MELEKOTU (Angelica sylvestris)
Alm. Brustwurz (f.), Fr. Angèlique (f.), İng. Angelica. Familyası: Maydanozgiller (Umbelliferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kuzey ve Güneydoğu Anadolu.
1-2 m yüksekliğinde, pembemsi beyaz renkli çiçekli, daha çok su kenarları veya sulak çayırlarda yetişen, çok yıllık, tüysüz bir bitki. Çiçekler temmuz-eylül ayları arasında açar. Gövdeleri silindir biçiminde içi boş, mavimsi yeşil veya kırmızımtrak renklidir. Yapraklar parçalıdır ve özel bir kokusu vardır. Meyveleri oval şekilli ve kanatlıdır.
Kullanıldığı yerler: Köklerinde uçucu yağ ve tanen, meyvelerinde ise sâbit yağ ve petroselin asidi vardır. Kabız edici, sinir sistemini kuvvetlendirici, yatıştırıcı etkilere sâhiptir. Çayı (% 5-10), günde birkaç bardak içilebilir. Familyanın zehirli olan diğer bitkileriyle karıştırılmamalıdır.
Adapazarı’nın doğusunda, Düzce Ovasının güney kısmında bulunan küçük bir göl. Tektonik çukura, suların birikmesiyle meydana gelmiştir. Etrâfı bataklıklarla çevrili olan Melen Gölünün yüzölçümü beş kilometre kare, derinliği ise azdır. Çevresindeki büyüklü küçüklü pekçok dere ile beslenir ve suyu tatlıdır. Güneybatısından çıkan Melen Suyu, gölün akıntısını sağlar.
Şâir ve yazar. 1915’te İstanbul’da doğdu. Liseyi Ankara’da okudu ve 1936’da sosyoloji tahsili için Belçika’ya gitti. İkinci Dünyâ Savaşı çıkınca tahsilini yarıda bırakıp geri döndü. Millî Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü Dâiresinde çalıştı. Birçok memuriyetlerde bulundu. 1950’de gazeteciliğe başladı. Yazdığı tiyatro eserlerinden bâzıları, Ankara Devlet Tiyatrolarında ve İstanbul Şehir Tiyatrolarında temsil edildi. Çeşitli gazetelerde şiir, makale ve fıkralar yazmıştır.
Anday, Anadolu medeniyetlerini ve eski Yunan mitolojisine âit konuları işleyerek, Azra Erhat ve diğer birçok şâirler, yazarlar gibi Türkiye’de Greko-Latin kültürünü teessüs etmek isteyenlerdendir. Materyalist bir felsefeye sâhip olduğu hâlde, akla aykırı mitolojik olaylara ve sembollere şiirlerinde bol bol yer vermektedir. Şiirlerinde ve konuşma tarzında yazdığı makalelerinde rûhun maddeye ircâ edilmeye çalışıldığı materyalizmin, fikrî ve felsefe cephesini ifâde etmeye çalışmaktadır. Şiirlerinde, duygularından daha çok düşüncelerini dile getirmektedir.
Çeşitli üslûpları deneyerek ideolojisini dile getirmeye çalışan Anday’ın eserlerinin hiçbirisi geniş bir okuyucu kitlesi bulamadı. Doğu-batı, Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhâne, Mikado’nun Çöpleri, Kolları Bağlı Odysseus başlıca eserlerindendir.
Büyük Selçuklu Devleti hükümdârı. Babası Sultan Alparslan’dır. 1055’te doğdu. Büyük Selçuklu Devletinin topraklarını en geniş hâle getirdiği için kendisi, “Ebu’l-Feth” (fetihlerin babası veya pekçok fetih yapan) lakabıyla anıldı. Sâhip olduğu bâzı üstün husûsiyetler sebebiyle, özel bir eğitim ve öğretim gösterilerek yetiştirildi. 1064-1065 Gürcistan Seferinde bulundu. Böylece küçük yaştan îtibâren devlet idâresi ve orduyu sevk etme husûsunda tecrübe kazandı.
