MAYALAR
Meksika ve Orta Amerika bölgelerinde yaşamış olan ve ileri bir medeniyet ortaya çıkaran eski bir millet. İspanyollar Amerika’ya geldiklerinde Maya halkı, Meksika’daki Chiapas ve Tucatan bölgelerinde Guatemala, Honduras ve El Salvador’un bir kısmında yaşıyorlardı. Kendilerine has dilleri mevcuttu. Yazıyı, sıfırı da içine alan bir sayı sistemini ve astronomiye dayanan takvimi kullanıyorlardı. Dikkat çekici eserler inşâ etmişlerdi.
Maya halkının târihi M.Ö. 1000 yılına kadar uzanır. Uygarlığın en parlak dönemi M.S. 250 ile 900 seneleri arasındadır. Bu dönemde Mayalar nüfusları 5-20 bin arasında değişen 40’tan fazla yerleşim merkezi kurmuşlardı. Tikal, Uaxactün, Copàn, Bonampak, Palenque ve Rio Bec bu şehirlerin en büyükleri idi. 900 senesinden sonra Klasik Maya Medeniyeti, bilinmeyen bir sebepten dolayı hızla çöktü. Boşalan şehirler ve tören merkezleri ormanlarla kaplandı. Buna karşılık klasik dönem sonrası dönemde (900-1519) Chichen Hza ve Mayapàn gibi Yucatàn Yarımadasının dağlık bölgelerindeki şehirler gelişmelerini sürdürdüler. 1546’da İspanyollar Yucatan Yarımadası ve Guatemala’yı işgal ettiler. Maya medeniyetini tahrip edip bölgede pekçok katliam yaptılar. Şehirleri yağmalayarak, meşhur Maya eserleri zenginliklerini Avrupa’ya taşıdılar. Ancak Guatemala’nın bir kısmında, bir grup Maya halkı bağımsızlıklarını 150 yıl korudular.
Günümüzde Guatemala ve Yucatan’da yaşayan halkın çoğunluğu Maya’dır (Guatemala halkının yaklaşık % 65’i Maya’dır). Bunlar 15 Maya lisanından birini konuşurlar. Yucatan’daki Merida şehrinin halkı İspanyolca ve Maya lisanı veya Yucatan lisanı konuşur. Guatemala’nın uzak bölgelerinde bâtıl inançlar başta olmak üzere pekçok eski kültür devâm etmektedir.
Deride sulanma, kaşınma, kabuklanmayla kendini gösteren müzmin bir ekzema türü. (Bkz. Ekzema)
MAYDANOZ (Petroselinum sativum)
Alm. Petersilie (f), Fr. Persil (m), İng. Parsley. Familyası: Maydanozgiller (Umbelliferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Bütün yurtta, bahçelerde yetiştirilir.
Ağustos-eylül ayları arasında, beyaz renkli çiçekler açan, kazık köklü, 30-100 cm boylarında, iki yıllık otsu bir bitki. İlk yıl bir yaprak rozeti, ikinci yıl ise bir gövde meydana getirir. Rutubetli ve sulak toprakları sever. Gövdeleri dik, tüysüz, köşeli, içi boş ve çok dallı, yaprakları saplı, parçalı ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler şemsiye şeklinde toplanmıştır. Yaprakları tüysüz, yeşilimsi, esmer renkli, armut şeklinde ve özel kokuludur.
Tohum ile yetiştirilir. Yetiştirilmesine sonbahar veya kış sonunda başlanır. Serpme veya çizgi usûlü ile metrekareye 2-5 gr tohum atılır. Çimlenmesi zor olduğundan, tohumun bir gün su içinde bırakılıp şişirilmesi iyi olur. Kumla karıştırılıp ekilir. Sık sık sulama ve ot alma yapılmalıdır. Mahsülü toplarken iyice dipten biçmemelidir.
Kullanıldığı yerler: Kökü ve yaprakları kullanılır. Yapraklarda uçucu yağ ve glikozit, köklerinde ise uçucu yağ, şeker, müsilaj ve glikozit vardır. Yapraklar vitamin (A,C,K) bakımından zengindir. Yapraklar idrar söktürücü, mîdevî ve tansiyon yükseltici olarak kullanılır. Kök de aynı özelliklere sâhiptir. Yaprakları yemeklere lezzet verici olarak da kullanılır. Tâze yapraklar, papağan ve diğer kuşlar için tehlikelidir.
Alm. Mıne (f), Fr. Mıne (f), İng. Mıne. Çeşitli metodlarla toprak altına, üstüne veya su içine yerleştirilen veya atılan, harp araçlarını ve tankları tahrip etmek, personeli öldürmek maksadıyla îmâl edilmiş, genellikle bir kap içine yerleştirilmiş şiddetli patlayıcı madde. Günümüzün savaşlarında gerek taarruz ve gerekse savunma harekâtında, engellerin, özellikle mayınların kullanılması son derece önem kazanmıştır. Kara mayınları, düşmanın ilerlemesini geciktirmek veya tahdîd etmek için yapılmıştır. Bir mayının asıl görevi başarıya yardım etmek olup, zâyiât verdirici tesiri ikinci derecede kalır.
