MADIMAK (Polygonum cognatum)
Alm. Knöterich (m), Fr. Renouée (f), İng. Knot-grass. Familyası: Kuzukulağıgiller (Polygonaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Bütün Anadolu’da yetişir.
Gövdesi toprak üstünde yatık olarak uzanan, pembe renkli çiçekler açan, çok yıllık otsu bir bitki. Yaprak kını zarımsı olup, gövdeyi sarar. Yapraklar kısa saplı ve elips şeklindedir. Çiçekler yaprakların koltuğunda kümeler hâlindedir. Daha çok yol ve tarla kenarlarında yaygındır.
Kullanıldığı yerler: Yapraklı genç sürgünleri sebze olarak yenir. İdrar arttırıcıdır ve şeker hastalığına karşı kullanılır.
İspanya’nın başşehri ve Madrid İli’nin yönetim merkezi. İber Yarımadasının orta kesiminde yer alır. Zengin târihî mîrasının yanısıra canlı bir kültür ve sanat merkezi olarak da önem taşır. Gelişmesi ve ülke ekonomisinde ağırlıklı bir rol kazanması yakın târihe rastlar. Metropolitan alanın yüzölçümü 1020 km2 olup nüfusu 3 milyonu aşkındır.
Avrupa’nın en yüksek başşehirlerinden biri olan Madrid, Orta Plato’nun dalgalı bir platosunda 635 m yükseklikte yer alır. Yüksek konumu ve hava kütlelerinin etkisine açık olması sebebiyle âni sıcaklık değişiklikleri sık görülür. Yaz ayları boğucu olup sıcaklık bâzan 38°C’ye kadar ulaşır. Yıllık ortalama sıcaklık 5-24°C arasında değişir.
Madrid’in idârî hizmetleri, bankacılık ve sigortacılığa dayanan ekonomisine, ulaşım ağının merkezi olması ve turizmden kaynaklanan gelirler de önemli katkıda bulunur. İkinci Dünyâ Savaşından sonra sanâyi gelişmiş, îmâlât sektörünün de ağırlığı artmıştır. Başlıca sanâyi mâmulleri arasında, demiryolu gereçleri ve traktör yapımı, dönüştürme metalurjisi, elektrikli gereçler yapımı, besin sanâyii, tekstil, kimyâ, plastik maddeleri işleme, optik eşyâ, otomobil ve kamyon motoru yer alır.
Manzanares Irmağına bakan kayalık bir çıkıntı üzerinde kurulu Alhazar’ın çevresinde gelişen şehirden 932 târihli kayıtlarda Majerit adıyla bahsedilir. Alhazar’ın 1466’daki depremde yıkılmasından sonra inşâ edilen ortaçağ kraliyet sarayı, şehrin gelişmesine yeni bir hız kazandırdı. 1759-1788 arasındaki III. Carlos döneminde geniş cadde ve meydanların açılmasıyla plânlı bir gelişme başladı. Napoleon Savaşları (1800-1815) sırasında Fransız işgâli altına giren Madrid, Joseph Bonaparte’in tahta geçmesinden sonra başlayan millî ayaklanmada öncü bir rol oynadı. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında şehre modern bir görünüm kazandıran plânlı bir yapılaşma başladı. İspanya iç savaşı (1936-1939) sırasında ağır bombardımanlara mâruz kalan Madrid büyük bir yıkıma uğradı. Ancak bundan sonra geniş çaplı bir onarım dönemi başladı. Şehrin gelişmesi zamanla çevredeki banliyöleri de içine aldı. 1960’lardaki değişimlerde târihî mîrasa ağır darbeler indirilmekle berâber, sonraki yıllarda târihî yapıları koruma tedbirleri alındı.
Alm. Mafia, maffia, Fr. Maffia, mafia, İng. Mafia, maffia. Kendi çıkarlarını korumak için her türlü yola başvuran, gizli ve hiyerarşik bir teşkilâtlanmaya dayalı zorla para almak, kumar, kaçakçılık ve fuhuş gibi kânundışı işlerle uğraşan azılı gizli birlikler şebekesi.
Fransızca’da gizli teşkilât mânâsına gelen mafia veya maffia kelimeleri Sicilya lehçesinde de aynı mânâyı ifâde etmektedir. Mafya şeklinde de söylenen bu kelime, ortaçağ sonlarında kullanılmaya başladı. Ortaçağ sonlarında Müslüman ve İspanyol idârelerini devirmeye yönelik bir teşkilât olarak ortaya çıkan mafyanın kökü mafie denen küçük silâhlı gruplara dayanır. Bu gruplar Sicilya’daki toprak sâhiplerinden ürünlerini koruma karşılığında haraç almaya başladılar. İdârecilerin keyfî tutum ve davranışlarından yılmış olan halk da mafyaya sığınmaya başladı. Sicilya’nın batısındaki köylerde yerleşik çeşitli mafya âileleri ve âile grupları bir konfedarasyon altında birleştiler. 1900’lü yıllarda kendi yörelerinde ekonomik faaliyetlerin hemen hepsini denetim altına aldılar. Mafya Sicilya’daki büyük toprakların idâresini hızla ele geçirdi. Mafya üyeleri Benito Mussolini’nin baskıcı idâresi zamanında geniş çapta tutuklandılar. Pekçok mafya üyesi uzun süreli hapis cezâsına çarptırıldı. Ağır bir darbe indirilen mafya mensupları İkinci Dünyâ Savaşından sonra serbest bırakıldılar.Yeniden toparlanan mafya, Sicilya’nın orta ve batı kesimlerindeki kırsal alanlarda tutunamayarak Palermo’ya yöneldi. Burayı kendine merkez üssü olarak seçti.
