MANNERHEIM, Baron Carl Gustav Emil
Fin Mareşali ve devlet adamı. Mareşal Baron Carl Gustav Emil Mannerheim, 4 Haziran 1867’de Villnasturku’da doğdu ve 27 Ocak 1951 târihinde Lausanne’da öldü. Mensup bulunduğu âilede hem İsveçli, hem de Fin kanı vardır. Nik Olayeu Süvârî Okulunda askerlik tahsilini bitirdikten sonra 1889’da Rus ordusuna girdi. 1904-1905’teki Rus-Japon Harbine ve 1914 yılında başlayıp, 1918’e kadar süren Birinci Dünya Savaşına katıldı. Rus Erkân-ı Harbiyesi tarafından Orta Asya’nın keşfedilmemiş bölgelerinde tetkik seyâhati yapmaya memur edildi.
Birinci Dünya Harbinin başında Hassa Süvârî Alay Komutanı iken harbin sonunda Romanya’daki süvârî kolordusu komutanlığına getirildi. Rusya’daki Bolşevik ihtilâlinden sonra asıl vatanı Finlandiya’ya dönen Mannerheim, 1917 ihtilâlinden sonra Finlandiya’nın bağımsızlığı için çarpışan orduların başında komünistleri Tampere’de bozguna uğratarak dağıttı. 14 Aralık 1918’de Finlandiya Kral nâibi seçildi. 1919-1931 arasında yarı emekli hayatı sürmüş, 1931’de Müdafaa-i Meclis Başkanı olmuştur. İkinci Dünyâ Savaşında Finlandiya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı Mannerheim adı verilen savunma hattı ile direnmesini sağladı (1939-1940). 1941-1944 yılları arasında Almanya ile birlikte Sovyetlere karşı savaştı. Ryti’nin istifâsı üzerine 1 Ağustos 1944’ten 1946’ya kadar cumhurbaşkanlığı yaptı.
4 Mart 1946’da, sağlık sebebiyle istifâ ederek İsviçre’ye çekildi ve 27 Ocak 1951 târihinde Lozan’da öldü.
Eserleri: Across Asia from West to East(Asya’da Batıdan Doğuya Gezi, 2 cild, 1940); 1907 yılında Rus ordusunda görevliyken gittiği Orta asya ve Çin’de atla yaptığı inceleme gezisinde Sarı Uygurlarla kalmış, bunlarla ilgili gözlem ve araştırma notlarını A visit to the Saro and Sbera Yögurs (Journal de la Sociètè Finno-Ougrienne, XXVII, 2; 1911) isimli yazısında değerlendirmiştir. Minnen (Hâtıralar, 1951-1953). Mannerheim bu araştırma bilgilerini yeni incelemelerle genişletmiştir. Mannerheim’den sonra Sarı Uygurcayı inceleme ve araştırmayı S. E. Malov sürdürmüştür. Türkçenin şîveleri içinde özel bir öneme sahip Sarı Uygurlar arasında W.W.Rockhill, G.N.Potanin gibi araştırmacılar da inceleme ve araştırmada bulunmuşlardır.
MANOLYA AĞACI (Magnolia grandiflora)
Alm. Magnolie (f), Fr. Magnolier, magnolia (m), İng. Magnolia. Familyası: Manolyagiller (Magnoliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı Anadolu’da park ve bahçelerde yetiştirilir. Büyük, güzel kokulu, beyaz ve pembe çiçekleri ve kalın derimsi yaprakları ile tanınmış bir park ve bahçe ağacı. Kışın yaprak döken ve dökmeyen türleri vardır. Vatanı Çin ve Japonya’dır. Memleketimizde yetiştirilen manolya ağaçlarının boyları takriben 5-10 m arasındadır. Katmerli çiçekleri çok hoş kokuludur. Fakat koklanınca sararır. Fidanlar önceleri saksılarda yetiştirilir, sonra toprağı ile birlikte dışarı alınır. Fidanlar 6- 10 yıllık olunca çiçek vermeye başlar. Manolyanın dünyâ üzerinde yetişen 80 kadar türü bulunur. Kullanıldığı yerler: Bütün türleri, parklardaki kıymetli süs bitkileridir. Bazı türlerin odunu makbuldur.
Alm. Magnoliazeen, Fr. Magnoliacèes, İng. Magnoliaceae, Magnolias. Tropikal bölgelerde ve kuzey yarımkürenin ılıman bölgelerinde yetişen, yaprak döken veya yeşil kalan ağaç veya çalılardır. Yapraklar basit, tam ve yağsı damarlıdır. Çiçekler büyük, tek tek olup, uçlarda veya yaprak koltuğunda yer alırlar. Tomurcuk, bir yaprakçık ile muhafaza edilir. Çanak yapraklar üç, taç yapraklar altı veya daha çoktur. Erkek organlar çok sayıda bulunur. Dişi organ çok sayıda ve uzamış bir çiçek ekseni üzerindedir.
Dünyâ üzerinde 10 cins ve 100’den fazla türü vardır. Memleketimizde yerli değildir, bâzı türleri yetiştirilir.
Alm. Manometer (n), druckmesser (m), Fr. Manomètre (m), İng. manometer. Gaz veya sıvı akışkanların basıncını ölçmek için kullanılan bir âlet. U şeklindeki bir borudan meydana gelir. Boru içinde bulunan sıvı, akışkan tarafından, uygulanan basınca bağlı olarak seviye değiştirir. İki koldaki seviye farkı önceden hazırlanan ölçekli bir cetvelde ölçülerek basınç bulunur. Civalı barometre, açık hava basıncını ölçmek için kullanılan basit bir manometreden ibârettir.
Genel olarak iki türlü manometre vardır: Sıvı manometre, metal manometre.
Sıvı manometreler: Açık uçlu ve kapalı uçlu olmak üzere ikiye ayrılırlar. Açık uçlu manometrenin bir kolu basıncı ölçülecek gaza bağlı, diğer ucu ise atmosfere açıktır. Açık hava basıncı bu uca etki eder. Bu tip manometrede gaz basıncı ile açık hava basıncı arasındaki fark ölçülür. Bu basınca rölatif (izâfî) basınç veya sayaç (ölçüm) basıncı denir. Gazın basıncına (p) mutlak basınç denir. p= PA+h.š.g veya p-pA= h.š.g dir.
I. Yüksek basınçları ölçmek için kullanılan açık uçlu manometre.
Burada š, U borusu içerisinde bulunan sıvının yoğunluğu; g ise, yer çekim ivmesidir. šg sıvının öz ağırlığı olmaktadır. (Kullanılan sıvı genelde civadır) Şu halde gazın mutlak basıncı veya hakikî basıncı bulunurken sayaç basıncına açıkhava basıncı eklenir (Açıkhava basıncı= 1 atm= 76 cmHg basıncı).
Kapalı uçlu manometrede, atmosferle bir irtibat olmadığı için gazın direkt olarak hakikî basıncı (mutlak basıncı) ölçülür. Manometredeki sıvı yükselmesi h’ ise gazın mutlak basıncı p= h’.š.g’dir. İçerisinden sıvı akan boru, daralma ve genişlemelere uğruyorsa hızdaki değişmelerle berâber basınçta da değişme meydana gelir. Venturimetre denilen bu âletle basınç farkı ölçülüp, akışkanın hızı ve debisi bulunur. Boru çapı artarken hız azalır, fakat basınç yükselir. İşte büyük çaptaki basınç ile küçük çaptaki basınç arasındaki fark, manometre ile ölçülür. Böyle iki nokta arasındaki basınç farkını gösteren manometrelere “diferansiyel manometre” denir.