Târihî gelişmesi: İlk kara mayınları, Birinci Dünyâ Savaşında, Almanlar tarafından top mermilerinin toprak altına gömülmesi sûretiyle, İngiliz tanklarına karşı kullanıldı. Mayınların esas gelişimi, İkinci Dünyâ Harbi sırasındadır. Düşman silâhlı kuvvetlerini durdurmak, geciktirmek veya tâciz etmek için ilk mayın tarlaları döşendi. Tank zâyiâtının % 20’si mayınlar sebebiyle oldu. Amerika, Rusya, İngiltere, Almanya gibi devletler, daha mükemmel mayın îmâl etme husûsunda birbirleriyle yarıştılar. Bunun sonucunda, ağır ve hafif tanklara veya insanlara karşı kullanılabilen çeşitli basınçlara göre infilak edebilen mayınlar îmâl edildi. 1991 yılındaki Körfez Savaşında Irak, müttefiklere karşı Kuveyt-Suûdi Arabistan sınırına milyonlarca mayın döşedi.
Kara mayınları:
Kara mayınları hakîki mayınlar, sahte mayınlar, tâlim ve eğitim mayınları olmak üzere üç tiptir.
1. Hakîkî mayınlar:
Hakîki mayınlar kullanılma maksatlarına göre ikiye ayrılırlar: a) Antipersonel mayınlar: Düşman personeline karşı kullanılan antipersonel mayınlar, basınç veya basınçtan kurtulma sûretiyle veya bir tökezleme telinin gergiden kurtulması sûretiyle faaliyete geçmek üzere düzenlenmiş bir fünye ile teçhiz edilmiş, mâdenî veya mâdenî olmayan bir kab içindeki az şiddetli patlayıcı maddeden ibârettir. Antipersonel mayınları genel olarak havada patlayan ve infilak tesirli olmak üzere iki tiptedir.
b) Antitank mayınları: Düşman tanklarını veya diğer araçları hareketten alıkoymak veya tahrip etmek için kullanılan antitank mayınları ekseriya zemin yüzeyi üzerine veya yüzeyin pek az altına yerleştirilir. Umûmiyetle, antitank mayınlarını faaliyete geçirmek için 135 ilâ 180 kg bir basınca ihtiyâç vardır. Antitank mayınları genel olarak ağır ve hafif olmak üzere iki tiptir.
Hakîkî mayınlar başlatma hareketine göre de üç tipe ayrılırlar:
a) Kontrollu mayınlar: Hedef mayın üzerine veya yakınına geldiği zaman bir gözetleyici tarafından ateşlenen mayınlardır.
b) Hassas mayınlar: Manyetik dalgalar, titreşim veya ses dalgalarıyla patlayan mayınlardır.
c) Yapma mayınlar: Sahrâda îmâl edilen mayınlardır. İstenilen miktarda patlayıcı maddeyle doldurulan ve uygun bir fünye ile teçhiz edilen herhangi bir kap mayın olabilir.
2. Sahte mayınlar: Hakîkî mayınları taklit etmek için hurda malzeme veya mayın döşenmiş hissini verecek şekilde biraz bozulmuş arâziden ibârettir.
3. Tâlim ve eğitim mayınları: Hakîkî mayınlarla aynı ölçü ve ağırlıkta olan, fakat küçük bir duman maddesi ihtivâ eden ve şiddetli patlayıcı madde yerine kara barut veya işâret fişeği terkibi gürültü çıkaran imhâ hakkından ibâret olanlar tâlim mayınlarıdır. Hakîkî mayınların, boş veya kum gibi malzemeyle dolu olanlarına eğitim mayını denir.
Mayın tarlası: Mayınların kullanılmasında âzami fayda sağlamak için belirli bir anahtara göre veya bir noktaya bağlı kalmaksızın gelişigüzel mayınları ihtivâ eden arâzi parçasına “mayın tarlası” denir. Mayın tarlaları kullanılma maksatlarına göre; koruyucu, savunma, engel, tâciz ve sahte mayın tarlaları olarak isimlendirilebilirler.
1. Koruyucu mayın tarlası: Bir birliğin mahallî ve yakın korunmasına yardım etmek için kullanılır.
2. Savunma mayın tarlaları: Bölük, Tabur ve Alay büyüklüğündeki birlikler tarafından işgâl edilen mevzilerin arasından düşmanın sızmasını önlemek ve savunma mevzilerini kuvvetlendirmek için tümen plânlarına uygun olarak döşenen bir mayın tarlasıdır.
3. Engel mayın tarlaları: Düşmanın muayyen bölgelerde bilhassa yanlara yaptığı taarruz tertiplerini engellemek ve düşmanın yaklaşmasını arzu edilen bölgelere yöneltmek için döşenir.
4. Tâciz mayın tarlaları: Düşmanı geciktirmek ve tertibini bozmak ve bir bölge veya yoldan istifâdei etmesine mâni olmak için döşenir.
5. Sahte mayın tarlaları: Düşmanı aldatmak maksadıyla mayın tarlasına benzetilmek üzere kullanılan bir arâzi parçasıdır.
Mayın kuşağı: Birbirinden 6 metre adım/mesâfeyle aynı anda döşenen birbirine paralel iki mayın demeti sırasıdır.