Sanâyi, ticâret ve inşaat sektörlerine, ayrıca rüşvet şantaj, haraç ve kaçakçılık işlerine girdi. İtalya’dan ABD’ye olan göç hareketi sırasında Amerikan Suç Teşkilâtlarıyla yakın münâsebet kuran mafya, ABD’ye gönderilen eroyinin işlenmesi ve taşınması işiyle uğraşmaya başladı. Bu işten elde edilen yüksek miktarda para, mafya içindeki çeşitli gruplar arasında şiddetli bir rekâbet doğurdu. Bunun neticesinde cinâyetler arttı.Resmî makamlar mafya üyelerinin üzerine yeniden gittiler. Sicilya ve İtalya’dan göç eden gruplar içindeki mafya üyeleri, ABD ve Güney Amerika ülkelerinde benzer bir teşkilâtlanmaya girdiler. Bu ülkelerde meydana gelen kânundışı faaliyetler, mafya tarafından yürütüldü. İçki yasağının kaldırılmasından sonra Amerikan mafyası; kumar, sarı sendikacılık, dolandırıcılık, tefecilik, uyuşturucu kaçakçılığı ve fuhuş gibi işlere girdi. ABD’deki en büyük ve en güçlü suç teşkilâtı durumuna gelen mafya, kânundışı yollarla kazanılan paraları otel, lokanta ve eğlence yeri gibi yerlere yatırdı.
ABD idâresi mafya hakkında yaptığı tâkibât ve soruşturma neticesinde, ülkenin dört bir yanına dağılmış pekçok bağımsız grup veya âile tarafından mafya faaliyetlerinin yürütüldüğünü tesbit etti. Buna göre her şehirde bir veya birkaç âile hâkimdir. Her âilenin başında bulunan “don” adı verilen patronlar ve her patronun altında yardımcılık vazifesini yürüten bir ikinci don ile kurmay olarak güçlü ve nüfuzlu konumu olan bir consigliere (danışman) bulunur. Patron yardımcısına bağlı olarak çalışan coporegimeler (teğmen), patronun teşkilâtın kânundışı işleriyle doğrudan ilişkiye girmemesini sağlar. Âilenin kânûnî olan işleri, otomatik satış makinaları (marketler, lokantalar vb.) ile fuhuş, kumar ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi kânundışı işleri caporegimelere bağlı mangalar tarafından yürütülür.
Bugün çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren mafyanın ABD’deki ağırlığı giderek azalmaktadır. İtalyan ve Sicilyalı azınlıkların ABD toplumuyla kaynaşması ve mafyanın kolayca eleman bulamaması bu neticeyi doğurmuştur.
Lâtin Amerika’nın güney burnundaki, bugün kendi adıyla anılan Magellan Boğazını ilk defâ bulan ünlü Portekizli gemici. 1480 yılında Sabrossa’da doğdu. Küçük yaşta saray hizmetlerinde bulunan Magellan, sonraları Portekiz donanmasında görev aldı. Gençliği Portekizli denizciler yanında gemilerde denizciliği öğrenmekle geçti. Hindistan’da, Doğu Hintler’de ve Fas’ta çarpışmalara katıldı. Fas’taki çarpışmalar sonunda sakatlandı. Daha sonra Portekiz kralı ile arası açılan Magellan gözden düştü ve kısa bir süre sonra Portekiz donanmasındaki görevine son verildi.
1517 yılında İspanya’ya giden Magellan, Kral Beşinci Şarl tarafından İspanya donanmasında görevlendirildi. Denizciliğin yanısıra coğrafyaya da meraklı idi. Hep batı istikâmetinde yol alınması hâlinde doğu ülkelerine ulaşılabileceğini savunmaktaydı. Hatta bu teorisinin gerçekleştirilmesi için zamanın Portekiz kralından yardım istedi. O zamana kadar, Amerika kıtasının Labrador’dan Rio de Plata’ya kadar olan kısmı keşfedilmişti. Magellan, kıtanın kuzeyden ve güneyden bir geçit vereceğine inanıyordu. Ancak bu isteği kabul edilmemişti. Aynı teklifin, İspanya Kralı Beşinci Şarl tarafından kabul edilmesi üzerine, 20 Eylül 1519’da beş küçük tekne ve 270 mürettebat ile yola çıkan Magellan, 13 Aralıkta Rio de Janerio’ya ulaştı. Buradaki nehirler vâsıtasıyla batıya geçmek isteyen Magellan bir geçit bulamayacağını anlayınca Latin Amerika’nın güneyine doğru yelken açtı. Kıyı boyunca güneye doğru inmeye başladı. 1520’de Magellan ismi verilen geçidi keşfetti. Magellan Boğazına giren filo, bu boğazdan büyük sıkıntılardan sonra çıkabildi. Böylece Büyük Okyanusu kuzeybatı doğrultusunda aşmış oldu. Bu sırada, hava şartları, açlık ve denizle boğuştu. Gemilerde isyan çıktıysa da bastırıldı. Sonunda binbir güçlükle boğazı aşabilen Magellan bu yeni okyanusun sularınıAtlas Okyanusundan daha sâkin bulduğundan ona, Pasifik adını verdi. Pasifik Okyanusunda 98 gün açlık ve sıkıntı ile geçen zor bir yolculuk yapıldı.
