M
Türk alfabesinin on altıncı harfi ve bu harfin temsil ettiği ses. M sesi, geniz yolundan geldiği için fonetikte, genizsi bir dudak sesi sayılır.
Me sesi, Türkçede genel olarak kelime içinde ve sonunda yer alır. Kelime başında bulunmaz. Azerî Türkçesi gibi bâzı Türk şivelerinde kelime başında görülen m sesi (men <ben, min <bin, minmek <binmek gibi) daha çok b sesinden gelmedir.
M sesi, Türk lehçelerinde kelime içinde normal şekilde olduğu gibi saklanmıştır. Kelime sonlarında da çoğunlukla aynı kalmıştır. Ancak nazal “n” den gelenler de vardır (benim <ben-in gibi) (Bkz. N Harfi). Eski Türk alfabelerinden Göktürk, Uygur, Soğol ve Mani alfabelerinde de bu ses için bir harf kullanılmıştır.
Mülkî ve askerî okulları birinci ve ikinci bitirenlere verilen madalya. Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamânında, talebeleri teşvik ve mükâfâtlandırmak için 1901’de verilmeye başlandı. Altın ve gümüş olmak üzere iki cinsti. Altın, birincilere, gümüş ise ikincilere verilirdi. Madalyanın bir tarafında almaya hak kazananın bitirdiği okulun adı ile mezuniyet senesi, diğer yüzünde ise “İkdâmât-ı taraf-ı Pâdişâhîden lütfen takdir ile ihsân buyrulmuştur.” yazılıydı. Madalya sağ tarafa takılırdı. Sâhibinin ölümünden sonra mirasçılarına hatıra olarak kalır, kimse tarafından kullanılmazdı.
Sultan Abdülhamîd Hanın tahttan indirilmesinden sonra, 14 Eylül 1909 târihli irâde ile verilmez oldu.
Alm. Tempel (m), Fr. Temple (m), İng. Temple. Bir inanca bağlı olanların, belirli zamanlarda topluca veya tek başına ibâdet ettikleri, özel olarak yapılan binâlar. İbâdet yapmak için toplanılan yerlere “Mâbed” veya “İbâdethâne” denir. Yahûdîlerin mâbedlerine Sinagog ve Havra, Hıristiyanlarınkine; “Kilise” ve “Bî’a” veya “Savme’a”, Müslümanların mâbedine “Mescid” ve “Câmi” denir (Bkz. Câmi). Mâbedlerde; ibâdet yapılır. Dînin emir ve yasakları öğretilir. Zamânımızda mâbedlerde konuşan vazîfeliler iki şey üzerinde durmaktadırlar.
1- Parlak, yaldızlı sözlerle, acıklı hikâyelerle, kahramanlık destanları ile, nağmeli, hazîn okumalarla, hattâ çalgı ve hoparlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecana getirmek, kalbleri, gönülleri alarak, onların teslim olmalarını, bir gâyeye sürüklenmelerini sağlamak.
2- Dînin îcaplarını, emirlerini, yasaklarını öğretmek ve bunlara uyulmasını sağlamak.
Bugün Hıristiyanların kiliselerinde ve Yahûdîlerin havralarında, yalnız birinci iş yapılmakta, kalblerin, rûhların değil de, nefislerin, düşüncelerin birleştirilmesine çalışılmaktadır. Dînî vecîbeler olarak da eski din adamlarının koydukları ve her zaman, her yerde başka olan şeyler öğretilmektedir. Bunun için, kiliseler, havralar; bir mâbed değil, insanları belli düşüncelerin esiri hâline getiren bir politika, bir konferans yeri gibidir. Câmi ve mescidlerde ikinci husus üzerinde titizlikle duranlar, insanlığa hizmette bulunarak onlara din ve dünyâ rahatlığı için lüzumlu bilgileri öğretmektedirler. İslâm dîninde câmi veya mescid denilen binâların mîmârî tarz ve üslûblarından, tezyinâtından ve şekle âit diğer özelliklerinden ziyâde, oralarda yapılan işlerin İslâmiyete tam uygun olması mühimdir. İslâmiyete uymayan işlerin yapıldığı ibâdete, çalgı, müzik vs. ile vaaz ve nasîhatlere, dîne uymayan söz ve davranışların karıştırıldığı yerler, câmi ve mescid hükmünden çıkar.
Osmanlı saray ve konaklarında haremlik ve selamlık bölümlerini ayıran dâire. Arapçada “iki şeyin arası” mânâsındadır. Sultan İkinciMahmûd Han devrinden îtibâren sarayların selamlık dâirelerine “Mâbeyn-i Hümâyûn” denilmiştir.
Dört halîfe (radıyallahü anhüm) zamânında halktan bir kimse istediği zaman halîfe ile görüşebilirdi. Emevîler devrinde hükümdâra halkın dilek ve isteklerini arz etmek üzere hâcibler kullanıldı.
Yine Osmanlı Devletinin kuruluşunda işlerin azlığı sebebiyle pâdişâhlar herkesle teşrîfât ve merâsime hâcet kalmaksızın görüşürlerdi. Devletin büyümesi ve gelişmesi netîcesinde saray ve saray teşrîfâtı ortaya çıktı. Fâtih Sultan Mehmed Han, kânûnnâmeleri çıkartıp teşrîfât için maddeler koydurmuş ve; “Evvelâ bir arz odası yapılsın. Cenâb-ı şerîfim pes perdede oturup haftada dört gün vüzerâm ve kazaskerim ve defterdârlarım rikâb-ı hümâyûnuma arza girsünler.” demiştir. Bu duruma göre acele haller dışında vezirler bile haftada ancak dört gün pâdişâhla görüşebilecekti.