II- Alçak basınçları ölçmek için kullanılan kapalı uçlu manometre.
Metal manometre: İçinde, basıncı ölçülecek gazın bulunduğu kapla birleştirilmiş olan elastik ve metal bir borudan müteşekkildir. Basınç yükselince boru kavisi düzelmeye çalışır ve uygun bir düzenle boru ucunun hareketi, göstergenin hareketine dönüştürülür.
Metal manometreler, civalılar ile mukayese edilerek ölçeklenirler. Sağlam, kullanışlı ve çok büyük basınçları ölçmeye elverişli âletlerdir. Bâzı özel işlerde yazıcı olanları da kullanılır. Metal manometreler, endüstride, cıvalılara nazaran daha çok kullanılır.
Civalı tansiyon âletleri (sphygmomanometer) açık tüp manometresi gibi U borusu içindeki cıva seviyesi değişimi takip edilerek kullanılır. Tansiyon âletinin açık kısmına lâstik bağlı olup, borunun diğer ucu tansiyonu ölçülecek kola geçirilen manşete bağlı insanın koluna sarılır. Manşet puar denilen lastik pompa ile basınç uygulanır. Uygulanan basınçla civa seviyesinde değişme olur. Uygulanan basınç, koldan geçen atardamarın basıncına eşit olduğunda, cıva seviyesi insanın tansiyonunu gösterir.
Diğer tip tansiyon manometrelerinde de kol atardamarının basıncına eşit basınç, dâiresel kadran üzerinde dönen ibre ile de ölçülür. Ayrıca elektronik olarak basıncı bildiren sistemler de geliştirilmiştir.
Bisiklet lâstiğinde 2 atm., otomobil lastiğinde 3-5 atm., buhar kazanlarında 10-15 atm., buhar türbininde 30 atm., top namlularında 1000 atm. kadar gaz basıncı vardır.
Derya (deniz) kaptanlarından. Tecrübeli bir denizci, iyi bir teşkilâtçı olan Mansûr Beyin çocukluğu ve gençliği hakkında fazla bilgi yoktur. Gelibolu’daki Osmanlı donanmasının Haçlılar tarafından baskını sırasında şehit olan Yûsuf Beyin yerine 1366’da İzmit Sancakbeyliğine getirildi. Böylece Osmanlı donanmasının komutanı olan Mansûr Bey, bahriyenin temellerini atmanın yollarını araştırırken yeni tekneler yapılmasına hız verdi.
Sultan Murâd Hana Gelibolu’da bir deniz üssünün kurulmasını teklif etti. Osmanlı denizciliğine kuruluşta temel, sonradan güç verip destek olacak bir deniz üssünün kurulma teklifi Sultan Murâd Han tarafından memnuniyetle kabul edildi. Bunun üzerine Mansûr Bey, iç limanı, tersânesi, depoları, ikmâl merkezleri, değirmenleri, kışlaları ile o zamana göre her yönüyle modern bir deniz üssünü, temelden inşâ ederek, Türk denizciliğine kazandırdı.
Hayâta gözlerini yumuncaya kadar Osmanlı deniz kuvvetlerinin başında kalan Mansûr Bey, 1401 yılında vefât etti. Kabri Gelibolu’dadır.
Evliyânın büyüklerinden. Çeşitli ilimlerde âlim idi. Vâiz ismiyle de meşhurdur. Mîlâdî yedinci asırda Basra’da yaşadı. Doğum târihi ve âilesi hakkında bilgi yoktur. Menkıbeleri ve hikmetli sözleri meşhurdur. İlim ve mârifete kavuşması şöyle anlatılır: Bir gün yolda giderken üzerinde besmele yazılı bir kâğıt parçası görür. Yerden alıp, yüksek bir yere koymak ister. Fakat koyacak uygun bir yer bulamayınca, besmele yazılı o kâğıdı yutar. Gösterdiği bu hürmet ve hassâsiyetten dolayı bir rüyâ görür. Rüyâsında kendisine hikmet ve mârifet verildiği bildirilir. Bundan sonra bir müddet riyâzet (açlık ile terbiye, çile) çekti ve insanlara nasîhat etmeye başladı.
Zamânındaki gençlerden biri içki içer, etrâfındaki kimselerle sefâhat âlemleri yapardı. Yine böyle toplantı yaptığı bir gün kölesine dört dirhem miktarında para verip, meze alması için çarşıya göndermişti. Köle çarşıya giderken Mansûr bin Ammâr’ın meclisine uğrayıp, acabâ ne anlatıyor, diyerek dinlemeye başladı. Mansûr bin Ammâr bu köleye bakarak; “Yanımdaki şu fakire kim dört dirhem verirse ona dört duâ edeceğim.” dedi. Bu sözleri işiten köle bu dört dirhemi bundan daha iyi bir yere harcayamam diyerek hepsini verdi. Bunun üzerine Mansûr bin Ammâr köleye; “Ne istersin söyle. İsteklerine kavuşman için sana duâ edeyim.” dedi. Köle; “Önce âzâd olmak, serbest bırakılmak isterim. İkinci olarak içkici olan efendimin tövbe edip, harâm işlemekten vazgeçmesini, üçüncü olarak, dört dirhemin karşılığında dört yüz dirhem vermesini ve dördüncü olarak da bana, efendime, size ve bu mecliste bulunanlara Allahü teâlânın rahmet etmesi için duâ etmenizi isterim.” dedi. Mansûr hazretleri de böylece duâ etti. Köle ayrılıp sâhibinin evine varınca, efendisi içkici genç; “Neredesin?” diye sordu. O da; “Mansûr bin Ammâr’ın sohbetinde idim, meze al, diye verdiğin dört dirheme dört duâ satın aldım.” dedi. Genç şaşırıp; “Nasıl duâlarmış? Anlat bakalım.” deyince, köle de hâdiseyi olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine o genç, köleyi âzâd etti ve; “Bir daha tövbe ediyorum içki içmeyeceğim. Sana da istediğin dört yüz dirhemi bağışlıyorum. Böylece istediğin dört duânın üçü yerine geldi. Dördüncü kısmına da hep berâber kavuşmayı umarım.” dedi. O gece rüyâsında bunun da kabul edildiğini ve affedildiğini gördü Mansûr bin Ammâr buyurdu ki: “Sıkıntıdan kurtulmak istersen dünyâya düşkün olma, özür dilemek istemiyorsan diline hâkim ol.”
Atlas Okyanusunun, İngiltere ile Fransa’yı birbirinden ayıran kolu. Giderek daralması yüzünden elbise kolu mânâsına gelen Fransızca “le Manche” adı verilmiştir. Genişliği batıda 180 km iken, doğuda 33,7 km’ye düşer. Doğusundaki Dover Boğazı ile Kuzey Denizine açılan Manş, 89.900 km2lik yüzölçümüne sâhiptir. Ortalama derinliği 45-120 km arasında değişir.
Manş Denizi, Avrupa’dan İngiltere’ye yönelen istilalar için bir engel teşkil etmesi yüzünden târihî bir önem taşır. Bu yüzden eskiden beri ayrıntılı hidrografik araştırmalara konu olmuştur.