6 Mart 1521’de Mariona Adalarında Fuan’da karaya ayak basan kafile, 16 Mart’ta Filipin Adalarına geçti. Filipinlerde geçirdiği günler esnasında yerliler ile arasında çıkan tartışma çarpışmaya döndü ve bu sırada Magellan 17 Nisan 1517’de öldürüldü.
Daha sonra, Magellan’ın mürettebâtından, geriye kalanlar yolculuklarına devam etti. 6 Eyül 1522’de İspanya’ya dönen kafilede 18 kişi kalmıştı. Dünyânın yuvarlak olduğu deniz yoluyla dolaşılarak da ispat edilmiş oldu ve Büyük Okyanusun varlığı ortaya çıktı.
Güney Amerika’nın en güneyinde Atlas Okyanusunu Pasifik Okyanusuna bağlayan boğaz. Ana kıta ile Tierra del Fuego Takımadalarını ayırır. Bu takımadalar, Arjantin ve Şili arasında paylaşılmıştır. Magellan Boğazının uzunluğu, 686 km, genişliği 4-37 km’dir. Boğaz, 1520 yılında Magellan tarafından keşfedildiği için bu isimle anılmaktadır. Sis ve rüzgâr sebebiyle geçilmesi zordur. Boğaz üzerindeki en büyük liman, Punda Arenas’tır.
1215’te Kral John tarafından imzâlanan, İngiliz halkıyla kral arasındaki hak ve hukuku bir anlaşma ile ayıran ilk siyâsî belge. Büyük ferman adlarıyla da anılan Great Charter, yâni Magna Charta, altmış üç maddeden meydana gelir.
Kralın idâresini bâzı kânunlar ve şartlarla sınırlandıran Magna Charta, bu özelliğiyle İngiltere’ye demokrasinin yerleşmesinde önemli bir rol oynamış, ayrıca kralın hükümranlığını bâzı şartlarla sınırlandıran bir anlaşma olması bakımından da dünyâ târihinde önemli bir yer tutmuştur.
İngiltere’nin Normanlar tarafından işgal edilmesinden sonra krallar, derebeylerinin (baronlar, vasallar) haklarını kısıtlamaya başladılar. Baronlar bu duruma sık sık îtirâz edip ayaklanıyorlardı. Nihâyet İngiltere KralıJohn’un, Fransa Kralı Philip Augustus’a 1214’te yenilmesi, baronlara cesâret verdi ve kralla pazarlığa giriştiler. Baronlar pazarlığın şehirde olmasını, kral da açık arâzide yapılmasını istiyordu. Böylece kral, baronları askerleri ile ezip dağıtacaktı. Fakat pazarlık baronların istediği gibi olunca, Londra şehri bir anda serseri sürüsü ile doldu. Kral bu vaziyette hiçbir direniş göstermeden baronların isteklerini kabul ederek, bunları bir ferman hâlinde yazdırdı. Magna Charta (Büyük ferman) olarak ülkeye dağıtılan bu metinde en ilgi çeken madde, hiçbir hür insanın yürürlükteki kânunlara başvurmaksızın tutuklanamayacağı, mülkünün elinden alınamayacağı, öldürülemeyeceği idi.
1215 senesinde Avrupa’da ilk defâ ortaya çıkan bu fikir, aslında, İslâmiyetin bütün insanlara yedi asırdır anlattığı bir husustu. İngiltere’nin denizci bir ülke olması ve Haçlı Seferleri (1096-1270) sırasında Müslümanlarla temasa geçmeleri onları bu kadar erken uyandırdı.
1700 senelerinde Magna Charta, demokratik düşünceler hâlinde birçok millet tarafından benimsenmişti. ABD Başkanı Thomas Jefferson, 1776 senesinde bu düşüncelerle ABD İstiklâl Beyannamesi’ni hazırlamış ve böylece ABD’nin politik yapısı meydana çıkmıştır.
Alm. Magnesit (m), Fr. Magnésite (m), İng. Magnesite. Silika magnezyum bilşiklerini, kalsiyum karbonat ve demir oksit ihtiva eden sınâî önemi olan magnezyum karbonat (Mg CO3) minerali. Magnezitin sertliği Mohs derecesine göre 3,5 ilâ 4,5 arasındadır. Yoğunluğu 3,0-3,1 g/cm3tür. Beyaz, gri, kahverengi ve sarı renklerde olabilir. Magnezit tabiatta yalnız başına bulunduğu gibi diolomit (MgCO3.CaCO3), neskhonit (MgCO3.3H2O), lansfordit (MgCO35H2O) hâlinde de bulunur.
