MENTEŞEOĞULLARI BEYLİĞİ
Güneybatı Anadolu’da kurulan bir Türk beyliği. Merkezi bugünkü Muğla vilâyeti olan, bu beyliğin hâkimiyeti on üçüncü yüzyılın ortalarından on beşinci yüzyılın başlarına kadar devâm etti.
Anadolu’ya bütünüyle sâhip olup, askerî ve siyâsî hâkimiyetlerini iskân siyâsetiyle de pekiştirmek isteyen Selçuklular; gazâ akınları için, Moğol zulmünden kaçan Türk boylarını batıya yerleştiriyorlardı. Menteşe Beyin kumandasındaki Türkler de, Bizanslıların Karya, Osmanlıların Menteşe eli dedikleri, bugün Muğla denilen bölgeye yerleştirildi. Bu arada Moğol tesiriyle Selçuklu Devleti nüfuzunun günden güne azalması uçlardaki Türk unsurlara geniş bir hareket serbestisi vermekteydi. Nitekim Menteşe Bey idâresindeki Türkmenler de 1261’den sonra Muğla çevresinde fetihlere girişerek, bölgeye daha sağlam bir şekilde yerleşmeye başladılar. 1278 yılında Bizans İmparatoru Mihail-VIII’in oğlu Andrenikos Muğla’yı büyük bir ordu ile kuşattı ise de alamadı. Aydın ve Güzelhisar kalelerini tahkim edip geri döndü. Onun dönüşü ile harekete geçen Menteşe Bey, kısa sürede Aydın ile Güzelhisar’ı zaptetti (1282). Böylece Türkler Menderes havzasına tamâmen hâkim oldular.
On üçüncü yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan hâkimiyetleri Antalya’nın Alakır Çayı batısından îtibâren; Fenike, Kaş, bütün Muğla, Çameli, Acıpayam, Tavas, Bozdoğan ve Çine’ye kadar yayıldı. Donanmaya sâhip olan Beylik Akdeniz ve Ege denizinde faaliyetlerde bulundu.
1282 yılından sonra vukû bulan olaylarda Menteşe Beyin adına rastlanmamaktadır. Bu durumda onun 1282 yılı sonunda ve 1283’te vefât ettiği sanılmaktadır. Meğri yakınlarında bulunan türbesinde medfûndur. Menteşe Beyden sonra, yerine oğlu Mes’ûd Bey geçti. Saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Bizanslılar tekrar Karya üzerine sefere kalkıştılarsa da muvaffak olamadılar. Bizanslıları bozguna uğratan Mes’ûd Bey, güçlü donanmasıyla Rodos Adasına çıkartma yaptı. 1300’de yapılan çıkartma ile Rodos Adasının Türkler tarafından fethi, papalığı harekete geçirdi. Papa Beşinci Kleman ile Fransa Kralı Güzel Filip’in teşvik ve yardımları üzerine Hıristiyanlığın korsan, tarîkat mensubu Sen Jan Şövalyeleri Rodos’a hücum ettiler. 1310 yılında başlayan Sen Jan Şövalyelerinin hücumu 1314 yılında Rodos’un işgâline kadar devâm etti. Mes’ûd Bey 1320’den önce vefât edince yerine oğlu Şücâüddîn Orhan Bey geçti.
Şücâüddîn Bey de, 1320’de Rodos Adasına sefer tertip edip, adayı işgâlden kurtarmak istedi, fakat muvaffak olamadı. 1340’larda vefat ettiği tahmin edilen Şücâüddîn Orhan Bey’in yerine oğlu İbrâhim Bey geçti.
İbrâhim Bey, Lâtin Haçlılarının işgâline uğrayan İzmir’i kurtarmak için 1344’te Aydınoğlu Umur Beye yardım etti. Menteşe donanması, Lâtinleri devamlı tâciz etti. Menteşe ve Venedik donanmasının mücâdelesi 1355 antlaşmasına kadar sürdü. İbrâhim Beyin 1360’larda vefâtıyla Menteşeoğulları Beyliği, Mûsâ, Mehmed ve Ahmed adlarındaki üç oğlu arasında taksim olunarak, idâre edildi.
Osmanlı Devletinin Anadolu ve Rumeli’nde genişleyip, büyümesiyle Menteşeoğulları Beyliği toprakları da, Yıldırım Bâyezid Hanın 1390 Anadolu seferi sonunda Osmanlı hâkimiyetine geçti ve 1402 Ankara Muhârebesine kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.
Timûr Han, Anadolu beylerine eski yerlerini iâde ettiğinde İbrâhim Beyin oğlu İlyâs Beye de Menteşe’yi verip, emir tâyin etti. 1402-1413 yılları arasındaki Fetret devrinden sonra, Menteşeoğulları âilesi 1414 yılında Osmanlı Sultânı Çelebi Mehmed Hanın yüksek hâkimiyetini tanıdı. Menteşe toprakları 1424 yılında bütünüyle Osmanlı Devletine katıldı.
Anadolu’nun güneybatısında iki yüz yıla yakın hâkim olan Menteşeoğullarına âit kültür ve sanat eserleri hâlâ mevcuttur. Bölgede câmi, medrese, türbe ve diğer sosyal müesseseler inşâ eden Menteşe Beyliğinin Milas, Muğla, Beçin ve Balat şehirlerinde zamânına göre fakülte derecesinde yüksek vasıflı medreseleri vardı. İlyâs Beyin 1404 yılında Balat’ta yaptırdığı câmi, Türk sanat eserlerinin nâdide nümûnelerindendir. İlyâs Bey adına İlyâsiye fi’t-Tıb adında bir tıp kitâbı, Mehmed Bey oğlu Mahmûd Çelebi adına da Bâznâme adında avcılığa dâir bir kitap Farsça’dan tercüme edildi.
Menteşe beyleri, ilme, âlimlere çok değer verip, himâye ederlerdi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin torunlarından Ulu Ârif Beye hürmet gösterip; Mevlevîliğin bölgelerinde yayılmasına müsaade ettiler.
Menteşeoğullarının, devrin diğer Anadolu beyliklerinden ayrı kuvvetli bir donanması vardı. Mısır’daki Memlûkler Frenklere karşı Anadolu’dan yardım isteyince, Menteşeoğulları iki yüz kadırga gönderme vaadinde bulundular. Bu hâl Menteşeoğullarının denizlerdeki güç ve seviyelerini göstermesi bakımından önemlidir. Menteşeoğulları, Akdeniz ve Ege’de korsanlara karşı devamlı mücâdele etmişlerdir.