Manş Denizinde eskiden beri önemli yer tutan balıkçılık 20. asırda önemini kaybetmiştir. İki kıyıda yer alan birçok liman arasında düzenli feribot seferleri yapılır. İngiltere ve Fransa nükleer enerji reaktörlerini soğutmak için Manş denizi suyundan faydalanmaktadır.
Manş Denizinin tebeşir kayalarından meydana gelen tabanında kolayca tünel açılabilceğini düşünen bir Fransız mühendis, 1802’de Dover Boğazında iki kıyıyı birleştiren bir tünelin yapılmasını teklif etti. Napolyon tarafından beğenilen teklif savaş yüzünden askıya alındı. Bu tür teklifler 19. asırda defâlarca gündeme geldi. 1880’li yılların başlarında bâzı özel kuruluşlar iki kıyı arasında bir demiryolu tüneli yapmak için kazılara başladılar. Tünel 1800 m’ye ulaştığında basının, İngiltere’nin güvenliği açısından projenin tehlikeli olduğu hakkındaki kampanyası yüzünden yapım durduruldu.
Fransa ve İngiltere hükümetleri 1960’lı yılların ortalarında tünelin yapılması için tekrar anlaştılarsa da daha sonra yüksek mâliyetleri gerekçe gösteren İngiltere, 1970’li yıllarda yapımı durdurdu. Bu süre içinde tünelin her iki taraftan 2,4 km’lik kısmı kazılmıştı. Manş Tüneli 1986’da tekrar gündeme geldi. Proje Fransız ve İngiliz firmalarından meydana gelen bir konsorsiyum tarafından çok sayıda bankadan borç alınarak ve hisse senedi çıkarılarak finanse edildi. Dover ile Calais’yi birbirine bağlayan tünel 147 km uzunlukta olup, 1991’de tünel açma işlemi tamamlandı.
Tünelin su altındaki bölümünün uzunluğu 38 km olup, yeryüzünün en uzun su altı tünelidir.
Alm. Pilz (m.pl.), Fr. Champignons (m.pl.), İng. Fungi-mushrooms. Kök, gövde, yaprak ve klorofile sâhip olmayan renksiz, basit yapılı organizmalar. Klorofil ihtivâ etmemeleri sebebiyle suyosunların (Alg) dan; çok hücreli (bir kısmı tek hücreli) ve büyük olmaları, üreme ve hayat tarzları ve hücre yapıları bakımından bakterilerden ayrılır. Mantarları inceleyen bilim dalına da “Mikoloji” denir.
Târihçe: Mantarların tanınması çok eski zamanlara kadar uzanmaktadır. Bitkiler üzerinde mantarların ürediği ve zararlara sebebiyet verdiğine dâir ilk bilgileri Vedas (M.Ö. 1200) vermektedir. Romalılar zamânında depolarda saklanan yiyecekler üzerinde mantarların ürediğini Pliny (M.S. 23-79) bildirmektedir. Yine aynı bilgin Roma kralının oğlu ve annesinin mantardan zehirlenerek öldüğünü bildirmektedir. Daha sonraları Loncier (182), Clusius (1526-1609), Bauhin (1560-1624), Malpighi (1628-1694), Tournefort (1656-1708), Hooke (1667), Linné (1707-1778) gibi bilginler mantarlar üzerinde araştırmalar yapmışlardır. Mantarların bitki, hayvan ve insanlar üzerinde hastalık yaptıklarına dâir birçok yayın da vardır. Fantoma (1767), Kühn (1858), Lafar mayaların endüstride kullanılmaları hakkında “Technische Mykologie” (1904) adlı yayında bilgi vermiştir. Bassi (1856), ipekböceklerindeki mantar hastalıkları, Berg (1806-1887), Gruby (1810-1898) mantarların insanlardaki infeksiyonları ile ilgilenmişlerdir. Sabouraud (1864-1938) medikal mikoloji üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Bugün de mantarların çeşitli yönlerini açıklayan araştırmalar yapılmakta ve devâm etmektedir.
Genel yapıları: Mantarlar genel olarak klorofilsiz ve renksiz organizmalardır. Yüksek mantarlar bâzı renk maddelerini ihtivâ edebilirler. Şekil bakımından en ilkelleri çıplak ve amipsidir. Diğerlerinde kitinden yapılmış bir çeper vardır ve çeşitli şekiller gösterirler. Bir kısmı tek hücrelidir. Bir kısmı ise tek veya çok hücreden yapılmış basit veya dallanmış ipliksi gövdeye sâhiptir. Mantar ipliklerine hif, bu hiflerin teşkil ettiği topluluğa da misel veya miselyum denir.
Metabolizma: Mantarlar saprofit (çürükçül) veya parazit olarak yaşayan heterotrof (dış beslek) organizmalardır. Yedek besin olarak glikojen ve yağ meydana gelir, nişasta yoktur.
Yayılışları: Mantarlar tabiatta çok yaygın bulunurlar. Dünyâ üzerinde 60.000 kadar mantar çeşidi vardır. Tatlı sularda ve karada, nâdiren denizlerde yaşarlar. Bir kısmı insan, hayvan ve bitkiler üzerinde parazit olarak yaşayıp hastalık meydana getirirler. Toprakta bulunan diğer bir kısım mantarlar da organik maddelerin parçalanmasında rol oynayarak bitkilerin beslenmesine yardım ederler. Bunun yanında birçok besinin bozulmasına da sebep olurlar. Karada yaşayan yüksek mantarların çoğu “mantar” adı altında bilinir, şapkalı olan bir kısmı yenir, bir kısmı ise zehirli olup, önemli zehirlenmelere yol açar. Bâzı mantarlar da mavi-yeşil veya yeşil suyosunları ile birlikte likenleri meydana getirirler.
Üreme: Mantarlar sporlanma ile eşeysiz veya eşeyli olarak üreyebilirler. Mantar miselleri uygun çevre şartlarında çeşitli şekillerde sporları meydana getirirler. Olgunlaşan sporlar fertten ayrılarak serbest hâle geçer ve çimlenerek kendi türüne has mantarı meydana getirir. Mantar sporları, değişen çevre şartlarına karşı çok dayanıklıdırlar. Bu sebeple tabiatta uzun süre canlı kalabilirler. Mantarların şekil ve büyüklükleri türlere göre değişir. Eşemli üremeleri, farklı eşemlere âit sporların birleşmesi ile olur.
Sınıflandırılmaları: Mantarlar da bitkilerdeki bölümler esas alınarak sınıflandırılırlar. Çeşitli görüşler altında sınıflandırılmaları, değişik şekillerde yapılabilmektedir. Kabaca 5 sınıfa ayrılarak incelenebilirler:
1) Cıvık mantarlar (Myxomycetes), 2) Algsi mantarlar (Phycomycetes), 3) Asklı mantarlar (Asomycetes), 4) Bazidli mantarlar (Basidiomycetes), 5) Gelişmemiş mantarlar (Fungi imperfecti).
Cıvık mantarlar: İlkel ve klorofilsiz organizmalardır. Tek veya çok çekirdekli amipsi hareket eden çıplak bir plazma kitlesine sâhiptirler. Beslenmeleri çürükçül, hayvanî veya parazitiktir. Çoğunluğu suda yaşamaya alışmıştır. Ancak bir kısmı karada (çamurlar, ıslak ve nemli yerlerde) hayatlarını devâm ettirir.