Pâdişâhla görüşebilmek için mürâcaatlar, kapıağasına yapılır, o da mâbeynci görevi yapan kapıcılar kethüdâsına duyururdu. Daha sonra sırayla vezir ve kazaskerlere haber verilirdi. Sultan İkinci Mustafa Handan îtibâren silâhdârlar aynı zamanda mâbeyncilik de yapmaya başladılar. Çuhâdâr ve rikâbdâr da her zaman pâdişâhın huzûruna girebilirdi.
Osmanlılarda ilk defâ mâbeynci ünvânıyla memur istihdâmı Sultan Üçüncü Selim Han zamânındadır. Ondan sonra bu ünvân ile memurlar tâyin edildi ve ehemmiyetleri de arttı.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han devrinde mâbeyn başlı başına bir dâire hâline geldi. Saraydaki mâbeyn dâiresinde başmâbeynci, ikinci mâbeynci ve öbür mâbeynciler kendilerine ayrılan odalarda oturur, sırayla nöbet tutarlardı. Abdülhamîd Han mâbeyncileri bizzat seçerdi. Sadrâzam ile vezirler saraya geldiklerinde kendilerine ayrılan odalarda, diğer ziyâretçiler mâbeyn dâiresindeki odalarda beklerdi.
Mâbeyn vâzifelileri şunlardı:
Mâbeyn başkâtibi: Sarayın yazı işlerini idâre eden teşekkülün (kurumun) reisidir. Diğer bir târifle Osmanlı sultânı ile hükûmet teşkilâtının başında bulunan sadrâzam arasındaki haberleşme ve yazı işlerine bakan memurun ünvânı olup, bu vazîfe sâhibinin asıl adı sır kâtibi idi. Emrindeki diğer memurlara mâbeyn kâtibi denirdi.
Mâbeyn başkâtibi olarak hizmet edenlerden vezîrler ile yüksek devlet memuriyetinde bulunanların yanında, Saîd Paşa gibi sadrâzam olanlar da vardır.
Mâbeynci: Pâdişâhın dışarı ile olan işlerine bakan ve dilekleri kendisine ulaştıran saray memurlarıdır. Bunun yerine, yakın mânâsında kurenâ tâbiri de kullanılmıştır. Enderûn ağalarından silâhdâr, çuhâdâr, rikâbdâr, tülbent ve peşkir gulâmı ile baş müezzin, sır kâtibi baş çuhâdâr, kahvecibaşı, sarıkçıbaşı ve tüfekçibaşı Mâbeyn dâiresinde hizmet ettikleri için, kendilerine Mâbeynci adı verilmiştir.
Mâbeynciler, nöbetleşe sarayda kalırlar ve nöbetçi oldukları günün gecesi odalarında yatarlardı.
Mâbeyn çavuşu: Buna hünkâr çavuşu da denilmiştir. Pâdişâhı korumak, atla habercilik yapmak ve dâvetlileri saraya çağırmakla görevli askerî saray memurudur.
Mâbeyn erkânı: Saray ileri gelenlerine verilen ad olup; başkâtip, başmâbeynci, mâbeyn müşiri, dârüsseâde ağası, baş imâm, hazîne-i hassa nâzırı, ıstabl-ı âmire müdiri ve emsâli bu kabildendir.
Mâbeyn ferîki: Pâdişâhı korumakla görevli askerlerin, tümgenerâl rütbesindeki kumandanıdır.
Mâbeyn müşîri: Sarayda pâdişâh maiyetindeki mareşal rütbeli askerî mümessildir. Plevne kahramanı Osman Paşa, mâbeyn müşirlerinin en meşhurudur.
(Bkz. Mabeyn)
İkinci Dünyâ Savaşında Güneybatı Pasifik Cephesindeki Müttefik Kuvvetlere komuta eden ABD’li general. 26 Ocak 1880’de Amerika’nın Little Rock şehrinde doğdu. Babası yüksek rütbeli bir subay idi. Mac Arthur, 1903’de West Point’deki ABD Askerî Akademisini sınıf birincisi olarak bitirdi. On sene kadar emir ve istihkam subayı olarak çalıştı. 1917-19 arasında 42. Tümen kumandanı olarak görevlendirildi veFransa’daki çatışmalara katıldı. Savaşı tâkip eden Ren işgali sırasında kurmay başkanlığı, tugay komutanlığı ve tümen komutanlığı yaptı. 1920’li yıllarda West Point’te yöneticilik yaptı.
1916’da general olan Mac Arthur’un rütbesi yükselerek 1930’da Kara Kuvvetleri Kurmay başkanı oldu. 1935’de Filipinler askeri danışmanlığına getirildi. Aralık 1937’de ABD ordusundan emekli oldu. Temmuz 1941’de yeniden aktif göreve çağrıldı. İkinci Dünyâ Savaşı başlayınca Filipinlerde Japonlara karşı başarılı bir harekatı yönetti. 1942’de Güneybatı Pasifik Cephesi Müttefik Kuvvetler Komutanlığına getirildi. Kısa sürede Japonları Papua’dan çıkardı (1943). 1943-44 arasında giriştiği bir dizi harekat ile Yeni Gine’de birçok stratejik noktayı ele geçirdi. 1945’te ABD’nin Pasifik ordusunun komutanlığına atandı. 2 Eylül 1945’te Tokyo Körfezinde yapılan Japonya’nın teslim törenini düzenledi.