Menteşeoğulları Seceresi
Kuru Bey
Elbistan
Menteşe Bey
Mes’ûd Bey
Şücâüddîn Orhan Bey
İbrâhim Bey
Mûsâ Bey¾¾¾¾Mehmed Bey¾¾¾¾Ahmed Bey
Mahmûd Bey¾¾¾¾İlyas Bey
Leys Bey¾¾¾¾Ahmed Bey
İlyas Bey
Alm. Menthol (n.), Fr. Menthol (m.), İng. Menthol. Paramentanoller olarak bilinen bir sınıfın çok önemli bir üyesi, molekül formülü C10H20O olan bir alisiklik bileşik.
Mentol, beyaz kristaller hâlinde olan bir katıdır. Erime noktası 42,5°C’dir. Keskin ve hoşa giden bir kokusu vardır. Ağıza alındığı zaman boğaz ve burun mukozalarında soğuma hissi meydana getirir.
Tabiatta nane ve nanegillerin yağında bulunur. Tabiî olarak elde edilen mentol, optikçe aktiftir. Timol olarak bilinen fenolik bileşiğe hidrojen katılarak elde edilebilen sentetik mentol, eşit miktarda polarize ışığı sağa ve sola çeviren mentol karışımıdır.
Mentol, hâricî olarak kullanılan merhem ve siprey yapımında, mevzi ve hafif uyuşturmada kullanılır. Ağrı dindirici ve spazm çözücü özelliği vardır. Bâzı içeceklerde, sigaralarda ve şekerlerde kullanılır.
Osmanlı Devletinde merkezle idârî birimler arasında haberleşmeyi sağlamak, emir ve fermânları istenilen yere zamânında ulaştırmak için kurulan konak merkezi. Osmanlı Devletinde Dîvân-ı Hümâyûndan çıkan emirleri zamânında ilgililere yetiştirmek önemli bir işti. Hazîne gelirlerinin büyük bir kısmını meydana getiren vergilerin vaktinde toplanması, asker sevki ve benzeri bütün işlerin halli, merkezden gönderilen emirlerle yaptırılmaktaydı. Bu emir ve fermanların istenilen yere zamânında ulaştırılması için ana yolların geçtiği şehir ve kasabalarda uygun aralıklarla “menzil” denilen durak evleri yapıldı. Böylece çok geniş bir alanda yayılmış bulunan Osmanlı Devleti, haberleşmeyi menzil teşkilâtı ile sağladı.
Osmanlılarda menzil teşkilâtının on altıncı asırdan îtibâren hizmet verdiği bilinmektedir. Devletin kuruluş yıllarında haberleşmenin ulaklar vâsıtasıyla yapıldığı ve bunların belirli yerlerde mola verme ve at değiştirmeleri için özel ulaşım merkezleri bulunduğu bilinmekte ise de teşkilâtı hakkında hiçbir bilgi yoktur.
On altıncı yüzyıldan îtibâren menziller ve bu teşkilâtın görevlileri, Defterdâr kapısının Mevkûfât Kalemine âit, Menzil Halîfeliğine bağlıydılar. Burada bulunan Menzil Halîfesi Kalemi, hayvanlarla yapılan posta ve menzil muâmelâtına bakardı. Haber getirip götüren ulaklar menzillerde dinlenir, ihtiyâçlarını görür ve at değiştirirlerdi. Menzillerde, menzilci denilen bir idâreci ile hayvanların bakımı ile uğraşan hademeler vardı. Ayrıca menzillerde koruyuculuk görevi yapan ve sürücülere yol gösteren kimseler de olup, bunlara kulaksızlar denilirdi.
Menzillerde ne kadar at ve kılavuz bulunacağı ve yıllık beygir ücretleri ile diğer masraflar, Menzilci tâyini sırasında tesbit edilirdi. Her menzildeki at ve kılavuz sayısı değiştiği gibi, masraflar da buna göre artıp eksilirdi. Menzil masraflarının bir kısmı menzil nerede kurulmuşsa, o yer halkının avârız akçesinden, bir kısmı ulaklardan, önemli bir bölümü de Hazîne-i âmireden karşılanırdı.
Menzil yolları stratejik ve askerî ihtiyaçlara göre değiştirilirdi. Meselâ, Rumeli’deki menzilhâneler, o bölgedeki savaşlar sebebiyle çok zorlandı ve 1691’de Köprülüzâde Mustafa Paşanın buyruldusu ile yeniden düzenlendi.
1834 yılında ise, menzil sisteminin yanısıra posta teşkilâtı kurulmaya başlandı. Nitekim Üsküdar’dan İznik’e kadar olan yol tâmir edildikten sonra, ilk posta arabası bu arada çalıştırıldı. 1839 yılından sonra öncelikle İstanbul-Edirne ve İstanbul-İzmir arasında, sonra da diğer vilâyetlerle İstanbul arasında posta teşkilâtı kurulmaya başlandığından menzil usûlü târihe karıştı.
Alm. Weide (f), Weideland (m),Fr. Pâtura (f), pâturage, prê (m), ing. Pasture, pasturage. Hayvanların otladığı yer, otlak. Arâzinin hayvan otlatılmaya ayrılan kısmına mer’a denir. Kamu hukûku köy kânununa göre mer’a, köy tüzel kişiliğini meydana getiren esaslardan biri olan arâziyi ifâde eder. Köy sınırları çizilirken ve köye âit mallar tesbit edilirken, mer’alar göz önünde tutulur. Bâzı mer’alar birkaç köy tarafından müşterek olarak kullanılabilir. Mer’a, köyün müşterek malları arasında kabûl edilir. Yalnız bütün mer’alar kamu emlâkı olmayıp, özel kişilere ve kamu tüzel kişilere âit olanlar da vardır. Bunlardan kirâya verilecek olanlarda yeterli ot bulunması şartı aranır.
Bâzı mer’alarda, daha verimli hâle getirilip hayvanların istifâde edebilmesini sağlamak için gübreleme, otlama kontrolu, zararlı ot mücâdelesi, kireçleme, tohumlama gibi işlemler; bir kısmında da orman hâline getirilmesi için fideleme çalışmaları yapılır.