Kendisinden büyük erkek kardeşleri olmasına rağmen cesâreti, idârecilik vasfı gibi meziyetleri, Sultan Alparslan tarafından veliahd seçilmesinde rol oynadı. Hânedânın kurucusu olan Selçuk Beyin mezarını ziyâretten dönüşte, Horasan yakınındaki Radyan’da veliahd îlân edildi. Melikşah’ın veliahdlığı Halife Kaim bi Emrillah’ın tasdikiyle tamâmen resmiyet kazandı. Veliahdlığı sırasında devletin çeşitli cephelerinde vazife yapan Melikşah, Mâverâünnehr Seferinde şehit olan Sultan Alparslan’ın yerine Devletin ileri gelenleri tarafından on sekiz yaşında sultan îlân edildi. Melikşah, babasının veziri olan kıymetli devlet adamı Nizamülmülk’ü vazifesinde bıraktı.
Saltanatının ilk yılları, iç karışıklıkları bastırmakla geçti. 1072’de Mâverâünnehr Seferinin intikamını almak isteyen Karahanlı Şemsülmülk Nâsır bin İbrahim, Tirmiz’i yağma etti ve Belh şehrinde kendi adına hutbe okuttu. Diğer taraftan Gazneliler de Çigil-kend’de Selçuklu kumandanı Ayaz’ı esir aldılar.
Bu dış tehlikeler esnâsında, Melikşah’ın amcası olan Kirman Meliki Kavurd’un, Sultan Alparslan zamanında olduğu gibi saltanat iddiasında bulunarak isyan etmesi, bu meselenin tamâmen halledilmesinin zamanının geldiğini iyice belli etti. Devletin parçalanmasına sebebiyet verecek bu hareketin bir an önce çözümlenmesi için harekete geçen Sultan Melikşah, Mayıs 1073’te Kerec’de yapılan meydan muhârebesinde amcası Kavurd’u mağlup ve esir etti. Birkaç gün sonra Kavurd’un ölümüyle devlet içinde âsayiş yeniden temin edildi. Abbasî Halîfesi Kaim bin Kadir (1031-1075) tarafından hâkimiyet alâmetlerinin gönderilmesi ve devlet adamlarının bağlılıklarını arz etmeleriyle Melikşah, sultanlığını iyice kuvvetlendirdi. Halife tarafından Muizzeddin ve Celâlüddevle lakaplarının lâyık görülmesinin yanısıra, o zamana kadar hiç bir hükümdâra verilmeyen ve “hilâfet makam ve hâkimiyetinin ortağı” mânâsına gelen “Kâsım emirü’l-mü’minîn” lakabı da verildi.
İçişlerini halleden Sultan Melikşah, Tirmiz’i kurtarmak için harekete geçti. Sefere başladığı sırada Karahanlı Şemsülmülk Nâsır’ın mektubunu aldı ve elçisini kabul ettiyse de kararlı hareketinden vazgeçmedi. Tirmiz’i muhâsaraya başladı. Emir Savtegin’in ikmâl yollarını kesmesi, sultanın başarıya ulaşmasına ve şehrin düşmesine ve Şemsülmülk’ün sulhü kabul etmesine sebep oldu. Şemsülmülk özür dileyerek bir daha düşmanca harekete girişmeyeceğine dâir söz vermesiyle yerinde bırakıldı.
Gaznelilere karşı, Emir Gümüştegin ve Anuştegin’i gönderdi. Ancak Gazneli hükümdârı İbrahim bin Mesud, Melikşah’ın başarılarının artması üzerine itâate mecbûr oldu. Gönderdiği elçilik heyeti ve hediyelerle iyi münasebetler tesis edildi. Sultanın kızı Gevher Hatunun, Gazneli veliahdı Mesud bin İbrahim ile evlendirilmesi, iki devlet arasında çıkması muhtemel anlaşmazlığı önlemiş oldu.
Doğu sınırlarını böylelikle garanti altına alan Sultan Melikşah, kendi zamanında en geniş hâle getirdiği devletinin fetih hareketlerini yapan askerî teşkilatında yeni düzenlemeler yaptı.
Malazgirt Zaferinden sonra, batıya yönelenSelçuklular; buraların fethi için Kutalmışoğulları, Mansur, Süleyman Şah, Alp-ilig, Tutak gibi kıymetli komutanlar vazifelendirmişlerdi. Ayrıca Artuk Bey ve Tutak Bey gibi Türkmen reislerinin harekâtı da Melikşah tarafından desteklendi.