Magnezit teknikte, deniz suyundan ve dolomitten elde edilir. Magnezit, refrakter malzemesi yapımında, izolasyon maddesi olarak, matbaa mürekkebi yapımında, tıpta antiasit ve tablet yapımında kullanılır.
Alm. Magnesium (n), Fr. Magnésium (m), İng. Magnesium. Tabiatta serbest hâlde bulunmayan, yerkabuğunda sekizinci çoklukta olan gümüş beyazlığında, çok parlak bir metal.
Özellikleri: Atom numarası 12, atom ağırlığı 24,32’dir. Magnezyum periyodik cetvelde 2 A grubunda olup, bileşiklerinde 2+ değerlikli olur. Kütle numaraları 24, 25 ve 26 olan izotopları vardır. Bu izotopların sıra ile % oranı 77, 11,5 ve 11,1’dir. Yoğunluğu (20°C’de) 1,74 g/cm3, özgül ısısı (O°C ilâ 100°C arasında) 0,249 kal/g°C, erime gizli ısısı 88 kal/g, buharlaşma gizli ısısı 1260 kal/g, öz direnci (20°C’de) 4,45 mikroohmx°C’dir. Hekzagonal kristal kafes yapısına sâhip olduğu için çok az soğuk şekil değiştirme bile mukavemet artışına sebep olur. Havada yanabilir ve yandığı zaman beyaz ışık verir ki bu ışık ultraviyole ışınca zengindir. Havada yandığında MgO ve Mg3N2 meydana getirir. Tutuşma sıcaklığı 482°C’dir.
Târihçe: Magnezyum, sülfat hâlinde ilk olarak 1695 yılında bulunmuştur. Epsomda bir mâden suyunun kaynatılması sonucu bulunan bu tuz, ilaç olarak uzun yıllar kullanılmıştır, 1808’de Sir H. Davy ilk olarak saf olmayan magnezyum; 1829’da Antoine Bussy çok miktarda saf magnezyum elde etti. Bussy, başlangıç maddesi olarak susuz magnezyum klorür kullandı. 1852’de erimiş magnezyum klorürün elektrolizinden saf magnezyum elde edildi. 1866 yılında Almanya’da geliştirilmiş “Bunsen elektrolitik hücresi” ile ticarî ölçülerde elde edilmiştir.
Tabiatta bulunuşu: Magnezyum oldukça aktif olduğu için tabiatta dâima bileşikleri hâlinde bulunur. En önemli mineralleri üç grupta toplanır:
Karbonat mineralleri:Magnezit (MgCO3), Dolomit (CaCO3.MgCO3)tir.
Çift tuz mineralleri:Karnalit (KCl.MgCl2. 6H2O), Kizerit (MgSO4.H2O), Kainit (KCl. MgSO4.3H2O), Langbain (K2SO4.2MgSO4), Şönit (K2SO4. MgSO4.6H2O), Epsomit (MgSO4.7H2O).
Silikat mineralleri:(Krizotil) Alivin (Mg.Fe)2.(SiO4), Serpantin (Mg2H3 (MgOH) (SiO4)2 Talk (4MgSiO3.H2SiO3). Magnezyum ayrıca, tabiatta büyük ölçüde Spinel (MgAl2O4) hâlinde de bulunur.
Elde edilmesi: Magnezyumun elde edilmesinde başlıca iki metod vardır:
Elektrolitik metod: Saf magnezyum klorür (MgCl2) elektroliz edilerek magnezyum elde edilir. Magnezyum klorürün elde edilmesinde ise çeşitli metodlar kullanılır. Dow metodu: Bu metodda magnezyumun kaynağını deniz suyu teşkil eder. Deniz suyu kireçle muamele edilirse, magnezyum hidroksit elde edilir. Bunun da klorür asidi ile reaksiyonundan kristal suyuna sahip magnezyum klorür (MgCl2.6H2O) elde edilir. Isıtılarak kristal suyu kaybedilir. Fakat 1/2 H2O molekülde kalır. Bu da elektroliz kabında, magnezyum klorürü eritirken uçar ve erimiş saf magnezyum klorür elde edilir. Dow hücresine 10000 amper ve 650 volt akım tatbik edilir.
Diğer bir metodda ise magnezyum kaynağı olarak magnezit veya dolomit kullanılır. Bu minerallerin kavrulmasından magnezyum oksit (MgO) elde edilir. Magnezyum oksit karbon berâberliğinde klorlandırılır ve MgCl2 elde edilir. MgCl2 elektroliz hücresinde 750°C’de elektroliz edilir. Bu hücrelerde 2000 amperlik akım kullanılır. Bir kilogram magnezyum için 20 kilowat-saat elektrik enerjisi sarfedilir. Termik (ısı ile) indirgeme metodunda ise ferrosilisyum metodu kullanılır. Dolomit 0,2 mm Hg basınç altında ısıtılırsa kaliteli magnezyum oksit elde edilir. Bu oksit, nikel-krom çeliğinden yapılmış korniklerde 1150-1170°C’de Si(Fe) ile ısıtılarak magnezyuma indirgenir. Bu yolla elde edilen magnezyum % 99,982 saflıktadır. Diğer bir metodda ise magnezyum oksit 1800°C’de karbon ile indirgenir ve saf magnezyum elde edilir.
