MALAZGİRT MEYDAN MUHÂREBESİ
Türklere Anadolu’yu kazandıran, Selçuklu-Bizans Savaşı. Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diojen kuvvetleri arasında 26 Ağustos 1071 târihinde Doğu Anadolu’da Malazgirt Ovasında meydana geldi. Bu muhârebe, dînî, millî, siyâsî, askerî neticeleri ve Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biri olması bakımından önemlidir.
Selçuklu Türkleri, Malazgirt Meydan Muhârebesinden daha yıllar önce Allahü teâlânın dînini yaymak için Anadolu içlerine gazâ akınları tertib ettiler. Bu akınlarda Anadolu’nun Türklerin yerleşmesine müsait coğrafî husûsiyet ve zenginliklere sâhip olduğu tespit edildi. Selçuklu Türklerinin Anadolu’ya akınları, Bizans Devletini telaşlandırdı. Akıncıların bu gazâlarında, Anadolu ahâlisine terör ve tahribâttan ziyâde adâletle muâmelesi, zâlimleri ortadan kaldırmaları, can, mal, ırz emniyetini sağlamaları, bölge halkının Selçuklu idâresini gönülden tercih etmelerine yol açtı. Doğu hududundaki hâdiseleri dikkatle takib eden Bizanslı idareciler; ülkelerinin bütünlüğü ve devletin bekâsı için tedbir almaya başladılar. Bizans’ın ancak meşhur târihi entrikalarla yüzyıllardan beri Anadolu’da hâkimiyetini koruyabilmesi, zulme varan sıkı tedbirleri, halka kötü muâmelesi, yerli ahâlinin Türklerin idâresini tercih etmelerini daha da kolaylaştırdı.
Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (Romen Diojen) iyi bir cengâverdi. Fakat hânedân mensubu değildi. Askerlik bilgisi, tecrübe ve cesâreti, dul Bizans İmparatoriçesi Eudoxie’nin dikkatini çektiğinden diğer aday ve teklifleri reddederek, 1068’de Diojen’i tercih etmesine sebep oldu. Hânedân dışından bir şahsın Bizans İmparatorluğuna getirilmesi üzerine asiller, iktidâra karşı cephe aldılar. Ülke içindeki muhâlefeti tasfiye etmekle meşgul olan Diojen, zekâ ve tecrübesine inandığı şahısları devlet kadrolarında vazifelendirip, Bizans’ın doğu hududundaki hâdiseleri de dikkatle takib ettirdi. Ani ve Kars’ı zaptederek Ani’nin askerî mevkilerini tahrib eden Selçuklulara karşı, tahta çıkışından, 1071 yılına kadar her yıl sefere çıktı. 1068’de Pozantı’ya, 1069’da Palu’ya kadar geldi. 1070’te de Kayseri’ye ordu gönderdi. Bu seferlerle Bizans ordusunun muhârebe kâbiliyeti ve tecrübesi arttırılıp, disiplinli olması sağlandı.
Selçuklu akınlarının Ege Denizine, Marmara’ya kadar uzanması ve 1071’de Şiî- Fâtimî Devletinin İslâm ülkeleri ve Abbâsî Halifeliği için tehlike arz etmesi üzerine, Mısır Seferine çıkan Selçuklu Sultanı, Suriye’de bulunuyordu. Türklerin Suriye topraklarındaki harekâtını haber alan Bizans İmparatoru Diojen, doğuya hareket etti. Hareketinden önce verdiği nutukta azmini şöyle belirtiyordu: “Doğu hudutlarımızda büyük bir İslâm tehlikesi belirmiştir. Bu tehlikeyi büyümeden ortadan kaldırmalıyız. Ordunun başında; bu tehlikeyi kesin olarak kaldırmaya gidiyorum.”
Romen Diojen, 13 Mart 1071’de İstanbul’dan 200.000’den ziyâde Frank, Norman, Slav, Gürcü, Abaza, Ermeni ve Rumeli’de yaşayan İslâm dînini kabul etmemiş Peçenek ve Uz Türklerinden de ücretli asker alarak Anadolu’ya geçti.
Bütün kaynaklarını seferber ederek hazırladığı ordusuna güvenen Diojen, Bizanslılara büyük zaferle dönmeyi vâdediyordu. Sivas’a gelen Diojen bu bölgedeki Ermeni Prensleri ile ahâlisini toptan öldürttü. Ermenilerin mallarını askerlerine yağma ettirdi. Sivas’tan hareket etmeden önce generalleri ile harp meclisi kurdu. Bu harp meclisinde muhârebenin alınacak karar, plân ve hedefi tâyin edilecekti. Gerçi Diojen’in plân ve hedefi kafasında çizilmişti. Bu, Türklerin Anadolu’ya bir daha akın yapmamalarını sağlayacak bir plândı. İran’ın içlerine ilerleyecek, Türkleri daha da doğuya sürecek başşehirlerini zaptedecekti. İmparator, yalnız Anadolu’yu elinde bulundurmak ve Türkleri yok etmek değil, bütün İslâm ülkelerini de almaya karar vermişti. Horasan, Rey, Irak-ı Acem ve Arap, Suriye vâliliklerini komutanlarına vermeyi tasarlamış ve hattâ vâdetmişti. İstilâ edeceği İslâm ülkelerindeki câmilerin yerine kiliseler açmayı ve bu sûretle İslâm dînini ortadan kaldırmayı da aklına koymuştu. Harp meclisinde generallerden, tâkib edilmesini lüzumlu gördükleri tekliflerin ortaya konmasını istedi.