Mac Arthur, 1950’de Kore Savaşı başlayınca buradaki Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin komutanlığına getirildi. 11 Haziran 1951’de emirlere uymaması ve savaşı genişletmeye yönelmesi üzerine Başkan Harry S. Truman tarafından görevden alındı. ABD’ye dönüşünde büyük halk desteği ile karşılandı. 1952’de Remington Rand Inc.’in yönetim kurulu başkanlığını üstlendi. Ömrünün son yıllarını New York şehrinde genelde halktan uzak bir şekilde geçirdi. 5 Nisan 1964’te Washington’da öldü.
İskoçyalı matematikçi. Şubat 1698’de Kilmodon şehrinde doğdu. Üstün zekâya sâhib olan Colin, 11 yaşında Glasgow Üniversitesine girdi. 19 yaşında iken Îsâ Marischal Collagede matematik profesörü oldu. 1719’da Lana’daki Rage Society’nin üyeliğine seçildi. Bu sırada Newton ile tanıştı. Newton’un tavsiyesiyle 1725’te Edinburg Üniversitesinde matematik profesörlüğüne getirildi. Fransız Bilimler Akademisinin 1740’ta gelgit hâdisesi konusunda açtığı deneme yarışmasını Leonard Euler ve Daniel Bernoulli ile birlikte kazandı. Jacosbusçuların 1745’te Edinburg’u kuşatmaları ve şehri ele geçirmeleri üzerine İngiltere’ye kaçtı. Ertesi sene tekrar Edinburg’a döndü ve birkaç ay sonra hastalanarak öldü.
Maclaurin, 1720’de yazmış olduğu Organik Geometri ve Genel Eğitimlerin Tanımlanması adlı eserinde; Newton’un Tabiat Felsefesinin Matematik İlkeleri kitabındaki teoremlere benzer teoremler ortaya koydu. Kendi ismiyle anılan, üreten konikler yönetimini geliştirdi. Üçüncü ve dördüncü dereceden bâzı eğri türlerinin iki hareketli açının kesişimiyle çizilebileceğini gösterdi. Diğer taraftan bâzı eleştirileri cevaplandırmak için yazdığı Fluksiyonların İncelenmesi adlı eserinde, dönmekte olan homojen bir sıvı kütlesinin alabileceği kararlı biçimlerin dönen elipsoitler olduğunu ispatladı. Bu elipsoitler günümüzde Maclaurin elipsoitleri olarak isimlendirilir. Yine bu eserinde maksimumlar ve minimumların ayırt edilmesi ile ilgili teoriyi ilk olarak ortaya koydu.
DEVLETİN ADI |
Macaristan Halk Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Budapeşte |
NÜFÛSU |
10.600.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
93,030 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Macarca |
DÎNİ |
Roma Katolikliği |
PARA BİRİMİ |
Forint |
Orta Avrupa’da Türkiye’nin yedide biri kadar büyüklükte bir halk cumhûriyeti. Kuzeyde Çekoslovakya, batıda Avusturya, güneyde ve güneybatıda Yugoslavya, doğuda da Romanya ve Rusya ile çevrilidir.
Târihi
Eski kaynaklarda Macaristan’dan Panonya diye bahsedilmektedir. Macaristan’ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi, coğrafî yer îtibâriyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilâların, akınların mecbûri geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler’in, sonra Daklar’ın istilâ ettiği Panonya, M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hâkimiyetine girmiş ve bu hâkimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü. Panonya 4. asırda Attila idâresindeki Hunların, 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilâsına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa’ya hâkim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769’da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri, böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular.
1869 yılında Urallar’ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup, Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek, Karpatlar ve Tuna havzasını işgâl ettiler. Macarlar’ın aslî unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar, Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler. Moğol istilâsına kadar Macaristan’da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettiren Arpatlar, Prens Geza zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen, Macaristan’da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Meselâ, tyuk, (tavuk), birska (bıçak), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), borju (buzağı), sator (çadır) gibi daha pekçok kelime, Macarların Türk asıllı olduklarını bâriz bir şekilde göstermektedir.
Moğol istilâsından sonra Arpat Hânedanının yerine, yabancı soydan gelen Anju Hanedânı geçti. 1787’den îtibâren Macaristan’da idâreyi ele alan Sigismund ile berâber bâzı fâsılalar olmasına rağmen Macar Halkı, Alman asıllı krallarca idâre edildi. Macarlar, Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396’da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Niğbolu önlerinde Yıldırım Bâyezîd Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra, devamlı sûrette, bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütûhatını engellemeye çalıştılar. 1526’da Mohaç’ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hâkimiyeti altına girmişse de bu hâkimiyet tam olarak kurulmayıp, Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tâbiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya’ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya’da kaldı. Zapolya’nın ölümüyle halefi ve vârisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince, Osmanlılar Avusturya’ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için, Macaristan’ın tamâmı Osmanlı eyâleti hâline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.