Selçuklular Anadolu’ya doğru harekete geçtikleri sırada, tam bir keşmekeş içinde bulunan bu ülkenin vaziyeti, fetihleri kolaylaştırdı. Baskı altında bulunan Hıristiyan halk, merkezle irtibatını kesen Bizans derebeylerinin baskısıyla her yönden eziliyordu. Ayrıca paralı askerlerden meydana gelen Frank birliklerinin halka yapmadığı zulüm kalmamıştı. Bizans sarayında dönen entrikalar ve kendini kuvvetli hisseden her komutanın imparatorluğunu îlân etmeye kalkışması, Anadolu’yu dağınık bir hâle getirmişti. Bu durum, Anadolu’nun fethine memur olan Selçuklu komutanlarının işine oldukça kolaylık sağladı.
Böylelikle Selçuklu akıncılarının Anadolu’yu fetih hareketi, Bizans başşehrinin karşısına, yâni Boğaziçi’ne kadar dayandı. Güneybatıda ise Milet’e kadar uzandı. Neticede Anadolu’da hareket hâlinde Bizans askerî gücü kalmadı. Hattâ general Botaniates’in Türkmen askerinin ve Selçukluların himâyesinde Bizans tahtına oturması da Anadolu’da Türk gücünün tamâmen yerleştiğini gösteriyordu. Anadolu’nun fethine memur Süleyman Şâh, İznik’i de ele geçirerek Boğaziçi’ni kontrol altına aldı. Bu fetih, batıda büyük bir heyecan doğurdu. Hattâ Avrupalılar Çin’e elçilik heyeti göndererek, Selçukluların doğudan tazyik edilmesini bile istediler. Ancak bu müracaatları neticesiz kaldı.
1084’te Selçuklu kuvvetleri Fahrüddevle Muhammed bin Cüneyr’in komutasında Diyarbekir bölgesinin fethi için harekete geçtiler. Fahrüddevle yanında Artuk Bey olduğu halde uzun bir muhasaradan sonra 4 Mayıs 1085’te şehre girdiler. Diyarbekir’in düşmesiyle Mervânîler Devleti ortadan kalktı. Ayrıca bölgede bulunan bozuk îtikatlı Karmatîlerin nüfûzuna son verildi.
Musul’un fethine memur edilen Aksungur ve diğer büyük Türkmen emirleri şehre harpsiz girdiler. Fethi müteakip Musul’a gelen Melikşah, büyük bir merâsimle karşılandı. Ancak Belh’te çıkan bir isyanı bastırmak üzere geriye döndü ve liyakatini ispat eden Şerefüddevle’ye Musul emirliğini verdi.
Sultan Alparslan (1063-1072) zamanından beri Suriye ve daha güneylere doğru seferlerine devâm eden meşhur Selçuklu kumandanlarından Atsız, Melikşah zamanında da seferlerine devam etti. Uzun süre muhâsara ettiği Dımeşk (Şam) şehrini Mart 1076’da Selçuklu Devletine kattı. Dımaşk’ın alınmasından sonra, câmilerde okunan Şiî-Fatimî ezânının okunmasını yasaklayarak Cumâ hutbesini Halife El-Muktedi (1075-1094) ve Sultan Melikşah adına okuttu. Daha sonra Selçuklu Devletinin temel politikası olan Şiî-Fâtımî Devletinin ortadan kaldırılmasına uygun olarak, Mısır’a doğru sefere devam etti. Fakat bu hareket Fâtimîlerin şiddetli mukâvemeti sonucu başarısız kaldı. Başarısızlık, Atsız’ın Suriye emirliğinden alınmasına sebep oldu. Emirliğe getirilen Melikşah’ın kardeşi Tâcüddevle Tutuş ile Antakya’ya gelen Süleyman Şahın arasının açılması, burada bir buhranın doğmasına yol açtı. Süleyman Şâh Haleb’e doğru harekete geçmiş ve muhâsara neticesi dış kaleyi ele geçirmişti. Ancak Melikşah’ın yaklaştığı haberi muhasarayı kaldırmasına sebep oldu. Süleyman Şâhın ölmesiyle Tutuş, Haleb’i muhâsara etti. Melikşah’ın meşhur Selçuklu Kumandanları yanında olduğu halde Suriye’ye gelmesiyle çekildi. Melikşah bölgede âsayişi yeniden tesis etti. Akdeniz kıyısına kadar gelen sultan Melikşah, dönüşte hilafet merkezi olan Bağdat’ı ziyâret etti. Halife El-Muktedi tarafından iki kılıç kuşatıldı. Suriye bölgesinde âsâyiş yeniden tesis edildi.