Sivas’taki harb meclisinde, yapılacak harekâtın plân ve hedefi hakkında, iki ana teklif ortaya çıktı. Birincisi; Bizans ordusunun en bilgili ve tecrübeli komutanlarından Rumeli ordusu kumandanı General Nikefor Bryennes ile iyi bir stratejist ve tecrübeli bir komutan olan Türk asıllı general Magistors Tarkhal (Jozeph Tarhchaniotes)dan geldi. Bu iki general, hudut boylarındaki tecrübelerine dayanarak, Türklere karşı çok ihtiyatlı harekâta girişmeyi tavsiye edip, ordunun Erzurum’a kadar ilerleyerek, burada Türk ordusunu muharebeye zorlayacak ve kışkırtacak bir tertibin alınmasını, bu sûretle muhârebenin kendi toprakları içinde yapılarak lojistik desteğin kolaylaştırılmasını ve Türklerin istifâdesine yarayacak her türlü maddî imkânların tahrib edilmesini teklif ettiler. Bu teklife karşılık, İmparator’a hoş görünmek isteyen ikinci teklif sâhibi muhalif generaller ise, hedefin daha derin olmasını ve ordunun vakit kaybetmeden Erzurum’a varıp, İran’a yönelmesini ve Türk ordusu ile nerede rastlanırsa orada, daha ziyâde Türk ülkeleri içinde harp edilerek yok edilmesini teklif edip, birincileri korkaklıkla itham ettiler. Bu son teklif, esâsen Bizans İmparatoru’nun plânına uygun düştüğünden ordunun doğuya hareketini emretti.
Bizans ordusunun doğuya hareketini haber alan Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçti. Suriye’den geri dönüşte önce doğuya yönelerek gerekli savaş hazırlıklarını yaptı. Bu arada karakulakları (casus) vâsıtalarıyla da Bizanslılara, Türklerin Rey’e çekildiği haberlerini yaymakta idi. Nihayet Diyarbekir’den kuzeye yöneldi ve Bizans’ın beklemediği bir anda Malazgirt’in doğusunda ordugâhını kurup savaş hazırlığına başladı. Alparslan, muhârebe azmiyle ordugâh kurarken, önceden düşmanla döğüşeceğini Bağdat’taki Abbâsî Halifesine bildirdi. Büyük Sultan, savaş başlamadan evvel, Halife El-Kâim (1031-1075)in gönderdiği İbnü’l-Mahleban’ı, değerli komutanlarından Sav Tigin’le birlikte Diojen’e elçi gönderdi.
Sultan Alparslan’ın heyeti, 25 Ağustos 1071 sabahı Bizans ordugâhında hafife alınıp, hakârete uğradı. Diojen heyet başkanına; “Kışlamak için İsfehan’ın mı, yoksa Hemedan’ın mı” daha iyi olduğunu sordu. Sulh teklifini şiddetle reddedip; “Sultânınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh müzâkerelerini Rey’de yapacağım, ordumu İsfehan’da kışlatıp, Hemedan’da sulayacağım.” Heyet başkanı da, Diojen’e; “Atlarınızın Hemedan’da kışlayacaklarından ben de eminim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum.” diyerek gereken karşılığı verdi.
Sultan Alparslan, muhârebe öncesi Halife’den duâ taleb etti. Abbâsî Halifesi, câmilerde cumâ hutbesinde Alparslan ve ordusunun muzaffer olması için okunacak hutbe metni gönderdi. Muharebe gecesi, Alparslan ayırdığı bir kuvvetle Bizanslıları, atılan ok ve naralar ile bütün gece tâciz ederek yorgun bir hâle düşürdü. Selçuklular, Bizanslı safında bulunan Türk asıllı birliklerle temas kurdu. Onların Bizans ordugâhından ayrılarak Selçuklu ordusuna katılmalarını temin etti.
Malazgirt Muhârebesinde Bizans ordusunun kumanda kademesi şu şekilde idi: Merkezde Bizans İmparatoru Romen Diojen olup, yanında hassa ve seçkin birlikler vardı. Sağ kanatta, Anadolu ordusu kumandanı Mikhail Attalicpiates; sol kanatta Rumeli ordusu kumandanı Nikefor Bryennes; ihtiyatta da Andronikos Doucas vazifeliydi. Bizans ordusunun taktiği Türkleri imhâ etmekti. Sultan Alparslan kumandasındaki kırk bin kişilik Selçuklu ordusu, yarım hilâl şeklinde tertib aldı. Hafif süvâri kıt’aları, kanatlara yerleştirildi. Ordu merkezi, düşman karşısında birleşmeden yavaş yavaş geri çekilecek ve onu hırpalayacak, at üstünde ok atan süvariler, düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek, Bizans ordusunu dağıtmaya çalışacaklardı. Taarruza katılan düşman süvarisi ezilerek geri atılacaktı. Bu şekilde ilerleyen düşman ordusu, karargâhından kâfi derecede uzaklaştıktan sonra baskın kıt’aları düşmanın gerilerine taarruz edecek, asıl ordu da, bir ağırlık teşkil ederek, düşmanın kanatlarından birine taarruzla, onu yıktıktan sonra saldırıyı diğer kanada çevirmek sûretiyle neticeye gidilecekti.
Selçuklu Sultanı Alparslan, âlim ve devlet adamlarının tavsiyesiyle, muhârebeyi Cumâ günü yapmayı tercih etti: 26 Ağustos Cumâ günü askerlerini toplayan Alparslan atından inip secdeye vardı; “Yâ Rabbî sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihâd ediyorum. Yâ Rabbî niyetim hâlistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye duâ etti. Sonra askerlerine dönerek; “Burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur, emir ve kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihâd etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz.” dedi. Askerler coşarak hep bir ağızdan; “Asla emrinden ayrılmayacağız.” mukabelesinde bulundular. Sonra hepsi ağlayarak helâlleştiler. Sultan, beyazlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silâhı olan gürzü alıp, şöyle hitap etti: “Askerlerim! Şehit olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşâh’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbâl bizimdir.” Bu nutku, hitabet sanatının ve muhârebe öncesi psikolojik şartlarının bütün inceliklerine sâhipti. Askerler coşup, şevke geldi.