Macaristan 1699’daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan’daki hâkimiyet devirleri, bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesîleler ile bunun ifâde edildiği tam bir huzur, sükûn, adâlet ve îmâr devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pekçok eserler büyük bir yekûn teşkil etmekte olup, Macaristan’ın Avusturya idâresine düştüğü zaman yapılan tahribâta rağmen bâzıları günümüze kadar gelebilmiştir. O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa’da, Macaristan başta olmak üzere, Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münâsebetleri sosyal ve iktisâdî, her alanda gelişti ve Macaristan’da Osmanlı kıyâfetleri giymek moda oldu. 1604’teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak, Osmanlı Devletine tâbi olmak üzereMacarlara verildi.
Macaristan 1689’da Avusturya’nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684’te İmre Thököly’nin, 1703-1711’de Ferenc Rakoczi’nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile berâber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit’te, Rakoczi Tekirdağ’da ölene kadar misafir muâmelesi gördüler. 150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti, Tekirdağ’a yerleştirilen mültecilere verilen arâziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi’nin arkadaşı Kelemen Mikos’un yazdığı ve mültecilerin hayâtını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar târihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır.
Ferenc Rakoczi’nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya’nın yarı kolonisi hâline geldi ve bugüne kadar, Osmanlı hâkimiyetindeki hürriyetini, iki dünyâ savaşı arasındaki devir hâriç bir daha göremedi. 1785’te Almanca resmî dil olarak kabul edilip, Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği îlân edildi. 1848’de Lajos Kossuth’un bağımsızlık hareketi (Bkz. Kossuth, Lajos) Rusya’nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı, ancak 1876’da Macaristan,Avusturya sınırları içinde federatif bir devlet hâline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu. Avusturya, 1914’te Birinci Dünyâ Harbine girince Macaristan da katılmak mecbûriyetinde kaldı. Ancak Avusturya’nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhûriyet îlân olundu. 1919’da bastırılan Bela-Kun idâresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920’de kral naipliğine getirildi. Macaristan, 1920’de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini, nüfusunun beşte birini kaybetti.
İki dünyâ savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası’na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941’de Almanya ile berâber Rusya’ya karşı İkinci Dünyâ Savaşına girdi. Ancak 1944’te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan’ı işgâl ettirdi. Amiral Horty’nin Macaristan’da yirmi dört yıllık idâresi sona erip, yerine Szalas getirildi.
Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhâlefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgâline yol açtı. 4 Şubat’ta cumhûriyet îlân edildi ve aynı sene mâdenler, ağır sanâyi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arâzi, sâhiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı. Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953’te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy’ı başa getirerek yumuşama politikası tâkip etmeye başladılar. İmre Nagy’ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955’te görevden alınınca Macaristan’da muhâlefet çok büyük oldu. 1956’da tekrar hükûmetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine “artık yoldaş değiliz” diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan’ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. “Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!” (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücâdelesi, 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya ilticâ ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de îdâm edildi. 1989’da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidâra geçtiler.
Fizikî Yapı
Ülkenin tamâmı oldukça alçak olup, en yüksek tepeler 900 ilâ 1000 metreyi aşmamaktadır. Macaristan, dört tabiî bölgeye ayrılır. Büyük faylar, volkanik akıntılar ve sıcak su kaynaklarıyla bölünen batıdan kuzeydoğuya doğru 400 km boyunca uzanan Macar Sırtı denilen bölge, bunlardan birincisini teşkil eder. Bu dağlık bölge, üçe ayrılabilen ova bölgeleri karşısında duvar gibi durmaktadır. Bu ova bölgeleri; Tuna ötesi (Transtuna) bölgesi, Tuna Tisza nehirleri arasındaki bölge ve Tisza ötesi bölgesi (Trantisza)dir. Tuna’nın batısındaki bölgelerden meydana gelen Transtuna, Avusturya sınırındaki Alplerin son yamaçlarını, Mecsek tepelerini, Kisalföld ve Mezaföld ovalarını ihtivâ eder. Tuna ve Tizsa nehirleri arasındaki bölgenin kuzeyindeki topraklar kumlu, güneyindekiler ise kaygandır. Tisza Nehrinin doğusunda yâni Trantisza bölgesinde Büyük Ova bulunur.
Ülkeden geçen iki büyük nehir vardır. Bunlardan birincisi olan Tuna Nehri, 2850 m uzunluğunda olup, uzunluğu îtibâriyle Volga’dan sonra Avrupa’nın en uzun nehridir. Macaristan’ı baştanbaşa ikiye bölen Tuna Nehri, Karadeniz’e dökülmeden önce sekiz ülkeden geçer. Macaristan büyük bir nehir olan Tuna sâyesinde zümrüt gibi güzel tabiî zenginliklere sâhiptir. Budapeşte,Tuna’nın iki yakasında kuruludur. İkinci büyük nehir Tisza ise, 968 km uzunluğunda olup, Ukrayna’da Karpatlardan doğar, Yugoslavya’daki Karlofça yakınlarında Tuna ile birleşir. Macaristan’ın güneyinde, kuzeydoğudan güneybatıya 90 km boyunda genişliği 10 ilâ 15 km olan ve Macar Denizi denilen Orta Avrupa’nın en büyük gölü Balaton bulunur. Avusturya-Macaristan sınırında ise derinliği az, buna karşılık 200 km2lik bir yüzölçüme sâhip olan Neusiedle Gölü yer alır. Bu gölün büyük kısmı Avusturya’ya âittir.