Alm. Gold Brasse, Fr. Dorade, İng. Tai. Familyası: İzmaritgiller (Sparidae). Yaşadığı yerler: Akdeniz ve Atlantik Okyanusunda, Kanarya Adaları civârı. Özellikleri: 50-70 cm boyunda, kırmızı renkli; elips vücutlu bir balık. Beyaz eti makbuldür. Ömrü: 13 sene kadar. Çeşitleri: Birçok çeşidi vardır. Mercanbalığı (Pagrus pagrus), kırma mercan (Pagrus erythrinus), manda-göz mercan (Pagellus centrodontus) meşhurlarıdır.
Kemikli balıklar takımının İzmaritgiller familyasına âit bir balık. Elips şeklindeki vücudu kırmızı olup, başı vücuduna nisbeten oldukça büyüktür. Ağzında bulunan kesici ön dişleri koni şeklindedir. Çeneleri oldukça kuvvetlidir. İstiridye, kabuklu ve balıklarla beslenir. Vücûdunun karın ve yüzgeçlerinin bulunduğu kısımlar açık renklidir. Vücudu az, fakat buna mukabil iri pullarla kaplıdır. Sırt kısmının kahverengiye de dönüştüğü vakidir. Boyları ortalama 50-70 cm arasında olan mercan balığının ağırlığı da 5,5 kg’a kadar çıkabilir. Ortalama olarak 13 sene yaşayabilir. Çatal kuyrukludur. Mercanbalığı ile manda-göz mercana Akdeniz’de, kırma mercana ise Karadeniz ve Marmara’da rastlanır. Eti için avlanır. Mercanbalığı avı yurdumuzda en çok Marmara’da kırma mercanbalığı avı olarak yapılır. Bu da eti en lezzetli olanıdır. Çok sevilen bu mercanbalığı beyaz etlidir. Av mevsimi nisan-mayıs aylarıdır. Sudan çıkan balığın rengi bir müddet sonra pembeye dönüşür.
Avustralya’nın doğusunda ve Yeni Kaledonya’nın batısında uzanan Pasifik Okyanusunun bir kolu. Kuzeydeki Solomon Adalarından güneydeki Chesterfield Adalarına kadar uzanır. Kuzey güney doğrultusunda 2250 km doğu-batı doğrultusunda ise 2414 km’ye ulaşır. Yüzölçümü 4.791.000 km2dir. Güneyden Tasman Denizi, kuzeyden Solomon Denizi, doğudan Büyük Okyanusla birleşir. En derin yeri Yeni Hebridler Çukurunda 7.661 m, Güney Solomon Çukurunda 7.316 m’dir.
Mercan kayalarıyla dolu olan deniz, gemiler için tehlike arz eder. Mercan Denizinde astropik iklim hüküm sürer. Ocak-nisan ayları arasında şiddetli tayfunlar olur.
İkinci Dünyâ Savaşında Amerikan donanması 7-8 Mayıs 1942’de Mercan Denizi Savaşında Japonları kesin yenilgiye uğrattı. Böylece Japonların Avustralya istikâmetinde ilerlemesini engelledi.
(Bkz. Güveyiotu)
Alm. Blumentiere, Fr. Anthozoaires, İng. Corals. Omurgasız hayvanların sölentereler (Coelenterata) şubesinin denizlerde yaşayan bir sınıfı. Yumuşak mercanlar, boynuzsu mercanlar, dikenli mercanlar, gerçek mercanlar gibi çeşitleri vardır. Deniz şakayıkları da bu sınıftandır. Polip vücutlu bu canlıların mineral maddelerinden karışmış boynuzsu iskeletlerine de mercan denir. Mercan iskeletlerinin binlerce yıl boyunca belli bir bölgede toplanması sonucunda da, mercan kayalıkları meydana gelir. Yalnız veya koloniler halinde yaşarlar. Vücutları ışınsal simetrilidir. Ağız çevrelerinde uzantılı dokunaçları vardır. Ağız ve kolları kaslarla açılıp kapanabilir. Küçük canlılarla beslenirler. İskeletleri dış derilerinin salgısından meydana gelir.
Akdeniz, Kızıldeniz gibi sıcak deniz diplerinde bulunan büyük taşlara yapışık olarak yaşarlar. Pek nâdir olarak serbest yüzenlerine de rastlanır. Her bir mercan veya mercan ünitesi kalkerli bir kabuk içinde birbirine sıkı sıkı bağlanmış mercan hayvancıkları ihtivâ eder. Mercanın vücudu sütûn şeklindedir. Bu sütûnun üstünde, kavrama uzuvlarını ve merkezî ağzı taşıyan düz bir disk bulunmaktadır. Mercan, kabuğun içinde belli bir miktarda büzülebilir, ancak kabuğu terk edemez. Koloni fertlerinin kabukları birbirinden değişik şekillerdedir. Kalkerden meydana gelen kabuk kütlesi, sürgün şeklindeki üreme sonucu devamlı olarak büyür. Bu büyüme sırasında sâdece kütlenin yüzeyindeki mercanlar canlı olarak kalır.
Hem eşeyli, hem de bölünme veya tomurcuklanma ile eşeysiz çoğalırlar. Eşeysiz olarak üreyenler ana koloniye bağlı kalırlar. Çoğu ayrı eşeylidir. Üreme hücrelerinin döllenmesi ana karnında veya suda olur. Döllenme sonucu meydana gelen kirpikli larva küçük bir kurtçuğa benzer. Kirpikleriyle bir müddet serbest yüzdükten sonra kendini bir kayaya tesbit eder. Gelişimini tamamlayarak polip hâline gelir ve kalkerli bir iskelet salgılar. Tomurcuklanma ile üreyerek yeni polipler meydana getirir. Koloninin salgıladığı iskeletler yığın halini alarak, mercanlar hareket edemez olur.
Mercan katılıkta taş gibidir, denizin dibinde ise âdetâ bitki gibi biter. Denizin diplerinde rengarenk çiçek bahçelerini andırırlar. Suyun yüzünden yukarı çıkıp kuruyunca katılaşıp toprak olur. Bu özelliklerinden dolayı mercanlar uzun yıllar denizlerde büyüyen taş hâline gelmiş çiçekler olarak sanıldılar. Günümüzde ise mercanlar, omurgasız hayvanlar sınıfında incelenmektedir.