Cumâ namazından sonra başlayan muhârebede Sultan Alparslan, fevkalâde bir muhârebe taktiği uyguladı. Bozkır çevirme hareketiyle, Türk ordusu hilâl şeklinde yayıldı. Muhârebenin başlamasından iki saat sonra, Peçenek ve Uz Türkleri Bizanslılardan ayrılıp, millî bir his ile Müslüman Selçuklu Sultanı’na tâbi oldular.
Mezhep baskısı sebebiyle Bizanslılara kırgın ve kızgın bulunan Ermeni kuvvetleri de, muhârebe meydanını terketti. Bu hâdiseler, Bizanslılarda mânevî bozguna yol açtı. Bizans ordusunda Türklerin ok, gürz ve kılıcından kurtulanların, akşam teslim olmaya canattıkları görüldü. Cengâverliğine rağmen hiçbir şey yapamayan mağrur Bizans İmparatoru Diojen, yaralı halde bütün mâiyeti ile berâber esir edildi.
Malazgirt meydanındaki mücâdeleden yenik çıkan İmparator, Sultan’ın huzuruna getirildiğinde, utancından başını kaldıramıyordu. Sultan Alparslan, onu nezâketle kabul edip oturttu, gönlünü aldı. Diojen, muhârebe öncesi muazzam ordusunun Türkleri muhakkak yeneceğine inandığını îtirâf etti. Sultan Alparslan; “Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardın?” diye sordu. Diojen öldürteceğini açıklayamadı. “Kamçılardım.” cevabını verdi. Alparslan; “Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Ya öldürtürsünüz, yâhut İslâm memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz. Belki de... Fakat onu düşünmek bile istemiyorum; mümkün görmüyorum, ama... Belki de, affedersiniz!” dedi. Alparslan yenilgiye uğramış bir insanı daha da küçük düşürmek istemedi. Bizans İmparatorunu affetti. Ağır şartlarla antlaşma imzâladı. Fakat Romen Diojen dönüşünde Bizanslılar tarafından Türklerden görmediği hakâretlere uğrayıp öldürüldü. Yeni Bizans İmparatoru Yedinci Mihail, Diojen’in Türklerle yaptığı anlaşmayı kabul etmedi.
Kazanılan büyük zaferden dolayı Abbâsî Halifesi, Sultan’a tebrik ve teşekkür mektupları gönderdi. Birçok İslâm şâiri, Alparslan’ı metheden kasideler yazdılar.
Türklerin yeni yurt edinmesini sağlayan Malazgirt Zaferinden sonra, on beş yıl içinde Anadolu ele geçirildi. Bu zaferle Anadolu’nun tapusu, Türklerin eline geçti. Bu bakımdan, Malazgirt Zaferi, Türk ve dünyâ târihinde bir dönüm noktası oldu.
Anadolu’ya, burayı vatan edinen Selçuklu Türkleri ile diğer Türk boyları yerleştirildi. Bozkır kültüründen, İslâm medeniyeti dâiresine bütünüyle giren Türklerin dünyâ görüşü daha da gelişti. Doğudan gelen göçebe Türkler, Anadolu’da yerleşik medeniyete geçirildi. Şehirler kurup geliştirerek kültür, sanat, sosyal müesseseler tesis edildi. Kıymetli mîmârî eserleriyle bu yerleşim merkezleri süslendi.
Amerikalı zenci milliyetçi lider. Asıl ismi Malcolm Little’dir. 19 Mayıs 1925 senesinde Nebraska’nın Omeha şehrinde doğdu. Gençlik yıllarında, New York’un Harlem şehrine geldi. Hırsızlık ve cinâyet suçu ile 1950’de hapishâneye düştü. Hapishânede zenci Müslümanlarla tanıştı ve çok geçmeden Müslüman oldu. Mâlik Eş-Şahbaz adını aldı. Hapishâneden çıkınca Elijah Muhammed’in yardımcısı oldu. 1964’te kendisi Afro-Amerikan Birliğini kurarak zencileri harekete geçirdi. Zencilerin devamlı ezilip ikinci plâna itildiklerini, halbuki dünyâdaki bütün insanların kardeş olduğunu söyleyerek, bu düşünceyi yaymaya başladı.
Kâhire’ye giderek El-Ezher’de Ehl-i sünnet akâidini öğrendi. Amerika’da daha önce tanıştığı Müslümanların aslında Müslüman değil sapık düşünceli insanlar olduğunu anladı. Bunun üzerine Elijah Muhammed ile arası açıldı. 21 Şubat 1965 senesinde New York’ta bir açık hava konuşması yaparken tabanca ile vuruldu. Amerika’da Müslümanlığın yayılmasında önemli rolü olan Malcolm X’in hayâtı filme alınmış ve bütün dünyâda yankı uyandırmıştır.
DEVLETİN ADI |
Maldivler Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Male |
NÜFÛSU |
230.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
298 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Divehi (Maldiv lisanı), Arapça |
DÎNİ |
İslâm |
PARA BİRİMİ |
Maldiv rupisi |
Hint Okyanusunda, Hindistan’ın güneybatısında ve 7° kuzey ve 1° güney enlemleri arasında yer alan küçük bir takımada ülkesi.