Deniz mayınları: Gemileri tahrip etmek maksadıyla îmâl edilen ve su altına yerleştirilen mayınlara “deniz mayını” veya “torpili” denir. Deniz mayınları ilk olarak 1777 yılında Amerika’da kullanıldı. David Bushnell adında bir Amerikalı, İngiltere’ye âit “Cerebus” adlı gemiyi batırmak gâyesiyle içi barutla dolu bir kutuyu geminin yakınına doğru atmış, ancak akıntıya kapılarak sürüklenen kutu, bir dost gemiyi batırmıştı. 1853 yılında Kırım Savaşında Ruslar da deniz mayınlarını kullandılar. Birinci Dünyâ Harbi sırasında İngilizler, Çanakkale’de, Otranto Boğazında, Kuzey Denizinde yüzbinlerce mayın döktü. Bu harpte mayınların tahribi yüzünden batan gemi sayısı 600’ü buldu. Yine İkinci Dünyâ Savaşında Almanlar, manyetik mayını îmâl ettiler. Bu tip mayınlardan aynı savaşta Almanlar tarafından 230.000, İngilizler tarafından 255.000 adet döküldü. İkinci Dünyâ Savaşında denize dökülüp infilak etmeyenler, akıntıya kapılıp deniz sathına yayılmış ve harpten sonra ticâret gemileri için büyük tehlike teşkil etmiştir. 1991 Körfez Savaşında da Irak, Basra Körfezine çok miktarda mayın döktü.
Mayın avlama: Sonarla, optik sistemlerle veya manyetik dedektörle mayınların tesbiti ve imhâsı etkisiz hâle getirilmesi, toplanması veya başka bir sâhaya nakledilmesi maksadıyla icrâ edilen Mayın Karşı Tedbirleri (MKT) harekâtıdır. Mayın dökme: Düşmana hasar vermek, düşmanın deniz harekâtını engellemek veya tehdit amacıyla mayınların, mayın döküş vâsıtaları ile belirli bir deniz sâhasına bırakılmasıdır. Su üstü mayın dökücü gemilerin görevi, dost veya düşman bandrolu altındaki sularda önceden tâyin edilmiş mevkılere mayınları dökmektir.
Mayın karşı tedbirleri: Düşmanın mayın döküş harekâtına mâni olmak veya dökülmüş mayınların etkisini ortadan kaldırmak, bu sâyede nakliyatı desteklemek ve harp gayretine katkıda bulunmak için denizleri kullanmak ve limanlara giriş çıkışı sağlamak maksadıyla alınan taarruzî ve savunma tedbirleridir. MKT, görevleri dost mayınları temizlemekle alâkalı faaliyetleri de kapsamaktadır.
Mayın tarama: denizdeki mayınların gemiler, helikopterler ve diğer araçlara monte edilmiş özel donanımlar kullanılarak fizikî olarak tesbit ve mekanik usûllerle veya etkili sâhalar meydana getirilerek imhâ edilmesi ameliyesidir. Mayını arayıp bulmak ve tesirsiz hâle getirmek maksadıyla yapılmış gemilere mayın arama tarama gemileri denir.
Arama tarama gemilerinin tipleri: Filo mayın dökücü, kıyı mayın dökücü, kontrollu mayın dökücü, mayın karşı tedbirler gemisi, filo mayın tarayıcısı, okyanus tipi mayın tarayıcısı, sığ su mayın tarayıcısı, mayın tarama botu, özel mayın tarayıcısı, kıyı mayın tarayıcı. 1991 yılındaki Körfez Savaşında mütefikler Körfezdeki mayınları temizlemek için çok miktarda mayın tarama gemisi görevlendirdiler.
(Bkz. Efemerid)
MAYISBÖCEĞİ (Melolontha vulgaris)
Alm. Maikafer (m.), Fr. Hanneton (m), mélolenthe, İng. May bug, cockchafer. Familyası:Mayısböceğigiller (Melolonthidae). Yaşadığı yerler: Orta iklim kuşağının bitkisel bölgelerinde. Ömrü: Larvalar 3-5 yıl, erginler bir ay kadar yaşar. Özellikleri: Erişkinler ekin ve ağaç yapraklarıyla, larvalar bitki kökleriyle beslenir. Bitkilere büyük zarar verirler. Ömrü: Erginleri bir ay kadar yaşar. Çeşitleri: Gül mayısböceği, orman mayısböceği meşhurlarıdır.
Kınkanatlılar takımının, Mayısböceğigiller familyasından, kurtçuğuyla birlikte bitkilere ziyan veren bir böcek, 20-25 mm uzunlukta, kahverenkli, sert elitralı (kın biçimli kanat örtülü) ve antenlerinin ucu yaprak biçiminde, ağır uçuşlu güzel bir böcektir. En iyi tanınan zararlılardandır. Orta iklim kuşağında yaşarlar. Pekçok çeşitleri olan mayısböceklerinin, yeryüzündeki ömrü ancak bir ay kadardır. Umûmiyetle mayıs ayında topraktan çıkan mayısböcekleri, ekili alanlarda ve ormanlarda bitkiler üzerinde yerleşirler. Gündüzleri yapraklar üzerinde uyuşuk durur, çeneleriyle ses çıkarırlar. Gün batımında beslenmek için bitkileri yiyerek tahrip ederler. Bu bakımdan zararlı olurlar.
Yaklaşık bir aylık toprak üstü hayatlarının sonuna doğru çiftleşen dişi mayısböceği, toprakta ayaklarıyla bir kaç cm kazdığı oyuğa geri geri girerek yumurtlar. Yumurtaları 15-20 adetlik bir veya birkaç kümedir. Ergin mayısböceği yumurtadan sonra ölür. Yumurtadan, yaklaşık bir ay sonra larvalar çıkar. Temmuzda çıkan larvalar, 3-5 sene toprak altında yaşar. Bu zamanda beslenmeleri, toprak altındaki bitki kökleriyle olur. Toprak altındayken de toprak üstündeyken de bitkiler için zararlıdır.
Alm. Dietrich (m), Fr. Passepartout (m), crochet (m); rossignol (m), İng. Picklock. Her cins kilidi açmaya yarayan mâdenî âlet. Buna “çit” adı da verilir. Maymuncukların uçları kıvrık olduğu gibi eğik olanları da vardır.