İklim
Avrupa’daki merkezî durumu sebebiyle denizden uzak olan Macaristan’da kara iklimi hüküm sürer. Yıllık yağış ortalaması 700 mm civârındadır. Yağış farkları batıdan doğuya gidildikçe azalır. Özellikle Büyük Ovanın bâzı kısımları, kuraklık sebebiyle sıkıntı çeker. Bu toprakların değerlendirilmesi sulamaya bağlıdır. Sıcaklık en soğuk ay olan ocakta -1°C ile 3°C arasında, en sıcak olan temmuzda ise 19°C ile 23°C arasında değişir.
Tabiî Kaynaklar
Macaristan hammade ve enerji kaynakları bakımından fakirdir. Mâdenlerinin en önemlisi Vertes Dağlarından çıkarılan boksittir. Boksit üretiminde Avrupa’da ikincidir. Pek az mâden kömürü Pécs yakınlarında, linyit Dorag’da ve Tatabanya’da, Tuna ötesinde ve Slavokya sınırında işletilmektedir. Romanya sınırında önemli ölçüde tabiî gaz, Balaton Gölünün batısında petrol çıkarılmaktadır. Nisbeten az miktarda manganez ve uranyum yatakları da vardır.
Macaristan sıcak su kaynakları bakımından oldukça zengin olup, bunlardan bir kısmı tıbbî değer taşımaktadır. Özellikle Budapeşte veBudin, dünyânın en güzel kaplıcalarına sâhiptir. Böyle 100’ü aşkın sıcak su kaynağı Budin içinde ve civârında mevcuttur.
Tuna ötesi topraklarının ve dağlarının bitki örtüsü yaprakları dökülen ormanlardan (meşe, kayın, ıhlamur, kestâne) meydana gelmiştir. Fakat bunlar bozkır şartlarının hüküm sürdüğü Büyük Ova yakınlarındaki arâzide âniden kaybolur. Önceleri Macaristan’da başka yerde bulunmayan bâzı balıklar, büyük av hayvanları ve çok sayıda göçmen kuşlar bulunuyordu. Günümüzde bunların çoğunun nesli tükenmektedir. Fakat hâlâ bâzı enteresan kuşlara (meselâ siyah leylek) ve memeli hayvanlara (vaşak, kurt gibi) dağlarda ve Büyük Ovanın uzak köşelerinde rastlanmaktadır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
10.600.000 nüfûsa sâhip Macaristan, nüfus dağılımı bakımından üç büyük târihi ve ekonomik bölgeye ayrılır. Tuna ötesi(Transtuna), Büyük Ova ve Kuzey yüksek arâzisi nüfusun yaklaşık % 48’i Büyük Ovada, % 38’i Tuna ötesinde, % 14’ü de kuzey yüksek arâzisinde yaşamaktadır. Macar halkının % 45’i şehirlerde, % 55’i köylerde yaşar. Kilometrekare başına nüfus yoğunluğu 93 kişidir. En büyük şehri, sanâyi ve kültür merkezi Budapeşte olup, nüfusu 2.115.000’dir. Macaristan etnik yapısı îtibâriyle Orta Avrupa’nın en homojen devletidir. Nüfûsun % 97’si Macar’dır. Macarca, Fin-Uygur dil âilesine dâhil olup, ülkenin resmî dilidir. Macaristan’da az miktarda Almanlar, Slovaklar mevcuttur. Nüfûsun % 67’si Katolik, % 28’i Protestan, % 3’ü Ortodoks, % 2’si Yahûdîdir. Mecbûri eğitim 6 yaşında başlar ve en az 8 yıl devâm eder. Ülkede 16 civârında üniversite, 75’i aşkın yüksek teknik okul mevcuttur. Macar halkı ancak çok küçük bir oranda özel mülkiyet edinme hakkına sâhiptir. Üretim mallarının hemen hemen hepsi devlet kontrolündedir.
Siyâsî Hayat
Macaristan’da ilk yazılı anayasa, 18 Ağustos 1949’da kabûl edildi. Anayasaya göre devlet bir halk cumhûriyetidir.
Devlet gücünün en yüksek organları, parlamento (millî meclis) ve başkanlık konseyidir (hükûmet yönetim kurulu). Tek meclisli parlamentonun 349 üyesi, başkanlık konseyinin 21 üyesi vardır. Başkanlık konseyi üyeleri, parlamentodan seçilir ve parlamentoya karşı sorumludur. En üst idârî merci, bakanlar kurulu olup, üyeleri hükûmet yönetim kurulunun tavsiyesi üzerine parlamento tarafından seçilir ve azledilir. Başkanlık konseyinin başkanı Macaristan’ın devlet başkanıdır, bakanlar kurulu başkanı ise başbakan gibi görev yapar.
Mahallî, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler, bir üst seviyedeki bölge otoritesine karşı sorumlu olan konseyler hiyerarşisiyle yönetilir. Macaristan, 19’u komita ve beşi komita statüsünde olmak üzere 24 idârî üniteye bölünmüştür. Bunların konseyleri doğrudan doğruya bakanlar kuruluna karşı sorumludur.
Adâlet işleri anayasa mahkemesi, yüksek mahkeme ve komitaya, belediyeye ve mıntıkaya âit mahkemelerce yürütülür. Anayasa mahkemesi ve yüksek mahkemenin hâkimleri, beş yıllık süreyle parlamento tarafından, diğer hâkimler ise üç yıllık süreyle mahallî konseyler tarafından seçilir. Savcı başkanı, altı yıllık süreyle parlamento tarafından seçilir ve buna karşı sorumludur.