Kaynaşan mercan iskeletlerinin zamanla deniz yüzeyine kadar yükselerek meydana getirdikleri uzun mercan kayalarına “resif” denir. Bâzan da halka şeklini alarak ortası deniz olan adalar meydana getirirler. Bunlara da “atol” denir. Mercan kayalıklarının meydana gelebilmesi için suyun ılık olması lâzımdır. Norveç batı sâhillerinde olduğu gibi soğuk iklim bölgelerinde de mercan kayalıklarına rastlanmaktaysa da, mercan kayalıklarının en çok bulunduğu yerler; Afrika’nın doğu sâhillerinden Pasifik Okyanusundaki Hawai Adaları arasındaki bölge ile Bermuda’dan Brezilya’ya kadar olan bölgelerdir (Bkz. Resif). Akdeniz’de de çalı veya ağaç biçimli koloniler hâlinde, 200 metrelik derinlerde bulunurlar.
Üç tip mercan kayalığı vardır. Bunlardan birincisi sâhile yakın bölgelerde bulunur. İkincisi sâhilden uzakta açık denizde, üçüncü de sığ sularda bulunur. En meşhur mercan kayalıkları Avustralya’nın kuzeydoğu sâhillerinde bulunan ve uzunluğu 2000 km olan Great Bariner Reef’tir. Mercanların renk ve görünüşleri çeşitlidir. Çimen, yelpaze, ağaç dalı şeklinde olanları vardır. Kırmızı, yeşil, turuncu, beyaz, çizgili ve desenli de olabilirler.
Çok eskiden beri mercan iskeletlerinden süs eşyası yapılmaktadır. Kolye, gerdanlık, küpe, tesbih gibi eşyâlar îmâl edilir. Kırmızı mercan en meşhurlarıdır.
Alm. Linse (f), Fr. Lentille (f), İng. Lens. Ortak bir eksene sâhip iki kırıcı yüzey vâsıtasiyle sınırlanmış, cam ve kuvartz gibi saydam maddelerden yapılan optik âlet. Merceklerin en güzel örneği, gözümüzün yapısında bulunan göz billurudur. Göz billuru ince kenarlı bir mercektir. Gözlük camlarının tamamı da birer mercek teşkil eder. Mercekler tek başlarına kullanıldıkları gibi birkaç mercek birarada bir optik âleti de meydana getirebilir. Büyüteç, göz billuru ve gözlük camları tek başlarına kullanılan merceklere misaldir. Dürbünler, mikroskop, teleskop, sinema makinaları, fotoğraf makinaları, mercek sistemlerinin meydana getirdiği optik düzenlerdir.
Mercekler, incelenen cismin arzu edilen elverişli görüntüsünü verirler. Bu görüntü, istenilen duruma bağlı olarak cisimden daha büyük veya küçük, gerçek veya zâhirî (görünen) olabilir.
Bir merceği sınırlayan yüzeylerin tepe noktalarını birleştiren doğru, merceğin asal eksenini (optik eksen) meydana getirir. Mercekler, ince kenarlı ve kalın kenarlı diye iki gruba ayrılır:
İnce kenarlı mercek: Ortası, kenarlarına nazaran kalın olan mercektir. Merceğe herhangi bir şekilde gelen ışını kırarak optik eksene yaklaştırdığı için bu merceklere yakınsak mercek adı verilir. Asal eksene paralel olarak gelen ışınları kırarak bir noktada toplarlar. Bu nokta merceğin odak noktasıdır. Aynı uzaklıkta ve ters tarafta ikinci bir odak noktası daha bulunur.
Bulunduğu ortama göre kırılma indisi “n” olan saydam maddeden yapılmış ve küresel yüzeylerinin eğrilik yarıçapları r1 ve r2 olan bir merceğin odak uzaklığı f ile gösterilirse:
1 1 1
¾¾ = (n-1) (¾¾ + ¾¾)
f r1 r2
bağıntısı mevcuttur. Cismin merceğe uzaklığı U, görüntünün merceğe uzaklığı U’ ile gösterilirse: U, U’, f arasında:
1 1 1
¾¾ = ¾¾ + ¾¾
f U U’
bağıntısı da vardır.
Yarı çaplar, konvex (tümsek= dış bükey) yüzeyler için pozitif, konkav (çukur= içbükey) yüzeyler için negatif alınır. Şâyet herhangi bir yüzey düzlemse yarıçapı sonsuz alınır. Odak uzaklığı, ince kenarlı merceklerde pozitif, kalın kenarlarda ise negatif olarak hesaplara dâhil edilir. Cisim ve görüntüden gerçek olanların uzaklığı pozitif, zâhirî (görünen) olanlarınki negatif alınır. İnce kenarlı merceklerde odak noktasından uzakta bulunan cisimlerin görüntüleri dâima, gerçek ve terstir. Odak ile mercek arasındaki cisimlerin görüntüleri ise dâima düz, zâhirî ve cisimden büyüktür.
Kalın kenarlı mercek: Ortası kenarlarından daha ince olan merceklere denir. Merceğe herhangi bir şekilde gelen ışını, optik eksenden uzaklaştırdığı için kalın kenarlı merceklere ıraksak mercek adı verilir. Kalın kenarlı merceklerin meydana getirdiği görüntü dâima düz, zâhirî ve cisimden küçüktür.
Bir merceğin odak uzaklığının metre cinsinden tersine o merceğin yakınsaması veya gücü denir.
1
Y = P = ¾¾
f
Bu güç, kırıcılık gücüdür. Merceğin odak uzaklığı ne kadar küçükse gücü veya yakınsaması o kadar büyük olur.
Mercek Kusurları (Aberasyon):
Gerçek görüntünün, basit bir teorinin tahminlerinden olan farklılıklarına kusur veya aberasyon adı verilir. Işığın renklerine bağlı olarak merceğin kırılma indisinin değişmesinin sebep olduğu kusurlara kromatik aberasyon denir. Işık tek renkli (monokromatik) olduğu zaman bile monokromatik aberasyon vardır.