Yelkenle hareket eden gemilerin, yelken direklerinin çevresinde de bu demir âletleri bulunur. Gemilerde “Küpeşte” denilen güverte parmaklıklarının iç tarafında bulunan halatlar da maymuncuklarla bağlanır.
Alm. Primaten (Affen), Fr. Primates, Singes, İng. Primates, monkeys. Memeli hayvanların bir takımına verilen genel ad (Primates). Babuin gibi yerde yaşayan bir kaç türün dışında, hepsi ağaçlarda yaşar. Çok çevik ve zeki hayvanlardır.
Ekvator’un 40° kuzey ve 40° güney enlemleri arasında raslanırlar. Avrupa’da yalnız Cebelitarık kıyılarında bulunurlar. Bunların da Afrika’dan geldikleri sanılmaktadır. İki grupta incelenirler: Asya ve Afrika’daki Eski Dünyâ maymunları ve Orta ve Güney Amerika’daki Yeni Dünyâ maymunları. Yeni Dünyâ maymunlarına, güney Amerika’nın sulak ormanlarında bol rastlanır. Kuyruklarını, sarılma, kavrama, sallanma, tırmanma ve yiyecek toplamada üçüncü bir el gibi kullanırlar. Düşen yavrularını kurtarmada ve bir ağaçtan diğerine geçmede kuyruklarından mahâretle istifâde ederler. Bunun için bir ağacı elleriyle kavrarken diğerini de ayakları ve kuyruğuyla kavrayarak bir köprü kurarlar. Yavrular da buradan koşarak geçerler. Bâzı türlerin kuyruk uzunluğu boylarından fazladır. İki beyin yarı küresinden biri kuyruğu ötekisi de diğer vücut olaylarını yönetir.
Eski Dünyâ maymunları hafif ve ufak bedenlidir. Beyinleri daha büyük ve karmaşık olduğundan Yeni Dünyâ maymunlarından üstündür. Çok az kuyrukları vardır. Kuyruklarının sarılma ve kavrama özellikleri yoktur. Fakat kuyrukları dengelerini sağlamada, duruş vaziyetlerinde ve hattâ haberleşmede rol oynar. Maymunun kuyruğunu tutuş vaziyeti, onun sosyal ve hissî durumunu belirtir. Maymunların ayak, taban ve yüzlerinin dışında vücutları tüylüdür. Kaba etleri kılsız olanlar da vardır. Kılsız yerleri kırmızımsı veya mavi renktedir. Büyüklükleri çok değişiktir. Boyları 12-13 cm olan makilerle sâhibinin cebine veya bir bardağa rahatça sığabilen minik marmosetten 300 kg ağırlığı olan gorile kadar farklı birçok türü vardır.
Koku alma duyuları çok zayıf olmasına rağmen, görme ve işitmeleri güçlüdür. Çoğunlukla gündüz faaldirler. Hepsi otçul memelidir. Ağaç filizleri, yaprak, çiçek, tohum ve meyveler başlıca yiyecekleridir. Bunun yanında böcek, yumurta ve leş yiyenleri de vardır. Çoğu gruplar hâlinde tecrübeli bir erkeğin başkanlığında yaşar. Birkaç dişi ve yavrulardan meydana gelen tek erkekli gruplar da vardır. Hamilelik devreleri türlerde farklıdır.
Doğu Brezilya’da yaşayan kuyruğu beyaz halkalı kuisiti (veya ipek maymuncuk)nin gebelik süresi 3,5 aydır. Dişiler yavrularını göğüslerinde veya sırtlarında taşır. Aşırı derecede sevgi gösterirler. Tehlike karşısında erkek sürüyü kahramanca savunur. Maymunların vücutları tırmanmaya, sıçramaya, el ve ayakları da kavramaya uygundur. El ve ayaklar beş parmaklıdır. Baş parmak diğer parmakların karşısına geldiğinden, cisimleri mengene gibi rahatça kavrarlar. Kanca tırnaklı birkaç türün dışında çoğunun el parmakları yassı tırnaklıdır. Colobes ve Atales gibi cinslerde baş parmak bulunmaz. Yiyeceklerini ağızlarına götürmek için ellerini kullanırlar. Ellerini kullanmakta çok mâhirdirler. Bir kısmı küçük yiyeceklerin tohumlarını çıkarmak için baş ve işâret parmaklarını rahatça kullanırlar.
Goriller, babuinler, orangutanlar bâzan silâh olarak taş ve sopa atarlar. Fındık kırmak için taş kullanırlar. Bunlardan şempanzelerde âlet kullanmakta oldukça başarılıdır. Kopardıkları ince dal parçalarını yapraklarından temizledikten sonra, termit yuvalarına sokup çıkarmak sûretiyle, üzerlerine tırmanmış olan beyaz karıncaları yerler. Arı kovanlarına da çubuk batırarak bal çekerler. Daha büyük değneklerle karınca yuvalarını dağıtırlar. Yuvalarını işgal eden böcekleri, ağaç dallarıyla kovalarlar. Ağızlarında çiğnedikleri yapraklarla ağaç deliklerini kapatarak içecek su birikmesini beklerler.
Yeni Dünyâ maymunları hâriç, Eski Dünyâ maymunlarının çoğunun yanakları kese gibi olup, yiyecekleri buraya depo ederler. Sonradan parçalayarak yerler. Eski Dünyâ maymunlarında 32, Yeni Dünyâ maymunlarında 36 diş bulunur. Hür maymunlar çok hareketli olmasına rağmen bir yere kapatıldıklarında uyuşuk ve bezgin bir mizaç alırlar. En iyi şartlarda yaklaşık 30-40 yıl yaşarlar.