Önemli bileşikleri ve kullanılma alanları:
Magnezyum karbonat, MgCO3: Tabiatta magnezit minerali hâlinde bulunur ve magnezyum elementi üretiminde kullanılan en önemli cevherdir. Magnezyum karbonat, sanâyide birçok sahada; ısı izolasyonunda, gıdâlarda, kozmetiklerde, kauçuklarda, mürekkeplerde ve camda katkı maddesi olarak kullanılır. Ayrıca, trisilikat tuzu gibi magnezyum karbonat da bir antiasittir. Mîde-barsak ülserlerinde ilâç olarak faydalanılır.
Magnezyum hidroksit, Mg(OH)2: Deniz suyunda çok bulunur. Magnezyum elementinin elde edilmesinde kullanılan bir cevherdir. Suda magnezya sütü olarak bilinen bir süspansiyon teşekkül ettirir. Bu süspansiyon bir antiasit ve müshil olarak kullanılmaktadır.
Magnezyum sülfat, MgSO4:Kizerit denilen hidratlı bileşiği (MgSO4-H2O), tabiatta mineral olarak bulunur. Sun’î yolla üretilen magnezyum sülfat MgSO4-7H2O yapısındadır.
Magnezyum sülfat sanâyide çimento ve gübre îmâlinde, boyacılıkta; eczâcılıkta müshil olarak kullanılır.
Magnezyum oksit, MgO:Magnezya olarak bilinen magnezyum oksit, magnezyum karbonat veya magnezyum hidroksitin kavrulmasıyla elde edilir. Sanâyide, yüksek sıcaklığa dayanıklı tuğlalarda, elektrik ve ısı izolatörlerinde, çimento, gübre, kauçuk ve plastik îmâlinde faydalanılır.
Magnezyum klorür, MgCl2:Magnezyum hidroksitten elde edilen magnezyum klorürden, magnezyum elementi elde edilmesinde, özel çimentoların îmâlinde ve tekstilde katkı maddesi olarak istifâde edilir. Eczâcılıkta da siğil ve popilom gibi bâzı cilt hastalıklarının tedâvisinde kullanılır.
Tıbbî önemi olan diğer bileşiklerden magnezyum sitrat müshil olarak, iyodür ve laktat tuzları ise magnezyum eksikliğinde kullanılır.
Alaşımları: Magnezyum hafif ve parlak beyaz bir metal olması sebebiyle hafif alaşımların yapılmasında kullanılır. Ayrıca gerekli sertliği ve sağlamlığı ede etmek için birden çok metal ile alaşım hâline getirilir. Bu alaşımları ticarette toz, levha ve şerit hâlinde satılır.
En çok kullanılan alaşımı magnezyum-alüminyum alaşımıdır. Bu alaşımda magnezyum, alüminyuma sertlik verir. Bu alaşıma çinko ilâve edilirse sertlik daha da artar. Eğer ilâve edilen çinko % 0,75 kadar ise döküme müsâit bir alaşım elde edilir. Fakat çinko miktarı fazla olursa tersi meydana gelmeye başlar.
Magnezyum alaşımlarına çok az miktarda (% 0,25) mangan da katılır. Böylece alaşımın korrozyona dirençli olması sağlanır. Kalsiyum, zirkonyum, kadmiyum, gümüş, silisyum, berilyum, lityum, toryum ve kalay gibi metallerle magnezyumdan özel alaşımlar elde edilir. Döküm hâlindeki magnezyum alaşımının çekme mukavemeti 3200 ton/cm2 tabaka şeklindeki alaşımın gerilme mukavemeti ise 3,36 ton/cm2dir.
Magnezyum ve alaşımları çeşitli alanlarda kullanılır. Meselâ 1920’den sonra uçak yapımında kullanıldı. Magnezyum alaşımlarının elektronikte geniş bir kullanma alanı vardır. Radar ekranlarında, antenlerde, teyp şeritlerinde, hafıza disklerinde, telsiz cihazlarında ve çeşitli şaselerde kullanılır.
Taşımacılıkta kamyon otobüs kasalarında ve gövdelerinde de magnezyum alaşımları kullanılır. Tren yolu taşımacılığında pek magnezyum kullanılmaz. Ancak pulman ve lokanta vagonlarında mobilya olarak kullanılır. Magnezyum, alaşımlarının mukavemeti düşük olduğu hâlde, mukâvemet/yoğunluk değerinin yüksek olması sebebiyle tercih edilmektedir. Manyezyum, yüksek elektropozitif karakteri sebebiyle diğer metallerin korunmasında anod olarak kullanılır.