Komünistlerin iktidârı ele geçirdiğinden 1990’daki seçime kadar, bütün genel seçimlerde, sâdece komünistlerin hâkim olduğu bir partinin seçim listesi oy kullanma hakkı olanlar tarafından tek liste olarak kullanılmakta idi. 1989’da Komünist Parti feshedildi. 1990’da yapılan seçimi Merkez Sağ Parti kazandı.
Parlamento, yasama yetkisini sâdece hükûmetin kânun tasarılarını tasdik etmekte kullanır. Bakanlar kurulu ekseriya, parlamentonun tasdikine sunmadan resmî emirler yayınlar.
Ekonomi
Tabiat şartları tarım için elverişli bir durum arz eder. Toprakların % 67’si işlenmeye elverişli, % 15,3’ü çayır ve otlaklardır. Toprağın % 97,6’lık bir kısmı devlet çiftliklerine ve kooperatiflere âit olup, devlet sektörünün elindedir. Esas tarım ürünleri buğday (2.742.000 ton) ve mısırdır (3.800.000 ton). Bunlar Kisalföld, Tuna ve Tisza arasındaki bölge ve Alföld’de yetiştirilir. Bununla berâber ekili tarlaların % 40’ını meydana getiren tahıllar, sanâyi bitkilerine göre önemini kaybetmektedir. Doğudaki kurak bölgelerde ve Tisza Vâdisinde sulanan topraklar artırılarak, pirinç üretimine ve meyve ağaçları yetiştirilmesine ve hatta pamuk üretimine imkân sağlanmıştır. Tokaj, Bakony Tepesi ve Eger’de bağcılıkla ilgili ürünler, Mecsek Tepelerinde meyve ağaçları özellik kazanır. Hayvancılık her zaman önemli bir rol oynar. 2.000.000’dan fazla sığır, 3.277.000 civârında koyun yetiştirilir.
Macaristan, hammaddeleri ve enerji kaynaklarının azlığı sebebiyle, sanâyileşmede zorluk çekmektedir. Miskole yakınlarındaki Kazineborcika’da, Budapeşte’nin güneyindeki Dunajvaras’ta, başkentin banliyösündeki Çsepel kombinalarında çelik ve dökme demir üretilir. Bununla berâber, hammaddelerin büyük kısmı ithal edildiğinden, taşkömürü zor ve pahalı şartlarda işletildiğinden demir sanâyii az kâr getirir. Boksitin bolluğu, bunu işletmek için enerji ithal etmesine rağmen, Macaristan’ı Doğu Avrupa ülkelerinin en fazla alüminyum üreten ülkesi yapmıştır. Bütün sanâyi merkezlerinde bilhassa Budapeşte’de bulunan makina âletleri, ulaşım malzemeleri îmâlâtı (traktör, motosiklet, otobüs, demiryolu malzemesi) sanâyiinin temel sektörünü teşkil eder. Kimyâ sanâyi Macaristan’ın sülfürik asit, kauçuk ihtiyaçlarını ve çok sayıda petrol cinslerini karşılar. Miskole, Tatabanya ve Budapeşte bölgesinde büyük kimyâ kombinaları kurulmuştur. Tekstil ve gıdâ sanâyii önceden beri önemini devâm ettirmektedir (un sanâyii, şeker sanâyii gibi). En önemli endüstri merkezi, fabrikaların üçte birinin bulunduğu Budapeşte’dir.
Dış ticâretin üçte ikisi Doğu Avrupa ülkeleriyle, özellikle Rusya ile (% 30’dan % 35’e kadar ithâlat ve ihrâcat) sonra Çekoslovakya iledir. Ticâretin geri kalanı Batı Avrupa, Arjantin ve Birleşik Arap Cumhûriyeti ile yapılır. Hammaddeleri ve yarı mâmul maddeleri (ithâlatın üçte ikisi) ithal eder. Makina endüstrisi (% 30 ilâ % 35), tüketim endüstrisi ve gıda endüstrisi ürünlerini ihraç eder. İthâlât ve ihrâcât dengelidir.
Turizm gelişmektedir. Beşte dördü Rusya ve diğer sosyalist ülkelerden olmak üzere her yıl 2.500.000 turist Macaristan’ı ziyâret etmektedir. Turizmi geliştirmek için, kış sporları ve sıcak su tesisleri modernleştirilmiştir.
Macaristan iyi bir ulaştırma şebekesine sâhiptir. Karayolu ağı ve demiryolu ağı Budapeşte’de düğümlenir. 30.000 km’ye ulaşan karayollarının % 99’u asfaltlanmıştır. Demiryolu ağı ise 13.200 kilometredir. Tuna ve Tisza nehirleri üzerinde ulaşım önemli bir rol oynar. Budapeşte, Terihegy’de milletlerarası bir havaalanına sâhiptir.
Endülüs’te yetişen ünlü kimyâ ve matematik âlimi. İsmi, Mesleme bin Ahmed bin Kâsım bin Abdullah el-Macritî olup, künyesi Ebü’l-Kâsım’dır. 950 (H.338) senesinde, şimdi İspanya’nın başşehri olan Madrid’de doğdu. Bu yüzden el-Macritî nisbesini aldı. 1007 (H.397) senesinde Kurtuba’da vefât etti. Endülüs’te yetişen âlimlerin en meşhûrlarındandır.