Maymunlar oldukça meraklı hayvanlardır. Yüksekte bulunan bir yiyeceğe ulaşmak için birkaç eşyâyı üst üste koymayı akıl edebilirler. Bununla berâber insanlara hizmet edebilecek derecede eğitilememektedirler. Maymunlar, küçükken, sevimli, şakrak, zeki ve itaatli olurlar. Fakat yaşları arttıkça huyları haşinleşir. Hattâ bâzısı insanlara saldırır. Gençken zeki olduklarından bu devrede terbiye edilebilirler. Yaşlandıkça huysuzlukları artar ve zekâları azalır. İnsanlarda ise durum tersinedir. Maymunlarda zekadan çok taklit içgüdüsü gelişmiştir. Kulak memeleri bulunmaz. İnsanın vücut hücrelerinde 46 kromozom bulunmasına rağmen maymun türlerinde farklılıklar görülür. Rhesus maymununda 42, goril ve şenpanzelerde 48 kromozom vardır.
Alm. Reduktionsteilung (f), Fr. Méiose (f), İng. Meiosis. Eşeyli üreyen türlerde görülen bir indirgenme bölünmesi. Diploid (2n) hücrelerden, haploid (n) hücrelerin meydana gelmesi olayıdır. Redüksiyon veya meios bölünme de denir. Türlerde kromozom sayısını sâbit tutmak için, eşey hücrelerinde kromozom sayısını yarıya indirgeyen bir bölünme şeklidir. Sonucunda haploid kromozom ihtivâ eden gamet hücreleri meydana gelir.
Erkeği ve dişisi olan canlılarda diploid hücreli yavruların meydana gelebilmesi için mayoz bölünme şarttır. Yalnız eşey hücrelerinde görülür. Bir hücrede mayoz bölünme bir defâ olabilir. Mayoz sâyesinde türlerde kromozom sayısı nesiller boyunca sâbit tutulur. İnsanın vücut hücrelerinde diploid sayıda 2n= 46 kromozom vardır. Fakat üreme hücrelerinde (gametlerde) meios sonucu bu sayı yarıya indirgendiğinden haploid (monoploid) sayıda n= 23 kromozom bulunur. Sperm ve yumurta hücreleri birleşerek zigotu (döllenmiş yumurta) oluşturunca tekrar 2n= 46 kromozom sayısı ortaya çıkar. Eğer üreme hücrelerinde meios bölünme olmasaydı türlerin her dölünde kromozom sayısı artardı.
Mayoz, Mayoz I ve Mayoz II olmak üzere birbirini tâkip eden iki bölünme safhasıyla gerçekleşir. Birincisinde kromozomlar yarıya indirgenerek n kromozom sayılı iki hücre oluşur. İkincisinde kromozom sayıları değişmez, normal bir mitoz olarak cereyan eder. Sonuçta bu iki hücreden kendileri gibi n kromozomlu dört hücre meydana gelir.
Birinci bölünmenin safhaları: Profaz I, Metafaz I,. Anafaz I, Telofaz I; İkinci bölünmenin safhaları: Profaz II, Metafaz II, Anafaz II, Telofaz II olarak incelenir.
Profaz-I: Mitozun profazındaki bütün olaylar görülür ve ondan daha uzun sürelidir. Ayrıca bu safhada:
1. Homolog kromozomlar yanyana gelerek çiftler oluştururlar.
2. Kromozom çiftlerinin kromatitleri “tetrat” denen dörderli gruplar oluştururlar.
3. Homolog kromozom çiftleri birbirine sarılır. Buna “sinapsis” denir.
4. Sinapsis sırasında homolog kromozomlar birbirlerine değdikleri kısımlarda parça değiş tokuşu yaparlar. Buna “crossing-over” adı verilir. Crossing-over kardeş olmayan kromatitler arasında gerçekleşir. Bu olay kromozomlarda gen değişimine sebep olduğundan canlılar arasında kalıtsal çeşitliliğe sebep olur.
Crossing-overde çift veya daha fazla bağlantı köprüleri oluşabilir. Birbirine yakın genlerin ayrılma ihtimâli azdır. Uzak olan genlerin ise ayrılma ihtimâli fazladır. Crossing-over ihtimâli gen yakınlığı ile ters orantılıdır.
Metafaz I: Homolog kromozomlar ekvator düzleminde karşılıklı sıralanır. Çift kromatitli bu kromozomlar sentromerlerinden iğ ipliklerine tutunur.
Anafaz I: Homolog kromozomlar kromatitleriyle berâber iğ iplikleriyle zıt kutuplara çekilirler.
Telofaz I: Kutuplara çekilen kromozomların etrâfında çekirdek zarı oluşur. Sitoplazma boğumlanarak ikiye ayrılır. Kromozom sayısı yarıya indirgenmiş haploid (n kromozomlu) iki hücre meydana gelir. Bu hücrelerin kromozomları çift kromatitlidir.
Kısa bir dinlenmeden (interfaz) sonra mayozun ikinci bölünmesi başlar. Bu mitoz şeklinde cereyan eder. Ancak profaz II de kromozomların kendilerini eşlemesine lüzum yoktur. Çünkü bu olay mayoz I’de gerçekleştirilmiştir. Telofaz II’nin sonunda n kromozom sayılı dört eşey hücresi meydana gelir. Mayoz sonucu yumurta ana hücresinden oluşan 4 hücreden küçük olan 3 tânesi (kutup hücreleri) eriyerek kaybolur. Kalan dördüncü büyük hücre gelişerek yumurtayı meydana getirir. Erkekte ise sperma ana hücresinden mayoz sonucu döllenme olayına hazır 4 aktif sperma oluşur. Testislerde mayozla gametlerin (eşey hücreleri) oluşumuna “spermatogenez”, ovaryumlarda ise “oogenez” denir.