Biyolojik önemi:Magnezyum vücutta karbonhidrat ve kalsiyum metabolizmasında yer alır. Vücuttaki mağnezyumun yaklaşık dörtte üçü kemiklerde, diğer kısmı ise yumuşak dokularda ve vücut sıvılarında bulunur. Vücut sıvılarındaki Mg+2 iyonları gıdâlar ve başka maddelerin hücre içinde parçalanmasında rol oynarlar. Ayrıca kas ve sinirlerin uyarılmasında da fonksiyonları vardır.
Magnezyum eksikliğinin, kronik böbrek hastalıklarına, şeker hastalığı gibi durumlarda ortaya çıkan asidozlara yol açtığı belirtilmektedir. Magnezyum başlıca, tahıl ve baklagillerde, kuruyemişlerde, et ve sütte bulunur.
Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde yetişen âlimlerden. İsmi, Mevlânâ Muhyiddîn Muhammed’dir. Magnisavîzâde diye meşhûr olmuştur. Doğum yeri ve târihi kesin olarak bilinmemektedir. 1483 (H.888) senesinde Ramazân-ı şerîfte bir iftar vakti İstanbul’da vefât etti.
Zamânının âlimlerinden ilim öğrenen Magnisavîzâde, Molla Hüsrev’in ders verdiği Ayasofya Medresesinde okudu. Medresenin en üst bölümündeki odasında bütün gece kandilini yakar, ders çalışır ve çalışması sabah namazına kadar sürerdi. Zaman zaman medreseleri dolaşarak inceleme yapan Fâtih Sultan Mehmed Han bir gece Molla Hüsrev’in müderris bulunduğu kısımdaki talebelerden birinin sabaha kadar uyumadığını fark etti. Yaptığı araştırma neticesinde bu hâlin aylardır devâm ettiğini öğrendi. Fâtih, birgün Molla Hüsrev ile sohbet ederken ona şöyle sordu; “Talebeniz arasında en zeki, en çalışkan ve istikbâl vâd eden hangisidir?”. Molla Hüsrev; “”Muhyiddîn Magnisavîzâde’dir.” deyince, Fâtih; “Ondan sonra kimdir?” diye sordu. Molla Hüsrev yine; “Magnisavîzâde’dir.” dedi. Fâtih Sultan Mehmed Han medresenizde iki tane mi Magnisavîzâde var?” diye sorunca, Molla Hüsrev; “Hayır Sultanım, bir tânedir. Lâkin bin talebeye bedeldir. Çok zekî ve çalışkandır. Okuduğu bütün dersleri ezberlemiştir. Şu anda müderrislik yapacak durumdadır...” dedi. Fâtih Sultan Mehmed Han, gece sabaha kadar kandili sönmeyen odada hangi talebenin kaldığını sordu. Magnisavîzâde olduğunu öğrenince çok memnun oldu. Onu takdir ve tebrik etti. Vezir Mahmûd Paşanın İstanbul’da yaptırdığı Medreseye Magnisavîzâ’denin müderris tâyin edilmesini emretti. Bir müddet bu medresede müderrislik yapan Magnisavîzâde, Fâtih Sultan Mehmed Hanın emriyle Sahn-ı semân medreselerinden birine tâyin edildi. Çok geçmeden İstanbul Kazaskerliğine getirildi. Fâtih Sultan Mehmed Han Magnisavîzâde’yi Rumeli tarafına olan bir seferde berâberinde götürdü. Magnisavîzâde bir ara Kazaskerlik vazifesinden alınıp, Sahn-ı Semân Müderrisliğine getirildiyse de Sultan İkinci Bâyezid Han tarafından tekrar Kazasker yapıldı. Vefâtına kadar bu vazîfede kaldı.
Magnisavîzâdenin aklî ilimlere dâir bir risâlesi vardır.
Alm. Höhle, Grotte (f), Fr. Caverne, grotte (f), antre (m), İng. Cave, cavern. Kaya içine veya yamaca doğru uzanan geniş kovuk. Yeraltı sularının tesiriyle, yer içinde meydana gelen büyük oyuklar şeklinde olanlarına yeraltı mağarası denir. Eğer su içinde teşekkül ederlerse, sualtı mağarası adını alırlar. Mağaralar görev ve yapılarına göre “düden” veya “obruk” diye târif edilir.
Yerüstü sularının kalker tabakalarına girişi ile yeraltında akarsular hâsıl olur. Bu suların kayaları eritip aşındırması sonucu, yeraltı dehlizleri meydana gelir. Zamanla suların çekilmesi ile, genişlikleri yüzlerce metreyi bulan, uzunlukları ise kilometre ile ifâde edilen mağaralar teşekkül eder.
Kayaların sertleşmesi esnasında meydana gelirse bunlara birinci grup mağaralar denir: Volkanik mağaralar, lav tüpleri, lav mağaraları, mercan mağaraları bu tip mağaralardır. Kayaların mekanik ve kimyâsal aşınması sonucunda meydana gelirse bunlara da ikinci grup mağaralar ismi verilir: Erime mağaraları, deniz mağaraları, rüzgâr mağaraları, kaya sığınakları, çöküntü mağaraları, buzul mağaraları, tektonik mağaraları ise bu gruba girmektedir.