Târihi
Maldivlerin bilinen ilk târihi, Hindistan’dan göç eden Dravitlerle başlar. Türklerin Orta Asya’dan üç kol hâlinde yaptıkları târihî büyük göç netîcesinde güneye gelen Türk boyları Müslüman olmuşlardı. Müslüman olan Türklerin ve Hindistan, Çin ve Sri-Lanka’ya ticârî seferler yapan Arapların zamanla bu küçük adalar ülkesiyle de temasta bulunmaları, buraların İslâmiyetle aydınlanmasına sebep olmuştur. İslâm medeniyeti ve kültürü kısa zamanda bu ülkede yerleşmiş ve halkın tamâmı Müslümanlığı seve seve kabul etmiştir. İslâmla şereflenen Maldivler, 1153 yılında Maldivler İslâm Sultanlığını kurdular. Bu sultanlık, 1968 yılına kadar ülkeyi idâre etti. Bu arada 1507 yılında Portekizlilerin, daha sonra Hollandalıların ve 1887’de de İngilizlerin saldırılarına uğradı. 1965 yılına kadar İngiltere işgâli altında bağımsızlık mücâdelesi verdi. Aynı yıl bağımsızlığını kazandı ve 1968 yılında halk oylaması ile cumhûriyet rejimini kabul etti. İlk cumhurbaşkanı İbrâhim Nasir, 1978 yılına kadar görevde kaldı. Yerine Abdul Gayyum devlet başkanı oldu. Günümüzde de bu görevi sürdürmektedir (1993).
Fizikî Yapı
Hindistan ve Seylan’ın güneybatısında 7° kuzey ve 1° güney enlemleri arasında kalan Maldivler, 900 km uzunlukta bir sahaya yayılmış adacıklar topluluğudur. Hint Okyanusunda, ekvator çizgisinin hemen kuzeyinde 1196 adet, küçük mercan adalarından müteşekkil olan bu takımada devleti, Hindistan’a 440 km, Sri-Lanka (Seylan)ya 705 km uzaklıktadır.
Maldivler Adalarının en büyük özelliği, gölcüklere sâhip olmaları ve halka şeklinde gruplar hâlinde bulunmalarıdır. Halka şeklindeki mercan adalarına Maldivcede “Atol” ismi verilir. İki atol hâlinde gruplanmış 2000 kadar mercan adasından meydana gelen bu adaların diğer bir özelliği ise, dağ olmaması ve ortalama yüksekliğin 1,5 m, en yüksek noktasının da ancak 50 m kadar olmasıdır. Sâdece 220 tânesinde insanların yaşadığı adaların en büyüğünün yüzölçümü 13 km2 ve bütün adalar ise 298 km2dir.
İklim
Maldivler Adaları, bulundukları yer îtibâriyle ekvatorun hemen kuzeyinde yer aldığından dolayı, iklim özelliği pek fazla değişiklikler göstermemektedir. Umûmiyetle bütün yıl havalar sıcak, fakat nisbeten nemlidir. Ortalama sıcaklık 27°C civârındadır. Ekvatoral iklimin bir özelliği olarak, adalarda haziran ayından kasım ayına kadar geçen süre içerisinde ortaya çıkan güneybatı muson rüzgârlarının sebep olduğu yağışlar dışında yılın diğer aylarında pek yağış görülmez. Güney ve kuzey muson rüzgârlarının getirdiği bu yağışlar ise, yılda ortalama 1500 mm’yi bulur.
Tabiî Kaynakları
Maldivler Adalarının ekvatora yakın olması ve bir de okyanus ikliminin etkisinde olması, yeterli yağış ve dolayısıyla zengin bir bitki örtüsüne sâhip olmasına sebep olmuştur. Adaların, çoğunlukla sık çalılık ve fundalıkların hâkim olduğu bitki örtüsünün ortaya koyduğu yemyeşil tablo, okyanusun masmavi suları içerisinde parıldayarak, seyretmeye doyulamıyan güzellikleri üzerinde toplayıp, turistleri kendisine cezbetmektedir.
Adalarda maki bitki toplulukları arasında yer alan hindistancevizi, ekmek ağacı bol miktarda mevcuttur. Bâzı adaları ise, iri yapraklı tropikal ot ve bitkilere sâhiptir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Maldivler halkının kökeni pek iyi bilinmemekle berâber, târihçiler ilk sâkinlerin Seylan ve Hindistan’dan gelmiş olabileceğini tahmin etmektedirler. Yer îtibâriyle bu ülkelere çok yakın olması, Asyalı, özellikle Arap tüccarların ülkeye gelmesine sebep olmuştur. Zamanla Güneye ve doğuya inen Arapların ve Hindistan üzerinden güneye akan Müslüman Türklerin, İslâmiyeti yaymak için bu ülkeye seferler yapmaları, Maldivler halkını meydana getirmiştir. O târihten bu yana halkın tamâmına yakın bir kısmı Müslümandır. Konuştukları dil olan Maldivce (Divehi)nin, Sri-Lanka’nın Sinhalese dilinden geldiği tahmin edilmektedir. Bunun yanında Arapça oldukça yaygın olup, resmî dil îlân edilmiştir. 209.000 kişi olan nüfûsun yaklaşık % 20’si, başşehir olan Male Adasında yaşar. Adalardaki dükkan ve çeşitli müesseselerin çoğu, Arap ve Hintli Müslümanlarca işletilmektedir. Bunun dışında kalan halkın çoğunluğu balıkçılıkla, geri kalanı ise tarımla uğraşmaktadır.
Halkın % 60’ı okur yazardır. Lise ve dengi okullarda yaklaşık 2.500 öğrenci okumaktadır. Buna mukâbil, yüksek okullar mevcut değildir. Kişi başına düşen millî gelir azdır. Günlük gazete ve TV yayını yoktur. Maldivler halkının tamâmına yakın bölümü sünnî Müslümandır. İslâmiyet ülkenin bütün hayâtına hâkimdir.