İlim merkezi olan Kurtuba’ya küçük yaşta giden Ebü’l-Kâsım, ilim öğrenmek için birçok İslâm ülkesini dolaştı. Devrinin din ve fen ilimlerinde mütehassıs âlimlerinden ders aldı. Onlarla ilmî mütâlaalarda ve istişârelerde bulundu. İlmî gezilerini tamamladıktan sonra, İspanya’ya dönerek Kurtuba’ya yerleşti ve birçok ilim ve irfan âşığının toplandığı bir medrese inşâ ettirdi. Bugünkü anlamda tam bir ilimler akademisi durumundaki bu medresede, Ebü’l-Kâsım Gırnatî ve Ebû Bekr Kirmânî gibi pekçok âlim yetişti.
Ebü’l-Kâsım Macritî, fen ilimlerinin her dalında söz sâhibiydi. Astronomi, yıldız ve gezegenlerin hareketleri ile ilgili çok geniş ve esaslı bilgiye sâhipti. Batlemyüs’ün (M. 85-167) gök harîtası üzerine ilk defâ tâlikâtta bulunan (notlar düşen) ve astronomik cetvellerdeki yanlışlıkları düzeltme yolunda faaliyet gösteren bir âlim olarak Avrupa’da tanındı.
Macritî, kimyâ ilmiyle de meşgûl oldu ve bu alanda Rutbet-ül-Hakîm ve Gâyet-ül-Hakîm adlarında iki eser yazdı. Bu eserler; o devirde doğu ve batı bilim çevrelerinde tek mürâcaat kaynağı oldu.
Kimyâ üzerindeki çalışmalarında, gâyet mantıkî ve hesâba dayanan bir düşünce ve tedkik kâbiliyetine sâhipti. Maddeler üzerinde yaptığı deneyleri, eserlerinde uzun uzun anlattı. Meselâ bir miktâr cıvayı bir cam tüpe koyarak, bunu kırk gün süreyle sâkin bir ateş üzerinde tuttu. Bu süre boyunca civada meydana gelen değişiklikleri dikkatle tâkib etti. Sonunda, cıvanın oksijen ile reaksiyona girerek kırmızı toz hâline geldiğini gördü. Bugün buna cıva-oksit denilmektedir. Deneye tâbi tuttuğu maddenin ağırlığının deney sonunda değişmediğini tesbit etti. Hâlbuki, bu reaksiyonda, bir miktar cıvanın buharlaştığını görmüştü. Oksijenle birleşme doğuran bir reaksiyon hâsıl olmuş ve cıva ile birleşen oksijen kadar cıva buharlaşmıştı. Priestley ve Lavoisier, onun tesbit ettiği bu önemli kimyevî prensiplerden istifâde edip geliştirerek Kütlenin (maddenin) korunma kânununu ortaya koydular.
Macritî, Câbir bin Hayyân ve Râzî’den sonra üçüncü sırada yer alan bir kimyâ üstâdı idi. Kimyânın hurâfelerden, sihir ve tılsımât gibi şeylerden ayıklanıp başlı başına bir ilim hâline gelmesini sağladı. Metodu, tecrübe ve istikra’ yâni tüme varım idi. Matematiğin kimyâ için kaçınılmaz bir ilim olduğunu çok iyi biliyordu. Talebelerine metodunu öğretiyor ve kimyevî reaksiyonlar üzerinde dikkatle durmalarını ısrârla tavsiye ediyordu.
Ebü’l-Kâsım Mesleme bin Ahmed Macritî, bir ara çalışmalarını matematik sâhası üzerinde teksîf etti. Özellikle sayılar teorisi ve Oklid geometrisi üzerinde çalışarak eserler yazdı. Macritî’nin hesab hakkındaki eseri o devrin bütün ilim çevrelerinde el kitabı olarak kullanıldı. Bilim târihçisi Florian Cojori, History of Mathematics adlı eserinde, Macritî’den söz ederken, matematik sâhasında özellikle sayılar teorisini geliştirdiğini ve “Adâd-ı mütehabbe” veya “Amicable numbers” (Sevgi sayıları) denilen ve sevgiye sebeb olduğu sanılan sayılar üzerinde çalışmalar yaptığını kaydetmektedir.
Macritî, ayrıca biyoloji, zooloji ve ekoloji dallarında da ilmî çalışmalarda bulundu. Dikkat çekici çalışma ve tesbitler ortaya koymayı başardı. İnsanlar arasında olduğu gibi hayvanlar arasında da, gruplaşma ve başkanlık temâyülü olduğunu, her bir hayvan grubunun âdetâ bir toplum teşkil ettiğini, anlaşma için belli dilleri ve farklı özellikleri bulunduğunu, bu sistemin kâinâtta son derece muntazam ve âhenkli bir şekilde mevcut olduğunu söyledi. Bu görüşleriyle isâbetli ve modern bir tesbit ortaya koydu. Günümüzde modern biyoloji ve zooloji bunu isbatlamaktadır.
Macritî, ekoloji ve çevre bilimlerinin de kurucusu sayılabilir.