Türkiye, arâzi yapısı îtibâriyle küçüklü büyüklü birçok mağaraya sâhiptir. Antalya bölgesinde Beldibi, Beltaşı, Karan Damlataş mağaraları, Kars, Hakkari ve Burdur’da İnsuyu, Silifke yakınlarında Cennet ve Narlıkaya mağaraları, Elazığ (Harput, Keban), İstanbul (Yarımburgaz) bölgelerinin mağaraları önem arz eder.
Dünyâda bilinen belli başlı mağaralar şunlardır: ABD’de Mammoth ve Carisbard mağaraları, bunlar 100 ve 50 km uzunluğundadır. İsviçre’de 62 km uzunluğunda Höll-Loch (Cehennem Ağzı) Mağarası, Avusturya’da 40 km uzunluğunda Eisriesen-Weit Mağarası, Fransa’da 17 km’lik Glaz Mağarası, Yugoslavya’da 20 km’lik Postoyna Mağarası.
Mağaralarda, arâzi yapısına göre uçurumlar da bulunur. Fransa’daki Glaz Mağarasında 600 m’lik düzey farkı bulunmaktadır. Belçika’da Han Mağarasında Dome adlı oda 150 m uzunluğunda ve 129 m yüksekliğindedir.
Duvarlardaki kalker birikintilerinden, tabiî süs olan, dikit ve sarkıtlar meydana gelir. Bu mağaralardan bir kısmı, turistleri çekmek için ıslah edilmektedir. Havalandırma ve elektrik tesisleri kurulmakta, hattâ küçük elektrikli trenler dahi işletilmektedir.
Bâzı mağaralar insanlar tarafından sun’î olarak yapılabilmektedir. Meselâ; İstanbul surları inşâ edilirken ihtiyaç duyulan taş ve kireçlerin yeraltından çıkartılması sonucu Yarımburgaz mağaralarının meydana geldiği, nitekim bunların Yarımburgaz’dan başlayarak sur içine kadar uzandığı bâzı târihçiler tarafından ifâde edilmektedir.
Mağaralarda araştırma yapılmasının teşvik edilmesi sonucu, “mağara ilmi” denen bir ilim dalı vücuda gelmiştir. Bu sahada, Avusturyalı Schidt, Müller, Hanke, Fransız Edward Alfred Martel, Cezayirli A. Belin isim yapmışlardır. İlim adamları, mağara hayvan ve bitkilerini, NBC silahlarına karşı mağaralardan faydalanma yollarını, soğuk hava deposu, santral, fabrika kurulabilme imkânlarını, yeraltı geçidi olarak kullanabilme durumlarını, sel baskınlarının mağaralara aktarılması imkânlarını, elektrik enerjisi üretimi gayesiyle yeraltı sularının toplanması konularında araştırmalar yapmakta ve araştırma sonuçlarının tatbik edilmesine çalışılmaktadır.
Yapılan araştırma ve kazılarda, mağara duvarlarında motif ve resimlerin bulunması, mağaraların yüzyıllarca insan ve hayvan barınağı olarak kullanıldığını delilli olarak değerlendirmektedir.
Osmanlı Devletinde 4-7 yaş arası kız ve erkek çocukların Kur’ân-ı kerîm öğrendikleri yer. “Sıbyan mektebi, taşmekteb, ibtidâiyye (ibtidâî) muallimhâne ve “dârü’l-ibn” gibi isimlerle de anılan bu mektepler, hemen her mahallede bulunurdu. Mahalle mekteplerinin çoğu câmi veya mescidlerin yanında yapılırdı. Bunlar pâdişâhlar, vâlide sultanlar, büyük devlet memurları ve iyiliksever kimseler tarafından kurulurdu. Köylerde ise, mescidlerin son mahallinde özel bir oda inşâ edilir ve mekteb vazifesi görürdü.
Sultan İkinci Bâyezîd Hanın kendi adını taşıyan câminin güney tarafında yaptırdığı mektebin vakfiyesindeki “mektephânede muallim ve halîfe olanlar tâlim-i kelâm-ı kadîm ve Kur’ân-ı azîm ederler.” şeklindeki ifâdenin anlaşıldığına göre mahalle mektebinin gâyesi, çocuklara Kur’ân-ı kerîm okumasını öğretmekti. Nitekim tanzîmata gelinceye kadar mahalle mekteplerinde çocuklara sâdece Kur’ân-ı kerîm okuma, tecvit ve ilmihâl bilgileri ile namaz kılma usûlü ve namazda okunacak âyet ve duâlar ezberletilirdi. 1846 târihinde yayınlanan bir tâlimâtnâme, mahalle mekteplerinde okunacak dersler arasına harekeli Türkçe, muhtasar ahlâk risâleleri ve yazı derslerini de ilâve ediyordu.