Siyâsî Hayat
Anayasa ve kânunlar İslâmî kâidelerden meydana gelir. 1965 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra, 1968’de parlamenter cumhûriyet ve başkanlık sistemine geçti. Devlet başkanı ve 54 üyeden meydana gelen meclis, halk tarafından beş yıl için seçilir. Cumhurbaşkanı aynı zamanda hükûmet başkanı olup, bakanlar kurulunu tâyin eder. Ülke İslâm hükümlerine göre yönetilmektedir.
İngiltere’nin asırlarca uyguladığı baskı ve sömürge siyâsetinden kurtularak bağımsızlığa kavuşan Maldivler hâlen bağlantısız bir ülke olup, topraklarında hiçbir devletin üssünü kabul etmemektedir.
Ekonomi
Halkın büyük çoğunluğu geçimini balıkçılıkla sağlamaktadır. Dolayısıyla ekonomi balıkçılığa ve çok az da olsa tarıma dayanır. Maldivler sularından avlanan lezzetli balıklar ve diğer deniz ürünleri, en önemli gelir kaynaklarıdır. Kaplumbağaların kabuklarının çok süslü ve parlak olması, ülkeye önemli ölçüde döviz getirmektedir.
Tarım için toprak yeterli verimlilikte değildir. Fakat Maldivlerin sâhip olduğu tabiî bitkiler bu eksikliğini gidermektedir. Hindistancevizi ve bundan elde edilen kopra yağı ve ekmek ağacı bol miktarda mevcuttur. Bunun yanısıra darı, mısır, balkabağı, yerelması, tatlı patates, manyok, hintkirazı, muz ve çeşitli sebze ve tropikal iklim meyveleri yetiştirilir.
Balık ve balık ürünlerinden başka ayrıca hindistancevizi, kopra ve liften yapılan eşyâlar, palmiye yağı ve darı başlıca ihraç ürünleridir. Buna karşılık pirinç, çeşitli besin ürünleri, pamuk ürünleri, metal ürünleri ve petrol dış ülkelerden satın alınmaktadır. Ticâreti daha çok Hindistan, Seylan, Japonya, ABD ve İngiltere ile yapmaktadır.
Ülkenin diğer önemli gelir kaynakları gemicilik ve turizmdir. Her yıl 40.000’i aşkın turist ülkeye gelmektedir.
Ulaşım: Adalar çok küçük olduğundan, ada içlerinde genellikle bisikletle, adalar arasında ise gemilerle ulaşım yapılır.
Alm. Maleick und fumerick säure, Fr. Acide (m) maleique et fumerique, İng. Moleic and fumaric acid. Doymamış dikarboksilli asitlerin en önemlilerinden biri. Kimyâca adı etilendikarboksilli asittir. Maleik ve fumerik asit birbirinin izomeridir. Molekül formülleri C4H4O4’tür. Maleik asit cis, fumerik asit trans şekline sâhiptir. Fumerik asit şahtere otunda, muhtelif mantarlarda ve ciğer otunda bulunur. Maleik asidin 150°C’de yalnız başına veya hidroklorik veya hidrobromik asit ile ısıtılmasından fumerik asit elde edilir. Fumerik asit aynı zamanda, suda veya alkolde çözünmüş piridin ile bromosüksinik asidin 210°C’de kaynatılmasından elde edilebilir. Ticârî olarak ise şekerin fermantasyonunundan elde edilen Fumerik asit, küçük prizmalar ve iğnecikler şeklinde kristallere sâhip olup, özellikle soğuk suda çözünmez. 200°C civârında bir sıcaklık aralığında sublime olur, kısmen de maleik anhidrit ve suya dönüşür.
Maleik asit (Cis-butendioik asit) maleik asidin 250°C’de ısıtılmasından ve benzenin katalitik oksidasyonundan elde edilir. Fumerik asit ile asetil klorür 100°C’de ısıtılırsa, yine maleik asit elde edilir. Maleik asit, monoklin prizma kristale sâhib olup, 130°C’de erir ve 160°C’de kaynar. Bu sırada maleikanhidrite ve suya bozunur. Kolayca suda çözünür. Maleik asit, fumerik asitten daha kuvvetli bir asittir. Maleik asit kolayca hidrojenle birleşerek süksinik asidi meydana getirir.
Maleik asit alkit reçinelerinin îmâlâtında kullanılır. Fumerik asitten de reçine yapılır. Ayrıca bu reçineler, boya, çabuk kuruyan mürekkep, tabiî kuruyan yağlarda koruyucu olarak kullanılır.
DEVLETİN ADI |
Malezya Sultanlığı |
BAŞŞEHRİ |
Kuala Lumpur |
NÜFÛSU |
18.630.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
330.434 Km2 |
RESMÎ DİLİ |
Malayca (Bahasa) ve İngilizce |
DÎNİ |
İslâm |
PARA BİRİMİ |
Malezya doları (Ringgiti) |
Güneydoğu Asya’da bir ülke. Hint Okyanusu ile Büyük Okyanus arasında, Malay (Kra) Yarımadasının güney ucu ve büyük Borneo Adasının kuzey bölgesinde 13 eyâletten meydana gelmiştir.