Sultan Alparslan zamanında hâkimiyet altına alınan Kafkasya, Melikşah’ın tahta geçmesinden kısa bir süre sonra karışıklıklara sahne oldu. 1078-79’da Kafkasya Seferine çıkan Sultan Melikşah, bölgeyi tamâmen hâkimiyeti altına aldı. Buradaki Hıristiyan halkın mükellefiyetlerini azaltarak, devlete bağlılıklarını arttırdı. Bölgenin idâresini de Kutbeddin İsmail’e verdi.
Doğuya yaptığı seferlerle de Mâveraünnehr bölgesini Selçuklu topraklarına kattı. Semerkand Hanı Ahmed bin Hizr’in halka zulmetmesi ve devrin âlimlerinin bu durumu düzeltmesini istemeleri, üzerine çıktığı sefer neticesinde Buhara, Semerkand, Kaşgar gibi mühim şehirleri ele geçirdi.
Anadolu’dan Asya içlerine kadar genişleyen Selçuklu Devletinin esas gâyelerinden birisi de Mekke ve Medine şehirlerini alıp burada hutbenin hilâfet makamı adına okunması ve bir Şiî devleti olan Fâtimîlerin yıkılmasıydı. Hicaz bölgesinin alınması ve hutbenin hâlife adına okunması, halledilmesi mühim meselelerden biriydi. Meselenin halli için, emirlerden Tutuş, Aksungur Bozan ve Gevherayin vazifelendirildi. Gevherayin’in kumandasında yola çıkan ve Törsek, Çubuk Yarınkuş gibi emirlerin de içinde bulunduğu muazzam kuvvetler, Hicaz’dan başka Yemen ve Aden’in de Selçuklu Devletine katılmasını tamamladılar.
Sultan Melikşah’ın üzerinde ciddiyetle durduğu meselelerden birisi de Hasan Sabbâh’ın Bâtınî faaliyetleriydi. Hasan Sabbâh, Sultan Alparslan’ın hâcibliğine kadar yükselmiş fakat onun ölümünden sonra Nizamülmülk’le arasının açılması üzerine Mısır’a kaçmıştı. Burada sapık İsmailiye fırkasının yolunu tuttu. Rey’e döndükten sonra kandırdığı câhilleri etrâfına toplayarak eşkiyalığa başladı. Sonradan Doğu İsmailiye Devleti olarak anılacak devletin temellerini attı. İlk olarak Taberistan’da sapık propagandasına başladı. Sünnîlik aleyhindeki çalışmaları, bilhassa Nizâmülmülk tarafından dikkatle tâkip ediliyordu. Taraftarlarıyla, Alamut Kalesini ele geçirmesi ciddî tedbirler alınmasına yol açtı. Üzerine Emir Yoruntaş gönderildi ve yola getirilmesi istendi. Ancak Yoruntaş’ın âni olarak vefâtı Bâtınî propagandasının artmasına yol açtı. İkinci bir harekâtın başladığı sırada Sultan Melikşah’ın vefâtı (1092), seferi yarıda bıraktı.
Melikşah, bir insanın en verimli olabileceği bir yaşta, otuz sekiz yaşında vefât etti. Yirmi senelik saltanatı esnasında devleti Kaşgar’dan Batı Anadolu’ya, Kafkasya’dan Yemen’e kadar genişletti. Bağdat’ta vefât eden Sultan’ın naaşı İsfahan’a nakledilerek kendisi için yaptırdığı medresedeki türbesine defnedildi. Orta boylu, geniş omuzlu ve güzel yüzlüydü. Büyük bir devletin hükümdarı olmasına rağmen yumuşak tabiatlı bir zât idi. Sarayında dâimâ devrin âlimleriyle sohbet ederek onların kıymetli fikirlerini alırdı. Her cins silahı mükemmel kullanır ve iyi ata binerdi.
Sultan Melikşâh’ın sâhip olduğu ünvanlara kendisinden önce hiçbir sultan kavuşamamıştı. Yaptığı fetihlerde hiç mağlub olmadığı için “Ebü’l-feth”; sâhip olduğu ülkelerin genişliğini belirtmek için “Es-Sultânü’l-âzam, Sultânü’l- âlem, Şehinşâh-i âzam”; emrindekilere ve halkına âdil davranışından dolayı “Es-Sultânü’l-âdil” gibi lakabları dâimâ ismiyle beraber söylenmiştir. Nizâmülmülk, onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu:
“Melikşah, Alp-Er-Tunga neslinden olup dindâr, âlimlere hürmet, zâhidlere iyilik, fakirlere şefkat ve halka adâlet gibi dünyada kimsenin hâiz olmadığı yüksek vasıflara sâhip bir cihân hâkimidir.”