Mitozla Mayoz Arasındaki Mukâyese
Mitoz:
1. Tüm hücrelerde görülür.
2. Mitozda bir bölünme olur.
3. Ana hücre kadar kromozom sayısına sâhip (2n- diploid) iki oğul hücre meydana gelir.
4. Mitozda, sinapsis, tetrat ve crossing-over yoktur.
5. Metafazda eş kromozomlar (kromatitler) ekvator düzleminde karşılıklı dizilir ve iğ ipliklerine tutunur.
6. Anafazda eş kromozomlar kutuplara çekilir.
7. Mitozda oluşan oğul hücrelerin kalıtımı aynıdır.
8. Hücre, ömründe birkaç defa mitoza uğrayabilir.
Mayoz:
1. Yalnız eşey hücrelerinde görülür.
2. Mayozda iki bölünme birbirini tâkip eder.
3. Ana hücrenin yarı kromozom sayısına sâhip (n- haploid) dört oğul hücre oluşur.
4. Profaz I de sinapsis, tetrat ve crossing-over görülür.
5. Metafaz I de homolog kromozomlar karşılıklı dizilir ve iğ ipliklerine tutunur.
6. Anafaz I de homolog kromozomlar kutuplara çekilir.
7. Mayozda crossing-over sâyesinde farklı kalıtıma sâhip oğul hücreler oluşur.
8. Eşey ana hücresi bir defâ mayoza uğrar.
Elektromagnetizma teorisini geliştiren İskoçyalı fizikçi. 13 Haziran 1831’de İskoçya’nın Edinburg şehrinde doğdu. 1841-47 arasında Edinburg Akademisinde öğrenime başladı. İlk ilmî makâlesi henüz 14 yaşındayken yayınlandı. Makale çiviler ve iplik aracılığı ile çizilebilen oval eğriler hakkında idi. 1847’de Edinburg Üniversitesine giren Maxwell, 1850’de Cambridge Üniversitesine geçti ve bu üniversitenin Trinity Collage bölümünden Matematik dalında sınıf ikincisi olarak mezun oldu. Cambridge’de okurken yayınladığı bir makâlede esneklik teorisinin aksiyomatik temellerini attı. Geometrik optik alanındaki bir makâlesi ile de ileride balık gözü merceğin bulunmasına yol açacak ilkeleri ortaya koydu.
Maxwell, 1855’de Trinity Collage’da öğretim üyesi oldu. Babasının sağlığının bozulması üzerine İskoçya’ya döndü. Ertesi sene Aberdeen’deki Marischal Collage’de tabiat felsefesi profesörü oldu 1860. Kadrosuzluk yüzünden bu okuldan ayrılan Maxwell, Londra’daki Kings Collage’da tabiat felsefesi profesörlüğünü kabul ederek İngiltere’ye gitti. Bu okuldayken elektromanyetizma konusunda iki önemli makâle yayınladı. 1861’de Royal Society’nin üyeliğine seçildi. İlmî çalışmalarına daha fazla vakit ayırmak için 1865’de Kings Collage’daki vazifesinden ayrılarak İskoçya’daki mâlikânesine yerleşti. Altı yıllık bir çalışma neticesinde elektromanyetizma teorisi üzerindeki meşhur eserini hazırladı. 1873’te yayınlanan bu eserinde, o güne kadar bulunmuş olan elektrik ve manyetizma konularını sistemli bir bütünlük içinde matematikî bir yapıya kavuşturdu. Değişken elektrik ve manyetik alanların birbirlerinden ayrı olarak var olmayacağını gösterdi, elektromanyetik alan ve dalga kavramlarını geliştirdi ve ışığın da bir elektromanyetik dalga olduğunu belirterek; elektrik, manyetizma ve optiği tek bir temele oturttu.
Maxwell, 1871’de Cambridge Üniversitesinde yeni kurulan Covendis Deneysel fizik Kürsüsü profesörü ve kurulan laboratuvarın yöneticisi olarak öğretim hayâtına döndü. 1879’da hastalanarak öldü ve İskoçya’nın Parton köyündeki kilisenin bahçesine gömüldü.
Maxwell, gazların kinetik teorisi üzerindeki çalışmaları ile de fiziğe önemli katkıda bulunmuştur. Gazların; her doğrultuda ve her hızda hareket eden, birbirleriyle ve gazın içinde bulunduğu kabın çeperiyle çarpışmaları tam esnek olan moleküllerden meydana geldiği teorisinden ortaya çıkan Maxwell, ihtimal ve istatistik yöntemlerini kullanarak bir gazdaki moleküllerin hız dağılımını tespit etme problemini çözdü. Bu durum, Avusturyalı fizikçi Boltzman’ın 1871’de bu teoriyi daha da geliştirmesiyle günümüzde Maxwell Boltzman’ın dağılımı kânunu olarak bilinmektedir. Yine Maxwell’in geliştirdiği ve gazların ısı, entropi, basınç ve hacimlerine bağlı olarak termodinamik fonksiyonlarını ifâde eden dört eşitlikse günümüzde Maxwell bağıntıları olarak bilinir.
Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk’a dâvet eden, doğru yolu göstererek hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen âlim ve velîlerin yirmi yedincisidir. İsmi, Şemseddîn Habîbullah’tır. Hazret-i Ali’nin neslinden olup, seyyiddir. Yirmi sekiz batında hazret-i Ali’ye ulaşır. Babası Mirzâ Cân’dır. Bu isme izâfeten Cân-ı Cânân denilmiştir. 1699 (H.1111) veyâ 1701 senesinde Ramazân-ı şerîfin on birinde Cumâ günü doğdu ve 1781 (H. 1195) senesinde yine bir Cumâ günü Delhi’de şehit edildi. Kabri, Şâh Cihân Câmii yakınındaki Dergâh Câmiinde bulunan dört kabirden biridir.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, küçük yaşta ilim ve mârifet öğrenmeye ve çeşitli mahâretler kazanmaya başladı. İlim ve mârifetler yanında; çeşitli sanat ve fen ilimlerini de öğrendi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri on altı yaşındayken babası vefât etti. Vefâtından önce kendisine vasiyette bulunup; “Oğlum! Bütün vaktini, kemâlâtı yâni olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca! Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme!” dedi. Babasının vefâtından sonra bu vasiyetine uyarak ilim öğrenmeye ve öğrendikleriyle amel etmeye başladı. Kendisini tasavvuf yolunda yetiştirmek için nerede büyük bir zâtın haberini alsa, hemen ziyâretine gider, sohbetine katılırdı. Kelîmullah Çeştî, Şâh Muzaffer Kâdirî, Şâh Gulâm Muhammed Muvahhid, Mîr Hâşim Câliserî gibi velîlerin yanında ve daha pekçok büyük zâtın sohbetinde bulunarak kendini yetiştirdi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri; tefsir ve hadis ilmini Hâcı Muhammed Efdal Siyalkûtî’den; Kur’ân-ı kerîm ilmini, Hâfız Abdürresûl Dehlevî’den ve Fârisî lisânını babasından tahsil etti. Bu arada İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden feyz alan Şeyh-üş-Şüyûh Muhammed Âbid hazretlerinin feyz saçan huzurlu sohbetlerine kavuştu. Bir zaman hizmetinde bulundu. Ayrıca Kâdirî, Çeştî ve Sühreverdî yollarında icâzet aldı. Daha sonra Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî’nin sohbetlerine dört sene devâm ederek, yirmi iki yaşında halîfesi ve vâris-i ekmeli oldu. Tasavvufta Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavuştu ve otuz yıl insanlara doğru yolu gösterdi. Ders ve sohbetlerine; âlimler, âmirler, velîler ve halk devâm edip, kendisinden çok feyz aldılar. Yetiştirdiği talebelerinin sayısı çoktur. Bunlardan ellisi, tasavvufta Makâmât-ı Ahmediyye denilen yüksek dereceye ulaşmıştır. Seyyid Abdullah-ı Dehlevî ve Muhammed Senâullah-i Osmânî Pâni-pütî Dehlevî talebelerinin meşhûrlarındandır. Abdullah-ı Dehlevî hocasından duyduklarını Makamât-ı Mazhariyye’sinde toplamış, Senâullah-i Pâni-pütî de hocasının ismine nisbetle Tefsîr-i Mazharî adlı bir tefsir yazmıştır.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri kemâl derecede zühd ve tevekkül sâhibiydi. Dünyâdan ve dünyâya düşkün olanlardan son derece sakınırdı. Kendisine verilmek istenen hediyeleri kabûl etmezdi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri hocalarına büyük bir muhabbet ve ihlâsla bağlıydı. Bilhassa İmâm-ı Rabbânî hazretlerine derin bir muhabbeti vardı. “Her neye kavuştuysam, hocalarıma olan muhabbetim sebebiyle kavuştum. Kulun amelleri nedir ki, Allahü teâlânın rızâsına kavuştursun! Fakat Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş ve makbûl kullarından olan zâtları sevmek, onlara muhabbet beslemek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için en kuvvetli vâsıtadır.” buyurdu.
Şehitlik derecesine kavuşmayı çok arzu eden Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin, ömrünün son günlerinde huzûruna gelip gidenler iyice artmıştı. 1781 senesinin Muharrem ayının yedisinde Çarşamba gecesi kapısının önünde pekçok kimse toplanmıştı. Bunlar arasından üç kişi ısrarla içeri girmek istiyorlardı. Nihâyet izin alıp içeri girdiler. Bunlar Moğol ve Mecûsîydiler. Huzûruna girince; “Mazhar-ı Cân-ı Cânân sen misin?” dediler. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri de; “Evet benim.” buyurdu. Meğer bunlar Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerini, kasdedip, öldürmek üzere gelmişlerdi. İçlerinden biri üzerine hücûm edip hançer vurmaya başladı. Vurulan hançer darbesi kalbine yakın bir yere isâbet etmiş, ağır yaralanmış ve yere yıkılmıştı. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bu hâliyle üç gün daha yaşadı. Yaralarından devamlı kan aktı. Üçüncü gün Cumâ günüydü. Öğle vakti ellerini açıp Fâtiha-i şerîfi okudu. İkindi vaktinde; “Günün bitmesine kaç saat vardır?” buyurdu. Dört saat vardır dediler. O gün hem Cumâ, hem de aşûre günüydü. Akşam olunca üç defâ derin nefes aldı ve şehit olarak vefât etti.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri buyurdu ki:
“Kim dünyâya düşkün olanlar arasına karışırsa, sohbetin bereketlerine ve tasavvufun nûrlarına kavuşamaz! Bir kimse dünyâya düşkün olanlar arasına ihtiyaç olduğu kadar karışır, hâlis niyetle ve bâtınî nisbetini muhâfaza ederek aralarında bulunursa zararı yoktur.”