Târihi
Malezya’nın ilk insanları olan Malayalılar, târihin ilk çağlarından îtibâren yüzyıllarca Çin, Hindistan, Tayland ve Sumatra Adası topraklarında dağınık bir şekilde yaşamışlardır. Sekizinci yüzyıldan on üçüncü yüzyıla kadar Endonezya Sultanlığına tâbi olmuşlar, daha sonra bir müddet Hintlilerin işgâlinde kalmışlardır. Bir devlet olarak târih sahnesine 1400 yılında Malay Sultanlığını kurarak çıktılar. Dünyâ siyâsî olaylarından bir müddet uzak yaşayan Malayalılar, çok geçmeden Avrupa devletlerinin saldırılarına uğrayarak yıkıldı. On ikinci yüzyılın başlarından îtibâren İslâmiyet ile şereflenmiş bu millet, birçok emperyalist memleketin işgâli altında istiklâl mücâdelesine başladı. İstilâcı güçler, İslâma olan düşmanlıklarını, bu güzel memleketi baskı altında tutmak ve birçok İslâmî eseri tahrip etmek sûretiyle göstermişlerdir. Buna karşılık birlik ve berâberliğini devamlı zinde tutan Malayalılar, istiklâllerini kazandıkları 1957 yılına kadar Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Japonya’ya karşı mücâdelelerini sürdürdüler. Malaya Federasyonunun istiklâlini kazanmasından sonra, Saravak, Sabah ve Singapur’un da birliğe katılmasıyla 16 Eylül 1963 yılında Malezya Devleti kurulmuş oldu. Fakat iki yıl sonra Singapur’un federasyondan ayrılmasıyla, eyâlet sayısı 13’e düştü. Malezya’nın ilk sultanı (Tunku) Abdul Rahman 1970 yılında emekli olunca, yerine (Tun) Abdul Razak, sonra (Datuk) Hüseyin bin Onn, daha sonra da Hacı Ahmed Şah sultan oldu. Günümüzde Sultan Muhübuddin Şah ibni Yusuf Gaferallah Şahtır (1993).
Fizikî Yapı
Malezya Güneydoğu Asya’da ekvatorun yakınında 1° ve 7° kuzey enlemleri ve 100° ve 119° doğu boylamları arasında yer almaktadır. Kuzeyinde Tayland, güneyinde Singapur ve Endonezya, doğuda Filipinler ile komşudur. Hint Okyanusu ile Büyük Okyanusun birbirine kavuştuğu bölgede, Asya kıtasından Avustralya’ya doğru uzanan ve kısmen okyanusa batmış durumda olan Sunda platformu bulunur. Malezya toprakları, bu platformun yükseltileri olan iki ayrı bölgede kurulmuştur. Malezya, Malakka yarımadasında yeralan Malay bölgesi ve Büyük Borneo Adasında bulunan Saravak ve Sabah bölgelerinden ibâret olmak üzere üç ana bölgeye ayrılmaktadır. Malay bölgesi ile Borneo Adasındaki topraklar arası Güney Çin Deniziyle ayrılmış olup, 750 km uzunluğundadır. Yaklaşık 330.434 km2 olan Malezya topraklarının 131.587 km2si yarımada topraklarında 198.846 km2si de Saravak ve Sabah bölgelerine âittir. Malaya bölgesi, kuzeyden güneye yaklaşık 720 km uzunluğa, ortalama olarak 400 km genişliğe sâhiptir. Yarımada kıyıları yaklaşık 4830 km, Sabah ve Saravak eyâletlerine âit kıyı şeridi uzunluğu da 2100 km civârındadır.
Malay Yarımadasını, ortada yer alan dağ dizileri ile bu dağların çevresinden îtibâren güneye doğru gidildikçe genişleyen kıyı ovaları meydana getirir. Merkezdeki bu dağlar, umûmiyetle 1200 ile 2000 m arasında yüksekliğe sâhiptir. En yüksek nokta Günong Tahan Tepesi (2189 m)dir. Doğu ve batı kıyılarındaki ovalar arasında Pahang, Perak ve Kelantan nehirleri yer almaktadır.
Sabah ve Saravak bölgelerinin % 85’i dağlık olup, yüksekliği 500 m’yi aşkın arâzileri ihtivâ eder. İç bölgeler ise, Güneydoğu Asya’nın en yüksek tepesine sâhiptir. Bu tepelerin en yükseği olan Kinabolu Tepesi (4100 m)dir. Bölgenin en önemli nehirleri Rajang, Baram ve Kinabatangan’dır.
İklim
Malezya’da tropikal iklim mevcut olup, her mevsim bol yağmur yağmaktadır. Muson rüzgârlarının tesiriyle de özellikle ocak ve mayıs ayları arasındaki sürekli yağışlar, memleketin nisbî nem miktarının % 80 civarına kadar yükselmesine sebebiyet verir. Yıllık yağış ortalaması bölgelere göre büyük farklılık gösterir. Genelde 2000 ilâ 2540 mm olan bu oran, Sabah’da 1500-4500 mm, Saravak’da ise 300-400 mm arasında değişir. Günlük sıcaklık, alçak yerlerde 21°C ila 32°C arasında iken, yüksek bölgelerde daha düşük olur. Başlıca özellikleri sıcaklık, rutûbet ve nem olan iklimi sebebiyle, oldukça gür ve ülkenin % 70’ini kaplayan tropikal ormanlara sâhiptir. Ormanlardaki mevcut 15.000 tür bitkinin 6000 türünü çeşitli ağaç cinsleri meydana getirir. Bu ağaçlardan bâzıları 45 m yüksekliğe kadar büyüyebilir. Bambu gibi kerestesi makbul ağaçlar ve kauçuk ağaçlarından başka 800’ü aşkın tür orkide ve oldukça fazla miktarda amber bitkisi yetişir.
Tabiî Kaynaklar
Bol yağışlı ikliminden dolayı Malezya, ormanı bol bir memlekettir. Yaklaşık olarak topraklarının % 70’i ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlar çoğunluğu sık ormanlık olmak üzere, 6000 farklı türde ağaçlardan teşekkül etmiştir. Bâzı ağaçlar çok uzun olup, 35 ilâ 45 m yüksekliğindedir. Bunga Raya olarak bilinen ağaç türü, kerestesinin kalitesi bakımından çok kıymetlidir. Bu sık ormanlıklar arasında, oldukça çeşitli ve fazla sayıda vahşî hayvan yaşamaktadır. Kaplan, yabânî sığır, gergedan, tapir, orangutan ve çeşitli maymun türleri, fil, leopar, birkaç geyik cinsi ve timsahlar, mevcut vahşî hayvanların başlıcalarıdır. Ayrıca 500 cins kuş yaşar. Bunların bir kısmı göçmen kuşlardır. Serçe, guguk kuşu, çoban aldatan, saksağan, ardıç kuşu, Mynah ve Merbok türü ve rengârenk tüyleriyle tavus, trogon, broadbills, pittas, sülün, altın aurioles balıkçıllar, tukan ve güneş kuşları bulunmaktadır.
