu da düşünülürse önemi daha iyi anlaşılır.
Dünyânın ilk metrosu 6 km olarak Londra’da yapılmıştır. Bu metronun inşâası 1860’ta başlamış ve 1863 senesinde tamamlanmıştır. Metro inşâasından sonra metro üzerine gelen yollar yeniden düzenlenmiştir. İnşâ tekniği olarak şehir zemini kazılıp metro düzenlendikten sonra tekrar üzeri kapatılıyordu. 1866 senesinde şehrin güneyinde inşâası başlayan metroda ise 3,2 m çapındaki çelik borular yer altından hidrolik krikolar yardımıyla yatay olarak ileri doğru itilip, içerisi, basınçlı su ve hava ile boşaltılıyordu. Londra’nın toprak yapısı killi olduğundan bu metod başarılı oldu. İlk tasarıya göre bu tünellerde kablolu işletme uygulanacaktı. Açılıştan önce bu karar değiştirilerek elektrikli çalışma yöntemine geçildi. 1900’de Londra’ya gelen Charles Tyson Yerkes adlı ABD’li bir demiryolu yapımcısı, şehrin tünel ağını genişletme ve daha önceki buharlı bölümleri de elektrikliye dönüştürmeyi üstlendi. Bu çalışmalar sonunda buharlı lokomotifler 1905 yılında yerini tamâmen elektrikli lokomotiflere bıraktı. Bugün Londra metrosunda toplam demiryolu 400 kilometreye ulaşmıştır. Londra Metrosunun İkinci Dünyâ Savaşında Alman hava hücumlarındaki sığınak görevi çok büyük olmuştur.
Glasgow Metrosu 10,4 km boyunda olup, önceleri İstanbul Metrosuna (Tünel) benzer halat sistemiyle çalışıyordu. 1935 senesinde elektrikli trenlere çevrildi.
Budapeşte Metrosu yine kazarak açma metodu ile yapılmıştır. 1896 senesinde işletmeye açılan metronun boyu 4 km’dir. Metronun yan tarafları duvar, üst tarafı çelik kolonlarla örtülüdür.
Paris Metrosu, dünyânın üçüncü büyük yer altı demiryoludur. Paris Metrosunun en büyük özelliği dâiresel ve radyal ulaşımla şehrin her noktasının metrodan istifâde edebilmesidir. Paris Metrosu dünyâ metroları içinde en kalabalık olanıdır. Metro inşâsı 1898’de başlamış ve 1900’de 14 kilometresi tamamlanmıştır. Paris’te kullanılan yöntemde önce metro güzergâhı üstünde belli noktalarda düşey çukurlar kazılıyor, bunlarla istenen derinliğe inildikten sonra tünellerin iki yana doğru açılmasına başlanıyordu. Bu metod faal bir şehrin trafiğini aksatmadan metro inşâatı için geçerlidir.
New York Metrosu dünyânın en geniş ve teferruatlı metrosudur. İnşâsı 1870’te başlamış, 1966 senesinde 390 kilometreye ulaşmıştır. New York metrosu Paris Metrosu yapısındadır. Kabloları, metro içinde kanallardan gider. Trenler 550 volt doğru akımla çalışır. Trenlerin metro seferleri elektronik sinyal sistemleriyle elde edilir. Herhangi bir tehlike durumunda trenler sinyal sistemleri aracılığıyla otomatik olarak durdurulabilir.
San Fransisco Metrosu şehir altında ve tüp boruları hâlinde San Fransisco Körfezinde yer alır. Tren programları kompüterle yönetilir.
Yolcu miktarına göre tren seferleri otomatik olarak artar ve azalır.
Moskova Metrosu 1931-1935 seneleri arası kadın erkek 75.000 işçinin çalışmasıyla yapılmıştır. Metro inşâ tekniği Paris Metrosunda olduğu gibidir. 1970’lerde toplam demiryolu uzunluğu 127 kilometreye ulaşmıştır.