Macritî’nin kurduğu medresenin yakınlarında, Endülüs Emevî Devleti tarafından Kurtuba’da 600.000 kitap bulunan bir kütüphâne kurulmuştu. Avrupalı ilim tâlipleri Kurtuba’ya gelerek, Arapça öğrenir, Macritî gibi birçok İslâm âliminden ilim tahsil ederlerdi. Endülüs medreselerinde lüzumlu kültüre sâhib olan Avrupalı talebeler, İslâm âlimlerinin yazdığı muhtelif ilim dallarına dâir el yazması eserleri çeşitli yollardan elde ederek, o zamanlar henüz teşekkül etmekte olan Avrupa ilim çevrelerine götürdüler. Eserleri tercüme ederek kendileri keşf yapmış ve eser yazmış gibi piyasaya sürüp, bir çok İslâm âliminin isimlerini unutturdular. Bugünİslâm âlimlerinin yaptığı birçok keşfler, ilmî ahlâkın aksine olarak, çalınmış ve batılı ilim adamları tarafından yapılmış gibi insanlığa tanıtılmıştır.
Macritî, batı İslâm dünyâsında, fen ilimleri dalında rönesansın ilk temsilcisi olarak değerlendirilmektedir. O, hayâtını İslâmiyete, ilim yoluyla hizmet etmeye vakfetmiş, seçkin bilim adamlarındandı. Bütün ömrünü eser yazma, tercüme ve ilmî deneyler yapma ve ilim adamı yetiştirmekle geçiren bu büyük âlim, ne yazık ki, adı unutturulan İslâm âlimlerinden biridir.
Macritî’nin yazmış olduğu eserlerden bâzıları şunlardır: 1) Kitâbu Semâr-il-Aded fil-Hisâb, 2) Kitâbu İhtisâri Ta’dîl-il-Kevâkib min Zîcil-Bettânî: Bettânî’nin Zîcinin hulâsasıdır. 3) Kitâbu Rütbet-il-Hakîm fil-Kimyâ, 4) Kitâb-ül-Ahcâr: Mâdenlerle ilgilidir. 5) Kitâbu Ravdat-il-Hadâik, 6) Kitâb fil-Usturlâb, 7) Kitâb Şerh-il-Macistî li Batlemyüs, 8) Kitâb fit-Târih, 9) Kitâb fit-Tabîiyyât ve Te’sîr-in-Neş’eti vel-Bî’eti alel-Kâinât-il-Hey’eti: Ekoloji ve çevre bilimleri, yâni tabiat ve maddî çevrenin canlılar üzerindeki etkileri ile ilgilidir. 10) Kitâbu Mefharet-il-Ahcâr-il-Kerîmeti: Kıymetli taş ve mücevherâtın tedkîkinden bahseder. 11) Kitâb-ul-Îzâh fî İlm-is-Sihr, 12) Kitâb-ur-Risâlet-il-Câmi’a, 13) Kitâbu Gâyet-il-Hakîm: Kimyâ ve bilim târihi ile ilgilidir. Eserde sâdece kimyâ üzerinde durmamış, eski devir ve milletlerden kendisine ulaşan; astronomi, matematik, mekanik ve tabiat târihi ilimlerine dâir temel bilgiler hülâsa etmiştir. O dönemde Kral Alfonso tarafından Latince’ye tercüme edilen eser, 1252 senesinde Picatrix adı ile neşredildi. Ayrıca ünlü şarkiyatcı Ritter, 1927 senesinde eseri Almanca’ya tercüme ederek yayınladı.
Alm. Kitt (m), Fr. Mastic (m), İng. Putty. Kalsiyum karbonat tozu ile kaynamış beziryağının birlikte döğülüp yoğrulmasıyla hazırlanan hamursu malzeme. Kullanma yerine göre yapısı değişiktir. Mâcun çok çeşitli yerlerde kullanılır.
Kaliteli bir mâcunun % 85-90’ı kalsiyum karbonat, % 10-15’i kaynatılmış beziryağı(ketenyağı) olanıdır. İyi bir mâcun elde yağ bırakmayan ve rahatlıkla yuvarlanabilendir. Umûmiyetle, tatbik edildiği satıhta gözenek şeklindeki oyukları, kapatarak, düzgünlük temin eder. Boyacılıkta kullanılan mâcunlar bu türdür.
Mâcun, kullanma maksadına göre isim alır. Boyacılıkta kullanılan mâcuna gözenek mâcunu denir. Mobilyacılıkta kullanılana makta mâcunu, camcılıkta kullanılana cam mâcunu denir. Diş mâcunu, çeşitli baharatların şekerle kaynatılmasından elde edilen mesir mâcunu, uyuşturucu maddelerin karışımından yapılan keyif mâcunu gibi daha birçok cins mâcun vardır.
Mâcunun sanâyide kullanıldığı yerler çoktur. Dökümden gözenekli çıkan parçalar, özel mâcunlarla sıvanarak kusurları kapatılır. Bu maksatla kullanılan macuna piyasada camsuyu denir.
Mâcun îmâl edilirken büyük ölçüde özel mikserler kullanılır. Bu mikserin büyükçe bir kazanı ve kazan içinde ekseni etrâfında dönen bir mil vardır. Mil, helezon biçiminde levha kanatçıkları çevirerek, hazırlanacak mâcunun, çok iyi karışmasını sağlar. Karıştırma işleminin kolay olabilmesi için mikser kazanı bir miktar ısıtılır, böylece karışım viskositesi (kalınlığı) düşürülür.