Malezya mâden bakımından da çok zengindir. Kalay üretiminde dünyâ birincisidir. Dünyâ kalay üretiminin % 70’ini Malezya karşılar. Kalay daha çok yarımada bölgesinden çıkarılır. Demir, boksit, petrol, manganez, altın, tungsten ve titan diğer önemli mâdenleridir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Malezya nüfûsu, birçok ırkın insanlarının biraraya gelmesiyle meydana gelmiş olup, yaklaşık olarak 17.421.000 kişiye ulaşır. Bunun büyük kısmı yarımada topraklarında, yaklaşık 3,5 milyonu ise Borneo Adasında, Sabah ve Saravak bölgelerinde yaşamaktadır. Malezya nüfûsunun % 55’ini Malaylar, % 34’ünü Çinliler, % 10’unu Hintliler ve % 1’ini de Pakistanlılar ve diğer azınlıklar teşkil eder. Yıllık nüfus artış oranı yaklaşık % 3 olup, nüfûsun % 60’a yakın bir bölümü köylerde yaşar. Nüfus yoğunluğu bölgelere göre değişmektedir. Meselâ Penang’da km2ye 750 kişi iken bu rakam Pahang dolaylarında 14 kişiye düşer. En kalabalık ve gelişmiş merkez, başşehir Kuala Lumpur’dur. Yüzölçümü 244 km2 olan bu şehrin nüfusu 1.000.000 civârındadır. Bundan başka başlıca büyük şehirleri George Town, İpoh, Kuehing, Kota Kinabalu ve Sibu’dur. Malezya köylerinin yarısına yakın bir kısmı, 10.000 kişilik merkezler hâline gelmiştir. Dolayısıyla, Güneydoğu Asya’nın en fazla iskân edilmiş memleketlerinden biridir.
Bu merkezlerdeki evler, umûmiyetle kazıklar üzerinde kurulmuş kulübeler şeklindedir. Böylece köylüler su baskını, yırtıcı hayvan tehlikesinden korunduğu gibi, evler alttan da havalandıkları için sıcak iklime karşı serin evlerde yaşamış olurlar. Şehir merkezleri oldukça modern olup, Malay, Arap kültürünün karışımı olan mîmârî yapılarla doludur. Her ne kadar târih boyunca birçok emperyalist memleketin istilâsına uğrayarak, sâhib olunan birçok ince zevklerle dolu ve baştanbaşa sanat olan nâdide İslâmî eserler tahrip edildiyse de, hâlâ varlıklarını korumayı başaran birçok câmi ve medrese, bugün şehirleri doldurmaktadır. Malezya’da, istilâcılar sürüldükten sonra, memleketin hemen her köşesine câmiler ve birer ilim yuvası olan medreseler inşâ edilmiştir. Bunlardan Kuala Sangar’daki Ubadiah ve Panang’taki Keling câmileri, herkesin hayran olduğu eserlerdir.
Halkın % 85’i okur yazardır. Halkın % 90’ının konuştuğu Bahasa, Malezya resmî dilidir ve Arapça ile eski Malaya dilinin karışımından ortaya çıkmıştır. Bundan başka hemen herkes İngilizce bilmektedir. Tamil dili ve Çince de yaygın olan diğer dillerdir. Halkın büyük çoğunluğu Müslümandır. Ayrıca azınlıkta olmakla beraber Hindu ve Budistler de mevcuttur.
Siyâsî Hayat
Malezya Sultanlıkla idâre edilmektedir. Sultan, eyâlet vâlileri tarafından beş yıllığına seçilir. Sultan, oldukça geniş hak ve selâhiyete sâhip olup, hükûmeti kurması için başbakanı tâyin eder. Malezya meşrûtî sultanlığı parlementosu, iki ayrı meclisten ibârettir. Bunlardan birincisi millet meclisi (Dewan Raayat) 154 üyeli olup, tamâmı halk tarfından seçilir. İkincisi senato (Dewan Negora) ise 68 üyelidir. Bunun 32 üyesini sultan, geri kalanını ise eyâlet meclisleri seçer. Malzeya, Johore, Kedah, Kelantan, Malacca, Negri Sembilan, Pahang, Penang, Perak, Perlis, Sabah, Saravak, Selangor ve Trenggon olmak üzere 13 eyâlete ayrılır. Her eyâletin bir eyâlet vâlisi (Yang di-Pertua Negeri) ve bir de eyâlet meclisi vardır. Yargı gücü, Federal Mahkeme’ye bağlı Malaya Yüksek Mahkemesi, Borneo Yüksek Mahkemesi ve diğer bağımsız mahkemelere âittir.
Malezya dünyâ politikasına “bağlantısız” bir ülke olarak katılır. Güneydoğu Asya Milletler Teşkilâtı üyesidir. Dış politikasında “İslâm Birliği” için çalışmalar yapmaktadır.