Renksemezlik (kromatik aberasyon):Merceğin odak uzaklığı, kırılma indisine bağlı olduğundan, mercek üzerine düşen beyaz ışığın yedi renkli ışınları, mor renkten kırmızı renge doğru mercekten gittikçe uzaklaşan noktalarda odaklanırlar. Böyle görüntüler teleskop, mikroskop ve benzeri sistemlerde inceleme güçlüğü ortaya çıkarır. Bu kusur akromatik merceklerle düzeltilir. Akromatik mercekler bitiştirilmiş bir ince kenarlı ve bir kalın kenarlı merceklerdir. Merceklerin bitiştirilen yüzlerinin eğrilik yarıçapları eşit olup, kalın kenarlı merceğin diğer yüzü düzdür. Birisi krown, diğeri flint camından yapılır.
Küresellik kusuru (Küresel aberasyon): Yaklaştırıcı merceklerin kenarları orta kısımlarına nazaran daha büyük değerde yaklaştırma gücüne sahiptir. Bu sebepten mercek üzerine düşen ışınlardan kenarlarda kırılanlar, ortada kırılanlara nazaran merceğe daha yakın noktalarda odaklanırlar. Bu durumda ekran üzerine alınan görüntü netleştirilemez. Bu kusurun düzeltilmesi için birkaç yol uygulanır. En ekonomik olanları merceğin ince kısımlarını diyaframla kapatmak veya kırılma indisleri farklı incekanarlı ve kalınkenarlı mercekleri bitiştirerek kullanmaktır. Bu mercekler flint ve krown camından yapılırlar.
Astigmatlık: Bir mercek karşısında ebatları büyük bir cisim bulunursa, bunun optik eksenden uzak noktaları mercek yüzeyine eğik ışınlar göndereceğinden, görüntü kenarlarının netliği bozulur. Bu kusur bir tek mercekte düzeltilemez, ancak mercek sistemlerinde, meselâ fotoğraf makinası veya sinema makinasında düzeltilir.
Bunun yanında koma, alan eğriliği ve distorsiyon gibi mercek kusurları da mevcuttur.
Mercek Tipleri
Mikroskop objektifleri: Bu tip mercekler küçük cisimleri büyütmek gâyesiyle kullanılır. Odak uzaklıkları genellikle 2 ilâ 4,8 mm arasında değişir. Büyütme kapasitesi 1000 ilâ 5000 arasındadır.
Teleskop objektifleri: Teleskop objektifleri uzak mesâfedeki cisimleri incelemek gâyesiyle kullanılır. Bu mercekler büyük çaplara ve odak uzaklıklarına sâhiptir. Teleskop merceklerinde kürevî, koma, kromatik kusurlar düzeltilebilir. Fakat astigmatik ve alan eğriliği genellikle düzeltilemez. Burada mercekler büyük olduğundan 50 cm veya daha fazla kromatik kusur ortaya çıkar, bunu da düzeltmek imkânsızdır.
Periskop: Genellikle denizaltında kullanılan türü en çok bilinenidir. Fakat diğer endüstri dallarında da kullanılır.
Kamera objektifleri: Genellikle fotoğraf makinalarında ve televizyon kameralarında kullanılır. Cisimlerin görüntülerini bir film üzerine düşürmeye yararlar.
Gözlükler: Göz kusurlarını gidermek için kullanılan mercek türleridir.
Aydınlatma mercekleri: Genellikle ışığı toplamak ve odaklamak gâyesiyle kullanılır. Projektörlerde ve mikroskopların aydınlatılmasında bu tür mercekler kullanılır.
24 Ağustos 1516 târihinde Osmanlılarla Memlûkler arasında meydana gelen muhârebe. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Hanın Ortadoğu’da hâkimiyetini genişletmesi; Suriye, Filistin, Arabistan Yarımadası, Mısır ve Kuzey Afrika’nın doğusuna hâkim Memlûklu Sultanı Kansu Gavri (Gûrî)yi harekete geçirip, tedbir almaya sevk etti. 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Meydan Muhârebesinde Yavuz Sultan Selim Hana yenilip, kaçan İran Safevî hükümdârı Şah İsmâil ile ittifâk kurdu. Yavuz Sultan Selim Han, haber alma teşkilâtı vâsıtasıyla Şah İsmâil-Kansu Gavri ittifâkını öğrenince, Vezîr-i âzam Sinan Paşayı kırk bin kişilik bir kuvvetle Safevîler üzerine gönderdi. Sinan Paşanın, Diyarbekir’e giderken, Fırat’ı geçmek için Memlûklerden müsâade isteyip de iznin verilmemesi ve Kansu Gavri’nin elli bin kişilik kuvvetle Haleb’e gelmesi, harb sebebi sayıldı. Devrin âlimlerinden Zenbilli Ali Cemâli Efendinin fetvâsıyla sefere çıkıldı. Yavuz Sultan Selim Han, dâhiyâne bir siyâsetle Mısır devlet adamlarının bir kısmını ve Suriye ahâlisini kendi safına almaya muvaffak oldu.
Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri’ye Haleb’in kuzeyindeki Mercidâbık mevkiinde meydan muhârebesi için hazır olması haberini gönderdi. Mercidâbık’ta karşılaşan iki ordunun da kuvvetleri eşit miktarlarda olup, altmış bin civârındaydı. Osmanlılar, ateşli silahlar, teşkilât, kumanda heyeti, sevk ve idâre bakımından Memlûklardan üstündü. Memlûkların da süvârî kuvveti meşhurdu.
24 Ağustos 1516 sabahı Osmanlı ordusu hilâl şeklinde bir tertib aldı. Ordunun merkezinde Yavuz Sultan Selim Han olup, yanında Kapıkulu askeri ve önünde birbirine zincirle bağlı üç yüz top bulunuyordu. Sağ kola Anadolu Beylerbeyi Zeynel Paşa, sol kola da Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa kumanda ediyordu. Memlûk ordusunun merkezine, yanında Halife Üçüncü Mütevekkil olduğu halde Sultan Kansu Gavri, sağ kola Haleb Nâibi Hayırbay, sol kola da Şam Nâibi Sibay kumanda ediyordu. Memlûklerde sultanın orduya, kumandanların da Kansu Gavri’ye îtimâtsızlığı vardı. Osmanlı topçu ateşiyle başlayan muhârebeye, Memlûkler süvârî taarruzu ile karşılık verdiler. Muhârebe başladıktan iki saat sonra Memlûkler bozguna uğradı. Öğleden sonra kesin netice alınarak, Memlûk karargâhı bütün ağırlığı ile Osmanlıların eline geçti. Boğucu bir yaz sıcağında meydana gelen muhârebeden kurtulan Memlûk askerleri; Haleb, Hama, Humus ve Şam’a kaçtı. Tâkip edilen Memlûk kuvvetlerinden ele geçenler imhâ edilerek, Kuzey Suriye bütünüyle zabtedildi. Ahâlisi Ehl-i sünnet olan şehirler Yavuz Sultan Selim Hanı ve Osmanlıları dâvet ettiler. Suriye şehirleri kendi rızâlarıyla Osmanlı idâresini tercih ettiğinden, ahâliye zarar verilmedi. Memlûk Sultanı Kansu Gavri muhârebe meydanında öldü. Abbâsi halîfesi Üçüncü Mütevekkil, muhârebeden sonra Yavuz Sultan Selim Hanın yanına gelerek, sultandan çok hürmet gördü. Yavuz Sultan Selim Han 28 Ağustosta Haleb’e 27 Eylülde Şam’a gelerek Mısır’ın fethini gerçekleştirecek sefere hazırlanmaya başladı.