Algsi mantarlar: Mantarların en basit sınıfıdır. Diğer sınıflardan bölmesiz hifleri ile ayrılırlar. Tabiatta çok yaygındır. Toprakta, suda yaşarlar. Genellikle Bitkilerde, nâdiren hayvanlarda hastalık yaparlar. Bu sınıftan asmalarda hastalık yapanlar ile cansız organik maddeler üzerinde küf meydana getiren mantarlar önemlidir.
Asklı mantarlar: Çok büyük bir mantar grubunu ihtivâ eden bu sınıf fertleri (bireyleri), genellikle kara hayâtına uymuşlardır. Ancak, nâdiren tatlı veya tuzlu sularda yaşarlar. Miselleri bölme çeperli olup, zengin dallanma gösterirler. Hücre çeperleri kitindendir. Bir veya çok çekirdeklidirler. Daha çok çürükçül olup, çürümekte olan bitkilerden kendilerine gerekli gıdaları sağlarlar. Bâzıları da bitkiler ve hayvanlar üzerinde yaşarlar. Bu sınıf mantarlar, gerek tahripkâr olmaları ve gerekse endüstride kendilerinden çok faydalanılmaları sebebiyle önem taşırlar. Bira mayası mantarı bu sınıfa âit olup, şekerli eriyiklerde fermantasyona sebebiyet vermelerinden dolayı sanâyide önemlidir. Küf mantarları ekmek, peynir, meyve suları üzerinde küf meydana getirirler. Bu sınıftan olan penicillium adı verilen küf mantarlarından penisilin antibiyotiği elde edilir. Çavdar mahmuzu mantarından tıpta önemli olan alkaloitler elde edilir. Yenebilen ve kıymetli olan domalan gibi mantarlar da yine bu sınıfta bulunurlar.
Bazidli mantarlar: Bu sınıfta da bitkilerde hastalık meydana getiren mantarlarla, yenebilen ve insanlar için çok zehirli olan mantarlar bulunmaktadır. Mantar miselleri çok hücreli olup, tomurcuklanma sûretiyle spor meydana getirirler. Buğdaygillerde karapas, rastık, sürme gibi hastalık yapan mantarlar bu sınıfta olup, bitkileri tahrip ederler. Bu grubun en önemli mantarları karada ve bilhassa ormanlarda yaşayan şapkalı mantarlardır. Şampiyon, kuzu kulağı gibi mantarlar, yenebilen kıymetli mantarlardır. Sinek mantarı(Amanita muscaria) gibi bir kısım mantarlar ise çok zehirlidir. Meselâ sinek mantarı zehirli alkaloitler taşır. Mantar yendikten bir kaç dakika veya bir kaç saat sonra zehirlenme belirtileri görülür. Mantarda bulunan alkaloitler sinir sistemine etki yaptığından, hastanın kalp hareketleri, nabzı yavaşlar, bulantı, kusma, terleme, salya akması ve gözyaşı, sulu ishal ve deliliğe yakın bir sarhoşluk görülür. Hasta deli gibi her şeyi söyler. Mîde, barsak, karaciğer ve böbrekler çok zarar görür. Hastada su ve elektrolit dengesi bozulur, idrar çok azalır. Eğer mantar çok yenmişse hasta zamanla ağırlaşır ve ölür. Eğer zehirlenme erken anlaşılırsa, ilk yardım olarak ılık tuzlu su içirilir, kusturulur ve birkaç defâ tekrarla mîdesi yıkanırsa hasta kurtulabilir. İlk yardımdan sonra hastâneye kaldırılıp atropin tedâvîsi yapılır, serum verilir. Hastaya aktif kömür, toz kahve, çay ve bir pürgatif verilir. İlk günlerde karbonhidratça zengin, proteince fakir yiyecekler verilir. Hastaya hiçbir zaman alkol verilmez. Bâzan 1-2 mantar ergin bir insanı bir günde öldürmeye yeterli olabilir. Her yıl mantar zehirlenmesinden olan ölümlerin büyük bir kısmı bu amanita grubu mantarlardan ileri gelir. Zehir maddeleri, mantarı kurutmak, kaynatmak ve kızartmakla kaybolmaz. Zehirli ve yenen mantar arasındaki ayrıntıyı kesin olarak kolayca ayırt edebilecek bir metod yoktur. Kırdan toplanan mantarların yenebilmesi için mantarın çok iyi tanınması gerekir. Aksi hâlde yenmemelidir. Kültür mantarları tercih edilmelidir.
Gelişmemiş mantarlar: Bu sınıfta medikal önemi fazla olan mantarlar bulunmaktadır. İnsan ve hayvanlarda mantar hastalıklarına (mikozis) sebep olurlar. Meselâ, kellik, ağızda meydana gelen pamukçuk, deri üzerinde meydana gelen beyaz lekeler gibi. Mantar miselyumları bölmeli olup, eşemsiz üreme özelliğine sahiptirler. Eşeysiz olan üreme konidyumları aracılığıyla devâm ettirilir. Bu sınıfta bulunan patojenik mantar türleri, insan ve hayvanlarda deri, derialtı ve genel infeksiyonlara sebep olurlar. Mantar infeksiyonlarının çıkış, yayılış ve bunları etkileyen faktörlerin bilinmesi, özellikle bulaşma ve yayılma yönünden, kısa bir sürede tedbirlerin alınması bakımından değer taşır. Bir çiftlikte, yetiştirmede, barınakta veya buna benzer hayvan yetiştiren veya üreten yerlerde hastalığın kaynağını bulmak, etkeni izole ve tanımlamak, infeksiyonu etrafa yayılmadan söndürmek çok önemli ve ekonomik faydalar sağlar. Mantar hastalıkları, insanlar ve hayvanlar arasında yeryüzünde çok yaygındır. Ancak genel infeksiyonlara sebep olan mantarlardan bâzıları bir hayvandan diğerine veya insanlara bulaşma kâbiliyetine sâhip değildir. Bu durum yayılma ve bulaşma faktörünü ortadan kaldırmakta ve bulaşma zincirini kırmaktadır.
Mantar hastalıklarının teşhisi, hastalık etkeninin patolojik materyallerde tesbit edilmesi, kültürler yardımı ile izolasyonu ve tanımlanması ile gerçekleştirilir. Bunun için patolojik materyallerin alınması da önemlidir. Mantar infeksiyonlarında deri, tırnak, kıl, saç, balgam, dışkı, kan, kemik iliği, biyopsi parçaları incelenir. Patolojik materyaller ağzı vidalı, kapaklı şişelere veya petri kutularına toplanır. Âletlerin ve malzemelerin çok iyi sterilize edilmiş olmaları gerekir. Patolojik materyaller laboratuvarlarda materyalin türüne ve infeksiyon karakterine göre gruplandırılarak, muayeneye tâbi tutulurlar. Materyallerden şüphelenilen infeksiyon türüne göre uygun besi yerlerine ekimler yapılır. Besi yerleri hastalık etkenini en iyi şekilde üretebilme kâbiliyetine sâhip olmalıdır. Besi yerindeki mantar gruplarının veya kolonilerinin gelişme durumu, çaplarının ölçülmesi ile belirlenir. Yalnız üreme durumu, ortam ısısı, süresi, besi yerinin bileşimi ve miktarı ile alâkası olması yanında, türlerin kendine has gelişme kapasitelerine de bağlıdır. Bâzı mantarlar genellikle çabuk ürer ve 10-13 günde koloni çapı 3-4 cm büyüklüğüne ulaşır. Bâzıları ise 15 günden sonra olgunlaşmaya başlar. Kolonilerin şekli, yapısı, rengi yâni morfolojileri, mantarın teşhisini ve tanımını ortaya koyar. Böylece açık bir teşhise gidilmiş olur.