Devrinde bütün Selçuklu ülkelerini îmar ettirmiş, halkı refaha kavuşturmuştur. Tertip ettirdiği takvim, Takvim-i Celâlî ismiyle bilinmektedir. Melikşah, yarım milyondan fazla askeri olan bir orduya, mükemmelen idâre edebilecek askerî bir dehâya da sâhipti. Melikşah’ın, veziri Nizâmülmülk ile tesis ettiği, idârî, askerî, toprak sistemi ve teşkilâtı, devrindeki ve sonraki Türk-İslâm devletlerinde de tatbik edildi.
Devlet adamı ve hikâyeci. 1883’te Çorlu’da doğdu ve 1952’de Ankara’da öldü. İlk tahsilini İstanbul Kumkapı Abdullah Efendi Mahalle Mektebinde yaptı. Fevziye Rüştiyesinde ortaokul ve Edirne İdadisinde de lise tahsilini yaptı. Yüksek tahsil için Mekteb-i Mülkiyeye kaydolmuşsa da geçim sıkıntısı sebebiyle bitiremeden Çorlu’ya geri döndü ve çiftçiliğe başladı. 1906’da İttihat ve Terakki Partisine girdi. 1912’de Balkan Savaşları sırasında İstanbul’a gelip yerleşti. İttihat ve Terakki Partisi müfettişi oldu. Bu vesileyle Anadolu ve Rumeli’yi tanıma fırsatı buldu. Hikâyeciliğinde bunun büyük bir rolü oldu.
Esendal, İstanbul’un işgaliyle İtalya’ya kaçtı ve 1921’de Ankara’ya gelerek TBMM’ye girdi. Azerbaycan orta elçiliğinde bulunduktan sonra 1923-1926 yılları arasında Galatasaray ve Kabataş liselerinde târih, coğrafya öğretmenliği yaptı. İran, Afganistan ve Rusya’da elçilik görevlerinde bulunurken Farsça ve Rusça’yı öğrendi. Elazığ ve Bilecik milletvekilliği yaptı. 1941-1945 yılları arasında CHP genel sekreterliğini üstlendi. Parti genel sekreterliğinden ayrıldıktan sonra ölümüne kadar hikâye yazmakla meşgul oldu.
Memduh Şevket Esendal’ın hikâyelerinin en önemli husûsiyeti, iyimserlik havası içinde, gündelik hayâtı yumuşatarak vermeye çalışmasıdır. Karamsarlık ve ümitsizliğe fazla yer vermeden, tanıdığımız insanları ele almaktadır. Kısa cümleli, sâde ve günlük konuşma havası içinde karakter tesbitleri yapmakta, yorumu okuyucuya bırakmaktadır. Sosyal ve siyasî düşüncelerini ve fikirlerini dolaylı yoldan, edebî tasvir ve tahlillere yer vermeden ifâde etmektedir. Bu bakımdan hikayelerinin edebî yönü zayıftır.
Kırk sekiz hikâyesi, 1946’da iki cilt hâlinde basılmış olup, bâzı neşredilmemiş hikâyeleri de Temiz Sevgiler (1965) isimli kitapta toplanmıştır. Ayaşlı ve Kiracılar isimli bir de romanı vardır.
Alm. Mutterbrust, Eufer, Fr. Sein, mamelle, İng. Breast. Yavrusunu emziren ve memeli hayvanlar denen bir grup üstün yapılı yaratıklarda ve insanlarda bulunan organ. Erişkin bir kadında iki meme vardır. Bunlar süt bezleridir. Tam olarak sadece dişilerde gelişir ve yavrunun doğumundan sonra süt salgılamağa başlar. Her memenin üstünde meme başı denen bir kabarıklık vardır. Meme başının etrafı koyuca renkli ve pürtüklü bir hâlde bulunur. Pürtüklük buradaki yağ bezlerinden ileri gelir. Yağ bezleri meme emen yavrunun tükürüğünün yapabileceği irkilmeleri önler. Her meme, 12-20 tane, süt salgılayan hücrelerle döşenmiş dallanan tüplerden meydana gelen bölümlere ayrılmıştır. Her bir bölümün tüpleri birleşip, tek bir kanala salgılarını akıtır ve bu kanal meme ucuna açılır. Bundan ötürü meme ucunda 12-20 ufak delik vardır. Bu tüplerin arasını, kas lifleri, bağ dokusu ve yağ doldurur.