“Dünyâ mel’ûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmayanlar da mel’ûndur. Allahü teâlânın sevgisiyle dünyâ sevgisi bir araya gelmez. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için mâsivâyı yâni Allahü teâlâdan başka her şeyi ve bütün maksatları terketmek lâzımdır.”
“Takvânın ve verânın yâni haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınmanın yolu, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme hakkıyla uymak ve O’nun bildirdiklerini candan kabul etmektir. Kendi hâlinizi, Kitap ve Sünnette bildirilen hususlar ile karşılaştırınız. Eğer, Kitap ve Sünnette bildirilen hususlara yâni dînin emirlerine uygunsa makbûldür. Uygun değilse merdûddur, reddedilecekdir. Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı üzere olmak lâzımdır.”
“Evliyânın mezarlarını ziyâret edip, gönlü toplamak için feyz dilemelidir. Evliyânın büyüklerinin ruhlarına Fâtihâ ve salevât sevâbı göndererek, onları Allahü teâlâya kavuşmak için vesîle yapmalıdır. Zâhir ve bâtın saâdetlere, ancak onlar vâsıtasıyla kavuşulur.”
“Allahü teâlâya kavuşmak iki yolla olur! Birincisi Allahü teâlânın bütün emir ve yasaklarını eksiksiz yapmak, ikincisi Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu çok sevmek, kurtuluşuna onu vesîle bilmektir. İkincisi yapılınca, emir ve yasaklar kolay gelir. Yapılan kusurlar da o büyüğün hürmetine affedilir. Böylece Allahü teâlâya daha kolay kavuşulur.”
Psikiyatri sahasında bir sembol hâline gelmiş, ülkemizin yetiştirdiği en büyük hekimlerden biri olan, ruh ve sinir hastalıkları hekimi. Ruh hekimliği yanında renkli şahsiyetiyle iz bırakmıştır.
Mazhar Osman 1884’te Meriç Nehri üstündeki Sofulu’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kırklareli’nde yaptı. Askerî tıbbiyeyi 1904 yılında sınıf birincisi olarak bitirdi. Berlin’de “Nöroloji” ve Münih’te “Psikiyatri” bilgisini ilerletti. İstanbul’a döndükten sonra Gülhâne Askerî Hastânesinde, Wietting Paşanın asistanı oldu. 1914’te Haydarpaşa Askerî Hastânesi “Nöro Psikiyatri” bölümü şefi ve Fransız La Paix Hastânesi başhekimi oldu. Birinci Dünyâ Savaşı sonunda bu görevlere bir de Toptaşı Akliye Hastânesi başhekimliği katıldı. Toptaşı tımarhânesindeki acıklı durum, Mazhar Osman’ı çok etkiledi. Uzun yıllar hükümete raporlar yazarak bu konuda ilgi bekledi. 1927 yılında Bakırköy’de emrine verilen eski bir süvârî kışlasında ilk akliye kliniğini kurdu. Her yıl yeni pavyonlar açıp değerli hekimler yetiştirerek, 2000’den fazla hastanın sorumluluğunu üstüne aldı.
Tıp öğreniminin geliştirilmesi için 1912 yılından beri yaptığı yayınlar ve mücâdeleler, 1933’te İstanbul Dârülfünunu kapatılıp İstanbul Üniversitesi açılıncaya kadar sürdü. Mazhar Osman, yeni üniversitenin Tıp Fakültesinde, Psikiyatri Kürsüsü Direktörlüğüne tâyin edildi. Tıp Fakültesinde verdiği dersler yıllarca büyük ilgiyle tâkib edildi. Mazhar Osman, Türkiye’de modern cüzzam hastânesinin kuruluşu için çok çalıştı. Üstünde durduğu bir başka konu da, milletlerarası uyuşturucu madde ticâretine engel olunması gayretleriydi. 1952 yılında öldü.
Mazhar Osman’ın akıl hastalıkları, sinir hastalıkları ve psikiyatri kitaplarıyla Türkçe, Almanca ve Fransızca yazdığı bilimsel yazılar 200’ü geçmektedir. Ansefalit Üzerindeki Etüdler, Haşiş Tiryakiliğinin Rûhî Neticeleri, Ansefalit Sendromlarına Karşı Aşılar, Merkezî Asabî Cümlenin Sifilis Tedâvisi Kriteryumu ve Multipl Sklerosis’in Viral Etiyolojisi adlı yayınları belli başlılarıdır.
(Bkz Meşe)
Cinsi haz duymak için, eziyet çekme arzusu. Cinsel sapıklıklara girer. Mazoşizm, adını Alman romancısı Leopold von Sacher Masoch’tan almıştır. Mazoşizm, istenilen ıstırabın cinsine (fizikî veya ruhî) ve kullanılan yollara göre (yapmacık haller, küçük düşürücü veya sakatlayıcı alışkanlıklar) değişik dereceler gösterir. Mazoşizt ıstırap çekmek ister. Kırbaçlanma ve her çeşit işkence peşindedir. Bu işkenceler yapılırken derin bir haz ve zevk duyar. Mânen de horlanmaya, aşağılanmaya bayılır. Tedâvisinde psikolojik metodlar uygulanmaktadır. Kendine eziyet etmek, ettirmek eğilimine de mazohizm denir.
(Bkz. Edebî Sanatlar)