Mantarlar daha çok deri, solunum, mukoza yollarından vücûda girerler. Yaş, cins, meslekler infeksiyon husûsunda önemli faktörlerdir. Bâzı infeksiyonlar muayyen memleketlerde görülür.
Fizyolojisi: Mantarların hücre çeperinde kitin ve selüloz karakterde maddelerin bulunması, bunların devamlı değişen ve çok değişik olan çevre şartlarına uymalarında büyük yardımcı olurlar. Meselâ bir kısım mantarlar, bakterilerin dayanamayacakları kadar yüksek konsantrasyondaki (% 50) şeker solüsyonlarına direnç gösterirler ve bâzı türler de bu yoğunlukta kolayca üreyebilirler. Mantarlar genellikle düşük (pH) derecelerinde bile kolayca üreyebilir ve böyle ortamlara adapte olabilirler. Bu sebeple mantarların pH limitleri 2-11 arasında değişebilir. Asit karakterdeki meyveler ve meyve suları, buzdolabında olsalar bile mantarların üremeleri için iyi bir ortam meydana getirirler. Rutûbet, mantarların üremelerinde çok önemli faktörlerden biridir. Yüksek orandaki rutûbet genellikle üreme üzerine olumlu etki eder. Rutûbet azaldıkça mantarların çoğalmaları da sınırlanmaya başlar. Rutûbet ihtiyaçları da türlere göre değişir. Meselâ; insan veya hayvan vücutlarında derinin ıslak olması, mantarların yetişmesi için iyi bir ortam sayılabilmektedir. Mantarların üreme, sıcaklık limitleri de türler arasında farklılık gösterir. Bu sınırlar 0-60°C arası olabilmektedir. Patojenik mantarlar için optimal sıcaklık üzerinde veya içinde üredikleri canlının ısı derecesi olarak kabul edilmektedir. Ancak deride lokalize olan mantarların optimal sıcaklığı çevrenin sıcaklığı ile bir yakınlık gösterir. Bunun için bu sıcaklık miktarı 20-25°C’ler arasında değişmektedir.
Mantarlar genellikle oksijenin bulunduğu ortamlarda gelişir ve ürerler. Bu sebeple havada bulunan oran kadar oksijen, üreme için gereklidir. Patojenik mantarların çoğu da aerobik şartlarda ürerler.
Mantarların üremeleri için ışık önemli bir faktör değildir. Işık olmadan da gelişebilirler. Direkt güneş ışınları üremeyi ve gelişmeyi sınırlar. Mantarlar klorofilleri olmadığından fotosentez yapamazlar. Bu sebeple gıdalarını dışarıdan karşılarlar. Bâzı mantarlar basit yapıdaki ortamlarda gelişebildikleri hâlde, diğerleri üremeleri ve gelişmeleri için inorganik maddelere, özel üretme faktörlerine ihtiyaçları vardır. Mantarların bâzıları kendilerine gerekli vitamin veya diğer maddeleri sentez edebilirler. Mantarların bâzıları da kuvvetli enzimler sentezleyerek bunların aracılığıyla çevredeki gıdâ maddelerini ayrıştırır ve bunlardan faydalanırlar.
Mantarlar, toprak fertilitesinin sağlanmasında, peynirlerin olgunlaşmasında ve bâzı önemli endüstri ürünlerinin elde edilmesinde çok büyük faydalar sağlarlar. Ayrıca maya hücrelerinin sentezlediği vitaminler (tiamin, riboflavin, nikotinik asit, pantotenik asit, biotin vs.) insan ve hayvanlarda kullanılan medikal maddeler arasındadır. Mantarların sentezledikleri toksinler de insan ve hayvan sağlığı için önemlidir. Meselâ, bâzı mantarların sentezlediği aflatoksin, karaciğerde kanser meydana getirecek etkiye sâhiptir. Buna mukâbil mantarlar, insan gıdâsı olarak kullanılmaları, bir kısmının tıbbî önemi hâiz olmaları diğer bir kısmının ise endüstrideki faydası dolayısıyla önemli bir bitki grubudur.
Mantar toplamak, yetiştirmek özel bilgi ve tecrübeyi gerektirir. Çünkü zehirsizler yanındaki tek zehirli mantarın birlikte pişmesi, hepsine bulaşması demek olacağından çok dikkatli davranılmalıdır. Halk arasındaki yaygın olan, zehirli mantarın herhangi bir gümüş eşyâyı kararttığı görüşü tamâmen yanlıştır. Zehirli mantarlar genellikle renk ve şekil bakımından çok ilgi çekici olurlar. Mantarların zehirli olup, olmadıklarını bâzı belirtilerinden anlama imkânı varsa da toplarken çok dikkatli davranmak gerekmektedir. Zîrâ bir anlık dalgınlık, yiyen kimsenin zehirlenmesi demektir.
Mantarların garip dünyâları henüz ilmî açıklık kazanamamıştır. Meselâ; bâzı mantarlar, hemen hemen altı metre çapında el ile dikilmiş görünümünü uyandıran bir dâire içinde yetişmektedir. Bir çeşit mantar da bitkileri bir yüzük gibi sararak buraların yırtılıp, kalbur gibi delinmesine ve sanki içlerinde ışık yanıyor şeklini vermesine sebep olmaktadır. Coprinus mantarının olgunlaştıktan sonra renginin siyaha döndüğü ve sulanarak mürekkep hâlini aldığı söylenmekte, bir çeşit yuvarlak iplik gibi uzun Myclia mantarının da ona hafifçe dokunan bir solucanı bir uzantı ile hemen yakalayarak içinde hazmetmesi, enteresan olaylar arasında yer almaktadır.
Bâzı tür mantarlar insanlarda garip tesirler yapar. Meselâ; Meksika’nın ıslak otlu kesimlerinde yetişen Pslocybe mantarı, yenildiğinde insanın garip şeyler görmesine sebep olur. Bilhassa kızılderililer, dînî âyinlerinde bundan yiyerek güzellik, tazelik ve bilginin sırlarına sâhip olacaklarına inanırlar.
Mantarın pekçok çeşitleri olmasına rağmen, bunların arasından ancak bir iki tânesi yenmektedir. Dünyânın en çok mantar yiyen ülkesi, Fransa’dır. Kişi başına düşen yıllık mantar oranı 16 kg’ı bulmaktadır. ABD ve Avrupa’da en çok yenen Agaricus bisporus, Güney Asya’da Volvariella volvacea, Japonya’da ve Çin’de Lentinus edodes başlıca yenen mantar çeşitleridir.
Yurdumuzdaki bâzı mantarlar:
Çayır mantarı: Zehirli türü de olan bu mantara dikkat etmek gerekir. Şemsiye şeklinde, kır ve çayırlarda yetişen bu mantar, açık kahverenklidir.