Dünyâ üzerinde faaliyette bulunan diğer metrolar Berlin, Roterdam, Boston Washington, Toronto, Montreal, Tokyo, Kyoto, Osaka, Nagaya şehirlerindedir. Küçük çaplı metrolar Avrupa şehirlerinin hemen hepsinde mevcuttur.
İstanbul’da Beyoğlu ile Galata’yı birbirine bağlayan Tünel, Abdülazîz Han zamânında yaptırılmış olan Türkiye’nin ilk metrosudur. 1874 yılında kazısı biten tünel 17 Ocak 1875’te törenle hizmete açıldı. 626 m uzunluğunda 6,60 m genişliğinde olan Tünel, elektrik kullanılmaya başlandığı zamana kadar gaz lambaları ile aydınlatılırdı. Kullanılan arabaların iki yanları açık olup, yolcular ayakta gidip gelirdi. Ücret ise ilk başladığında 10 paraydı. Halkın çok rağbet ettiği Tünelde, o günlerde günde 25.000 yolcu taşınırdı. 1984 senesinde de taşınan miktarın bu civarda olduğu göz önüne alınırsa o zaman rağbetin ne kadar çok olduğu anlaşılır.
Vagonlar, yukarı çelik koletle çekilmekte ve kazâya meydan verilmemek üzere sık sık kontrol edilmektedir. Kablo kopması sonucu 1876, 1902, 1918, 1921, 1943 yıllarında kazâlar oldu. 1971 yılında tünel baştan sona yenileştirilerek, elektrikli hâle getirildi.
Galata’dan Beyoğlu’na Tünelden çıkmak bir buçuk dakika sürer. Günde 174 sefer yapılır ve vagonların sürati 21 kilometredir. Vagonlara binebilen en çok yolcu sayısı ise 150’dir.
İstanbul’un metroya olan ihtiyâcı devamlı ifâde edilmesine rağmen, ancak 22 Haziran 1986’da yapımına başlandı. Toplam uzunluğu 25 km olarak planlanan ve Yenikapı’dan başlayıp Vatan Caddesi, Bayrampaşa, Sağmalcılar, Ferhatpaşa, Esenler, Bağcılar, Yenibosna, Havalimanı ve Ataköy’e kadar geniş bir güzergahı tâkip edecek olan metronun Aksaray-Ferhatpaşa arasındaki yedi kilometrelik ilk bölümü Mart 1989’da ulaşıma açıldı.
Metroyu birkaç kat yaparak kapasitesini arttırmak mümkündür. Paris, Londra, New York, Tokyo metroları bu tiptir. Gürültüyü azaltmak için, ilk olarak 1956’da Paris’te denenen lastik tekerlekli metro, daha sonra Avrupa ve Amerika’da bulunan birçok şehirde kullanılmaktadır.
Alm. Taktmesser (m.), Metronom (n.), Fr. Métronome (m.), İng. Metronome. Sesli vuruşlarla müzik parçalarının temposunu idare eden bir cihaz. Metronom, sarkaç prensibine göre çalışır. Üzerinde hareketli bir ağırlık bulunan metal çubuk, sürtünmesiz bir yatakla askıya alınmıştır. Metal çubuğa hareket, yayla veya daha hassas olarak elektrikle verilir. Ağırlık, metal çubuk üzerinde yer değiştirdikçe çubuğun dakikadaki salınım sayısı da değişir. Çubuk üzerindeki çizgilerden salınım miktarı ayarlanır.
Metronomun menşei, Galile ve Huygens’in üzerinde durdukları pandüle dayanmaktadır. Müzik sahasında ise böyle bir âletten ilk defâ 17. asırda Etienne Löuliè’nin yayınladığı Lèments au Principes de Misique (Müziğin Temel İlkeleri) adlı kitapta bahsedilmiştir. Bu metronomun, bir kordon ile bunun üzerinde sağa sola gidebilen bir ağırlıktan müteşekkil olması düşünülmüştü. Söz konusu metronom ancak bir tempoyu gösterebiliyordu.