Memenin büyüklüğü, görevinin ölçüsü değildir. Memelerin büyüklüğü ve çalışması beyin tabanında bulunan hipofiz bezi hormonlarının kontrolundadır. Doğumdan sonraki ilk 96 saat içinde süt salgılanmaya başlar. İnsan sütünün salgılanmasının esas mekanizması bilinmemekle beraber, yumurtalıkların, hipofiz bezi, böbrek üstü ve trioit bezlerinin normal çalışması gerekmektedir ve bebeğin süt emmesi, süt salgılanmasında en kuvvetli uyarıcı olduğundan, bebek emdikçe, salgı devam edecektir. İnsan memesi günde ortalama 1,5 lt’ye yakın süt salgılar. Bu süt, bebek için dünyâda mevcut en mükemmel gıdadır. Şâyet miktarı yeterliyse 6 ay, bebeğe başka bir ek gıdâ vermek gerekmez. Anne sütü içerisinde çocuğun hastalıklardan korunmasını sağlayan maddeler (immünglobülinler), vitaminler, mineraller mevcuttur. Sütün hazmı oldukça kolaydır. Çocuk iki yaşına kadar emzirilmelidir. Yapılan araştırmalar, çocuğunu emzirmeyen kadınlarda meme kanserinin, emzirenlere göre çok fazla olduğunu ortaya koymuştur. (Bkz. Anne Sütü)
Meme hastalıkları: Anormallikler: Koltuk altından, karın alt bölgesine kadar uzanan bir çapraz çizgi (süt çizgisi) üzerinde, ikincil memeler meydana gelebilir. Bunların görünümü bozması hâlinde çıkartılmaları uygundur.
Erkeklerde büluğ çağında, kandaki hormonlara karşı memelerde aşırı duyarlık belirebilir ve genellikle çok az ve tek taraflı olan bu meme şişmesi zamanla azalır.
Bâzı hallerde meme başı, yoktur veya çukura göçmüştür ve çocuğun ağzına gelmez ki buna göbekli meme başı denir. Bâzan birden fazla sayıda meme başı bulunabilir ki buna da “polithelia” denir.
Meme kanseri: Sebebi bilinmemekle beraber, bâzı âilelerde daha sık rastlandığı ve çocuğunu emzirmiş kadınlarda seyrek görüldüğü iddia edilir. Kadınlarda sık meydana gelen, erkekte de rastlanabilen bir kanser türüdür ki, erkeklerdeki çok daha kötü gidişlidir.
Memede, ağrılı, ağrısız sert bir kitlenin belirmesi, meme ucundan kanlı veya temiz bir sıvının salgılanması, aynı taraftaki koltuk altı lenf bezlerinin şişmesi, tümörün üstüne isabet eden derinin pürtüklenmesi, meme başının içeri çekilmesi, memelerde asimetrik bir görünümün ortaya çıkması, meme ucunda ekzemaya benzer bir hâlin mevcudiyeti gibi belirtileri olabilir. Bunlardan sadece biri veya birkaçı birarada bulunabilir.
Bâzı nâdir rastlanan, çok çabuk ilerleyen vak’alar dışında, kitle çok yavaş büyür, fakat er geç, tedâvi edilmeyen kanser, lenfatik sistem ve kan dolaşımı yoluyla vücuda, özellikle omurga ve leğen kemiklerine yayılır ve buralarda ortaya çıkan belirtiler başlangıçta, esas hastalığı hatırlatır cinsten değildir.
Tedâvide en mühim faktör, sürattir. Memede herhangi bir kitle veya şüpheli herhangi bir durumda derhal hekime başvurulmalıdır. Tedâvi, hastalığın safhasına bağlıdır. Parça almak sûretiyle kesin teşhis konulunca hekim memeyi çıkartır. Kanser, koltuk altı lenf bezlerine de yayılmışsa ki vak’aların çoğu böyledir. Memeyle birlikte, bu bezler ve meme altı kasları da çıkartılır. Ameliyat sonrası radioterapi ihtimali verilebilir ve hastanın, yıllar boyu, belirli aralıklarla hekimine muayene olup, hastalığın nüksedip etmediğinin araştırılması ve gerekirse yeniden uygun bir tedâvinin tatbikine başlanması gerekebilir. İlk muayenede kanserin uzak yerlere de yayıldığı anlaşılırsa, sâdece meme çıkartılır ve esas tedâvi için radioterapiye başvurulur. Bâzı kanserler, hormon tedâvisine veya yumurtalıkların ve böbreküstü bezlerinin çıkartılmasına cevap verebilir.