Ekonomi
Güneydoğu Asya ülkeleri içerisinde yıllık kalkınma oranı en fazla olan ülkelerden biridir. Malezya, ekonomik açıdan kendi kendine yeterlidir. Enflasyonu düşük, güçlü bir sermâye yatırımına sâhip ekonomisi, sürekli gelişme içerisindedir. İşşizlik oranı % 7 civârındadır. Önceleri kauçuk ve kalaya bağlı kalan ekonomisi, 1980 yılından sonra daha başka alanlara da sarkmıştır. Serbest dış alım ve hür teşebbüsün tesirindeki ekonomi 1980 yılında % 8,5’luk artış hızı göstermiştir. Kişi başına düşen millî gelir 2000 dolardır. Yıllık millî hâsılanın % 18’ini îmâlâtçılık, % 23’ünü tarım, % 4’ünü de mâdencilik teşkil eder.
En önemli ürünleri kauçuk, hindistancevizi, pirinç, muz, patates, ananas, hurma, kopra, manyok, mısır, çay, baharat, tütün ve yerfıstığıdır. Orman ürünleri bakımından oldukça zengin olup, özellikle kerestesi çok makbuldür.
Mâden bakımından da zengin bir ülke olan Malezya, kalay üretiminde dünyâ birincisi olup, dünyâ kalay üretiminin % 70’ini karşılar. Diğer önemli mâdenleri demir, boksit, petrol, manganez, altın, tungsten ve titandır. Sanâyide Güneydoğu Asya ülkeleri arasında ileri bir seviyededir. Başlıca ihrâcatı kalay, kauçuk, demir filizi, boksit, kereste, teneke kutu ve palmiye yağıdır. Ayrıca az miktarda petrol de ihraç edilir. Buna karşılık dışardan makina, kimyevî maddeler, teknik araç ve gereçler almaktadır. Balıkçılık ve turizm diğer önemli gelir kaynaklarıdır.
Ulaşım: Güney istikâmetindeki kara ve demiryolu fazla modern olmayıp Johore Boğazına doğru uzanır. Çoğu şose şeklindedir. Johore Boğazı, Singapur’a geçişi temin eder.
Malezya’nın hayatında su yolları önemli bir yer alır. Halkın çoğu, su yollarına veya deniz kıyısına yakın yerlerde oturur. Bâzı yerler sık ormanlarla kaplıdır. Bu bölgelerde ilerlemek çok zordur. Bu sebeple su yolları, en kullanışlı ve en pratik ulaşım şeklidir.
Nehirlerin boyları uzun değildir. Ekserisi kuzey-güney istikâmetinde akarlar. Saravak ve Sabah’daki nehirler, Güney Çin Denizi ve Sulu Denizine dökülür. Saravak’taki 565 km’lik Rejang Nehrinin üçte biri ulaşıma elverişlidir. Sabah’ın en mühim ulaşım vâsıtası, Kinabatangan Nehridir.
Alm. Amalgam (n), Fr. Amalgame (m), İng. Amalgam. Civayı temel madde olarak alan alaşım. Rastlanan pekçok madde, cıva ile reaksiyona girerek malgama teşkil eder buna amalgama da denir. Malgama esas olarak diş dolugularında, mâden cevherinden gümüş ve altın elde etmek için kullanılır. Özellikle, oda sıcaklığında sıvı olan cıva ile katı bir metalin reaksiyona girebilmesi yönünden ilgi çekicidir. Amalgamaların kesin tabiatları oldukça karmaşıktır.
Tabiî ve sun’î malgamalar: Gümüşün tabiî malgaması, yoğun izometrik kristaller şeklindedir. Malgamalar, temiz parlak metal yüzleri cıva ile temasa getirilerek elde edilir. Seyreltik bir asitin kullanılması, okside olmuş ve metalle cıva arasındaki reaksiyonu geciktiren metal yüzlerinin temizlenmesi yönünden önemlidir. Ayrıca ısı, amalgam reaksiyonunu hızlandırır. Isı, cıva ve alaşım atomlarının, madde içinde daha hızlı hareket etmesini sağlar.
Elektrokimyâsal metodlar kullanarak da malgama elde edilir. Bu metodlarda, ya katı metal, cıva tuzu içine daldırılır veya civa malgama, metal tuz çözeltisi içine konur. Elektro kaplamada olduğu gibi, uygun elektrik akımı kullanılarak, işlem çabuklaştırılabilir.
Kullanılışı: Diş dolgusunda kullanılan malgamanın bileşimi, % 52 civa, % 33 gümüş, % 12,5 kalay, % 2 bakır, % 0,5 çinko şeklindedir. İlk teşkilinde malgama plastik olup, bu halde diş boşluğuna konulur. Uygun oranda konulan ve yapımından önce nemden korunan malgama, sertleşmekle hafifçe genleşir. Bu genleşmenin kontrollü olarak yapılmasıyla, dolgunun yerine oturması sağlanır.
Altın ve gümüşün, mâden cevherinden elde edilmesinde kullanılan malgama, genellikle bakır plak üzerine cıva tabakası sürülmesi sûretiyle elde edilir. Mâden cevherinin ufalanması sonucunda elde edilen ve altın taneciklerini asılı olarak ihtivâ eden su, bu cıva kaplanmış plak üzerinden akıtılır. Ağır altın tânecikleri bir malgama tabakası teşkil ederler. Bu ise zaman zaman kazınır. Fazla olarak bulunan sıvı cıva, daha sonra alınır. Cıva, altın ve diğer asal metal amalgamadan, damıtma yoluyla elde edilir. Çok ince altın tanecikleri bu işlemle elde edilmez. Bunlar daha sonra yapılacak kimyâsal bir işlem sonucu ayrılır.
Malgamalar, vakum tüplerinde ark elde etmek için kullanılır. Bu arklar, cıvaya ve mevcut alaşım elemanına has bir ışık spektrumu verirler. Ayrıca, kadmiyum pillerinde, kadmiyum-civa alaşım şeklinde kullanılır. Bu piller, standart voltaj elde etmek için kullanılır.