Şeytan mantarı: Kesildiğinde önce kırmızı, sonra mâvi olan bu mantar oldukça zehirli bir türdür. Sapı karınlı ve sarıdır. Altında koyu kırmızı karışık çizgiler vardır.
Kuzu mantarı: Çoğunlukla zehirsizler sınıfına giren kuzu mantarı, uzun külah biçimli, sarı ve koyu renklidir.
Mercan mantarı: Üzerlerinde beyaz, sarı, pembe tomurcukları olan bu mantarın parmak biçimli çıkıntıları vardır ve zehirsizdir.
Kurt mantarı: Zehirli mantarlar sınıfından olan bu tür, beyaz sert düğme görünüşünde olup, akarsu ve yol kenarlarında yetişmektedir.
Mantar, pişirildiği gün hemen yenilmelidir. Mantarı pişirmek için bilhassa emaye, ateşe dayanıklı cam veya porselen kaplar kullanılmalı, mantar kesinlikle alüminyum tencerede pişirilmemelidir. Pişirilecek mantarları çok iyi temizlemek, başındaki yapışkan deriyi çekip çıkardıktan sonra sapını keskin bıçakla kazımak gerekir. Bol suda yıkanan mantarlar, bir peçete üzerine birbirinden ayrı duracak şekilde sıralanıp, iyice süzülmesi beklenir. Daha sonra ince ince doğrayarak pişirmelidir. Mantarı pişirirken tadının kaybolmaması için yalnızca tuz, karabiber ve kıyılmış tâze maydanoz konulur.
Alm. Mykosen, Fr. Mycoses, İng. Mycosises. Mantar, genel ismiyle tanınan mikroorganizmaların özellikle cilt ve tırnakta ve nâdiren de diğer organlarda meydana getirdikleri hastalıklar.
Burada, yaygın olarak görülen ve tıp dilinde dermatofitoz olarak isimlendirilen cilt ve tırnak mantarları anlatılacaktır.
Mantarlar tabiatta yaygın olup, 100.000 kadar mantar türünün bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan 50 kadar tür, insanlarda çeşitli şekillerde hastalıkların meydana gelmesine sebeb olmaktadır. Dış etkilere karşı çok dirençli olan bu mantarların çoğu, her türlü kötü şartlarda hayatlarını idame ettirebilirler ve uygun bir yer buldukları vakit çeşitli klinik belirtiler gösterirler.
Hastalıklı saç, tırnak ve cilt kazıntılarının potasyum hidroksit eriyiği ile muâmelesinden sonra, mikroskopta incelenmesiyle kesin teşhis konur. Ayrıca hazırlanan cilt kazıntılarının kültüre ekilmesi ve wood ışığı da teşhiste kullanılan metodlardandır.
Vücut mantarı: Genellikle Trichophyton türü mantarlarla olur. Önce ciltte pembe kırmızı bir leke şeklinde başlar, etrafa doğru yayılırken orta bölümü iyileşir. Böylece halka şeklinde, ufak kabarcıklar ve kepeklenme gösteren tipik şeklini alır.
Tedâvide; antimikotik pomad, krem ve losyonlar kullanılır. Geniş alanlara yayılmış ve tedâviye dirençli ise griseofulvin ihtivâ eden hapların yutulması tedâviye eklenir.
Ayak mantarı: Özellikle atletlerde, toplu olarak yaşanan yerlerde (yatılı okullarda, kışlalarda) ve ayak temizliğine dikkat etmeyenlerde sık görülür. En çok üçüncü ve dördüncü parmak aralıklarına yerleşir. Tabana da yayılabilir. Kaşıntılıdır. Deriyi tahrip eder. Mikrop da kaparsa çok rahatsız edici iltihaplar gelişebilir.
Tedâvîsinde, öncelikle ayak temizliğine çok dikkat edilmelidir. Her ayak yıkayışta, parmak araları ve tabanlar iyice kurulanmalı, kurutucu pudralar serpilmelidir. Naylon çorap giymemelidir. Ayakları mümkün olduğu kadar havalandırmalı, özellikle yaz mevsiminde yarı açık ayakkabılar tercih edilmelidir. Tedâvide, griseofulvin hapları, kurutucu toz ve solüsyonlar ve antimikotik pomadlar kullanılır.
Tedâviye birkaç ay düzenli olarak devâm edilmelidir.
Tırnak mantarı: Uzun müddet devâm eden ayak mantarı vakalarında ayak tırnaklarının da tutulması sık görülür. El tırnaklarında nâdiren görülür. Tırnaklar kalınlaşır ve parlaklığını kaybeder. Rengi değişir. Tırnak plağı ayrılabilir ve tırnak tahrip olabilir.
Tedâvisinde, Griseofulvin faydalıdır. Ancak bunun için 6-12 aylık bir tedâvi gerekir. Ayrıca mantar için hazırlanmış tırnak solüsyonları da faydalı olabilir (% 18’lik Dermotrosyd tırnak sülüsyonu gibi). Tırnağın çekilmesi gerekebilir.
Kafa mantarı (Tinea capitis): Daha çok çocuklarda görülür. Bulaşıcıdır. Saçlar kırılır ve parlaklığını kaybeder. Enfeksiyon küçük bir alanda kalabileceği gibi yayılabilir ve bütün kafa derisini istilâ edebilir. Saçlar dökülebilir. Kabarık iltihaplı, yumuşak bir tabaka (kerion) meydana gelebilir. Teşhis, kafa derisinin Wood ışığı altında incelenmesiyle kolayca mümkündür. Teşhiste mantar kültürleri de önemlidir. Hekimin tavsiyesine göre tedâvi uygulanır.
Bacak ve kasık mantarı: Lezyon tipik olarak halka biçiminde, ufak kabarcıkları olan ve yayılma temâyülü gösteren kaşıntılı bir kırmızılıktır. Alevlenme dönemleri daha çok yaz mevsimine rastlar. Tedâvî vücut mantarındaki gibidir.
Tinea versicolor: Malassezia furfur isimli mantar tarafından meydana getirilen bir mantar enfeksiyonu. Beyazdan sütlü kahverengiye kadar değişen renklerde, mercimek büyüklüğünde lekeler hâlinde başlar. Lekeler etraflarına doğru yavaş yavaş genişler ve birbirleriyle birleşerek harita gibi hantela kenarlı şekiller çizer. Hafif pullanma vardır. Hasta bu teşekkülleri yalnızca yazları fark ediyor olabilir; çünkü bunlar güneşte esmerleşmez ve çeşitli büyüklükte olabilen “Güneş lekeleri” şeklinde gözükür. Kaşıntı nâdirdir ve genellikle hastanın vücudu aşırı ısındığında görülür. Kazınarak alınan metaryalin mikroskopta incelenmesi ile teşhis edilir. Wood ışığından da faydalanılabilir.
Tedâvi: Selenyum sülfür şampuanı 3-4 gün boyunca gece yatarken hastalıklı bölgeye sürülür, ertesi sabah yıkanır. Fazla tahriş yaparsa daha kısa sürede yıkanır. Diğer mantar pomadları da faydalıdır.