Mercidâbık’ta kazanılan zafer Osmanlı Devletine dînî, siyâsî, askerî iktisâdî pekçok faydalar sağladı. Hilâfetin Osmanlı Hânedânına geçme yolu açıldı. Doğuda Osmanlı Devletinin son rakîbi Mısır-Memlûk Devleti ortadan kaldırılma safhasına getirildi. Suriye, Lübnan ve Filistin Osmanlı hâkimiyetine girdi. Mısır ve Arabistan Yarımadası yolu açıldı. Güneydoğu Anadolu’nun zabt edilmesiyle Anadolu Türk birliği tamamlandı. (Bkz. Selim Han-I)
Alm. Linse (f), Fr. Lentille (f), İng. Lentil. Familyası: Baklagiller (Leguminosae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Güney Anadolu, Ege, Marmara bölgesinde yetiştirilir.
20-70 cm boylarında, yumuşak ve ince gövdeli, disk şeklinde meyveleri olan, tek yıllık otsu bir sebze bitkisi. Mercimeğin zayıf ve ince bir kök sistemi olup, kökü derinlere inmez. Gövdeleri nârin olup, dallanır ve bu dallanma yan dallarda da devam eder. Bundan dolayıdır ki ana gövde pek belirgin değildir. Gövdeleri dik olup, tüylüdür. Yapraklar bileşik yapraklar şeklinde olup, yaprak sapının uç kısmı incelmiş ve sülük şeklini almıştır. Yaprakçıklar elips şeklinde olup, kenarları düzgündür. Çiçekler yaprak koltuklarından çıkar. Meyveleri legümen (bakla) tipinde olup, badır adını alan sarımtrak esmer renkteki şişkin torbalarda gelişir. Torba içindeki tâneler, mercimek adını alır. Şekil îtibâriyle mercimek tâneleri yassı, 0,5 cm çapındaki disk biçimindedirler.
Büyüklük, şekil ve renklerine göre isim alırlar: Sultan mercimek, yeşil mercimek, kırmızı mercimek gibi.
Yetiştirilmesi: Mercimeğin ana vatanı Orta Asya olup, bir kurak bölge bitkisidir. Yetişeceği toprak sıcak, havalanabilir ve alkali toprak olmalıdır. Gıda maddelerince zengin, ağır topraklarda fazlaca yeşil kısım meydana geleceğinden tâne verimi azalır. Ekim zamanı yazlık ve kışlık olmak üzere iki dönemde yapılır. Kışlık dönemde toprak hazırlığı ekim ve kasım aylarında; yazlık dönemde ise şubat ve mart aylarında yapılır. Sıra usûlü ekimde dekara 6-9 kg, serpme ekimde 9-15 kg tohum atılır. Bitki kökleri vasıtasiyle havanın serbest azotunu bağlama kâbiliyetinde olduğundan, toprağın azotça zenginleşmesini tabiî olarak sağlar. Bunun için daha çok fosfatlı gübre kullanılır. Fide döneminde toprağın yabancı ottan arındırılması şarttır. Bundan dolayı gerekirse mücâdele yapılır. Badırlar sarardığı zaman hasad edilir. Hasaddan sonra bitkiler tarla üzerinde kurutulur. Dekara tâne verimi 100-140 kg’dır. Mercimeğin toplama, büyüme ve olgunlaşma süresi 90-100 gün kadardır. 1993 kayıtlarına göre ortalama Türkiye’de 620.000 ton mercimek üretilmiştir.
Kullanıldığı yerler: Yemeklik önemli bir sebze bitkisidir. Zengin nişasta ve bitkisel proteine sâhiptir. Tâneleri kurutulup, kuru bakliyat olarak insan besininde önemli rol oynar. Yeşil kısımları da kurutulup hayvan yemi olarak kullanılabilir.
Mercimek nadas alanlarının azaltılmasında ekim nöbetine girerek toprağın verimli kılınmasını sağlar.
Alm. Leiter (f); Treppe (f),Fr. Echelle (f); escalier (m), İng. Ladder; steps; stairs. İki farklı seviyeyi birleştiren basamak serisi. Farsça “merdübân” kelimesinden gelir. Merdivenler, binâların içinde kullanıldığı gibi, bahçelerdeki farklı seviyeler ve şehir içinde değişik yükseklikte bulunan cadde ve meydanlar arasında bağlantıyı da sağlar.
Merdiven basamağının ayak basılan düz kısmına “basamak genişliği”, iki basamak genişliğini birleştiren dik kısmına ise “rıht” denir. Rahat bir çıkış için; 2 x rıht yüksekliği + basamak genişliği= 64 cm formülüne uymaya çalışılır. Genellikle yirmi birden fazla basamak ardarda konulmaz. Araya bir sahanlık ilâvesinden sonra basamaklara devam edilir. Merdivenin boşta kalan tarafına korkuluk bunun üzerine de elle tutunmak için küpeşte yerleştirilir. Suyun yanlara taşmaması için de merdivenin iki tarafına, limonluk denilen bir yükseklik yapılmalıdır. Merdivenin kapladığı hacme merdiven kovası denir. Merdivenin eğimi, genellikle 8° ile 48° arasında değişir. Eğim arttıkça, rıht yüksekliği artar, basamak genişliği daralır.