1756’da Joseph Sauveur 72 ayrı salınım yapabilen bir metronomun çalışma prensibini ortaya koydu. Ancak çeşitli sebeplerden dolayı uzun süre böyle bir âlet imâl edilemedi. 1800 yılında Almanya’da Stöckel adlı bir mühendis çana bağlı, tek salınımlı bir metronom yaptı. Hollandalı müzik âletleri imalâtçısı Dietrich Nikolaus Winkel 1814’de bugünkülerin çalışma prensibini ortaya çıkaran ilk metronomu yaptı. 30 cm yüksekliğinde bir kutu içine yerleştirilmiş çubuk, üzerindeki iki ağırlık ve çalışmayı sağlayan zemberekten müteşekkil olan bu metronom, ilk defâ değişik salınımlar yapabilmesine imkân verdi. Winkel, yaptığı âletin patentini hemen almayı ihmâl edince, yine bir Alman olan Johann Nepomuk Mölzel, bir sene zarfında bu cihazın benzerini seri olarak imâl etmeye ve piyasaya sürmeye muvaffak oldu. Mölzel, patenti de Winkel’den önce alınca, metronomun kâşifi olarak tanındı. Mölzel metronomu, piramit şeklindeki tahta bir kutu içine yerleştiriliyordu. Çalışması yayla sağlanan ve arzu edildiğinde durdurulabilen bu âlet, dakikada 72 vuruş yapabiliyordu. Bu salınımların miktarının değişmesi hareketli ağırlığın aşağıya indirilmesiyle artıyor, yukarı kaldırılmasıyla azalıyordu.
Bundan sonra teknik olarak uzun süre aynı durumda kalan metronomlar, sâdece hassaslaşma ve salınım sayısının artması yolunda cüz’i değişiklikler göstermiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra yapılan metronomlarda ise hareket, yay ile değil, elektrik motoru ile sağlanmaya başlanmıştır. 1970’lerden sonra Japonların önderlik ettiği bir akımla, metronomların tamâmen elektronik olarak yapılması yoluna gidildi. Taşınabilir radyolar büyüklüğünde olan bu âletlerin elektroniği çok karışık olduğundan ortaya çıkmaları ve seri üretilmeleri gecikti. Bir nevi frekans üreteci olan elektronik metronomlar, bir müzisyenin ihtiyacını tam olarak karşıladığı gibi, insan kulağının duyabileceği en küçük aralık titreşimden, dakikalarca aralı vuruşlara kadar çeşitli fantazi durumların elde edilmesini de mümkün kılmaktadır. Bunların, mekanik olanlarından diğer bir üstünlüğü de, çalıştırılırken düz zemine koyma mecburiyeti olmamalarıdır.
Müzikte vuruş ve hız olarak bir parçanın değerlendirilmesine metronometre denilmektedir. Dakikada 40-208 vuruş yapabilen metronomların, dakikada 670, yâni sâniyede bir vuruş yapması, 1 MM’ye (Mölzel Metronomu) eşittir.
Alm. 1. Depositen pl. 2. (Bank-) Einlagen pl. Fr. Dépots (m.pl.), İng. Deposits. Bankalara daha sonra çekilmek üzere tevdi edilen para, tevdiat.
Mevduat, vâdesi yönünden vâdeli, vâdesiz ve ihbarlı olmak üzere üçe; kaynakları bakımından da bankalar mevduatı, resmî mevduat, ticârî mevduat ve tasarruf mevduatı olmak üzere dörde ayrılır.
Bankalar dışında hiçbir kuruluş mevduat kabul edemez. Mevduat mahremiyetini ihlâl eden banka mensupları cezâlandırılır. Mevduata uygulanacak fâiz hadleri serbestçe değil merkezî olarak tesbit olunur.