Zehirli mantar bitkilerinin yenmesiyle ortaya çıkan, öldürücü olabilen bir gıdâ zehirlenmesi. Mantardan zehirlenmenin sebep ve şartları çeşitli olabilir. Öncelikle, bâzı kimselerde görülen özel duyarlılık, (midye ve yumurtaya olduğu gibi) mantarlara karşı da tahammülsüzlük yapabilir. Sâdece irkiltici özellikteki mantarların, hattâ yenebilir olup da bozulmadan ötürü zehirli hâle gelen mantarların sebeb olduğu bâzı zehirlenme olayları, yanlışlıkla ölüme yol açabilir. Fakat daha çok bu gibi zehirlenmeler, birkaç gün içinde iyileşme ile son bulur.
Zehirli çayır mantarı (Amanita muscarina) ile zehirlenme çok mühimdir. Kuluçka dönemi kısadır. Mîde-barsak bozuklukları, ardından sinir bozuklukları başgösterir bunlar irkilme, sarhoşluk, sayıklama, çırpınma, göz bebeğinin genişlemesi gibi belirtilerdir.
Tedâvi için; hastanın midesi yıkanır veya kusturulur. Müshil ve lavmanla barsakları boşaltılır, gerekli ilâçlar verilir. Gecikmiş vak’alar genellikle ölümle sonuçlanır.
Mantar zehirlenmelerinden korunmak için, rastgele her mantarı yememeli, mantarları çok iyi tanımalı, mantarlar ve zehirlenmeler konusunda bilgi sâhibi olmalıdır.
Alm. Logik, Fr. Logique, İng. Logic. Doğru düşünmeye yarayan bir âlet ilmi. İnsanın yalnız akıl ve zihin faaliyetlerini ele alan, doğru düşünmenin şartlarını ve kurallarını bildiren bir ilim dalıdır. Güvenilir kaynaklardan temin edilen bilgilere dayanılarak nasıl düşünülmesi ve bir hükme varılması gerektiğini ve böylece doğruya, hakikata nasıl ulaşılacağını gösterir. Bilginin kaynağı üçtür. Güvenilir haber, beş duyu organı ve akıl. İlahî vahy, bilginin kaynaklarından güvenilir habere dâhildir. (Bkz. Vahy)
Mantık, düşüncenin doğru ve yanlış olduğunu ortaya koymakta yardımcı bir ilimdir. İnsanın doğru düşünmesini düzenlemeye çalışır. Bunun için birçok prensipler ve çeşitli araştırma usulleri tesbit edip kânun şekline koyar. Böylece, insanın hakîkatı, doğruyu bulmasına ve yanlışı (bâtılı) reddetmesine yardımcı olur. Mantık, din ilmi değildir. Din ilimlerini tahsil etmede, anlamada âlettir, yardımcıdır.
Mantık, Arapça “nutuk” kelimesinden türemiştir. Nutuk, lügatta hikmet ve akıl mânâlarına gelir. Ayrıca söz demektir. Latince “logos” kelimesinden türeyen logique veya logic aynı mânâdadır. Aristo bu ilme, “gerçeği bulmaya yarayan araç” mânâsına gelen (organon) adını vermişti. Ortaçağda Yunan felsefecilerinin mantık ilmi adı altında yazdıkları ve yaydıkları bozuk, sapık fikirlerini, inanışlarını İslâm âlimleri tek tek inceleyip reddettiler.
Abbâsîler zamânında “Beytül-hikme” adı ile kurulan üniversitede en geniş şekilde okutulan bu ilim, İslâmî ilimlerin bir kolu hâline geldi. İslâm âlimlerinden İmâm-ı Muhammed Gazâlî, İmâm-ı Ahmed Rabbânî ve daha birçokları, Yunan felsefesini inceleyip, didik didik etmiş ve bunların ilimde noksan, hakikatten, doğru yoldan ayrılmış ve yazdıklarının çoğunun yanlış olduğunu bildirmişlerdir.
Mantık, hem ilim hem de sanattır. İlim olarak mantık, eldeki mevcut delillerden sağlam sonuçlar elde etmeye yarayan bir prensipler manzûmesidir. Sanat olarak ise, bu prensiplerin etrafımızdaki dünyâya düzen vermekte kullanılması ve var olanın anlamaya çalışılmasıdır.
Mantık, insan düşüncesini doğruya, hakîkata ulaştırmada bir vâsıtadır. Hakikatın kendisi değildir. Nitekim kendi düşüncesinin doğruluğuna çok güvenen veya kendi fikrini çok beğenenler umumiyetle en büyük hatâya düşen kimseler olmuşlardır. Fanatik düşünenler hep böyledir. Halbuki, “kişinin noksanını (haddini) bilmesi kadar irfân olmaz” denilmiştir.
Mantık, akıl yürütme hatâlarının bilinmesi ve bunlardan kaçınılması için öğrenilmesi gerekli bir ilimdir. Nitekim İslâm âlimlerinden İmâm-ı Şâfiî; “Kötülüğü, yapmak için değil, ondan sakınmak için öğrendim.” buyurmuştur. Mantıkî düşüncenin yâni doğru kıyasın (akıl yürütmenin) sağlanması için genel prensipler, özel durumlara tatbik edilir. Burada kabuller ve çeşitli teknikler öğrenilir. Akıl yürütmede yön verici prensiplerin bulunması veya hatâlı prensiplere dayanılması; hatâya, yanılmaya sebeb olur. Tümevarım teknikleri ile eski kabuller denenip yeni prensipler ortaya konabilir.
Mantık ilmine, doğru akıl yürütmenin şartlarını ortaya koyan “Zihin Kânunları İlmi” de denir. Zihin kânunları, duygu ve ihtirasların etkisi altında kalmayan saf ve selîm aklın düşünüş şekilleridir. Mantıklı düşünüşün temel prensiplerine “aklın prensipleri” denir. Bütün matematik ve tecrübî (deneysel) ilimler bu prensiplere dayanır. Genel mantık ile gözlem ve deneye dayanan tatbikî mantık, yâni metodoloji de yine bu prensiplerden çıkar. Onlara dayanmadan olayları incelemeye, aralarındaki kânunları araştırmaya imkân yoktur. Bu prensiplerin varlığından bir an bile şüphe etmek, düşünme imkânından vazgeçmek ve tabiat düzeninden, bundan dolayı da bütün ilimlerden şüphe etmek demektir. Aklın prensipleri şunlardır:
1. Aynılık prensibi: Bir şey, ne ise odur.
2. Tenakuzsuzluk prensibi: Bir şey, aynı zamanda hem kendisi, hem başkası olamaz veya bir şey, aynı zamanda hem var, hem yok olamaz.
3. Sebeplilik (determinizm) prensibi: Her şeyin bir sebebi vardır.
Çocuk düşünüşünü ve ilkel düşünüşü, mantıklı düşünüşten ayırmamıza imkân veren bu prensiplerdir. Zihin hayâtı, mantıklı düşünüşün ilk şartı olan bütünlük ve birliği, bu prensiplerle sağlar. Bozulmuş akılda, mantıklı düşünüşün bu temelleri de sarsılmış olur. İhtiras sâhibinin akıl yürütmeleri ve hükümleri, ihtirâsını ilgilendiren meselelerde buna tâbi olduğundan, onun bu gibi durumlarda serbest karar verme kâbiliyeti yoktur.