Merdivenler düz veya dönerli olurlar. Düz merdivenlerde rıhtlar birbirine paralel, basamak genişlikleri eşittir. Dönerli merdivenlerde ise rıhtların paralelliği ve basamak genişliklerinin dikdörtgen şekli kaybolur.
Merdivenler ayrıca sâbit ve taşınabilir diye de sınıflandırılabilir. Taşınabilir (seyyar) merdivenlerin de katlanabilir, çengelli, ip, itfaiye, sürgülü basamaklı gibi birçok çeşitleri bulunmaktadır.
Pekçok kişinin geçtiği ve devamlı kullanılan yerlerde yürüyen merdiven kullanılabilir. Metro, yeraltı çarşısı, büyük mağaza gibi yerlerde rastlanan yürüyen merdivenlerde, yürüyerek çıkmaya ihtiyaç yoktur. İlk basamağa ayak basan bir kimse, merdivenin sonuna kadar çıkar ve bir adımla meridvenden sonraki düzlüğe geçer. Bu cins merdivenlerde hareket, elektrik motorları ile sağlanır.
Alm. Salbe (f), Fr. Orguent (m), İng. Ointment, salve. Dıştan kullanılan veya vücut boşluklarına tatbik edilen, oda sıcaklığında yarı katı, vücut sıcaklığında akışkanlaşan ilâç şekilleri. Katı, sıvı yağ, lanolin, vazelin ve benzeri sıvağlarla yapılan, hâricen kullanılmaya mahsus ilâçlar şeklinde de târif edilebilir.
Merhemlerde etken madeyi taşıyan ortama sıvağ denir. Merhemler tıbbi preparatların en eskilerindendir. M.Ö. 3000-5000 yıllarında Babiller ve Asuriler tarafından kullanılan merhemlere rastlanılmıştır. Eski Mısır’da kullanılan merhemlerin izleri ehramlarda bulunmuştur. Araştırmalar eski medeniyetlerin merhem sıvağı veya merhem olarak katı ve sıvı yağları kullandıklarını göstermektedir. Bu gâyeyle hayvansal yağlar üstün tutulmuştur. Hayvansal yağ çoğunlukla rezinler, mumlar, mâdenî yağlar ve bitkisel kökenli tozlar ile karıştırılarak kullanılmıştır. Asuriler ve Mısırlılar balı, mumları ve zamkları da bu gâyeyle kullanmışlardır. Ancak eski medeniyetlerde merhemler daha çok kozmetik olarak kullanılmıştır. Sonradan merhemlerin bileşimine bitkisel yağlar girmiştir. Eski Arap, Çin, Hint ve Roma medeniyetlerinde de merhemlerin kullanıldıkları bilinmektedir. Bugün merhem sıvağlarını, çoğunluk hakikî yağ olmayan maddeler veya bunların yağlarla yaptıkları karışımlar meydana getirmektedir.
İdeal bir merhem sıvağı şu özellikleri ihtivâ etmelidir: 1) Deriye zarar vermemeli. 2) Su tutma kabiliyetinde olmalı. 3) Hava, ışık ve ilâçlara karşı dayanıklı olmalı. 4) Taşıdığı etken maddeyi deriye verebilmeli. 5) Kolay yıkanabilir olmalıdır. Merhem sıvağ çeşitleri dört gruba ayrılabilir: 1) Hidrokarbon yağları (yağlı ve yağımsı sıvağlar). 2) Absorbsiyon yağları. 3) Su ile yıkanıp temizlenebilen yağlar. 4) Suda çözünebilen sıvağlar. Her tip sıvağın da kendine göre kullanıldığı ve üstün tutulduğu haller ve yerler vardır. Teknik ilerledikçe, daha mükemmel sıvağlar bulunmaktadır. Ancak şu var ki ilâçların deriye nüfûzunda yalnız sıvağın değil, bizzat derinin de büyük rolü olduğu unutulmamalıdır.
(Bkz. Boylam)
(Bkz. Mars)
On ikinci yüzyılın sonundan on altıncı yüzyılın ortalarına kadar Fas’ta hüküm süren hânedan. İslâm kaynaklarının ve Avrupalıların “Benî Merin” de dedikleri bu hânedan, göçebe Zenâte Berberî kabîlelerindendir. Muvahhidlerin Magrib’i (Fas) zabt etmelerine karşı mücâdele eden bu kabîleler, Ebû Muhammed Abdülhak tarafından teşkilâtlandırıldı.
1196’da Merînilerin başına geçen Ebû Muhammed Abdülhak, çöle çekilip, kabîleleri teşkilâtlandırarak, sefere hazırlandı. Sahra’daki kuvvetlerini akınlara yetiştirip, 1216’da ilk büyük kuzey seferini gerçekleştirdi. Meknes, Fas, Taza ve Sale’yi ele geçirdi. Muvahhidleri zayıflatıp, 1269’da başşehirleri Merakeş’i fethettiler. Merakeş’i zabteden Merînî sultanı Ebû Yûsuf Yâkub, ülke topraklarını hânedan mensupları arasında dağıttı. Askerî kuvvetini arttırıp, ulemânın desteğini alarak, Merînî hâkimiyetini genişletti. 1273’te Sicilmase’ye sâhip oldu.
Fas’ı başşehir yapan ve iç işlerini düzelten Ebû Yûsuf İslâmiyetin cihad farîzasını yerine getirmek için İspanya’ya sefere çıktı. Deniz aşırı seferlerle, Gırnata’daki Benî Ahmer İslâm Devletine yardım etti. İspanya’da Hıristiyanlara karşı 1275’te Ecija Muhârebesini kazandı. Hıristiyanların büyük ümit bağladıkları don Nuno de Lara, Merînîler tarafından öldürüldü. İspanya’daki Merînî kuvvetleri Hıristiyanlara karşı her an hazır kuvvet bırakıp, akınlarda bulundular. Bu akınlar, on dördüncü yüzyılın ortalarına kadar sürdü.
Kuzey Afrika’daki hâkimiyetlerini genişletmek isteyen Merînî Sultanları, Abdülvâdilerin başşehri Tlemsen’i 1299’da kuşattılar. Uzun mücâdelelerden sonra 1337’de Tlemsen ve çevresini ele geçirdiler.