Memenin fibroadenom, papillom, lipom gibi iyi huylu tümörleri de vardır ki bunların kesin teşhisi parça almak sûretiyle konulur ve hekimin tavsiyesine uyulur.
Meme iltihabı: Lohusalık devrinin oldukça sık görülen bir hastalığıdır. Çatlak veya içeri çökük meme uçlarıyla ilgilidir. Buradan giren stafilokoklar apseye yol açarlar. Memenin bu kısmı ağrılı ve kızarıktır. Ateş ve huzursuzluk vardır.
Memeler elle sağılarak boşaltılır ve çocuk emzirilmez. Uygun antibiyotikler kullanılır ve gerekirse cerrah tarafından yarılıp, boşaltılır.
Meme kistleri:Genellikle “kronik mastit” denen bir durumla ilgilidir. Burada iltihap bahis konusu olmayıp, hormon dengesizliği ile bir ilişki vardır. Hayâtın üreyebilme devrinde görülür ve menstrüasyon safhalarına göre değişen belirtilerle seyreder. Âdet öncesi artan meme ağrısı ve gerginliği sözkonusudur. Memelerde irili, ufaklı kistler hissedilir. Tedâvi olarak gerekirse, büyük kistler çıkarılabilir.
Memedeki herhangi bir kist veya şişkinlik, cerrahın fikrini almayı gerektirir. Memedeki her kitlenin tehlikeli olmadığı muhakkaksa da kanser durumu olan kistlerin derhal çıkarılması, iyileşme imkânını artırmaktadır.
Alm. Saugetiere (pl), Fr. Mammiferes (pl), İng. Mammalis. Yavrularını vücutlarında meydana gelen sütle besleyerek büyüten sıcakkanlı, omurgalı hayvanlar. Bu sınıfın yeryüzünde beş bin kadar türü vardır. İnsan da bu sınıfta incelenir. Tekdeliklilerden ekidne (karıncayiyen) ve ornitorenk (gagalımemeli) hâriç bütün memeliler yavrularını doğururlar.
Avustralya, Tasmanya ve Yeni Gine’de yaşayan ve uzunluğu 35 cm kadar olan ekidne yumurtlayan bir memelidir. Genelde bir yumurta yumurtlar ve kesesinde taşır. Yavru, kesede süt emerek beslenir. Aynı bölgenin su kenarlarında yaşayan gagalı bir memeli olan ornitorengin vücudu, yumuşak tüylerle kaplı olup, parmakları arasında perde bulunur. İyi yüzer, çukur içine güvercin yumurtası iriliğinde iki yumurta yumurtlayarak kuluçkaya yatar. Memeleri belirsiz olup göğsündeki çukurların içinde bulunurlar. Yavrularını emzirirken sırt üstü yatarlar. Sızan süt, meme çukurlarında birikerek yavrular tarafından emilir.
Memelilerin et ve otla beslenen birçok türü vardır. Koyun, lama, deve gibi geviş getirenler bulunduğu gibi kanguru da yavrusunu kesesinde taşır. Karada, suda ve havada yaşayan arı büyüklüğündeki mini bir yarasadan 150 ton ağırlığında, 45 m boyunda olan balinaya kadar değişik büyüklükte çeşitleri vardır. Ekstremiteleri (kol ve bacakları) yaşama ortamlarına uygun yaratılıştadır. Yarasada ön ayaklar kanat; balina ve yunuslarda yüzgeç halinde; karada yaşayanlarda ise kazmaya, tırmanmaya, koşmaya, parçalamaya uygun biçimdedir. Vücutları kıllarla örtülüdür. Suda yaşayanlarında kıllar çoğunlukla kaybolmuştur.
Bütün memelilerin yürekleri dört gözlüdür. Akciğer solunumu yaparlar. Göğüs ve karın boşlukları diyafram denen bir zarla ikiye ayrılır. Kaslar ve diyafram yardımıyla ciğerlere hava emilir ve atılır. Bu nefes alış verişleri, kısmen irâde dışı olan kas hareketleriyle sağlanır. Ciğerlere hava alındığında göğüs kafesi genişler, verildiğinde ise küçülür. Balinalarda ciğerlere alınan havanın, okyanus derinliklerinde suya kaçmasını önleyen mükemmel bir kas-vana sistemi vardır.