Mahalle mekteplerine kesin olarak başlama yaşı belli değildi. Anadolu’da 4 yaşına gelen çocukları mektebe gönderme âdet iken, İstanbul’da bu yaş 5 veya 6 olarak kabul edilmişti. Kız ve erkek çocuklar değişik saatlerde ve ayrı olarak ders alırlardı. Erkek çocukların hocaları umûmiyetle medresede tahsil görmüş âlim ve bilgili kimseler olurdu. Kız çocuklarına mahsus mekteplerin hocaları da ekseriyâ Kur’ân-ı kerîm’i tecvid üzere çok iyi okuyabilen, Osmanlıca yazıyı iyi bilen ve ilmihâl bilgilerini kitaplardan öğreten yaşlı kadınlardan seçilirdi.
Zaman zaman çocukların herhangi bir meslek ve sanata başlatılmadan önce, mahalle mekteplerinde Kur’ân-ı kerîm okumaya ve ilmihâl öğrenmeye mecbûr tutulmaları hakkında fermanlar çıkarılmakta idi. Sultan İkinci Mahmûd Han, 1824 târihli İstanbul ve bilâd-ı selâse kâdılarına gönderdiği bir fermanda, para kazanmak gâyesi ile çocuklarını 5-6 yaşlarında mektepten alarak, çıraklığa veren ana ve babaların çocuklarını câhil bırakacaklarını, bunların bülûğa ermelerini ve ilmihâl ile İslâmın şartlarını lâyıkı ile öğrenmelerini şart koştu. Bu şartları yerine getirmeden çocukların mektepten alınarak, usta yanına verilmesini yasakladı.
Mahalle mekteplerinin en önemli husûsiyetlerinden biri de mektebe başlama şekliydi. Çocuk okuma çağına gelince mektebe büyük bir merâsim ile başlatılırdı (Bkz. Âmin Alayı). Mektepteki okuma müddeti içinde; çocuklara çalışıp kolayca öğrenmeleri için teşvikte bulunulur ve hediyeler alınırdı. Mahalle mektebini bitiren çocuklar, rüşdiye ve emsâli okulları tâkib edebilecek duruma gelmiş olurlardı.
Alm. Galerie (f), in einer moschee, Fr. Place (f) ou galerie (f) haute dans un mosque, İng. Gallery in a mosque. Câmilerde etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yâhut yerden yüksek yapılmış olan yerin adı. “Mahfel” de denir. Câmilerde aynı zamanda binânın yüksekliğine göre ikinci bir mekân temin etmek ve duvar boşluklarına bir hareket vermek üzere, muhtelif cephelerine sütunlar üzerinde mahfeller yapılmıştır. Pâdişahlar için yapılmış olanlarına “Mahfel-i Hümâyûn” veya “Hünkâr Mahfeli”, müezzinler için yapılmış olanlarına da “müezzin mahfeli” denmiştir.
Hünkâr mahfili veya mahfil-i hümâyûn: Pâdişahlar tarafından yaptırılmış ve “Selâtîn” adı verilmiş olan câmilerde, pâdişahların namaz kılmaları için ayrılan yerin adıdır. Câminin yüksek yerine yapılır ve etrâfı da kafesle kapatılırdı. İlk câmilerde hükümdârlar için böyle bölümler görülmemektedir. Osmanlılar devrinde en kıymetli ve en güzel hünkâr mahfeli, Bursa Yeşil Câmidedir. Mîmârîsi, zeminden duvarlarına kadar olan nefis çinileri ve dış cephedeki eyvanı ile emsalsiz bir şaheserdir. Sultanahmed hünkâr mahfeli de, oyma ve kabartma, süslemeli mermer korkuluklu, yeşil süslemeli mihrâbı, duvar çinileri, sedefli kapılarıyla pek sanatkârane bir eserdir. Hünkâr mahfelleri, son devir câmilerinde de türlü şekillerde yapılmış ve etrafı sanatkârane kafeslerle çevrilmiştir. Bu kafes penceresinin açılması, hükümdârın geldiğini bildirirdi.
Yeni Câmi ile Sultan Ahmed Câmiinde pek kıymetli kasırlar da yapılmıştır. Son asırlarda, bu kasırlar ve direkler çeşitli şekiller almıştır.
Müezzin mahfeli: Müezzinlerin, son cemaat yerlerinde, namaz kılanlara, imâmın tekbirlerini tekrar ederek, cemaate uymalarını sağlamak için, câminin arka kısmında bulunan yerin adıdır.
Bilhassa büyük câmilerde müezzinlerin vazife görmeleri için yapılan bu mahfeller binânın en elverişli yerine yerleştirilmiştir. Büyük câmilerde, son cemaat yerindeki ve hattâ dış (şadırvan) avlusundaki cemâate de imâmın tekbirlerini duyurmak üzere cümle (giriş) kapısının yanlarında veya “sermahfil”de yapılmış olan cumba şeklindeki çıkıntılara da “mükebbire” veya mükbire” yâhut “mi’zene” adı verilir. Süleymaniye, Edirne Selimiye Sultanahmed câmilerinde, mihrâba yakın bir kısma sütunlar üzerine oturtulmuştur. Bâzı câmilerde, cümle kapısı önündedir.