Şu kadar var ki, her şeyi akıl ile anlamaya, akla uydurmaya kalkışan ve yalnız aklın beğendiğine inanan kimseler, hakikata, doğruya ulaşamamaktadırlar. Böyle kimseler, aklın erebileceği şeylerde doğruyu bulabilir ise de, aklın kavrayamadığı, erişemediği birçok şeyde yanılıyor, aldanıyorlar. Meselâ; mutlak varlık (Allah), ruh, Cennet, Cehennem gibi mânevî varlıkların mâhiyeti akıl ile anlaşılamıyor. Nitekim eski Yunan felsefecilerinin ve şimdiki komünistlerin sonra gelenleri, öncekilerin yanlışlarını çıkarmış, birbirlerini beğenmemişlerdir. Felsefeciler, sık sık yanılan aklın esiri, mahkumu kimselerdir. Bunlar tecrübe etmeyip, akıl ile söylediklerinde ve deneyleri açıklarken vehimlerine, hayallerine kapıldıkları zamanlarda aldanıp, zararlı oluyorlar.
Filozoflar, aklın üstüne çıkamamış kimselerdir. Halbuki aklın üstünde yer alan ve tamâmen ilâhî bir kaynağa, yâni vahye de bağlanan İslâm âlimleri, zamanlarına kadar olan fen bilgilerini okuyup, seksen bilgiyi iyi öğrendikten sonra, İslâmiyetin gösterdiği yolda, kalplerini açarak, nefislerini temizleyerek aklın erişemediği bilgilerde de doğruyu bulmuşlar, hakîkata varmışlardır. Çünkü akıl, göz gibidir. Din bilgileri de ışık gibidir. Yâni insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Göz karanlıkta göremediğinden, Allahü teâlâ güneşi, ışığı yaratmıştır. Akıl da, yalnız başına mâneviyâtı, faydalı zararlı şeyleri anlayamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan faydalanmamız için peygamberleri ve onlarla duyurduğu din ışığını yarattı. Peygamberler, dünyâda ve âhirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız doğruyu bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulunamazdı. İslâm âlimleri, aklın erdiği şeylerde ona güvenmişler, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerîmin ışığı altında akla doğruyu göstermişlerdir.
Mantık ilminin bölümleri: Mantık, iki büyük bölüme ayrılır: Formel veya genel mantık, metodoloji ve özel mantık.
1. Formel veya genel mantık: Buna sûrî mantık da denir. İnsan düşünmeyi ve istidlâli (akıl yönetmeyi) zihin ile yapar. Formel mantık, zihnin kendisini ele alır. Zihnin işleyiş kânunlarını inceler. Düşünmenin konusunu, maddesini dikkate almaz.
Zihnî hayatta biri diğerini tamamlayan üç çeşit faaliyet vardır: Fikirler (tasavvur, terim); Hükümler (kaziyye, önerme=propositions) ve İstidlâl (kıyas, akıl yürütme+inference=reasoning). Masa, kedi, taş gibi zihinde hayal meydana getiren canlı, cansız her şey fikirdir, terimdir. Fikirler, mefhumlar arasındaki alâkaya ve bunun söz ile ifâdesine hüküm (önerme) denir. Meselâ “her insan canlıdır” sözü bir hükümdür. Bilinen fikir ve hükümler yardımı ile bilinmeyenleri çıkarmaya da istidlâl (akıl yürütme) denir.
İstidlâl iki ana dala ayrılır: Tümdengelim (genelden özele, tâlîl=deduction); tümevarım (özelden genele, istikrâ=induction). Tümdengelim mantığının kurucusu M.Ö. 4. asırda yaşayan Aristo olarak bilinir. Aristo’nun tümevarım mantığı üzerine de çalışmaları vardır. Aristo’nun bütün bu çalışmaları Organon başlığı altında toplanmıştır.
2. Metedoloji ve özel mantık: Zihnin düşündüğü şeyleri inceler. Zihnin dış varlıklardan, türlü olaylarda, gerçeği arama yollarını gösterir. Mantığın en verimli koludur. Bundan dolayı mantığın bu bölümüne “tatbikî mantık” da denir.
İslâm dünyâsında mantık: İslâm âlimleri aklın erdiği ve ermediği bilgileri kapsayan nakli esas alarak, rasyonel düşünceye ve doğru hüküm çıkarmaya büyük önem vermişlerdir. Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez demişledir. Mantık; dil (konuşma, nutuk) ile ilgili olduğundan ilm-i beyâna da önem verip, lafız, külliyâte hams (beş tümel) târif (tanım), burhan (ispat), cedel (diyalektik), hitâbet, şiir, safsata esaslarını anlatmışlardır. Tümdengelim (dedüksiyon, istidlâl) Endülüs yolu ile Avrupa’ya girmiş ve rönesansı etkilemiştir. Rönesanstan sonra Bacon Descartes, Aristo’yu ve Aristoculuğu tenkid ettiler ve Metodolojiyi etkilediler. deneye dayanılması gerektiğini savundular. On dokuzuncu yüzyılda Sembolik Mantık çalışmaları başladı ve De Morgan (1806- 1876), Boole (1815-1864) cebir işlemlerini mantığa uygulamak istediler. Russel (1872-1970) ve Whithead lojistik adı ile Sembolik Mantığı kurdu ve Hilbert ve Bernays Grundlagen der Mathematik (1939) ile matematiğe uygulanan mantığı geliştirdi.
İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî gibi İslâm âlimleri tefekkür (düşünme), kelâm (diyalektik) ve kıyas (doğru akıl yürütüp benzetme) gibi hususlara ehemmiyet verirken, kâinât (evren, âlem) kadimdir yoktan var olmamıştır, diyen Aristo ve bunun tâkipçileri olan İbn-ür-Rüşd, İbn-i Sînâ ve Farabî gibi filozofların küfre varan hatâlarını ortaya koydular. Aristo’dan sonra gelen ve Aristoculuğu tenkid ederek sâdece deneye (gözlem, tecrübe) güvenen Bacon ve Descartes ise çok kere yanılan his uzuvlarına (duygu organlarına) dayandılar. Bu da yerine göre yanılmalara yol açtı. Daha sonraları ortaya çıkan ve matematiğe ve dolayısıyle diğer birçok ilimlere temel olarak kabul edilen sembolik mantık ise, rakam ve sembollere dayanmakta olup kelimelerin ifâde ettiği kavramların hepsini kapsayamaz. Sözün özü şudur ki, her şey kendi sınırları içinde ve kendi yerinde, yâni hikmete uygun kullanılırsa hatâdan kurtulunur. Akıl da bu çerçeve içinde işgörür.
İslâm âleminde mantık ilmine dâir yazılan eserler: İslâm dünyâsında yazılan mantık ilmine âit eserlerden belli başlıcaları şunlardır:
1. Eş-Şifâ: İbn-i Sinâ’nın eseridir.
2. Îsâgûcî’nin Külliyât-ı Hams’ı: Esîrüddîn Ebheri’nindir.
3. Beyânül-Hak, Metâif-ul-Envâr ve Menâhic: Bu üç eser Ermûyin’e âittir.
4. Keşfül-Esrâr ve Mûcir: Hûncî’ye âittir.
5. Şemsiyye: Kazvinî’ye âittir.
6. Telhâvât ve Metârihât: Sühreverdî’nindir.
7. El-Mûteber: Ebü’l-Berekât’ındır.
8. Mulahhas ve Şerh-i İşârât: Er-Râzî’nindir.
9. Ta’dîlül-Mîzan:Sadr-uş-Şerîa’nındır.