Gaz alış-verişi, solunum organlarıyla kan arasında osmoz kuralına göre olur. Alyuvar kan hücreleri sâhip oldukları hemoglobin maddeleriyle oksijen ve karbondioksit taşırlar ve kana kırmızı rengini verirler. Oksijen taşıyan kan temiz, karbondioksit taşıyan kirli kan adını alır. Büyük ve küçük dolaşım birbirinden net ayrılmış olup, yüreğin sol kısmında temiz, sağ kısmında kirli kan bulunur. Memelilerde duyu organları gelişmiştir. Kulakları diğer hayvanlardan farklı olarak çekiç, örs ve özengi kemik sistemine sâhiptir. İç kulak salyangozu, türden türe hassas özellik gösterir. Yarasalarda kulak o kadar hassastır ki 200.000 frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Ağızları açık uçarlar ve kanat çırparken insan kulağının duyamayacağı derecede yüksek frekanslı sesler çıkarırlar. Bu ultrasonik titreşimler bir cisme çarpınca hemen yarasaya yansıtılır. Yarasa buna göre cisimlerin şekil ve uzaklıklarını hareketli veya sabit olduklarını tespit eder. İşitme organının bu özelliği sebebiyle yönünü rahatça bulur.
Memelilerin iskeletleri tamâmen kemikleşmiştir. Omur sayısı memeli cinsine göre değişir. Kafatası, beyni korumaya yarar. Çene kemikleri dişleri tutar. Memelilerde diş sayısı nâdiren 44’ü geçer. Bir istisna olarak bâzı yunus balıklarında diş sayısı 246’yı bulur.
Memelilere binlerce metre su altında ve binlerce metre yukarlarda, dağ tepelerinde ve çöllerde, ormanlarda, kutuplarda rastlamak mümkündür. Çoğu kısa mesâfelerde de olsa yüzebilirler. Balina, tamâmen suya bağlı olarak yaşar. Uçabilen memeli hayvan yarasadır. Maymunlar ağaçlarda ayak ve kuyruklarını kullanarak, dallar arasında akrobatik hareketlerle hızla yer değiştirebilirler. Sincap ve kunduzlar gibi kışlık yiyecek depo edenleri de vardır. Kış uykusuna yatanlarına da rastlanır.
Memeliler, sıcakkanlı olduklarından iklim ve çevre şartları ne olursa olsun vücut sıcaklıklarını sâbit tutan kontrol mekanizmasına sâhiptirler. Vücutlarındaki yağ tabakası ve kıllarla vücut ısısını muhâfaza ederler. Derileri bezce zengindir. Balina ve deniz ineği hâriç bütün memelilerde ter bezleri bulunur. Sıcak havalarda ter bezleriyle serinlerler. Birbirleriyle ses, koku ve hareketleriyle anlaşırlar. Çıkardıkları seslerle veya ayaklarını toprağa vurmakla, kulaklarını diklemekle, kuyruklarını sallamakla işâretleşirler. Genellikle ömürleri kısadır. Yarasalar 17, şempanzeler 40, ayılar 34, aslanlar 30, bizonlar 22, atlar 40-60, dağ keçileri 25, filler 150- 200, geyikler 40-50, kediler 22, köpekler 15, koyunlar 12-15, kokarcalar 6-8, eşekler 60-106, katırlar 45, kurtlar 20 yıl kadar yaşarlar. Bugün insanoğlunun kontrolsüz bir şekilde tabiatın dengesini bozmasıyla hayatları tehlikeye düşmüştür.
Çoğalmaları: Memeli hayvanların hemen hepsinde, yavru, doğduktan sonra bir müddet annesine bağımlı olarak yaşar. Gözler umumiyetle kapalı ve yardıma muhtaç olarak doğar. Memelilerde doğum yapma yaşı, hâmilelik süresi, doğum yapma periyodu değişiktir. Meselâ, fâre doğduktan 21 gün sonra doğum yapabilecek olgunluğa erişir ve 15 gün hamilelikten sonra doğum yapabilir. Fareler senede 17 defâ doğurabilir. Her doğumda ortalama yedi yavru meydana getirebilir. Balina üç senede, fil ise 30 senede doğum yapabilecek olgunluğa erişir. Filde hâmilelik süresi 641 gündür.
Bu süreler yarasalarda 50, şempanzelerde 216-261, kutup ayılarında 210-250, aslanda 105-113, geyiklerde 210 ve zebrada 365 gündür.