Tunus ve Doğu Cezâyir’e hâkim Hafsiler ile dostâne münâsebetler kurdular. Evlenmeler yoluyla akrabâlık kuran iki hânedan, birbirlerinin ülkelerinde hâkimiyet kurmak istemelerine rağmen, taarruz etmekten de çekindiler. Bu durum 1347 yılına kadar devâm etti. Merînî Sultanı Ebü’l-Hasan Tunus’ta çıkan isyanlardan faydalanarak bölgeyi hâkimiyeti altına almak istedi. Arap kabîleleri Ebü’l- Hasan’a karşı ümit etmediği şekilde karşı koydular. Ebü’l-Hasan, 1348’de Kayran civârında Birleşik Arap kabîlelerine mağlup olup geri çekildi. Bu târihten îtibâren Tunus fetihlerinden vazgeçen Merînî sultanları, îmâr kültür ve sanat faaliyetlerine ağırlık verdiler. Ebü’l-Hasan’ın yerine geçen Ebû İnan’ın ölümünden sonra başlayan siyâsî ekonomik ve sosyal kriz Merînî hâkimiyetinin duraklama devrine girmesine sebep oldu. Vezirlerin hükûmet üzerindeki tesirlerinin artması, ihtilallerle sultanları tahttan indirmeleri kabîlelerin vergilerini vermemeleri veya zamânında merkeze göndermemeleri on dördüncü yüzyılın sonlarında başlayan gerilemeyi daha da artırdı. Bu durumda hazîne, vergiler ve ordu felce uğradı. Eyâletler merkeze karşı sorumluluklarını yerine getirmez oldu. Bunu fırsat bilen Hıristiyan devletleri harekete geçtiler. On beşinci yüzyılın başlarında harbe dönüşen bu faaliyetleri; 1401’de Kastilya Kralı Üçüncü Henri’nin Akdeniz kıyısında ve Cebelitârık Boğazı yakınındaki Tetuan’a hücumu, 1415’te de Portekizlerin Septe’yi almalarıyla neticelendi. Hıristiyan devletlerin hücumları bölgedeki Müslümanların cihad gâyesiyle birleşmesini sağladı. Portekizliler Kuzey Afrika’dan atıldı. Cihad muhârebeleri, Merînîlerin bir kolu olan Benu Vattas’ın güçlenmesine sebep oldu.
Vattasiler’den Ebû Zekeriyâ Yahyâ önce genç Merînî Sultanı İkinci Abdülhak’ın saltanat nâibi olarak hüküm sürdü. 1428 târihinden 1465 yılına kadar Merînî sultanlarının nâibliğini yapan Vattasî kolunun hâkimiyeti 1549’da Sa’di Şerîflerinin iktidâr olmasına kadar devâm etti.
Merînîlerde hânedanın başında hükümdâr bulunurdu. Hükümdarın yardımcısı vezir ve devlet memurlarının idârede büyük nüfuz ile yetkileri vardı. Ülke, hânedan mensupları arasında taksim edilmişti. Eyâlet vâlileri ve kabîle reisleri büyük yetki ve nüfûza sâhipti. Askerî teşkilât ve kuvvet bakımından güçlüydüler. Buna rağmen hâkim oldukları bölgeleri bütünüyle merkeze bağlayamamışlardır.
İlim adamlarını himâye eden Merînî hükümdarlarının yanında, Seyâhatnâme’siyle meşhur İbn-i Battûta, Mukaddime’siyle tanınan târihçi İbn-i Haldun yetişti. Merînîler hâkim oldukları bölgelerde pekçok kültür, sanat, ilim ve sosyal müesseseler inşâ ettirdiler. Fas, Sale, Meknes, Taza, Tlemsen ve Cezâyir’de birçok medrese yaptırdılar. Bunlardan Fas şehrinde, Es-Sahriç (1321-1323) El-Attarin (1323-1346) ile Ebû İnâniye (1350-1355) medreseleri en meşhurlarıdır. Tlemsen’de Mansüra (1336), El-Ubbad (1339), El-Halvi (1334) Fas’ta El-Hamra, Küçük Zehra, Ebü’l-Hasan câmileri, El-Mansura surları ve Sidi Türbesi sanat değeri yüksek eserlerdendir.
Merînîler Kolu Hükümdârları
Birinci Ebû Muhammed Abdülhak |
(1196-1217) |
Birinci Osman |
(1217-1240) |
Birinci Muhammmed |
(1240-1244) |
Ebû Yahyâ Ebû Bekir |
(1244-1258) |
Ebû Yûsuf Yâkub |
(1258-1286) |
Ebû Yâkub Yûsuf |
(1286-1307) |
Ebû Sâbit Âmir |
(1307-1308) |
Ebü’r-Rebi Süleymân |
(1308-1310) |
Ebû Saîd İkinci Osman |
(1310-1331) |
Ebü’l-Hasan Birinci Ali |
(1331-1348) |
Ebû İnan Faris |
(1348-1359) |
İkinci Muhammed-es-Saîd |
(1359) |
Ebû Sâlim İkinci Ali |
(1359-1361) |
Ebû Ömer Taşufin |
(1361) |
Abdülhalim |
(1361-1362) |
Ebû Zeyyan Üçüncü Muhammed |
(1362-1366) |
Ebü’l-Faris Birinci Abdülazîz |
(1366-1372) |
Ebû Zeyyan Dördüncü Muhammed |
(1372-1374) |
Ebü’l-Abbâs Ahmed |
(I. 1374-1384, II. 1387-1393) |
Mûsâ |
(1384-1386) |
Ebû Zeyyan Beşinci Muhammed |
(1386) |
Altıncı Muhammed |
(1386-1387) |
Ebü’l-Faris |
(1393-1397) |
İkinci Abdülazîz |
(1397-1398) |
Abdullah |
(1398-1399) |
Ebû Saîd Üçüncü Osman |
(1399-1420) |
Fetret devri |
|
İkinci Ebû Muhammed Abdülhak |
(1420-1428) |
Vattasiler Kolu Hükümdârları
Ebû Zekeriya Yahyâ |
(1428-1448,Nâib) |
Ali |
(1448-1459 Nâib) |
Birinci Muhammed-eş-Şeyh |
(1459-1470 Nâib) |
İkinci Muhammed-el-Burtukâli |
(1470-1525) |
Ahmed |
(I. 1525, II. 1547-1549) |
Üçüncü Muhammed-el-Kasri |
(1527-1547) |